• Sonuç bulunamadı

Mete Yarar OYUNUN SONU. Deliler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Mete Yarar OYUNUN SONU. Deliler"

Copied!
208
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

OYUNUN SONU

Deliler

(2)

DESTEK YAYINLARI: 1033 EDEBİYAT: 314

METE YARAR / OYUNUN SONU

Her hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, yayınevinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.

İmtiyaz Sahibi: Yelda Cumalıoğlu Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk Akşun Yayın Koordinatörü: Özlem Esmergül Editör: Özlem Esmergül

Son Okuma: Devrim Yalkut Kapak Tasarım: İlknur Muştu Sayfa Düzeni: Cansu Poroy

Sosyal Medya-Grafik: Tuğçe Budak - Mesud Topal Destek Yayınları: Kasım 2018 (5.000 Adet) 6.-10. Baskı: Aralık 2018

11. Baskı: Ocak 2019 12. Baskı: Ekim 2019 13. Baskı: Aralık 2019 14. Baskı: Mart 2020 15. Baskı: Aralık 2020 Yayıncı Sertifika No. 13226 ISBN 978-605-311-510-6

© Destek Yayınları

Abdi İpekçi Caddesi No. 31/5 Nişantaşı/İstanbul Tel. (0) 212 252 22 42

Faks: (0) 212 252 22 43 www.destekdukkan.com info@destekyayinlari.com facebook.com/DestekYayinevi twitter.com/destekyayinlari instagram.com/destekyayinlari www.destekmedyagrubu.com Deniz Ofset – Çetin Koçak Sertifika No. 48625 Maltepe Mahallesi Hastane Yolu Sokak No. 1/6 Zeytinburnu / İstanbul

genç DESTEK

(3)

Mete Yarar

OYUNUN SONU

Deliler

(4)
(5)

Her kitap, yazarın kendi yolculuğudur aslında.

Yaşadıklarını, gördüklerini ve “an”ı anlatmaya çalışır. Zaman zaman da tecrübelerinden öngörüler çıkartır.

Sizler sayesinde inşallah bu kitap benim beşinci kitabım ola- cak. Kurgusal olarak yazdığım üçlemenin son kitabı... Hatırlarsa- nız bu yolculuğa Son Gün ve Büyük İhanet diye başlayıp devam etmiştik. Üçlemenin son kitabı şimdi ellerinizde.

Ben anlatıcıyım... Bugüne kadar, elimden geldiğince, bu ülke- yi delice seven, geçmişte “Deliler” olarak bilinen, bu dönemde ise çoğunlukla “İsimsiz Kahramanlar” diye adlandırdığımız kişileri ve onların yaptıklarını anlatmaya çalıştım. Sizler de bu anlattıkları- mın içerisinden ne kadarının kurgu, ne kadarının gerçek olduğu- nu tahmin etmeye çalıştınız.

Hikâyeler ister kurgu olsun ister gerçek, size söyleyebileceğim tek şey, Anadolu insanının bu ülkeyi delice sevdiği gerçeğidir.

Bu gerçeği içinize bir kez sindirdiğinizde ve insanı anladığınızda, tüm hikâyeler, bitmesini asla istemeyeceğiniz yolculuklara çıkarır sizi. Bunun üzerine çizdiğiniz her rota o kadar anlamlı olur ki...

Evet dediğim gibi, her kitap yazarın kendi yolculuğudur. Benim de bu yolculuğa çıkmamda emeği geçen rahmetli anneme, Allah başımdan eksik etmesin dediğim babama şükranlarımı sunmak

(6)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-6-

istiyorum. Üzerimde emeği olan, bana katkı sağlayan, yazmaya olan ilgimi, hevesimi gören ve cesaret veren herkese teşekkür ediyorum. Bu kitapları yazarken sürekli yanımda olan, desteğini esirgemeyen sevgili eşim Gülnaz’a da...

Mutlaka anmak istediğim bir şey daha var. Ben bu ülkenin parasız yatılı ve askeri okullarında okudum. Bu ülkenin çok ek- meğini yedim. Bu ekmeğin karşılığını vermek için de mesleğimi onurla yapmaya çalıştım. Her zaman yaşantımı doğru yaşamaya, özümden ve değerlerimden kopmamaya çalıştım. Her güne bu hissiyatla başlıyorum. Hatalarımla sevaplarımla yolculuğuma devam ediyorum. Kitaplarımı okurken sizler de hep bana eşlik ettiniz. Öncelikle bu kitaplar dünyasındaki beraberliğimiz için hepinizi tek tek saygı ve sevgiyle kucaklıyorum. Ancak bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum. Bu ülkenin isimsiz kahra- manlarını ve kahramanlık hikâyelerini hatırlamazsak geleceğe ne hayal ne de umut bağlayabiliriz. Her gittiğim yerde bana “Neden bu kadar umut dolusun?” diye sorarlar. Benim içtenlikle verdiğim yanıtsa şöyledir: “Çünkü ben her gittiğim yerde insanları anlama- ya çalıştım, onların hayatlarına dokundum. İnsanların içindeki temiz duyguları gördüm. Onların evlerine konuk, yaşamlarınaysa şahit oldum. Bu sayede hep inançlandım, hep bilinçlendim.”

Bu samimi duygularımla tekrar iyi okumalar diliyorum. Uma- rım keyifli, heyecanlı bir yolculuk olur. Geleceğiniz hep umutla ve sevgiyle dolu olsun.

(7)

Sıcak Sahada Büyük Oyun

Koordinatları gizli tutulan bir yer...

Saat: 20.00

Şerif, ses ve ışığın dışarıya sızması mümkün olmayan bir yeraltı sığınağında, telsizin başında bekliyordu. Ekip arkadaşlarıyla bir- likte dışarıya kurdukları sensörler ve kameralar sayesinde bölgeyi kolayca izleyebiliyordu. Konuşlandıkları sığınak, mavi bir ışıkla aydınlatılmıştı.

Kasabanın girişindeki özel birlikleri fark ettiği an, ilk mesajını gönderdi.

“Sakın ilerlemeyin!”

İlk kez bu şekilde deşifre ediyorlardı kendilerini. Biraz gergin ama kararlı ve gözü pek bir ikazdı bu.

Yaptığı uyarıya karşılık alamayan Şerif’in gerginliği ister iste- mez artmıştı bu kez. Birlikler kasabaya doğru ilerleyişlerine devam ediyorlardı hâlâ. Aynı kararlılıkla ve kuvvetle tekrarladı ikazını.

“Sakın ilerlemeyin!”

(8)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-8-

Birlikler, bu ikazları duymuyorlarmış gibi yaklaşmaya de- vam ediyorlardı. Şerif, bir kez daha telsizin mandalına basarak seslendi.

“Bir adım daha atmayın!”

Karşı taraftan yine yanıt gelmemişti. Bu kez daha yüksek ve tehditkâr bir sesle son kez konuştu.

“Olduğunuz yerde kalın!”

Sonunda karşı taraftan açık bir yanıt geldi.

“Anlaşıldı!”

***

Şerif, ekip arkadaşlarını bu riskli sahaya gizlice sokmuş, hep- sini kasabaya yerleştirmişti. Normal şartlarda göze alınmaması gereken bir riskti bu... Ancak bu kez durum her zamankinden farklıydı. Vatan uğruna yerine getirilmesi gereken bir görev söz konusuydu ve üst düzey risklerle hareket etmek zorundaydılar...

Harekâtın başlamasıyla birlikte Şerif ve ekip arkadaşları bir hafta içinde bölgeye gizlice sızmayı başarmışlardı. IŞİD militanla- rı çatışmaların başladığı andan itibaren buradaki yol kontrolleri- ni ve ev aramalarını sıklaştırdıkları için, istihbarat ekibi kontrol noktalarından iğneyle kuyu kazar gibi meşakkatli bir operasyonla hiç fark edilmeden geçmişlerdi. Kasabayı daha geniş bir açıdan görebilmek için belirledikleri noktalara kameralar ve sensörler yerleştirmişlerdi. Böylece hareketliliği izleyebiliyorlar, örgüt- le ilgili veriler toplamaya devam ediyorlardı. Örgütün, tıpkı bir buzdağı gibi görünen yüzünden çok, görünmeyen yüzüyle büyük tehdit oluşturduğunun farkındaydılar.

(9)

Şerif’in öncelikli amacı, bu buzdağının görünmeyen kısmını tespit etmek ve lazım gelen bilgileri harekâtı yapacak olan TSK unsurlarına bildirmekti.

Bölgeye sızdıktan sonra faaliyetlerini sürdürebilmek için sığı- nak olarak kullanılmak üzere birkaç tane karargâh kurmuşlardı.

Şu an içinde bulundukları sığınağın üst katındaki gözetleme gö- revini Azeri üstlenmişti. Boşnak, Yozgatlı ve Çerkez ise dışarıda operasyonel görevdeydiler. Kasabanın her köşesinden istihbarat topluyorlar, kim nerede ne yapıyor, araştırıyorlardı. Edindikleri en küçük bilginin bile hayati bir önemi olabilirdi. Zira asıl büyük mücadele bu kasabanın içinde gerçekleşecekti.

TSK, bir süredir hava unsurları ve fırtına obüsleriyle belir- li hedefleri vurmaya başlamıştı. Örgütün Emir adını verdiği üst düzey bir elebaşı, çatışmaya hazırlıklı olmaları için militanları uyarıyordu. Ancak diğer yandan da Rakka yönünde bölgeyi terk etmeye başlamışlardı. Kasabadaki terörist sayısı dün itibariyle iki yüze kadar düşmüştü.

Şerif ve ekip arkadaşları, ciddiye alınması gereken bir konu saptamışlardı. Rakka yönünün tam tersi istikametinden gelen yeni teröristler kasabaya giriş yapıyorlardı.

Şerif’in analizlerine göre teröristlerin tekrar kasabaya dönmeleri için birileri örgüte yol vermiş olmalıydı. Kasabaya geliş güzergâhı yaklaşık 200 kilometre kadar vardı ki bu yol üzerinde PYD, Esad yö- netimi ve ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin kontrolündeki noktalardan geçilmesi gerekiyordu. Üstelik yolun büyük bir kısmı nehir ve çöl arazisinden oluşuyordu. Yani güzergâh neredeyse bir açık alan üzerindeydi ve teröristlerin fark edilmeden ilerleme ya da gizlenme şansları hiç yoktu. Ayrıca kasabaya girmek için yaklaşık 10 kilometrelik bir koridordan geçmeleri lazımdı. Silahlı İnsansız Hava

(10)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-10-

Aracı veya F-16 ile yapılacak atışlarla bu koridor hemen tıkanır, hiçbir kontrolsüz geçişe izin verilmezdi. Buna rağmen teröristler söz konusu güzergâhtan ellerini kollarını sallayarak geçebiliyorlar- sa, belli ki senaryosu birileri tarafından yazılmış tehlikeli bir oyun sahnelenecekti yakında. IŞİD’in üzerine koruyucu bir kalkan geçi- rilmişti adeta.

Şerif’in tespitlerine göre bu güzergâhı kullanarak akın akın terörist geliyordu kasabaya. Üstelik sayıları sadece bir gün içinde iki yüzden bin beş yüze çıkmıştı. Ayrıca elleri de boş gelmiyorlar- dı tabii ki... Yanlarında zırhlı araçlar, tanklar ve meskûn mahal çatışmalarında kullanmak üzere kendi geliştirdikleri pikap türü araçlar da getiriyorlardı. Birilerinin bu kasabada Türk ordusunun yolunu kesmeye karar verdiği aşikârdı.

Kasabaya giren teröristlerin kendilerini gizlemeye yönelik uyguladıkları taktikler, Şerif ve ekibinin hayli dikkatini çekiyor- du. Bin beş yüz kişilik koskoca militan grubu, gelir gelmez de- yim yerindeyse arazi oluvermişti. Hiçbir yerde görünmüyorlardı.

Sokaklarda gezen terörist sayısı çok azdı. Gayet profesyonelce gizleniyorlardı.

Şerif, teröristlerin yeraltından geçen eski sulama kanallarında ve su borularının içinde saklandığını düşünüyordu. Fırtına obüs- lerinin yıkıcı etkisinden çekindiklerini tahmin ediyordu. Ayrıca Türk Özel Kuvvetleri de örgütün gözünü hayli korkutuyordu.

Yeraltında gizlenerek hem Türk Özel Kuvvet unsurlarına kendi- lerini göstermemeye çalışıyorlar hem de olası obüs atışlarından korunuyorlardı.

Terör örgütünün Türk ordusunu ve dost unsurlarını karşıla- maya yönelik yaptıkları hazırlıklar, Şerif ve ekibinin titiz araştır- maları ve gözlemleri sayesinde tespit edilmişti. IŞID’in planına

(11)

göre TSK unsurları, kuzeyden güneye iki ana güzergâh üzerinden bölgeye gireceklerdi. Yollar ağır tanksavar silahları ve mayınlarla tuzaklanmıştı. TSK unsurları, evlerin arasından meskûn mahallin içine çekileceklerdi.

Bu noktada Şerif’e ve ekip arkadaşlarına büyük bir görev ve sorumluluk düşüyordu. Örgütün sığınaklarını, cephaneliklerini ve ana planını ortaya çıkararak IŞİD’in kasabanın giriş hattında- ki gediğini bulmaları gerekiyordu. Ancak o gedik bulunduğunda TSK ve dost unsurlar bölgeye sızabileceklerdi.

Kasabada Türkiye’ye yakın unsurlar da vardı ve çoğu Türk istihbaratına terör örgütüyle ilgili çeşitli konularda bilgi akta- rıyordu. Ancak söz konusu dost unsurların istihbarat ve askeri anlamda yeterli donanımları olmadığı için verdikleri bilgiler ço- ğunlukla teyide muhtaçtı. Kiminin kuzey diye işaret ettiği yer gü- ney çıkabiliyordu ancak yine de istihbarat teşkilatının eli kulağı olmaya devam ediyorlardı.

Neyse ki Şerif, her ayrıntının farkındaydı. Ekibinin görev da- ğılımını da dikkatli yapmıştı. Boşnak, keskin nişancılık kabiliyeti nedeniyle ekibin güvenliğini sağlarken, Azeri de bomba uzman- lığı sayesinde birçok yere bubi tuzakları kurarak örgüte sürprizler hazırlayacaktı. Yozgatlı da keşif ve istihbarat konusundaki uz- manlığı nedeniyle şehrin haritası üzerinde uygun noktaları bul- mak ve örgütün kritik yerlerini işaretlemekle görevliydi. Dinleme ve istihbarat uzmanı olan Çerkez de yine bu alanda marifetlerini gösterecek, zaman zaman Şerif’le karargâh olarak kullandıkları metruk evde bulunmaya devam edecekti.

Çerkez ve Şerif, telsiz kodlarını takip ederek bölgedeki terör örgütü yapısını ortaya çıkarmaya ve teröristlerin kimler olduğunu tespit etmeye çalışıyorlardı. Örgütün içerisindeki yapı tamamen

(12)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-12-

kişilere endeksliydi. Bazı örgüt liderleri daha çetin bir tavır ser- gilerken, bazılarıysa çekilmeye ve anlaşma yoluna gitmeye mü- sait bir profil çizebiliyordu. Kasabadaki genel yapıyı aşağı yukarı ortaya çıkarmışlardı. Ancak son gelen 1500-2000 kişilik terör grubunun profili konusunda çok da bilgi sahibi değillerdi. Bu da önlerindeki birkaç gün boyunca daha yoğun bir şekilde çalışma- ları gerektiği anlamına geliyordu.

Şerif, ekibini hem motive etmeye hem de zamanlarının ol- madığı konusunda bilgilendirmeye çalışıyordu. TSK, bu bilgilere sahip olmadan kasabaya girecek olursa, Türk ordusunun vereceği şehit sayısı yüksek oranda artardı. Şerif ve ekibi bu tehlikenin farkında oldukları için kısa uyku vakitleri dışında neredeyse nefes bile almadan çalışıyorlardı.

Sabaha karşı henüz gün doğmadan kasabaya sızıyorlar, tes- pitlerini yapıyorlar, gece yarısına doğru karargâh olarak kullan- dıkları sığınağa geri dönüyorlardı. Önlem amacıyla farklı nokta- larda birkaç karargâh daha kurmuşlardı. Bulundukları yerde bir veya iki günden fazla kalmamaya dikkat ediyorlar, sürekli yer değiştiriyorlardı.

Şerif saatini kontrol etti. 23.00 olmuştu. Dışarıdaki ekip ar- kadaşları karargâha dönmüş, gün boyunca elde ettikleri bilgileri masaya yatırmışlardı. Şerif özellikle Yozgatlı’nın aktaracağı veri- leri merak ediyordu. Terör örgütünün amacını ve nasıl bir tertip- lenme içinde olduklarını acilen öğrenmeleri gerekiyordu.

Herkes çayını alıp toplantıya oturdu. Silahlarını bir an olsun üzerlerinden indirmiyorlardı. Sığınağa girdikleri andan itibaren ilk iki üç saat oldukça kritik bir zaman dilimiydi. Eğer izlenmişler- se sadece iki veya üç saat içinde sığınağa saldırı düzenlenebilirdi.

Bu nedenle tedbiri elden bırakmamaya özen gösteriyorlardı.

(13)

Şerif, semaverden demli bir çay alıp, toplantı masasına oturdu.

Arkadaşlarının yorgunluğu yüzlerinden okunuyordu. Ancak yine de hiçbiri halinden şikâyetçi görünmüyordu.

“Ne yaptınız?” diye sordu Şerif.

“Açıkçası bugün vereceğimiz haberler çok da hoşuna gitme- yebilir” diye söze girdi Boşnak. “Gördüklerimiz bizim midemizi bulandırdı.”

Çerkez de, Yozgatlı da onaylar gibi başlarını salladı.

“Gelenlerin ellerinde tanksavar silahlar tespit ettik” dedi Yozgatlı. “Üstelik bunlar daha önce Rakka bölgesinde bulunan ekipten daha fazla teknik bilgiye sahipler gibi görünüyor. Dona- nımları artmış. İzlemiş oldukları yöntem ve tertiplenmeleri gayet eğitimli olduklarını gösteriyor. Sanırım önümüzdeki süreç hayli zor geçecek.”

Şerif, düşünceli görünüyordu. Kimsenin sözünü kesmeden, önündeki deftere birtakım notlar almaya devam etti.

Çerkez, gün boyunca birkaç kişiyle sohbet etme imkânı bula- bildiğini söyledi. IŞİD’in içerisinde özellikle Kafkas kökenli mili- tanların fazla olduğunu hatırlattı.

“Konuştuğum kişilerin anlattıklarına göre, bunlar yığınaklan- mayı bu kasabada yapacaklar. İşin ilginç tarafı güya Rakka böl- gesindeki kuşatmayı yararak gelmişler. Peki bunların Rakka’dan çıkış hikâyelerini biliyor musun?”

“Gerek yok” dedi Şerif. “Onların ihanet hikâyelerini öyle çok dinledik ki. Konuyu bilmediğim halde neler olduğunu anlatabili- rim sana. Muhtemelen bir bölge özellikle açık bırakıldı ve araçla- rın dışarı çıkmasına müsaade edildi.”

Çerkez acıklı bir tebessümle “Aynen” dedi. “Tam da söyle- diğin gibi oldu. Yeni gelenlerin yanında son dönemde çok da

(14)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-14-

görmediğimiz sıfıra yakın ağır tank ve BMP türü tekerlekli ve paletli zırhlı araçlar bile var.”

“Anladığımız kadarıyla bütün çetin muharebeler bu kasaba- nın içerisinde gerçekleşecek” dedi Boşnak. “Elimizden geldiği kadar asıl yığınaklanma noktalarını tespit edip bu kasabadaki ge- diği bulmak zorundayız. Yoksa genel faturayı çıkarmaya çalışırsak buna ne zamanımız ne de konjonktürel durum müsaade edecek.

Çünkü bugün öğrendiğimiz kadarıyla güneyden buraya doğru Esad ve İran, doğudan batıya doğru da PYD unsurları harekete geçecekler. Kasabanın elimize geçmemesi için ellerinden gelen gayreti gösterecekler gibi görünüyor.”

Şerif, yukarıda nöbet tutan Azeri’yle de konuşmak istediğini söyleyip Yozgatlı’dan Azeri’yle yer değiştirmesini istedi. Yozgatlı sığınağın üzerindeki binaya çıkarak Azeri’yi aşağıya yolladı.

Azeri toplantıya katıldığında son durumun ne olduğu hak- kında kısaca bilgilendirildi. Ekibin, Azeri’nin de fikrine ihtiyacı vardı.

“Ne yapabiliriz sence?” diye sordu Şerif.

“Tek başımıza yapabileceğimizden çok daha büyük bir iş bu”

dedi Azeri. “Ama şunu yapabiliriz” diye ekledi biraz düşündükten sonra. “Bütün noktaları özellikle birliklerin ateş imkânı sağla- ması için ya kızılötesi vasıtalarla işaretleyebiliriz ya da bölgedeki önemli noktalara GPRS benzeri sistemlerle alıcı yerleştirebiliriz.

Hatta başka bir seçenek olarak da vurulması gereken yerlere ufak tefek işaretler bırakarak, birliklerin vurmasını sağlayabiliriz.”

Şerif iyice dikkat kesilmiş Azeri’yi dinliyordu.

“Ama bunları işi çok da uzatmadan yapmak zorundayız”

diye uyardı Azeri. “Eğer burada tutunmayı başarırlarsa ve bir- liklerimizin ilerlemesini engelleyebilirlerse, bu kasaba birileri

(15)

tarafından daha önce de yapıldığı gibi başka bir terör örgütüne peşkeş çekilecek.”

Azeri, PYD terör örgütünü kastederek konuşuyordu. Çünkü PYD nereyi hedeflerse, IŞİD o bölgeye öncesinden girer, sonra da IŞİD’le mücadele adına birilerinin desteğiyle o bölgeyi alıp yerleşirdi.

Şerif bu yüzden Azeri’nin çok haklı olduğunu düşünüyordu.

Kaybedecek bir saniyeleri bile yoktu. Hızlı düşünüp, doğru karar- lar verip harekete geçmeleri gerekiyordu.

“O halde yapacağımız iş belli” dedi Şerif.

Boşnak’tan hâkim bir yer bulmasını ve birliğin genel emniye- tini sağlamasını istedi. Bu konuda ona güveni tamdı. Azeri’yi de önerdiği plan konusunda lider seçtiğini açıkladı ve “Bu konudaki liderimiz sensin Azeri” dedi. “Ben de dahil olmak üzere hepimi- ze emir verebilirsin. Şu andan itibaren karargâhın gözetlenmesi için burada ekip bulundurmayacağız. Ya ben ya da o gün kalması gereken bir kişi bölgede kalacak. Gerekirse ikili veya üçlü grup- lar halinde göreve çıkabiliriz. Belki günlerce uyuyamayabiliriz.

Özellikle kuzeyden gelecek olan birliklere engel oluşturacak te- rörist unsurları tespit etmeye çalışalım. O bölgelerdeki hedefleri vurdurabilirsek örgüt üzerinde bir baskı da oluşturabileceğimizi düşünüyorum.”

Yanındaki haritayı masanın üzerine açan Şerif, işaret ettiği noktalarla ilgili bilgilerini aktardı. Bir saat boyunca harita üzerin- de etraflıca çalıştılar.

Kuzeybatıdan gelecek olan askerler için istihbarat toplayıp pusuya düşmelerini ve mayınlı bölgeye girmelerini engellemeleri gerekiyordu. Kolay bir görev değildi bu. Her baktıkları yerde ma- yınlarla veya tuzaklanmış el yapımı patlayıcılarla karşılaşıyorlardı.

(16)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-16-

Ayrıca terör örgütü kimini kendilerinin ele geçirdiği, kimini de diğer istihbarat örgütlerinden aldıkları ağır tanksavar silahlara sa- hiplerdi. Öncelikle birliklerin bir kısmının şehrin içine sızması, hâkim bir yeri alması, sonra da yavaş yavaş şehrin içine dağılma- sı gerekiyordu. Bunun için de surdaki gediği bulmak gerekiyordu ama gedik neredeydi? Asıl yanıtlanması gereken soru buydu.

Boşnak haritaya bakarken “Zor bir iş olacak” dedi. Gerçekten de zor işti...

Şerif, haritaya dikkatli bakmaktan yorulmuş gözlerini ovuştu- rup tebessüm etti.

“Hatırlar mısınız?” dedi derin bir iç geçirerek. “Derviş’in bize anlattığı bir hikâye vardı. Bence bugünkü durumumuzu tam ola- rak anlatıyor. Tiryaki Hasan Paşa’yı bilirsiniz. Kanije savunmasını yapan ünlü komutan, Osmanlı paşası... Onun hikâyesi bu dönem- de yaşadığımız süreci tam olarak anlatıyor aslında. Türkiye’yi eğer son kale olarak görürsek, ülkemizi kuşatmaya çalışanları da Avus- turya Arşidükü Ferdinand’a benzetebiliriz. İster FETÖ, ister PKK, ister PYD, ister onlarla birlikte hareket eden müttefikler üzerin- den düşünün, fark etmez. Hatırlayın... Yıllardan beri Türkiye’yi kuşatmaya, Türkiye’nin kaynaklarını tüketip teslim almaya çalı- şıyorlar. Ama bu bir türlü gerçekleşmedi. Tıpkı Kanije savunma- sındaki gibi...

Arşidük Ferdinand, Kanije Kalesi’ndeki 5 bin Türk askerinin karşısına 50 bin askerlik kocaman bir orduyla çıkmıştı. Kimler yoktu ki içlerinde. Avusturyalılar, Almanlar, İspanyollar, İtalyan- lar, Papalık adına savaşan Fransızlar, Macarlar... Düşünün 5 bin kişiye karşı 50 bin kişi... Üstelik yanlarında da surları darmadağın edebilecek 42 büyük top da getirmişlerdi. Günde bin beş yüz atış yapıyorlardı. Tiryaki Hasan Paşa da bu güce karşı 5 bin askeriyle

(17)

direniyordu. Veziriazam’a haber göndermesine rağmen yardım gel- meyeceğini bilen bir Tiryaki Hasan Paşa’dan söz ediyorum.

Sınırlı miktarda yiyecek ve barut var elinde. Ama yine de planını sonuna kadar götürebilecek çelik gibi bir dirayete sahip.

Askerlerine hep moral verdi. Durumun kötüye gittiğini onlara hissettirmedi. Kuşatmayı yapanlara psikolojik anlamda bir üstün- lük de vermedi asla. Birliğin durumunu iyi göstermeye gayret etti.

Tabiri caizse kan kustu, kızılcık şerbeti içtim dedi. Savaş tarihi- ne, kendisinden on kat büyük bir orduya karşı mevziini, kalesini teslim etmeyen, ordusunu kırdırmayan tek komutan olarak geç- ti. Türkiye’nin durumu da böyle değil miydi? Kaç yıldır kuşatma altındaydık. İçeriden de dışarıdan da binlerce gülleyle, binlerce hainle uğraştık. Ama bu memleketin evlatları hiçbir zaman kan kustum demedi.

O savaşı hatırlayın. Kuşatmaya gelenler Tiryaki Hasan Paşa’nın öncülüğünde Osmanlı askerinin direnciyle karşılaş- tılar. Her geldiklerinde duvara çarpıp geri döndüler. Kayıpları anormal rakamlara ulaşmıştı. Osmanlı askerinin tüfeği de az, barutu da az.

Barut bitmek üzereyken Hasan Paşa’nın imdadına yine bir as- keri yetişti. Doğada bulunan malzemelerden bir miktar dahi olsa barut üretebilmiş ve barut eksikliğini kısmi de olsa giderebilmişti.

Bu sayede içeride barutun bittiğini düşünen Arşidük’ün adamları, saldırdıkları zaman 18 bine yakın ölü ve yaralı verip geri dön- müşlerdi. Tabii ki bu kuşatma içeriden direnmeye devam edilerek sonlandırılamazdı.

Tiryaki Hasan Paşa kararını vermişti. Bir gece elinde kalan son 4 bin askerinden 3 binini yanına alarak kaleden dışarı sız- maya ve çadırlarda konaklayan kuşatmacıların arasına dalmaya

(18)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-18-

karar verdi. Kuşatmanın 73’üncü gününde düşman askerlerinin üzerine yürüdü.

Düşman askerleri, Osmanlı ordusuna yardım kuvvetlerinin geldiğini düşündüler ve darmadağın oldular. Toplarını tüfeklerini bırakıp kaçtılar. Arşidük Ferdinand muhteşem tahtını bile bırak- tı. Ordusunu yeniden toplayıp Osmanlı askerlerine saldıracaktı, Tiryaki Hasan Paşa’nın ele geçirdiği toplar Ferdiand’ın askerleri- nin üzerine yağmaya başladı. Böylece tam toparlanıyoruz derken bir kez daha bozguna uğradılar.”

Şerif anlattığı hikâyedeki stratejik zekâya, cesarete ve dira- yet gücüne hayranlık duyuyordu içten içe. Bir süre susup düşün- dü. Konuşmaya devam edeceğini bildikleri için kimse ağzını bile açmadı.

Sonra “Arkadaşlar!” dedi ekibine bakarak. “Kaleyi savunmak, her zaman kuşatmaya direnmekle mümkün olmaz. Bazen burçla- rın dışına çıkmak ve muhteşem dedikleri o büyük orduların ara- sına dalmak gerekir. Bugün yine buna benzer şeyler yaşıyoruz ve yaşadıklarımız bize şunu gösteriyor: Türkiye çok uzun zamandan beri süregelen bir kuşatmayı yarıp içinden çıkmayı başardı. Artık bundan sonra dönüş yok. Aldığımız güç, savaşın sonunda Paşa’ya sorulan sorunun cevabında gizli...

Tiryaki Hasan Paşa’ya ‘Bu savaş nasıl kazanılır?’ diye soruyor- lar. O da ‘Sabır, sebat, birlikte hareket ve kumandana itaat’ diye cevap veriyor. İşte bugün bizim de ihtiyacımız olan şey bu ana faktör. Şükür ki hepsi bizde var.

15 Temmuz’dan sonra Fırat Kalkanı harekâtı başladığında, yani kuşatmayı yardığımızda yalnızca 300 askerimiz vardı. Bugün de bu işi Allah’ın izniyle başaracağız. Ülkemizi kuşatmaya gelen- lerin tahtına oturmadan geri dönmek yok.”

(19)

Duygulanmıştı Şerif. Elini uzatıp arkadaşlarının desteğini bek- ledi. Hepsi ellerini birer birer Şerif’in elinin üzerine koyarak aynı anda “Söz!” diye bağırdılar. “Geri dönmek yok!”

Sonrasında yine masanın üzerindeki haritaya eğilerek çalış- maya başladılar. Ayrıca bölgenin uydu haritalarını ve bilgisayar- larını da açarak bilgileri gözden geçirdiler.

“Benim bir önerim var” dedi Azeri. “Birliklerin ilerleyiş hızına ve geliş yönüne bakarsak kuzeybatı istikametinde bir giriş noktası bulabileceğimizi düşünüyorum.”

“Neden böyle düşünüyorsun?” diye sordu Şerif. Meraklanmıştı.

“Açıkçası bütünlüğün bozulduğu yer o taraf” diye devam etti Azeri. “Hâkim bir tepe söz konusu... Ayrıca o hâkim tepe alındığın- da muhtemelen bu kasaba birliklerin görüş alanına girmiş olacak.”

Bu öngörü çok hoşuna gitmişti Şerif’in “Herkes bu fikre katılı- yor mu?” diye sordu ekibine. Herkes hemfikirdi yine...

“O halde bu dış hatta yöneliyoruz” dedi Şerif. “Bütün koordi- nasyonu buraya vereceğiz.”

“Eğer bana vereceğiniz bir görev yoksa müsaadenizle biraz isti- rahata çekilip sonra tekrar görev yerime dönmek istiyorum” dedi Boşnak. Gün doğumuna birkaç saat kalmıştı ne de olsa.

“Hepiniz serbestsiniz” dedi Şerif. “Bu konuda size ekstra bir talimat vermeyeceğim.”

Herkes dağıldığı sırada Azeri, Şerif’in yanına yaklaşarak bir- kaç öneri daha sundu.

“Daha önce denenmiş olan birkaç tane klasik işaretleme yön- temini kullanmayı tavsiye ediyorum” dedi. “Daha önce bu tür meskûn mahal yerlerinde özel işaretleyiciler kullanılmıştı. Bunlar sorun çıkmasını engellemek adına yukarıdan görülebilecek ama yerden pek de fark edilmeyecek özel fosforlu malzemeler.”

(20)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-20-

“Nasıl kullanacağız peki bunları?”

“Yürürken cebimize alıp işaretleyeceğimiz yerlere bacaklarımı- zın arasından yürürken dökebiliriz.”

“Bunu neresi için düşünüyorsun?”

“Özellikle ana giriş güzergâhlarındaki mayınlı bölgelerin ve bazı özel yığınaklanma yapılan karargâhların işaretlenmesi için düşünüyorum. Çünkü oralar şu anda çok daha fazla kontrol al- tında tutuluyor. Biliyorsun, oralara elimizi kolumuzu sallayarak girmemiz kolay değil. Yani sadece bir şansımız olacaktır. Girip etkisiz hale getirirsek, eksiklikleri fark edilir. Bu kez daha fazla tedbir alabilirler. Ama bu tür bir işaretlemeyi çözmeleri kolay olmayacaktır.”

“Peki” dedi Şerif. “Bu konuda serbestsin...”

Azeri çıktıktan sonra Çerkez de Şerif’le kısa bir konuşma yap- mak istediğini söyledi.

“Ben özellikle telsiz dinlemelerine yoğunlaşacağım” dedi Çer- kez. “Bölgedeki ana yığınaklamayı ve harekât planlarını ortaya çıkartmaya çalışırım. Bu yüzden eğer müsaaden olursa, bugün ana karargâhta kalayım.”

Şerif onaylarcasına salladı başını. “Çok iyi olur” dedi. “Ben de bu arada dışarıdaki diğer unsurlarımızı tek tek ziyaret etmek istiyorum. Benim de işime gelir.”

Çerkez’in omzuna dokunarak “Buralar sana emanet” dedi Şe- rif. Ekipmanını toplayıp karargâhtan sessizce dışarı süzüldü.

Sığınaktan güvenli çıkabilmek için üç farklı noktadan tünel- ler kazmışlardı. Bu tüneller sayesinde sürekli aynı noktadan giriş çıkış yapmak zorunda kalmıyorlardı.

Yaklaşan tehdit unsurlarını kolayca fark edebilmek ve çıkış- ta güvenli bir koridor oluşturmak için sığınağın etrafında 600

(21)

metrelik bir alan boyunca sensörler ve kamera sistemleri yerleş- tirmişlerdi. Böylece bölgedeki bütün hareketliliği takip edebi- liyorlar, herhangi bir saldırı karşısında hazırlıklı olabilmek için zaman bulabiliyorlardı. Ancak bir konuda büyük tehlike altında kalabilirlerdi. Nokta atışı yapabilen insansız hava araçlarına ve hava saldırılarına karşı hiçbir şansları yoktu. Bölge dışına çıkar- ken kullandıkları ve “eşekarısı” diye tabir edilen mini İHA’larla bölge üzerinde keşif yapma imkânına sahiplerdi. Bu sayede ko- ridor oluşturarak 600 metrenin dışındaki bir alanı da izleyebili- yorlardı. Şu durumda iki seçenekleri oluyordu. Ya silahsız olarak çıkıp halkın arasına karışıp istihbarat toplayacaklar ve planla- dıkları faaliyetleri icra edeceklerdi ya da silahlı olup hayalet gibi fark edilmeden dolaşacaklardı. Çoğunlukla silahlı şekilde haya- let gibi her yerde olmayı tercih ediyorlardı. Ancak Şerif bugün halkın arasına silahsız karışmak zorundaydı.

Altı yüz metrelik güvenlik şeridinin hemen dışında bir yere silahını ve ekipmanlarını gizledi. Artık bu noktadan itibaren tamamen silahsızdı. Silahını karargâhta bırakmamasının temel sebeplerinden bir tanesi herhangi bir çatışma sırasında bölgede silah bulabilmekti. Bu yüzden birçok yere silah ve ekipman göm- müşlerdi. Ayrıca silahlı olarak örgütün eline geçmemek de çok önemliydi. Aldıkları tedbirlerden biri de mahallelere veya so- kaklara girerken kendileriyle beraber hareket eden ve Türkiye’ye yakın olan insanlardan oluşan bir güvenlik ağı oluşturmaktı. Bu silahlı bir güvenlik ağı değildi elbette, tamamen istihbarata dayalı bir güvenlik ağıydı.

Sokaklarda bulunan yerel dost unsurlar, bölgenin güvenli olup olmadığıyla ilgili sokak geçişlerine Şerif ve ekibinin anlayabilece- ği bir işaret bırakıyordu. Ekip elemanları da bu işaretlere bakarak

(22)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-22-

sokaklarda sivil kıyafetlerle rahatça ilerleyebiliyordu. Özellikle IŞİD’in gelmesinden sonra Türkiye bölgede istihbarat amaçlı çok geniş bir teşkilatlanma gerçekleştirmişti. Bugün bu yatırımın so- nuçlarını alıyorlardı.

Şerif özellikle kuzeybatı istikametindeki sokaklara gitmek is- tiyordu bugün. Yerel unsurlarla bire bir görüşüp neler olduğunu anlamaya çalışacaktı. Fırsat bulabilirse bir mahalle veya beş altı sokağı gezecekti.

Şerif de arkadaşları da aldıkları tedbirlerin tam anlamıyla olumlu sonuç vermesinin mümkün olmadığını tecrübelerine da- yanarak biliyorlardı. Nereden bakılırsa bakılsın üstlendikleri risk yüzde seksenin üzerindeydi. Riskleri çok zaman içgüdüleriyle ön- lemeye çalışıyorlardı.

Silah ve ekipmanlarını bıraktıktan sonra sokaklarda tek başı- na ilerlemeye başladı Şerif. Yaklaşık 500 metre sonra bölgedeki en büyük camilerden biri olan Zemzem Camii’nin yakınlarından geçti. Ziyaret edeceği ilk eve girmeye hazırdı. Evin güvenli olup olmadığını anlamak için sokağın etrafındaki işaretleri görebilecek şekilde bir tur attı. Herhangi bir tehlike işaretine rastlamadı. Evin etrafında bir tur daha attıktan sonra, gidip kapıyı çaldı. İşaretleri belliydi. Şerif, sözleşildiği şekilde kapıyı çaldı ve arkasından teyit amaçlı sorulan soruyu işitti.

“Ahmet sen misin?”

Şerif yine daha önce anlaştıkları gibi söyledi parolayı.

“Hayır, ben Ahmet’in ağabeyiyim.”

Kapı azıcık aralandığında Şerif de sessizce süzüldü içeri. Onu Mesut karşılamıştı. Uzun yıllardan beri bölgede yaşıyordu Mesut.

Arap asıllıydı ama Türkiye’yle olan bağlarını hiç koparmamıştı.

IŞİD’in bölgeye gelmesinden bu yana Türkiye’yle yakın temas

(23)

halindeydi. Ona verilen cep telefonu üzerinden zaman zaman mesajlar geçerek kasabanın içindeki son durumu bildiriyordu.

Şu an gelinen nokta, aslında Mesut gibi dost unsurlar açısından da oldukça vahimdi. Şehre girecek olan TSK unsurlarıyla örgüt mensupları arasında kalma tehlikeleri vardı. Sivillere ve dost un- surlara herhangi bir zarar gelememesi için çatışmalar başladığında güvenli noktalara taşınmalarıyla ilgili ilk önlemler alınmıştı.

Örgüt, çocukların ve kadınların şehir dışına çıkmalarına izin vermiyordu. Bu nedenle Mesut’un ailesi de onunla birlikteydi.

Mesut’la selamlaştıktan sonra birlikte yer sofrasına geçip otur- dular. Mesut misafirine bir bardak çay koyup mutfakta bulabildiği birkaç parça yiyeceği de sofraya getirdi.

Şerif ziyaretine gittiği evlerde yemek sıkıntısı olduğunu bildiği için mümkün mertebe karnını doyurmaz, kalpleri kırılmasın diye ucundan alırdı sadece.

Mesut’un üzerindeki huzursuzluğun farkındaydı Şerif.

“İyi misin?” diye sordu.

“Bölgede çok fazla IŞİD’li var ağabey” dedi Mesut. “Gidenle- rin yerine fazlası geri döndü. İşin ilginç yanı bu sefer gelirken çok daha ağır silahlar getirdiler. Bizim evin hemen 300 metre ilerisin- de bir karargâh kurdular. Ama dışarıdan görmeniz çok mümkün değil. Bizim askerlerden, topçulardan ve uçaklardan çok korkuyor- lar. Ellerinden geldiği kadar dışarıda gezmemeye çalışıyorlar ama benim mahallede gördüğüm kadarıyla yüzün üzerinde IŞİD’li var.”

“Aralarında tanıdıkların var mı peki?”

“Bunlar ilk gelenlerden değil. İlk defa görüyorum. Hatta şunu söyleyeyim, eskiler çok acemi gibi görünüyordu ama yeni gelenler öyle değil. Hem daha iriyarılar hem de kullandıkları silahlar daha yeni. Eğitimliye benziyorlar.”

(24)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-24-

“Nece konuşuyorlar?”

“Bir kısmı Arapça konuşuyor ama gördüğüm kadarıyla gelen- lerin içerisinde Kafkas kökenliler ağırlıkta.”

“Anladım” dedi Şerif. “Sen gözlerini açık et yine. Elinden gel- diği kadar da bize neler olup bittiği hakkında bilgi verirsen iyi olur. Buralar biraz daha tehlike altında olacak. Sana haber verdi- ğimde ailenle beraber hemen bölgeyi terk et. Yok eğer terk ede- miyorsanız, daha önce söylediğim sığınaklara çekilin.”

Gün içinde dört ya da beş sokağı daha gezdi Şerif. Gittiği her yerde aşağı yukarı aynı bilgiler vardı. Gelenlerin güvendikleri bir güç olduğu çok belliydi. İşin detayını Yozgatlı’yla Çerkez’den öğ- renecekti artık. Onlar çok daha derine inmek zorundaydılar ne de olsa.

Şerif son ziyaret ettiği evden çıkınca takip edilip edilmediğini anlamak için bir süre boş gezindi. Sonra silahını bıraktığı yere gitmek üzere ilerlemeye başladı. Vakit öğlen üzeriydi. Arkadaşla- rının da ellerinden geldiği kadar dışarıda çalıştığını biliyordu. Bir an önce karargâha dönüp gelecek olan bilgileri derleyip toplama- ları gerekiyordu.

Kasaba dışındaki çatışma sesleri giderek yoğunlaşmıştı artık.

Belli ki bir şekilde kasabaya girilmek üzereydi. Türkiye’nin kay- bedecek zamanı yoktu. Bir taraftan PYD diğer taraftan Esad ve Esad’ın desteklediği milisler, kasabaya doğru hızla ilerliyorlardı.

Elbette amaçları Türkiye’nin savunmasını düşürmek ve bozguna uğratıp bölgeden çıkartmaktı.

Şerif silahlarını bıraktığı yere farklı noktadan gelerek tekrar ekipmanlarını kuşandı. Karargâhtaki Çerkez’e, telsizle bölgedeki son durumu sordu. Bölgenin temiz olduğu yanıtını aldıktan sonra havadan tespit edilmemek için hızla evlerin arasından ilerlemeye

(25)

başladı. Çünkü IŞİD havadan da kontroller yapabiliyordu. Bu- nun için basit İHA’lar kullanıyordu. Belli ki İHA’ları da birileri tedarik etmişti onlara. Bu sayede yerden kontrol yapmanın yanı sıra havadan da bölgeye hâkim olmaya çalışıyorlardı. Şerif ve ar- kadaşları, görüntü verdikleri andan itibaren başlarına gelecekleri biliyorlardı. Şerif, yarım saat kadar evlerin arasında ilerledikten sonra güvenli ev olarak kullandıkları karargâha giriş yaptı. Sila- hını ulaşabileceği bir noktaya bırakıp günün her saati kaynamaya devam eden semavere uzanıp bir bardak çay aldı. Çerkez’in yanı- na gelip selamladı.

Çerkez bir taraftan kameraları ve sensörleri izliyor, diğer taraf- tan önünde açık duran bilgisayardaki bazı metinleri incelemeye ça- lışıyordu. Şerif, koluyla Çerkez’in omzuna yaslanarak başının üze- rinden yazıları okumaya başladı. “Hayırdır” dedi. “Neler oluyor?”

“Pek de hayırlı bulmadığım bir metni incelemeye çalışıyorum”

dedi Çerkez. “Kasabaya geldiğimde genel olarak uydu bantları kullanarak dışarısıyla yazışmaya çalışan birkaç ekip tespit etmiş- tim, biliyorsun. Onların bilgisayarlarına sızarak gönderdikleri mailleri takip edebiliyordum. Birkaç gündür maillerde ilginçlikler fark ettim.”

Bu açıklama üzerine iyice meraklanmıştı Şerif. Çerkez’in önündeki yazışmalara daha da dikkat kesildi.

“Eskiden buradan dışarıya mail trafiği olurken şimdi dışarıdan buraya mailler yağmaya başladı” dedi Çerkez. “Açıkçası anlaya- madığım bazı şifrelerle bilgiler geliyor. Ne olduğunu çözmeye ça- lışıyorum. Çözdüğümde anlayacağız artık. Sen de bilirsin böyle yerlerde dışarıdan bilgi geliyorsa birileri yukarıdan bölgeyi keşfet- meye başlamış demektir. Saha bilgisinden daha önemli olan tek şey uydu tespitidir.”

(26)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-26-

“Tahminin ne?”

“Ya bizimkilerin koordinatları ya da harekât planlarıyla ilgili bazı bilgiler geliyor zannederim.”

“Peki çözme şansımız var mı?”

“Birkaç yazışma daha yakaladığımda muhtemelen çözmüş ola- cağım. Dediğim gibi istihbarat ters yönlü akmaya başladı.”

Şerif, Çerkez’i rahat çalışması için yalnız bırakarak kendi bil- gisayarının başına geçti. Üstlerinden gelen bilgileri ve mailleri deşifre ederek okumaya başladı. Konjonktürel anlamda sıkıntılı bir dönemde oldukları gayet net ve açıktı.

IŞİD’le mücadele adına kurulan koalisyon, harekâtın belli bir sürecinden sonra Türkiye’yi tek başına bırakmıştı. Türkiye kendi milli unsurlarıyla harekâtı icra ediyordu artık. Başlangıç- taki tedirginlik de azaldığı için TSK’nın kayıpları da azalmıştı.

PYD de, IŞİD de, Esad yönetimi de TSK birimlerini sahada alt edemeyeceklerini biliyorlardı. Türk ordusunun verdiği kayıplara bakıldığında durum açıkça görülebiliyordu. Çoğunlukla gelişmiş tanksavar silahları, havan ve nereden geleceği tespit edilemeyen hava saldırılarıyla Türk ordusu şehit veriyordu. IŞİD, Irak ve Esad yönetimi askerlerine karşı meskûn mahallerde verdirdiği zayia- tı TSK’ya karşı verdirtemiyordu. Bunun için yine büyük babalar devreye girmiş ve bütün saha taktiğini değiştirmişe benziyordu.

Şerif, konjonktürel değişimi, koalisyon güçlerini, terörist grupların kendi aralarındaki bağlantıları anlamaya odaklanmıştı.

Olan bitenle ilgili raporları diğer ekiplerden rica edip kendisine göndermelerini istemişti. Gelen verileri elindekilere ekleyerek yol haritası çıkarmaya çalışıyordu. Koalisyonu oluşturan ülkeler tarafından ekipman ve malzeme sıkıntısı çektirilmeye çalışılan ordu bir şekilde kendi yağıyla kavrulabiliyordu. Silahlı Kuvvetler,

(27)

İHA ve zaman zaman hava kuvvetlerinden yoksun bir şekilde, sadece kara unsurlarıyla beraber sahada ilerliyordu. Artık bundan sonra siyasetin devreye girip bu dengeyi sağlaması gerekiyordu.

Rusya’yla ilişkiler düzelmeye başladığı andan itibaren mütte- fiklik kavramı da neredeyse değişmişti. Dışarıdan bakıldığında Rusya’nın yıllardan beri Türkiye’nin müttefiki olduğu, ABD’nin ise başka bir blokun parçası olduğu düşünülebilirdi. Rusya bir şe- kilde IŞİD’i bölgeden çıkartabilmek için Türkiye’nin önünü açı- yordu. Türkiye diplomasinin gereğini yapıyor ve herkesle masada kalarak teröristlerin bölgeden ve sınırlarından uzaklaştırılması için elinden geleni yapmaya çalışıyordu.

Şerif, kafasının içindeki bu düşüncelerle boğuşmaktan iyi- ce yorgun düşmüştü artık. “Ben yarım saat dinleneceğim” dedi Çerkez’e.

“Tamamdır” Çerkez, gözünü bilgisayardan ayırmadan.

Şerif, çayından bir iki yudum daha aldıktan sonra silahına sarılıp köşesine kıvrılarak uykuya daldı. Çok geçmeden üst üste patlayan bomba sesleriyle yerinden fırladı. Hızla silahına sarılıp doğruldu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ekibini yerinde gö- rünce sakinleşmişti. Hepsi masa başına geçmiş çalışıyordu. Rahat bir nefes alıp silahının namlusunu aşağı çevirdi ve bir bardak taze çay doldurup masa başındaki yerini aldı.

Masadaki tek eksikleri Boşnak’tı o an. Yukarıda silahıyla gö- zetleme yapıyordu hâlâ. Ardı arkası kesilmeyen bombardıman, bulundukları yeri de sarsmaya başlamıştı. Teröristler binaların altında saklandığı için ateş destek unsurları belli bir ölçeğin üzerindeki bombayla binaları ve koruganları vurmaya çalışıyor- du. Bu yüzden bombalar her düştüğünde yaklaşık birkaç kilo- metre çapındaki bir alanı şiddetle sarsıyordu. Kaldıkları bina da

(28)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-28-

öncesinde bombalanmış metruk bir yapıydı. Her bomba, hisse- dilir bir sarsıntıya neden oluyordu.

“Ne var ne yok arkadaşlar?” diye sordu.

“Bir şey fark ettik” dedi Çerkez. “Onun üzerinde çalışıyo- ruz. Emin olmak için birkaç numara çektik ama artık kesinlikle eminiz...”

“Neymiş o?” diye sordu Şerif.

“Maille gelen bilgilerin koordinat mı yoksa başka bilgiler mi ol- duğunu araştırmaya çalışıyordum ya” dedi Çerkez. “Hesabı taklit ederek ben de bir koordinat gönderdim. Daha sonra birliklere sordum ve gönderdiğim koordinata atış yapılıp yapılmadığını te- yit ettim. Bildirimden yaklaşık yirmi dakika sonra bölgeye topçu atışı yapılmış. Artık eminiz... Birileri yukarıdan gözcülük yapıyor.

Birliklerimizi üçboyutlu uyardık. Artık yalnızca yerdeki işlerden değil havadan da gözetlendiklerini bilmelerini istedik. Ellerinden geldiği kadar görüntü vermemelerini ve görüntü vermek zorunda oldukları yerlerde uzun süre kalmamaları gerektiğini hatırlattık.”

“Bu bizim açımızdan iyi oldu aslında” dedi Şerif. “Durumu le- himize kullanabiliriz.”

“Katılıyorum” dedi Çerkez. “Ben de tam da bu konuyla ilgili birkaç planlama yaptım. Arkadaşlarla onu tartışıyorduk.”

“İsterseniz ben de yaptığım planı açıklayayım” diye söze girdi Azeri. “Bugün birkaç kritik yere özellikle havadan görülebilecek şekilde işaretleme yaptım. Kimi yerler için merkezlerin koordi- natlarını, kimi yerler içinse GPRS ve sinyal gönderen cihazlar bıraktım. Artık hedefleri, hava kuvvetleri mi yoksa diğer unsurlar mı ateş altına alacak, onlar karar versinler. Ama bir şekilde bu IŞİD’lilerin yerlerinin bilindiği konusunda paniğe kapılmalarını istiyorum.”

(29)

Ekip Azeri’nin bu fikrine tamamen katılıyordu.

“İlgili yerlere gerekli koordinatları bildirdik” dedi Çerkez.

“Deminden beri yapılan atışlar da bunlar işte. Bütün gece sürecek gibi görünüyor. Yarın sabah tekrar yer değişikliği olup olmadığı, vurulan hedeflerdeki kişilerin başka yerlere gidip gitmedikleri ko- nusunda ayrıca bir inceleme yapacağız. Ama şunu artık net olarak biliyoruz: Bu kasabada bizler de çok güvende değiliz. Artık binala- rın bodrum katları bile güvenli değil.”

“Ne yapabiliriz?” diye sordu Şerif.

“Birlikler girmeye başladığı anda bizim de buradan çıkmamız gerekiyor, o yüzden yaklaşık iki günlük süremiz var. Bu iki günlük süre içinde ne yapabilirsek yapmamız lazım.”

“Katılıyorum” dedi Şerif. “Yolumuz uzun. Biz yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Artık bundan sonrası önce Allah’ın, sonra komu- tanların ve silah arkadaşlarımızın yapacaklarına kaldı. Allah yâr ve yardımcımız olsun.”

Hepsi bir ağızdan “Âmin” diyerek katıldılar bu duaya.

“Bugünkü planlama nedir?” diye sordu Şerif.

“Farklı vasıtalarla bizim için çalışan ekipleri de uyaralım” dedi Azeri. “Bulundukları yerleri terk etsinler, ellerinden geldiği kadar ailelerini koruma altına alsınlar.”

“İsterseniz bunun için on iki saat daha bekleyelim” dedi Yoz- gatlı. “On iki saat sonra bildirelim ki birlikler girmeden tedbir almaya çalışmasınlar.”

“Peki” dedi Şerif. “Söylediğin gibi olsun. Ben bugün son kez yine tek başıma çıkıp bütün sahayı göreceğim. Hepimiz yapacağı- mız işleri tamamlayalım artık.”

“Ben de istirahattan sonra çıkıp patlamaları yapacağımız yerler- deki fünyeleri çalıştıracağım” dedi Azeri. “Biz çıkarken patlamaların

(30)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-30-

gerçekleşmesini sağlamak istiyorum. Bu patlama çıkış için bize em- niyetli bir koridor oluşturur.”

Toplantının ardından herkes kısa süreliğine de olsa köşesi- ne çekilip istirahat etti. Birkaç saatlik uyku bile dinlenmelerine yetecekti. Derin uykuya dalmayalı öyle uzun zaman olmuştu ki, artık gözlerini bir anlığına bile kapadıklarında kendilerini uyku- daymış gibi hissedebiliyorlardı.

Hepsinin içinde dile dökülmemiş bir tedirginlik vardı aslında.

Bundan sonra neler yaşanacağını merak ediyorlardı. Bu mücade- lenin yalnızca IŞİD’le Türkiye arasında yaşanmayacağını biliyor- du hepsi. Bu mücadele Türkiye karşıtı koalisyonla Türkiye sevda- lıları arasındaydı aslında.

Arkadaşları istirahata çekildikten sonra Şerif onlara küçük bir sürpriz hazırlamak istedi. İmkânsızlıklar içinde lezzetli bir ye- mek hazırlayacaktı. Belki de bu kasabada yiyecekleri son yemeği sunacaktı onlara. Ellerindeki yemeklik malzemelere bakmak için kiler olarak kullandıkları küçük depoya gitti önce. Bolca kavur- ma, biraz da salçayla bezelye buldu. Arazi usulü sac kavurma yap- maya karar verdi böylece. Malzemeleri içeri taşıyıp gazlı ocağın yanına sıraladı. Yiyecek malzemeleri Türkiye’den getirmişlerdi.

Duman ve koku çıkarmadan yemek yapmak zorundaydılar her zaman.

Arkadaşlarının birkaç saat uyumasına fırsat vererek yemeğini pişirmeye başladı Şerif. Küçücük odada mis gibi yemek kokusunu duyan kalkıp ocağın başına geldi.

Şerif yere eğilerek gazlı ocağın üzerinde yemeği pişirirken di- ğerleri iştahla ve keyifle izliyorlardı onu. Yemek işi hallolmuştu ama ağızlarını daha da tatlandırmak için bir dilim bile ekmek yoktu maalesef.

(31)

“O işi ben çözerim” dedi Yozgatlı. Unla suyu karıştırıp basit bir pişi hazırladı. Arkasından diğer küçük ocağın üzerine yerleştirdiği tavaya yağ koyarak pişiyi kızartmaya koyuldu. Bu gösterişsiz ye- mek bile nasıl da iyi hissettirmişti. Eski günlere dönüvermişlerdi hemen. Birlikte yemek yemeyi çok severlerdi ne de olsa. Çünkü başka zamanlarda aynı masada bir araya gelme şansları olmuyordu çoğunlukla. Ya göreve ya eğitime gidiyorlardı çünkü. Bir arada olabildikleri tek ortam bu şekilde denk gelebilen yemek saatleri olabiliyordu ancak.

Şerif, yanında oturan Çerkez’e bakıp “Boşnak’a da haber ve- rin” dedi. “Aşağı gelsin. Sensörlerle ve kameralarla yarım saat ka- dar izleyebiliriz etrafı. Dışarıda kalmasına gerek yok.”

Çerkez Boşnak’ı çağırmaya giderken, Azeri de yemeklerin ko- kusunu alıp uyanmıştı.

“Bugünkü aşçımız sensin anlaşılan Şerif” dedi.

“Bana hep aynı işi yıkıyorsunuz ne yapayım” dedi Şerif güle- rek. “Daha senin yörenin yemeklerini yemek nasip olmadı.”

Azeri coşkulu bir kahkaha atarak karşılık verdi. “Söz” dedi.

“Bir dahakine ben yapacağım yemekleri...”

Küçük tabaklara bir avucu geçmeyen yemeklerini alıp iştahla yemeye koyulmuşlardı bile. Kimse iş konuşmuyordu bu kez. Eski günlerin tatlı anılarını hatırlayıp anlatarak yüksek sesli kahka- halar atmadan gülüşüyorlardı. Normal şartlarda eski günlerden konuşurlarken yerlerde yuvarlanacak kadar gülerler, eğlenirlerdi.

Ancak bulundukları ortam hiçbir şeyin keyfini sonuna kadar ya- şamalarına müsaade etmiyordu.

Yemekten sonra “Arkadaşlar” dedi Şerif. “Son bir kez dışarı çıkıp bölgeyi kontrol etmek istiyorum. Atışlara birkaç saat ara verileceği mesajı geldi. Bu zaman zarfında neler olduğunu görmek istiyorum.”

(32)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-32-

“Ben de çıkıyorum” dedi Boşnak. Peşinden Azeri ve Yozgatlı da çıktılar. Çerkez bir başına kalmıştı. Arkadaşlarının arkasından bakarak “Beni burada bırakmaya iyice alıştınız” dedi şaka yollu.

“Ama bu son yalnız kalışım. Bir daha arkada bırakırsanız ben de kalkar giderim.”

Hepsi silahlarını da alarak farklı yönlerde sığınaktan ayrıldı- lar. Bu kasabadaki son günleriydi artık. Bundan sonra burada ya- şanacaklar, Şerif’in ve arkadaşlarının kontrolü dışında kalacaktı.

***

Şerif, silah ve ekipmanını gömmüş, kasabanın sokaklarında yürüyordu yine. Geçen gün uğrayamadığı son evi ziyaret edecekti bu kez. Seri adımlarla ilerliyordu ki, sokağın güvenli olduğuyla ilgili hiçbir işaret bırakılmadığını fark etti. İkinci turu da attık- tan sonra bölgeyi terk etmeye hazırlanıyordu ki iki kişinin peşi- ne takıldığını fark etti. Silah bulabileceği en yakın yere yaklaşık 600-700 metre kadar uzaklıktaydı. Adımlarını hızlandırmıştı ama peşindekiler de onunla birlikte hızlanıyorlardı. Daha önce yapmış olduğu güzergâh keşfi sayesinde silahlarının yanına en kısa me- safeden nasıl gidebileceğini biliyordu. Son 300 metre kaldığında peşindekiler de aradaki mesafeyi iyice kısaltmışlardı. Neredeyse 50 metre kadar yakındaydılar Şerif’e. Yanlarında uzun namlulu silahlar yoktu ama boş da değillerdi kuşkusuz.

Şerif’in varmayı hedeflediği yere 100 metre kaldığında, ta- kipçilerle arasındaki mesafe de 20 metreye kadar düşmüştü. Bir tanesinin elini beline doğru attığını fark edince koşmaya baş- ladı Şerif. Çok sürmemişti ki ilk mermi yanından geçti. Yalnız işin içinde bir tuhaflık sezmişti Şerif. Mermi arkadan değil, ön

(33)

tarafından gelmişti. Bunları düşünmeden koşmaya devam edi- yordu. Neyse ki silahını gömdüğü yere ulaşmıştı artık. Silahı- nı aldığı gibi arkasına dönüp doğrulttu ama peşindeki adam- lardan birinin elinde silahla yerde hareketsiz yattığını gördü.

Diğeriyse gizlenmeye çalışıyordu. Saklandığı yerden başını ilk çıkardığı an, arkadaşının uğradığı sona uğradı. Yanında telsiz olmadığı için kimseyle görüşme imkânı yoktu Şerif’in. Fakat bu atış tekniğini gayet iyi tanırdı. Boşnak’ın işi olabilirdi bu... Yine Şerif’in koruyucu melekliğini yapmış, yüksek noktadan takipçi- leri etkisiz hale getirmişti.

Silahının bulunduğu yere sakladığı küçük el telsizini alarak arkadaşlarını uyardı. “Arkadaşlar muhtemelen deşifre olduk.

Sokaklarda kalmayın, hemen bölge dışına çıkın. Herkes ikinci kontrol noktasına gelsin” dedi.

Artık acil tahliye planını devreye sokmaları gerekiyordu. Şe- rif diğer silahlarını bıraktığı bölgeye doğru hızla ilerlerken, ekip arkadaşları da her zamanki karargâha dönmek yerine başka bir noktaya yönelmişlerdi.

Çerkez mesajı aldıktan sonra bubi tuzaklarını ve uzaktan ku- mandayla patlatacağı sistemi devreye sokmuştu. Ekipmanlarını da yanına alarak arkadaşlarıyla buluşacağı noktaya gitmek için karargâhı terk etmişti. Çıktıktan sadece 100-150 metre sonra çapraz ateşe tutuldu. Ne sensörlerden ne de kamera sistemlerin- den fark edebilmişti yaklaşan teröristleri. Belli ki gelenler profes- yoneldi. Tam tüfeğini eline alıp ateş etmek üzereydi ki yukarıdan inen bombanın sesini duydu. Arkasını dönüp baktığında sığın- dıkları karargâhın vurulmuş olduğunu gördü. Patlama öylesine şiddetliydi ki yükselen toz bulutu her tarafı kaplamıştı. Göz gözü görmüyordu neredeyse...

(34)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-34-

Çerkez açısından bölge dışına çıkmak için bulunmaz fırsattı ortalığın toz bulutu altında kalmış olması... Hızla ilerlemeye baş- lamıştı ama asıl tehlike havadaydı şu an. Bulundukları karargâhı vuran bomba, sığınak delici olarak nitelendirilen bir mühimmat- tı. Bölgede herhangi bir Türk savaş uçağının faaliyeti olmadığı için açıkçası bunu kullanabilecek güce sahip bir tane grup var- dı. O da koalisyon devletlerinden biriydi kuşkusuz... Çünkü ne İran’ın ne de Suriye’nin bu kabiliyette bir uçağı vardı bölgede.

Çerkez bütün bunları düşünerek buluşma noktasına vardı. Ekip arkadaşları onu bekliyordu. Dışarıya çıkabilmek için kat etmeleri gereken mesafe bir kilometre kadardı.

Dolayısıyla ortalığın biraz hareketlendirilmeye ihtiyacı vardı.

Şerif, Azeri’ye dönerek “Artık şenlik zamanı” dedi. Azeri uzaktan kumanda sistemini çıkartarak daha önce kurmuş olduğu patlayıcı sistemleri devreye sokmaya başladı. Bulundukları yerin yaklaşık birkaç kilometre ilerisindeki alanda şiddetli patlama sesleri işitil- meye başlandı. Bunun üzerine Şerif ve ekibi tam tersi istikamet- ten PYD’ye yakın olan sınır hattından bölge dışına çıkmak için harekete geçtiler. Bu alanda IŞİD fazla tedbir almamıştı. Düşman gibi görünenler, birbirlerine iyice sırtlarını dayayabiliyorlardı ar- tık. Fazla zorlanmadan birkaç noktada susturucu silahlarıyla terö- ristleri etkisiz hale getirerek bölge dışına çıkmayı başarmışlardı.

Şimdi yapmaları gereken tek şey Münbiç üzerinden Cerablus’a ulaşmaktı. El Bab bölgesinden ayrılıyorlardı sonunda.

(35)

Cerablus-Ankara

Kasabadan çıkmış olmalarına rağmen 7-8 kilometre daha dur- madan ilerlediler. Bir ara Boşnak, Şerif’in kulağına eğildi ve “Ha- yatımda hiç böyle piknikteymişim gibi rahat dolaştığım başka bir yer olmadı” dedi. Şerif, başını çevirmeden güldü.

“Kobani’de birbirlerinin gırtlaklarını kesenler bugün gördü- ğün gibi birbirlerine sırtlarını dayamışlar” dedi. “Zaten daha o günden bu işin böyle olacağı açıkça belliydi. Birilerini aklamak istiyorsan ondan daha kanlı bir örgüt yaratırsın. O örgütün kanlı havuzunda herkesin kendi kanlı ellerini yıkamasını seyredersin.

Bugün bir kahraman yaratılması ve o kahramanla bu bölgeye si- lah ve ekipman taşınması gerekiyordu. Kobani iyi çekilmiş bir Hollywood senaryosudur aslında. Bütün dünya bu senaryoyu yedi.

Ama göreceksin, birkaç yıl sonra herkes bunların ne olduğunu görecek. Hatta bunların kim olduğunu gösterenler de bugün yine aynı koalisyonun içerisinde hareket eden ortaklar olacak. Çünkü hepimiz biliyoruz ki artık dünya global bir köy...”

Boşnak destekler gibi Şerif’in sırtına elini vurdu. “Haklısın”

dedi. “Hadi biz işimize bakalım şimdi...”

(36)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-36-

Birkaç kilometre daha gittikten sonra durup dinlendiler. Di- ğer ekiplerle telsiz irtibatı kurmuşlardı. Şerif ve arkadaşlarının alınacakları noktaya araçlar gönderildi hemen. Ekibi bölgeden alacaklardı.

Sacur Çayı’na 5-6 kilometre yakınlıkta bir alandaydılar. Yoz- gatlı ekibe “Siz biraz istirahat edin ilk nöbet bende” dedi. Bunun üzerine ekip mevzi alacakları yere giderek buldukları en güvenli noktalarda sırtlarını taşa dayadılar ve tavşan uykusuna yattılar.

Yozgatlı Şerif’i sarsarak uyandırdığında Şerif aradan ne kadar zaman geçtiğini anlamamıştı bile. Sanki sadece birkaç dakika uyumuş gibi hissediyordu kendini. Yozgatlı heyecanlı bir sesle

“Dinlemen gereken bir telsiz konuşması var” dedi. “İkinci banda geç.” Şerif derhal toparlanıp ikinci bandı açtı ve telsiz kulaklığını kulağına taktı. Karşı taraftan çatışma seslerinin geldiğini işitti.

Özel Kuvvet birimlerine havadan saldırı yapılıyordu, üstelik de kasabanın dışında...

Sınırdan yaklaşık 40 km içerideydi Özel Kuvvet birimleri. Ha- vada kendilerine kep görevi yapacak olan F-16’lar yoktu. Yerden havaya atış yapacak olan füze sistemleri de... Ellerinden geldiği kadar örtü ve gizlemeden yararlanarak bölgenin dışına çıkmaya çalışıyorlardı. Ama maalesef atılan varil bombasıyla bir Özel Kuv- vet mensubu şehit olmuş birkaç tanesi de yaralanmıştı. Şerif’in yüzü düştü birden. “Bugün yaşadığımız şey anlaşılan sürpriz değil- miş” dedi. “Bütün düşman kardeşler aynı noktada birleşmişler, bu kasabaya Türkiye’yi sokmayacaklar.”

Türkiye bu kasabaya ilerlemeden önce yaklaşık 20 km mesa- feden itibaren zaten koalisyon desteğini kaybetmişti. Koalisyon, IŞİD’le mücadele iddiasıyla bölgeye gelmiş olmasına rağmen, bu terör örgütüyle en etkin mücadeleyi yapan Türkiye’yi yolun

(37)

ortasında bırakmıştı. Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında bu harekâtı tek başına yapamayacağına inanan müttefikleri, bu ko- nuda ne kadar yanıldıklarını da gördüler. Geriye dönüp bir defa bile bakmayan siyasi otorite ileri doğru ilerleme kararı almıştı.

İşte her şey, bu karardan sonra başlamıştı.

Yozgatlı diğer arkadaşlarını da uyandırmıştı. Hepsi telsizlerini dinliyorlardı şimdi. Çerkez, Şerif’in yanına giderek “Geri döne- lim mi?” diye sordu. “Olmaz” dedi Şerif. “Bu saatten sonra tekrar içeri girmemizin bir anlamı yok. Ülkenin başka bir yerde başka bir şekilde bize ihtiyacı var. Özel Kuvvetler bu işi halleder, bun- dan en ufak bir şüphem yok. Ama Türkiye düşmanları ellerinden geldiği kadar süreyi uzatmaya ve Türkiye’yi baskı altına almaya çalışacaklar. Türkiye sınırlarında kuşatma yapamayanlar bu kasa- bada bir kuşatma oluşturmaya çalışacaklar. Açıkçası gedikten dı- şarı çıkan bu akıncı boylarını tekrar gedikten içeri süpürmek için ellerinden geleni yapacaklar. Ancak ben bu arkadaşları tanıyor- sam, bunlar herkesi süpüreceklerdir tarihin o tozlu sayfalarına.”

Şerif düşünceliydi. “Aklıma bir şey geldi” dedi sonra. “Biz bu kuşatmayı ilk yardığımızda karşılaştığımız ilk saldırıya ve ilk şehitlerimizi vermemize Cerablus’un hemen güneyindeki PYD mevzileri neden olmuştu. O mevzileri vurup öyle çıkacağız bura- dan. En azından bunu yapabiliriz. Arkadaşlarımızın arasında bu plana itiraz eden bir kişi bile varsa planı derhal iptal edeceğim.

Ama herhangi bir itiraz yoksa iki dakika sonra hep birlikte duru- mu planlayalım.”

Boşnak, ekip arkadaşlarının yanına gidip Şerif’in teklifi- ni sorduğunda hepsi bulundukları köşeden ellerini kaldırarak olumlu karşılık verdiler. Şerif zaten başka bir cevap beklemiyor- du ekibinden.

(38)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-38-

Onlar birlikte büyümüşler, birlikte kan dökmüşler, birlikte kan kaybetmişler, yine birlikte kayıplar yaşamışlardı. Birinin söyledi- ğine diğeri asla itiraz etmez, yalnızca katkı sunardı. Birkaç dakika sonra hepsi ekipmanlarını alıp Şerif’in bulunduğu yere geldiler.

Şerif laptopunu çıkartıp bölge haritasının üzerinde işaretleme- ler yaptı. Gidecekleri istikameti belirlemeye çalışıyordu. Aşağı yukarı plan belli olmuştu artık. Yaklaşık 4-5 km kadar güneydo- ğuya kayacaklar, arkasından tekrar kuzeye doğru ilerleyecekler- di. Bölgede tanksavar silahlarından ve birkaç zırhlı araçtan olu- şan kuvvetli bir PYD mevzii vardı. Bunları imha ettikten sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünüyorlardı. Şerif, Azeri’yi ve Yozgatlı’yı önden gönderecekti.

“Siz ilerleyin” dedi. “Bizim de gelebileceğimiz uygun bir yer bulduğunuzda haber verin. 20 dakikalık bir mesafeyle arkanızdan ilerliyor olacağız. Böylece hem pusuya düşmemiş oluruz, hem faz- la dikkat çekmeyiz.”

Azeri ve Yozgatlı görevlerini iyi anlamışlardı. “Tamam” dediler.

“O halde beş dakika içinde yemeklerimizi bitirelim” dedi Şe- rif. “Bu arada bizi almaya gelen ekibe yeni koordinatları ve bulu- şacağımız zamanı bildireceğim.”

Ekip bir an evvel karnını doyurmak istiyordu ama aldıkları şahadet haberi yüzünden kimsede iştah yoktu. Lokmalar boğazla- rına diziliyordu adeta. Güçten düşmemek için zorla birkaç yudum atıştırdılar.

Cerablus’un güneyindeki PYD mevzilerini planladıkları gibi vurduktan sonra süratli bir şekilde buluşma noktasına vardılar.

Ekibi bölgeden almak için gönderilen zırhlı araçlar da hazır bek- liyordu. Derhal araçlara binip bölgeden hızla çekildiler. Bu sırada hava hedeflerine saldırı yapabilme kabiliyetine sahip olan kaide

(39)

monteli Stinger araçları da Cerablus’tan içeriye doğru süratle iler- lemeye başlamıştı. Artık işin şekli değişmişti. Mücadele IŞİD’i aşalı çok olmuştu.

Karkamış’taki sınır kapısına ilerlerken yolun iki tarafında kısa adı METİ olan Mayın El Yapımı Patlayıcı Tespiti ve İmha timleri, bombalı tuzakları imha etmek için hazırlık yapıyorlardı.

Terör örgütünün bölgeyi ele geçirdikten sonraki ilk işi Cerablus sınır kapısını havaya uçurmak olmuştu. Arkasından Türkiye’den Cerablus’a giden karayolunu çift taraflı EYP’lerle tuzaklamıştı.

Bölgede bilinen patlayıcının miktarı yaklaşık 100 tonun üzerin- deydi. Bu yol temizlenmeden açıkçası Suriye’ye ticari faaliyetle- rin başlaması mümkün değildi.

METİ timleri işte bu bölgeyi temizleyecekti. Karkamış sınır kapısından Türkiye sınırına girdiklerinde hem biraz soluklanmak hem de ellerini yüzlerini yıkamak için bölgede koordinasyon merkezi olarak kurulmuş karakola gittiler. Sırt çantalarını ara- bada bırakıp yanlarına sadece giyecekleri sivil kıyafetleri alarak içeri girdiler.

15 Temmuz’dan sonra bölgedeki bütün unsurlar birbirleriyle ortak hareket etmeyi öğrenmişlerdi. Özellikle Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Dış Operasyon Dairesi, Gaziantep Valiliği, bakan- lıkların temsilcileri ve Kara Kuvvetleri ile Hava Kuvvetleri’nin unsurları bu merkezde ortak çalışıyorlardı. 15 Temmuz, herkese ortak hareket etme kültürü kazandırmıştı. Geçmişte farklı kıya- fetlerdeki insanlar sivil araçlarla karakol bahçesine girmiş olsalar- dı kıyametler kopardı. Ancak bugün herkes yaşanan bu değişime hazırlıklıydı.

Şerif ve ekibi karakol komutanına selam verip, nerede temiz- lenebileceklerini sordular. Kendilerine mihmandar olarak tahsis

(40)

Mete Yarar // Oyunun Sonu

-40-

edilen bir askeri personel, onlara hem yıkanabilecekleri, hem de dinlenebilecekleri bir alan gösterdi. Hepsi duşlarını alıp giyinmiş- lerdi ki Boşnak duştan çıkmak bilmiyordu bir türlü. Bu yüzden Boşnak’ı beklemek zorunda kalmışlardı. Çıktığındaysa karşısına geçip onu alkışlamaya başladılar. Çerkez, Boşnak’la dalga geçi- yordu yine:

“Boşu boşuna Tarkan demiyorlar sana. Yine saçlarını taradın, jöleledin öyle çıktın değil mi?”

Boşnak sahiden de günlerdir duş bile alamadığı bir karargâhtan değil de, yazlık bir otelden çıkmış gibiydi. Arkadaşlarının bütün bu takılmalarına alışkın olduğu için cevap bile vermedi. Elini sal- layıp karakol bahçesine park ettikleri araca doğru ilerledi. Arka- daşları da peşinden...

Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Gaziantep Havalimanı’na vardılar. Ekibi almak için Ankara’dan gönderilen uçak da pistteydi.

Havalimanına gelince Fırat Kalkanı harekâtı için kurulan koordinasyon merkezine girdiler önce. Diğer yolcularınkinden bağımsız özel bir ünite açılmış, bu ünitenin kontrolü de bölgede- ki koordinasyondan sorumlu ekibe verilmişti. Hiç oyalanmadan yarım saat önce havalimanına inmiş olan özel uçağa doğru ilerle- diler. Önde Yozgatlı yürüyordu, arkasında da Şerif... Peş peşe uça- ğa giriş yaptılar. Uçak yolcularını aldıktan sonra hiç beklemeden Ankara’ya hareket etti. Bir saatlik yolculuğun ardından Ankara Esenboğa Havalimanı’na indiler. Şerif, inmeden evvel “Hepiniz serbestsiniz” talimatını verdi ekip arkadaşlarına. Herkes istediği yere gidebilirdi. Dileyen kendi ülkesini bile ziyaret edebilir anla- mına gelen açık bir çekti bu talimat...

(41)

15 Temmuz gecesinden beri hepsi yoğun bir koşturmanın için- deydiler zaten. Sadece onlar mı, bütün memleket koşturuyor, 80 milyon bu sorunu çözmeye çalışıyordu.

Şerif yakın zamanda arkadaşlarına farklı bir alanda ihtiyacı olacağını biliyordu. O yüzden biraz soluklanmaları hepsine iyi ge- lirdi. Kendi de Suriye’deki gözlemlerini yetkililerle paylaşacaktı bu sırada.

Çankaya’daki evine gitmesi şimdilik mümkün değil gibi görü- nüyordu. 15 Temmuz’dan sonra kimin kimden olduğu konusunda müthiş bir karışıklık vardı ve herkes bu yüzden fazlasıyla tedir- gindi. Bu nedenle Ankara içerisinde başka bir güvenli eve git- mek zorundaydı. Sırt çantasını alıp evinden ayrılalı aylar olmuş- tu. Hayatında kimse olmadığı için gurur duyardı bu yüzden. Bir kadın için çekilecek kahır değildi bu. Evde bir kadının bekliyor olması sorumluluk demekti, hesap vermek, emek vermek, zaman ayırmak demekti. Buna rağmen yalnızlığın da yorucu olduğunu düşünüyordu Şerif. Yaşadığı yorgunluk, onu yalnızlığa karşı daha duyarlı hale getiriyordu.

Ankara’nın içindeki güvenli evine gelmişti sonunda. Ölçü- lerine göre hazırlanmış olan takım elbiseler, ayakkabılar ve spor malzemeleri önceden yerleştirilmişti eve. Her şey derli toplu bek- liyordu dolapta. Eşyaları gözden geçirirken birkaç eksiği olduğu- nu görmüştü Şerif ama önemli değildi. Dışarı çıktığında kendi de alabilirdi.

Evi baştan aşağı kontrol ettikten sonra girişe ve odaların çeşit- li noktalarına silahlarını yerleştirdi. Artık rahatlama zamanıydı.

Üzerini çıkarıp doğruca sıcak suyla dolu küvete bıraktı kendini.

Bugün hiçbir şeyle uğraşmayacaktı. Yarınki programında bir dolu randevu görünüyordu.

Referanslar

Benzer Belgeler

ürünlerinin coğrafi işaret tescilini alması ürünün kalitesinin ve yöresel özelliklerinin devamlılığı açısından önemlidir..  O yörede üretilen aynı veya benzer

Zorunlu seyahat sigortası; acentemiz tarafından tüm misafirlerimize ücretsiz olarak yapılan sigorta kapsamı detayları; acentenin iflası veya herhangi bir nedenle Paket Tur

rında dörtnala koşan kan vasıtasıyla ulaşıyordu: önce mavi bir salon, sonra geniş bir koridor, halı kaplı bir merdiven. Üst katta

Therefore, this paper reports a BLE 5.0-based ultra-compact wireless sensor-based edge that can detect off-gas early, as well as measure the temperature,

Her biri 45 dakika süren iki devre halinde yapılan maçta 20 dakika mola

Schottky bariyer diyotun kararhhgi ve performansi, metal ve yaniletken arasmda olusturulan arayiizey tabakasmdan oldukca etkilenir[2). n-tip i InP iizerine metal-yaruletken

Eğer reçeteli ya da reçetesiz herhangi bir ilacı şu anda kullanıyorsanız veya son zamanlarda kullandınız ise lütfen doktorunuza veya eczacınıza bunlar

Bu beş ülke Türkiye adına ka- rar verebiliyor, İran adına karar verebiliyor, Suriye, Irak, Filistin, Yemen, Sudan, Libya adına karar verebiliyor.. Afganistan adına