• Sonuç bulunamadı

Bu yazı neden marksist olmadığımı ilk kez gerekçelendirerek ifade ettiğim yazıdır.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Bu yazı neden marksist olmadığımı ilk kez gerekçelendirerek ifade ettiğim yazıdır."

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aşağıdaki yazıyı Eylül 1994’te ilk sayısı yayınlanan Sosyalizmin Sorunları Kitap Dizisi için yazmışım. Yaklaşık 20 yıl önce bugünlerde yazmış olmalıyım.

Bu yazı neden marksist olmadığımı ilk kez gerekçelendirerek ifade ettiğim yazıdır.

Önceden de belirttiğim gibi biraz naif bir yazıdır, fazlasıyla eksiktir, bölümler birbirinden

kopuktur. Şunu da belirtmek gerek, sonraki yıllarda sosyalizm hakkında yazdıklarım bu yazıda öz olarak mevcuttur.

Bugün aynı görüşü daha yetkin olarak ifade edebilecek durumdayım ve bunu da değişik kereler yaptım.

Marx-Engels ve Lenin’den düşünceler alarak akıl yürütebilirsiniz ve yaşanmış sosyalizm hakkında yargılarda bulunabilirsiniz. Bunu sosyalist ülkelerin tarihlerini inceleyerek ve somut tarihi bilgi temelinde ortaya koyabilmeniz gerekir. Bu yazıda tabii ki bu durum söz konusu değildir, ancak on yıl sonra gerçekleşebilmiştir.

Bu yazıdaki görüşleri –ham halleriyle- halen savunuyorum, sadece başlığı savunmuyorum. O yıllarda klasik anlamıyla komünizmin insanlık için savunulmaması gereken bir görüş olduğu sonucuna henüz varmamıştım.

Klasik tanımına göre komünizm sınıfsız, devletsiz bir toplumdur. Bu toplumda herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar ilkesi geçerlidir. Üretici güçler o derece gelişmiştir ki, her ihtiyaç karşılanabilir. Engels de bu toplumu “bolluk toplumu” olarak nitelendirir.

Komünist toplum için gelişmiş bir tüketim toplumu da denilebilir.

(2)

İnsan ihtiyacının sınırı yoktur. Varolan ihtiyaç karşılanır, yerini başkası alır, o karşılanır, başka ihtiyaç doğar ve bu böyle gider.

İnsanın sınır tanımayan ihtiyaçlarının karşılanması ancak sınırsız bir tüketim toplumunda mümkündür. Sınırsız tüketim de aynı zamanda sınırsız üretim anlamına gelir.

Dünya böyle bir üretimi kaldırmaz. Bugünkü üretim-tüketim düzeyinde bile ciddi olarak zorlanan dünya, sınırsız üretim ve tüketim toplumunu kaldırmaz.

Bu nedenle, klasik tanımıyla komünizmin savunulamaz bir görüş olduğu düşüncesindeyim.

Klasik tanım derken Marx-Engels’in tanımından söz ediyorum. Başka tanımlar da bulunuyor ama en bilinen tanım üzerinde durmakla yetiniyorum.

Geçmişte de bu görüşümü ifade etmiştim, tek itiraz şöyle bir noktadan gerçekleşti:

Gelecekte insanlar farklı olacakları için komünist toplumda tüketimlerine dikkat edeceklerdir.

Bu itirazın herhangi bir temeli bulunmuyor, tümüyle niyet ifadesidir.

Evet, gelecekte insanlar bugünkünden farklı olacaklar ve daha sorumlu davranacaklarını söylemek de mümkündür. Eğer tüketimlerini ve buna uygun olarak üretimlerini kısıtlarlar ise, burada gerçekleşen –gerçekleşir ise- klasik komünizm olmayacaktır.

İnsanlar kuşkusuz değişecektir ama koşullar değişince insanların da o koşullara uygun olarak değişeceklerini düşünmek, tarihsel olarak yalanlanmış bir anlayıştır. Koşullar değişince insanlar

(3)

da değişir, ama buradan onların koşulların değişimine uygun bir değişim gösterdikleri sonucuna varılamaz.

Bu görüşü 1960’lı yıllarda Che Guevara savunur. Küba devriminde yaşadıkları ve SSCB’de gördükleri sonucunda; üretim araçlarında kamu mülkiyeti ve sosyalist eğitimin insanların sosyalist olmalarına yetmeyeceğini, sosyalizmin sürekli yeniden üretilmesi ve insanların hayatında pratik olarak yer alması gerektiğini savunur.

Komünist toplum için de aynı görüş savunulabilir.

Dünyanın geleceği sorununun hemen hiç gündeme gelmediği yıllarda savunulmuş klasik komünizm görüşünü bugün de aynen tekrarlamak doğru değildir.

Marksizm ve Kaybolan Gelecek (1) adlı yazımda sözünü ettiğim bu yazıyı birkaç arkadaş okumak istedi. Kitap piyasada çoktan tükenmiş durumda olduğu için yazıyı yeniden dizip herkesin bilgisine sunmanın yerinde olacağını düşündüm.

Yazıda 20 yıl öncesinin konuyla ilgili ortamını da bulabilirsiniz.

YENİDEN KOMÜNİST OLMAK

(4)

Marksizm-Leninizmin ve genel olarak sosyalizmin teori ve pratiğine ilişkin tartışmalar çeşitli yönlerden neredeyse tüm dünya ülkelerinde sürüyor. Türkiye’de bütün kavramları kısa sürede ve önemli bir sonuç ortaya koyamadan eskitmek ve hatta yozlaştırmak halen bir gelenek olarak varlığını koruduğundan, “tartışma” terimi de başlangıçta iyi çağrışım yapmıyor. Burada anlatmak istediğimiz, bir an önce başka saflara geçiş gerekçeleri bulmak için “tartışan”lar değil, sosyalizm içi tartışmadır.

Tartışma gereğini duymayanlar da vardır, sadece Türkiye’de değil, tüm dünya ülkelerinde.

Bunlara göre; “Marksizm-Leninizmin teori ve pratiğinde ne başarısızlık ve ne de önemli bir yetersizlik bulunmamaktadır” . Bu kesim her şeyi kendine göre

açıklayabilmektedir. Kuşkusuz, konumuz bunlar değildir.

Dünyanın hemen her yanında ve sosyalizmin teori ve pratiğiyle ilgili her konuda sürdürülen bu tartışmanın önemli özelliklerinden birisi, bileşenler arasındaki bağlantının zayıflığıdır. Farklı insanlar, farklı alanlarda araştırıp tartışıyorlar. Sonuçta –bazıları hiç de yabana atılamayacak tezler içeren- sayfalarca düşünce üretiyorlar. Sosyalizmin sorunları; “ekonomik-politika”, “toplum

projesi” veya “sosyalizmde

demokrasi” ile

sınırlı değildir. Bu türlü

“sorun sınırlaması”

sadece ülkemizde değil, dünyanın birçok ülkesinde geçerlidir. Oysa ki, marksizmin temeli olan diyalektik materyalizm ve özellikle materyalizm de önemli bir saldırıyla karşı karşıyadır. Bunu gerçekleştirenler de idealizmin kurucusu Berkeley gibi din adamları değil, özellikle fizikçilerdir.

Açıklamalarında akıl yürütmeden çok, deney sonuçlarına dayanmaktadırlar.

Konu ayrı bir yazıyı gerektirdiğinden bir örnekle yetinelim: Scientific American’ın Temmuz 1992 sayısında tanınmış fizikçi Wheeler, “Kuantum Felsefesi” başlıklı yazısında, ışığın hangi özelliği göstereceğinin (dalga veya parçacık özelliği) bizim onu nasıl gözlemlediğimize bağlı

olduğundan hareket ederek şöyle demektedir: “Gerçek, ona sorduğumuz soruya göre belirlenmiştir ve bu nedenle ‘olmak, tanımlanmaktır’ demiş olan Berkeley haklıydı.”

Yukarıdaki cümlenin ilk bölümü doğru, ikinci bölümü yanlıştır. Ancak “katılımcı doğa” olarak tanımlanan yeni doğa anlayışını içeren yeni bir materyalizm anlayışının gerekliliği de kendisini artık iyice dayatmaktadır.

Bu alanda, konu hakkında eğitim görmüş, yeterli bilgisi olan (ve sosyalist) kişilerin yaptıkları

(5)

araştırmalar vardır; ancak pek okundukları söylenemez. Bu alandaki tartışmaları ve yeni

görüşleri izlemenin zor olması, söz konusu alanın önemini azaltmamaktadır. Yine de genellikle materyalizm, diyalektik, bu ikisinin bütünleşmesi ve tarihsel materyalizmde sorun olmadığı;

sorunların bunlardan sonra başladığı genellikle bir önvarsayım olarak kabul edilmektedir.

Gerçek ise böyle değildir.

Bilinen bir gerçeği daha iyi bilinmesi için tekrarlamak gerekiyor: Bu tür tartışmalar sonuçlanmaz.

Doğa bilimlerindeki her yeni adım idealizm-materyalizm kavgasına yansır. Gerek idealistler ve gerekse de materyalistler için yeni tanımlamaları zorunlu kılar.

Aynı olgu sosyalizm için de geçerlidir. Sosyalizmin teori ve pratiğine ilişkin olarak eski

metinlerin, hatta zamanında mahkum olmuş veya tarihin çöplüğüne atılmış denilen metinlerin yeniden inceleme ve tartışma konusu olması boşuna değildir. Sosyalizm tarihindeki her büyük dönemeç, eskiden geçerli veya geçersiz kabul edilmiş ama önemli olan tüm belirlemelerin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar.

Burada şöyle bir soru sorulmalıdır: Sosyalizmin teori ve pratiğine ilişkin çeşitli sorunlar hakkında tartışma yeni değildir. En azından son beş yıldır dünyanın çeşitli ülkelerinde önemli bir

yoğunlukla sürmektedir. Bu tür tartışmalar, daha az yoğunlukta da olsa, önceki yıllarda da vardı ve onların birikimleri de son yılların tartışmalarında kullanılmaktadır. Beş yıl uzun bir süreç değildir ama, yine de genel olarak bile olsa, ortaya çıkan sonuçlar yok mudur? Beş yıl sonra bile soru sormak, tartışmak ve “geliştirmek gerekir” aşamasında mıyız?

Değiliz! Kuşkusuz daha ilerde ve geride olanlar vardır, ama ortalama olarak bu aşamada değiliz.

Mutlaka yıllar önce bu veya başka konulardaki tartışmalarda da ortaya çıkmıştır ama, ülkemizdeki sosyalist hareket yaşanan bunca gelişmeden sonra en azından nelerin yapılmaması gerektiği konusunda açıklığa kavuşmak zorundadır.

NELERİN YAPILMAMASI GEREKİR?

(6)

Bir tartışmayı veya araştırmayı çıkmaza sokmanın, her yeni koşulda yeni biçimler alsa da, klasik yolları vardır:

Birincisi; sorular sormaktır. Soru sormak önemlidir. Hangi yanıtların aranacağı, hangi soruların sorulduğuna doğrudan bağlıdır. Soru sorabilmek, aynı zamanda sorunların farkında olunduğunu da gösterir. Ne var ki, uzun süre “soru sormak” düzeyinde kalmak, anlamsızlıktan ve

çıkışsızlıktan başka bir sonuca da yol açmaz.

İkincisi; “araştırılması, tartışılması gerekir” belirlemesidir. Belirleme olarak buna kimsenin itirazı olamaz. Yaşanılan pratiğe bakıldığı zaman ise şu görülür: Araştırılıp tartışılması gereken konular o kadar fazla ve boyutları da o kadar büyüktür ki, baştan genel belirlemeler yapmadan araştırmayı girmek, ikisi de birbirinden iyi olmayan şu sonuçlara yol açar: Ya hemen herkesin bildiği ve çok genel olan sözler söylenir ya da kişi veya grup araştırmanın içinde kendini kaybeder.

Üçüncüsü; “Marksizm-Leninizm geliştirilmelidir” ya da “Marksizm-Leninizm geliştirilerek sorunlar

çözülecektir” düşüncesidir. Yaklaşım olarak

bir önceki maddede açıkladığımız tutumdan farklı bir yan taşımamaktadır.

“Geliştirilmesi gerektiğini”

söyleyip yıllardır bu konuda hiçbir şey yapmamak ya da önemli denilebilecek bir belirlemede bulunmamak ciddiyetsizlik ve/veya çıkışsızlıktan başka bir şeyle sonuçlanmaz.

“Marksizm-Leninizmi geliştirme” konusundaki ilginç yönelimlerden birisi de şudur: “Geliştirmeye”

Marx-Engels ve en son da Lenin’e dönerek başlamak… Teoriyi sözde saf haliyle alıp

geliştirmeye çalışmak… 70 yıllık ve dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmış bir tarihi yok sayıp, bu tarihin ortaya koyduğu korunları ve bu sorunlara tarih boyunca verilmiş (pratikte uygulanmış veya uygulanmamış) cevapları yok sayarak “geliştirme” değil, ancak fantezi üretilebilir.

Sosyalist teori ve pratiğin temel sorunlarına yönelmeden önce, bu sorunların çözümünü ya da en azından çözümlere yaklaşımları belirleyecek konuları açıklığa kavuşturmak gerekir.

(7)

SOSYALİZM BİLİM MİDİR?

Konunun tarihçesi üzerinde fazla durmayacağız. 19. yüzyıl ve öncesinde çeşitli zeki ve yetenekli kişilerin akıl yürütmelerine dayanan sosyalizmlerin ütopik, çeşitli konularda bilimsel verilere dayanan Marksizmin ise “bilimsel sosyalizm” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Marksizm, kendisinden önceki sosyalizmlere göre gerçekten bilimseldir, ancak bilim olmak ayrı şeydir.

Bilimsel sosyalizm olarak da adlandırılan Marksizm-Leninizmin “bilimsel”liğinden anlaşılan, doğa bilimlerindeki gibi bir bilimsellik olamaz. Doğa bilimlerinde bir deneyin tekrarlanabilirliği, aynı koşullar altında aynı sonuçların alınması, toplumsal bilimlerde geçerli değildir. Bir toplumun herhangi bir alanda yaşadığı deneyim hiçbir zaman tekrarlanamaz ve toplumlarda da hiçbir

zaman “aynı koşullar”

olmaz. (Konumuz olmadığı için üzerinde durmasak da kısaca belirtmek gerek: Doğa bilimlerinde aynı

koşullar”

ancak belirli alanlar için geçerlidir. Örneğin

“küçükler dünyası”

nda, 50 derece eğimle duran bir prizmaya birbirinin ardı sıra gönderilen elektronların

“aynı koşullar”

altında bile ne yana sapacakları bilinemez. İlki sağa saparken, ikincisi

“aynı koşullar altında”

tersi yöne sapabilir. Küçükler dünyasında

“gerçeğin”

yerini uzun zamandan beri

“istatistik gerçek”

almıştır. Bu durum bilim’in ve gerçeğin tanımını da değiştirmektedir. “İstatistik gerçeğin” toplum ve doğa bilimleri arasında yakınlaşmaya yol açtığını savunan bir görüş de vardır. Tek insanın belirli koşullarda ne yapacağı bilinemez (veya bunu belirleyen o kadar çok faktör vardır ki, hesaplanamaz), ancak insan topluluklarının belirli koşullardaki davranışları en azından tahmin edilebilir.

Bu durumda doğa bilimlerindeki gerçek (ya da bazen insandan bağımsızlığı anlamında “objektif”

(8)

olarak adlandırılan gerçek) kavramı değişmekte ve insan, gerçeğin belirlenmesine katılmaktadır.

En azından bazı durumlarda

“gerçek”,

ona sorulan soruya göre şekillenmektedir. Doğa bilimlerinde de bilinen

“objektif gerçeğin”

ortadan kalkmaya başladığı,

“gerçeğin”

doğanın ve insanın katılımıyla belirlendiği bir aşamadayız. Doğa bilimlerinde bile

“gerçek”

yaklaşıma göre değişmektedir ve gerçek

“gerçek”

her yaklaşımda başka bir görünüm sunan

“gerçeklerin”

toplamı olarak tanımlanabilir.)

Doğa bilimlerinde bile böylesi gelişmeler varken, toplumları konu alan teorilerde “objektif gerçeklerden”

söz etmek olanaksızdır.

Doğa bilimlerinin bir önceliği daha vardır: Gerçeği değiştirmek daha kolaydır. Bilimde “doğru”, o dönemde daha iyisi bulunamadığı için

“doğru”

dur. Bu anlamda bilimde

“doğru”

yoktur. Tüm

“doğru”

lar geçicidir. Toplumlar için ise

“doğru”

nun geçiciliği daha uzun bir dönemi kapsar. O ana kadar geçerli olan

“toplumsal doğru”, bundan sonraki

“doğruların”

belirlenmesine katılacak insanı önemli oranda belirlemiştir. Hatta bir sonraki

“toplumsal doğru”

nun ne olacağı, yanlışlığı anlaşılmış bile olsa önceki

“doğru”

nun ne olduğuna yakından bağlıdır da denilebilir.

Toplumsal bilimler, bugünkü konumlarına göre bile doğa bilimlerine göre çok daha az bilimseldirler. İnsanı konu alan bir teori bilim olarak adlandırılamaz. Ya da buradaki “bilim”,

(9)

bilinen bilimden hayli farklıdır ve bu

“bilimselliğe”

dayanılarak tek, evrensel vb. gibi doğruluklar iddia edilemez.

Burada şu söylenebilir: Sosyalizm, savunduklarını gerçekleştirebilmek için iktidarı almak zorundadır ve dünyanın tüm ülkelerinde de iktidardaki sınıfı devirmek için mücadele etmek tehlikelidir. Hayatlarını ortaya koyarak mücadele eden insanlar, doğruluğu kesin olan şeylere inanmak isterler. Bu kadar belirsizlik içinde kim, neye inanacaktır?

Aslında belirsizlik zannedildiğinden daha azdır. Söz konusu olan “doğru”nun değişebileceğidir.

Bu durum hiç de dönemin doğrusuna birçok kişinin vargücüyle inanmasını engellemez.

Bugün yeniden kurulması gereken sosyalist teori, yine bilimsel verilere dayanacaktır, ama bilim olmayacaktır. Eskiden de bilim değildi.

SOSYALİST TEORİDE İÇ UYUM NE ORANDA MÜMKÜNDÜR?

Sosyalist teoriyi (bugünkü haliyle Marksizm-Leninizm) hayli karışık bir durumdadır. Eğer yaşanan tarihi ve bu tarih içinde üretilenleri de dikkate alacaksak, sözde saflığa dönüş adı altında tarihi yadsımayacaksak, teori oldukça karışık durumdadır. Devlet teorisi, ideoloji, ulusal sorun, kapitalizmin ve sosyalizmin ekonomi-politiği, kadın sorunu… hakkında özellikle 20.

yüzyılda, marksizmin ilk döneminde bu konularla ilgili savunduklarıyla hiç de uyumlu olmayan ve bazıları “marksizmin geliştirilmesi” olarak da adlandırılamayacak önemli görüşler üretilmiştir. O kadar ki, bugün marksizm-leninizmin herhangi bir alanında, sonradan üretilen bu görüşleri (olumlu veya olumsuz anlamda) dikkate almadan önemli denilebilecek bir görüş üretebilmek olanaksızdır.

(10)

Bu alanlarda görüş üretenlerden bazıları, konuya önce belki “marksizmin geliştirilmesi”

yönünden yaklaşmışlar, ancak ulaştıkları (ve önemli doğruları da içeren) sonuçlar bakımından marksizmin kapsamı dışına çıkmışlardır.

Kısaca iki örnek vermek gerekirse; marksizmin sınıf dışı özellikler (veya tüm sınıfları kesen özellikler) de taşıyan egemenlikleri dikkate almaması… Bunun en belirgin örneği, kadın konusunda kendisini gösterir. Ekonomik kurtuluşun, iyi bir eğitim görmenin, eşit işe eşit ücret almanın, çeşitli sosyal haklara sahip olmanın vb. toplumda erkek egemenliğini ortadan kaldırmaya yetmediği yaşanan sosyalizm deneylerinde de görüldü.

İkincisi, devlet teorisiyle ilgilidir. Bu konuda ortaya konan birçok görüşten sadece birisini belirtelim: Bazı halklar (örneğin Belçika) bir devlete sahip olabildikleri için ulus olabilmişlerdir (Bkz. Wallerstein)

Marksizmi içi herhangi bir içerikle doldurulabilecek bir teori olarak görmemek gerekir. Marksizm;

sosyalizm tarihinde büyük yeri olan, kendisinden sonraki teorilere çok şey verecek, ama tarihsel işlevini tamamlamış bir teoridir. Henüz bütünsel ve yeni bir teori bulunmamakla birlikte,

Marksizmin çeşitli alanlarında Marksizmin o konudaki tespitlerini (yalnızca geliştirme olarak değil), anlayış olarak da) hayli aşan düşünceler üretilmiştir.

İsteyen o dönemlerin “temiz” Marksizmine dönebilir, ancak Marksizmi tanınmaz hale getirerek çağdaş sosyalist düşüncenin her çeşidini onunla tanımlamak doğru değildir.

Sosyalist teorinin günümüze özgü bir özelliğini de belirtmek gerekiyor: 19. yüzyıl sonlarındaki sosyalist teori, oldukça ileri bir iç bütünselliğe sahipti. Her büyük teoride olduğu gibi çeşitli iç sorunlar vardı ama teorik bütünsellik de ileri derecedeydi. Bu durum, o dönemdeki insanlık düşüncesinin genel gelişme düzeyine doğrudan bağladır. En ileri teori olarak sosyalist teori, insanlığın genel gelişme düzeyinin üst sınırını yansıtabilmelidir. Bunun ilerisine geçmesi kuşkusuz mümkün değildir.

19. yüzyıl sonlarında bütünsel bir evren görüşü ve bilimlerde (özellikle evrenbilimin temelini oluşturan fizikte) de ileri bir bütünsellik vardı. Sosyalist teorideki bütünsellik zaten insan

düşüncesinin başka alanlarında (özellikle fizikte ve evrenbilimde) bütünsellik olmadan mümkün değildir.

(11)

İnsan düşüncesindeki bu bütünlük, Engels’in ölümünden hemen sonra, 20. yüzyılın başlarında bozulmuştur. Fizikte iki temel dal (parçacık mekaniği ve görelilik teorisi) ortaya çıkmış ve tüm o güne kadarki fiziğin bu iki alanın uzantısı (ya da özel hali) olarak ele alınabileceği ortaya

konmuştur. İnsanlığın evren düşüncesi de köklü bir şekilde değişmiştir.

Fiziğin söz konusu iki temel alanı çeşitli çabalara karşın bugüne kadar birleştirilememiştir. Aynı durum evrenbilimde de söz konusudur. 20. yüzyılda insanlık düşüncesi tek tek alanlarda büyük gelişme gösterirken, bu alanların genellenerek birleştirilmesi henüz mümkün olmamıştır.

Günümüz sosyalist teorisinin de, insanlığın düşünce düzeyinin bugün içinde bulunduğu genel durumdan ayrı olması düşünülemez. Bütünsel teori ihtiyaçtır, ancak bu kendi başına sosyalist düşüncede ulaşılabilecek bir şey değildir. Bu nedenle, günümüzdeki sosyalist teorinin, 19. yüzyıl sonundaki sosyalist teoriye göre daha parçalı, daha az bütünsel bir özellik taşıyacağı,

gelişiminde de bu özelliği (en azından bu dönem için) koruyacağı söylenebilir.

SOSYALİST TOPLUM TEORİSİ

Aslında başlık olarak “bir sosyo-ekonomik sistem olarak sosyalizm teorisi” demek gerekiyordu.

Üzerinde çok (ve biraz da boş) konuşulan bu bölümde başlangıç olarak yapılması gereken en önemli saptama, Marksist sosyalizm teorisinin bugünkü dünya şartlarında uygulanamaz olmasıdır.

Bu sonuca, sosyalist ülkelerdeki başarısızlıkların sonucu olarak değil, sadece teorik olarak bile ulaşmak mümkündür.

(12)

Marksizm dünya devriminin aşağı yukarı zamandaş olacağını öngörür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, aynı zamanda olmasa bile, zamandaş denilebilecek kadar kısa aralıklarla

gerçekleşen devrim sonunda, dünyanın tümü sosyalist olmasa bile, sosyalizm en azından güçlü bir kapitalist sistemle bir arada yaşamak zorunda kalmayacaktır. Marksist sosyalizm teorisinde, sosyalizm dünyada rakipsizdir. Bu nedenle de gelişimi kendi iç koşulları tarafından belirlenir.

Sosyalizmin bağımsız bir sosyo-ekonomik sistem olmayıp, kapitalizmden komünizme geçiş toplumu olması ve diğer çeşitli özellikleri hep rakipsiz olmasına dayanır.

Lenin’de de farklı bir durum yoktur. Lenin, devrimin başlangıç yeri teorisinde yaşanılan çağa göre değişiklik yapmakla birlikte (en gelişmiş ülke değil, zayıf halka), sosyalist toplum teorisini ana hatlarıyla aynen bırakmıştır. Lenin’de de güçlü bir emperyalist kuşatma altında sosyalizmin yaşatılması ve geliştirilmesi teorisi yoktur (hastalandığı ve öldüğü tarih bakımından bunu

yapması da mümkün değildir.)

“Tek ülkede sosyalizm” teorisi Stalin’e aittir. (O dönemin koşulları bakımından Stalin’in ana hatlarıyla doğru olduğu inancındayım, ancak konumuz bu değildir.)

Tek ülkede veya bir bölüm ülkede sosyalizmin güçlü bir emperyalist sistemle uzun süre birlikte yaşamak zorunda kalması, sosyalizm teorisinde niteliksel bir değişimi gerektirir. Bunu cesaretle yapmaya yönelmek yerine,  “yaşayan sosyalizm” gibi sosyalizmin mevcut durumuyla Marksist teorinin bu alandaki ilkelerini eklektik biçimde bağdaştıran sözde bir

“teori”

savunulmuştur. Stalin’de başlayan önemli bir yanlış, sonra gerek SSCB’de ve gerekse de öteki sosyalist ülkelerde sürdürülmüştür. Sosyalizmin gelişmesini, onun iç yasalarına bağlamak. Oysa ki, bir ülkede veya ülkeler topluluğunda sosyalizmin ne durumda olacağı, emperyalist sistemin o sırada ne durumda olduğuna yakından bağlıdır. Sosyalizmin gelişmesi, Marksist teoride olduğu gibi, sadece

“iç yasa”

lar dikkate alınarak anlaşılamaz. Bu iç yasaların belirlenmesinde bile emperyalizmin önemli payı vardır. Farklı bir sistemle rekabet Marksist sosyalizm teorisinde bulunmamaktadır.

Günümüz koşullarında kapitalizmden kopuşu sağlayacak devrimlerin tek tek ülkelerde (veya bir bölüm ülkede) gerçekleşeceği, bu ülkelerin “orta veya azgelişmiş” olarak nitelenen ülkeler olacağı görülmektedir. Sosyalist devrim, ister bir ülkede isterse bir bölgede gerçekleşsin, uzun süre güçlü emperyalist ülkelerle birlikte yaşamak zorundadır. En azından günümüz koşullarında durum bunu göstermektedir.

(13)

Marksist sosyalizm teorisi başka öngörüler temeline dayandığından günümüzün ve yakın geleceğin sosyalizmi için yol gösterici olamaz. Kapitalizmden komünizme geçişte başka bir sosyalizm teorisine ihtiyaç vardır. (Buradaki “geçiş” sözcüğü de, eskiden kullanılandan başka

anlamdadır. Kapitalizmden komünizme “geçi

ş” ,

Marksist teoride öngörülene göre oldukça uzun bir süreci kapsayacaktır.) Sosyalizm üzerine yapılan teorik çalışmanın özellikle bu konu üzerinde yoğunlaşması gerekir inancındayım.

Garip bir dönemde yaşıyoruz. Kötü olmanın ötesinde garip… Birçok şey tersiyle ifade ediliyor:

örneğin bilimsellik. Bilimsellik adına ütopyacı sosyalizmin yeniden doğuşunu yaşıyoruz. Birçok kişi sosyalizme düşünülebilecek tüm iyi özellikleri yakıştırıyor. Bunlar içinde yaşadığımız dünya koşullarında ne oranda ve nasıl uygulanabilir; bunu düşünen pek az kişi bulunuyor. Zaten ütopik sosyalizm de bir yerde, sosyalizmin özelliklerini içinde yaşanılan çağı dikkate almadan zihinsel olarak belirlemek değil midir?

Bugün, yukarıda açıklanan nedenlerle, eskisi kadar bütünsel bir sosyalizm teorisi kurulamaz.

Sosyalizm dünyada tek sistem olarak var olamayacağından, sosyalizmin muhtemel tarihsel evrimi hakkında eskisi kadar net konuşmak da mümkün değildir. Nedeni; sosyalizmin nasıl gelişeceğinin ve belirli bir tarihsel durumda hangi konumda olacağının, emperyalizmin dünyadaki durumuna yakından bağlı olmasıdır.

SONUÇ

Sosyalist teorinin günümüzdeki sorunlarına ve bu teorinin genel olarak hangi özellikleri taşıyacağına, Marksizmden özellikle hangi alanlarda oldukça farklı olacağına değinmeye çalıştık. Hem büyük bir teorik birikim, hem büyük bir teorik boşluk var. İkisini birden yaşıyoruz.

Bu boşluğun doldurulması (en azından azaltılması) için önce genel bazı belirlemelerin yapılması şarttır. Aksi durumda ya büyük bir çabanın karşılığında çok az sonuç alınabilecektir, ya da kişi araştırdığı konunun içinde kaybolacaktır. Bu belirlemelerin neler olduğunu belirtmeye çalıştık.

(14)

Yazının başlığı “Yeniden komünist olmak” idi. Yazının sonunda başlığın açıklanmasına artık gerek olmadığı inancındayım.

Referanslar

Benzer Belgeler

ninin, gerici restorasyonu şimdilik hakim kılmasına karşılık, devrimi bu eksene karşı yeni koşullarda sürdür- meye çalışan devrimci güçlerin yanı sıra,

İbn Âbidîn burada sigorta akdi ve sigorta sistemi hakkında hiçbir özel bilgi sunmayıp, konuya sadece bir kişinin (ecîr-i müşterek olan armatörün) tüccara malını

8.D, 1987 – din kültürü dersine girmemeye disiplin cezası haklı - 2007 – dersin içeriği din eğitimi olduğundan zorunlu tutulamaz - AİHM 2007 – dersin içeriği din

«Yeşilçam Sokağı» adlı bir film çeviren Ülkü Erakalın, konuk sanatçı olarak Cahide Sonku’yu da oynatmak istemiş ve uzun uğraşlar­ dan sonra

Er­ tuğrul bu mektupla birlikte, Fransız Devlet Başkanına, daha önce kendisine verilmiş olan Fransız nişanını iade etmektedir.. Neden

B u görüş açısı, fabrika komitesi ve işletme komitesi için de geçerlidir. Öncü işçiler, mali ve ekono- mik krize karşı mücadele- nin ve işçilerin birliğinin

Gün içerisinde ABD’de gerçekleşecek başkanlık seçimleri öncesinde yeni bir ekonomik destek paketinin hayata geçirilmesine dair umutların son bulması ve artan

Wallerstein, kapitalizmi tanımlayıcı temel kategorilerini kâr, pazar ve sınırsız sermaye birikimi olarak belirlerken; Marx artık-değer, ücret, üretim araç- larının