• Sonuç bulunamadı

Ekmek&Özgürlük: Kopenhag’da ortaya ç

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ekmek&Özgürlük: Kopenhag’da ortaya ç"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ekmek&Özgürlük: Kopenhag’da ortaya çıkan başarısızlık tablosunun müzakerecilerin beceriksizliğinden kaynaklanmadığı, uluslararası kapitalist sistemin iklim değişikliği karşısındaki çaresizliğinin sonucu olduğu, zirve sonrası yapılan değerlendirmelerde daha açık ifade edilmeye başladı. Orada bulunan bir sosyalist olarak bu sonucun ortaya çıkmasının bir sürpriz olduğunu düşünüyor musunuz? Kopenhag, iklim değişikliği ile mücadelede bir milat olabilir mi?

SB: İklim değişimiyle mücadelede Kyoto Protokolü sonrası sürecin belirleneceği 15. Taraflar Konferansı’ndan iklim krizini küresel adalet ilkeleri çerçevesinde aşmayı sağlayacak bir yol haritası oluşturulamayacağı aşikârdı. Zaten zirvenin başlamasından önce Obama hükümetinin açıkladığı ABD’nin 2020’de emisyonlarını 1990 yılı düzeyinden yüzde 4 oranında indirme “hedefi”, zirveyi dinamitlemeye yetmişti. Dolayısıyla evet, konferansın gerçek çözümler üretmeyeceği baştan belliydi ama bu ölçüde bir fiyasko da beklenmiyordu denebilir. Kopenhag sonrası karşı karşıya kaldığımız tabloda birbiriyle bağlantılı üç noktaya işaret etmek gerekiyor:

Birincisi zirvede yaşananlar mevcut siyasi ve iktisadi nizamın iklim krizini çözmede yetersiz kaldığını açık biçimde gösterdi. Bu anlamıyla zirve, iklim krizini ekolojik açıdan sürdürülemez mevcut üretim ve tüketim biçimlerini sorgulamadan, sermayenin sürekli genişleme eğilimine halel getirmeden çözmenin mümkün olmadığını ortaya koydu ve krizin maliyetini aşağıdakilere havale eden piyasacı paradigmanın ideolojik, siyasal ve ahlaki meşruiyetine büyük darbe vurdu. Gelişmiş ülke yönetimleri, Küçük Ada Devletleri İttifakı ve Afrika ülkelerinin feryatlarına aldırmadan yeryüzü ortalama sıcaklığının yoksul güneyin birçok toplumu açısından kritik değerlere ulaşmasına pek önem vermediklerini gösterdiler.

Yukarıdakiyle bağlantılı ikinci sonuç, ilkim değişimini engellemede ya da sonuçlarını sınırlamada iklim adaleti kavramının artık kilit önem kazanması. Daha birkaç yıl önce iklim değişimi neredeyse salt bilimsel ve teknik bir zeminde tartışılırken bugün artık sorunun ancak küresel eşitlik ve adalet ilkeleri temelinde çözülebileceği ortaya çıkmış durumda. Karbon ticareti ve borsası, denkleştirme mekanizmaları gibi sahte çözümlerin işlevsizliği ve yeryüzü üzerindeki canlı yaşamının önemli bölümünü uçuruma sürüklediği giderek daha fazla anlaşılıyor.

Üçüncü olarak da Kopenhag zirvesi iklim adaleti özleminin taşıyıcısı olmaya aday bir hareketin güçlü bir biçimde ortaya çıkışının miladı olarak anılacak. Zirve esnasında sesi en çok duyulan, gerek alternatif İklim Forumu’nda gerek resmi zirvede gerekse de sokaklardaki iklim adaleti savunucuları ve eylemcileriydi. Bu muhalefet iklim krizine ilişkin politik tartışmanın eksenini değiştirmeyi büyük ölçüde başardı.

Ekmek&Özgürlük: ALBA, Afrika Ülkeleri ve Tuvalu başta olmak üzere ada devletlerinin karşı çıkışlarına bakıldığında, Kopenhag’da yaşananlar, yeni bir uluslararası anti-kapitalist cephenin örülmesine ne derece katkı sağlayabilir?

SB: Zirve sırasında Küçük Ada Devletleri ittifakı, kimi Afrika ülkeleri ve Morales’le Chavez başta olmak üzere ALBA ülkeleri temsilcileri bütün dikkatleri üzerlerine toplamayı başardılar. Az önce iklim krizine karşı egemen paradigmanın meşruiyet yitiminden bahsederken bunun gerçekleşmesinde bu sayılan ülkelerin temsilcilerinin çabasını mutlaka anmak gerek. Afrika ülkeleri ve Küçük Ada Devletleri İttifakı iklim değişiminin yaratacağı yeryüzü ortalama sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırılması gerektiğini savunarak, bu artışın 2 dereceyle sınırlandırılmasını salık

veren ABD’nin öncülüğünde hazırlanan “karar” metnini büyük tepkiyle karşıladılar. Ortalama 2 derecelik artışın Afrika ve okyanustaki ada devletleri için çok daha yüksek bir artış anlamına geleceğini savunarak 2 derecelik artışa izin vermenin bu toplumlar için yıkıcı sonuçlara yol açacağını ve yok oluşlarına zemin hazırlanırken boyun

eğmeyeceklerini, sessiz kalmayacaklarını vurguladılar. Öte yandan Evo Morales, yeryüzü ortalama sıcaklığının sadece 1 derecelik bir artışla sınırlandırılmasını önererek Küçük Ada Devletleri İttifakı ve kimi Afrika ülkelerinden de radikal bir yaklaşım sergiledi. Üstelik Morales, BM gözetiminde bir iklim değişikliği mahkemesi oluşturularak burada soruna çözüm bulunmasına mani olanların yargılanması gerektiğini önererek özellikle ABD yönetimini işaret etti. Morales gibi Venezüella lideri Chavez de zirvede sergilediği tutumla “dışarının” gündemini “içeriye” taşıyan zirve

katılımcılarındandı. Chavez, göstericilerin de dile getirdiği “iklim büyük bir banka olsaydı zengin hükümetler tarafından mutlaka kurtarılırdı” sözünü tekrar ederek zirveye egemen piyasacı yaklaşımı teşhir etmeyi başardı. Bolivya son olarak 2010 yılının Nisan ayında toplumsal hareketlerin asli katılımcılar arasında bulunacağı bir iklim zirvesi düzenleyeceğini açıkladı.

(2)

Neticede ABD’nin, aralarında Çin’in de bulunduğu gelişmiş ülkeleri arkasına alarak dayattığı metin başta Venezüella, Küba ve Bolivya olmak üzere ALBA ve bazı Afrika ülkeleri tarafından reddedildi. Bu ülkelerin tepkisiyle ABD’nin dayattığı bu belgenin zirvede sanki konsensüsü sağlamış izlenimi uyandırmasına da engel olundu.

Tüm bu betimlemeden sonra sorunuzun son kısmına dönersek iklim adaleti hareketinin devletler düzeyinde

“müttefiklere” sahip olmasının elbette çok önemli olduğunu vurgulamak gerek. Elbette bu ülkelerin tümünün aynı saiklerle hareket ettiklerini söylemek güç. Örneğin Maldivlerle Bolivya’nın motivasyonları elbette oldukça farklı. Ama tüm bunlara rağmen yoksul güney ülkeleri iklim adaleti hareketinin gündemlerini uluslararası platformlara taşımaları açısından son derece önemli bir rol üstlenecekler. Ancak elbette nihayetinde iklim adaleti hareketinin asli

belirleyicisini toplumsal muhalefet hareketlerinin oluşturduğunu ve “uluslararası antikapitalist bir cephe” oluşturma potansiyelini de esas olarak bunların barındırdığını akıldan çıkarmamak gerek.

Ekmek&Özgürlük: İşin resmi zirve boyutunda olanlar haricinde bir de sokaktaki yüz bin kişinin alternatif buluşması vardı. Sokağın mesajı neydi? Küreselleşme karşıtı hareket açısından da Kopenhag bir dönemeç mi?

SB: Daha önce değinmeye çalıştığım gibi, zirvenin en önemli sonuçlarından biri, siyasal ve ahlaki meşruiyetinden son derece emin kitlesel bir iklim adaleti hareketinin ortaya çıkışının tescili oldu. Zaten Danimarka polisinin sokaktaki iklim eylemcilerine, BM’nin de zirvedeki “sakıncalı” bulduğu STK ve kitle örgütü temsilcilerine karşı gösterdiği tahammülsüzlük ve şiddeti tam da hareketin meşruiyeti ve haklılığı karşısında gösterilen bir çaresizlik tepkisi olarak değerlendirmek gerek.

Öte yandan aslında iklim ve ekolojik kriz bağlamında yeni tipte bir ekolojik eylemcilik bir süredir kendini daha güçlü biçimde ifade ediyor. Fosil madenciliğinden, kömür santrallerine, ormansızlaşmadan HES’lere kadar birçok alanda değişik protesto ve doğrudan eylem biçimleriyle kendini ifade eden bu aktivizmin önümüzdeki dönem giderek kitleselleşeceği ve görünürlük kazanacağı aşikâr. İşte Kopenhag’da polisin şiddet içermese dahi her türden doğrudan eylem, sivil itaatsizlik ve protestoya karşı gerçekten sert tutumu, hatta önde gelen iklim adaleti aktivistlerini gece yarısı operasyonu düzenleyerek gözaltına alması, önümüzdeki süreçte iklim adaleti eylemcilerinin karşılaşacakları şiddete dair bir ipucu veriyor.

Konferansa egemen olan yaklaşıma alternatif olarak düzenlenen etkinliklerin en önemlisi, toplumsal muhalefet hareketleri ve sivil toplum kuruluşlarının örgütlediği ve 50 bin kişinin katıldığı İklim Forumu’ydu (Klimaforum09). Bu forum kitleselliği, iklim değişimi olgusunun tüm boyutlarıyla tartışılmasına zemin hazırlayışı ve çok sayıda farklı katılımcıya kürsü oluşturması bakımından gerçekten de resmi konferansa bir alternatif oluşturdu. Foruma gençliğin, Via Campesina’nın biraraya getirdiği tarım aktivistlerinin ve yerli toplulukların katılımı dikkate değerdi.

Forumda karbon ticareti ve denkleştirme mekanizmaları gerçek emisyon azaltımına yol açmamak, yerli ve tarım topluluklarının yaşam biçimlerini tehdit etmek ve şeffaf olmayıp şirketlere yeni ticari kâr fırsatları yaratmaktan başka işe yaramamakla eleştirildiler. Öte yandan iklim kaosunu önlemek için gerekli gerçek emisyon azaltım oranları, fosil yakıt ve kimyasal yoğun şirket tarımının aksine küçük aile tarımının gezegeni soğuttuğu, zengin kuzeyin yoksul güneye ekolojik borcu ve borcun nasıl ödenebileceği, sermayeden karbon vergisi alınması gibi öneri ve tespitler tartışıldı.

Ekmek&Özgürlük: Genel olarak Türkiye’deki iklim değişikliğine karşı mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kopenhag sonrası bir strateji değişikliğine ihtiyaç var mı?

SB: Türkiye’de iklim değişikliği olgusuna ilişkin sokaktaki insanın yeterince bilgisinin olduğunu söylemek oldukça güç. Elbette son dönemde ana akım medyada, gazetelerin arka sayfalarında kutup ayısı fotoğraflarına eşlik eden eriyen buz kütlelerine ilişkin kimi haberlerden söz edilebilir ama dünya ölçüsünde bir karşılaştırma yapıldığında iklim değişimine ilişkin kamuoyunda bilgi ve duyarlılığının oldukça düşük olduğunu görürüz.

Tüm bunlara rağmen son yıllarda iklim değişimine dikkatleri çekmek için belli kampanyalar ve eylemlilikler gerçekleştirildi. Elbette iklim krizi gibi devasa boyutları olan bir soruna dikkatleri çekmek açısından yapılan her eylemlilik anlamlı ve önemli. Fakat bu kampanya ve eylemlerin çoğunluğunun toplumsal muhalefetin başka kesim ve

(3)

örgütlülüklerini bu sürece katma hususunda eksiklikleri bulunduğunu söylemek gerek. Diğer yandan da yine kampanya ve eylemliliklerin büyük çoğunluğunun politik ekseninin sorunun vehametine oranla yeterince radikal bir yerden kurgulanmadığını düşünüyorum. Şöyle açayım: Türkiye’de de dünyada olduğu gibi bazı çevreciler, çözüm için

“teknolojinin hazır” olduğunu, yegâne sorunun politik irade eksikliği olduğunu vurgulamaktalar. Eylemlerde kullanılan “güneş, rüzgar bize yeter” sloganının kendisi, iklim başta olmak üzere mevcut ekolojik krizin sistemik yapısını

görmezden gelme ve başta enerji alanında “ekolojik teknolojilerin” yaygınlaştırılmasıyla sorunun üstesinden gelmenin olası olduğu algısını yaratıyor ister istemez.

Küresel ısınmanın etkilerini sınırlandırmak için önümüzdeki on yıl içerisinde başta kömür olmak üzere fosil yakıtların kullanımını büyük ölçüde kısıtlayacak bir enerji devriminin yaşanması gerektiği tartışılmaz. Ancak bu türden bir enerji devrimini sadece teknik bir “inovasyon” meselesine indirgemek, üstelik böylesi bir dönüşümü egemen siyasetçilerin “doğru” tercihlerde bulunmasını sağlayacak bir baskı uygulayarak, piyasa mekanizmasını

sorunsallaştırmayarak ve aşırı biçimde bireyselleşmiş ve yoğunlaşmış egemen tüketim biçimine halel getirmeden gerçekleşebileceği izlenimini yaratmak kanımca sorunlu bir yaklaşım. Yine de tüm bu eleştirilere rağmen etkisi sınırlı da olsa Türkiye’de bir iklim adaleti hareketinin oluşmaya başladığı ve tüm dünyada olduğu gibi burada da hareketin bütününün söyleminin giderek daha radikalleştiğini söylemek gerek sanırım.

Ekmek&Özgürlük: Türkiye’de de bir İklim Adaleti Hareketi yaratmanın somut imkânları neler?

SB: Türkiye iklim değişiminden en olumsuz etkilenecek coğrafyalardan birinde yer alıyor. Buna rağmen hükümetin soruna ne ölçüde duyarsız olduğunu Kopenhag zirvesinde otomobil lobileriyle kol kola bulunan Türkiye heyetinin hiçbir taahhütte bulunmaması yeterince anlatıyor zaten. Daha önce değinmeye çalıştığım gibi iklim krizinin etkileri çok sayıda alanda kendisini gösterecek, hatta halihazırda göstermeye başladı bile. Bugünkü halde bile tartıştığımız gıda, su krizlerinin iklim değişiminin yaratacağı iklim olaylarının istikrarsızlaşmasıyla ne duruma geleceğini bile düşünmek yeter. Ya da bugün bile göçmenler açısından daha iyi bir hayat arayışının güzergahında olan Türkiye’nin iklim krizinin etkilerinin artmasıyla iklim göçmenlerinin baskısıyla karşılaşacak olması.

Kopenhag zirvesi iklim adaleti hareketinin, ekolojik krize karşı mücadelenin salt kuzeyli bir kentli/orta sınıf hareketi olmadığını açık biçimde gösterdi. Türkiye’de de iklim adaleti hareketinin öznelerini bu krizden asıl olarak etkilenecek emekçiler, yoksullar, çiftçiler, kadınlar ve gençler oluşturmalı ve hareketin kendisi bu alanlara ulaşmanın önünü açacak bir yönelim benimsemeli. İklim adaleti hareketini, konuyla ilgili ayrı kampanyalar ya da eylemler düzenleyen bir toplumsal muhalefet alanı olarak düşünmek de tek yönlü ve sınırlı bir yaklaşım olacaktır. Önemli olan iklim adaleti hareketinin çok değişik alanlarda halihazırda yaşanan mücadelelerle eklemlenmesi ve buralara kendi perspektifini taşıması.

Ekmek&Özgürlük: Sosyalistler, Türkiye’de de iklim değişikliği ve diğer ekolojik sorunlar ile yerel çevreci halk hareketleri arasında daha fazla yer almaya başladılar. Geçmişe oranla ekolojik mücadeleler ile sosyalist hareket arasında daha yakın ve verimli bir ilişki kurulmaya başladı. Bu süreçte sizin de Ekososyalist Manifesto çağrısı üzerinden bir kampanyanız oldu. Ekolojik sorunlara karşı mücadelede sosyalist hareketin geneline nasıl bir çağrınız var?

SB: Ekolojik sorun ve mücadelelerin sosyalist hareket tarafından giderek daha fazla sorunsallaştırılması ve ilişki kurulması, elbette olumlu olarak değerlendirilmesi gereken bir gelişme. Ancak yine de kendini sosyalist olarak tanımlayan hareketlerin çoğunluğu açısından bu artan ilgi, siyasal ve ideolojik kurgularında ekolojik sorunlar ya da ekolojik krizin, periferik ya da başka bir tabirle ‘dışsal’ mesele ve talepler olarak algılanışını değiştirebilmiş değil. Sosyalist hareketin çoğunluğu, gerçek anlamda insani özgürleşmenin ancak insanın doğa üzerindeki tahakkümüne son verilmesiyle gerçekleşebileceğini, bu anlamda doğa üzerindeki tahakkümün son bulmasının sosyalist bir programın merkezi unsuru olması gerektiğini kavramış değil.

Ekoloji Kolektifi olarak Ekososyalist Manifesto ve Belem Ekososyalist Bildirgesi ile kendisini “deklare” eden ekososyalist hareketin görüşlerinin toplumsal muhalefetin değişik kesimleri içerisinde tanınmasına yönelik çalışmalarımız oldu. Bizim de içerisinde yer aldığımız ekososyalist hareket açısından içerisinde bulunduğumuz ekolojik krizin asli nedeni olan kapitalizmin ekolojik olarak yıkıcı ve sürdürülemez karakteri onun arızi ya da geçici bir özelliği değildir. Ekososyalistlere göre kapitalizmin ekoloji karşıtı niteliği değiştirilemez ve reforme edilemez. Bu

(4)

nedenle ekososyalistlere göre ekolojik krizi, kapitalist sistemin bizatihi kendisini sorunsallaştırmayan, sorgulamayan bir anlayışla çözmek mümkün değil. Kapitalizmin ekolojik bunalımla bir şekilde baş edebileceği, onu yatıştırabileceği, ‘yeşil teknolojilerin’ artan kullanımıyla ‘sürdürülebilir’ bir rotaya sokulabileceği, hatta kapitalizmin tüketicilerin

bilinçlenmesiyle adeta bir ‘yeşil kapitalizme’ dönüşebileceği yönündeki anlayışlar ekososyalistlere göre geçersizdir. Ekososyalistler için sermayenin tahakkümü, cinsiyetçilik/patriyarka ve ekolojik yıkım arasındaki içsel ilişkiyi

anlamak, kapitalizm çerçevesindeki temel çelişkinin sermaye ile yaşam arasında olduğunu idrak etmek anlamına gelir. Ekososyalizm, üretim araçlarının toplumun mülkiyetinde bulunduğu, her türlü üretim ve yatırım kararlarının

demokratik, aşağıdan ve çoğulcu bir plan çerçevesinde belirlendiği, üretici güçlerin ekolojik rasyonellik çerçevesinde radikal biçimde yeniden yapılandırıldığı, ekosistemlerin onarılmasının temel toplumsal ilkelerden biri haline geldiği, kapitalizmin aksine kullanım değerinin değişim değeri üzerinde hakim olduğu ve bu anlamda doğanın içsel değerinin benimsendiği bir toplumu hedefler.

Sorunuzun son bölümüne gelecek olursak daha önce vurguladığım gibi programının ana unsuru olarak emek ve doğa sömürüsünün koşutluğunu ihtiva etmeyen sosyalist yaklaşımların önümüzdeki süreçte giderek daha ağır biçimde etkilerini yaşayacağımız ekolojik kriz karşısında söyleyecek sözlerinin çok sınırlı olacağını düşünüyorum. Sosyalist hareketin önümüzdeki süreçte iklim, gıda, su gibi ekolojik krizin tüm görünümlerine yönelik emekçiler/aşağıdakiler ve canlı yaşamı lehine müdahalelerde bulunması, talepler geliştirmesi ve inandırıcı bir seçenek olarak ortaya çıkabilmesi için sermayenin doğa üzerindeki tahakkümünü ilga edecek bir perspektif ve yönelime girmesini elzem olarak

değerlendiriyorum.

Ekoloji Kolektifi'nden Stefo BENLİSOY ile yapılan bu röportaj ekmek ve özgürlük dergisinin Ocak 2010 sayısında yayımlandı.

Referanslar

Benzer Belgeler

Uygun dönemde hasat edilen muzlar 18-24 derece sıcaklıkta bir yada iki hafta içinde kendiliğinden olgunlaşırlar. Bunun altındaki ve üzerindeki sıcaklıklar olgunlaşma için uygun

Yeni insan tipinin ve yeni toplumun oluşturulmasına yönelik sanat ve edebiyat çalışmalarında, biçim, içerik, düşünce, sanatın sosyal işlevi, yalın sanat, sosyal fayda

Yeşiller Partisi, 17-18 Aralık tarihlerinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenecek İklim Değişikliği Doruğu ile ilgili “Kopenhag İçin Harekete Geçin”

Ancak organik tarım ürünlerinin organik olmayan ürünlere göre daha pahalıya üretilmesi ve satılması, organik tarım işletmeciliğine geçişin belirli bir zaman

Türkiye’de gıda sanayinin alt sektörler itibariyle talep, üretim ve dış ticaret miktarlarına ilişkin trend denklemleri, yıllık oransal değişim ve projeksiyonları (bin

Türkiye'de 2002 ve 2006 yılları arasında yüksek ekonomik büyüme ve düşük gıda enflasyonu nedeniyle yoksulluk hızlı bir şekilde düşmüş, 2007

Dobutamin çocuklarda da inotropik etki göstermektedir, ancak yetişkinlere kıyasla hemodinamik etkisi biraz daha farklıdır. Çocuklarda kardiyak debi artmasına

Bildirimizde KarS Merkez'dc 2005 2006 eğitim öhetin yılında ilköğretim ?.sınıl'ta okutulıın Türk çe ders kitapltırında bu]unalt metinlerc yönelik olarak