• Sonuç bulunamadı

GeçmIşten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "GeçmIşten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

G eçmIşten G eleceğe H oca a Hmed Y esevî

Uluslararası Sempozyumu

1. cilt

26-28 Eylül 2016 İstanbul/Türkiye

EDITÖRLER Yrd. Doç. Dr. Ömer KUL Arş. Gör. Dr. Ümran YAMAN Arş. Gör. Emine TEMEL Arş. Gör. Filiz FERHATOĞLU Arş. Gör. Seda AKSÜT ÇOBANOĞLU Arş. Gör. Emre KURBAN

Dr. Cezmi BAYRAM

(2)

Takım No: 978-605-9443-09-08 ISBN 978-605-9443-10-4

Baskı:

ŞenYıldız Yayıncılık Hediyelik Eşya ve Tekstil San ve Tic.Ltd.Şti.

Gümüşsuyu caddesi. Dalgıç Iş Merkezi No:3 Kat:1 Topkapı-Istanbul Tel: 0212 483 47 91 ● Faks: 0212 483 48 23

Istanbul-Aralık 2016

(3)

Yesevîlikte Sofra Tutmak

Ahmet TAŞĞIN*

Giriş

Bildiri, Edebî Sanatlardan Mecazlar ve Anlam Sanatları çerçevesinde Ye- sevîlik yolunda önemli bir başlık teşkil eden “Sofra Tutmak” başlığını izah etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede burada, mecazların edebî sanatlar içe- risindeki öneminin sıkıştırıldığı edebiyat alanından sosyal bilimler içerisinde hangi şekilde istifade edileceğine dair bir değerlendirme ve tartışma yapmak- tadır. Böylece klasik metin ve anlam dünyası etrafında konuyu sosyal bilimler nitel araştırma yönteminden istifade ederek izah etmeyi hedeflemektedir.

Klasik metinlerin sayı ve içerik olarak Türk Islam dünyasında sayılama- yacak ölçüde olduğu bütün herkesin malumudur. Yine bu eserlerin modern dönemin ortamına ve modern bilim zeminine aktarılmasında karşı karşıya kalınan bazı sorunlar bulunduğu da yine akademik çevrelerce malumdur. Bu sorunlar arasında daha çok eserlerin yayınlanması ve neşre hazırlama ilkeleri yani Latin harflerine aktarma için kullanılan yöntem olarak ileri sürülmekte- dir. Doğrusu klasik metinlerle ilgili burada aktarılan husus, batılı bir çalışma- nın ürünü olarak irfan kaynaklarının yayınlanmasında karşı karşıya kalınanın transkript ya da noktalama sorunu olmadığıdır. Kaldı ki bu husus, Şarklı bir adamın evinin bir odasını “Şark Köşesi” yapması anlamına gelmektedir. Öy- leyse sorun, bu metinleri bir transkript olarak gören zihin de dâhil metni elin- de dolaştıran toplulukları ya da metnin muhataplarıyla ilgilidir. Yani klasik metinlerde kurulu dünya, anlam ve kavramsal düzlemi bırakılmayarak her ta- raftan “çimdiklendi” veya yağmalandı. Bu çimdiklenmeye karşın bir türlü bu

* Prof. Dr., NEÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü, Meram Konya, ahmetyt@

hotmail.com

(4)

metinler modern sosyal bilimlerin parçası veya nesnesi haline getirilemedi.

Oysa modern bilim ve felsefesinin en iddialı olduğu konular arasında klasik metin, anlam, dil ve bunun kurulu dünyası yer almaktadır.

Bu çalışma klasik metinlerin değerlendirilmesinde oluşan soruna dikkat çekmektedir. Öyleyse klasik metinlerin geniş bir alana yayıldığı ve bir bü- tün olarak konunun ele alınıp bir program oluşturulması gerekmektedir. Bu eserlerin önemli bir kısmı din bilimleri içerisinde kısmen de edebiyatçılar ve tarihçiler arasında değerlendirmeye tabi tutulmuş veya tutulmaktadır.

Bir adım daha ileri gidilecek olursa edebî metinlerin anlam dünyasının kurgusunda başvurulan izahlar da dikkat çekicidir. Bütün bu çaba ve gayrete rağmen klasik metinlerin en fazla hareket alanı kazandığı yer ve çevre, tarih alanı olmuştur. Giderek daha fazla çalışmanın ve araştırmacının konusu ol- masına karşın eserlerin sosyal bilimlerin diğer alanlarına doğru hareket ettiği veya ettirildiği söylenemez.

Klasik metinler arasında tasavvuf ve tarikatları konu alan eserler başlı ba- şına bir yekûn teşkil eder. Türkistan’dan Rum ve Balkanlara kadar bu coğraf- yada tasavvuf ve tarikatlara ilişkin çalışmaların hemen ilk referansı Ahmed Yesevî’dir. Ahmed Yesevî’nin tasavvuf ve tarikata ilişkin görüşleri bir çizgi olarak bir arada tutulup kurulmalıdır. Böylece hem düşünce ve anlam hem de tarih ve coğrafya olarak bağlantı kurulabilmesiyle bir bütün olarak takibi ve anlaşılması mümkün olabilecektir. Bütün bu alanların parçalı olduğu veya parçalanmış olarak kaldığı, bu parçaların da bir türlü bir araya getirilme ça- balarının sonuç vermeyerek yorgunluk ve ümitsizlik oluşturduğunu da söyle- mek mümkündür. Buradan hareketle klasik metinler ya yazıyla resmedilmiş ya da sözlü olarak korunmuştur. Bir başka yönüyle bu metinler, yani özellik- le menakıpnameler gerçekleşmiş bir programı aktarmaktadır. Bu metinler- de ismi geçen veya programı uygulayan olarak Rum ve Balkanlarda yaşayan Müslüman ve farklı kökene sahip toplulukların marifet anlayışını kuran ve yerleşikliğini sağlayan Hoca Ahmed Yesevî’dir.1

Ahmed Yesevî’nin Türkistan’dan başlayan faaliyetleri Çin, Hindistan, Ho- rasan, Rum ve Balkanlara kadar ulaşmıştır. Kendisinden sonra sistematik- leştirdiği marifet anlayışını yetiştirdiği öğrencileri aracılığıyla çok geniş bir

1 H. Kâmil Yılmaz, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî Izleri”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmed Şeker – Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 567- 580.

(5)

coğrafyaya taşımıştır. Marifet anlayışı, onun mektebinde yetişen halifeler ile Müslüman Türklerin bulunduğu ya da ulaştığı son hududa kadar götürül- müştür. Doğal olarak Rum diyarında yaşayan Türklerin marifet anlayışı ve bu coğrafyadaki gerekçe ve meşruiyeti de yine Türkistan Piri Hoca Ahmed Yesevî tarafından tayin edilen halifeler ile yerleştirilmiştir.

Uzun bir göçün ardından çok geniş bir sahaya yayılan Türk topluluklarıy- la birlikte ya da onların ardından gelen Yesevî dervişleri, irşatlarına devam edip irşadın farklı kökene sahip topluluklar arasında da yayılmasını sağla- dılar. Hatta bu husus Türkistan, Horasan, Rum ve Balkan eren ve evliyaları çevresinde de ifade edilmektedir. Türkistan kaynağı Cengiz istilası ardından giderek zayıflamış ve bu süreç Emir Timur ile de Türkistan ve Horasan birlik- te tamamlanmıştır. Ahmet Yesevî irşadıyla yolu takip eden bu toplulukların yaşadıkları sorunlara bakışı ve sorunları hangi menşeden değerlendikleri hu- susu da önemlidir. Bu önemine karşın Ahmet Yesevî tarafından üretilen ya da yeni baştan canlandırılan erkânın sunduğu çözüm ve bu çözümün programı giderek kaynağında zayıflamıştır.

Diğer yandan zorunlu göçlerle taşındığı yeni yerlerde de yani Rum ve Bal- kanlarda tabi olarak bu program yeni biçimler alarak devam etmiştir. Bir süre sonra her iki zaman ve mekân arasındaki bağlantı ve ilişki de kopmuştur.

Doğal olarak kaynağında kuruması ve yeniden hay hâline geldiği topraklarda aldığı yeni biçimden dolayı Ahmet Yesevî programı bilgi ve hikmet olarak akıl ve kalpten yazıldığı yerden silinince veya unutulunca Yesevî marifetinin te- mel kavramsal alanı ve bu alanın gerçekleşme yolu anlaşılamaz hâle gelmiştir.

Doğrusu anlaşılsa bile pratikleri kaybolduğu için nasıl uygulandığı ortadan kalkmıştır.

Ahmet Yesevî’nin hikmet ya da Teberrükleri dışında farklı metinlerde doğ- rudan Ahmet Yesevî ismiyle beraber erkânına ilişkin kısa bilgiler ile halife- lerinin varlığından da söz edilmelidir. Hem hikmet metninde hem de onun adına hareket etmiş olan nakiplerinin yolun uygulanmasında başvurdukları yöntem ve erkânın uygulaması bir şekilde bu alanda meşgul olan çevrelerin dikkat ve nazarına düşmemiş ve gelmemiştir. Hatta bu metinlerdeki Ahmet Yesevî ile ilişkisi şeyh, halife ve mürit şeklinde bağlantısını kurmada göste- rilen heves aynı şekilde erkânın uygulanmasında gösterilememiştir. Çünkü Ahmet Yesevî, iktidarın aygıt ve aracına dönüşmüş ve Timur ile son bulan süreç ile tamamen resmî ya da zahir hâle gelen Tasavvuf ve Tarikat uzmanlık

(6)

veya profesyonel alanının parçası hâline gelmiştir. Ahmet Yesevî’nin halife- leri ve halifelerin uyguladığı erkân ise yine iktidar için tersinden bir aygıta dönüşmüştür. Böylece aynı alanı ortadan ikiye bölerek her ikisini de kendi meşruiyeti için kullanıp konunun geri dönülüp toparlanma imkânını ortadan ya da gündem kaldırmıştır.

Her şeye rağmen Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan topluluklar, Ye- sevî halifeleri vasıtasıyla Yesevî marifetinin kavram ve pratiklerini korumayı başarmışlardır. Yesevî ardılı topluluklar, kavram ve pratikleri korumalarına karşın kavram ve pratiklerin anlamını kaybetmişlerdir. Başka bir ifadeyle en azından burada ele alınan hususlar etrafında aktarılan kavramların anlamı be- lirsiz hâle gelmiştir.2 Uzun ve geniş bir coğrafyada yayılan Yesevîlik, gelişip genişlediği toplulukları da kendi irfanı üzerinden tanımlamış ve anlamlandır- mıştır. Aynı şekilde üzerinde yaşadıkları mekânı ya da toprakların tanım ve anlamını da kaybetmişlerdir. Sonuç itibariyle bilginin belirsizliğinin yanında mekânın da yetimiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bir şekilde mekânını yani var- lık alanını kaybedince mesajı da kaybetmiş oldu.

Bütün bunlar göstermektedir ki Yesevîlik marifete ilişkin kavram ve an- lam dünyasını yeniden davet edebilecek iki türlü mekânı da kaybetmek üze- redir3. Belki bundan daha ötede bu mekânın ortadan kaldırılması için son kale de yıkılmaya çalışılmaktadır. Bu mekândan ilki insanın kendisidir. Bir mekân olarak insan, Yesevîlik kavram ve anlamını sözlü ve yazılı olarak taşı- maktadır. Sözlü aktarımla zihin ve kalbe kaydetmiştir. Bununla beraber sözlü bu metinleri yazı ile deriye vb. malzemeye işlemektedir. Bu iki kayıt mekân olarak insan ile sağlanmaktadır. Böylece Yesevî irfanı sözlü ve yazı yardımıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında “Talib”4, araştırıp elde et- tiğini zihnine ve kalbine yazılı olan yazıyla günümüze kadar taşımıştır. Ikinci mekân ise Yesevî halife ve dervişlerin yani Türkistan ve Horasan pirlerinin

2 Ahmet Taşğın, Dediği Sultan ve Menakıbı: Konya ve Çevresinde Ahmet Yesevi Halifeleri, Konya: Çizgi Yayınları, 2013.

3 Hacı Bektaş Veli, Makâlât, Hazırlayan Ali Yılmaz vd. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2011, s. 110-137.

4 “Taleb, maddi ya da manevi olsun, bir şeyin varlığını araştırmak.” Rağıb el-İsfahani, Müfredât Kuran Kavramları Sözlüğü, Çeviren ve Notlandıran Yusuf Türker, 3. Baskı, Istanbul: Pınar Ya- yınları, 2012, s. 926-927.

(7)

türbeleridir. Bu her iki mekân Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan Yesevî marifetinin senetleridir5.

Bu hususta karşı karşıya kalınan bir başka sorun da kavram ve anlam dün- yasının hangi şekilde pratik hâle getirileceği hususudur. Bu sorunun çözümü ve izahındaki havza Rum ve Balkandır. Rum ve Balkan coğrafyasında kendile- rini Türkistan ve Horasan’a refere eden eren ve evliyaya bağlı topluluklardır.

Öyleyse bu metinleri baştan sona yeniden ele alıp kavram ve anlam olarak ortaya koymak gerekmektedir6. Çünkü Yesevî adı ve marifeti bir şekilde bu topluluklar bünyesinde sözlü ve yazılı metinler olarak korunmuştur. Bu top- luluklara yönelik muhkem alan dikkate alındığında iktidar ve araçlarının han- gi manevra ve malzemelerle bir köşeye sıkıştırmıştır. Bu yüklenmesine karşın parçaların bir araya getirilmesiyle varlık ve bilgi alanı anlaşılabilir ve ortaya çıkarılabilir.

Yesevîlik araştırmaları uzun zamandan beri yapılmakta ve yapılmaya de- vam edeceği de aşikârdır. Yapılan çalışmaların eksik bıraktığı ve izah edeme- diği hususlarda dâhil Yesevîlik çalışmaları devam edecektir. Özellikle “Islam Ilimlerinin” teşekkülü ve kazandığı meşruiyet merkezinde inşa edilen “ulum”

çerçevesinde kurmuştur. Bu inşa edilen ilimlerin süreç içerisinde kazandığı anlam ve dayattığı yöntem bütün alanları kuşatmıştır. Bu nedenle Yesevîlik etrafında şekillenmiş marifet, inşa edilen ilimlerin kavram, yöntem ve anlam alanı dışında kalmıştır. Tasavvuf ve Tarikatlar hakkında yerleşik bilgi, bu hu- susun en çarpıcı örneklerindendir. Bir şekilde bu bilginin inşa edilip kurgu- landığı çevre ve yine bilgi ve bu bilginin elde edildiği yöntemi, bir süre sonra iktidarın bütün imkânı ve desteğiyle yerleşik hâle gelmiştir. Böylece evveli ve ahirini belirleyecek şekilde iktidarın aygıtlarına dönüşmüş ve ihsa edilen alan aradan geçen zaman sonrasında hangi koşullarda oluştuğuna dikkat edilme- den veya edilmeyerek Tasavvuf ve Tarikatlar hakkındaki yerleşik bilgi sürdü- rülmeye devam edilmektedir.

Doğal olarak yukarıdaki hususlar dikkate alınarak Yesevîlik üzerine ya- pılan çalışmalar, iktidar aracına dönüşen ve ihsa edilen bu alanın verileriyle

5 Yılmaz Kurt, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Rum Eyâletindeki Zaviye Kurucuları Üzerindeki Etki- leri”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyum Bildirileri, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayın- ları, 1993, ss. 255-270.

6 Ahmet Taşğın, “Menkıbelerin Kurduğu Zaman ve Mekân: Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş Örne- ği”, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni (3-4 Ekim 2013), Editör Fahri Atasoy, Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 2014, ss. 267-272.

(8)

eksiklikleri ya da yöneldikleri hususların içeriği ve bu çalışmaları yapanların yaklaşım ve yöntemi de buradan hareketle ortaya konulmuştur. Yani bu çalış- mada, iktidar tarafından iç edilerek kurulan ve bir süre meşruiyeti tartışılma- yıp mutlak doğru olarak kabul edilen ilimlerin ihsa edilmesi ve usulü çeper ve çevresine dikkat ederek konunun kendi imkânına yönelmiştir. Böylece olunca da şu ana kadar Yesevîlik hakkında araştırma yapan çevrelerin, Yesevîlik ve ardıllarını “Sünnilik” dışında ya da heteredoks, senkretik şeklinde adlandır- malarına karşın, bu çalışmadaki yaklaşımı takip etmeleri güçleşmiş ve tabi bir itirazda bulunmaktadırlar. Çünkü konunun malzemesine yönelik yapılan gayreti yöntemine dair yapılmamaktadır. Bu durum da ilgili çevrelerin iktidar ve araçlarına kısa bir zaman sonra dönüştüklerini göstermektedir.

Yesevîlik, kendi ortaya çıkıp geliştiği alanın sınırlarını zorlardı. Nihayetin- de içerisinde büyüdüğü havzanın etrafına taştı veya taşmayı arzuladı. Bir süre sonra Yesevîlik, bu aktörler tarafından yeni bir dil ile yeni mekânlara aktarıldı.

Hâlbuki Ahmed Yesevî, Tasavvuf ve Tarikat tarihi ilim alanı içerisinde hangi başlıklar altında neler yapmış, hangi yenilikleri getirmiş ve hangi kavramsal alanı nasıl bir anlam dünyası kurarak ortaya koymuştur? Bütün bunlar için hangi yöntemi önermiş gibi temel prensiplere yönelip ortaya koyduğu esaslar daha belirgin hâle getirilmeliydi. Yesevî ve ardıllarının takip ettiği program ve bu programın yöntemi başlı başlına bir konu olması hasebiyle bu pratiklerden yola çıkarak yeni bir Tasavvuf ve Tarikat Tarihi yazılmalıdır? Ya da Yesevî ve ardıllarının takip ve tatbik ettikleri esaslar etrafında yeni bir kavramsal alan ve yöntem kurulmalıdır7?

Konu bu sorularla işaret edilen bir yerden ele almaktan daha ziyade tarih ya da sosyal tarih ve sosyal tarihin kazandırıldığı kavramsal alanı üzerinden hareket edilerek neticeye varılmaktadır. Bu durum da yerleşik olan Tasavvuf ve Tarikat kavramsal alan ve başlıklarına yaklaştırmaya ya da benzetilmeye zorlanmaktadır. Bir şekilde iktidar elinde ve ihsa edilen ilim merkezinden çıkarak yapılan değerlendirme alanın uzmanlarını çıkış noktalarına getirmek- tedir. Doğal olarak Yesevîlik üzerine yapılan çalışmalar, başladığı yere çekil-

7 Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Istanbul: Insan Yayınları, 2011, s. 324-329;

Mustafa Kara, “Yeseviyye’nin Temel Kitabı Cevâhiru’l-Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neş- riyat, 1996, ss. 241-269. Burada konunun anlaşılmasına kolaylık sağlayacak konu başlıkları arasında özellikle “zaman, mekân, ihvan ve sultan” gibi dörtlü bir tasnifin üzerinde durulması veya buna dikkat edilmesi önerilir.

(9)

mekte ve bir adım ileriye gitmemektedir. Çünkü vardığı nokta, çıkış yeriy- le aynıdır. Giderek önerdikleri yerine, hangi şahıs kadrosuyla hareket edip nerelerde nasıl yerleştikleri hakkında bilgi verilmekte ve mevzunun içeriği hakkında izah edilmekten kaçınılmaktadır. Netice itibariyle Yesevî’nin hayatı ve hikmetlerinde aktarılan marifet ile Rum ve Balkanlarda günümüze kadar etkisi süren irfanın kavram ve anlam dünyası üzerinde durulmamıştır. Çünkü bu kurucu şahıs ve onlara ait yazılı ve sözlü metinlerin inşa ediciliği, konunun aktarıcıları tarafından dikkate alınmamakta hatta bilinçli olarak bu alandan kaçıldığı izlenimi de vermektedir8.

Yesevîlik hakkında yapılan çalışmalarda bir şekilde ele alınan konu ve baş- lıklar, tarih ve sosyal tarih çerçevesinde şahıs kadrosuna yönelmektedir. Bu durum Yesevî irfanının kendisine özgü bir alanının var olduğuna dair çıkar- sama da bulunulup kaynağına da ilişkin çok farklı sonuçlara ulaşılmaktadır.

Yesevîlik’in bir bütün olarak kurulu kavramsal alanı ile bu alanı oluşturan parçaların birinden diğerine aktarılan anlam dünyası arasında kurulmamak- tadır. Doğal olarak kurulamayan bu ilişki başka alanlardan medet umut edip yönelerek bütünlükçü yaklaşımdan uzaklaşılmasının getirdiği birikimle farklı alanlara başvurmaktadır. Buradan elde edilen parçalı bilgi ve bilgi arasında- ki ilişkisizliğe ihtimam gösterilmeden diğer veya öteki uzak bir alana taşın- maktadır. Böylece alan genişletilerek takibi ve ilişki kurmak imkânsız hâle gelmektedir. Bu taşıma da daha çok heyecan verici olması hasebiyle batıni ve gulat topluluklar olmaktadır.9

Sonuç olarak Yesevîlik araştırmalarının temel problemi Yesevî marifeti- nin kurulu kavram ve anlam dünyasının ortaya konulamaması, kavram ve anlam dünyası arasındaki ilişkinin sağlanamaması ve daha da ötesi anlamın kaybolması ve belirsizliğinin takip edilip görülememesidir. Bu temel sorun genel olarak doğu, Türk veya Müslüman dünyada klasik metinlerin kavram ve anlam dünyasının kavranması ve aktarılması hususunda sosyal bilimler

8 Umay Günay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 25-31.

9 Irene Melikoff, “Ahmed Yesevî ve Türkler’de Islâmiyet”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem- pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 61-67; Irene Melikoff, Uyur Idik Uyardılar, Istanbul: Cem Yayınevi, 1993, s. 167-182; Ahmet Yaşar Ocak, “Anadolu Türk Halk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem- pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 75-84.

(10)

için mecazi anlatımın sunduğu imkân da değerlendirilmelidir. Böylece birçok metnin, sosyal bilimlerin konusu hâline gelmesi ve bu yolla birçok çalışma yapılmasını da sağlayacaktır10.

Sofra Tutmak ve Sofra Açmak

Yesevî hikmetlerinin arasında Yetim, miskin, garip konusu yer almaktadır.

Hatta bu konu açık açık ilk hikmette ayrıntılı bir şekilde aktarıldı. Hazreti Muhammet aleyhisselamın Miraç’a çıkışına da yetim ve miskinin hâlini sor- duğu için gerçekleştiğini dile getirmektedir. Işte sofra tutmak konusu ve sofra tutmak gerekçesi buradan daha iyi anlaşılmaktadır.

Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu O gece Mirac’a çıkıp Hakk cemalini gördü Gerip gelip indiğinde fakirlerin halini sordu Gariplerin izini arayıp indim ben işte.

……

Garip, fakir, yetimleri sevindiresin Parçalayıp aziz canını eyle kurban Yiyecek bulsan, canın ile misafir Hak’tan işitip bu sözleri dedim ben işte

Garip, fakir; yetimleri kim sorar Razı olur o kulundan Allah

Ey habersiz sen bir sebep, kendisi saklar Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte11.

Yesevî kaynakları arasında yer alan eserlerden Neseb-nâme’de “Sofra Tut- mak ve Açmak” yer almaktadır. Konu” hem Ahmed Yesevî hem onun ataları hakkında verilen bilgiler arasında yer verilmektedir. Her hangi bir yerde irşat faaliyeti başlatan pir ya da mürşit, bu vazife veya bir bakıma faaliyet yürüte-

10 Ali Yıldırım- Hasan Şimşek, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 9. Baskı, Ankara:

Seçkin Yayıncılık, 2013, 235-249.

11 Hayati Bice, Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, s. 63-65; Namık Kemal Zeybek, Aşk Yolu Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri, Istanbul: Ötüken Yayınları, 2014, s. 64-75.

(11)

ceği yere yerleşmesi veya görevlendirilmesini ifade etmek için kullanılmakta- dır12.

“Hace Ahmed Yesevî’nin atası Ibrahim Şeyhin Ebu Musa adlı bir ashabı var idi. Ebu Musa Hace on beş yıl Ibrahim Şeyhin hizmetinde halvet kıldı.

Ibrahim Şeyh, Ebu Musa Hace’ye Hızır aleyhisselam işareti ile “Yesi ilinde sofra tut!” diye izin verdiler. Kırk üç yıl Yesi ilinde sofra tuttular, kırk yıl Hızır aleyhisselam ile sohbet etti. O vakitte Yesevî Ahmed Hace yirmi yaşında idi.

...

Yine Sufi Muhammed Danişmend Zernuki geldi, Ahmed Hace Ata’nın hizmetinde kırk defa halvet kıldı. Ondan sonra Şeyh Ahmed Yesevî, Sufi Mu- hammed Danişmend’e izin verdi: “Git, Otrar’da sofra tut!” diye söyledi. Sufi Muhammed Danişmend Otrar’da kırk yıl sofra tuttu, yetmiş yıl Hızır aleyhis- selam ile yetmiş yıl sohbet etti.13

Neseb-nameyi yayına hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eraslan, sofra tutmak hakkında şu bilgiyi vermektedir:

“sofra tut-“dergâha gelenlere sofra açıp yedirip içirmek” deyiminin mahi- yeti, usul ve erkânı hakkında yeterli bilgi bulamadık. Mehmet Zeki Pakalın’ın verdiği bilgi göre, somat (<A simat) “sıra, dizi, sofra”, tekkelerde, bilhassa Mevlevilerde Bektaşilerde meşinden veya bezden yapılırdı. Sofra üç türlüdür:

1. Müdevver şekilde meşin olup etrafına halkalar dikilirdi. Halkalardan geçi- rilen zincir vasıtasıyla kullanılmadığı zaman büzülüp torba veya dağarcık şek- line sokulan sofra, 2. Dergâhlarda, hassaten Konya Mevlevihanesinde kullanı- lan meşin sofra, 3. Bir arşın genişliğinde uzun bir meşinden ibaret olan sofra.

Buna “elifi somat” denirdi, Yemekten sonra “somat günbângi” okunurdu.”14 Gölpınarlı da bu konuya tasavvuf deyimlerini konu alan eserinde “somat”

bahsinde yer vermiştir. Lakin müstakil olarak sofra, sofra tutmak veya sofra

12 “Bu kelime, ‘sarı olmak’, ‘sarı’ gibi anlamlarına gelir. Neseb-name’de ‘sufradarlık’, ‘sufra tut- mak’ şekillerinde görülen kelime, ‘idare etmek’, ‘şakirtlere başlık etmek’ anlamlarında kul- lanılır. Neseb-name’deki bilgilere göre, ilk ‘sufra tutucular’, Ahmet Yesevi’nin atası Ishak Bab ile babası Ibrahim Şeyh’tir. Ahmed Yesevi’nin kendisi de Yesi’ye sadece ‘sufra tutmak’

için gelmiştir. Demek ki, ‘sufra tutmak’ Yeseviyye tarikatının anenevi bir mirasıdır.” Aşirbek Kurbanoğlu Müminov, “Mübeyyidiyye – Yaseviyye Alakası Hakkında”, Bir Türk Dünyası Ince- lemeleri Dergisi, Sayı 1, Yıl 1994, s. 116.

13 Mevlana Safiyyüd-din, Neseb-Nâme Tercümesi, Hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eraslan, Istanbul:

Yesevi Yayıncılık, 1996, s. 61.

14 Neseb-nâme Tercümesi, s. 73.

(12)

açmak hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır15. Buna karşın sofra konunun Ahmet Yesevî ve Hacı Bektaş Veli arasındaki ilişkiyi aktaran Hacı Bektaş Vilayetnamesi yayını münasebetiyle açıklama yapmaktadır. Gölpınarlı, Vilayetname’deki terimler hakkında şu açıklamaları yapmıştır:

“Sofra, Bektaşîlerde, meşinden, çeşitli yiyecek şeyler konmak için gözleri bulunan ince uzun bir sofra vardır ki bunu bellerine sararlar ve Arab alfabe- sinde ‘elif’, yani ‘a’ harfine benzediğinden ‘elifi sofra’ adı verilir. Şeyh, halife- lik verdiği dervişe bir de ‘elifi sofra” sunar.”16

Sofra tutmak konusunun Türkistan ve Horasan diyarındaki anlamı yu- karıda verildi. Konunun Rum diyarında karşılığına gelince, bu husus Hacı Bektaş Veli’nin Ahmed Yesevî bağlantı ve ilişkisinde yer verilmektedir. Hacı Bektaş Veli, Rum diyarına hareket etmeden Horasan’dan Türkistan’a Ahmed Yesevî’nin yanına uğrar ve kendisine Rum’da irşat görevi takdim edilir. Hacı Bektaş Veli’nin görev alışına işaret olarak altı adet nişan verilir. Bu nişanlar- dan bir tanesi de sofradır.

“Ahmed Yesevî’nin başında, bir zira uzunluğunda bir elifi taç vardı. Bu taç, hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadeyle, Tanrıdan Muhammed peygambere gel- mişti. O da, onları erkânla Murtaza Ali’ye vermişti. Imam Ali, Imam Hasan’a sunmuştu, ondan Imam Hüseyin’e değmişti. Imam Hüseyin, onları Imam Zeynelabidin’e vermişti, o, oğlu Imam Muhammed’e, o, oğlu, Imam Cafer Sadık’a, o, oğlu Imam Musa Kazım’a, o, oğlu, Imam Ali Rıza’ya tapşırmıştı.

Imam Rıza, onları doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu, Hace Ahmed Yesevî’ye sunmuştu. Hepsi de, Şeyhin Tekkesinde dururdu, onları, halifele- rinden hiç kimseye vermemişti. Soran olursa, sahibi vardır, gelir derdi. Birisi gelip Şeyhten kisve giymek isterse, ne varsa onu giydirirdi. Hatta bir talip, kurban getirecek olursa onun postundan bir külah yaparlardı, onu verirdi.

Bir gün halifeler, hep toplanalım da dediler, Şeyhten, onları istiyelim, bi- rimizden birisine versin. Sabah çağı, doksandokuz bin halife, sabah namazını kıldılar. Hâcenin avlusu pek genişti. …….. o emanetler, o adamın hakkıdır;

elifi taç, kendiliğinden uçar, başına konar, hırka, eğnine gelir, çırağ, uyanıp önünde dikilir, sofra, varır, yayılır, alem, başının üstünde durur, seccade, altı- na döşenir. Zahmet çekmeyin, sahibi var onların, çıkar gelir şimdi.

15 Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Istanbul: Inkılap Yayınevi, 2004, s. 278.

16 Abdülbaki Gölpınarlı, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, Istanbul: Inkılap Yayınevi, 2014, s. 139.

(13)

Halifeler, bu sözleri duyunca utançlarından, başlarını yere eğdiler, şaşı- rıp kaldılar. Derken bir de baktılar ki birisi, selam verip ‘sabahu’l-aşk’ deyip geldi, oturanları aralayıp bir yere oturdu. Bu gelen er, Hünkar Hacı Bektaş Veliydi…….

Namazı kıldıktan sonra geçti, yerine oturdu. Elifi taç, yerinden kalktı, uça- rak geldi, Bektaş’ın başına geçti. Bunu gören halifeler, birden salavat getirdi- ler. Hırka da havalanıp sırtına kondu. Çırağ, durduğu yerden kalkıp uyandı, önünde durdu. Peygamberin sancağı da durduğu yerden kopup Hünkâr’ın başı ucunda dikildi, seccade kalkıp altına döşendi.

Hacı Bektaş, o emanetleri, Ahmet Yesevî’ye sundu. Hace, erkâna uygun olarak Hünkâr’ı tıraş etti, emanetleri verdi, icazetini teslim etti: Ya Bektaş, dedi. Tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki kutbu’l-aktablık senindir. Biz, bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık, Sulucakaraöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, serhoşlar çoktur, artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü.

…..”17

Hacı Bektaş Veli’ye bağlı Çelebiler ki Hacı Bektaş Veli’nin soyundan ge- lenler olarak kabul edilir, kendilerine bağlı halife tayininde “sofra”yı yakın zamana kadar atama şartları arasında sayıp sürdürmüşlerdir. Bektaşilikte sof- ra, irşat makamına gelen kişiye verilmektedir. Kaldı ki günümüze kadar fark- lı Bektaşi toplulukları da sofra erkânı uygulamaktadırlar.18 Bunun dışında genel olarak tarikatlarda sofra konusu ya da yemek adabı ayrıcalıklı bir yere sahiptir.19

Hacı Bektaş Veli’ye bağlı hatta onun soyundan gelen Çelebiler arasında Sofra konusu yakın tarihli bir icazetnamede de kaydedilmiştir.

“Bu belge Allah’ın yardımıyla tamam oldu. Bu belgenin yazılış nedeni şu- dur ki; Ariflerin, sultanı, ışıkların önderi Sultan Hacı Bektaş Velî -Allah onun

17 Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, s. 15-16.

18 Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik Cilt 9, Ankara: Ardıç Yayınları, 2011, s. 189-216; Refik Engin, – Ali Çakır, “Amuca Bektaşilerinde Sofra ve Sofra Erkânı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 65, Yıl 2013, ss. 299-312; Bedri Noyan, “Alevilik ve Bektaşilikte Sofra Adabı”, Cem Dergisi, Sayı 26, Yıl 1993, ss. 7-10; Mark Soileau, “Lokma Almak, Dem Görmek: Bektaşi Sofrasında Sindirim”, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslar arası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumu I., 28-30 Eylül, Isparta:

Süleyman Demirel Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Yayınları, 2005, ss. 153-159.

19 Necdet Tosun, “Tasavvuf Kültüründe Tekke Yemekleri”, Derviş Keşkülü Tasavvuf ve Dergâh Kültürü, Istanbul: Erkam Yayınları, 2012, ss. 128-146.

(14)

gizli ve açık tüm sırlarını yüceltsin- Hazretlerinin yüce tarikatına bağlı Ha- fik kazası Sinekli Köyü’nde bulunan Seyyid Ali Sultan evlâdlarından Seyyid Velîyeddin oğlu Mustafa halîfe evliyanın yolunu kabul edip kendisine sofra, çerağ, kılıç taşı ve icazet verilerek halifeliğe lâyık görüldü.

Müritler kendisine itaat etsin ve ondan faydalansınlar. Hiçbir tarikat ereni bu görevinde kendisine engel olmayıp, bu icazetnamemiz gereğince amel et- sinler. Selam Allah’a tabi olanlara olsun. Bu belge Âlemlerin yaratıcısı Yüce Allah’¹n yardımıyla salı günü Rebiyülahir ayının yirmisinde [1]271 senesinde tamamlanmıştır (10 Ocak 1855 tarihine denk gelmektedir).”20

Sofra, Sefer ve Miskin, Yetim ve Esire Yemek Yedirmeye Güç Yetirmek Yukarıdan itibaren kaynaklarda “sofra”nın kullanılması ve sofra hakkında verilen bilgi aktarıldı. Kaynakların anahtar kelime olarak kullandığı “sofra” ve beraberindeki parçalara yer verilecektir. Son olarak kullanılan kavramların an- lamları verilerek hangi anlam ve icra talebinde bulunmakta olduğu üzerinde durulacaktır. Böylece kavramların referansları kendi bütünlüğü içerisinde ele alınmış ve konunun kendi menzilinde görülmesini sağlayacaktır. Böylece par- çalardan hareketle bütününün oluşturulması ve bütünün de kendi içerisinde anlaşılmasına imkân sunacaktır. Öyleyse bu konudaki kaynakların başlangıç olarak aktarımda bulunduğu iki nokta, Insan ve Maide Suresindeki ilgili ayet- ler ile bu ayetlerin izahında başvurulacak kelime ve kavram sözlüğü olacak ve bu iki alandan Yesevîlik marifeti aktarılacaktır.

Kur’an-ı kerimde geçen kelimeler hakkında bilgi veren kaynaklardan Müf- redât’ta, “sofra”ya “sefer” kelimesinin izahında da yer verilmiştir. Seferin iki anlamı vardır.

A- Sefer, örtü ve yolculuk anlamına gelmektedir. “Bir nesneyi örten, kapa- tan örtüyü veya perdeyi açmak veya kaldırmak.

[رفس] lafzından ‘yolculuk yemeği(nin)’ ve ‘(bu yemeğin yeneceği zaman,) içine konduğu kab(ın’ ismi olan) “ةرفس” sözcüğü türetilmiştir.”21

Müfredât’tan ikinci olarak “Seken” bahsinde Miskin kelimesine verilen anlama gelince:

20 H. Dursun Gümüşoğlu’na hem bu makaledeki bu ayrıntıya dikkat çektiği hem de makaleye okuyup bulunduğu önerilerden dolayı minnettarım. H. Dursun Gümüşoğlu, “Bir Çelebi Icazetnamesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 59, Yıl 2011, s.

435.

21 Rağıb el-Isfahani, Müfredât Kuran Kavramları Sözlüğü, Çeviren ve Notlandıran Yusuf Türker, 3. Baskı, Istanbul: Pınar Yayınları, 2012, s. 725-726.

(15)

B-نوكسڶٲ(): Bir nesnenin hareketliliğin, hareketin ardından sabit, hareketsiz veya durağan hâle gelmesi. ‘Bir yere yerleşme, bir yerde oturma’ anlamında kullanılmaktadır. Mesken de bu kökten üretilmiştir. “Es-Sikkin, [bıçak]: Bo- ğazlanan (canlı)ın hareketini gidermesinden dolayı böyle adlandırılmıştır.”22

Sefer ve seken her iki kelime arasındaki bağlantı rahatlıkla anlaşılmakta- dır. Sefer, örtü, yolculuk ve yolculuktan bir yere yerleşmeye de sükûn bulmak anlamına gelmektedir. Yani seferinden bir yere yerleşmeye, seferinden dura- ğan hâle gelmeye ve yerleşilen yere verilen adlandırma arasındaki bağlantı açıktır. Miskin, seferini durduran kişidir.

Esas olan sefer hâlinde olmaktır. Buna göre insan nasıl bir ağırlık sahi- bi olmaktadır ki seferinden geri durmakta veya üzerini örtü kaplamaktadır.

Peygamberler, nebiler, salih, sadık, Muhsin, muhlis yani Rahman’ın dostları, eşrefi mahlûkat ve ahseni takvim olan insanın seferini daim kılmaları için Allah’ın emrini yerine getirirler.

Yukarıda aktarılan iki başlık Fütüvvetin çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Bu hususlar hakkında Insan ve Maide Suresinde bilgi verilmektedir. Her iki surede verilen bilgiden yola çıkarak Fütüvvetin temel prensipleri ortaya ko- nulmuştur. Fütüvvet, karşılıksız olarak ya da karşılığını Allah’tan bekleye- rek miskine, yetime ve esire yemek yedirmektir. Bu surelerdeki konuyla ilgili ayetler aşağıda verilecektir.

Sofranın anlamının aktarıldığı Maideye gelince; “Maide [ ةدێامڶٲ]: Üzerinde yiyecek bulunan tabak (veya sofra ya da tepsi). Üzerinde yiyecek bulunmadı- ğında ise, buna ناوخ [Havan / Hıvan] denir.”23

Insan Suresinde insanın nasıl yaratıldığı, insan olarak yeryüzünde hangi donanımlara sahip olduğu izah edilmektedir. Insan Suresi, insanın yeryüzün- deki halini üç ana başlıkta ele almakta ve insan olarak korunmayı üç aşamada aktarmaktadır. Buna göre üç türlü içecekten bahsedilerek ilim ve hikmetin özümsendiği bir hâle dikkat çekmektedir. Bu üç kâse ile aktarılan özümseme halinde ilk olarak kâfur karışımı kadehi kendileri içerler, ikinci olarak zencefil karışımı kadeh ki bu içecek selsebil adı verilen bir kaynaktan içirilirler. Üçün- cü olarak Rableri onları sular “saki” olur. Bu üç hâl, üç adet sıkıntılı sürece yönelik aktarılmaktadır ve üç kesim için yani miskine, yetime ve esire en çok sevdikleri yiyeceklerden yedirmeye güç yetirirler. Bu durum bireysel ve

22 Müfredât, s. 734-735.

23 Müfredat, s. 1405.

(16)

toplumsal hayatta insanın üç farklı zaman diliminde üç farklı topluluk hâline dönüştüğü ve bunun oluşturduğu sorunlara işaret edilmektedir. Böylece bu üç hâl ya da üç devre üç tip insan oluşturduğu, bundan dolayı da üç türlü sakınılması veya sığınılması gereken üç korkuya işaret edilerek üç içecek su- nulmaktadır. Bu üç içecek ilim ve hikmet anlamına gelmektedir.

“5 - Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.

6 - Bir kaynak ki ondan Allah’ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.

7 - O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.

8 - Miskine, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.

9 - “Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”

10 - “Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız.” derler.

11 - Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gö- nüllerine sevinç verir.”

Maide Suresindeki surenin adı da burada anlatılan konudan dolayı veril- miş, Meryem oğlu Isa’nın Havarilerinin kendilerine bir sofra=maide indiril- mesini istemeleri üzerine gelen ayetlerden oluşmaktadır.

109 - Allah, Resulleri topladığı gün: “Size ne cevap verildi?” der. “Bizim bilgimiz yok” derler, “gizlileri bilen yalnız sensin, sen!”

110 - Allah şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu Isa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Be- şikteyken ve kemâle ermişken insanlarla konuşuyordun. Sana yazıyı, hikmeti, Tevrat’ı ve Incil’i öğretmiştim. Iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapmış ve ona üflemiştin, o da iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznim- le (hayata) çıkarmıştın. Israiloğulları’na ayetlerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin: “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni, onlardan ko- rumuştum.

111 - Hani Havarilere: “Bana ve Resulüme iman edin” diye ilham etmiş- tim. Onlar da: “Iman ettik, bizim şüphesiz Müslümanlar olduğumuza şahit ol” demişlerdi.

(17)

112 - Havariler: “Ey Meryem oğlu Isa, Rabbin bize gökten bir sofra indire- bilir mi?” dediler. Isa da: “Inanıyorsanız Allah’tan korkun” dedi.

113 - Havariler: “Istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın, se- nin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım” dediler.

114 - Meryem oğlu Isa da: “Allah’ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!”

dedi.

115 - Allah buyurdu ki: “Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, ben ona âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azabı yaparım”.

Insan Suresi ve Maide Suresi, ilim ve hikmet ile insanın yaratılışa uygun hâline yani sefer halinde olmayı, bunun sağlanması için de miskin, yetim ve esire en çok sevdiğinden sofra açarak yani üzerindeki örtüyü açarak / kaldı- rarak seferine döndürmüş olmaktadır. Insan derecesinden düşen insanın akıl yani bilgi sorununun giderilmesi için kâfur karışımı bir içeceği kendisinin içmesi hâlinde; “nezrine vefa göstermeye” devam edenler için kalp yani hik- mete dair sorununun giderilmesinde de zencefil karışımı bir içecek sunulur.

Her iki aşamayı geçen için Rableri tarafından kendilerine “şaraban tahura”

içerilmektedir.

Bu hâl ise Hızır ile sohbet hâlidir.

Sonuç

Bildiri, Yesevî irfanında önemli bir yere sahip “Sofra Tutmak” hakkında bilgi verdi. Sofranın anlamı, hangi esaslara bağlı olarak gerçekleştiği husu- sunda kısa bir değerlendirme yaptı. Buna göre sofra tutmak, pir ya da mür- şit tarafından Hızır ile sohbet etme mertebesine ermiş halifelerini irşat fa- aliyetleri yürütmesi için görevlendirmesi anlamına gelmektedir. Bu görevin gerekçesi olarak da kendilerine inen ya da verilen sofra, yemek, ilim, kalbin mutmain olması, özü sözü bir anlamında sadık ve şahit olmanın imkân ve fırsatını sunan ilim ve hikmet meclisidir. Pir ya da mürşidin sofrasına oturan ya da kendisine sofra verilen kişiler, ilim ve hikmeti bir arada elde etmiş ya da kendisine her ikisi birlikte verilip mutmain derecesine ulaşmış ve bundan do-

(18)

layı da miskin, yetim ve esirin içine düştüğü hâlden çekip çıkarma vazifesini üstlenmiş ya da vazifelendirilmiş demektir.

Sofra, seferinden geri kalıp yerleşik hâle gelmiş miskin için açılmaktadır.

Böylece miskin, kendisi üzerine çekilen örtü ve yolcuğundan geri kalmasına neden olan gerekçelerin izalesi anlamında sofraya davet edilmekte veya ken- disine sofra açılmaktadır. Miskin için kendisine açılan ilim ve hikmet sofrası yani yiyecek ve içeceklerin bulunduğu ikramla seferine geri dönmesi ve üze- rindeki örtünün açılmasına yardımcı olmaktadır.

Sofra sahibi, yerine getirdiğini bir görev olarak üstlenmekte ya da ken- disine bu görev yüklenilmektedir. Yaptığı görev nedeniyle miskin, yetim ve esirden asla bir ücret talebinde bulunmamaktadır. Karşılık olarak yani ücret ve teşekkürü miskin, yetim ve esirden istememekte bilakis Allah’tan talep etmektedir. Buna göre bu vazifeyi yerine getiren Hızır ile sohbet derecesine ulaşan kişi olduğu özellikle belirtilmektedir.

Başlı başına edebi eserler arasında Simatiyye ve Sofra Erkânı bulunmakta- dır. Özellikle Türkistan ve Horasan marifetini sürdüren topluluklar da Sofra Erkânı ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Lakin yukarıdaki temel çıkış noktası za- man içerisinde anlamını kaybetmiş ve sofra açmak konusu belirsiz hâle gel- miştir.

Sonuç olarak klasik metinlerin sözlü ve yazılı eserlere yönelik edebiyat ve tarih alanında yapılan çalışmalar yanında sosyal bilimlerin diğer alanlarında da değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Buna göre sosyal bilimlerin diğer alanlarına yayılacak araştırmalar neticesinde, bu metinlerde kullanılan mecazların anlamının ortaya konulması ve kurucu metinler olarak dikkate alınması, tarih, coğrafya, anlam ve kavramsal alanın yeniden kurulmasına imkân sunacak ve hafızanın parçalanmasına izin verilmeyecek en azından bir arada görülmesine imkân sağlayacaktır. Aksi hâlde klasik metinler, me- tinlerin oluştuğu coğrafya ve çevresi farklı nedenlere bağlı olarak değişmiş, üzerinde yetiştiği mekândan taşınmış veya birçok farklı müdahale ye uğra- mıştır. Bu kavramlar ve anlam dünyasının değişmesi, taşınması ve müdaha- le ye maruz kalması nedeniyle kavram ve anlam alanını zayıflatmakta veya yitmektedir. Bundan dolayı Türkistan ve Horasan coğrafya ve sosyo-kültür çevresinde oluşturulmuş metinlerin, uğradığı anlam kaybı ve belirsizliği tes- pit ve bir araya getirilmesiyle yeniden diriltilebilir. Bu kavramların Rum ve Balkanlara taşınması nedeniyle kaybolmuş, unutulmuş ve belirsiz hâle gelmiş

(19)

birçok hususun yeniden ele alınmasını ya da açıklanmasını kolaylaştıracağı da söylenebilir. Bu ise Rum ve Balkanlarda yaşayan toplulukların varlık nedenle- rinin anlaşılmasına ve yitirilmiş veya belirsiz hâle gelmiş meşruiyetlerini hay hâline getirmesine fırsat sunacaktır.

KAYNAKLAR

Bice Hayati, Hoca Ahmed Yesevî Divan-ı hikmet, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010.

Bice Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Istanbul: Insan Yayınları, 2011.

Engin Refik, – Ali Çakır, “Amuca Bektaşilerinde Sofra ve Sofra Erkânı”, Türk Kül- türü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 65, Yıl 2013, ss. 299-312;

Gölpınarlı Abdülbaki, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, Istan- bul: Inkılap Yayınevi, 2014.

Gölpınarlı Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Istan- bul: Inkılap Yayınevi, 2004.

Gümüşoğlu H. Dursun, “Bir Çelebi Icazetnamesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 59, Yıl 2011, ss. 423-442.

Günay Umay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, An- kara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 25-31.

Hacı Bektaş Veli, Makâlât, Hazırlayan Ali Yılmaz vd. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2011.

el-İsfahani Rağıb, Müfredât Kuran Kavramları Sözlüğü, Çeviren ve Notlandıran Yusuf Türker, 3. Baskı, Istanbul: Pınar Yayınları, 2012.

Kara Mustafa, “Yesevîyye’nin Temel Kitabı Cevâhiru’l-Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 241-269.

Kurt Yılmaz, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Rum Eyâletindeki Zaviye Kurucuları Üze- rindeki Etkileri”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyum Bildirileri, Kay- seri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1993, ss. 255-270.

Melikoff Irene, “Ahmed Yesevî ve Türkler’de Islâmiyet”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 61-67.

Melikoff Irene, Uyur Idik Uyardılar, Istanbul: Cem Yayınevi, 1993.

Mevlana Safiyyüd-din, Neseb-Nâme Tercümesi, Hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eras- lan, Istanbul: Yesevî Yayıncılık, 1996.

Müminov Aşirbek Kurbanoğlu, “Mübeyyidiyye – Yaseviyye Alakası Hakkında”, Bir Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Sayı 1, Yıl 1994, ss. 115-123.

(20)

Noyan Bedri, “Alevilik ve Bektaşilikte Sofra Adabı”, Cem Dergisi, Sayı 26, Yıl 1993, ss. 7-10.

Noyan Bedri, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik Cilt 9, Ankara: Ardıç Yayın- ları, 2011.

Ocak Ahmet Yaşar, “Anadolu Türk Halk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 75-84.

Soileau Mark, “Lokma Almak, Dem Görmek: Bektaşi Sofrasında Sindirim”, Sü- leyman Demirel Üniversitesi Uluslar arası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumu I., Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Yayınları, 2005, ss. 153- 160.

Taşğın Ahmet, Dediği Sultan ve Menakıbı: Konya ve Çevresinde Ahmet Yesevî Halifeleri, Konya: Çizgi Yayınları, 2013.

Taşğın, Ahmet, “Menkıbelerin Kurduğu Zaman ve Mekân: Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Örneği”, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni, Editör Fahri Atasoy, Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 2014, ss. 267-272.

Tosun Necdet, “Tasavvuf Kültüründe Tekke Yemekleri”, Derviş Keşkülü Tasav- vuf ve Dergâh Kültürü, Istanbul: Erkam Yayınları, 2012, ss. 128-146.

Yıldırım Ali - Hasan Şimşek, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 9.

Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2013.

Yılmaz H. Kâmil, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî Izleri”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmed Şeker – Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neşri- yat, 1996, ss. 567-580.

Zeybek Namık Kemal, Aşk Yolu Hoca Ahmet Yesevî ve hikmetleri, Istanbul: Ötü- ken Yayınları, 2014.

Referanslar

Benzer Belgeler

The data collection was tried from Twitter using different hash tags like students, college, class, professor, laboratory work etc…Further a dataset retrieved using #engineering

Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yûsuf el- Hemedânî’nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî’ye bırakarak

Hocası Ahmed Yesevî gibi hikmet tarzında Türkçe şiirler söyleyen Hakîm Ata’nın bazı şiirleri Bakırgan Kitabı isimli mecmua içinde günümüze ulaşmıştır.. Âhir

O ktay Yazgan’ın açış kon uşm asıy la b aşlam ıştır... P ir

9 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 46-55; Ali Aktan, “Künhü’l-Ahbar’a Göre Hoca Ahmed Yesevî ve Anadolu’daki Halifeleri”, Milletler Arası

Yıllarca mutlu biçimde beraberlik­ lerini sürdürdükten sonra şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrılan Selma Güneri Yusuf Sezgin çifti bakalım yeni yaşamlarında

Bu- nunla birlikte O’na göre; tevsi-i mezuniyet, adem-i merkeziyet-i idarinin ismi değil, tarifidir 27 : “Adem-i merkeziyet, işlerin hususiyetine göre… yani her muayyen mesuliyete

Şiirleri ve türküleri okurken bir anda onun görkemli sesinden dinlediğimiz ezgilerin kaynağına iniyoruz; yazılarını ve söyleşileri okurken de.