• Sonuç bulunamadı

DİYABETLİ VE DİYABETSİZ RATLARDA KURŞUN NİTRAT IN İNCE BAĞIRSAK ÜZERİNE HİSTOPATOLOJİK ETKİSİ VE SODYUM SELENİT İN KORUYUCU ROLÜ.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "DİYABETLİ VE DİYABETSİZ RATLARDA KURŞUN NİTRAT IN İNCE BAĞIRSAK ÜZERİNE HİSTOPATOLOJİK ETKİSİ VE SODYUM SELENİT İN KORUYUCU ROLÜ."

Copied!
59
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

DİYABETLİ VE DİYABETSİZ RATLARDA KURŞUN

NİTRAT’IN İNCE BAĞIRSAK ÜZERİNE HİSTOPATOLOJİK ETKİSİ VE SODYUM SELENİT’İN KORUYUCU ROLÜ

Çağlar ADIGÜZEL

YÜKSEK LİSANS TEZİ BİYOLOJİ ANABİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ARALIK 2014

(3)

KURŞUN NİTRAT’IN İNCE BAĞIRSAK ÜZERİNE HİSTOPATOLOJİK ETKİSİ VE SODYUM SELENİT’İN KORUYUCU ROLÜ” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından OY BİRLİĞİ ile Gazi Üniversitesi Biyoloji Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Danışman: Prof. Dr. Yusuf KALENDER

Biyoloji Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Bu tezin, kapsam ve kalite olarak Yüksek Lisans Tezi olduğunu Onaylıyorum ...………

Başkan: Prof. Dr. Selami CANDAN Biyoloji Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi

Bu tezin, kapsam ve kalite olarak Yüksek Lisans Tezi olduğunu Onaylıyorum

………...

Üye: Doç. Dr. Zafer AYAŞ

Biyoloji Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi

Bu tezin, kapsam ve kalite olarak Yüksek Lisans Tezi olduğunu Onaylıyorum

………...

Tez Savunma Tarihi: 09/12/2014

Jüri tarafından kabul edilen bu tezin Yüksek Lisans Tezi olması için gerekli şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

……….…….

Prof. Dr. Şeref SAĞIROĞLU Fen Bilimleri Enstitüsü

(4)

ETİK BEYAN

Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

 Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,

 Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu,

 Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi,

 Kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı,

 Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,

bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim.

Çağlar ADIGÜZEL 09/12/2014

(5)

DİYABETLİ VE DİYABETSİZ RATLARDA KURŞUN NİTRAT’IN İNCE BAĞIRSAK ÜZERİNE HİSTOPATOLOJİK ETKİSİ VE SODYUM SELENİT’İN KORUYUCU

ROLÜ

(Yüksek Lisans Tezi) Çağlar ADIGÜZEL GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Aralık 2014 ÖZET

Kurşun toksikolojik açıdan önem taşıyan bir metaldir ve tarihin çok eski devirlerinden beri bilinmekte ve kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı kurşun nitrat’ın diyabetik ve diyabetik olmayan ratların ince bağırsak dokusu üzerine etkisini ve antioksidan özelliğe sahip olduğu bilinen sodyum selenit’in koruyucu rolünü incelemektir. Bu çalışmada erkek ratlara gavaj yoluyla kurşun nitrat (22,5/kg/gün) ve sodyum selenit (1/mg/kg/gün) verildi.

28 gün sonra diyabetik olmayan kurşun nitrat ve sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan gruplarda ince bağırsak dokusunda villuslarda genişleme, nekroz ve infiltrasyon tespit edildi. Diyabetik olmayan sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan gruplar ile diyabetik olmayan kurşun nitrat grubu kıyaslandığında sodyum selenit desteğinin ince bağırsak dokusunda meydana gelen patolojik değişiklikler üzerinde koruyucu role sahip olduğu belirlendi. Diyabetik kontrol grubunda ince bağırsak dokusunda histopatolojik değişiklikler saptandı. Diyabetik ratlara uygulanan kurşun nitrat ciddi histopatolojik değişimlere yol açtı. Sodyum selenit uygulaması diyabetik ratlarda kurşun nitratın sebep olduğu toksisite üzerinde koruyucu etki göstermedi. Sonuç olarak kurşun nitratın ratların ince bağırsak dokusu üzerinde histopatolojik değişikliklere sebep olduğu, sodyum selenitin kurşun nitrat kaynaklı toksisiteyi diyabetik olmayan ratlarda azalttığı fakat diyabetik ratlarda koruma sağlamadığı tespit edildi.

Bilim Kodu : 203.1.057

Anahtar Kelimeler : İnce bağırsak, kurşun nitrat, sodyum selenit, histopatoloji Sayfa Adedi : 47

Danışman : Prof. Dr. Yusuf KALENDER

(6)

HISTOPATHOLOGY EFFECT OF LEAD NITRATE ON SMALL INTESTINE OF DIABETIC AND NON-DIABETIC RATS AND PROTECTIVE ROLE OF SODIUM

SELENITE (M. Sc. Thesis) Çağlar ADIGÜZEL GAZİ UNIVERSITY

GRADUATE SCHOOL OF NATURAL AND APPLIED SCIENCES December 2014

ABSTRACT

Lead is a toxicologically significant metal and has been known and used since ancient times. The aim of this study is to investigate the effect of lead nitrate on small intestine tissue of diabetic and non-diabetic rats and protective role of sodium selenite which is known to have antioxidant property. In the present study, lead nitrate (22 mg/kg/day) and sodium selenite (1 mg/kg/day) were given to male rats through gavage. After 28 days, enlargement in villi, necrozis and infiltration was determined in small intestine tissue of non-diabetic lead nitrate and non-diabetic sodium selenite + lead nitrate groups. We observed that supplementation of sodium selenite has protective role on histopathological changes in small intestine tissue when the non-diabetic sodium selenite+lead nitrate group compared with non-diabetic lead nitrate group. In diabetic control group, histopathological changes in small intestine tissue are detected. Treatment of lead nitrate to diabetic rats caused seriously histopathological alterations. Sodium selenite treatment didn’t show preventive effect on lead induced toxicity in diabetic rat. Consequently, lead nitrate caused histopathological changes on small intestine and also, sodium selenite alleviated lead nitrate-induced toxicity in small intestine of rats but not protected in diabetic rats.

Science Code : 203.1.057

Key Words : Small intestine, lead nitrate, sodium selenite, histopathology Page Number : 47

Supervisor : Prof. Dr. Yusuf KALENDER

(7)

TEŞEKKÜR

Çalışmalarım boyunca bilgi ve önerileriyle beni yönlendiren danışman hocam Sayın Prof.

Dr. Yusuf KALENDER’e tüm içtenliğimle teşekkür ederim. Ayrıca tez çalışmalarım sırasında yardımlarını esirgemeyen hocalarım, Yrd. Doç. Dr. Ayşe ÖĞÜTCÜ ASLANTÜRK’e (Gazi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu), Araş. Gör.

Dr. Filiz DEMİR’e (Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü), Araş. Gör. Dr. Fatma Gökçe APAYDIN‘a (Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü), Araş. Gör. Irmak POLAT’a (Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü), Uzman Damla Amutkan’a (Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü) ve manevi desteğini esirgemeyen aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(8)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

TEŞEKKÜR ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

ÇİZELGELERİN LİSTESİ ... viii

RESİMLERİN LİSTESİ ... ix

SİMGELER VE KISALTMALAR... x

1. GİRİŞ ...

1

2. MATERYAL VE YÖNTEM ...

21

2.1. Hayvanlar ... 21

2.2. Kimyasallar ... 21

2.3. Hayvanlara Uygulama Planı ... 21

2.3.1. Kontrol grubu ... 22

2.3.2. Sodyum selenit uygulanan grup ... 22

2.3.3. Kurşun nitrat uygulanan grup ... 22

2.3.4. Sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan grup ... 23

2.3.5. Diyabetik kontrol grubu ... 23

2.3.6. Diyabetik sodyum selenit uygulanan grup ... 23

2.3.7. Diyabetik kurşun nitrat uygulanan grup ... 23

2.3.8. Diyabetik sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan grup ... 23

2.4. Işık Mikroskobu İncelemeleri ... 24

3. ARAŞTIRMA VE BULGULAR ...

25

4. SONUÇ VE ÖNERİLER ...

31

KAYNAKLAR

...

37

ÖZGEÇMİŞ

...

47

(9)

ÇİZELGELERİN LİSTESİ

Çizelge Sayfa

Çizelge 2.1. Deneyde oluşturulan gruplar ve uygulanan madde miktarları ... 22

(10)

RESİMLERİN LİSTESİ

Resim Sayfa

Resim 3.1. Kontrol grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 25

Resim 3.2. Selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 26

Resim 3.3. Kurşun grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 26

Resim 3.4. Kurşun + Selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik ... 27

Resim 3.5. Diyabet kontrol grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 27

Resim 3.6. Diyabet selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik ... 28

Resim 3.7. Diyabet kurşun grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 28

Resim 3.8. Diyabet kursun + selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı ... 29

(11)

SİMGELER VE KISALTMALAR

Bu çalışmada kullanılmış bazı kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.

Simgeler Açıklama

Kg Kilogram

LD50 Letal doz

Mg Miligram

pH Potansiyel hidrojen

ºC Santigrat

µ Mikron

Kısaltmalar Açıklama

CAT Katalaz

DM Diabetes Mellitus

GPx Glutatyon peroksidaz

Gr Gram

GR Glutatyon redüktaz

GSH Glutatyon

H2O2 Hidrojen peroksit

LPO Lipid peroksidasyonu

MDA Malondialdehit

ROS Reaktif oksijen türleri

SOD Süperoksit dismutaz

STZ Streptozotosin

TrxR Tiyoredoksin redüktaz

V. a. Vücut ağırlığı

(12)

1. GİRİŞ

İnsan ve hayvanlar için önemli olan metaller endüstri ve uygarlığın temelini oluştururlar.

Eski zamanlardan beri metalleri işleyen insanoğlu giderek değişik metallerle uğraşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda hem kendisi bu metallere maruz kalmış hem de çevresini kirletmeye başlamıştır (Vural, 2005).

Çevredeki kararlı metal oluşumlarının modern toplumla beraber yoğun olarak kullanılmaya başlaması biyosferde bir metal yoğunluğu yaratmıştır. Bundan dolayı işyerleri dışında da bol miktarda toksik metale maruz kalma durumu oluşmuştur (Kakkar, 2005). Bu toksik metaller fazla miktarda alındığında vücut homeostazını bozarak zararlı etki yaparlar.

Besinlerle ve içme suları ile birçok metaller organizma tarafından alınmaktadır. Bu metaller besinlerin normal bileşeni olabildiği gibi kirlilik olarak da bulunabilirler. Metal içeren pestisit kalıntılarının çevre kirliliği sonucu kimyasal olaylarla besin zincirine geçmesi veya metal bileşik içeren besin saklama kapları ile metallerin besinlere geçmesi bu duruma örnek olarak verilebilir (Vural, 2005).

Bazı metaller toksik etkilidir, karsinojenite içerirler ve diğer metallerle aynı zamanda etkileşime girdiklerinde değişime uğrayabilirler. Araştırmalarda kurşun ve polikloridbifenil arasındaki ilişkiler incelenmiş ve mazuriyetinde sinir gelişimi üzerine olumsuz etkisi olduğu gösterilmiştir (Tang ve diğerleri, 1999; Winneke, 2002; Stein 2002; Yang, 2003).

Çoğu populasyondaki araştırmalarda, bazı bireyler metal toksisitesine aşırı hassas bazıları da aşırı toleranslı olabilir. Kurşun ve civa maruzuriyetine çocukların daha hassas olduğu bildirilmektedir (Needleman ve diğerleri, 1990).

Metallerin toksik etkileri, her metalin özelliğine göre değişmektedir. Ancak genel olarak metallerin hepsi birden fazla organ ve sistemleri etkilemektedirler. Örneğin kadmiyuma en duyarlı organ böbrekler olmakla beraber karaciğer ve akciğerde etki görmektedir (Vural, 2005).

(13)

Toksik her kimyasalın canlı dokusunda bağlanma durumu birçok faktör içerir ki bunlar:

 Metalin özgüllüğü

 Metalin şekli

 Maruziyet süresi

 Maruziyet düzeyi

 Toksikodinamik

 Toksikokinetik

olmak üzere sınıflandırılır (Kakkar, 2005).

Ağır metaller vücuda alındıklarında meydana getirdikleri toksik etkileri birçok grupta toplanarak incelenebilir. Bunları:

 Enzim inhibisyonu: Çok toksik metaller aminoasitlerin sülfidril veya karboksil gruplarına yüksek afinite gösterirler ve proteinlerle etkileşerek enzimatik ya da yapısal fonskiyonları değiştirirler. Örneğin kurşun ve civa, sodyum–potasyum adenozin trifosfataz (Na+/K+- ATPaz) enzimini inhibe ederler.

 Esansiyel elementlerin yerini alarak: Bazı metaller, metabolik olarak benzedikleri elementlerin yerine geçerek toksik etki gösterirler. Örneğin kurşunun merkezi sinir sistemini etkilemesi, kurşunun kalsiyuma benzer metabolizması ile demir ve çinkonun yerini alması.

 Bazı toksik metaller ise proteinlerle birleşerek: Hücre içi birikimine rağmen hücre hasarına neden olmazlar. Aksine kompleks yapı oluşturmaları detoksifikasyon ve koruyucu bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Metallerin oksidasyon basamağı ve bileşik şekli olarak.

 Dış faktörler olarak sınıflandırabiliriz (Vural, 2005).

Hava, su ve toprak, doğal kaynaklar ve teknolojik nedenlerden dolayı metallerle kirlenebilir. Bu kirlenmeden bitkiler, hayvanlar ve insanlar zarar görmektedir. Örneğin petrol türevlerinde kullanılan kurşun havayı kirletmektedir. Solunum yoluyla insanlara geçen kurşun eritrositlerin parçalanmasına, kaslarda aşırı kasılmalara, mide bulantısına yol açmaktadır (Kakkar, 2005).

(14)

Genel olarak insan sağlığını tehdit eden ağır metallere kurşun, civa, kadmiyum, arsenik maruziyeti örnek verilebilir. Ağır metallerin uzun zamanlı kullanımlarında farklı olumsuz etkileri olduğu bilinmesine rağmen dünyanın bazı bölümlerinde, özellikle az gelişmiş ülkelerde, ağır metal maruziyeti artmaktadır (Jarup, 2003).

Arsenik maruziyeti genellikle besin ve su alımı ile gerçekleşmektedir. Uzun dönem mazuriyeti deri kanserine neden olmaktadır. Aynı zamanda hava yoluyla solunduğunda akciğer kanserine neden olduğu gösterilmiştir (Jarup, 2003).

Dünyadaki artan populasyonla beraber kadmiyum emilimi 20. yüzyılda etkili bir şekilde artmıştır. Bu artışın sebeplerinden biri de kadmiyum içeren ürünlerin nadiren geri dönüşümde kullanılmasıdır. Endüstride pil üretiminde, seramik, lehim yapımında yaygın olarak kadmiyum kullanılmaktadır (Jarup, 2003).

Kim ve diğerleri (1998) kadmiyum uygulamasının ratların karaciğer dokusunda antioksidan savunma enzimlerinin etkinliklerini azalttığını ve hepatositlerde dejenerasyon oluşturduğunu vurgulamışlardır.

Yapılan bir başka çalışmada kadmiyumun ratlarda böbrek dokusu üzerine etkisi ve antioksidan özellikteki kuersetinin koruyucu rolü araştırılmıştır. Kadmiyum verilen ratların böbreklerinde temel antioksidan enzim seviyelerinde azalmalar olduğu, tübüler yapı bozulmaları ve tübüler nekrozisler meydana geldiği belirtilmiştir. Tedavi olarak kuersetin uygulandığında ise toksisitenin azaldığı, kadmiyumun sebep olduğu patolojik değişikliklerde azalma olduğu tespit edilmiştir (Morales, 2006).

Kadmiyumun rat karaciğeri üzerine olan etkisinin ve selenyumun koruyucu rolünün araştırıldığı çalışmada kadmiyum verilen ratların karaciğerinde laktoz aktivitesinin ve glikojen birikiminin arttığı, malodialdehit (MDA) seviyesinde yükselme, antioksidan enzim seviyelerinde (katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD)) azalma olduğu gözlemlenmiştir. Selenyum tedavisi uygulandığında toksisitenin azaldığı, CAT, SOD seviyelerinde yükselme olduğu bildirilmiştir (Borges, 2008).

Toksik metaller arasında yer alan civa sinir sistemi ve kas fizyolojisi üzerinde bozukluklara sebep olmaktadır. Yapılan bir çalışmada civa verilen farelerde kilo kaybının olduğu,

(15)

nörolojik olarak refleks bozukluklarına yol açıldığı gözlemlenmiştir. Civaya maruz bırakılan farelere melatonin uygulandığında ise civanın yarattığı toksisitenin azaldığı, genel bir iyileşme olduğu tespit edilmiştir (Kim, 2000).

Araştırmalarda yetişkinlerde yüksek balık tüketimiyle elde edilen veriler, kontrol grubuyla karşılaştırılmış ve balık tüketenlerin kan düzeyinde civa seviyesinin yüksek olduğu ve bunun nörotoksik zararlara yol açtığı açıklanmıştır (Jarup, 2003).

Ratlara uygulanan civa kloridin antioksidan enzim seviyesini azalttığı, lipid peroksidasyonunu arttırdığı, histopatolojik olarak testis dokusunda dejenaratif bozukluklar meydana getirdiği belirtilmiştir (Kalender ve diğerleri, 2013).

Deneysel olarak farelere uygulanan içme suyundaki ağır metal (bakır, kurşun, kadmiyum, civa) maruziyetinin antioksidan savunma sistemini zayıflattığı, hepatositlerde nekroz ve damarlarda genişleme meydana getirdiği, E vitamini verildiğinde ise biyolojik değerlerde iyileşme olduğu belirtilmiştir (Al-Atar, 2011).

Kurşun toksikolojik açıdan önem taşıyan bir metaldir ve tarihin çok eski devirlerinden beri bilinmekte ve kullanılmaktadır. Zamanımızda ise kurşun ve bileşikleri başlıca boya, akü, seramik, porselen, kauçuk endüstrisinde, benzin katkı maddesi yapımında kullanılmakta ve bu endüstri alanında çalışanlar kurşuna uzun süre maruz kalmaktadır (Vural, 2005).

Katı ve sıvı yakıtlar cinslerine bağlı olarak, havaya kurşun verebilir ayrıca içme sularının kurşun kaplı depolarda bekletilmesi sırasında ve su dağıtımında kullanılan kurşun borulardan sulara fazla miktarda kurşun geçebilir (Vural, 2005).

Kurşun başlıca sindirim ve solunum yolu ile absorbe olur. Gasrointestinal yoldan kurşun absorbsiyonu yavaştır. Absorbe olan kurşunun vücuttan atılım hızı çok yavaştır bu nedenle vücutta birikmeye başlar. Absorbe olan kurşun kana geçerek kısa zamanda belli bir doza ulaşır ve oradan diğer organlara (aort, kıkırdak, böbrek, karaciğer) dağılır. Özellikle yaş ilerledikçe kurşun kemik dokusunda birikmeye başlar (Vural, 2005).

Kurşunun en önemli etkisi hematopoetik sistem üzerinedir. Kurşun eritrositlerle ekstrasellüler sıvı arasındaki su-elektrolit alışverişini bozarak, eritrositlerin su ve potasyum

(16)

kaybetmesine neden olur. Eritrositlerin zar bütünlüğünü bozar ve hemolize neden olur (Vural, 2005). Rat derisi üzerine uygulanan kurşunun nekroz ve inflamasyona yol açtığı belirtilmiştir (Pan ve diğerleri, 2010).

Kurşun üzerine yapılmış çoğu çalışmada kurşun maruziyetinin insan ve deney hayvanlarında fizyolojik değişikliklere yol açtığı rapor edilmiştir (Liu ve diğerleri, 2010).

Kurşun karaciğer ve böbrek gibi birçok organı etkilemekte ve merkezi sinir sistemi üzerinde de ciddi sorunlara yol açmaktadır (WHO, 1995; Lanphear ve diğerleri, 2005).

Yapılan bir çalışmada kurşun uygulanan ratların kemik iliğinde kromozom bozuklukları oluştuğu ortaya konmuştur (Aboul – Ela, 2002).

Kurşunun merkezi sinir sistemi (MSS) üzerine etkisi yaşa ve kurşunla zehirlenme şekline bağlıdır. Nörotoksik etkisi sinirlilik, karamsarlık, kaslarda aşırı kasılma, baş ağrısı, hafıza kaybı şeklinde olmaktadır (Vural, 2005).

Uluslararası kanser enstitüsünün araştırmasına göre, ratlarda kurşun maruziyetinin böbrek korteksinin epitelinde kanserojen etkiye neden olduğu, neoplaziler oluşturduğu belirtilmişdir (IARC, 1980).

Columbano (1983)’ nun kurşun nitrat ile muamele ettiği farelerin karaciğer dokusunda, kurşun nitratın nekroz gibi histopatolojik değişikliklere yol açtığını ayrıca karaciğer büyümesine neden olduğunu bildirmiştir.

Fesus (1987) kurşun nitrat uygulanan ratların karaciğer dokusunda kurşunun hiperplazi ile apoptozise neden olduğunu ve hücreleri mitoza yönlendirdiğini belirtmiştir.

Nayak (1989) kurşun nitratın ratlar üzerindeki embriyotoksik ve genototoksik etkisini incelemiştir. Fetus karaciğerinde kromozamal silinmelere, mikroçekirdekçikde DNA zincirinde kırılmalara, kromozom yapısını değiştirebilen yapılara rastladığını bildirmiştir.

Hamile ratlara kurşun uygulanan bir çalışmada, fetusun beyin ve diğer organlarında orantısız büyüme olduğu belirtmiştir (Goyer,1990).

(17)

Menegazzi (1992) yaptığı çalışmada kurşun nitrat verilen ratların karaciğerlerinde DNA polimeraz sentezinin arttığını rapor etmiştir. Kurşun verilen ratların karaciğer hepatositlerinde hiperplazi meydana geldiği, hücrelerin mitoza yöneldiği, DNA ekspresyonunun zarar gördüğü ve tamir için DNA polimeraz sentezinin arttığı belirtilmiştir.

Chen (1992) bir işyerinde kurşuna maruz kalan işçilerin böbreklerinde kurşuna rastlandığını, lenfositlerinde kromozom aberasyonlarının çok olduğunu ve kardeş kromatit değişiminde artış meydana geldiğini tespit etmiştir.

Jagetia (1998) kurşun nitrat uyguladıkları rat kemik iliğinde akyuvar çekirdek sayısında ve DNA parçalarında artış olduğunu, ayrıca karaciğerde hiperplazi meydana geldiğini gözlemlemiştir.

Kurşun toksisitesinin ilk hedeflerinden biri de sinir sistemidir ve düşük dozda ama uzun süre kurşun mazuriyetine bırakılan çocuklarda işitme performansının azaldığı, kan beyin bariyerinde hasara neden olduğu, davranış ve öğrenme bozukluklarının ortaya çıktığı belirtilmişdir (Finkelstein ve diğerleri, 1998).

Kopp ve diğerleri (1998) yaptıkları çalışmada kurşunun kalp krizini tetiklediğini, kalp kapakçıklarının yavaş kasılmasına neden olduğunu ve damar dejenerasyonu ile yüksek tansiyona yol açtığını bildirmişlerdir.

Kurşun hücre yüzeylerine bağlanma isteği yüksek olan toksik bir metaldir (Ruzitti ve diğerleri, 1999). Karaciğer hücrelerine kurşun nitrat uygulanmasıyla karbonhidrat hücre reseptörlerinin etkinlikleri araştırılmıştır. Ratlara verilen kurşun nitratın hepatositlerin bağladığı galaktoz ve mannoz hücre reseptörü sayısını azalttığı, hücrelerde hiperplazi meydana getirip onları mitoza yönlendirdiği ve apoptotik hücreler oluşturduğu belirtilmiştir (Ruzitti ve diğerleri, 1999).

Shabani ve Rabbani (2000) kurşuna maruz bırakılan ratların akciğerlerindeki alveollerde DNA parçalarında artışa, alveolar makrofaj canlılığında azalmaya ve hücrelerde apoptoza yol açtığını rapor etmişlerdir.

(18)

Yapılan bir çalışmada ratlara verilen kurşun nitratın karaciğerde hiperplaziye neden olduğu saptanmıştır. Kurşun nitrat verien ratların karaciğer dokularındaki büyümeden dolayı hücreler proliferasyona yönlenmiş ve mitoz bölünme esnasında gen ekspresyonları olurken nötrofin salınımının arttığı sonucuna ulaşılmıştır (Nemoto, 2000).

Kurşunun deney hayvanlarında kanserojen olduğu, insanlar içinse uzun süre kurşuna maruz kalındığında kansere yol açtığı vurgulanmıştır (Vural, 2005).

Plastunov (2008) iyot eksikliği bulunan hipotiroid ratlara kurşun uygulanmış ve iyot eksikliği olmayan sadece kurşun uygulanan ratlarla lipid peroksidasyonu düzeyleri karşılaştırılmıştır. Her iki grupta da kontrol grubuna göre reaktif oksijen türlerinde (ROS) artış olduğu fakat hipotiroid grubunda daha fazla reaktif oksijen türü meydane geldiği, her iki grupta da süperoksit dismutaz (SOD) düzeylerinde azalma olduğu gözlemlenmiştir.

Serbest radikaller protein, lipit gibi bileşiklerle reaksiyona girerek hücrelerde yapısal bozukluklara yol açmaktadır (Mansour ve diğerleri, 2009).

Pan ve diğerleri (2010) rat derisine uygulanan kurşun nitrat ve kurşun asetatın deride morfolojik bozulmalara neden olduğunu bildirmişler, ayrıca yaraların geç iyileştiğini, mitokondrial faaliyetleri değiştirdiğini belirtmişlerdir.

Narayana (2011) ratlara uygulanan kurşun nitratın karaciğer hepatositlerinde vakuolleşmeye neden olduğunu, mitokondri ve endoplazmik retikulumun morfolojik şekillerini değiştirdiğini gözlemlemiştir.

Baranowska-Bosiacka ve diğerleri (2012) yaptıkları bir çalışmada dişi Wistar ratlara içme suyunda kurşun asetat uygulamışlar ve beyin dokularında MDA miktarında artış ve SOD, CAT ve GPx enzim aktivitelerinde azalma ile birlikte histopatolojik değişiklikler olduğunu vurgulamıştırlar.

Yapılan bir çalışmada kurşun uygulanan ratlarda eritrosit ve lökosit sayısında azalma, böbrek ve karaciğer hücrelerindeki DNA parçalarında ve lipid peroksidasyonunda artış olduğu gözlemlenmiştir. Tedavi olarak ise Corchorus olitorius (ıhlamurgillerden)

(19)

antioksidan özellikteki bir bitki özütü uygulanmış ve toksisitenin azaldığı, parametrelerde düzelme olduğu belirtilmiştir (Dewanji ve diğerleri, 2013).

Adonaylo ve diğerleri (1999) ratlara kurşun muamelesinden sonra hematokrit ve eritrosit seviyesinde azalma meydana gelip beyin lipid peroksidasyonunda yükselme olduğunu rapor etmişlerdir.

Aboul-Ela (2002) kurşun asetatın ratların spermatosit hücrelerinde toksik birikme yaptığını, kromozal aberasyonlara ve delesyonlara neden olduğunu rapor etmişdir. Tedavi olarak kalsiyum klorid (CaCI2) verildiğinde kurşun nitratın neden olduğu toksik etkide azalma olduğunu belirtmişdir.

Telisman ve diğerleri (2007) insanlardaki erkek spermleri üzerine uyguladıkları kurşunun sperm bütünlüğünde bozulmalara, fertilizasyon kapasitesinde azalmaya, olgunlaşmamış sperm sayısında ve patolojik sperm (kısa, yuvarlak, geniş) sayısında artışa sebep olduğunu vurgulamışlardır.

Mazıcıoğlu ve diğerleri (2008) yaptıkları kurşun çalışmasında endüstride kurşuna maruz kalan bireylerin kan değerlerindeki eritrosit ve trombosit üretiminde ve fonksiyonlarında bozulmaya yol açtığını rapor etmişlerdir.

Anjum ve diğerleri (2010) ratlara uyguladıkları kurşun asetatın, seminal tüpçüklerde ve epididimisde ağırlık kaybına neden olduğunu, sperm sayısı ile sperm canlılığını azalttığını ve testosteron enzim aktivitesinde azalma meydana getirdiğini belirtmişlerdir.

Ratlara uygulanan kurşunun karaciğer ve böbrek total ağırlıklarında ve kan değerlerinde düşmeye neden olduğu, malondialdehit seviyesinde ise yükselme meydana getirdiği gösterilmiştir ve siyah üzüm tedavi olarak verildiğinde toksisitenin azaldığı gösterilmişdir (Lakshmi ve diğerleri, 2013).

Kurşunun merkezi sinir sistemi üzerine olan etkileri insan sağlığı açısından çok önemlidir.

Merkezi sinir sistemi etkileri, ensefalopati veya periferal nöropati şeklinde belirginleşir (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986). Ensefalopati genellikle çocukluk döneminde ataksi, uyuşukluk ve koma ile seyreder. Beyinde morfolojik lezyonlar oluşur (Cheville,

(20)

1983; Klassen ve diğerleri, 1986). Ratlara uygulanan kurşun nitratın merkezi sinir sistemindeki homeostaziyi bozarak, beyincikteki nitrik oksit (NO) seviyesini azalttığı gözlemlenmişdir (Chen ve diğerleri, 2000).

Atmosferdeki kurşunun %90'ı akciğerler tarafından emilir. Emilen kurşunun %90'ından fazlası kırmızı kan hücrelerinde toplanır ve daha sonra iskelet sisteminde ve yaşa bağlı olarak böbreklerde birikmeye başlar (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986).

Kurşunun atılımı ise idrar (%76), gayta (%16) ve ayrıca, saç, tırnak ve ter ile de gerçekleşmektedir (%8) (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986).

Kurşunun kanserojen olduğu, yüksek kurşun içeren besinlerle beslenen rodentlerde gösterilmiştir (Cheville 1983). Kanserojenik etkisi, sindirimde, solunumda tümöral oluşumlar halinde, böbrekte ise karsinomlar şeklinde ortaya çıkar (Klassen ve diğerleri, 1986).

Chi Hsu ve diğerleri (1998) ratlara uygulanan kurşun asetatın sperm hareketliliğini ve epididimisdeki sperm sayısını azalttığını, tedavi olarak C ve E vitamini verildiğinde ise sperm hareketliliği ile sperm penetrasyonunda artışa neden olurken, reaktif oksijen türlerinde azalma olduğunu rapor etmişlerdir.

El-Sokkary ve diğerleri (2005) ratlara uygulanan kurşun asetatın böbrek ve karaciğerde toksisite yaptığı, karaciğerde lipid peroksidasyonunda yükselme olurken, antioksidan enzim (süperoksit dismutaz, glutaton) seviyesinde azalma meydana getirdiğini göstemişlerdir. Tedavi olarak melatonin verildiğinde ise kurşun asetatın neden olduğu toksisitede ve lipid peroksidasyonunda azalma olduğunu gözlemlemişlerdir.

El-Neweshy ve diğerleri (2011) ratlar üzerindeki çalışmasında kurşun asetatın hepatosit hücrelerinde dejenaratif bozukluklar oluşturduğunu, böbrek hücrelerinde proksimal tübül hücrelerinde morfolojik bozulmalar meydana getirdiğini ve kurşun nitratın glomerulusa zarar verdiğini vurgulamışlardır. C vitamini desteği yapıldığında ise kurşun nitratın neden olduğu toksisitenin azaldığını rapor etmişlerdir.

(21)

Min Liua ve diğerleri (2010) ratlara uygulanan kurşunun karaciğerde hepatosit nekrozu ile lökosit infiltrasyonu neden olduğunu ifade etmişlerdir. Tedavi olarak kuersetin verildiğinde ise kurşunun yarattığı toksisitede azalma olduğu ortaya konmuştur.

Min Liua ve diğerleri (2010) ratlara uygulanan kurşunun böbreklerde tübüller kanala zarar verip nekrotik hücreler oluşturduğunu belirtmişlerdir. Tedavi olarak kuersetin verildiğinde ise kurşunun yarattığı toksisitede azalma olduğu vurgulanmıştır.

Kurşun nitrata maruz bırakılan farelerin hemoglabin içeriği, eritrosit sayısı, lökosit sayısı mch, mcv ve trombosit sayısında değişiklikler gözlenmiştir. Withania somnifera (Solanaceae) ekstratının kurşun nitratın sebep olduğu bu olumsuz etkiler üzerinde koruyucu role sahip olduğu belirlenmiştir (Sharma ve diğerleri, 2012).

Puerin, Pueria labota (Fabaceae) iyi bir antioksidan ve antiapoptotiktir (Xiong, 2006;

Guerra, 2000). Kurşun uygulanan ratların karaciğer hepatositlerinde nekroz, lökosit infiltrasyonu oluştuğu, lipid peroksidasyonunda artış olduğu, SOD, CAT, GPx antioksidan enzim düzeylerinde azalma meydana geldiği rapor edilmiştir. Tedavi olarak puerin verildiğinde ise toksisitenin azaldığı biyolojik değerlerde iyileşme olduğu gözlemlenmiştir (Min Liu ve diğerleri, 2012).

Li ve diğerleri (2013) tarafından kurşun sülfatın ratlarda genel olarak hareket ve refleksleri yavaşlattığını, besin tüketimini azalttığını ve akciğer alveolar mukozasında şişme ve konjesyon meydana getirdiğini, SOD aktivitesinde azalma, MDA düzeyinde ise artışa neden olduğunu belirtmişlerdir.

Wang ve diğerleri (2013) dişi sıçanlara kurşun nitrat uygulamışlardır. Kurşun nitrat uygulanan ratların böbreklerinde ultrayapısal değişimler, böbrek fonksiyon parametrelerinde değişiklikler, histopatolojik bulgular ayrıca LPO seviyesinde artış tespit etmişlerdir. Bu araştırmacılar doğal bir flavanoid olan puearini, kurşun ile muameleli ratlara vermişler ve sonuç olarak kronik kurşun uygulamasının sebep olduğu renal hasar üzerinde puerarinin iyileştirici etki gösterdiğini belirtmişlerdir.

(22)

Dewanjee ve diğerleri (2013) ratlara uygulanan kurşunun beyin ve kalpte histopatolojik değişiklik ve, karaciğer hepatositlerinde nekroz ile infiltrasyon oluşturduğunu rapor etmişlerdir.

Attia ve diğerleri (2013) kurşunla subkronik olarak muamele edilen ratların karaciğer fonksiyon testlerinde olumsuz değişiklikler olduğunu aynı zamanda hepatik lipit peroksidasyon seviyesinde artma meydana geldiğini, bazı antioksidan enzim seviyelerinde azalma olduğunu tespit etmişlerdir. Bu çalışmada kurşunun sebep olduğu hepatik hasarın oksidatif stresden kaynaklandığını ve bu hasar üzerinde Zingiber officinale (Zingiberaceae)’ nin koruyucu etki gösterdiğini saptamışlardır.

Ansari ve diğerleri (2013) akut olarak kurşun uyguladıkları in vivo ve in vitro çalışmalarında kurşunun kardiotoksik etkilerinin olduğunu göstermişlerdir. Kumar ve diğerleri, (2014) kurşun toksisitesine karşı Withania somnifera sulu ekstratının potansiyel iyileştirici ajan olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir. Reddy ve diğerleri, (2014) kurşunun sebep olduğu böbrek hasarı üzerine yine Zingiber officinale ekstraktının iyileştirici etki gösterdiğini rapor etmişlerdir.

Serbest radikaller vücuttaki değerleri yükseldiği zaman çeşitli bozukluklara yol açarlar.

Karbonhidrat, protein, lipid gibi moleküllerle etkileşime girerek hücrede yapısal değişikliklere neden olurlar (Ames ve diğerleri, 1993). Serbest radikallerin neden olduğu hasarlara karşı organizmaların oluşturduğu koruyucu mekanizmalara genel olarak antioksidan denir (Sies, 1991). Antioksidanlar endojen ve ekzojen kaynaklı olup enzimatik olmayan hücre içi antioksidanlar, bilirubin, GSH, alfa-tokoferol, transferrin olup hücre içi antioksidanlar asıl savunmayı oluşturan, SOD, CAT, GPx, Glutaton S-transferazdır.

Selenyum, çinko gibi eser elementler ise bu enzimlerin özellikleri için gereklidir (Frei, 1994).

Hücrelerde meydana gelen hidrojen peroksitleri zararsız hale getirmekte görev alan antioksidan GPx’dir. Yapısında selenyum atomu içerir ve endotel hücrelerinde özellikle akciğerde en etkili enzim olup hücreleri lipid peroksidasyonundan korumaktadır (Frei, 1994).

(23)

Ratlara uygulanan kadmiyumun karaciğer ve böbreklerde toksik etki yaptığını ve selenyum takviyesi yapıldığı zamanda lipid peroksidasyonunun azaldığını gözlemlenmiştir (Galazyn ve diğerleri, 2012).

Selenyum gerekli eser elementlerden biridir. Antioksidan ve nöron koruyucu özelliklerinden dolayı serbest oksijen türlerini temizler. Oksijen metabolizması esnasında serbest radikallerden üretilen etkilere karşı hücreleri koruyan antioksidan enzimlerinin bir bileşenidir (Ursini ve diğerleri, 1987).

Selenyum insan sağlığı için önemli bir elementtir. Vücutta emildikten sonra hem glutatyon peroksidaz enzimini oluşturmak hem de hemoglobin ve miyoglobin gibi proteinlerle birlikte olmak için aminoasitlerle reaksiyona girip selenoproteinleri oluşturur (Rayman, 2000; Stazi, 2008). Selenyum antioksidan olarak serbest radikaller tarafından oluşturulan hücresel zararları önlemeye yardımcı olmaktadır. Hidrojenperoksit ve lipoperoksidazların düzeyini GPx’in yapısına katılarak azaltır (Chen ve diğerleri, 2003; Schweizer ve diğerleri, 2004). Selenyum bağışıklık sisteminde de rol alır ve eksikliğinde lipid, lipoprotein ve DNA gibi biyomoleküller zarar görür bunun sonucunda kansere yakalanma riski artmaktadır (Rayman, 2000, Stazi, 2008). Selenyum açısından zengin besinler balık, karaciğer, tavuk, tahıllar, yumurta, lahana ve pirinç olarak örneklendirilebilir (Rayman, 2000, Stazi, 2008).

Vücuda alınan selenyumun %90‘ı absorbe olur ve dokulara dağılır. En çok karaciğer ve böbrekte birikir, daha sonra kan, beyin, iskelet kası ve testiste de önemli derecede birikme yapmaktadır (Vural, 2005).

Absorbe edilen selenyumun başlıca atılım yolu böbreklerdir. İdrarla atılan metabolit trimetil selenyum olup, ara metaboliti dimetil selenyumun atılımı akciğer üzerinden olur (Vural, 2005).

Selenyum eksikliğinde tırnaklarda beyazlaşma, kas zayıflığı ve yorgunluk, bağırsak hastalıkları görülmektedir (Aras ve diğerleri, 2001; Cortigiani ve diğerleri,1989).

Yapılan bir çalışmada, selenyum takviyesinin farelerde kas koordinasyon bozukluğunu azalttığı ve dolaşım sistemini düzenlediği gözlemlenmiştir (Ammar ve Couri, 1981).

(24)

Selenyum biyolojik sistemler için önemli ve faydalı bir element olmuştur ve araştırmalarda karaciğer tümör sayısında selenyum takviyesiyle büyük oranda azalma olduğu ifade edilmiştir (Vernie, 1984).

Selenyum kanser türlerinin önlenmesinde rol oynayan GPx’in yapısına katılır ve GPx hidrojen peroksitin suya indirgenmesinde rol oynamaktadır. Böylece lipid peroksidasyonunun oluşturduğu zararlardan hücreyi korumaktadır (Gebre ve diğerleri, 1984).

Yüksek dozda parasetemol uygulanan ratlarda hepatik nekroz ve böbrek bozuklukları oluşup, antioksidan enzim seviyesinde azalma, LPO seviyesinde ise artma olduğu vurgulanmıştır. Selenyum desteği uygulandığında ratlarda lipid peroksidasyonunun azaldığı ve parasetemolun neden olduğu toksisitenin hafiflediği rapor edilmiştir (Kelley ve diğerleri, 1992).

Othman ve diğerleri (1998) ratlara uygulanan kurşunun karaciğer lipid peroksidasyonunu arttırıp, süperoksit dismutaz ve glutatyon seviyelerini azalttığını belirtmişler. Selenyum desteği verildiğinde ise kurşunun sebep olduğu hepatotoksisitede azalma olduğunu göstermişlerdir.

Selenyum, farelerde E vitamini eksikliğinde oluşan karaciğer nekrozunu da önlemektedir ve düşük konsantrasyonları insanlar için iz bir metaldir (Navarro ve diğerleri, 2000).

Ayaz ve diğerleri (2006) streptozotozin ile diyabet oluşturulan ratlarda sodyum selenit muamelesinin karaciğer dokusunda antioksidan enzim aktivitelerinde artışa lipid peroksidasyonunda ise azalmaya sebep olduğunu göstermişlerdir ve diyabetik hayvanlara sodyum selenit uygulamasının diyabetin sebep olduğu karaciğer hasarını azalttığını rapor etmişlerdir.

Diyabet hastalarındaki selenyum ve GPx düzeylerinin daha az olduğunu bundan dolayı diyabet hastalarında reaktif oksijen türlerinin (ROS) daha çok oluştuğunu vurgulamışlardır (Kornhausera ve diğerleri, 2008).

(25)

Jihen ve diğerleri (2008) tarafından ratlara uygulanan kadmiyumun karaciğerdeki enzim aktivitelerini azalttığını, lipid peroksidasyonunu arttırdığını, histopatolojik olarak karaciğer hepatositlerinde nekroz ve infiltrasyon oluşturduğunu vurgulamışlardır. Selenyum verildiğinde ise karaciğerdeki toksisitenin azaltıldığı rapor edilmiştir.

Soudani ve diğerleri (2011) ratlara uygulanan potasyumkromatın rat karaciğerinde MDA seviyesini yükselttiğini, antioksidan düzeyini ise azalttığını belirtmişlerdir. Histopatolojik olarak karaciğerde lökosit infiltrasyonu ile hepatosit vakuolleşmesi gözlemlendiği, selenyum takviyesi yapıldığında ise karaciğerdeki toksisitenin azaldığını, MDA seviyesinin düştüğünü göstermişlerdir.

Amara ve diğerleri (2012) ratlara uyguladıkları methimazolün vücut ağırlığında azalma, MDA seviyesinde yükselme ve histopatolojik olarak femur kondrisitlerinde hatalı çoğalmalar ile kemiklerde zayıflama meydana getirdiğini belirtmişlerdir. Selenyum desteği yapıldığında methimazol’ün sebep olduğu toksisitede azalma olduğunu ifade etmişlerdir.

Messarah ve diğerleri (2012) ratlara uygulanan arseniğin, total rat ağırlığında azalmaya, karaciğerde lipid peroksidasyonunda yükselmeye, histopatolojik olarak karaciğer hepatositlerinde hücresel çöküntülere ve merkezi boşluklara neden olduğunu, selenyum desteğinin ise arseniğin sebep olduğu hepatotoksisite üzerinde koruyucu etki yaptığını gözlemlemişlerdir.

Chouhan ve diğerleri (2013) tarafından ratlara uygulanan floridin kırmızı kan hücre sayısında ve hematokrit düzeyinde azalma meydana getirdiği, ROS’da ve DNA zincirindeki kırıklarda ise artmaya neden olduğunu vurgulamışlardır. Selenyum takviyesi yapıldığında toksisitenin azaldığı ve DNA zincirindeki kırıklarda azalma olduğunu belirtmişlerdir.

Ratlara uygulanan arseniğin karaciğer ve böbreklerde reaktif oksijen türlerinde artışa neden olduğu, selenyum takviyesi yapıldığında ise arseniğin yaptığı toksisitede azalma meydana geldiği gösterilmiştir (Sah ve diğerleri, 2013).

Miao ve diğerleri (2013) ratlara sodyum florid (NaF) uygulamışlardır. Florid canlılardaki iz elementlerden biri olup, aşırı maruziyetinde lipid metabolizmasında bozukluğa yol açıp

(26)

hücrelerde apoptoza neden olmaktadır. NaF uygulanan ratlarda FAS/FASL ekspresyonu ve buna bağlı olarak bu gen ürünü protein düzeyinin arttığı ve hücrelerin apoptoza yönlendiği belirtilmiştir. Na+Selenyum takviyesi yapıldığında ratlarda ekspres edilen genlerde protein düzeyinin azaldığı, selenyumun toksisiteyi azalttığı gözlemlenmiştir.

El-Demerdash ve Nasr (2013) diazinona maruz kalan ratlarda beyin dokularında lipid peroksidasyonunda artma olup, antioksidan enzim düzeylerinde (SOD, CAT, GPx) azalma meydana gelirken, selenyum desteği verildiğinde bunun diazinonun sebep olduğu toksisiteyi azalttığı gösterilmiştir.

Diabetes mellitus (DM) insülin hormon sekresyonunun veya insülin etkisinin mutlak veya göreceli azlığı sonucu karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında bozukluklara yol açan kronik hiperglisemik bir grup metabolizma hastalığıdır (Yalçın, 2004).

Diabetes mellitus ortak özelliği hiperglisemi olmak üzere başta karbonhidratlar olarak birçok metabolik bozukluk ile birlikte seyretmektedir. Diabetes mellitus’a eşlik eden metabolik bozukluk pek çok organı ilgilendiren fizyopatolojik değişikliklere neden olur.

Diyabette metabolik sorunlarının yanı sıra, bu hastaların uzun süre hiperglisemiye maruz kalmaları sonucunda nefropati, nöropati, retinopati ve arterosklerozis gibi küçük ve büyük damar komplikasyonlarının gelişmesi de görülmektedir (Ahmed, 2005; Kaya, 2013). Bu da kişi ve toplum üzerinde ciddi bir sağlık yükünü beraberinde getirmektedir (Kaya, 2013).

Günümüzde nüfus artışı, yaşlanma, obezite ve fiziksel hareketsizlikten dolayı diyabete yakalanan kişilerin sayısı sürekli olarak artmaktadır (Wild ve diğerleri, 2004). Ülkemizde de diyabete yakalanmış kişi oranı %13,7’ ye ulaşmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2011).

Diyabetin toplumlarda hızla yayıldığı ve önde gelen mortalite sebepleri arasında gösterilmeye aday olduğu dünya sağlık örgütü (WHO) tarafından açıklanmış ve 2025 yılında dünyadaki diyabetli sayısının 300 milyonu aşacağı öngörülmektedir (Altun, 2011).

Diyabet, pankreastaki insülin salgılamasının tamamının veya bir kısmının bozulması, ya da insülün moleküllerinin genetik bozukluğu sonucunda meydana gelmektedir. (Koloğlu, 2005).

(27)

İnsülin, pankreasın Langerhans adacıklarının beta hücrelerinden sentezlenmektedir (Hatiboğlu, 2005).

İnsülin kana salgılandığında dolaşımda hemen tümüyle serbest halde bulunur. Plazmadaki yarı ömrü 6 dakika kadardır ve 10-15 dakika içerisinde plazmadan arınması gerçekleşir.

Hedef hücrelerde reseptöre bağlanmış kısmı dışında kalan insülinin tamamı insülinaz enzimi ile esas olarak karaciğerde, daha az miktarda böbrekte ve kasta yıkımı gerçekleştirilir (Kaya, 2013).

İnsülin yokluğunda hiperglisemi ve aşırı yağ birikiminden meydana gelen lipolizler oluşur.

Yağ asitlerinin artışı, keton cisimciklerinde artışa yol açar (De Cherney ve diğerleri, 2010).

Amerikan Diabet Birliğine (ADA), göre diabetes mellitus’ un en basit tanısı açlık gliseminin venöz plazmada en az iki ardışık ölçümde 126 mg/dl veya daha yüksek olması ile konur (Yalçın, 2004). Yine günün herhangi bir saatinde açlık ve tokluk durumuna bakılmaksızın randomize venöz plazma glisemisinin 200 mg/dl’ in üzerinde olması ve polidipsi, poliüri, polifaji, zayıflama gibi diabetik semptomlarının oluşu ile de tanı konulabilir (Yalçın, 2004).

Diyabetin etiyolojik sınıflandırılması:

I. Tip 1 Diabetes Mellitus (β hücre yıkımı, genelde mutlak insülin yetersizliğine yol açar.)

• İmmun aracılıklı • İdiopatik

II. Tip 2 Diabetes Mellitus (Göreceli insülin yetersizliği ile birlikte, ağırlıklı olarak insülin direncinden ve insülin salgılanma hatasından kaynaklanmaktadır.)

III. Diğer özel tipler

 β hücre işlevinin genetik defektleri

 İnsülin etkisinde genetik defektler

 Ekzokrin pankreas hastalıkları

 Endokrinopatiler

 İlaç ve kimyasal etkilerle oluşan tipler

 Enfeksiyonlar

(28)

 Diyabetin immün aracılıklı ender tipleri

 Diğer genetik sendromlar

IV. Gebelik Diabetes Mellitusu (GDM) (Kaya, 2013).

Geçmişte “insüline bağımlı diyabet”, “juvenil diyabet”, “çocukluk çağında başlayan diyabet” olarak da adlandırılan tip 1 diyabette insülin yapımından sorumlu pankreas beta hücrelerinin çoğunlukla otoimmun kaynaklı harabiyetine bağlı olarak mutlak insülin eksikliği vardır. Bu hastalarda günlük enjeksiyonlarla insülin eksikliğinin telafi edilmesi gereklidir. Tip 1 diyabet, bu hastalığa genetik yatkınlığı olan kişilerde genellikle enfeksiyon, stres veya travma gibi bir olay sonrasında tetiklenmektedir. Diyabet hastalarının %5-10’u tip 1 diyabetlidir (T.C. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2011).

Tip 1 diyabette, pankreastaki hücre yıkım hızı değişkenlik gösterir; bazı olgularda çok hızlı bazılarında ise uzun zaman alacak kadar yavaş gerçekleşir. Dolaşımdaki insülin hemen hemen hiç yoktur, glukagon yükselmiştir ve pankreatik beta hücresi tüm insülinojenik uyarılara yanıtsız kalır ya da yetersizdir (Kaya, 2013)

Tip 2 diyabet geçmişte “insüline bağımlı olmayan diyabet”, “erişkin diyabet” veya “tip II diyabet” olarak da isimlendirilen hastalık, en yaygın görülen diyabet formudur. Tüm dünyada tanı konulan diyabet vakalarının %90’dan fazlasını tip 2 diyabet oluşturmaktadır.

Tip 2 diyabet genellikle obezite ve fiziksel inaktiviteye bağlı olarak görülmektedir.

Hastalığın temelinde genetik olarak yatkın kişilerde yaşam tarzı ile tetiklenen insülin direnci ve zamanla azalan insülin sekresyonu söz konusudur (T.C. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2011).

Diyabet metabolizmada hasara yol açar ve bu hasardan dolayı doku ve organlarda biyokimyasal ve fonksiyonel değişiklikler oluşmaktadır (Palmer, 1993).

Alloksan ile diyabet oluşturulmuş ratlarda Syzygium cumini bitki özütü verildiğinde plazmadaki glukoz düzeyinin düştüğü gösterilmiştir (Chattopadhyay ve diğerleri, 1997).

McNeill ve diğerleri (1991) yaptıkları çalışmada Tip 2 diyabetli ratlara uygulanan selenyumun glukoz dengesini sağladığı ve selenyumun antidiyabetik olduğunu rapor etmişlerdir (Mueller ve diğerleri, 2006).

(29)

Yapılan bir başka çalışmada araştırmacılar diyabetin ratlarda vücut ağırlığında azalmaya ve böbrekte hemarojiye yol açtığını belirtmişlerdir (Ramesh ve diğerleri, 2007).

İn vivo ve in vitro ortamdaki çalışmalarda düşük selenyum oranının tip 2 diyabet riskini ve oksidatif stresi arttırdığı, bundan dolayı reaktif oksijen türlerinin pankreasdaki beta hücrelerine oksidatif zarar vererek hiperglisemi oluşturduğu gösterilmiştir (Robertson ve Harmon, 2007).

Diyabetli ratlarda yapılan bir çalışmada diyabetin vücut ağırlığında azalmaya, karaciğer hepatositlerinde nekroza sebep olduğu rapor edilmiştir (Farokhi ve diğerleri, 2012).

Sharma ve diğerleri (2013) diyabetli rat karaciğeri üzerindeki çalışmalarında siyah erik (Syzygium cumini) bitkisinin koruyucu etkisine bakmışlardır ve diyabetli ratlarda Syzygium cumini bitki özütünün kandaki bilirubin seviyesini düşürdüğünü ve reaktif oksijen türlerini azalttığını belirtmişlerdir.

Apaydın ve diğerleri (2014) kurşun nitrat uyguladıkları diyabetik ve diyabetik olmayan ratlarda sodyum selenitin koruyucu etkisini incelemişlerdir. Kurşun nitratın diabetik ve diabetik olmayan ratlarda lipid peroksidasyonunu attırdığını antioksidan enzim aktivitelerinde değişikliğe sebep olduğunu ayrıca ciddi histopatolojik değişikliklere neden olduğunu bildirmişlerdir.

İnce bağırsak sindirimde, metabolitlerin emilmesinde ve endokrin salgıda son bölümdür.

Boyu ince uzun yaklaşık 4-8 metre uzunluktadır. Enzimlerle besinler arasında, emilim hücreleriyle sindirim ürünleri arasında ilişki burada olur (Erdoğan, 1996).

İnce bağırsak üç bölümden oluşur:

 Duodenum

 Jejenum

 İleum

Bu bölümler birçok yönden ortak özellik barındırmaktadır (Erdoğan, 1996).

(30)

İnce bağırsakta mideden gelen kimus halindeki besin materyali, bağırsak bezlerinin enzimleri, safra enzimleri ve safra ile karışır, parçalanır, yani yapıtaşlarına ayrılır ve daha sonra bu yapıtaşları ince bağırsaktan emilirler (Murathanoğlu, 1996).

İnce bağırsağın esas fonksiyonu olan emilim olayında üç yapı iş görür. Bunlar; Kerckring dalgaları, villuslar ve mikrovilluslardır. Villuslar arasına bağırsak bezleri açılır (Murathanoğlu, 1996).

Bağırsak bezleri (Lieberkühn bezleri) morfolojik yönden basit tübüler bezlerdir.

Lieberkühn bezleri çeşitli hücre tipleri içerir. Bunlar; emici hücreler ve goblet hücreleri, farklılaşmamış hücreler, paneth hücreleri ve endokrin hücrelerdir (Murathanoğlu, 1996).

Emici hücreler ve goblet hücreleri bağırsağın esas hücreleridir. Hücrelerin apikal yüzeyinde çok fazla mikrovillus bulunur. Emici hücrelerin esas işlevi metabolitleri emmektir. Goblet hücreleri emilim yapan hücreler arasında serpilmiş olarak bulunur.

Çekirdek yassı ve bazal yüzeydedir. Bazal sitoplazma kuvvetli bazofilik boyanır ve organeller burada yerleşiktir. Apikal sitoplazmada musin granülleri vardır. Mukus salgılarlar. Mukus, epitel yüzeyinde kaygan ve koruyucu bir katman oluşturur (Erdoğan, 1996).

Farklılaşmamış hücreler bir bakıma embriyonik özellik gösteren, gerektiğinde farklılaşıp besin emici ve goblet hücrelerini veren ve yüksek mitotik aktiviteleri olan hücrelerdir (Murathanoğlu, 1996).

Paneth hücreleri bezlerin taban bölümlerinde küçük gruplar halinde yerleşik piramit şekillidirler. Çekirdek yuvarlak ya da oval biçimde ve hücrenin bazal bölümünde yerleşiktir. Apikal sitoplazmaları salgı granülleriyle doludur. Polisakkarit sentezi yapan hücrelerdir. Lizozim salgılamaktadırlar ve antibakteriyel işlevde ve bağırsak florasının kontrolünde etkilidir (Erdoğan, 1996).

Endokrin hücreler lieberkühn bezleri, endokrin fonksiyon yapan üç çeşit hücre içerir.

Bunlar, serotonin, sekretin ve kolesistokinin/pankreozimin salgılarlar. Serotonin, damar duvarındaki düz kasların kasılmalarını uyarır. Sekretin, pankreastaki ekzokrin hücreleri

(31)

uyarır. Kolesistokinin/pankreozimin, safra kesesine etki edip, safranın boşalmasını sağlar ve ayrıca ekzokrin pankreas salgısını da uyarır (Murathanoğlu, 1996).

İnce bağırsak histolojik olarak dört tabakadan meydana gelmiştir.

 Tunika mukoza

 Tunika submukoza

 Tunika muscularis

 Tunika seroza dır.

Bunlardan ilki Tunika mukozadır. Bu tabaka sindirim kanalının iç yüzünü örter. Epitel dokusu, gevşek bağ dokusu tabakasının üstünde yer alır. Mukoza tabakası, mide ve ince bağırsaklarda kıvrımlar halindedir. Bu kıvrımlar sindirim ve emilim yüzeyini büyütürler.

Bu tabakada çok sayıda villus vardır (Murathanoğlu, 1996).

Tunika mukozanın altında Tunika submukoza yer alır. Bu tabakada, özellikle bağırsağın ileum bölgesinde çok sayıda olmak üzere peyer plaklarının varlığı gözlenir. Peyer plakları, etrafları belirgin olarak sınırlandırılmış çok sayıda lenfositin bir araya gelmesiyle oluşan bir yapıdır (Murathanoğlu, 1996).

Tunika submukozanın altında tunika muskularis yer alır. Bu tabaka düz kastır, kas lifleri uzunlamasına ve dairesel bir seyir gösterir. Bu sayede kaslar ve yiyecekleri sindirim kanalından kasılma ve gevşeme ile karakterize peristaltik hareketlerle itip geçirirler (Murathanoğlu, 1996).

En son tabaka ise Tunika serozadır. İnce bir bağ dokusundan oluşur (Murathanoğlu, 1996).

(32)

2. MATERYAL VE YÖNTEM

2.1. Hayvanlar

Bu tez çalışması için deney hayvanları etik kurulundan onay alınmıştır (G.Ü.ET-11.028) ve Gazi Üniversitesi Laboratuvar Hayvanları Yetiştirme ve Deneysel Araştırmalar Merkezi’nden (GÜDAM) temin edilen 200-250 gr. ağırlığında 48 adet erkek Wistar rat kullanılmıştır. Ratlar 8 grup şeklinde özel kafeslere (her kafeste 6 rat olacak şekilde) yerleştirilmiştir. Bu gruplardan 4’ü diyabet oluşturulan grupları meydana getirmiştir. Ratlar standart laboratuvar diyeti ve su ile beslenmiş ve 18-22 oC oda sıcaklığında, aydınlık/karanlık (12saat/12 saat) fotoperiyodu uygulanmıştır.

2.2. Kimyasallar

Deneyde ratlara 3 madde uygulanmıştır. Bunlar;

-Kurşun nitrat -Sodyum selenit -Streptozotosin (STZ)

Uygulanan bu kimyasal maddeler ile deneyde kullanılan bütün diğer kimyasallar Sigma’dan temin edilmiştir. Kurşun nitrat (Sharma ve diğerleri, 2010) ve sodyum selenit (Othman ve El-Missiry, 1998) distile suda çözüldükten sonra hayvanlara uygulanmıştır.

2.3. Hayvanlara Uygulama Planı

48 adet Wistar rat her grupta 6 hayvan olacak şekilde 8 gruba ayrılmıştır. Deneyde oluşturulan gruplar ve gruplardaki hayvanlara uygulanan madde miktarları Çizelge 2.1’de verilmiştir. Uygulamalar sabah saatlerinde (09.00–11.00 arasında) aç olmayan ratlara yapılmıştır. Kurşun nitrat uygulaması sodyum selenit uygulaması yapıldıktan 1 saat sonra yapılmıştır. Deney 4 hafta (28 gün) sürmüş ve maddeler ratlara her gün bir defa gavaj yoluyla verilmiştir.

(33)

Çizelge 2.1. Deneyde oluşturulan gruplar ve uygulanan madde miktarları

Grup No Gruplar Hayvan

sayısı Uygulanan madde

miktarı Uygulama süresi

1 Kontrol 6 1 ml/kg v.a distile su

4 H a f t a (28 gün boyunca günde bir kez)

2 Sodyum selenit 6 1 mg/kg v.a

3 Kurşun nitrat 6 22,5 mg/kg v.a

4 Sodyum selenit +

Kurşun nitrat 6 Sodyum selenit:

1mg/kg v.a Kurşun nitrat: 22,5 mg/kg v.a 5 Diyabetik kontrol 6 1 ml/kg v.a distile su 6 Diyabetik Sodyum

selenit 6 1mg/kg v.a

7 Diyabetik Kurşun

nitrat 6 22,5 mg/kg v.a

8

Diyabetik Sodyum selenit + Kurşun nitrat

6

Sodyum selenit: 1 mg/kg v.a Kurşun nitrat: 22,5 mg/kg v.a

2.3.1. Kontrol grubu

Bu gruptaki ratlara günlük olarak 1ml/kg v.a. (vücut ağırlığı) distile su oral gavaj yoluyla verilmiştir.

2.3.2. Sodyum selenit uygulanan grup

Bu gruptaki ratlara günlük 1 mg/kg v.a. sodyum selenit distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

2.3.3. Kurşun nitrat uygulanan grup

Bu gruptaki ratlara günlük 1/100 LD50 22,5 mg/kg v.a kurşun nitrat distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

(34)

2.3.4. Sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan grup

Bu gruptaki ratlara günlük 1 mg/kg v.a. sodyum selenit distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir. Sodyum selenit uygulamasından 1 saat sonra ratlara 1/100 LD50

22,5 mg/kg v.a kurşun nitrat distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

2.3.5. Diyabetik kontrol grubu

Her bir rata tek doz halinde 55 mg/kg v.a. STZ, 0.1M sodyum sitrat tamponunda (pH 4.5) dilüe edilerek intraperitonal (i.p) enjeksiyonla verilmiştir. 2 gün sonra STZ uygulanmış hayvanların kuyruklarından alınan kanda kan glukoz düzeyi 300 mg/dl üzerinde olan ratlar diyabetik olarak kabul edilmiştir (Schmatz ve diğerleri, 2009).

2.3.6. Diyabetik sodyum selenit uygulanan grup

Ratlar 55 mg/kg v.a. streptozotosin ile diyabetik hale getirildikten sonra her bir rata günlük 1 mg/kg v.a. sodyum selenit distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

2.3.7. Diyabetik kurşun nitrat uygulanan grup

Ratlar 55 mg/kg v.a. streptozotosin ile diyabetik hale getirildikten sonra her bir rata günlük 1/100 LD50 22,5 mg/kg v.a. kurşun nitrat distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

2.3.8. Diyabetik sodyum selenit + kurşun nitrat uygulanan grup

Ratlar 55 mg/kg v.a. streptozotosin ile diyabetik hale getirildikten sonra her bir rata günlük 1 mg/kg v.a. sodyum selenit distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

Sodyum selenit uygulamasından 1 saat sonra ratlara 1/100 LD50 22,5 mg/kg v.a kurşun nitrat distile su içinde çözülerek oral gavaj yoluyla verilmiştir.

28 gün boyunca deneyler GÜDAM’da gerçekleştirilmiştir. 4 haftanın sonunda her gruptaki 6 hayvan, ketamin (45 mg/kg) + ksilazin (5 mg/kg) kombinasyonu ile intramuskular (i.m) olarak bayıltılarak disekte edilmiştir. Alınan ince bağırsak dokuları ışık mikroskobu

(35)

incelemeleri için öncelikle tamponda yıkanmış daha sonra da formaldehit ve bouin fiksatiflerinin içine konulmuştur.

2.4. Işık Mikroskobu İncelemeleri

Ratlardan alınan ince bağırsak dokuları ışık mikroskobu incelemeleri için %10 nötral formalin ve bouin fiksatifleri içinde tespit edilmiştir. Yıkama ve dehidrasyon işlemlerinden sonra dokular parafin bloklar haline getirilmiştir. Hazırlanan bu parafin bloklardan mikrotom (Microm) ile 6-7 µ kalınlığında kesitler alınmıştır. Alınan kesitler hematoksilen- eozin ile boyanmış, fotoğraf makinesi ataçmanlı mikroskopta (Olympus E-330, Tokyo, Japan) incelenmiş ve fotoğrafları çekilmiştir.

(36)

3. ARAŞTIRMA VE BULGULAR

Deneyin 4. haftasının sonunda kontrol grubu ve sodyum selenit uygulanan gruptaki ratların ince bağırsak dokuları normal histolojik yapıda olup ince bağırsağı astarlayan villuslar ile bu yapıların üzerindeki epitel hücrelerinin normal yapıda olduğu gözlenmiştir (Resim 3.1, 3.2). Kurşun nitrat muamelesinden 4 hafta sonra ratların ince bağırsak dokusunda villuslarda nekrotik alanlar ve villus dejenerasyonu tespit edilmiştir (Resim 3.3).

Kurşun+selenyum grubundaki ratların ince bağırsak dokusundaki histopatolojik değişiklikler orta derecelidir (Resim 3.4).

Diyabetik kontrol ve diyabetik sodyum selenit uygulanan gruplardaki ratların ince bağırsaklarına ait epitelyum dokusunda dejenerasyon olduğu belirlendi (Bkz. Resim 3.5, 3.6 ). Diyabetik kurşun nitrat grubundaki histopatolojik değişiklikler oldukça şiddetlidir (Bkz. Resim 3.7). Diyabetik kurşun nitrat grubu ve kurşun nitrat + sodyum selenit uygulanan grubun ince bağırsak dokularında ciddi şekilde nekroz ve epitelde dejenerasyon izlendi. (Bkz. Resim 3.7., 3.8).

Resim 3.1. Kontrol grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, L: Lümen, ▲:

Villus, : Kas, ×100

(37)

Resim 3.2. Selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, L: Lümen, ▲:

Villus, ×200

Resim 3.3. Kurşun grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı villuslarda genişleme: () ve villuslarda nekrotik alanlar (N), ×400

(38)

Resim 3.4. Kurşun + Selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı epitelin bazal laminadan ayrılması: (), ×400

Resim 3.5. Diyabet kontrol grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, epitelin bazal laminadan ayrılması: () , ×200

(39)

Resim 3.6. Diyabet selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, :

epitelde dejenerasyon, ×400

Resim 3.7. Diyabet kurşun grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, epitelde dejenerasyon: () , N: nekrotik alanlar, ×400

(40)

Resim 3.8. Diyabet kursun + selenyum grubu ratların ince bağırsaklarının histolojik yapısı, epitelde dökülme: ▲, infiltrasyon: (), ×200

(41)
(42)

4. SONUÇ VE ÖNERİLER

Çağımızda doğal dengeyi, insan ve hayvan sağlığını tehdit eden en önemli tehlikelerin başında çevre sorunları gelmektedir. Hızla artan dünya nüfusunun beslenmesi, gelişen endüstrilerin ve daha uygar yaşama düzeyi sağlama amacı ile sürdürülen çabaların istenilmeyen bir sonucu olarak ortaya çıkan bu konu günümüzde de giderek artan boyutlarda önemini korumaktadır (Baş ve Demet, 1992).

Metaller ve diğer artıklardan oluşan kirleticiler çok çeşitli kaynaklardan ortaya çıkabilmeleri, yaygın kirlenme nedeni oluşturmaları, çevre koşullarına dayanıklı olmaları, daima biyolojik sistemlere yönelik etki göstermeleri ve kolaylıkla besin zincirine girerek canlılarda artan yoğunluklarda birikebilmeleri nedeniyle diğer kimyasal kirleticiler arasında ayrı bir önem taşırlar (Klassen ve diğerleri, 1986).

Kurşun kullanımının tarihçesi eski romalılara kadar uzanır. Günümüzde boya, pil, seramik, porselen, kauçuk sanayi, benzin katkı maddesi, oyuncak yapımında ve matbaacılıkta kullanılmaktadır (Aberhart ve diğerleri, 1984; Klassen ve diğerleri, 1986).

Vücuttaki kurşun özellikle iskelet sisteminde birikir. Burada kurşunun yarı ömrü 20 yıldan fazladır. Kurşunun yoğun olarak bulunduğu diğer birikim yeri yumuşak dokulardır (Baş ve Demet, 1992).

Kurşunun karsinojenik etkisi genellikle solunum ve sindirim sisteminde tümöral oluşumlar şeklinde ortaya çıkmaktadır (Klassen ve diğerleri, 1986).

Böbreklerde kurşun birikimi yaşa bağlı olarak değişir. Yüksek düzeyde kurşun içeren gıdalarla beslenen rodentlerin böbrek hücrelerinde nekroz oluştuğu gözlenmiştir (Cheville, 1983).

Kurşun nitrat muamelesinde rat kemik iliğinde çekirdek sayısında ve DNA parçalarında artış olduğu ayrıca karaciğerde hiperplazi meydana geldiği vurgulanmıştır (Jagetia, 1998).

(43)

Kurşunun en önemli etkisi hematopoetik sistem üzerinedir. Kurşun eritrositlerle ekstra sellüler sıvı arasındaki su-elektrolit alışverişini bozarak, eritrositlerin su ve potasyum kaybetmesine neden olur. Eritrositlerin zar bütünlüğünü bozar ve parçalanmasına neden olur (Vural, 2005). Hematolojik bozuklukların başında anemi gelmektedir. Anemi eritrositlerin ömrünün kısalması ve hem sentezinin bozulmasından dolayı oluşmaktadır.

Bunun sonucu olarak kanda demir seviyesi yükselir (Mertz, 1986).

Histolojik çalışmalarda kurşunun ratlarda testislere zarar verdiği ve spermatogenezisi bozduğu gözlemlenmiştir (Hildebrand, 1973).

Geçiş metallerinin özellikle demir ve bakırın reaktif oksijen türleri ile lipid peroksidasyonunu arttırdığı, antioksidan savunma sistemini zayıflattığı ve DNA’ nın zarar gördüğü vurgulanmıştır (Hermes-Lima, 1991).

Hamile bayanlarda yapılan çalışmada kurşunun dozuna bağlı olarak kurşun düzeyinin lipid peroksidasyonunu arttırdığı rapor edilmiştir (Bechara, 1993).

Tavşanlarda yapılan çalışmada solunum yoluyla verilen kurşunun akciğer makrofaj hücrelerinde bozulmalar meydana getirdiği belirtilmiştir (Zelikoff, 1993).

Düşük dozdaki kurşunun insan ve hayvanlarda hipertansiyona neden olduğu bunun da reaktif oksijen türlerindeki artışdan kaynaklandığı ifade edilmiştir (Ding, 2001).

Kurşunun insanlardaki erkek sperm yapılarında patolojiye neden olduğu ve olgunlaşmamış sperm sayısında artma meydana geldiği açıklanmıştır (Telisman ve diğerleri, 2007).

Ratlara uygulanan kurşun asetatın antioksidan enzim aktivitelerini azalttığı, histopatolojik olarak kan damarlarında doku sertleşmesi ve elastik liflerde körelme oluştuğu vurgulanmıştır (Newairy, 2009).

Bu tez çalışmasında ratlara günlük 1/100 LD50 dozunda 22,5 mg/kg dozunda kurşun nitrat distile su içinde çözülerek gavaj yoluyla verilmiştir. Muameleden 4 hafta sonra ince bağırsak dokusunda villuslarda nekrotik alanlar, villus atrofisi, epitelde dökülmeler ve hücre infiltrasyonu gibi histopatolojık değişiklikler belirlenmiştir.

(44)

Poet ve diğerleri (2003) tarafından yapılan çalışmada olduğu gibi, bu tez çalışmasında da ince bağırsak dokusunda meydana gelen patolojik değişikliklerin kimyasalların ilk geçiş metabolizmasında ve de emiliminde önemli bir yeri olması nedeniyle meydana geldiği söylenebilir.

Antioksidanlar, peroksidasyon zincir reaksiyonlarını engelleyerek veya reaktif oksijen türlerini toplayarak lipid peroksidasyonunu inhibe ederler (Cheeseman ve Slater, 1993;

Bagchi ve diğerleri, 1995).

Selenyum önemli enzimatik işlevleri olan esansiyel bir eser element olması yanı sıra insan sağlığı için de önemli yere sahiptir (Rayman, 2000). Selenyum vücutta emildikten sonra glutatyon peroksidaz enzimini oluşturmak ve hemoglobin ve miyoglobin gibi çeşitli proteinlerle birlikte olmak için sülfür içeren aminoasitlerle (sistein ve metionin) reaksiyona girerek selenoproteinleri oluşturur (Rayman, 2000; Stazi ve diğerleri, 2008).

Selenoproteinler antioksidan olarak serbest radikaller tarafından meydana getirilen hücre hasarını önlemeye ve tiroid fonksiyonlarının düzenlenmesine yardımcı olurlar (Ünal ve diğerleri, 2012).

Önceleri toksik ve karsinojen özelliğiyle bilinen selenyum (Se), yapılan son çalışmalar sonucunda biyolojik sistemler için önemli ve faydalı bir element olarak değerlendirilmiştir.

Deneysel olarak oluşturulan karaciğer tümörlerinde Se verilmesiyle tümör insidansında % 50 oranında azalma olduğu tespit edilmiştir (Günaldı, 2009).

Selenyum, sıçanlarda E vitamini eksikliğinde görülen karaciğer nekrozunu da önlemektedir. Selenyum, düşük konsantrasyonda insan ve hayvanların büyümesi için gerekli olan esansiyel bir elementtir; fakat yüksek konsantrasyonlarda toksik özelliklere sahiptir (Günaldı, 2009).

Selenyum antioksidan özellikteki GPx enziminin yapısında bulunur. Se’un biyolojik önemi bu enzimin bir kofaktörü olmasından kaynaklanmaktadır. Her alt ünitesinde selenosistein şeklinde bir adet Se atomu içeren GPx, hücre içinde hidrojen peroksitin (H2O2) suya indirgenmesinde rol oynamaktadır. Selenyum, E vitamini ile etkileşerek lipit

Referanslar

Benzer Belgeler

Kutsal din kitaplar ı başta olmak üzere, ulusal ve uluslararası sözleş- melerle, hak ve özgürlüklerin ifade edildi ği belgelerin tümü insan yaşa- n ıını en yüce değer

Problem çözme yaşamın önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. İnsanlar sürekli olarak, kendilerini ve çevrelerini aydınlatma , tanıma , olay ve oluşumları açıklama

Araştırma sonucunda öğrencilerin uygulamaya ilişkin görüşlerinin yer aldığı değerlendirme formunda yer alan veriler, bir ya da daha çok değişkene ait değerlerin ya

Kripto Para Fiyatlarında Balon Varlığının Tespiti: Bitcoin, IOTA ve Ripple Örneği.. Eyyüp Ensari

KSM rejenerasyon kapasitesinin belirlenmesi adına 3 farklı konsantrasyon (6,5, 64 ve 128 mg/L) ve 3 farklı basınç (1, 2 ve 4 bar) değerlerini içeren kombinasyonlarda

Cevat Heyet’in babası Ali Heyet Türk ve Müslüman Ülkeler arasında bilhassa İran, Azerbaycan ve Türkiye arasında manevi kültürel ve edebi bağların oluşması

Buradan hareketle bu çalışmada yeni kamu yönetimi ve liderlik anlayışı kapsamında 524 kaymakamın görüşleri dikkate alınarak mülki idare amirlerinin kaymakamlık

Sinha daha önce yüzün farklı bölgelerindeki açıklık-koyuluk ilişkisi üzerine çalışmış ve hemen hemen bütün normal aydınlatma koşullarında bir insanın