• Sonuç bulunamadı

İnsan ve hayvanlar için önemli olan metaller endüstri ve uygarlığın temelini oluştururlar.

Eski zamanlardan beri metalleri işleyen insanoğlu giderek değişik metallerle uğraşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda hem kendisi bu metallere maruz kalmış hem de çevresini kirletmeye başlamıştır (Vural, 2005).

Çevredeki kararlı metal oluşumlarının modern toplumla beraber yoğun olarak kullanılmaya başlaması biyosferde bir metal yoğunluğu yaratmıştır. Bundan dolayı işyerleri dışında da bol miktarda toksik metale maruz kalma durumu oluşmuştur (Kakkar, 2005). Bu toksik metaller fazla miktarda alındığında vücut homeostazını bozarak zararlı etki yaparlar.

Besinlerle ve içme suları ile birçok metaller organizma tarafından alınmaktadır. Bu metaller besinlerin normal bileşeni olabildiği gibi kirlilik olarak da bulunabilirler. Metal içeren pestisit kalıntılarının çevre kirliliği sonucu kimyasal olaylarla besin zincirine geçmesi veya metal bileşik içeren besin saklama kapları ile metallerin besinlere geçmesi bu duruma örnek olarak verilebilir (Vural, 2005).

Bazı metaller toksik etkilidir, karsinojenite içerirler ve diğer metallerle aynı zamanda etkileşime girdiklerinde değişime uğrayabilirler. Araştırmalarda kurşun ve polikloridbifenil arasındaki ilişkiler incelenmiş ve mazuriyetinde sinir gelişimi üzerine olumsuz etkisi olduğu gösterilmiştir (Tang ve diğerleri, 1999; Winneke, 2002; Stein 2002; Yang, 2003).

Çoğu populasyondaki araştırmalarda, bazı bireyler metal toksisitesine aşırı hassas bazıları da aşırı toleranslı olabilir. Kurşun ve civa maruzuriyetine çocukların daha hassas olduğu bildirilmektedir (Needleman ve diğerleri, 1990).

Metallerin toksik etkileri, her metalin özelliğine göre değişmektedir. Ancak genel olarak metallerin hepsi birden fazla organ ve sistemleri etkilemektedirler. Örneğin kadmiyuma en duyarlı organ böbrekler olmakla beraber karaciğer ve akciğerde etki görmektedir (Vural, 2005).

Toksik her kimyasalın canlı dokusunda bağlanma durumu birçok faktör içerir ki bunlar:

 Metalin özgüllüğü

 Metalin şekli

 Maruziyet süresi

 Maruziyet düzeyi

 Toksikodinamik

 Toksikokinetik

olmak üzere sınıflandırılır (Kakkar, 2005).

Ağır metaller vücuda alındıklarında meydana getirdikleri toksik etkileri birçok grupta toplanarak incelenebilir. Bunları:

 Enzim inhibisyonu: Çok toksik metaller aminoasitlerin sülfidril veya karboksil gruplarına yüksek afinite gösterirler ve proteinlerle etkileşerek enzimatik ya da yapısal fonskiyonları değiştirirler. Örneğin kurşun ve civa, sodyum–potasyum adenozin trifosfataz (Na+/K+- ATPaz) enzimini inhibe ederler.

 Esansiyel elementlerin yerini alarak: Bazı metaller, metabolik olarak benzedikleri elementlerin yerine geçerek toksik etki gösterirler. Örneğin kurşunun merkezi sinir sistemini etkilemesi, kurşunun kalsiyuma benzer metabolizması ile demir ve çinkonun yerini alması.

 Bazı toksik metaller ise proteinlerle birleşerek: Hücre içi birikimine rağmen hücre hasarına neden olmazlar. Aksine kompleks yapı oluşturmaları detoksifikasyon ve koruyucu bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Metallerin oksidasyon basamağı ve bileşik şekli olarak.

 Dış faktörler olarak sınıflandırabiliriz (Vural, 2005).

Hava, su ve toprak, doğal kaynaklar ve teknolojik nedenlerden dolayı metallerle kirlenebilir. Bu kirlenmeden bitkiler, hayvanlar ve insanlar zarar görmektedir. Örneğin petrol türevlerinde kullanılan kurşun havayı kirletmektedir. Solunum yoluyla insanlara geçen kurşun eritrositlerin parçalanmasına, kaslarda aşırı kasılmalara, mide bulantısına yol açmaktadır (Kakkar, 2005).

Genel olarak insan sağlığını tehdit eden ağır metallere kurşun, civa, kadmiyum, arsenik maruziyeti örnek verilebilir. Ağır metallerin uzun zamanlı kullanımlarında farklı olumsuz etkileri olduğu bilinmesine rağmen dünyanın bazı bölümlerinde, özellikle az gelişmiş ülkelerde, ağır metal maruziyeti artmaktadır (Jarup, 2003).

Arsenik maruziyeti genellikle besin ve su alımı ile gerçekleşmektedir. Uzun dönem mazuriyeti deri kanserine neden olmaktadır. Aynı zamanda hava yoluyla solunduğunda akciğer kanserine neden olduğu gösterilmiştir (Jarup, 2003).

Dünyadaki artan populasyonla beraber kadmiyum emilimi 20. yüzyılda etkili bir şekilde artmıştır. Bu artışın sebeplerinden biri de kadmiyum içeren ürünlerin nadiren geri dönüşümde kullanılmasıdır. Endüstride pil üretiminde, seramik, lehim yapımında yaygın olarak kadmiyum kullanılmaktadır (Jarup, 2003).

Kim ve diğerleri (1998) kadmiyum uygulamasının ratların karaciğer dokusunda antioksidan savunma enzimlerinin etkinliklerini azalttığını ve hepatositlerde dejenerasyon oluşturduğunu vurgulamışlardır.

Yapılan bir başka çalışmada kadmiyumun ratlarda böbrek dokusu üzerine etkisi ve antioksidan özellikteki kuersetinin koruyucu rolü araştırılmıştır. Kadmiyum verilen ratların böbreklerinde temel antioksidan enzim seviyelerinde azalmalar olduğu, tübüler yapı bozulmaları ve tübüler nekrozisler meydana geldiği belirtilmiştir. Tedavi olarak kuersetin uygulandığında ise toksisitenin azaldığı, kadmiyumun sebep olduğu patolojik değişikliklerde azalma olduğu tespit edilmiştir (Morales, 2006).

Kadmiyumun rat karaciğeri üzerine olan etkisinin ve selenyumun koruyucu rolünün araştırıldığı çalışmada kadmiyum verilen ratların karaciğerinde laktoz aktivitesinin ve glikojen birikiminin arttığı, malodialdehit (MDA) seviyesinde yükselme, antioksidan enzim seviyelerinde (katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD)) azalma olduğu gözlemlenmiştir. Selenyum tedavisi uygulandığında toksisitenin azaldığı, CAT, SOD seviyelerinde yükselme olduğu bildirilmiştir (Borges, 2008).

Toksik metaller arasında yer alan civa sinir sistemi ve kas fizyolojisi üzerinde bozukluklara sebep olmaktadır. Yapılan bir çalışmada civa verilen farelerde kilo kaybının olduğu,

nörolojik olarak refleks bozukluklarına yol açıldığı gözlemlenmiştir. Civaya maruz bırakılan farelere melatonin uygulandığında ise civanın yarattığı toksisitenin azaldığı, genel bir iyileşme olduğu tespit edilmiştir (Kim, 2000).

Araştırmalarda yetişkinlerde yüksek balık tüketimiyle elde edilen veriler, kontrol grubuyla karşılaştırılmış ve balık tüketenlerin kan düzeyinde civa seviyesinin yüksek olduğu ve bunun nörotoksik zararlara yol açtığı açıklanmıştır (Jarup, 2003).

Ratlara uygulanan civa kloridin antioksidan enzim seviyesini azalttığı, lipid peroksidasyonunu arttırdığı, histopatolojik olarak testis dokusunda dejenaratif bozukluklar meydana getirdiği belirtilmiştir (Kalender ve diğerleri, 2013).

Deneysel olarak farelere uygulanan içme suyundaki ağır metal (bakır, kurşun, kadmiyum, civa) maruziyetinin antioksidan savunma sistemini zayıflattığı, hepatositlerde nekroz ve damarlarda genişleme meydana getirdiği, E vitamini verildiğinde ise biyolojik değerlerde iyileşme olduğu belirtilmiştir (Al-Atar, 2011).

Kurşun toksikolojik açıdan önem taşıyan bir metaldir ve tarihin çok eski devirlerinden beri bilinmekte ve kullanılmaktadır. Zamanımızda ise kurşun ve bileşikleri başlıca boya, akü, seramik, porselen, kauçuk endüstrisinde, benzin katkı maddesi yapımında kullanılmakta ve bu endüstri alanında çalışanlar kurşuna uzun süre maruz kalmaktadır (Vural, 2005).

Katı ve sıvı yakıtlar cinslerine bağlı olarak, havaya kurşun verebilir ayrıca içme sularının kurşun kaplı depolarda bekletilmesi sırasında ve su dağıtımında kullanılan kurşun borulardan sulara fazla miktarda kurşun geçebilir (Vural, 2005).

Kurşun başlıca sindirim ve solunum yolu ile absorbe olur. Gasrointestinal yoldan kurşun absorbsiyonu yavaştır. Absorbe olan kurşunun vücuttan atılım hızı çok yavaştır bu nedenle vücutta birikmeye başlar. Absorbe olan kurşun kana geçerek kısa zamanda belli bir doza ulaşır ve oradan diğer organlara (aort, kıkırdak, böbrek, karaciğer) dağılır. Özellikle yaş ilerledikçe kurşun kemik dokusunda birikmeye başlar (Vural, 2005).

Kurşunun en önemli etkisi hematopoetik sistem üzerinedir. Kurşun eritrositlerle ekstrasellüler sıvı arasındaki su-elektrolit alışverişini bozarak, eritrositlerin su ve potasyum

kaybetmesine neden olur. Eritrositlerin zar bütünlüğünü bozar ve hemolize neden olur (Vural, 2005). Rat derisi üzerine uygulanan kurşunun nekroz ve inflamasyona yol açtığı belirtilmiştir (Pan ve diğerleri, 2010).

Kurşun üzerine yapılmış çoğu çalışmada kurşun maruziyetinin insan ve deney hayvanlarında fizyolojik değişikliklere yol açtığı rapor edilmiştir (Liu ve diğerleri, 2010).

Kurşun karaciğer ve böbrek gibi birçok organı etkilemekte ve merkezi sinir sistemi üzerinde de ciddi sorunlara yol açmaktadır (WHO, 1995; Lanphear ve diğerleri, 2005).

Yapılan bir çalışmada kurşun uygulanan ratların kemik iliğinde kromozom bozuklukları oluştuğu ortaya konmuştur (Aboul – Ela, 2002).

Kurşunun merkezi sinir sistemi (MSS) üzerine etkisi yaşa ve kurşunla zehirlenme şekline bağlıdır. Nörotoksik etkisi sinirlilik, karamsarlık, kaslarda aşırı kasılma, baş ağrısı, hafıza kaybı şeklinde olmaktadır (Vural, 2005).

Uluslararası kanser enstitüsünün araştırmasına göre, ratlarda kurşun maruziyetinin böbrek korteksinin epitelinde kanserojen etkiye neden olduğu, neoplaziler oluşturduğu belirtilmişdir (IARC, 1980).

Columbano (1983)’ nun kurşun nitrat ile muamele ettiği farelerin karaciğer dokusunda, kurşun nitratın nekroz gibi histopatolojik değişikliklere yol açtığını ayrıca karaciğer büyümesine neden olduğunu bildirmiştir.

Fesus (1987) kurşun nitrat uygulanan ratların karaciğer dokusunda kurşunun hiperplazi ile apoptozise neden olduğunu ve hücreleri mitoza yönlendirdiğini belirtmiştir.

Nayak (1989) kurşun nitratın ratlar üzerindeki embriyotoksik ve genototoksik etkisini incelemiştir. Fetus karaciğerinde kromozamal silinmelere, mikroçekirdekçikde DNA zincirinde kırılmalara, kromozom yapısını değiştirebilen yapılara rastladığını bildirmiştir.

Hamile ratlara kurşun uygulanan bir çalışmada, fetusun beyin ve diğer organlarında orantısız büyüme olduğu belirtmiştir (Goyer,1990).

Menegazzi (1992) yaptığı çalışmada kurşun nitrat verilen ratların karaciğerlerinde DNA polimeraz sentezinin arttığını rapor etmiştir. Kurşun verilen ratların karaciğer hepatositlerinde hiperplazi meydana geldiği, hücrelerin mitoza yöneldiği, DNA ekspresyonunun zarar gördüğü ve tamir için DNA polimeraz sentezinin arttığı belirtilmiştir.

Chen (1992) bir işyerinde kurşuna maruz kalan işçilerin böbreklerinde kurşuna rastlandığını, lenfositlerinde kromozom aberasyonlarının çok olduğunu ve kardeş kromatit değişiminde artış meydana geldiğini tespit etmiştir.

Jagetia (1998) kurşun nitrat uyguladıkları rat kemik iliğinde akyuvar çekirdek sayısında ve DNA parçalarında artış olduğunu, ayrıca karaciğerde hiperplazi meydana geldiğini gözlemlemiştir.

Kurşun toksisitesinin ilk hedeflerinden biri de sinir sistemidir ve düşük dozda ama uzun süre kurşun mazuriyetine bırakılan çocuklarda işitme performansının azaldığı, kan beyin bariyerinde hasara neden olduğu, davranış ve öğrenme bozukluklarının ortaya çıktığı belirtilmişdir (Finkelstein ve diğerleri, 1998).

Kopp ve diğerleri (1998) yaptıkları çalışmada kurşunun kalp krizini tetiklediğini, kalp kapakçıklarının yavaş kasılmasına neden olduğunu ve damar dejenerasyonu ile yüksek tansiyona yol açtığını bildirmişlerdir.

Kurşun hücre yüzeylerine bağlanma isteği yüksek olan toksik bir metaldir (Ruzitti ve diğerleri, 1999). Karaciğer hücrelerine kurşun nitrat uygulanmasıyla karbonhidrat hücre reseptörlerinin etkinlikleri araştırılmıştır. Ratlara verilen kurşun nitratın hepatositlerin bağladığı galaktoz ve mannoz hücre reseptörü sayısını azalttığı, hücrelerde hiperplazi meydana getirip onları mitoza yönlendirdiği ve apoptotik hücreler oluşturduğu belirtilmiştir (Ruzitti ve diğerleri, 1999).

Shabani ve Rabbani (2000) kurşuna maruz bırakılan ratların akciğerlerindeki alveollerde DNA parçalarında artışa, alveolar makrofaj canlılığında azalmaya ve hücrelerde apoptoza yol açtığını rapor etmişlerdir.

Yapılan bir çalışmada ratlara verilen kurşun nitratın karaciğerde hiperplaziye neden olduğu saptanmıştır. Kurşun nitrat verien ratların karaciğer dokularındaki büyümeden dolayı hücreler proliferasyona yönlenmiş ve mitoz bölünme esnasında gen ekspresyonları olurken nötrofin salınımının arttığı sonucuna ulaşılmıştır (Nemoto, 2000).

Kurşunun deney hayvanlarında kanserojen olduğu, insanlar içinse uzun süre kurşuna maruz kalındığında kansere yol açtığı vurgulanmıştır (Vural, 2005).

Plastunov (2008) iyot eksikliği bulunan hipotiroid ratlara kurşun uygulanmış ve iyot eksikliği olmayan sadece kurşun uygulanan ratlarla lipid peroksidasyonu düzeyleri karşılaştırılmıştır. Her iki grupta da kontrol grubuna göre reaktif oksijen türlerinde (ROS) artış olduğu fakat hipotiroid grubunda daha fazla reaktif oksijen türü meydane geldiği, her iki grupta da süperoksit dismutaz (SOD) düzeylerinde azalma olduğu gözlemlenmiştir.

Serbest radikaller protein, lipit gibi bileşiklerle reaksiyona girerek hücrelerde yapısal bozukluklara yol açmaktadır (Mansour ve diğerleri, 2009).

Pan ve diğerleri (2010) rat derisine uygulanan kurşun nitrat ve kurşun asetatın deride morfolojik bozulmalara neden olduğunu bildirmişler, ayrıca yaraların geç iyileştiğini, mitokondrial faaliyetleri değiştirdiğini belirtmişlerdir.

Narayana (2011) ratlara uygulanan kurşun nitratın karaciğer hepatositlerinde vakuolleşmeye neden olduğunu, mitokondri ve endoplazmik retikulumun morfolojik şekillerini değiştirdiğini gözlemlemiştir.

Baranowska-Bosiacka ve diğerleri (2012) yaptıkları bir çalışmada dişi Wistar ratlara içme suyunda kurşun asetat uygulamışlar ve beyin dokularında MDA miktarında artış ve SOD, CAT ve GPx enzim aktivitelerinde azalma ile birlikte histopatolojik değişiklikler olduğunu vurgulamıştırlar.

Yapılan bir çalışmada kurşun uygulanan ratlarda eritrosit ve lökosit sayısında azalma, böbrek ve karaciğer hücrelerindeki DNA parçalarında ve lipid peroksidasyonunda artış olduğu gözlemlenmiştir. Tedavi olarak ise Corchorus olitorius (ıhlamurgillerden)

antioksidan özellikteki bir bitki özütü uygulanmış ve toksisitenin azaldığı, parametrelerde düzelme olduğu belirtilmiştir (Dewanji ve diğerleri, 2013).

Adonaylo ve diğerleri (1999) ratlara kurşun muamelesinden sonra hematokrit ve eritrosit seviyesinde azalma meydana gelip beyin lipid peroksidasyonunda yükselme olduğunu rapor etmişlerdir.

Aboul-Ela (2002) kurşun asetatın ratların spermatosit hücrelerinde toksik birikme yaptığını, kromozal aberasyonlara ve delesyonlara neden olduğunu rapor etmişdir. Tedavi olarak kalsiyum klorid (CaCI2) verildiğinde kurşun nitratın neden olduğu toksik etkide azalma olduğunu belirtmişdir.

Telisman ve diğerleri (2007) insanlardaki erkek spermleri üzerine uyguladıkları kurşunun sperm bütünlüğünde bozulmalara, fertilizasyon kapasitesinde azalmaya, olgunlaşmamış sperm sayısında ve patolojik sperm (kısa, yuvarlak, geniş) sayısında artışa sebep olduğunu vurgulamışlardır.

Mazıcıoğlu ve diğerleri (2008) yaptıkları kurşun çalışmasında endüstride kurşuna maruz kalan bireylerin kan değerlerindeki eritrosit ve trombosit üretiminde ve fonksiyonlarında bozulmaya yol açtığını rapor etmişlerdir.

Anjum ve diğerleri (2010) ratlara uyguladıkları kurşun asetatın, seminal tüpçüklerde ve epididimisde ağırlık kaybına neden olduğunu, sperm sayısı ile sperm canlılığını azalttığını ve testosteron enzim aktivitesinde azalma meydana getirdiğini belirtmişlerdir.

Ratlara uygulanan kurşunun karaciğer ve böbrek total ağırlıklarında ve kan değerlerinde düşmeye neden olduğu, malondialdehit seviyesinde ise yükselme meydana getirdiği gösterilmiştir ve siyah üzüm tedavi olarak verildiğinde toksisitenin azaldığı gösterilmişdir (Lakshmi ve diğerleri, 2013).

Kurşunun merkezi sinir sistemi üzerine olan etkileri insan sağlığı açısından çok önemlidir.

Merkezi sinir sistemi etkileri, ensefalopati veya periferal nöropati şeklinde belirginleşir (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986). Ensefalopati genellikle çocukluk döneminde ataksi, uyuşukluk ve koma ile seyreder. Beyinde morfolojik lezyonlar oluşur (Cheville,

1983; Klassen ve diğerleri, 1986). Ratlara uygulanan kurşun nitratın merkezi sinir sistemindeki homeostaziyi bozarak, beyincikteki nitrik oksit (NO) seviyesini azalttığı gözlemlenmişdir (Chen ve diğerleri, 2000).

Atmosferdeki kurşunun %90'ı akciğerler tarafından emilir. Emilen kurşunun %90'ından fazlası kırmızı kan hücrelerinde toplanır ve daha sonra iskelet sisteminde ve yaşa bağlı olarak böbreklerde birikmeye başlar (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986).

Kurşunun atılımı ise idrar (%76), gayta (%16) ve ayrıca, saç, tırnak ve ter ile de gerçekleşmektedir (%8) (Cheville, 1983; Klassen ve diğerleri, 1986).

Kurşunun kanserojen olduğu, yüksek kurşun içeren besinlerle beslenen rodentlerde gösterilmiştir (Cheville 1983). Kanserojenik etkisi, sindirimde, solunumda tümöral oluşumlar halinde, böbrekte ise karsinomlar şeklinde ortaya çıkar (Klassen ve diğerleri, 1986).

Chi Hsu ve diğerleri (1998) ratlara uygulanan kurşun asetatın sperm hareketliliğini ve epididimisdeki sperm sayısını azalttığını, tedavi olarak C ve E vitamini verildiğinde ise sperm hareketliliği ile sperm penetrasyonunda artışa neden olurken, reaktif oksijen türlerinde azalma olduğunu rapor etmişlerdir.

El-Sokkary ve diğerleri (2005) ratlara uygulanan kurşun asetatın böbrek ve karaciğerde toksisite yaptığı, karaciğerde lipid peroksidasyonunda yükselme olurken, antioksidan enzim (süperoksit dismutaz, glutaton) seviyesinde azalma meydana getirdiğini göstemişlerdir. Tedavi olarak melatonin verildiğinde ise kurşun asetatın neden olduğu toksisitede ve lipid peroksidasyonunda azalma olduğunu gözlemlemişlerdir.

El-Neweshy ve diğerleri (2011) ratlar üzerindeki çalışmasında kurşun asetatın hepatosit hücrelerinde dejenaratif bozukluklar oluşturduğunu, böbrek hücrelerinde proksimal tübül hücrelerinde morfolojik bozulmalar meydana getirdiğini ve kurşun nitratın glomerulusa zarar verdiğini vurgulamışlardır. C vitamini desteği yapıldığında ise kurşun nitratın neden olduğu toksisitenin azaldığını rapor etmişlerdir.

Min Liua ve diğerleri (2010) ratlara uygulanan kurşunun karaciğerde hepatosit nekrozu ile lökosit infiltrasyonu neden olduğunu ifade etmişlerdir. Tedavi olarak kuersetin verildiğinde ise kurşunun yarattığı toksisitede azalma olduğu ortaya konmuştur.

Min Liua ve diğerleri (2010) ratlara uygulanan kurşunun böbreklerde tübüller kanala zarar verip nekrotik hücreler oluşturduğunu belirtmişlerdir. Tedavi olarak kuersetin verildiğinde ise kurşunun yarattığı toksisitede azalma olduğu vurgulanmıştır.

Kurşun nitrata maruz bırakılan farelerin hemoglabin içeriği, eritrosit sayısı, lökosit sayısı mch, mcv ve trombosit sayısında değişiklikler gözlenmiştir. Withania somnifera (Solanaceae) ekstratının kurşun nitratın sebep olduğu bu olumsuz etkiler üzerinde koruyucu role sahip olduğu belirlenmiştir (Sharma ve diğerleri, 2012).

Puerin, Pueria labota (Fabaceae) iyi bir antioksidan ve antiapoptotiktir (Xiong, 2006;

Guerra, 2000). Kurşun uygulanan ratların karaciğer hepatositlerinde nekroz, lökosit infiltrasyonu oluştuğu, lipid peroksidasyonunda artış olduğu, SOD, CAT, GPx antioksidan enzim düzeylerinde azalma meydana geldiği rapor edilmiştir. Tedavi olarak puerin verildiğinde ise toksisitenin azaldığı biyolojik değerlerde iyileşme olduğu gözlemlenmiştir (Min Liu ve diğerleri, 2012).

Li ve diğerleri (2013) tarafından kurşun sülfatın ratlarda genel olarak hareket ve refleksleri yavaşlattığını, besin tüketimini azalttığını ve akciğer alveolar mukozasında şişme ve konjesyon meydana getirdiğini, SOD aktivitesinde azalma, MDA düzeyinde ise artışa neden olduğunu belirtmişlerdir.

Wang ve diğerleri (2013) dişi sıçanlara kurşun nitrat uygulamışlardır. Kurşun nitrat uygulanan ratların böbreklerinde ultrayapısal değişimler, böbrek fonksiyon parametrelerinde değişiklikler, histopatolojik bulgular ayrıca LPO seviyesinde artış tespit etmişlerdir. Bu araştırmacılar doğal bir flavanoid olan puearini, kurşun ile muameleli ratlara vermişler ve sonuç olarak kronik kurşun uygulamasının sebep olduğu renal hasar üzerinde puerarinin iyileştirici etki gösterdiğini belirtmişlerdir.

Dewanjee ve diğerleri (2013) ratlara uygulanan kurşunun beyin ve kalpte histopatolojik değişiklik ve, karaciğer hepatositlerinde nekroz ile infiltrasyon oluşturduğunu rapor etmişlerdir.

Attia ve diğerleri (2013) kurşunla subkronik olarak muamele edilen ratların karaciğer fonksiyon testlerinde olumsuz değişiklikler olduğunu aynı zamanda hepatik lipit peroksidasyon seviyesinde artma meydana geldiğini, bazı antioksidan enzim seviyelerinde azalma olduğunu tespit etmişlerdir. Bu çalışmada kurşunun sebep olduğu hepatik hasarın oksidatif stresden kaynaklandığını ve bu hasar üzerinde Zingiber officinale (Zingiberaceae)’ nin koruyucu etki gösterdiğini saptamışlardır.

Ansari ve diğerleri (2013) akut olarak kurşun uyguladıkları in vivo ve in vitro çalışmalarında kurşunun kardiotoksik etkilerinin olduğunu göstermişlerdir. Kumar ve diğerleri, (2014) kurşun toksisitesine karşı Withania somnifera sulu ekstratının potansiyel iyileştirici ajan olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir. Reddy ve diğerleri, (2014) kurşunun sebep olduğu böbrek hasarı üzerine yine Zingiber officinale ekstraktının iyileştirici etki gösterdiğini rapor etmişlerdir.

Serbest radikaller vücuttaki değerleri yükseldiği zaman çeşitli bozukluklara yol açarlar.

Karbonhidrat, protein, lipid gibi moleküllerle etkileşime girerek hücrede yapısal değişikliklere neden olurlar (Ames ve diğerleri, 1993). Serbest radikallerin neden olduğu hasarlara karşı organizmaların oluşturduğu koruyucu mekanizmalara genel olarak antioksidan denir (Sies, 1991). Antioksidanlar endojen ve ekzojen kaynaklı olup enzimatik olmayan hücre içi antioksidanlar, bilirubin, GSH, alfa-tokoferol, transferrin olup hücre içi antioksidanlar asıl savunmayı oluşturan, SOD, CAT, GPx, Glutaton S-transferazdır.

Selenyum, çinko gibi eser elementler ise bu enzimlerin özellikleri için gereklidir (Frei, 1994).

Hücrelerde meydana gelen hidrojen peroksitleri zararsız hale getirmekte görev alan antioksidan GPx’dir. Yapısında selenyum atomu içerir ve endotel hücrelerinde özellikle akciğerde en etkili enzim olup hücreleri lipid peroksidasyonundan korumaktadır (Frei, 1994).

Ratlara uygulanan kadmiyumun karaciğer ve böbreklerde toksik etki yaptığını ve selenyum takviyesi yapıldığı zamanda lipid peroksidasyonunun azaldığını gözlemlenmiştir (Galazyn ve diğerleri, 2012).

Selenyum gerekli eser elementlerden biridir. Antioksidan ve nöron koruyucu özelliklerinden dolayı serbest oksijen türlerini temizler. Oksijen metabolizması esnasında serbest radikallerden üretilen etkilere karşı hücreleri koruyan antioksidan enzimlerinin bir bileşenidir (Ursini ve diğerleri, 1987).

Selenyum insan sağlığı için önemli bir elementtir. Vücutta emildikten sonra hem glutatyon peroksidaz enzimini oluşturmak hem de hemoglobin ve miyoglobin gibi proteinlerle birlikte olmak için aminoasitlerle reaksiyona girip selenoproteinleri oluşturur (Rayman, 2000; Stazi, 2008). Selenyum antioksidan olarak serbest radikaller tarafından oluşturulan hücresel zararları önlemeye yardımcı olmaktadır. Hidrojenperoksit ve lipoperoksidazların düzeyini GPx’in yapısına katılarak azaltır (Chen ve diğerleri, 2003; Schweizer ve diğerleri,

Selenyum insan sağlığı için önemli bir elementtir. Vücutta emildikten sonra hem glutatyon peroksidaz enzimini oluşturmak hem de hemoglobin ve miyoglobin gibi proteinlerle birlikte olmak için aminoasitlerle reaksiyona girip selenoproteinleri oluşturur (Rayman, 2000; Stazi, 2008). Selenyum antioksidan olarak serbest radikaller tarafından oluşturulan hücresel zararları önlemeye yardımcı olmaktadır. Hidrojenperoksit ve lipoperoksidazların düzeyini GPx’in yapısına katılarak azaltır (Chen ve diğerleri, 2003; Schweizer ve diğerleri,

Benzer Belgeler