• Sonuç bulunamadı

HÜCRE ZARINDA TAŞIMA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "HÜCRE ZARINDA TAŞIMA"

Copied!
48
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DOÇ. DR. SERKAN YILMAZ

HÜCRE ZARINDA TAŞIMA

(2)

Hücre içi ve hücre dışı sıvılar bileşimleri yönünden oldukça farklıdır. Hücre içi sıvı intraselüler sıvı, hücre dışı sıvı ise ekstraselüler sıvı adını alır.

Hücreler arasında dolaşan ekstraselüler sıvı kılcal damarları geçerek kan sıvısı ile karışır.

Hücreler semipermeabl zarları sayesinde ekstraselüler sıvıdaki çeşitli besin ve diğer maddeleri alıp, intraselüler sıvıda biriken artık maddeleri ekstraselüler sıvıya vererek yaşamlarını sürdürürler.

(3)

Moleküllerin ve iri partiküllerin hücre içine alınması olup, iki şekilde gerçekleştirilir.

a) Pinositoz

b) Fagositoz

(4)

İyon ve küçük molekülleri taşıyan 0.1 mikron çapındaki sıvı damlacığının, hücre zarının kesecik veya ince kanalcıklar halinde hücre içine çökerek alınmasına pinositoz denir.

Pinositoz hücrenin içmesi anlamına da gelir.

(5)

Fagositoz endositozun özel bir şekli olup, büyük partiküllerin hücre içine alınmasıdır. O nedenle fagositoz yeme anlamına da gelir.

Fagositoz sayesinde amip gibi mikroorganizmalar pseudopodlarıyla alınacak maddenin etrafını sararak beslenir.

Bunun yanında gelişmiş organizmalarda fagositoz yoluyla yaşlı hücre ve artıkları yok edilir. Bunun için vücutta özelleşmiş hücreler bulunur, bunlar makrofajlar ve nötrofillerdir.

(6)

Fagosite edilecek partikül veya bakterilere karşı, organizma birtakım antikorlar üretir. Bu antikorlar fagosite edilecek yapıların yüzeyini kaplar. Böylece makrofaj özel reseptörleri sayesinde onları tanıyarak kendine bağlar.

Aktive edilen reseptörden hücre içine iletilen sinyal, fagositozu başlatır ve hücre zarı uzayarak partikülün etrafını sarar ve onu içine alır.

Hücre içine alınan fagositik vezikül (fagozom), 40 dan fazla enzim ihtiva eden primer lizozomlarla birleşerek heterolizozomları (sekonder lizozom) oluştururlar.

Heterolizozomlardaki enzimler yardımıyla alınan bu yabancı maddeler tamamen sindirilir.

(7)
(8)

Hücrede teşekkül eden bazı salgı veya artık maddelerin veziküller halinde hücre dışına atılmasına ekzositoz denir.

Salgı veya diğer partiküller önce veziküllerde paketlenir, sonra hücre zarına yaklaşarak o noktadan dışarı boşaltılır.

Özellikle Golgi’de oluşan salgılar bu yolla hücre dışına salınırlar.

(9)

Gaz veya sıvı moleküllerin sahip oldukları kinetik enerjileri yardımıyla rastgele yer değiştirmesine difüzyon denir. Difüzyon diğer bir deyimle sık olan moleküllerin seyrek olan tarafa net hareketidir.

Difüzyon hızı=Konsatrasyon farkı x Geçiş alanının enine kesiti x sıcaklık

Molekül çapı x Difüzyon uzaklığı

Difüzyon hızı, formülünde görüldüğü gibi ortam sıcaklığı artması, iki ortam arasındaki konsantrasyon farkının büyümesi ve molekülerin geçeceği çapın genişlemesiyle doğru orantılıdır.

(10)

Ayrıca moleküller ne kadar küçük, ortamın vizkozitesi ne kadar az olursa difüzyon hızı o nisbette artar.

Gaz ve sıvı molekülleri kolayca difüzyona uğradıkları halde, katı moleküller birbirlerine belirli pozisyonlarda bağlı olduklarından ancak suda eriyerek hareket etme özelliği kazanırlar.

En iyi çözücü su olup katı bir maddenin sıvıda erimesiyle solüsyon (çözelti) meydana gelir.

Şekerler suda moleküler halinde çözünür, asit, baz ve tuzlar iyonlaşır ve bunların hepsi birden solüsyonları meydana getirirler.

(11)

Aynı şekilde canlı sistemlerde de çözücü moleküller (solvent) sudur.

Hücre protoplazma suyunda, çözünmüş olarak bulunan tuz, şeker ve diğer maddeler hücreye belli bir yoğunluk ve ozmotik basınç kazandırırlar. Bu sayede hücre bulunduğu ortamın yoğunluğuna göre çevresiyle alış veriş yapabilir.

Hücre içinde bulunduğu üç solüsyon tipine göre durumunu değiştirir. Bunlar;

izotonik,

hipotonik,

hipertonik solüsyonlardır.

(12)

İzotonik solüsyonda; hücre içi yoğunluğu ile hücrenin konulduğu ortamın yoğunluğu aynı olduğundan hücrelerde bir değişiklik olmadan her iki yöne suyun geçişi devam eder.

Normal durumda vücut hücrelerimizin sıvısı ile, kan plazması ve diğer vücut sıvıları izotoniktir (% 0.9).

Hipotonik solüsyonda; ortam sıvısının yoğunluğu, hücre sıvısı yoğunluğundan daha azdır. Bu durumda hücreye bulunduğu ortamdan devamlı su girişi olur.

Böyle bir ortamda hücreler eritrositlerin hemolizinde olduğu gibi gereğinden fazla su aldığından sonunda patlarlar.

(13)

Hipertonik solüsyonda ise solüsyonun yoğunluğu hücre sıvısı yoğunluğundan fazladır, hücreler devamlı su kaybeder ve sonunda büzülürler.

Hücrelerin içinde bulunan sıvıya hücre içi (intraselüler) sıvı denir. Hücre içi ve hücre dışı sıvılar aynı çeşit maddeleri taşır fakat bu maddelerin her iki ortamdaki konsantrasyonları birbirinden oldukça farklıdır.

Her iki ortamdaki bu farklılığın korunması (homeostasis) hücre içi yaşamı için çok önemli olup, bu özellik çeşitli mekanizmalarla sağlanır.

(14)

Lipoprotein yapıda olan hücre zarının çift katlı lipid kısmı intra ve ekstraselüler sıvılardaki maddelerin çoğunun geçişini engeller. Fakat yağda eriyen bu maddeler bu tabakayı kolayca geçebilir.

Protein molekülleri ise daha farklı yapıya sahiptir.

Bunlar ya kanal proteinleri olarak zarda oluşturduğu kanal veya porlardan su veya suda eriyen maddelerin kolayca hücre içine giriş çıkışını sağlarlar, ya da taşınacak maddeye bağlanıp taşıyıcı proteinler olarak maddenin zarı kat etmesini sağlarlar.

O halde maddelerin hücre zarına geçişi ya lipidde ya da porlardan (protein kanal) olmaktadır.

(15)
(16)

Oksijen ve karbondioksit gibi gazlar ve yağ asitleri gibi lipidde eriyen maddeler hücre zarından kolayca diffüze olurlar.

Bu tip maddelerin hücre zarlarından geçiş hızları lipidde eriyebilirlik hızlarına bağlı olup, kolay eriyebilenler çabuk geçerler.

Özellikle çok büyük miktarda oksijen böyle taşınır. O nedenle oksijen, hücre membranı hiç yokmuş gibi hücreye taşınır.

Lipidde erimeyen su molekülleri ise lipid matrixi hiç geçemezler ancak porlardan geçerek hücreye girerler.

(17)

Bazı maddeler, su molekülleri ve suda eriyen çoğu iyonlar por veya kanallardan geçerek hücreye alınır veya atılırlar.

Porlar hücre zarını boydan boya kateden proteinlerin oluşturduğu kanallar olarak düşünülür.

Porlardan geçiş; molekül çapı, efektif çap ve elektrik yüküne bağlıdır.

Por çapından büyük moleküller porlardan geçemezler. O nedenle glukoz gibi monosakkaritler porlardan geçemez.

(18)

Lipidde erimeyen maddelerin bir taşıyıcı ile birleşerek lipidde eriyebilirlik özelliği kazanması yoluyla hücre zarını geçişine kolaylaştırılmış difüzyon denir.

Örneğin glukoz lipidde erimez, fakat bir taşıyıcı “C”

maddesiyle bağlanınca “CGI” bileşiği halinde lipidde eriyebilirlik özelliği kazanır ve kolayca hücre zarını geçer.

Bunun için C maddesi hücre zarının dış yüzeyine yakın kısmında glukoz molekülüyle birleşir ve onu CGI bileşiği halinde zarın iç kısmına geçmesini sağlar, glukoz sitoplâzmaya terk edilir ve C taşıyıcısı yeni glukoz moleküllerini bağlamak üzere başlangıçtaki haline döner.

(19)

Kolaylaştırılmış difüzyonda difüzyon hızı, taşıyıcı ile taşınan madde arasındaki birleşme ve ayrılma hızı ile bunların miktarlarına bağlıdır.

Bu yolla glukozdan başka amino asitlerde hızlı bir şekilde hücre zarını geçerler.

Kolaylaştırılmış difüzyonla, aynen normal difüzyonda olduğu gibi, moleküller çok konsantre olarak bulundukları yerden daha az konsantrasyonda bulundukları yere taşınırlar.

Burada enerji sarf edilmez.

(20)

Semipermeabl bir zardan su moleküllerinin difüzyonuna ozmoz denir.

Bu olayda su molekülleri normal difüzyondaki gibi çok konsantre oldukları yerden az konsantre oldukları yere geçer.

Ozmoz olayında kullanılan şeker çözeltisinde su molekülleri dışındaki diğer moleküller zarı geçemezler.

Osmos olayı hücre fonksiyonları için çok önemlidir.

(21)

Buraya kadar olan taşınma olaylarında maddeler kendi kinetik enerjileri yardımıyla çok yoğun olarak bulundukları yerden az yoğunlukta bulundukları tarafa geçerler.

Aktif transportta ise, bunların aksine moleküller seyrek bulundukları yerden zorlayarak daha sık bulundukları yere geçerler. Bu zorlanarak geçiş ancak enerji kullanılmasıyla mümkündür.

Vücudun çeşitli bölümlerinde aktif transportla taşınan maddeler arasında Na, K, Ca, Fe, H, CI, iyodür, ürat iyonları, çeşitli şekerler ve amino asitler sayılabilir.

(22)

Bu yolla örneğin, tiroid bezi hücreleri kandan iyodu alır, glukoz barsaktan emilir, bir miktar sodyum iyonu vücut sıvısından nefron tüplerine geçerek idrarla uzaklaştırılır.

(23)
(24)

Hücrede enzimler yardımıyla katalizlenen reaksiyonlar hücre metabolizması adını alır.

Bu metabolik olaylar;

A) Beslenme (anabolizma)

B) Yıkım (katabolizma) olaylarıdır.

Hücrede beslenme, ya güneş veya kimyasal enerji yoluyla besinin bizzat yapılması veya hazır olan besinin alınması şeklinde olmaktadır.

(25)

Yıkım olayı ise, alınan bu besin maddelerinin parçalanarak kimyasal bağ enerjisinin açığa çıkmasıdır.

Hücresel solunum adını alan bu yıkım olayı veya katabolizma, hücre tipine göre oksijen kullanılarak veya oksijen kullanmadan yapılmaktadır.

Hücre metabolizması birbirine bağlı zincirleme reaksiyonlardan oluşur ve reaksiyon zincirinde yer alan bir ara ürün diğer bir zincirin başında yer alan substrat olabilir.

Örneğin glukozun yıkımı sırasında oluşan asetil-CoA Krebs siklusunun başlangıç maddesi olan sitrik asidin sentezini sağlar veya yağ asitlerinin sentezini başlatır.

(26)

Yaşamak için gerekli olan besin, canlıların bitkisel ve hayvansal olmalarına göre iki yolla elde edilir.

Bunlar; Ototrof ve Heterotrof beslenme şekilleridir.

Ototrof Beslenme:

Hücrenin enerji yardımıyla besinini kendisi yapmasıdır.

Bu enerji güneş enerjisi veya kimyasal enerji olup buna göre besin yapımı fotosentez veya kemosentez şeklinde olmaktadır.

Her iki olayda da amaç hücrenin hayatsal faaliyetlerini sürdürebilmesi için gerekli enerjiyi depo edebilmektir.

Bütün yeşil bitkiler ATP sentezi için gerekli enerjiyi güneşten, klorofil içermeyen organizmalar ise inorganik moleküllerin oksidasyonundan sağlarlar.

(27)

Fotosentez

ADP’ye bir fosfat grubu daha eklenerek ATP’ye dönüştürülmesini sağlayan bütün yeşil bitkilerle, ototrof bakterilerin büyük bir kısmı bu gruba girerler.

Fotosentez sayesinde güneş’in radyasyon enerjisi kullanılarak kimyasal bağ enerjisine dönüştürülür.

Klorofil

6 CO2 + 12 H2O

C6H12O6 + 6 H2O + 6 O2 Güneş

Fotosentez olayında klorofil ve benzeri pigmentlere, güneş enerjisine, enzim ve belli bir ısıya ihtiyaç vardır. Bunlar sayesinde, CO2 ve H2O molekülleri basit karbonhidratları oluşturmak üzere reaksiyona girerler.

(28)

Klorofil taşımayan bakteri gibi ilkel organizmalar tarafından CO2’in redüklenerek kendileri için gerekli besin maddelerinin yapılmasıdır.

Olayda, güneş enerjisi yerine, yüksek yapılı organizmalar tarafından kullanılmayan bazı maddelerin oksitlenmesi sırasında açığa çıkan kimyasal enerji sarf edilir.

Bütün kemosentetik bakteriler kemosentezde çıkan enerji ile bakteri için gerekli besin maddelerini yaparken, kullanılmayan artık ve zararlı maddeler de yüksek yapılı bitkiler tarafından kullanılacak hale geçirirler.

(29)

Amonyağı (NH3) nitritler haline (NO2 tuzları) oksitleyerek enerji sağlayanlar (Nitrifikasyon bakterileri).

Nitritleri (NO2 tuzları) nitratlar haline (NO3 tuzları) oksitleyerek enerji sağlayanlar (Nitrifikasyon bakterileri)

Hidrojen sülfürü (H2S) sülfatlar haline (SO4 tuzları) oksitleyerek enerji sağlayanlar (Renksiz kükürt bakterileri).

Ferrous (Fe++) iyonlarını Ferrik (Fe+++) iyonları haline oksitleyerek enerji sağlayanlar (Demir bakterileri).

(30)

Canlıların besinlerini hazır olarak alıp beslenmelerine heterotrof beslenme, bu tip canlılara da heterotrof canlılar denir.

Alınan organik moleküllerin bir kısmı canlı tarafından enerji elde etmek üzere oksijenli ve oksijensiz solunumda parçalanır, diğer kısmı da biyokimyasal reaksiyonlardan geçirilerek organik moleküllerin yapımında bir çeşit ham madde olarak kullanılır.

Bunun yanında bazı heterotrof canlılar bazı maddeleri yapamadıklarından onları sentezlenmiş olarak alırlar.

Bunlara o canlının büyüme faktörleri denir.

Örneğin insan, vitaminlerin çoğunu, bazı yağ asitlerini ve bazı amino asitleri sentezleyemediklerinden onları hazır olarak alır.

(31)

a. Saprofit Beslenme ve Saprofit Canlılar

b. Parazit Beslenme ve Parazit Canlılar

c. Simbiyoz Beslenme (Ortak Beslenme) ve Simbiyotik Canlılar

d. İnsektivor Beslenme ve İnsektivor Canlılar

(32)

Saprofit Beslenme ve Saprofit Canlılar

Bakteri ve küf mantarlarının çoğunun kokmuş, çürümüş maddeler üzerinde beslenmesidir.

Parazit Beslenme ve Parazit Canlılar

Bir canlının besinini doğrudan diğer canlıdan temin etmesidir. Bu grupta normal canlılar dışında barsak solucanları gibi hayvansal tam parazit ve ökse otu gibi bitkisel yarı parazit beslenme şekillerine ait örneklerde vardır.

(33)

Simbiyoz Beslenme ve Simbiyotik Canlılar

İki canlının birbirinden faydalanması şeklindedir.

Bitkilerden alglerle mantarların teşkil ettikleri Liken buna iyi örnektir. Liken topluluğunda mantarlar su alır, algler fotosentez yapar ve oluşan besini paylaşırlar.

Baklagillerin yumrularında yaşayan azot bakterileri de buna diğer bir örnektir.

İnsektivor Beslenme ve İnsektivor Canlılar

Nephentes, Drosera, Dionea gibi bazı bitkilerin fotosentezle beslenmelerinin yanı sıra özel yakalayıcı organlarıyla böcekleri yakalayıp onların azotlu kısımlarını sindirerek N ihtiyaçlarını karşılamalarıdır.

(34)

Hücrede bulunan besin maddelerinin enerji elde etme gayesiyle yıkılmasıdır. Oksijenin kullanılıp kullanılmamasına göre iki tarzda olmaktadır.

Aerobik Solunum (Oksidasyon)

Yağ, protein, karbonhidrat gibi besin maddelerinin oksijen kullanılarak yıkılmasıdır.

Burada 1 g maddenin yıkılmasına karşılık en fazla enerji sırasıyla yağ (9.1 kilokalori/g), protein (4.8 kilokalori/g) ve karbonhidrattan (4.2 kilokalori/g) elde edilir.

Fakat yapısında bol oksijen taşıması ve dolayısıyla kolay okside olması nedeniyle öncelikle enerji eldesinde karbonhidratlar kullanılır. Gerekirse yağlar ve çok ihtiyaç duyulursa proteinlerde okside edilir.

(35)

Karbonhidratların oksidasyonu sonucu enerji açığa çıkarılmasıdır.

C6H12O6 + 6 O2

6 H2O + 6 CO2 + Enerji

Karbonhidratların okside olabilmesi için önce monosakkaritlere, özellikle glukoza, dönüşmesi gerekir.

Glukozun oksidasyonunda her reaksiyon kademesinde farklı enzimler kullanılarak 6 karbonlu şeker tek karbonlu CO2 haline geçerken H iyonları oksijene iletilir ve bu sırada şekerdeki tüm kimyasal bağ enerjisi açığa çıkarılır.

(36)

Hücresel oksidasyon üç evrede cereyan eder.

Bunlar;

glikoliz,

krebs (sitrik asit) siklusu ve

son oksidasyon evreleridir.

(37)

Bu evre sitoplazmada geçer. 6 C’lu glukozun reaksiyona girmesi için aktifleştirilmesi gerekir. O nedenle ATP’ler kullanılarak önce glukoz fosfat ve sonra fruktoz difosfat meydana gelir.

Böylece 2 ATP kullanılmış olur, ancak bundan sonra fruktoz difosfat parçalanıp 3 C’lu iki maddeye ayrılır.

Bunlar fosfogliser aldehit (PGAL) ve hidroksi aseton fosfattır.

Bu ikinci reaksiyona devam edebilmek için izomeraz enzimi yardımıyla PGAL’e dönüşür.

Böylece birer fosfat ihtiva eden 3 C’lu bu 2 madde iki ayrı kolda ilerlerken kendilerine H3PO4’ten birer fosfat bağlayarak difosfat şekilleri olan difosfogliserik asit (DPGA)’i oluştururlar.

(38)

Bu maddelerde adım adım P atomlarını ADP’lere aktararak (ADP+P→ATP) 4 ATP sentezlenmesini sağlarlar.

Diğer yandan da sisteme NADH’lar şeklinde 4 H terk edilerek 3C’lu 2 piruvik asit molekülü meydana gelir.

Böylece glikoliz evresinde sonuç olarak=

2 mol piruvik asit,

4 H ve

2 ATP (4 ATP’nin ikisi başlangıçtaki 2 ADP’nin 2 ATP olması için kullanılır) elde edilir.

(39)

Bu evre mitokondride cereyan eder.

3 C lu piruvik asitin krebs siklusuna girebilmesi için mitokondrinin sıvı fazında piruvat dehidrogenaz enzimi yardımıyla 1 CO2 ve NADH’lar şeklinde her iki kolda toplam 4 H terk etmesi gerekir.

Böylece oluşan 2 C’lu asetaldehit Ko-A ile bağlanarak asetil-KoA meydana gelir ve bu durumda sitrik asit siklusuna girer.

Bu esnada Ko-A ayrılır ve 2 C’lu madde sistemde mevcut 4C’lu oksalo asetik asitle birleşerek 6 C’lu sitrik asit oluşur, o nedenle siklus bu isimle anılır.

(40)

Sitrik asit siklusunda bir takım ara ürünler oluşarak bu 2 C’lu madde tek C’lu (CO2) hale geçer ve her iki koldaki NADH ve FADH2 halinde toplam 16 H sisteme verilir.

Böylece bu her iki evre sonucunda toplam 24 H ve 2 ATP meydana gelir.

(41)
(42)

Bu evre mitokondrinin oksidatif fosforilizasyon enzimlerince zengin olan iç zarında elektron taşıma zinciri şeklinde cereyan eder.

Elektronlar moleküler oksijene aktarılırken büyük oranda enerji açığa çıkar. Bu enerjinin ATP yapısında tutulabilmesi için yavaş ve aralıklı salınması gerekir ki bu da mitokondrinin iç zarına yerleşmiş elektron taşıma zinciri ile sağlanır.

Elektron taşıma zinciri sırasıyla NAD, FAD, CoQ, Cit-b, Cit-c, Cit-a ve Cit-a3 koenzimleri sıralanır.

Mevcut 24 H’ne ait elektronlar, elektron çiftleri halinde elektron taşıma zincirinde ilerlerken 2H+ serbest kalır ve 2 ATP sentezlenir.

Elektron çifti son elektron alıcısı Cit-a3 (sitokrom oksidaz)’e ulaşınca Cit-a3 bu elektron çiftini oksijene iletir.

(43)

Bu esnada 2 H+’de olaya katılarak 1 mol H2O meydana gelir ve aynı zamanda üçüncü ATP’de sentezlenir.

O halde bir çift elektronun oksijene iletilip su teşekkül etmesi sırasında 3 ATP sentezlenmiş olur.

Sonuç olarak 6 C’lu glukozun tek C’lu CO2 ‘ye kadar parçalanması sırasında ortama verilen toplam 24 H (12 elektron çifti)’e karşılık 36 ATP (12×3=36 ATP) ve glikoliz evresindeki 2 ATP ile birlikte toplam 38 ATP elde edilir.

Diğer yandan her elektron çifti oksijene iletilirken 57 kilokalori açığa çıkar, toplam olarak hepsi 684 kilokaloridir (12×57=684 kilokalori).

1 ATP’nin yapısında 8 kilokalori bulunur, o halde 38 ATP×8=304 kilokalori depo edilir. Kalan 380 kilokalorilik enerji hücrede ısı enerjisi olarak kullanılır.

(44)

Yağların Oksidasyonu

Üstte açıklanan olaylar aynen sırasıyla cereyan eder. Bunun için önce yağlar yağ asidi ve gliserole parçalanır, sonra her ikisi de ayrı kollarda Krebs siklusuna girerek sonuçta 1 g yağa karşılık 9.1 kilokalori/g enerji elde edilir.

Proteinlerin Oksidasyonu

Proteinler amino asitlere parçalandıktan sonra oksidasyona katılırlar. Amino asitler kendi özelliklerine göre glikoliz ve krebs evresinin değişik noktalarında reaksiyona katılırlar ve sonuçta 1 g proteine karşılık 4.8 kilokalori/g’lık enerji ortama verilir.

(45)

Besin maddelerinin ilkel organizmalar tarafından oksijen kullanılmadan parçalanarak enerji elde edilmesidir.

Anaerobik solunum ve oksijenli solunumun glikoliz evresi yani pirüvik asite kadar olan evresi aynı şekilde cereyan eder.

6 C’lu glukozdan 3 C’lu piruvik asit molekülleri meydana gelirken 2 ATP’lik net kazanç elde edilir. Pirüvik asitten sonraki evrede oksijen kullanılmadığından son elektron alıcısı oksijen olmayıp başka bir maddedir.

Fermentasyon olayında sonuç madde hayvansal hücrelerde laktik asit, bitkisel hücrelerde ise fermentasyon tipine göre alkol veya sirke asitidir.

Anaerobik solunumda toplam enerji az olup ortalama 47-56 kilokalori arasında değişir.

(46)

Örneğin, alkol fermentasyonunda 1 mol glukozun alkole dönüşmesinde 56 kilokalori/mol enerji açığa çıkar, bunun 16 kilokalorilik kısmı 2 ATP sentezlenmesinde (2×8=16 kilokalori), 40 kilokalorisi ise diğer hücre faaliyetlerinde kullanılır.

Hayvan hücresinde oluşan laktik asit yorgunluk maddesi olarak kas hücresinde birikir.

Oksijen varlığında ise laktik asit NADH şeklinde 2 H kaybederek pirüvik asite dönüşür ve Krebs siklusuna girer.

Fermentasyon, diğer anlamıyla mayalanma olup, sanayi ve günlük yaşantıda önemli bir olaydır. Çünkü peynir, yoğurt, alkol, turşu, şarap ve sirke gibi çeşitli maddeler ancak bu sayede oluşturulur.

(47)

Başta şekerler olmak üzere organik maddelerin yıkımı sonucu elde edilen enerjinin % 44’ü ile ATP sentezlenirken % 56’sı ısı enerjisine dönüşür.

Isı enerjisi vücut ısısının oluşturulmasında ve bunu belli seviyede tutmada kullanılır.

ATP’lerde mevcut enerji ise, fotosentez yoluyla karbonhidrat yapımı, bunların fazlasının depolanması ve hücre için gerekli diğer organik maddelerden protein, yağ ve nukleik asitlerin sentezlenmesi gibi biyosentetik olaylarda kullanılır.

ATP enerjisi, sentezlenen bu tip organik maddelerin yıkımı sırasında da gereklidir.

(48)

Ayrıca;

hücrelerin çoğalması ve büyümesinde,

vücut ısısının bir kısmının oluşturulmasında,

kas kasılmasında,

implus iletimi sırasında,

salgı hücrelerinin sekresyonunda,

hücre zarında aktif transport olayında,

biyolojik ışık ve biyoelektrik üretiminde,

barsaklardan madde emilimi sırasında ve böbreklerden atılan ürenin oluşturulması ve idrara geçirilmesi gibi çok çeşitli olaylarda da ATP enerjisine ihtiyaç vardır.

Referanslar

Benzer Belgeler

İnterfaz evresi sonunda, hücre hacmi iki katına çıkar, DNA replikasyonu gerçekleşmiştir ve mitoz bölünme başlamıştır..

Hücre yüzeyi reseptörleri ligand bağlanması ve sinyal indüksiyonundan sonra membran boyunca hareket etme yeteneğine sahiptir.. Yani

Tiroid hormonları da steroid hormonları gibi benzer şekilde hücreye difüzyon yoluyla giren küçük moleküllerdir. Hedef hücreler üzerine tiroid hormonunun etkisindeki

Farklı iki çözeltiyi ayıran yarı geçirgen bir zardan su veya başka çözücü molekülerin geçmesi difüzyonun özel bir halidir ve ozmoz olarak adlandırılır. Hayvansal

 Bilinen en küçük hücre bakteri , en büyük hücre deve kuşu yumurtası sarısı ve en uzun hücre ise yaklaşık 1 m olan sinir hücresi dir.... Hücre Yapısı –

membranla sarılı çekirdeğin içinde, iki yada daha fazla kromozoma yayılmış olarak bulunur. Her bir kromozomun tek, doğrusal ikili sarmallı DNA molekülü

a)İntraselüler enzimler (Hücre içi) b)Ekstraselüler enzimler (Hücre dışı).. Biyokimyasal Testler.. Enzimatik

taşınacak molekül çok yoğun ortamdan az yoğun olduğu ortama geçer (Down Hill Transport). CO 2 , O 2 gibi