• Sonuç bulunamadı

["Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni" Ocak 1960 - Aralık 1960 tarihleri arasında yayımlanmış 216 - 227 sayıları]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "["Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni" Ocak 1960 - Aralık 1960 tarihleri arasında yayımlanmış 216 - 227 sayıları]"

Copied!
404
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

TÜRKİYE Tl RİNG ve

OTOSSO- \ A I J ^ U

(3)

No. 216-217 O cak-Şubat 1960 Janvier-Février

T Ü R K İ Y E

TURİNG

v e

OTOMOBİL KURUMU

BELLETENİ

1923 do tesis edilen T.T.O.K.

İcra Vek . eri Heyetinin 2/4/1930 tarih ve 9069 eayilı kararile umumun menfaatine yardımcı Cemiyet olarak tanınmıştır.

(Beynelmilel Turizm İttifakına, Beynelmilel Otomobil Federasyonuna, Dünya Turizm ve Otomobil Teşkilâtına ve Milletlerarası Otelcilik Birliğine mensubdur.)

... —HBShHX

i960 Yılı otomobili La nouvelle voiture modèle 1960

B u l l e t i n Of f i c i e l

du Touring et Automobile Club de Turquie

Association nationale fondée en 1923 et reconnue d'utilité publique par Décret No. 9069 du 2 Avril 1930 Affiliée à l’Alliance Internationale de Tourisme, à la Fédération Internationale de l’Automobile,

et à l'Organisation Mondiale du Tourisme et de l'Automobile

Asmoi. Mesçit ve Gönül sokakları, Nil Pasajı, Kat 2 — Beyoğlu - Istanbul Tel.: 44 31 66

(4)

T

ürkiye

tu

ring

ve

otomobîl

kurumu

belleteni

No. 2 1 6 - 2 1 7 O c a k -Ş u b a t 1 9 6 0 J a n v ie r-F é v rie r F i H R İ S T -Şahife Türk-İslâm Mimarî ve Kaligrafisi — Dr. Mohaımned Çağatay 3 Muasır Turizmin iki kurucusu: Cook ve Ritz —

Ajıdre Siegfried, Fransız Akademisi Azasından 6 Ateş gabi Ataşe — Prof. Sabrı Esad Slyavuşgul ---- 10 Turizm ve Tarih — Ercümend Özbay ... 11 Turizm Hâzineleri — Reşad Umur ... 13 Otomobil İmal ve İstimalindeki cihanşümul terakki —

Jean Pupier 14 Trafik Haftası — Sahir Erman ...— 15 Nahit Sırrı Örik’in vefatı ... 16 Turing ve Otomobil Kurumu İdare Heyetinin 4 Ocak

1960 Pazartesi günü toplanan 1960 yılı Birinci İçti- manın Zaptı ... 17

Un nouvel essor de notre Art Décoratif —

Nurullah Berk 21 Intéressantes manifestations des rapports culturels

Helléno-Français ...- • • • 22

S O M M A I R E

Pagre

Dans le Vieux Istanbul — J. H. Duteil ... 23 Un Prince de Liechtenstein à Istanbul ... 23 Paris dans mes rêves, Paris dans mon oeuvre —

Georges Duhamel, de l’Académie Française 24 Le centenaire du grand agrandissement de Paris .. 25 L’Autoroute capricieuse — José Seydoux ... 26 Wunderland Anatolien: Höhlenwohnungen . Höhlen­

gräber - Höhlenkirchen ... 27 Extrait de l’Introduction de «Le Don Paisible» de

Mikhail Cholekhov ... 28 Les Aspects de la «Panaghia Kapouli» —

Livio Amédée Missir 29 Le Touring-Club victime de l’Europe: Cotisations plus

chères 29

Le Conseil d’Administration de l’Alliance Internatio­ nale de l’Hôtellerie à Athènes ... 30 Le renforcement du Tourisme Allemand vers la Grèce 31 Chronique de Turquie ... 32 Les Assises Nationales sur les Accidents de la Route 37

Türkiye içinde ve dışında her hangi seyahat için

W A G O N S - L IT S / C O O K A c e n ta la rın d a n

her türlü malûmatı ve bileti alabilirsiniz

S H E L L

Benzini ve Motor Yağları

ŞELL KOMPANİ OF TURKEY LİMİTED İSTANBUL

C A S IN O M U N IC IP A L DE T A K S İM

R e s t a u r a n t d e 1 e r o r d r e

Attractions diverses toujours renouvelées

T.T.O.K. azalığı: Senelik aidat 120 Liradır: .Sene başında peşin verilir Yeni aza bir defaya mahsus ayrıca 50 lira duhuliye verir.

Aza: Bilâ bedel aylık belletenimizi aldığı gibi, seyahatlerinde bir çok kolaylıklardan faydalanır.

— La Cotisation annuelle des membres du T.T.O.K. est de Ltqs. 120, payable chaque année par anticipation. — Le droit d’entrée est de 50 Ltqs., payable une seule fois.

(5)

OCAK-ŞUBAT 1960 3

Türk - İslâm Mimarî ve Kaligrafisi

Geçen ay içerisinde Ankarada toplanan Tiirk İslâm San'atı Konferansında Pakistanı temsil eden Puncap Üniversitesi profesörle­ rinden Dr. Mohammed Çağatay’ın yaptığı ko­ nuşmanın özetini okuyucularımıza sunarız.

İSLÂM’DA CAMİ MİMARİSİ

İslâmda cami veya mescid diğer dinlerin iba­ det yerlerinden değişik bir mana ifade etmekte­ dir. Çünki Hazreti Muhammedin dediği gibi bü­ tün yeryüzü Müslümanlar için cami, mescit ve ibadet edilecek bir yerdir.

Eski Mısırlılar, Yunanlılar ve Budistler dahi mabedlerini bir İlâhî varlığın adına yapmışlardı.

Tarih bakımından Mescid’in İslâm’da ibadet edilecek bir yer olarak kabul edilmesi Mekke’­ den Medine’ye yapılan Hicretten sonra ohıp, iba­ det edenler için dış dünyadan kendini tecrid ede­ cek bir yer olarak düşünülmüştü.

Burada akla bir soru gelmektedir: «Acaba Medine’de ibadet edecek yerlerin mimarisi hu­

susunda Hazreti Muhammed tarafından hangi mimari şekli tercih edilmişti?»

Şüphe yok ki Medine’de yapılan ilk yaşanacak yerler basit ve o zamanın Arap mimarisine uy­ gun yapılardı. Hazreti Muhammedin orada kal­ dığı ev kendi ihtiyaçlarını karşüayacak şekil­ de ve daha evvelce görülmemiş bir mimarî ya­ pıda olup içerisinde bir de camii haviydi. Bu yer o kadar mütevazi idi ki, Medine’ye yerleştiğinin 16. ayında Kıblenin Kudüsten Mekke istikame­ tine değiştirilmesini müteakip Hazreti Muham- med aynı gün kıldığı ikinci namazı ters istika­ mette kılmakta hiç bir güçlük çekmemişti. Bu da Hazreti Muhammed’in camiin şekil ve yapısı mevzuunda belirli ve gelecek için sabit-tip sayı­ lacak bir usulü tercih etmediğini gösterir.

Bu suretle halen yeryüzünde camiler üzerin­ de inşa edildikleri arazi, sahn, dua odası, mih­ rap, minare, minber vesair unsurlara göre inşa edilmiş bulunmaktadır.

Hazreti Muhammed’in ölümünden 40 yıl ka­ dar sonra Hâlife Raşidin zamanında Peygam­ berin Mekke’de iken kaldığı evin mimarî yapısı tamamiyle değiştirilmiş ve ev geniş bir cami ha­ line getirilerek, Hazreti Muhammedin mezarı da bu camiin içerisinde bırakılmıştı. Bu ilk camiden sonradır ki yeryüzünde binlerce ve binlerce mi­ marî şaheser sayılan camiler inşa edilmiştir.

TÜRK MİMARİSİ VE HİNT - PAKİSTAN MİMARİSİ ÜZERİNDEKİ TESİRLERİ

11., 12., ve 13. Asırlarda Hint yarımada­

sını fethedenlerin umumiyetle Türkler olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Orta Asyadan gelen bu Türkler şüphesiz ki san’at ve kültür an’aneLerini de yarımadaya getirmişlerdi. Fakat gelişlerini takip eden ilk zamanlarda acil ihti­ yaçlarını karşılamak mevzuunda o zamanlar yarımadada mevcut imkânlardan faydalanmış­ lardır.

Birbiri peşinden gelen Halci ve Tuğluk hane­ danları 1300-1420 arasında Hint yarımadasını hakimiyetleri altında tutmuşlardı. Bu iki hane­ danın da Türk soyundan geldiği bilinen bir ger­ çektir. İşte bu devirlerdedir ki İslâm mimarisi­ nin karakteristik vasıflan Hint yarımadasına yekleşmeye başlamış ve müslüman ustaların yol göstermeleri ile, gayri müsMm unsurlar arabesk, kemer, kubbe ve diğer dekorasyon usullerini tat­ bike başlamışlardı. Aşağıda sayılanlar bu dev­ rede yapılmış olan eserlere iyi örnekler teşkil etmektedirler:

Delhi’de Nizamuddin-i Evliya’da yapılan Cemaathane (1309).

Delhi’de Kuvvet’ül İslam Camiinin Alay ka­ pısı (1309).

Multan’da Shaikh Rükn-i Alam’uı kabri (1338).

İspahanda 1602 senesinde inşa edilmiş olan Allahverdiğân köprüsü

Le Pont Allahverdig'hian construit en 1602 â Ispalıan

(6)

4 TÜRKİYE TURİNG ve OTOMOBİL KURUMU

Delhi’de Han Cihan Tilangani’nin Kabri (1379).

Müslümanların Güzel sanat orijinlerine ge­ lince, Müslüman’lar Bizans ve Sasani Devletleri­ nin topraklarım İslâm dünyasına, kattıklarında onlardan zengin ve çeş'tli formları da devral­ mışlardı. Bugün bu devletlerin san’at şekilleri her ne kadar kendi isimlerini havi olarak yaşa­ mıyorlarsa da, Türk - İslâm ve İran simleri al­ tında Müslümanlar tarafından onlara verilen şekillerle hâlâ devam etmektedirler.

Bunların yanı sıra Müslümanların kaligra­ fiye olân yakın alâkalan bu san’at kolunda fe v ­ kalâde eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu san’at kolu tamamiyle İslâm’a ait olup bil­

hassa Selçuk Türk1 eri tarafından geniş çapta

kullanılmış, ve ayni zamanda Hint Müslüman mimarisinde de çok büyük rol oynamıştır. Tarih bu san’at koşunun nasıl olup da Hindistan İm­ paratorluğunun başşehrine kadar inerek yerleş­ tiğini sarih olarak anlatmaktadır.

Halen elimizde bu unan bazı eski edebî kay­ nakların verdikleri bilgilere göre Müslüman İm­ paratorların yarımadada inşa ettirdikleri sanat eserlerinin tariflerinde Türk orijinlerini istihdaf

eden birçok terimlere rastlanmaktadır. Bunların arasında meşhur Taç Mahal’in dekorasyonunun tarifinde mehaz olarak kullanılan Band-i Rumi, Tuğluk Sultanları tarafından 1335 te Multan’da yaptırılan Şheik Rukn-i Alam’m Kabrinde kul­ lanılan ay şek ildeki kubbe nihayetleri, Bija- pur’daki İbrahim Adil Şah Revze’si, ve nihayet Agra.’daki Taj Ma hafin'kendisi ki, bu eser de Cihang r tarafından yaptırılmıştı, Türk tesirle­ rini havidirler.

KALİGRAFİ DE TÜRK İSLÂM KAYNAKLARI

İslâm kuvvetlerinin İstanbul üzerine yaptık­ la n seferler Ommaya.t rejimi sırasında başla­ mıştı. İlk seferin kahramanı Hicret esnasında Hazreti Muhammedi Medine’de barındıran Ebu Eyyüb Ansari tarafından yapılmış ve bu sefer esnasında Ansari ölmüş ve İstanbul surlarının dibine gömülmüştü. Sonraları mezarı Hıristiyan Yunanlılar tarafından bile ziyaret edilen müm­ taz bir yer olmuştu. Bu ilk yapılan seferden son­ ra İslâm'ın kudreti bütün Anadolu, Bizans ve hatta Yunaııistanda kendini hissettirmeye baş­ lamıştı. Arapça, güney kısmında fazla aşağılara

Türkiye suıın ile Tebriz arasında Kasvindeki mozaikten giriş kapısı La porte monumentale en mosaiques à Kazvin, entre la frontière turque et Tebris

(7)

OCAK-ŞUBAT 1960 5

nememekle beraber bu lisanı ve yazısını benim­ seyen Selçuk ve Osm anlı Türkleri İranlılar gibi Arapça yazıyı kendi lisanlarına adapte etmiş­ lerdi.

Tez’imiz olan «Kaligrafide Türk Kaynaklan» mevzuunda, Anadol’uda Selçuk İmparatorluğu­ nun kuru'duğu sıralarda tbn Mugla’nm mucidi olarak bilindiği Nakşi tipi yazının en fazla re­ vaçta bulunduğu binm ektedir.

Selçuk tarihinin «Rahat us Sudur» ve «A yat us Sudur» yazan olan A r Ravandi amcası Ta- cuddiu Ahnıed ile beraber 10 yıl müddetle Kali­ grafi üzerinde çal’ışmış bir insandı. Kaligrafinin prensip’eri üzerine bir kitap da yazan Al Ravan. di Selçuk tarihine kaligrafi hakkında bir de ayn bir kısım tahsis etmişti.

Selçuk Sultanı Tuğrul Bey de Ravandinin bir diğer amcasiyi’ e, Mahmud tbn Mulıammed’le kaligrafi üzerinde çalışmış (1183) ve yeter de­ recede derledikten sonra Kur’anı 30 kısımda yazmaya başlamış ve süsleme işini tamamlamak üzere de ayn mütehassislan bu işe başlatmıştı.

Türkçe orijin olarak Turanca’dan gelmiş olup Türklerle beraber Anadolu ve bir kısım A v- rupaya ve Rusyaya yayılmıştı. Arap memleket­ leriyle olan yalan alâka ve Islâm, dolâyısıyla Kur’anın arapça olması, Iran kültürü ile yakın­ lık ve Iranın da Arap harflerini kullanması ne­ ticesinde Arap harfleri Türk lisanının içerisinde devamlı bir yer sahibi olmuştu.

Tarih bakımından 7. Asır Islâm dünyası Hı­ ristiyan dünyasının 13.Asn ile mukayese edile­ bilir. 7. Asırdaki Bağdatta Moğol ayaklanması Doğu kültürü üzerinde geniş çaplı değişiklik­ lere yol açmıştı, işte bu devirdedir ki Yakut el

Muştaziırıi yoluy’ a Nakşi tipindeki Arap yazı

çeşid' ve bilhassa bu tipteki Kur’an yazmaları standart bir hale gelmeye başlamıştır. Yakut’un Amasyalı bir aileden geldiği ve esir olarak Bağ- dad’a getirildiği ve orada da son Abbasî Hahfesi

Almuttassil Billah tarafından serbest bırakıldığı

bilinmektedir.

Yaptığı eserler Yakut’a kaligrafi sahasında iyi bir isim yapmıştı. Bu sebepledir ki kendisine

Yakut ar Rupi al Mustazimi denir. Yakuttan

sonra gelen talebelerinden bir gurup onun usu­ lünü takip edip bu stili bir eko) haline getirdiler. Bu gurup ekserisi Türk olan geniş bir etki böl­ gesine yayılmıştır.

17. Asırda bir Türk bibliyografı olan Hacı

Halife (1608-57) Kashf-Zanun adlı kitabı ile ka­

ligrafinin teorilerini formalize etti ve bu sanat kolu hakkında tarihî bilgileri bir araya topladı. Daha sonraları büyük bir Türk kaligrafisti olan

Hafız Osman bağımsız bir kaligrafi ekolu kur­

maya muvaffak olmuştu. Hafız Osman 1642 de îstanbulda doğmuş ve 40 yaşında ölmüştü. Ha­ fız Osman bilhassa Kur’an yazmalan ile Islâm Dünyasının bütün kaligrafisine tesir etmiş ve ünü Islâm dünyasının her tarafında duyulup söylenmişti.

Islâm kaligrafisi ve ka’igrafistleri hakkında Türkçe olarak yazılmış bir çok eserler de bul­ mak mümkündür. Bunlardan bazılarını aşağıda veriyorum :

1 _Munakib-i Hunarvaran: 10. Asırda Mus­ tafa Ali Efendi tarafından yazılıp 1923 de Mah­ mut Kâmil tarafından îstanbulda derlenip basıl­ mıştır.

2 — Tuhfa-i Hattatın: 12. Asır ortalarında Mustazimzade Saduddin Efendi tarafından ya­ zılmış, 1928 de Mahmud Kâmil Bey tarafından îstanbulda derlen’p basılmıştır.

3 _Hat-ı Hattatan: Sultan Abdülhamit za­ manında Habib efendi isminde bir zat tarafın­ dan Türk Hattatları hakkında derlenmiş bir ki­ taptır.

Bu Türk kaynakları Islâm ka’igrafis nin in­ celenmesinde yeterli bir mehazdır.

Bugün Türkiye lâtin harfler'ni kabul etmiş olmalına rağmen Hafız Osman stilini yaşatan bir hükümet enstitüsü Islâm kaligrafisi üzerin­ de çalışmalarda bulunmaktadır. Bu enstitünün eserierim Lahorda yapı’ an 1957-1958 Millet'er- arası İslâm Ko'okiyumu münasebet'yle tertip­ lenen sergide görmek imkânını bulmuştuk.

Islâm kaligrafisinin paha biçilmez eserleri bugün Türkiye k tap ıklan ve müzelerinde bu­ lunmakta olup dışarıda pek bi’ inmeizler.

Scp o%rak kısaca şunu söylemeliyim ki Is­ lâm devlet'eri arasında Arap harflerini mümtaz bir mevk'e getirmekte en mühim rolü Tiirkler oynamıştır.

(8)

6 TÜRKİYE TURÎNG ve OTOMOBİL KURUMU

M u asır X u r iz m in iki K u r u c u s u :

C o o k v e R i t z

Tabiat, bu kesif turist akınlannı mevsimlere

göre tanzim etmekle kendi Kanuni anna tabi tu­ tuyor : yaz ve kış mevsimlerinin asgarî ve azamî kalabalık devreleri teessüs etmiştir. Toplu teş­ kilât sayesinde kış sporlarına az paralı kimse­ ler de iştirâk edebiliyor, spor sahalarına gidenle­ rin çoğu yılbaşı etrafında hareket ettiği için garlar, bundan elli sene evvel görülmeyen bir yolcu kalabalığına uğrar. Fakat en büyük turist akım yaz ortasanıda görülür. Akm temmuzla be­ raber başlar ve ağustos ayı turizmin ve tatille­ rin en mühim devresini teşkil eder. Mevsim icap­ larının değişmesine bir misal verelim: vaktile Fransamn Nis ve Cannes gibi güney merkezleri ekim başında uyanır, oteller kış mevsimi için açı­ lırdı. Fakat mayıs gelir gelmez, otel ve pansi­ yonlar kapanır ve bütün yaz kapalı kalırdı. Şim­ di tamamen tersi oldu. Nis artık kış mevsiminde sakin ve ıssızdır. Zaten bu şehir, o havalinin bü- yiik bir merkezi haline gelmiş ve refahım artık ancak kismen turizmden beklemektedir. Akde­ niz kıyılarında yazlamak modasını Amerikalılar çıkardı. Birinci Dünya harbinde (1917 veya 1918 de) Amerikan ordusu Nis havalisinde as­ kerleri için hastahaneler ve dinlenme merkezle­ ri kurmuştu. 1920 den sonra, oralara ısınmış olan eski muharipler tekrar ziyaret etmeği adet

edindi, fakat yaz mevsiminde, yani tatil devrin­ de, ge'diler. Böylelikle bir yaz akım peyda oldu ve Amerikalılara yavaş yavaş Ingü'zler ve Fran- sızlar da katıldı. 1925-26 da bu moda iyiden iyi­ ye yerleşti.

Muasır turizm biri romantik olmak üzere «aristokratik» ve ötekisi de «sınaî» diye vasıf- landınlabüir. Demokratik diye iki devreye ayır­ dık. «K eyfiyet» unsurunun hakim olduğu eski tu­ rizmin yerine «Kemiyet»in hüküm sürdüğü ve makine rasyonalizmine cevap veren turizm kaim oldu; bu ise medeniyetimiz tekâmülünün sadık aynasıdır.

iki asrı doldur an bu gelişmede iki hâkim

şahsiyet görüyorum : «Aristokratik» çağda

RITZ, demokratik çağda COOK. Cook’un eseri daha devamlıdır. Kısa bir ömrü olan Ritz ise, şimdi kaybolmuş bir peri âlemi hatırlatır.

César Ritz, 1914 e kadar yaşamış eski Tu­ rizm çağının lüks otelini tasarlayıp işleten sihir­

bazdır. XDÍ. asrın son otuz senesi ite

X X . inci asrın başlan arasında kibar ve zarif ha­ yatı o tertip etmiş ve teşrifatçılığını yapmıştır. Şahsî cazibesi kırallan, zenginleri, kibarlan bu­ lunduğu yere çekerdi. 1850 de doğmuş ve 1902 de hastalanarak faaliyetten çekilmiştir. Fakat 1870-80 ile 1900 arasında yüksek turizmin her

Yeşilköy de Çınar Oteli L’Hôtel Çinar à Yeşilköy (İstanbul)

(9)

OCAK-ŞUBAT 1960 7

Aksaray-Unkapam yolu grüzergrâhının Umumî Manzarası Vue générale du parcours de la route Aksaray-Unkapani

gösterisinde, o zamanki «Kibar âiem»in seyahat işlerinin hepsinde ne yapıldıysa Ritz’in eseridir. Ritz seyahat mefhumunu da, yaz tatilini de, lüks oteli de baştan aşağı değiştirmiştir. Bu Ritz İsviçre’nin Vaiais eyaletinde, Brig civa rında, kalabalık bir ailen n onüçüncü çocuğu ola­ rak doğmuştur. Küçüklüğünde çobanlık ettikten sonra, 1867 de millet erer ası sergi vesi esiyle Parise gider. Orada bir ote'de, sonra bir lokan­ tada uşaklık eder. Fransız-Alman harbi arifesin, de meşhur Vo sin lokantasına girerek garson­ luğu öğrenirken, İngi tere Veliahtına, Sarah Bcrnhardt’a, Kont Nigera’ya hizmet eder. Voi- ein’de çalışırken müşteriye tavsiye ettiği şarap­ ları içirmek sanatını öğrenir. Az sonra «Lüks Otel» mefhumunu da kavrar. Amerikalı bir müş­ terinin kendisine: «Buzlu suyunuz mu yok? Ban­ yonuz da mı yok ?» diye hayret :çinde hitap et­ mesi Ritz’in velût kafasında bir çok fikirlerin doğmasına yol açar. Eğitimin', tecrübelerini Viyana’da, Nis’de tamamlar ve 1874 Righi, Ku- lon’da başgarson olarak çalışırken Lüsern’in bü­ tün Avrupaca tanınmış Mil’et Oteli müessisi meşhur İsviçre otelcisi A ’bay P feiffer’le tanışır ve dikkat nazarını çeker.

Ritz’in, Albay P feiffer’in alâkasını nasıl çek. t iğini Bayan Ritz şöyle anlatır:

«Bir Eylül günü ısı -8 dereceye iner. Fakat «aksi gibi ısıtma tertibatı patlar. O gün de öğle

«yemeğine 40 zengin Amerikalı gelecek. Bunu «gören Ritz 40 tane tuğla bulup ısıtır; yemek «masalarını da küçük bir salona taşıtarak sofa- «da duran dört bakır kâseye odun kömürü dol- «durur yakar ve sa’ onun dört köşesine oturtur. «Kırk Amerika’mın ayakları altına da bezlere «sarılmış kızgın tuğlaları dizer ve misaf rler mü. «kemmel ısınırlar. Pfeiffer bu mahirane işi öğ- «renince tertip edeni tanımak ister ve çok geç- «moden Ritz’e M Tet Ote’inin müdürlüğünü ve- «rir. Bu, Ritz için fevkalâde parlak bir meslek «hayatına başlangıç olur ve o günden itibaren «teşk'i’âtcı ve yaratıcı dehasiyle zamanın en bü- «yük otellerini idare vesilesiyle otelcilik sana- «yiini baştan başa yeniler. Fransanm, Almanya- «nın, îta’yamn en büyük otellerini de tecdit eder, «fakat faa’ iyetinin en parlak kısmı İngilterede «geçer. Londramn Savoy oteli otelciliğinin en «ileri örneklerinden sayrıdır. Meselâ bütün Av- «rupa’da istisna teşkil etmek üzere 60 Banyo «odası vardı, asansörü vardı. Lokantayı idareye «memur edilerek girdiği otele 1889 da müdür «olmuş ve bu vazifeyi 1898e kadar görmüştür. «R itz’in teşebbüsü neticesinde Londra’da Carl- «ton ve Parls’de Ritz otelleri Ingiliz sermayesi «ile açılmış, bunları Madrid’te, Kahire’de, Joh- «hannesburg vs. de Ritz otelleri takip etmiştir. «Her yerde Ritz oteli, gözü kapalı girilebilecek «lüks otel» alemi olmuştur. Yemeklere ve

(10)

şarap-8 t ü r kIy e t u r î n g ve o t o m o b i l k u r u m u

Caoeres’te Adarve Caddesi La Rué Adarve â Cacereıs

«lara hususî ehemmiyet veren Ritz idare ettiği «otellerde yemeğin fevkalâde iyi olması esasım «güderdi. Meşhur aşçıbaşı E sccffier ile ortak ol- «du. Yine Ritz’in teşebbüsü ile dir k' o sıkıcı bü- «yük yemek masaları kaldırılıp yerine hususî «küçük masalar konuldu.»

«Ritz tesirini yemek saatlerine kadar gen;ş- «letti ve İngilizce «Five Oclock» diye anılan «•saat 5 çayını bir müessese hai ne getirdi. Bü- «yük otellerde kibar aleme mahsus yemekleri de «o tertip etti ve Londra i’e Paris’te Moda yap- «tı. Kırallar, zenginler, prensler ona ziyafet1 e-r «ısmarlar, tertibin1 kendisine bırakırlardı. Yirmi «beş yıl boyunca sanki sonu ge’rnez bir âyin ida-

«re etmiştir.» v

Ritz’in otel odalarının yenilenmesinde de ro­ lü büyüktür. Her odanın yanında banyo odası usulü onun eser dir. Hülâsa denebilir ki bütün bir devrin eğlencelerini ve tatil ve yazlık mer­ kezlerini o tanzim ve tertip etmiştir. «Demokra­ tik Turizm»e gelince o, meşhur «Cook and Son» firmasının X IX . asırda vüeude getirdiği eserde bilkuvve mevcuttur. Thomas Cook (1808-1892)

un bir oğlu vardı, John Mason Cook (1844-1898) Eserleri şu sözlerde hülâsa edilmiştir: «He made travel easier» (Seyahati kolaylaştırdı).

Cook, tütün düşmanı olup bunu herkese tel­ kin etmek için yaptığı propaganda neticesinde dirki müşterek seyahati tasarlamıştır. Yine tü­ tün aleyhinde bir gösteri tertip etmeğe hazırla­ nan taraftarlarından bir grupu, oturduğu Lei­ cester şehrinden Loughborough kasabasına ta­ şımak için müşterek bir tren yolculuğu tertip eder (Haziran 1841). Yeni işlemeğe başlayan demiryolu şirketi ile anlaşarak hususî müşterek tren biletleri çıkartır. Bu ilik müşterek seyahat­ tir, ve neticesinin ne olduğunu biliyoruz. Lough­ borough toplantısı o kadar muvaffak olur ki, her taraftan müşterek seyahat talepleri gelmeğe başlar. Ömründe ilk defa trene binen Cook, o günden itibaren nasıl bir mesleğe sülük ettiğinin farkında değildi. Giriştiği bu yeni faaliyet he­ nüz turizm adını almamıştır. 1842 den itibaren bir taraftan tütün aleyhtarlığı propagandası, öte taraftan pazar günleri çocuk gezintileri tertibi ile vakit geçirir. Nihayet Leicester’de bir gezin­ ti ve seyahat acenteliği açar.

ilk önce civar şehirlere inhisar eden gezinti­ ler yavaş yavaş bütün Ingütereye teşmil ediür. Cook 1851 de Londra Miîtetilerarası Sergisine müşterek seyahatler tertip ettikten sonra, 1855 de Paris Milletlerarası Sergisine bir gezinti ter­ tip eder. 1857 de Belçika, Almanya ve Fransa’ya bir sefere bizzat reislik eder, yanına lisan bii- mediğ için bir de tercüman alır. Ondan sonra İsviçre’ye, İtalya’ya, hatta Mısır’a ve Amerika- ya el atmağı düşünür. İşler çoğaldığından yazı­ hanesinin teşkilâtını da büyültür, ve nihayet 1864 de Londra’ya nakleder. Artık Cook’un fa- a'iyeti bütün dünyaya yayılmıştır. 1865 te Am e­ rika demiryolları le anlaşma'ar akdetmiş, 1867 de Paris Milletlerarası Sergisine 20.000 ziyaret­ çi taşımıştır. 1868 de Mısır’a ve Hindistan’a tu­ rist götürüyor; 1871 de mütarekeden sonra Pa- r s’in ha’â tüten harabe’erini görmek merakın­ daki îngilizleri Fransız başkentine ulaştırıyor. 1882 de Ccck, Ingiliz veliahtının Şarktaki seya­ hatini tert p ediyor. Cook müessesesi hükümdar­ ların seyahatlarım tanzim etmektedir. îngi tere Kralı VII. Edvardın iki cğlunu Fransa’nın ce­ nubuna götüren odur. Almanya İmparatoru II. W ihel’m Suriyeyi gezdiği zaman seyahat te­ ferruatına yine o bakmış ve Cook’un oğlu John bu ■Sefer esnasında tifoya tutulup ölmüştür.

(11)

OCAK-ŞUBAT 1960 9

ci değildir, nakil vasıtası da işletmemiştir, saden­ ce seyahat tertip eden, nakliyat şirketleri, otel­ ciler ve lokantacılar arasında mutavassıt rolü gören bir kimsedir. Demiryolunun İçtimaî kuv­ vetini kavramış, trenlerle milyonlar taşımak lâ­ zım geldiğine inanmış, yüksek fiata az yolcu ta- şımaktansa ucuz fiata azamî sayıda yolcu taşı­ manın faydasına inanan demiryolu idareleri ile hemfikir olmuştur. Fakat o bir şey daha anla­ mıştı: Seyahata çıkanların yolculuk işlerini, yol. culuğun icap ettirdiği muameleleri başkasına yaptırmak arzusu. Onun için dirki yolcuya bu zahmetlerin hiç birini bırakmıyan müşterek se­ yahatler hemen o kadar rağbet görmüştür. Cook, nakliyat şirketleri ile anlaştıktan sonra otellerle de anlaşıyor, otelciler Cook müessesesi kuponlarım para makamında kabul ediyorlar. Cook teşkilâtı yolcuları, götürdüğü yerde de, kendi başına bırakmazdı. Kılavuzları vasıtasıyla gezdirir, görülecek yerlere götürür, seyyahlara mahsus rehberler bastırırdı. Müşterek seyahat tekniğinin esasları bu suretle kuruldu.

Fakat Cook’la Ritz arasında yine de büyük fark var. Mesela Cook iyi yemekle alâkadar ol­ maz, içki içenlere karışmaz, ama kendi vermez. Tütün alayhindeki propagandasına sonuna ka­ dar devam eder.

Ritz, yaşadığı devrin adamı idi ve onunla be­ raber öldü. Halbuki Cook’lar istikbali gördüler. Zamanımıza uygun müşterek hayatın bir safha­ sını teşkilâtlandırdılar.

Şimdi Milletlerarası Yataklı Vagonlar Şir­ keti üe ortak olan Cook müessesesi 1930 a kadar ailenin mali olarak kalmıştı. Milyonlarca müşte­ risi, onbinlerce memuru, yüzlerce acentası var. Turizmin, Fransızlarca kullanılan bir tabire göre «Kahramanlık devri» geçmiş bulunuyor. Bugün varmış olduğumuz merhale turizmin mes'ek haline gelmesidir. Millî ve Beynelmilel acente teşkilâtı, mütehassıs memurları, rehber­ ler edebiyatı, ilânları, banka şebekeleri, hülâsa hakikî devlet adamlarını ilgilendiren siyaseti ile

koca bir meslek.

Seyahatlann umumileşmesi, tatilleri «başka yerlerde» geçirmek adetinin yayılması, müşte­ rek gezintilerin çoğalması, yalnız milletlerin örf ve adetlerini değil, mübadele şartlarım da değiş­ tirdi. Denilebilir ki turizm «Gözle görüliemiyen ihracat» ın en mühimlerinden biri olmuştur. Zira yabancı turist bir memleketin servetini fev ­ kalâde surette kabartmaktadır. Böylelikle seya­

hat, turizm, otelcilik kanunlarına ister istemez tabi oldukları bu sanayi çağının malı haline gel­ miştirler. Yek nazarda bunun tek istikametli bir cereyan olduğu sanılır ama, pek öyleye benze­ miyor. Turizm sahalarında «K eyfiyet» mefhumu kaybolmadı. (Yalnız zenginlerden bahsetmiyo­ rum.) Zira daima güzellik ve zerafet arayan zevk sahibi insanlar her vakit olacaktır. Onların arzularını yerine getirmek yalnız para meselesi değil, bir de eğitim meselesidir. Amerikan tipi

otel inkâr edilmez bir terakki teşkil1 eylemekte ve

Birleşik Devletlerin sinaî usulleri nasıl örnek ol­ dularsa, onun da ör nek sayılması ihtimali galip­ tir.

Andre SIEGFRIED

Fransız Akademi Azasından.

Yunan-Fransız Kültür Münasebetlerinin calibi dikkat tezahüratı

Son. zamanlarda Yunan-Fransız Kültür mü- nasbetllerinde vukua gelen tezahürler bilhassa dikkate şayan olmuştur. Evvela, büyük bir ba­ şarı kaydetmiş olan, kitap müzesindeki (Yuna­

nistan ve Komada hususî hayat) adlı sergiyi be­

lirtmek yerinde olur.

Bundan sonra, ve (Dünyayı tanıma) Cemi­ yetinin ve Debussy Salonunda (Taunların ve İn­

sanlar m Yunanistanı) umumî adı altında veri­

len bir seri konferansı bilhassa tebarüz ettirmek gerektir.

Projeksiyonla canlandırılan bu konferanslar M. Roger Percheron tarafından verilmiştir.

Diğer taraftan, Fransa Turing Klübünde

«Korfu Adası», «Yunanistanda Festival», Ro­ dos, Girit, Kort'u adalarına dair olan filmler

projeksiyonla gösterilmiştir. Beri taraftan

OTAN’ın Askerî Savunma Okulunda aşağıki fi­ limler gösterilmiştir. «Yunanistanda bir Ameri­

kalı», «Yunanlılar birikirlerine nerede rast ge­ lirler».

Bu tezahürlerin yanısıra, neşriyatta kendini gösteren Yunanistana müteallik faaliyete işaret edeüm. Klasi k ve Modern Yunanistan mevzuun­ da pek çok kitaplar intişar etmiştir. Bunlar ara­ sında şunlan zikr edelim : Pierre Casent’in

«Diatribes pour les Aristotéliciens», Jean Meyer-

d orf’un «Introduction à l’Etude de Palomas», Roland Martin’in «L’Agora», M. Robertson’nun

(12)

10 Tü r k i y e t t j r în g ve o t o m o b i l k u r u m u

Ateş gibi Ataşe

Geçen gün ateş gibi bir Ataşe ile tanıştım:

Avusturya Kültür Ataşesi Prof. Dr. Jorda. Bir kere bu genç adam Türkçe biliyor, Türk tarihini, Türk medeniyetini biliyor, tâ Charles Quint’den başlayarak Habsburg Hanedanının son hüküm­ darı Charles’a kadar asırlar boyunca Türkiye ve

Avusturya arasında geçen bütün tarihî

hâdiseleri biliyor ve, asıl mühimi, çoğu zaman her iki tarafa da acıya mal olmuş nice hâdiseleri objektif bir ilim adamı kafasiyle tahlil etmes'ni ve onlardan tarafsızca ahkâm çıkarmasını bili­ yor.

Bildikleri sadece tarihe alt değil. Dünkü ve bugünkü kültür hayatımızı da biliyor, ilimde, edebiyatta ve sanatta güvenebileçeğimiz sima­ ları da biliyor, onların eserlerini, üslüp-anm, değerlerini biliyor, hangilerinin kendi memleke­ tinde alâka ve hayranlık uyandıracağım biliyor. Kendisi, Avusturya Kültür Ataşesi, nihayet. Vazifesi, Avusturya kültürünü mem'eketimize tanıtmak ve halkımız arasında Avusturyaya karşı tertemiz bir sempati ve dostluk yaratmak­ tan ibarettir. Bunu yaptı mı, elbette Hükümeti kendisinden memnun ve hoşnut olacaktır. O hal­ de, isterse, pekâlâ bize Avusturyaıun kültür kıy­ metlerini tamtmakla iktifa edebilir. İlmini, sa­ natım ve bilhassa müziği ile operasını, tarihî âbidelerini, turistik köşe'irini tecessüs ve alâ­ kamıza sermekle yetinse, k m kendisine sitemde bulunabilir? Hiç kimse.

Ama bu Ataşe, hem bu içi nu m ekerine has bir nezake; ve zarafetle yapıyor, hem de öbür stikamette çalışıyor. Yani dünkü ve bugünkü Türkiyeyi kendi hemşehrilerine tanıtmağa gay­ ret ediyor. Türk sanatkâr arım Viyana’ya davet e ttirip serg e r açtırıyor. Avusturya artistlerine Türk piyesi oynatıyor, Viyanalılara Türk virtü­ öz arım dinletiyor. Demek, bu bakımdan Prcf. Dr. Jcrda, «sank » bizim Viyanadaki Kültür Ataşemiz gibi «vazife» görüyer. Kendisine ne kadar teşekkür etsek, yine az. Elindek dar im- kân’arı son derecede iyi k ü an a ra k iki m :m !e- ket arasında kültüre dayanan dostluk bağ arı kurabilmesi, elbette büyük b r mazhariyettir.

Topu topu bir yil çine sığdırdığı bu güze ça. lışma 'ara dair haber er kulağıma geldikçe, bu bulunmaz Ataşe ile tanışmak, benim için daya­ nılmaz bir arzu oldu. Düşünün, bugünkü Avus­ turya, sekiz milyona yakın nüfusiyle, Birinci Ci­

han Harbine giren o elli milyonluk Avusturya- Macaristan imparatorluğu değil. Değil ama, adamdan yana da hiç sıkıntıları yok, zâhir. Ni­ tekim, Türkiye gibi, komşuları bulunmayan, ti­ carî münasebetleri de pek sıkı olmayan memle­ ketlere bile Prof. Dr. Jorda gibi değerli şahsi­ yetler gönderebiliyorlar.

Yoksa adam kıtlığı orada da memleketi kasıp kavursa, bize Kültür Ataşesi olarak bambaşka tipte insanlar yollarlardı. Hiç bir yabancı dil bilmemek, gideceği memleketin tarihi ve mede­ niyeti hakkında en küçük bir fikre sahip olma­ mak, oranın kültür bakımından kalbur üstü şah­ siyetlerini tanımamak ve tanımak için de ken­ dini sıkmamak, hâsılı gaf yaparım korkusiyle hiç bir işe elini sürmemek ve sürmek zorunda kalınca da mutlaka herkesi kendine güldürecek kadar çam devirmek itiyat ve kabiliyetinde olan, lar seçilir ve bun1 ar arasından da yüksek ma­ kamlara intisabı olanlar memuriyete tâyin edi­ lirdi. Demek iyi yetişmiş, iyi niyet ve sağlam şah­ siyet sahibi insanların bolluğu sayesinde, böyle nazik ve ehemmiyetli vazifelere kolayca ehil kimse’ er buluyorlar ve, parti gayreti ve şahsî dostuklar işe karıştırılmaksızın, memleketin her yerde yüzünü ağartmak mümkün oluyor.

Ne mutlu memleketler, ne mesut insanlar, değil mi?

Dcğrusu, gıpta ettim. Yalnız gıpta i e de kai­ me dım, hr :ct ettim: Çünkü m ilî dâvalar bah's mevzuu c-lunca, başkalarına bakıp haset etme­ nin as’â biı faziletsizlik olmadığına manim var.

Prof. Sebri Ksad SİYAVUŞGİL

Kudiiste (Israël) Klng David Oteli L’Hôtel King David à Jérusalem (Israël)

(13)

OCAK-ŞUBAT 1960 11

Turizm ve Tarih

Turizm, resmî vazife veya ticarî temas ga­

yesiyle memleketimize gelenlerin çoğu, şehrimiz­ deki gezilerine başlarken hususî dostlarına veya mihmandarların : « KONSTANTÎNOPL » affe­ dersiniz İSTANBUL diyecektim» mülâhazasiyle şehrin bilhassa eski kısmım görmek arzusunda olduklarım belirtmektedirler.

Kültür alışkanlıklarına rağmen yine de kek­ remsi nezaketleriyle «Türklerin şehirlerinin is­ mini İstanbul olarak sevdiklerini ve bu keyfiyet memleketimize gelmezden önce öğrenmiş bulun­ duklarım» da size ihsas edeceklerdir.

Meslekten yetişme tercüman rehberseniz, on­ ların anladığı terimle, ziyaretçilerinizi eski Bi­ zans’a, eski Konstantinopolis’e, yâni bugünkü İs­ tanbullunuzun üçgen surları içindeki tarih hâzi­ nemiz olan eski kısmına götüreceksiniz.

Hâdiselerin hususiyetine ve tarihî hakikat­ lere sadık kalarak asırlarca sahibi bulunduğu bu şehre Konstantiniyye demiş ve dedirtmiş olan Türklerm şimdi ona Konstantinopl diyorlar diye gocunacağım sanmak safdillikten başka bir şey değil dir.

Batı dünyası kurucusuna izafeten buraya Konstantininin şehri anlamına gelen Konstanti- nopoh's adım vermiştir. Okul kitaplarında, Bü­ yük lâkabıyla anılan Konstantin hıristiyan olan ilk Roma imparatorudur diye yazılıdır. Sikkele­ rin tetkikine müsteniden malûm olduğu veçhile, güneşe, tapan ve ölüm döşeğinde hıristiyanhğm Arien mezhebini kabul eden Büyük

Konstantin’-M. S. 330 da kurarak NOVA ROMA (Yeni

Roma) adını verdiği bu şehir Doğu Roma İmpa­ ratorluğunun 1453 de OsmanlIlar tarafından yı­ kılmasına kadar mezkûr imparatorluğun ve bi­ lâhare OsmanlI Türk İmparatorluğunun taht şehri olmuştur .. .

Doğum ve ölüm tarihleri sarih olan Roma imparatorluğu gibi bir medeniyet bütününü sotı_ radan Bizans İmparatorluğu şeklinde sun’î bir istihale devresine bölmek niye?

Bu, belki de bir zamanlar Avrupada pek re­ vaçta olan Ansiklopedici zihniyetin neticesidir. Zira böyle bir mevhum imparatorluk ve medeni­ yet ilk defa XVII. Asır Fransız Ulemasının mu­ hayyilesinde doğacak ve fonetiğini beğendikleri Bizans kelimesiyle Yeni Zamanlarda Helenizmin mükerrer rönesansı vücut bulacaktır. Nitekim bir asır sonra Voltaire şunları söyliyecektir:

«Tacite’den sonra yazılmış Roma tarihinden daha acaip bir tarih varsa, o Bizans tarihidir. Bu değersiz külliyat sırf mugalâta ve mûcizeleri ihtiva eder. Dünyayâ üzüntü olan Grek İmpara­ torluğu gibi o da beşer zekâsının üzüntüsüdür. Hiç olmazsa Türkiler daha anlayışlıdırlar: Yen­ mişler, faydalanmışlar ve pek az yazmışlardır.» Hakikaten Voltaire geçmişi bugüne bağhyan derin bir kehanette bulunmuştur. Evet, Türkler pek az yazmışlardır. Yazdılarsa da bunu kendi­ lerine kâfi görerek mahallî hakikatleri yaban­ cıya aksettirmeği asnâ düşünmemişlerdir.

Fetihten sonra arşivimize malolan ve vârisi bulunduğumuz antik medeniyetlerin el yazma­ larını (hâlen de) bu (lisanları pek iyi bilen Türk Hıristiyan tebaalarına, yaşayan dilde tercüme­ sini yaptırmamışlardır.

Arkeoloji Müzesinin karşısındaki Çinili

Köşkte teşhir edilen Fatih Sultan II. Mehmedin , kitapları arasmda bulunan yunanca ve lâtince el yazması kitapların muhtevasını ve büyük Türk Hâkanmın o zamanki mevcut kültürlerden nasıl faydalandığım merak eden vatandaşların sayısı günden güne artmaktadır.

Maalesef Batı âlemine Osmanlı Türkünün tarihini mufassal olarak tanıtan ecnebi müver­ rih Hammer’dir. Bilginlerimizce yer yer eserini tenkid ettiğimiz Hammer’in bugünkü dilde ve yazıda Türkçeye çevrilmiş tam bir koleksiyonu­ nu bulmak kabil değildir. Kaldı ki Naima, Solak- zade, Peçevî gibi, sair kendi öz malımız olan kıymetli tarihlerini ve vak’anüvislerimizin eserle­ rini zaman zaman yaşayan dilimize devşirmek lüzumunu ise hemen hemen hiç hissetmemişiz- dir.

Velhasıl tarih mizi ne içimize, ne de dışımıza lâyıkiyle aktaramadığımızı artık hüsran ve iç acısıyla itirafa mecburuz.

Nitekim bugün memleketimize misafir ola­ rak gelenlerin ellerindeki rehber kitaplarında İstanbulun kuruluşu M. E. 10 ilâ 9 cu asır olarak gösterilmektedir. Şimdiki Kadıköye Doğudan gelip ilk yerleşenler MegaraJIı (Yunanlı) balık­ çılarmış. Ve ilk kurulan bu balıkçı kolonisinin adı Kalkedonya imiş. Megaralılan başka g öç­ menler takip etmiş. Vizaz veya Bizas’in baş­ kanlığında Batıdan gelen diğer bir gurup ise yol­ larının son merhalesindeki en güzel mevkii seçe­ rek Sarayburnuna konmuşlar ve müstakbel

(14)

si-12 TÜRKİYE TURİNG ve OTOMOBİL KURUMU

teferinin adına Vizantion veya Bizantion demiş­ lerdir.

Bilâhare burası Batı Komasının hâkimiyeti altına girerek tekrar isim değiştirecek: Agusta Antonina ve neticede Doğu Romasmın Nova Ro- ması ve mezkûr imparatorluğun son günlerine kadar da, hükümet merkezi Konstantinopolis olacaktır.

İstanbul adı ise, Yunanca Stin Polis, (şehirli veya şehire ait) demek olan bir kelimeden boz­ ma im iş . . .

1958 de Munich’de toplanan Beynelmilel Bi­

zans Etütleri Kongresine verilen bir tebliğ ile, İstanbulun ilk sâkinlerinin Türk menşeli Trak- lar olduğu artık kat’iyet kesbeıtmiştir. Tek ta­ raflı Batı alimlerinin Hz. îsadan öncesine inerek buldukları Bizans kelimesiyle Romanın İmpara­ torluk tarihini; asırlarca nasü Helenleştirmek gayretine kapıldıklarını ve bu mevhum medeni­ yet tarihinin hangi kök kelimeye dayandığını . yukarıdaki misallerden anlamak gayet basittir.

Nedense tarih kitaplarımız, turizm broşürle­ rimiz hep bu Bizans ütopyasının mahsulüdür. Kendilerine bizantinist ( !) süsü veren yabancı ve yerli bazı kimselerin asırlür boyunca Osmanlı ve Türk camiasında huzur ve müsamahaya mazhar olmuş Rum ortodoks vatandaşlarımızı arkeolo­ jik ve coğrafya bakımından Helenleştirmek,

Grekleştirmek ve Yunanlı yapmak istedikleri malûmdur.

Şayanı şükran olarak İsmail Hâmi Daniş- mend’in «İSTANBUL FETHİNİN MEDENİ KIYMETİ» adındaki Türkçe eserinin Fransızca ve İngil zceye tercüme edilmiş nüshalarım oku­ yabilen ecnebi dostlarımız «Rum» tabirinin Ro­ malı, şarkî (doğu) Romalı demek olduğunu, Bul. gar ve Sırp milletlerine de bir zaman teşmil edil, diğini öğreniyorlar.

Arkeologların yeni ve müsbet keşifleriyle Anadolumuzun, Ege Denizinin, Peloponez ve Gi­ rit Medeniyetinin hakikî sahiplerinin M. E. 4 bin­ le 3 b n yıllan arasmda hüküm sürmüş (ve hiç grekçe bilmeyen) Asya kavimlerinden Pelasg- lar, Karyalılar, Lelegler, -sonra da Hititliler ol­ duğunu artık biliyoruz.

İstanbul’un karşı yakasındaki Kadıköy’de yapılan son kazılarda elde edilen Neolitik ve Eneolitik devir artıklan yavaş yavaş Ön Asya- mn da tar h önce’erini (prehistoryasını) bize tanıtmaktadır.

Bütün bu ilmi hakikatlerin bilimsel ışığın­ dan kaçarak mugalâta, edebiyatının dehlizlerin­ de dolaşmak 20. nci asır insanlığına yakışmaz. Memleketimize ge’ en hakikî dostlanmıza şunu hatırlatmak isteriz: Hususî olarak evlerine indik­ leri ahbaplanyla veya mümessili bulundukları

Yedikuleden İstanbul’a «iriş yolu L'entrée de Istanbul par la route de Yedikule

(15)

OCAK-ŞUBAT 1960 13

şirketlerin kavas1 arıy a değil, lütfen biraz da ye­ ni bilg .erle mücehhez olan Tercüman - Rehber­ lerimizle şehrimizi ve memleketimizi do'aşsınla.r. Zira karşılarında abideleşmiş hakikatler yük­

selirken, maalesef önlerine konulan ufacık taşla, ra takılıp hâlâ sürç’ü lisan eden dostlarımıza rastlıyoruz.

Ercümend ÖZBAY

Turizm hâzineleri

İnşa ve tecrübe devresi 9 yı1! süren ve (Fran­

sız Havacılığının müthiş çocuğu) diye anılan tepkili Caravelle uçağı ile Parise geldikten -sonra memleketin güney batı bö gesine yapacağımız yolculuğa tren ile başlıyoruz. Fransız Demiryol­ larının Avrupanm en süratlileri olduğu malûm­ dur. Belli başlı ekspres tren'eri saatte 110 Km. süratle seyrediyorlar. Fransız tecrübe lokomo­ tiflerinin ise saatte 340 Km.’ye kadar çıktığı

söyleniyor. Büyük hat1 ardaki trenlerde memle^

ket n her tarafı ile irtibat sağlıyan geniş bir te­ lefon şebekesi mevcut. Fransız demiryolları A v­ rupa memleketleri arasında, en uzun olanını teş­ kil ediyor. Saydık arımıza bir de trenlerdeki muntazam servis, alâka ve güler yüzlülüğü ilâ­ ve etmek lâzım . ..

Fransanın «Turizm hazine«'» diyebileceğimiz şatolar bölgesini geziyoruz. Önce Loire nehrinin menevişli kıyılarına yaslanmış Blois şehrini g ö ­ rüyoruz. Burası 28.000 nüfuslu turistik bakım­ dan son derece ehemmiyetli bir yer. Bloi-s şato­ sunun en güzel yeri François I. in yaptırdığı merdiven. Sanki şatoya yapışmış gibi. Yarısı bi­ nanın içine bakıyor, diğer yarısı av’uya. Üzerin­ deki oyma’ar, dökülen göz nuru ve el emeğini gösteriyor. Buradan otokar a, bitmek tükenmek bilmiyen ormanlar içinde başka bir istikamette ilerliyoruz. Hedef miz Chambord Şatosu. Bu bü­ yük şatoyu François I., 1519 da yaptırmağa baş. lamış. Etrafı 4500 hektar’ık nefis bir av ormanı, Şato 32 Km. lik bir duvarla çevrili. Bu, Çransa- mn, belki de Avrupanm en uzun duvarı. Başlıca hususiyeti muhteşem merdiven ve terası. Fran- sanın tantanalı devirlerinde kral ve asil maiyeti ava gittiğinde süsten geçilmeyen bu büyük te­ rasta hanımlar kendi eğlençeler ne dalar, h af â at ile gezerlermiş. Daha sonra gördüğümüz Che- verny Şatosu, küçük, fakat sevimüi bir bina. Yi­ ne zümrüt gibi ormanlar. Ağacın kıymet'ni bi­ len, ona evlât muamelesi yapan bu millet, ağaç­ tan karşılığını, mükâfatını görüyor. Doyumu cl- mıyan bir manzara, yeşil bir yaprak denizi, mün- bit topraklar . . .

Bütün yolumuz boyunca bitip tükenmiyen bu yeşillik denizi bizi, etrafını, asırdide çınarların süslediği Chenonceaux Şatosuna getirdi. Gün so_ na erm ş, tatlı bir akşam başlamıştı. Küçük bir köyde akşam yemeğini yiyoruz. Fransanın tu­ rizm gelirini nasıl iler götürdüğünü izâh edecek bir köy burası. Köyün ortasındaki yemek ye­ diğimiz otel küçük, ama, kuruluş tarihi: 1870. Bembeyaz kolalı keten örtüler, üzerinde otelin ismi yazılı, çatal, bıçak ve tabaklar. Fransız ye­ meklerinin ve içkilerinin nefasetine bir de bura­ da hizmet eden tertemiz giyimli, güleryüzlü ve cana yakın genç kızların meydana getirdiği sı­ cak atmosfer ek’eniyor. Bunlar müşteriye karşı gayet nazik, ağır başlı ve iltifatkâr. Bizim mem­ lekette maalesef yerleşmemiş bir âdet. Bu kız­ ların kendi hayatlarını kazanmaları yanında mem'eketlerine kucak dolusu döviz sağlıyan hiz­ metlerini de unutmamak icap eder. Kısacası Fransızlar turizm propagandasını tek taraflı ola- ra,k yalnız eski âbide ve eski eserde ve bunu du­ yurmada ele almıyor. Bilâkis her şeyden önce tur-'stin, bütün -seyahati boyunca en iyi şeki'de ağırlanmasını, rahat ve huzur içinde günlerini geçirmesini ön p’ ânda tutuyorlar.

Son gittiğimiz Lourde şehri de turizm dâva­ sının en iyi kavrandığı yerlerden biri. Lourde, İspanya hududu yakınlarında Pirene’lere bakan ve içinden köpüklü b r nehir geçen dinî ehem­ miyeti haiz bir şehir. Rivayetlere göre yüz sene evve’ burada bir çoban kızı Meryem Anayı rü­ yasında görerek, ondan ısrarla dünya nimeti ve sağ ık ster. Böylece burada büyük bir kilise in­ şa edilir. O gün, bu gündür Lourde, Meryem Anayı ziyaretle dertlerine deva arayanların mü- c ze şehri haline gelir. E terinde mumları, gönül, lerinde adakları binlerce yerl: ve yabancı turist, kuyruk c up her gün mukaddes yerleri ziyaret edip şifalı bildikleri sularından içerler. Dinî eşya ve^ b bldarın satıldığı dükkânlarla, evden çok otelin bulunduğu sokaklarda turistler avuç do­ lusu döviz bırakıyorlar.

(16)

14 TÜRKİYE TURING ve OTOMOBİL KURUMU ** * ,

Efeste atılan a d ım . . . Lourde şehrini gör­ dükten sonra daha ümit veriçi görülüyor.

Turist celbinde sarfedileeek parası bol olan adamdır. Bunun için, turistik ekipman, tarihî eserleri değerlendirme, müzelerin klâsifikasyonu ve bilhassa Fransa içindeki nefis yollar buraya

gelen turistleri ziyadesiyle memnun etmekte ve Fransa turizmden muazzam gelir sağlamaktadır. Cöte d’Azur, Biarritz, Deauville, Vichy, Lourde; Şatolar Bölgesi ve Paris turistlerin seve seve döviz bıraktıkları yerlerdir.

Reşad UMUR

Olomobil imal ve istimalindeki Cihanşümul Terakki

Otomobil Sanayii, normal bir surette inkişaf

eden bütün memleketlerde, çabucak en esaslı sanayi haline gelmiştir. Onun Birleşik Amerika’­ daki vaktiyle AvrupalIları hayrete düşüren iler­ leyişi bugün her tarafta taklid edilmiştir. Bil­ hassa son yıllar bu hususta çok manidar olmuş­ tur. Bununla beraber bu derlemenin şeklinde memleketlere göre mühim ince bir takım fark­ lar vardır. Her memlekette otomobil istimali ve istihsalinin terakkisinde kabul edilen kuyutta da farklar vardır ve bunlar daima itilâf halinde ol­ maktan uzaktır.

Bu maddede diğer bir çoklarında olduğu gi­ bi (konkur harici) kalan Amerikan endüstrisi 1957 de 7.300.000 araba istihsal etmiş ve ken­ disi de 350.000 Avrupa arabası ithal etmiştir ki, bu onlar için şüphesiz mühim değilse de A v ­ rupa için mühimdir.

Avrupa’da 1955 e kadar başta gelen Ingiliz otomobil endüstrisi, Alman otomobil sanayii ta­

rafından geçilmiştir. Ingiltere’de 1938 de

442.000, Almanya’da 369,000, Fransada

227.000, İtalya’da 70.000 otomobil imal edilmiş­ ti. Harpten sonra bir aralık Fransız otomobil endüstrisi Alman sanayini geçmişti. Bu suretle Ingiltere’de 1950 de 738.000, Fransa’da 357.000, Almanya’da 326.000, İtalya’da 120.000 otomobil imal edilmişti. 1955 te Ingiltere eski yerini tek­ rar almış ve 1.237.000, Almanyada 900.000, Fransada 725.000, İtalya da 300.000 otom ob’1 is­ tihsal olunmuştu. Ertesi sene Ingiltere’de vukua gelen grevler yüzünden 1.004.000 arabaya inmiş ve 1.073.000 otomobil imal eden Almanya tara­ fından geçilmişti, halbuki Fransız sanayii o yıl 827.000 ve îtalya’mnki de 316.000 araba yapa­ bilmişti. 1957 yılının rakkamlan o memleketleri aynı sırada bırakıyor: Alm anya’da 1.215.000, în_ giltere’de 1.151.000, Fransa’da 928.000, İtalya’da da 352.000 araba yapılmıştı.

Dahilî istimal ve İhracat

Otomobil istimali, mah}m olduğu üzere, Amerika’ya nispeten Avrupa’da mahdut kalıyor.

Bugün Birleşik Amerika’da 2,5 kişiye bir oto­ mobil düştüğü halde, Avrupa'nın en fazla oto­ mobil istihsal memleketi otan Almanya’da 20 ki­ şiye bir otomobil düşüyor. Fransa’da ise 9 kişiye bir otomobil isabet ediyor. Her halde istihsalci- ler, hiç bir tarafta pazarın işba halline gelmesi mevzuu bahis olmadığı kanaatındadirler, ve bu Amerika’da olmadığı gibi başka memleketler için de yoktur.

ihracat bakımından, Avrupa otomobil endüs­ trisi memleketlerinin ihracatı bariz bir surette gelişmiştir, ve bu ihracat Amerika’ya, turizm otomobilleri ile vukua gelmiştir. En ziyade dik­ kati çeken Alman ihracatına gelince, o da ciddî bir sıçrayışla ileri gitmiş ve 1957 yılında 252.000 araba ihraç etmiştir. Bunun 180.000 i yabancı memleketlere ve 72.000 i ise serbest böl. geye olmuştur. Halbuki 1956 da yabancı mem­ leketlere 117.000 araba ve serbest bölgeye de 45.000 araba ihraç edilmiştir.

Alâkalilar tarafından söylendiği gibi işba ha­ li yok ise de Almanya'dan maada, her tarafta is­ tihsalde bir yavaşlama kaydediliyor. Bu yavaş­ lama hatta Ingiltere’de, rakamlarla görüldüğü üzere, bir gerilemeye tahavvul etti. Mesela 1954

te geçen seneye nisbeten c/r 20,7 artmış olan

Fransız istihsali 1955 te % 20,8, 1956 da %14,1 ve 1957 de %12 oluyor.

ihracat için Birleşik Amerika en ziyade ara­ nan pazar olarak kalıyor, ve bunun bir çok se­ bepleri var. Evvela, Amerika’ya ihracat, Alman, ya’dan başka her memleketin açık bulunan dö­ viz ihtiyacını temin ediyor. Bundan sonra Am e­ rika otomobil kullanma hususunda her aile için ikinci ve üçüncü otomobil alıyor. Amerika’ya Avrupa’dan ihraç olunan küçük arabaların sa­ yısının çokluğu bunu izah ediyor. Mesele, Ame­ rikanın bunu göz önüne alarak şimdiye kadar ihmal ettiği küçük araba imalâtına girişip giriş­ meyeceğidir; bu da henüz bedii değildir. Büyük bir kısmı kütle halindeki imalâta alâka gösteren

(17)

OCAK-ŞUBAT 1960 15

Amerikan otomobil sanayii küçük araba işini it­ halâta terke der; zira bu 7.000.000 otom ob'l is­ tihsal eden millî sanayie hiç bir zarar getiremez. Avrupa müşterek pazarı müessesesinin bu i-stihsal ve satış ritminde bir değişiklik yapıp yapmıyacağmı bilmek meselesi kalıyor. Şimdiye kadar, bilhassa tehdit edildiğini bilmesi icap eden Fransız otomobil endüstrisi yeni ticarî şart.

lardan fevkalâde müteessir olmayacağa benzi­

yor. Lâkin istikbal bu hususta müşterek

pazar memleketleri müstahsillerinin «speciahsa- tion»lar hususunda aralarında yapacakları an­ laşma1 ara tabi olacaktır.

Bu nevi anlaşmaları derpiş eden alâmetler mevcuttur.

Jean PUPIER

T ra fik Haftası

Bugün «Trafik Haftası» nın ilk günüdür.

Hafta zarfında vatandaşlara traf k kazalarından korunmak lüzumu ve çareleri mevzuunda kesif bir propagandaya girişilecek.

-Filhakika memleketimizin traf k kazaları do- layısiyie her yıl verdiği can kaybının, nüfusa ve yol şebekesine nisbet edild'kte, diğer memleket­ lerden fazla olduğu, hattâ bir yıl zarfında bu uğurda verilen kurbanların, Kore savaşlarının en civcivli devirlerinde verilen şehitlerden fakı a olduğu zaman zaman bildirilir. Karayollarının her yıl yayınladığı trafik kazalarına ait bülten, bu konuda ilgi çekici malûmatı muhtevidir. Bit­ tabi, trafik kazalarında ölen ve yaralananlardan maada, hasara uğrayan vasıta sayısını, bu kaza dclayısiyle mahkûm olup da, iş ve gücünden ka­ lan sürücülerin adedini, bu kazalar dolâyısiyle adlî mekanizmanın sarf etmek mecburiyetinde kaldığı zaman ve iş gücünü nazara, alırsak, tra­ fik kazalarının memleketimiz için ne büyük bir âfet olduğu daha etraflı bir şekilde anlaşılır.

Trafik kazalarının artması dolâyısiyle, mem­ leketimizde müspet çalışma yol arına tevessül edilmemiş de değildir. Meselâ yolların açılması, kavşakların daha müsait bir hale getirilmesi, trafik kazalarım önleyici mahiyette işaret ve ışıklı babaların istimali, bültenler yayınlanması, okullarda trafik hususunda bilgi verlm eğe çalı­ şılması, vasıtaların kontrol edilmesi, ehliyet im­ tihanının sıkı bir şekilde icra olunması, nihayet Karayolları Trafik Kanununun çıkarılması su­ retiyle, her belediyenin ayrı trafik ka’ deferi va­ zetmesi sisteminden vazgeçilerek, bütün memle­ kete şamil umumî hükümlerin tesb:t cihetine gidilmesi, hep bu müsbet çalışmanın eserleridir. Bu bakımdan, ilân edilen Trafik Haftasını da, bu nevî ça’ışmalar serisine eklenen bir faaliyet olarak kabul etmek ve bundan da faydalı neti­ celer çıkabileceğini ümit etmek doğru olur.

Bununla beraber, memleketimizin trafik

mevzuatında değilse bile, bu mevzuatın tatbika­ tında göz önünde tutulması icap ederken, uzun zamandan beri her nedense ihmal edilen ve şehir trafiğini bir keşmekeşe soktuktan maada, tra- f k kaza'arının da vukuuna sebebiyet veren bir ciheti tatbik etmek gerekir: bu da trafik kaide­ lerine yalnız vasıta kullananların değil, fakat onlar kadar yürüyenlerin de riayetle mükellef olmalarından ve herhangi bir riayetsizlik vuku­ unda, onların da cezaya çarptırılmalarından iba­ rettir.

Gerçekten Trafik Kanunu, bir kanun olmak itibariyle, umumîdir ve sadece vasıta kullanan­ lara, değil, fakat umuma a:t yollarda yürüyen­ lere de şâmildir. Bizdeki tatbikatta ise, trafik kaidelerine riayetsizlik eden sürücü cezalandı­ rıldığı halde, bu riayetsizliği âdeta mûtad ve normal bir halle getirmiş olan halk, herhangi bir ihtara dahi maruz kalmamaktadır. Gerçi, iş mahkemeye düştüğü zaman, yolda yürüyenin kabahatli olduğu veya yol emniyetini kâfi dere­ cede kollamadan h ’r kaldırımdan karşı kaldırıma geçmeğe çalıştığı anlaşıldığı zaman, vasıta kul­ lanan ya beraet etmekte, yahut cezasında bir in­ dirme* yapılmaktadır. Fakat üzerinde durunması gereken mesele, kaza yapmış olan sürücünün bi­ lâhare beraet etmesi veya mahkûm olması de­ ğil, bilâkis bu kazanın yapılmamış olmasıdır. Bi­ naenaleyh, vasıta kullananlar, nasıl ki, tra f:k kaidelerine riayetle mükellef tutulmakta iseler, yolda yürüyenler de ayni mükellefiyete tâbi tu­ tulmadıkça, trafik kaidelerimn bihakkin tatbik edildiğini iddia etmek mümkün olmaz ve bu mümkün olmadıkça da, insanm aklına, «Trafik Haftası» yapılacak yerde, t r a fk kaidelerini ya­ yalara da tatbik ve teşmil etmenin daha yerinde olup olmıyacağı seklinde bir sual geTir.

(18)

Avru-16 TÜRKİYE TURING ve OTOMOBİL KURUMU

padaki trafik tattfkatını bilenler, bu sözlerimi­ zin ne kadar yerinde olduğuna vâkıftırlar.

Bu satırların yazarı dahi, tamamen ıssız ve dar bir -sokakta kırmızı işaret yanarken karşı kaldırıma geçtiği için, trafik cezasına maruz kalmıştır. Esasen halk bu mertebe trafik kaide­ lerine riayete alışmıştır ki, bunlara riayet etmi- yenleri bizzat alıkoymakta, ve riayete zorlamak­ tadır.

Şüphesiz ki, halkın trafik kaidelerine riayeti, her şeyden önce, umumî hayatta esaslı bir eği­ tim görmenin neticesidir; evinde temiz olmayan sokakta da temiz olamaz; evinde kaba olan, so­ kakta da kaba ve küfürbaz olur; şu halde bir halk sokakta terbiyeli, nazik, yanından geçenleri incitmekten kaçımr, çimenlere ve çiçeklere el sürmez, yerlere çöp atmazsa, trafik kaidelerine de riayette güçlük çekmez. Her kalkınmanın, her iyiliğin ve maalesef her kötülüğün aslî unsuru olan insan unsuru, burada da büyük rol oynar.

Ancak, şurasını belirtmek isteriz ki, bir mem. leketin halkı umumî yaşayış nizamlarına alışa­ cak, sokakta yürümenin, konuşmanın âdâbını öğrenecek, ondan sonra trafik kaideleri onun hakkında da tatbik edilecek dersek ve bu zama­ nın gelmesini beklersek, hiçbir netice elde ede- miyeceğiz: hukuk kaideleri şüphesiz ki, cemiyet­ ten, İçtimaî lüzum ve ihtiyaçlardan doğarlar; fakat muayyen hareket tarzlarını cebrî müeyyi­ delerle insanlara yükledikleri cihetle, insanların da muayyen bir şekilde hareket etmesini temin ederler. Nasıl ki, denize girmiyen kimse yüzmeyi öğrenemezse, trafik kaidelerine itaate zorlanma­ yan kimse de, bunlan öğrenemez ve riayete sev- kedilemez.

Yayaların trafik kaidelerine riayeti temin edildikten sonra, hattâ temin edilmesiyle birlik­ te, yayaların da haklarını tanımak, yani karşı­ dan karşıya geçişi temin edecek çivili veya çiz­ gili geçitlerin daha sık bir şekilde tesisini temin etmek ve nakil vasıtalarının da bu geçitlerde ya­ yalara riiçhan hakkını tanımalarına gayret gös­ termek de lâzımdır. Yaya giden kimse, istediği yerden karşı kaldırıma geçemiyecekse de, buna salâhiyetli olduğu yerlerde geçidin emniyetine inanmalı ve ihtiyar edeceği zahmet karşılığında bu emniyeti kazanmalıdır.

îşte «Trafik Haftası» başlarken temennileri­ miz bunlardan ibarettir: bu Hafta sadece trafik kazalarının korkunçluğunu, verdiği kurbanların sayısını umumî efkâra anlatmakla iktifa etme­ melidir: bilhassa yayaları trafik kaideleri mev­ zuunda gerekli bilgi ile teçhiz ettikten sonra,

Haftanın nihayetinde bu kaidelere riayet etmi- yen yayaların da trafik cezalarına maruz kala­ cakları sarahaten ilân olunmalı ve bu cezalar bilfiil tatbik edilmelidir. Hattâ daha müsamahalı davranmak isteniyorsa, kısa süreceek bir tecrü­ be devresinde, trafik memurları kaidelere ria­ yetsizlik eden yayaları sadece ihtar etmeli, ken­ dilerine doğru hareketin neden ibaret bulunaca­ ğını söylemek, ondan sonra ceza mutlaka ve mu. hakkak surette, hiçb;r istisna tanımaksızın tat­ bik edilmekle beraber, yayaların geçitleri emin ve kolay bir şekilde sağlanmalıdır.

Sahir ERMAN N ahif Sırrı Ö rik’in vefatı

Tanınmış ediplerimizden Nahit Sırrı Örik evinde âni olarak geçirdiği bir kaib krizi netice­ sinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

1895 de doğmuş olan Nahit Sırn Örik tanın­ mış muharrirlerimizden dir. Gümrükler Umum Müdürü merhum Örikağasızade Haşan Sırrı Bey’in oğludur. Tahsil çağının bir kaç yılını Pa­ ris’te ve muhtelif Avrupa şehirlerinde geçirmiş­ tir. Muhtelif gazete ve mecmualarda makale, hi­ kâye, fıkra, roman ve tarih tet ki tarzında ya­ zıları neşredilmiştir. Bazı hikâyeleri Alman ve İsveç dillerine de çevrilmiştir. Kitap halinde 20 kadar hikâye, eserleri arasında, bir Edime seya­

hatnamesi, Orta Anadoluda yol intibaları çık­

mıştır.

Merhum Örik son senelerde gazetelerde (Ta­ rih Sohbetleri) adı altında hâtıralarım anlat­ makta idi.

Berlin — Hilton Oteli L’Hôtel Hilton à Berlin

(19)

OCAK-ŞUBAT 1960 17

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu

İDARE HEYETİNİN 4 OCAK PAZARTESİ G ÜNÜ TOPLANAN 1960 YILI BİRİNCİ İÇTİMA ZAPTIDIR.

İDARÎ İŞLER

1 — Pek Sayjn Cumhur Reisimizle Ba-sm- Yaym Turizm, Maarif, Maliye, Koordinasyon, Nafia, Gümrük ve İnhisarlar Vekilleriyle Kızılay Reisi Rıza Çerçe', bazı Milletvekilleri, yerli ve yabancı azamızdan Yılbaşı münasebetiyle resen veya cevaben 300 ü mütecaviz takdir ve teşvika- miz tebrik ve temenni telgraf ve mektupları aldık.

2 — İdare Hey’etimizin çok kıymetli azasın­ dan Gümrükler Baş Müfettişi Natık KuraJİTn an­ sızın hastalanarak tedavi için gittiği Paris’te ve. fatı hepimizi çok derin bir teessüre boğmuştur.

Gerek Paris’te, gerek İstanbul’da Kurumu- muz kendisine karşı hürmetkar alâkasını göster­ miş ve ailesiyle mensup olduğu Vekâlete taziyet- lerini arzetmiştir.

3 — Yeni teşkil olunan Türk-Alman Turizm Cemiyetinin faaliyete geçtiğini Cemiyet Kâtibi Cihan Borçbakan’ın bir mektubu ile öğrendik.

4 — Gazeteciler Cemiyeti, Türk Matbuatının lOO.üncü Yıldönümü münasebetiyle kurduğu ko­ misyonlardan Neşriyat ve Sergi kollarına Reisi­ mizi intihap etmiştir.

5 — Reis Vekili M. N. Gündüzalp Kurumun malî vaziyeti hakkında mücmel malûmat verdi. İdarî müşküllere rağmen vaziyet memnuniyet vericidir. Nizamnamemizin 38 inci maddesi ge­ reğince, Kurumun Bankalar dak' parasını ve kıy. metlerini'çekmeğe yetkili Reis ve Murahhas Aza Reşit Saffet Atabimn, Reis Vekili Dr. Emin Er- kul Seyyitoğiu ve Müdür Said N. Duhani’ye ilâ­ veten Reis Vekil' Mahmud Nedim Gündüzalp’in de yetkik kılınmasına karar verildi.

6 — İzmir Muhabirlerimizden Yataklı Va­ gon1 ar Acente Şefi Rebii teknik sebeplerden is­ tifa etmiştir.

KONGRELER

1 — 686. yıldönümü münasebetiyle Mevlâna iht tâline tarafımızdan iştirâk etmek üzere Kon­ ya’ya gitmiş olan Fahrettin Kiper Beyefendi bu husustaki raporunu idare Hey’etimize getir­ miştir.

2 — A.I.T.’nin Milletlerarası 1960 yıllık Kon­ gresinin 30 Mayıs ile 4 Haziran arasında Yunan Kralının himayesi ve Yunan Başvekilin'¡n riya­ seti altında toplanacağı bildirilmiştir.

3 — Milletlerarası teşekküllerden aldığımız tamimlerde:

a) Gümrüklerin gazeteci arabalarına karşı gösterecekleri kolaylıklar;

b) Muayyen müddet içinde çıkmayan otom o­ billerin aranması için Ediplerin mesul tutulma- maları tavsiye olunuyor.

4 — 12 Ekimde Paris’te toplanan Milletler­

arası Otomobil Federasyonu (19601 yıllık içti- mamda:

a) O.T.A. da Federasyonu temsil edecek K o­ miteye Kurumumuz Reisi R. S. Atabinen’in in­ tihap edildiği;

b) F.I.A. ile A.İ.T.’nin O.T.A. ile birleştirile­ rek Otomobil hususlarının bir elden idare edil­ mesinin prensip itibarile kararlaştığı;

c) Sovyet Hükümetinin 1949 Milletlerarası Trafik Mukavelesine iştirak ettiği;

d) Eylül 1959 da Essen’de toplanan Millet­ lerarası Trafik Polisi Konferansı Mukarreratı içinde 1949 mukavelesinin bazı noktalarının ta­ d il lüzumu bildirilmektedir.

UMUMÎ TURİZM İŞLERİ

1 — Sayın Maarif Vekili ve Müzelter Umum Müdürü evvelce teklif ettiğimiz veçhile müzele­ rimizde duhuliye ücretlerinin arttırılmasının Ve­ kâletçe düşünüldüğünü ve bu hususta gösterilen yakın alâkamıza teşekkür ettiklerini;

2 — İstanbul Belediye Reisi Sayın Kemal Aygün ve Muavin: Sayın Fuat Üst zabıtlarımız­ da belirtilen temennilerimizin Belediyenin alâ­ kalı Dairelerine icabı yapılmak üzere havale edildiğim Kurumumuza bildirmek lutfunde bu­ lunmuşlardır;

3 — Türkiye Millî Gemçllik Teşkilâtı: 1959 Ekiminden itibaren bir Turizm Müdürlüğü ihdas edilerek Beyoğlunda Parmakkapı’da Telgraf So­ kağında 4 Numarada (Tel. 44 19 55) faaliyete geçildiğini Müdür Oktay Alp’in imzasıyla gön­ derdiği bir mektupla bildirm işt'r;

4 — İtalya ile Turizm sahasında işbirliğini temin eden 50 Milyon Dolarlık anlaşma, Dış iş­ leri Komisyonunda kabul edilmiştir.

Komisyonda Hariciye Vekâleti temsilcisi şu beyanatta bulunmuştur:

Turizm Konusunda Vatikan Hükümetinin de muvafakatiyle, Türkiye’ye Kâtolik Aleminden önemli sayıda Hiristiyan Turist'er celbediiecek- tir. Üç buçuk milyon dolarla Marmara ve Antal­ ya’da moteller yapılacak, İstanbul’da Kalamış’ta iki büyük otel inşa edilecek ve bir otelcilik oku­

(20)

18 TÜRKİYE TÖRÎNG ve OTOMOBİL KURUMU

lu kurulacaktır. Bu münasebetle, Kurumlunuzun 20 sene evvel, bugünkü Papanın İstanbul tem­ silciliği yaptığı zaman, Antakya ve E fes’de Tu­ ristik Hıristiyan hacılığın ihdasım kendisinden r-ca ettiğimizi ve bu hususta neşriyatta bulun­ duğumuzu hatırlatırız.

İtalya'nın Türkiye’de bundan evvelki Bü­ yük Elçisi Pietro Marchi ile de Kurum Reisimiz mutabık kalmışlardı.

YOLLAR, TR A FİK VE R A L L Y

1 — Kıymetli bir faaliyetle Y. M. İhsan BâU- nin Reisliği altında çalışmakta o-an Trafik - Oto­ mobil Komisyonumuzdan ayrıca bir rapor gel­ memiş olmakla beraber, bu Komisyonun başlıca mesa si hakkında Hey’ete malûmat verilmiştir. Şöyle ki:

Kurumlunuzun fahrî başkanlanndan Beledi­ ye Reisi Kemal Aygün, teklifimiz üzerine, İmar Müdürü Y. M. Sadık Seven, Trafik Müşaviri Y. M. İhsan Bâli ve Emniyet Trafik Şubesi Müdür Muavini Hüsnü Orbay’a takdir ve tebriklerini bildirmiştir.

2 — Trafik Şubesi Müdürü Saym Kosova’nm, taksi şoförlerinin inzibatsızhğma nihayet verici cezri tedbirler almakta olduğu şükranla görül­ müştür. 3 hafta iç nde 20.000 şoför kontrolden geçirilmiştir.

3 — Yübaşmda Trafik Memur1.arma verile­ cek hediyeleri toplamak üzere kuru’ an ekiplerin

tahsT ettikleri meblağın 20.000 TL. sini tecavüz ettiği öğrenilmiştir.

Bunun bir elden tevzii için İhsan Bâli ciddi­ yetle alâkalanmaktadır. Kıymetli arkadaşları­ mız Hüsnü Orbay ve Ali Karsan’m büyük yar­ dımları sebkat etmiştir.

4 — Milletlerarası Otomobil Federasyonun­ dan geçen ay içinde aldığımız Milletlerarası Oto­ mobil Spor Komisyonlarının, 1959 Monte Carlo, Milano, Pa ris tep antılan zabıtları üe kararları­ nı ve 1960 Rally programlarım Otomobil Rally Komisyonumuza havale ettik.

5 — Ayrıca İta ya Otomobil Klübü Umumi Kâtibi Francesco Mungo tarafından, 1960 Nisan aymda Avrupa Hükümet merkezleri arasında bir Rally tertip edildiği b ildirilmiştir. Tertip Ko­

misyonu Reisi, Alberto Canaletti Caudenti

19 Ara ık’ta bir davet göndermiştir.

6 — Hannover Otomobil Klübü Spor Komite, si Müdürü Joachim Tiesch 1960 Avrupa-Asya Rally’si programım yapmak üzere Mayıs ta Tür. kiye’ye geleceğini yazıyor.

7 — İstanbul’da açılan yollar ve Hayrettin İskeles nde yapüacak Oto Park’ın ihalesi hak­ kında Y. M. Sadık Seven münzam malûmat verdi.

8 — Geçenlerde Türkiye’ye gelen İran Ulaş­ tırma Bakanı Ekselans Ensari Türkiye ile İran­ ın Demiryol ve Şoselerle birbirlerine

bağlanma-Aksaray Caddesi

Referanslar

Benzer Belgeler

Belçika’nın Lo- uvain kentindeki Katolik Üniversitesi araştırmacılarınca geliştirilen yapay göz, optik sinir üzerindeki değişik noktaları uyararak beyinde görsel

Bu çalışmada akut bakteriyel ve tüberküloz menenjiti olgularında ateş yüksekliği ve baş ağrısı en sık görülen başvuru yakınmasıyken, aseptik menenjit ol-

Yapılan antibiyotik duyarlılık testinde kolistine karşı diren- ce rastlanmamış olup diğer antibiyotiklere karşı tespit edi- len ortalama beş yılın direnç oranı şu

Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi Nüfus Defterleri Fonu’nda yer alan Bozok Sancağı’na tabi Akdağ Kazası’na ait 2058 numaralı nüfus defterine göre,

Bir sene önce yine bu sütunlarda yazdığımız gibi bugün O’nun ismini söyliyerek 0 ’ - mm resimlerini en gizli yerlerin de saklıyarak «Biz Kemal Paşa’-

ü “Satış ilanında, satışa konu taşınmazın kıymetinin, tüm özelliklerinin (üzerindeki binaların, ağaçların, kuyuların, kalorifer tesisatının, asansö-

In this study, the relative frequency of hallucinations the correlations of hallucinations with delusions and the severity of illness were examined on 144 schizophrenic patients

SSS etkilendi ğ inde halusinasyon, menenjismus, ataksi, nöbetler veya motor paralizi ortaya ç ı kabilir (1,3,4,10) Bizim olgumuzda da torakal bölgede deri döküntüleri ortaya ç