• Sonuç bulunamadı

175 ç)Ori'<r £ vJTuI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "175 ç)Ori'<r £ vJTuI"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S a n a t

S A N A T K A R L A R A N L A Ş A M I Y O R L A R ! . .

Yazan : Childe Reese

Tercüme eden : Yük. Mimar Celile Berk

Sanatkârların tamamen anlaştıkları bir nokta varsa o da vmumî halk kütlesinin sanatın ne demek olduğu hakkındaki bilgi::min pek az oluşudur. Za-ten, sanat işi knrışık ve çok dikkat ve mesai istiyen bir etüddür. Ortalama bir insandan onun esaslarını araştırıp öğrenmesini beklemek belki mümkün ol-mıyan bir şeyi istemek demektir. Şu halde, halkın, sanat hakkındaki fikirlerinin müphem oluşu şaşı-lacak bir şey değildir; asıl hayreti mucip olabilecek

nokta, sanatkârların düşüncelerinin halkınkinden vazıh olmayışıdır. Zira, sanatkârlar halkla anlaşa-mamazlıkta hem fikir iseler de kendi aralarında na-diren anlaşmışlardır. Meslek arkadaşlannda hatalar bulmak, gye usul ve ideall-ari farklı olunca onları kabahatli çıkarmak, insan ruhuna yabancı olmıyan bir şeydir. Fakat müşterek kriteriyumlar bulunma-dığı için halkın neye inanacağını bilememesi şaşı-lacak bir şey midir? Sanatkârları karma karışık bir durumda gören halk şaşıımayıp ne yapsm?

«Sanat taklittir» diyen Aristo idi. Aristo'nun sanattan anlamadığını kabul edelim. Zaten o sanat-kâr değil, feylezof olacak kadar talihsiz bir Yunanlı idi. Fakat Fieasso ya ne buyurulur? Sanat üzerine muhakeme yürütmeğe salâhiyettar bir kimse varsa o da Picasso değilmidir? Zevki, orijinalitesi ve tü-kenmez istMadı vardır. O, zamanımızın en meşhur ve belki en kabiliyetli sanatkârıdır. Lâkin güzel sa-natların o ı yorulmak biımez hokkabazı «Sanat va-£ itası ile, tab'afm neden ibaıet olmadığı hakkındaki düşüncelerimizi ifade ederiz», derse biz ne yapalım.

«Tabiat ekseriya haksızda* sözünün müelliii Whist-ler bile bu istihzayı kıskanabilir. Şu halde, bura-dan, Picasso'nun haklı olduğu neticesine mi varma-lıyız? Fakat ondokuzuncu asır realişti Courbet baş-ka düşüncede idi. Courbet: «Güzellik tabiatta

bu-lunur... Ressamın ona bir şey ilâve etmeğe halikı yoktur. Tabirdin bahşettiği güzellik bütün sanat telâkkilerinin üstünde bir yer işgal eder», demişti. İşte burada, Picasso ile Courbet yi sanatın iki karşı kutpundan O-rbirile alay lettiklerini görüyoruz. Sa-natkârlar beyledirler. Fransız klasisizminin kaynağ: olan ve mihrîb'nda büyük küçük bütün artislerin diz çöktüğü büyük Poussin değilmi idi. «A.sil bir mevzu her günkü kirden uzak bir mevzu

seçilme-lidir» diyen. Millet, Courbet ve Manet'nin realizme bürünen ruhları nerede! «Maksat kâfi derecede

yüksek olur ta her hangi bi? noktadan başlayıp

ul-viyete erişilebilir, bu ulviyet her hangi oır mevzu ile ifade edilebilir», diyen ciddî ve samimî bL- insan olan Millet idi. Bu sözlere cesur Courbet şunları ilâve etmişti' «Ben size hakiki tabicıtı, kabalıkları,

şiddetleri ve her Şeyi veriyorum».

Daha sonra romantik Delacroix ortaya çıkar. Parlak bir zekâya sahip olan Delacroix modern sa-nat tarihinüı büyük bir kuvvetidir. Ona hak verni-yece k kadar büyük olaıı bir sanatkâr bugün mev-cut değildir. Lâkin, Delacroix Akademi azalığma seçildiği zaman üstat Ingres: «Kurt şimdi ağıla

gir-miştir» demişti. Bu cümleye Delacroix cevip ver-me imkânını bulmuştu, çünkü Ingres'in bir sergisi-ni gördükten sonra, «Nataman bir zekânın turnam

bir ifadesi» demişti doğru denecek kadar yaramazca bir nükte!

Fakat kendimizi aldatmıyalım; akademinin ce-sur bir şövalyesi olan Ingres habis bir an'anenin boş bir istihzası değildi; bilâkis, mukaddes meş'a-leyi hürmet ve anlayışla taşıdı. Klasisizmin büyük rahibi, dehasını şu güzıel satırda göstermiştir:

«Çiz-mek sanatın iffetidir ». vJTuI el ve mükemmel bir cüm-le değil mi?

Fakat, öbür taraftan Goya isminde şöhrete aşı-na olan biri j.eyda olur, «Akademisinenler daima

hatlardan bahsederler, kütleleri hiç bir zaman dü-şünmezler. Halbuki, tabletin neresinde hatlar ç)Ori'<r rüz?» diye bağırır. «Tabiatta her şeye şeklini küre,

vıahrut ve üstüvaneden almıştır». Sözlerıl; harp borusunu çalan Cezanne muhakkak ki bu hatları görmemiştir. Bu Cezanne, şayanı dikkat bir adam-dı; ondan sonra sanat hiç bir zaman eski haline dönmemiştir. O, Hazreti İbrahim gibi büyük bir ne-sil yetiştirmiştir. Lâkin, oğluna yazdığı mektubun-da, «Bütün vatandaşlarım bana nisbetle eşektirler» diye şikâyet etmişti. Dehânın, bilhassa yanlış anla-şılmış dehânın huysuzluğunu affetmeliyiz. Cezaime m «Mille Cezanne» isimü portesini gören Wbıstler'-in yanlış ani aşılmış bir ikWbıstler'-inci dehâ-söylediklerWbıstler'-ine ne dersiniz. Altı yaşında bir çocuk bunu defterine çizse idi, annesi, iyi bir anne ise onu döverdi.»

(2)

pimiz Whistler'in ak; İlıca sözler söylediğini biliyo-ruz; o düşman yaratma sanatını severdi. Fakat El-wa d Burne - Jones un bir Whistİ3r noktürnü Hak-kındaki sözleri düşman yepda etmek maksadile jöy-lenmemişti. Edward Burne - Jones bu noktürn içm:

«Buna ciddî bir sanat puıçası demek imkâ.ısızdır»,

demişti. Edward Burne - Jones ciddî bir adamdı ve şüphesiz pre - raphaelite kafasının bütün arlığı ile Wihistler hakkında söylediklerine tamen inanıyor-du. Whistler'in şu mukabelesini de ilâve etmek doğ • ru olacak: «Hakikaten, biri çıkıp Jones'iıı

tablola-rını yakm.al.-dtr».

Sanatkârların bir çoğu muhakkak ki ciddî in-sanlardır; sadece, acayip olmak için bir sanatkârın mahrumiyetlerine katlanılmaz. Lâkin, sanatkârların sn acayip anları en ciddî oldukları zamandır dersek bizi mazur görün. An'aneciliğin timsali olan Gero-me'u düşünün. Kendi mesaisi ile elde ettiği «iyi.-» ve «fena» hakkındaki bilgisi çok derindi. Sanatın mukaddes kaidelerinin muhafızı olan bu zat Aka-demi dışındaki dünyaya pek dostane davranmamış-tı. Monet'nin bir tablosu için Gerome un:

<-Satıcı-dan alınmış ve çerçevelenmiş boŞ bir kanava başka bir şey değil. Tamamen boş, Dediği söylenmektedir. Cezanne bu hususta daha müşfikti. «Monet azamet'

li bir gözdür, fakat yalnız gözdür,-» demişti. Zaval-lı Monet! Beiki tecessüm kabiliyeti Monet de biraz zayıftı. Bu ise Cezanne da fazlasile mevcuttu. Fa-kat Renoir şanlı fırçasile, kuvvetli kalçalarile, solid ve fakat selis vücutlarile, Renoir, bu hususta zayıf-mı idi? Böyle olmakla beraber kimsenin alayına maruz kalmamış olan Manet yi, Monet ye şöyle dert yanarken görüyoruz: «Siz Renoir m samimî bir

arkadaşısınız; ona resin, yapmaktan vazgeçmesini söylemelisini/ Siz de görüyorsunuz ki on da ortaya koyıış kabiliyetinin gölgetı bile yoktur». Recıcir ve Manet nin kâhin ruhu hakkında bukadar kâfi!

Empresyonizmi hafif taraftan alan yegâne res-sam Cezanne değildi. En.presiyonistler hakkında düşüncelerini söylerken Gauguin şöyle demişti:

«Sanatlarından bahsederlerken ne kastediyorlar? Tamamen sr -id. koket ve iyice maddî bir sanat.

O-rada imaginaiion asla bulunmaz». Gauguin in Ce- .

zanne tarafını tuttuğuna şahit oluyoruz. Fakat biri Cezanne a «Gaugin sizin tablolarınızı beğeniyor ve

sizi taklit ediyor» diyince Cezanne,» îyi. iyi amma,

o beni hiç bir zaman anhyamamıştır. Ben hiş bir zurnan mücessemliğin ve renklerin tedricî imtizaç-larının yokluğunu kabul etmedim, ve etmiyeccğim de; bu saçmadır. Gaugı.m ressam değildir: yalnız fantastik şekiller meydana getirmiştir» diye bağır-mıştı. Cezanne hakkında pek sert bir fikirle ayrıl-mamak için, bütün modern artislerin babası sayılan El Greco'nun Michelangelo için «îyi bir aouımdı,

fakat resim yapmasını bilmezdi» dediğini

hatırlıya-lım. Şistine kilisesi El Greo'nun başına yıkılmışken, Cezanne'ın Gauguin'i beğenmemesi şaşılacak bir şeymidir?

Sanatta her şey esrarlı ve üzücüdür. Meselâ, uslub. İngiliz sanat ve yazı âleminin ağır bir süsü o-lan Sir Joshua Reynolds şöyle demişti:

«Resimde-ki uslub şiir de«Resimde-ki gibidir esLs maddesi ister kelime ıs~ ter renk ols-ır., Malzemeye galebe çalan ve düşünce ve hislerin ortaya atılmasına vasıta olan bir kud-rettir. «Bu sözler üzerine münakaşa edecekmiyiz? Buffon'un «le style est l'hcmme meme» uslub insa-nın kendisidir, ölmez sözünü hatırlamıyan varmı-dır? Tabiî, Buffon bir sanatkâr değildi; o yalnız bir dâhi natüralist idi. Fakat natüralizmin dâhisi olan Cöurbet açıkça «uslub boş sözdür» derken, bir ba-kımdan büyük Buffon'u ve onunla beraber Sir Josr hua'yı yere sermişti; ve bir alay sanatkârlar da bir-den yıkılmışlardı. «Bana biı ilâh gösterin ben de onun resmini yapayım» diye bağıran aynı dünyevî Cöur-bet idi. Zavallı deli Blake ise «Gözün gördüğünü

kopye etmek saçmadır» diye söyleniyordu. Lâk m Blake şaka etmiyordu çünkü sözlerine şöyle devam etmişti: Biri, önüne bir model kor ve resmini ya-par. Neticsde insan sukutu hayale uğrar. Aklı ba-şında olan her hangi bir kimseye soruyorum: sanat dediğiniz burnudur?» Sanatla uğraşmıyanlar bu sö-ze ne derler? Biaks'in yaptığı hata belki «aklı

ba-şında olan» bir kimseye hitap etmesi idi. Bu da mis-tik için garip bir durumdur. Şüphesiz ki msşhur

«Discourses» muharriri, Sir Joshua Reynolds, dün-ya standardlarma göre aklı başında bir adamdı. Fa-kat Blake Siı Joshua için «Sanatı çöktürmek için

şeytan tarafından kiralanmıştır» demişti.

Bu meselenin karışık olduğu muhakkaktır. Ta-rihî eserlerile tanınmış maestro Meissonier'in çek beğenilmiş bir muharebe - sahnesi tablosu önünde Manet: «Bunun içinde zırhlardan gayrı he~ şey

çe-liktir», demışii. Manet akıllı bir adammış, söz ustası imiş burada fırçadan hiç bahsetmiyor. Daha sonra-ları, yaratıcı mayası zengin olan bir devirde yaşa-mış bulunan İngiliz şair ve ressamı Rossetti'den 1864 de yazd.ğı .şu satırları okuyoruz: «Yeni

Fran-sık ekolü sadece çürüme ve inhilâlden ibarettir. Manet isminde bir şahıs varki resimleri ekseriyet itibarile kabala adardır ve fakat mektebin nurla-rından biri gibi durmaktadır. Ekolün reisi olan Cöur-bet ise ondaıı üstün değ.ldir». Bu sözlerin karşısın-da ne demeli? Courbet'niı- «Müzeler yirmi sem

ka-dar kapatılmalı ve böylece sanatkârların dünyayı kendi gözlerce görmlerine başlamaları temin edil-meli» sözü 'The Blessed Damozel» in dünyayı pre - Raphaelite âleminin altın kafesleri arkasından bakan muharririni galeyana getirmiş olsa gerek. Oscar Wilde bir eserinde şöyle yazmaktadır:

(3)

açılırlar-». Kolay bir cümle ay çigsği estetine de hakkettiği payı verelim! Fakat, acaba sözleri doğ-rumu? Doğru ise, Delacroix'nin habercisi olan Ge-ricault hakkında Guerin'in şu sözlerini kim teşvik etti? «Bundan başjcatablolarınız bir deli işidir». Zaten Delaı:roix. «Ingres, Atina'da kaybolmuş bir

çinlidir» deıken ilâhiyete hürmet etmiyordu. Acı sözlü Degas, kamçı gibi yakan dili ile, mücevher-lenmiş renkleri bol bol kullanan ressam Gustave Moreau'yu» Olimp ilâhlarına altın saat kordonları takan bir dama» diye tavsif etmiştir. Temiz bir cüm-le, fakat içinde bir tutam bile met yok. 1913 teki meşhur Armoury Show sergisi hakkında bir yazı yazan Kenyou Cox'u düşül in. «Vaziyet

patolojik-tir; çirkindir.. Matisse'nin l :r çok tabloları, fena

bir çocuğun resim galerisinin iirat dereceye varmıŞ şekilleridirAcaba Kenyon C<"i Matisse'yi bu ve-ya diğer her hangi bir dünve-ya anlıve-yabilir mi idi? Fauve diye adı çıkmış olan ve hakikatte bizzat ka-ba olan Matısse, Brague'm bir tablosu önünde müs-tahzi bir eda ile «Brayue bir kübistdemişti. Aiia-hın pek nazik yaratmadığı Blake is» Reynolds'un

«Discourses» isimli eserinin kenarlarına şöyle cüm-leler yazmıştı, «ingiltere'de aranan şey bir kimsenin

kabiliyet, ve dehası deği'ı jukat pasif, ntizik ve fa-ziletli bir Eşek olmasıdırHayır, Wilde1<a bütün aforozlarına hürmet etmekle beraber, sanatkârların birbirlerine emniyetleri kendilerine olan emniyet-ten fazla değilidir. Zamanında oldukça iyi bir mev-ki temin etmiş olan Sir David Wilmev-kie, «Halku zev-kini bilmek, patronun en çok beğendiği şeyi keşfet-mek bir sanatkâr için en kıymetli malûmattır» de-mişti. Aman, aman... bu bedava nasihati nasıl kar-şılayacaklarını anlamak için Cezanne, Seurat, Whistler veya Modigliaııı'nin ruhlarına mı baş vu-ralım. Sanatı popüler bir şekle sokmak fikri dahi onları hep birden ürpertecektir. Onları kabaiıatli çıkaramayız, çünkü bir sanatkâr orijinal olmadık-tan sonra sanatın fazileti nedir? Halbuki anlaşmaz-lığa sebep olan da orijinalitenin ta kendisidir. Bu anlaşmazlık yalnız halkla değil fakat bu hususta bilgisi daha kuvvetli olması lâzım gelen bir sanat-kârladır Meselâ, Toulouse Lautrec'i ele alalım. Kes-kin ve parlar fırçanın bu büyük üstadı: «Sırf

man-zara yapan ressam budaladır. Figürden başka ti' şeyin kıymeti yoktur. Manzırra yalnız dekor olarak kullanılır» demişti. Toulouse - Lautrec'in zeki bir adam olduğunu kabul edelim. O zaman Corot, Cons-table, Sisley ve Monet gibi sırf manzara yapmış o-lan ressamları ne yapacağız? Yahut, bu bir tercih ve şahsî düşünce meseleni ise sanatın at yarışından farkı nedir? Yalnız şunu unutmıyalım ki biz bura-ya ne söyled 'elerini bilen sanatkârların sözlerini naklediyoruz

Rodin kadar selis veyahut çok fazla konuşanlar

azdır. Bu büyük Fransız üstadı: «Hiç bir sanatkâr

Phidias'ı geçemez; çünkü terakki yalnız dünyada mevcuttur, sanatta değil. Bütün beşerî rüyaların bir mabet saçağında çiçeklendiği bir devirde peyda o-lan büyük b.eykeltraş ebediVyen rakipsiz kalacaktır».

demişti. Güzel bir cümle lâkin hatalı hiç olmazsa Gauguin'e göre hatalı. Şu ciddî ve ağır haberi veren Gauguin değilmi idi: «Önümüzde daima Persleri,

Kambodiyenleri ve biraz da Mısırlıları bulundurun. Ne kadar güzel olursa olsun, büyük hata Yunanda-dır». Tabiî, Rodin ve Gaugin hiç anlaşamamışlardı. Delacroix ile Degas'da, aynı şekilde, birbirlerinin zıddını görüyorlardı. Bir zamanlar Delacreix neşret-tiği «Journal» inde şöyle yazryordu: «Bir resim

ii-zerinde çalışma daima bazı anî düşünce ve buluşla-rı ihtiva etmelidir». Halbuki Degas: «Sanatta hiç

bir şey tesadüfi olmamalıdır, hattâ hareket bile»,

diyip duruyordu. Yine Degas, kendine has iğneli sözle-le, resmin bir oyun olmadığına, stüdyosunda

dahi manzaralar çizebileceğine İsrar ediyor ve «Bir

çorba kâsesi ve üç eski fırça ile dünyanın en güzel ve en zarif manzaraları boyanabilir» diye iddia edi-yordu. Tabiatın da kendine mahsus bir mevkii ol-duğunu Degas bilmiyor değildi; fakat sadece onun yerinin ev iç'nde olduğunu hissediyordu. Lâkin ,bir kere Monet nin tabiatı evde aradığını gözünüzün ö-nüne getirin!

Hakikaten, sanat ruhun esrarı ve iztirabıdır. Gauguin ile beraber olup, «O sanat olarak

kaldık-ça üzüntüyz ne mahal», demek çok daha bas.t ola-caktı: Bu da bizi sanat idedir meselesine götürüyor. Belki, karışıklık, iki ayrı fikrin bir araya gelmesin-den ileri gılıyor: sanat ve güzellik düşünceleri. Hakikatte birbirinden farklı olan bu mefhumla" te-kâmüllün gayrışuurî bir cereyan ile birbirlerile ka-rıştırılmış ve nihayet bugün bir çok kimselerin zi-hinlerinde aynı mâna ve şekilde tebellür etmişlerdir. Herkes güzelliğe mukabele eder, fakat herkes aynı güzellik mefhumuna mukabele etmez. Tabiatile, Re-noir'ın güzellik telâkkisi Cezanne inkinden, El Gre-co'nun ki Raphael inkinden farklıdır. Şu halde, bir insan:n yalnız kültürel normlarının ifadesi olan gü-zellik mefhumunun farklılığına rağmen bir esere

«sanat eseri» dedirten müşterek faktör nedir? Buna cevap belki karakterdir. Ve karakter ile yaratma a-hengini ve şeklinden dolayı zaman ve mekânda tec-rit edilmiş olan her cismi ayırt eden ve ona hususî ve kendine has bi- manâ veren fitrî kalitelerin mec-muunun tahakkukunu kastediyoruz.

(4)

düşü-nülürse Praxiteles'in Hermes'i bir çin manderenine hitap etmiyabilir. Onun güzellik mefhumu yabancı bir kültürle terbiye edilmiştir ve onun ankostik ta-but kapağı portresi, ruhun merhametsizce teşhir e-dilmesindeıı dolayı beşinci asır Helenini gücendirir. Halbuki her ikisi de kendi muhitinin mahsulüdür

VB her ikisi de kullanılan vasıtalara lâyık oldukları

hürmeti bahsederek zamanlarının düşüncelerini ta-şırlar diğer tâbirle karakterleri vardır. Onların nihaî muvaffakiyet seviyeleri üzerinde münakaşa edebilir, Heımes'e daha akitektonik bir şekil veya G.eco-Mı-sır ankostikine El Greco tercih edilebilir. Lâkin bu ancak bir devece farkıdır, cins farkı değilidir. Rem-branddın «İsanın hastaları iyi etm-esi» tablosuna gü-zel bir gravür demek herkesin bildiği bir şeyi tek-rarlamaktır, fakat onda karakter var demek dünya-nın her tarafında bir Goya lıtografma veya Vir Cin

resmine sanatla bir paralel çizmek demektir. Rem-brandtın eserlerinde vakar ve asalet var diyebiliriz. Bu kaliteler her halde güzellikle alâkadardır. O eser-lerde derin vs her şeyi ifna eden spiritüel bir ^işti-yak vardır diyebiliriz ve bunu söylemeğe de hak-kımız vardır. Fakat bu hassalar bir Japon renkli baskısında veya bir Asur baröliefinde muhakkak mevcutmudur? Meselâ, onları Goya'nın boğa dö-güşlerinde görüyormuyuz? Veyahut, başka bir şe-kide ifade etmeğe çalışırsak, âdi ve bozuk ağızlı Falstaffı edebiyatın en csnlı karakterlerinden biri yapan vakâr ve asak timidir? Yoksa, o karakterin, o kadar mahirane çizilip o kadar mükemmel tasvir

r

edilmiş olması, dehanın ona bilhassa bahşettiği ku-surlarla, yaşadığı hayatın daha zenginleşmiş olması-na tesiri daha kuvvetli değilmidir? îago'nun habis-liği sayesinde bir ilâh mevkiine ulaşmasını düşü-F.ün! Sanatın vazifesi hissiyatımızı aldatmak ve ona yaltaklanmak veyahut hayalimizde güzeli yaratmak değildir; yeai şekillere hayat vererek tabiatı canlan-dırmak ve kıymet ve güzelliğini yükseltmektir. Bu hareket bizi sarsabilir tıpkı Van Gogh'ı ilk defa sey-rettiğimizde veya Stravinsky'yi ilk defa işittiğimiz-de veyahut James Joyce'u ilk işittiğimiz-defa okuduğumda ol-duğumuz gibi. Fakat bu, ihtiyarlamaya yüz tuttu-ğumuz için çektiğimiz cezadır: Manen genç olanlar için, şekilleri daima yeni olan sanat ancak sabittir. Bu bakımdan, sanatkârların, insan oldukları için, birbirlerine kusur bulmaları tabiîdir. Hattâ denilebilirki, sanatkârlar biıfbirlerile uyuşamadık-ları nispette dehauyuşamadık-larını kullanırlar. Bir sanatkârın inkişaf 'edebilmesi, yaratıcı kıvılcımı alevlendire-bilmesi için ruhu ile güreş etmesi ve bu mücadele-nin onu zaruri olarak diğerimücadele-nin faziletlerine karşı körleştirmesi lâzımdır. Neticede, Courbet'nin Pous-sin ile, Ingres'in Delacroix ile, El Greco'nun Mic-helangelo ile anlaşamamaları bizi hayrete düşür-memelidir. Lâkin onların kendilerine has mevkile-rinden nevmıt olamamlıyız; sanat diyarında bir çok konaklar vardır ve kim bilir belki Parnassus tepe-lerinde Cezaime Raphael ile müsavi haklarla konu-şabilir.

"S

G Ü V E N

S İ G O R T A

Bütün emlâk sahiplerinin ve iş adamlarının güven kaynağıdır.

İş Merkezi:

Galata, Sümerbank binası. Telg : Türkgüven Müdüriyet: 40630

Telf: Santral, 44966 - 44969

Referanslar

Benzer Belgeler

Yenido¤an döneminde intrakraniyal kanama, göbek kordonundan kanama, spontan G‹S kanama, kas içi hematom veya kanama gibi durumlarla karfl›lafl›ld›¤›nda kanama diatezleri

Suyun Petrol gibi al ınıp satılabilen bir meta olarak kullanıldığını vurgulayan GÖkdemir bunu hazırlayanların Küresel Su Ortakl ığı, Dünya Su Konseyi, Dünya Ticaret

Üç ayl›k geçifl tedavisi sonunda olgular›n 7’sinde rebound 12’sinde relaps izlenirken, metotreksat %6,7, siklosporin %71,4, asitretin %50 ve darbant UVB olgular›n %75’inde

Komplet sternal kleft ise en nadir görülen durum olup a¤›r kardiyak ano- malilere efllik edebilir. Uzun dönemde sternal klefte ba¤l› pektus ekska- vatum

Surgical exploration of the right atrium revealed 6.5x5.5x4.5 cm dull, purplish mass attached to the interatrial septum.. The mass was attentive- ly and

romatizmada oluşan nodullerde; sığırların gangrenli nezlesinde orta çaplı arterlerin duvarında, üremide midede gelişen yangıda arterin duvarında, atların viral arteritisi

--temel gösterge sıradan insanlar ve iktidar sahibi insanlar arasındaki mücadeledir --çekişmenin nedeni iktidar ve üstünlük için duyulan şehvettir—bazılarının

çok daha önemli olduğu bir dünyada aşk ideolojilerinin nasıl absürt- leştiğini distopik bir evrende irdelemeye ve doğal olan insan duygularını doğal olmayan ortamlar