• Sonuç bulunamadı

MEVTADAN MEKTUP VAR. Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül Olur. Halit DURUCAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MEVTADAN MEKTUP VAR. Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül Olur. Halit DURUCAN"

Copied!
246
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

“MEVTADAN MEKTUP VAR”

“Kurda Tuzak Kurmak Bazen Ölümcül Olur.”

Halit DURUCAN

(3)

Sanal Cinayet

∼ 2 ∼

S SA S A AN N N A AL A L L C C C İ İ İ N N N A A A Y Y Y E E E T T T

( ( A A N N OV O VE EL L) )

Yazarı (Author): Halit DURUCAN (Turkish Novelist) Sayfa Düzeni ve Grafik Tasarım: Murat UHRAYOGLU Baskı ve Cilt (Publisher): Halit Durucan

Sertifika No (Content ID): 1463730977 İstanbul - Ağustos 2011

ISBN: 978-1463-7309-7-0 İletişim ve İsteme Adresi:

Tel: 0536 983 06 91

E-Posta (e-mail): atessbeyy@mynet.com

©

Bu eserin basım ve yayın hakları yazarın kendisine aittir. Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince, izinsiz kısmen ya da tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.

(4)

ÖNSÖZ

1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu ve liseyi Ankara’da tamamladım. 1980 yılında vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Askerliğimi tamamlayıp döndükten sonra Yükseköğretim Kurumu’nda memur olarak çalışmaya başladım. 1984 yılında evlendim ve bu evliliğimden üç çocuğum dünyaya geldi.

2005 yılında Gazi Eğitim Fakültesi son sınıfta okuyan kızım Çiğdem’in arkadaşlarının hayat hikâyelerinden oluşan

“İsimsiz Sevda” isimli çalışmasını kendi imkânlarımızla kitaplaştırdık. Kızımın bu çalışması başta bizler olmak üzere; hem üniversite hocalarını ve hem de arkadaş çevresini çok sevindirdi.

Kızımın bu çalışması içimde var olan yazma hevesimin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple; ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimi büyük bir hevesle aralayıp, kesintiye uğrayan çalışmalarıma yeniden başladım. O günden bu güne kadar; biri araştırma, diğeri gerçek yaşanmış insan öyküleri ve bir diğeri de kurgu roman olmak üzere üç eser yazdım.

Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven bir kişi olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme güveniyorum.

Amatör bir ruhla çıktığım bu meşakkatli yolda ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek güce ve kabiliyete sahip olduğuma inanıyorum. Bu sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken; profesyonel bir yazarın eserlerini okurken aldıkları hazzı alacaklarına yürekten inanıyorum.

Bu zorlu ve riskli süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan başta kızım Çiğdem’e, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kızım Tuğba’ya ve oğlum Osmangazi’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Çocuklarımın destekleriyle ortaya koyduğum eserlerimden ikincisi olan Kristal Dünyaları okurken kimi zaman üzülecek, kimi zaman şaşıracak ve kimi zamanda mucizelere tanık olacaksınız.

Halit DURUCAN

(5)
(6)

1. BÖLÜM

(7)
(8)

O

fisinin penceresinden İstanbul Boğazını seyrediyordu.

“Hayali bile cihana değer” dedikleri İstanbul’u seyretmek bile güzeldi. Göklere uzanan minareleri süzdü önce. Topkapı sarayının muhteşem duruşuna baktı. İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlayan o muhteşem Boğaz Köprüsü’ne, boğazın etrafında sıra sıra yükselen villalara dalmıştı gözleri. Boğaz Köprüsü’nün altından büyük yolcu ve yük gemileri yüklerini yüklenmiş, bir gelin güzelliğinde süzülen mavi sularda yol alıyorlardı. Martılar, bahara “merhaba” dercesine grup grup olmuşlar, denize anî hareketlerle pike yapıp balık avlıyorlardı.

Ötüşmeleri gemilerin çıkardığı kulak tırmalayan düdük sesleri arasında kayboluyordu.

Yedi tepe üzerinde kurulmuş güzel İstanbul uğruna nice kanlar dökülmüştü. İstanbul’a sahip olmak, dünyaya hâkim olmak demekti. İki kıtayı birbirine bağlayan dünyanın en güzel şehrine sahip olmak istiyordu herkes.

İstanbul’un tarihçesini defalarca okumuştu. O, tam anlamıyla bir İstanbul aşığıydı. Nasıl âşık olmasın ki; o öyle bir şehirdi ki; bu şehir üzerinden dünya tam tamına beş yüz yıl boyunca yönetilmişti.

Göğsünde birleştirdiği kollarını yana saldı. Gözleri bir an duvarda asılı duran saate takıldı. Saat, mesainin bittiğini gösteriyordu.

—Oo, gitme vaktim gelmiş. Ne çabuk akşam olmuş, anlamadım, diye mırıldandı. Önce para kasasını, sonra da kapısını kilitleyip sekreteri Canan’a yöneldi:

—Ben çıkıyorum Canan. Size iyi hafta sonları dilerim.

—Çıkıyor musunuz Cemil Bey?

—Evet, hemen çıkıyorum. Bir hafta boyunca ne kafa kaldı, ne de beyin. Gidip evimde iki gün kafamı dinleyeceğim.

Sen de öyle yap, iyi gelir.

Canan, kısa saçlarını sarsarak oval ve parlak yüzünü Cemil’e çevirdi; gülümseyen iri siyah gözlerini Cemil’in gözleriyle buluşturdu:

(9)

Sanal Cinayet

∼ 8 ∼

—Haklısınız Cemil Bey. Şayet hafta sonu gelen giden olmazsa bende kafamı dinleyeceğim.

Cemil, sekreterine iyi bir hafta sonu dileğinde bulunduktan sonra holdingin garajına geldi. Aracının sağını solunu gözüyle kontrol ettikten sonra da evinin yolunu tuttu.

Evinin önüne geldiğinde her zaman yaptığı gibi üç kez kornasını çaldı. Evdekilere geldiğini bildiriyordu. Çok geçmeden kapı önünde; kısa kızıl saçlarıyla, iri mavi parlak gözleriyle ve uzun boyuyla eşi Şule belirdi. Şule, eşine samimî ve sevgi dolu bir bakışla tebessüm etti:

—Hoş geldin canım.

—Hoş buldum Şule, diyerek içeri girdi. Elbiselerini çıkartıp, büyük bir özenle katlayıp yatağının üzerine bıraktı. Bir ara eşini aradı iri siyah gözleri:

—Neredesin Şule? Karnım aç. Hazırda bi’şeyler var mı?

—Bugün hafta sonu Cemil. Sana en sevdiğin yemekleri yaptım. Az sabret.

—Sen yemekleri hazırlayıncaya kadar bir duş alayım. Az sonra çocuklar da gelir. Hep birlikte oturur, o leziz yemeklerinden doyasıya yeriz.

Şule, mutfaktan gülümseyerek cevap verdi:

—Tamam canım. Sen banyonu yapıncaya kadar yemekler de hazır olur.

Cemil, banyoya girdiği sırada oğlu Volkan ile kızı Jale geldiler. Onlar da hemen elbiselerini çıkarıp, ellerini ve yüzlerini yıkadılar. Jale, annesine yardım etmek için hemen mutfağa girdi.

Annesinin gülümseyen yanağına sıcak bir öpücük kondurup, kollarını sıvadı:

—Canım benim. Meleğim. Neler hazırlıyorsun böyle?

—Babanıza en sevdiği yemekleri yaptım. Sofrayı hazırlıyorum kızım…

Cemil, banyosunu yapıp çıkmıştı. Masada birbirinden güzel yemekler kendisini bekliyordu. Hep birlikte büyük bir iştahla sofraya oturdular. Sohbet ederek yemeklerini yediler.

(10)

Cemil, televizyonun karşısına geçti. Oğlu Volkan da babasının yanına geldi. Elini, babasının siyah, kıvırcık saçlarında gezdirdi:

—Baba! Neden benim saçlarım seninki gibi siyah değil?

Neden ben sana benzemiyorum? Şu yüzümdeki birkaç çil olmasa, kendimi daha iyi hissedeceğim.

Cemil gülümseyip, oğlunu alnından öptü:

—Sen yakışıklı bir delikanlısın oğlum. Sen de kardeşin gibi annene çekmişsin. Siz ikiz kardeşsiniz, ne yapabilirim ki. Bak annene! O, ne güzel bir insan. Çokta sevimli, öyle değil mi?

—Öyle ama…

—Takma kafana böyle şeyleri. Siz okulunuzu bitirin. Bu yılda bana takdirname getirin. Sizi en iyi üniversitelerde okutacağım.

Baba-oğlun konuşmalarına Jale de iştirak etti. O sevimli çilli yanaklarında iki küçük gamze belirdi:

—Sen merak etme babacığım. Bu yıl okulumuz bitecek.

Ayrıca bana verdiğin bir sözü de hatırlatmak isterim!

—Ne sözüymüş o? Söyle bakalım.

—Beni Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde okutacağına dair söz vermiştin, unuttun mu?

Volkan, babasının cevap vermesine fırsat vermeden atıldı:

—Aman ne güzel! Akdeniz üniversiteymiş. Hıh.

—Ne var! Orada okumak istiyorum. Ben sana karışıyor muyum hiç? Baba! Oğluna bi’şey söylesene. Durmadan benimle dalga geçiyor!

—Kardeşine karışma oğlum. Tabi okuyacak. Amacım;

sizleri en iyi üniversitelerde okutmak. Sen de istediğin üniversitede okuyacaksın ama önce kazanmanız gerekiyor, öyle değil mi?

Cemil’in çocuklarıyla konuşması, Şule’nin mutfaktan yükselen sesiyle anlamını yitirdi:

(11)

Sanal Cinayet

∼ 10 ∼

—Kızım, nereye kayboldun? Biraz bana yardım etsene.

Gel şu çayları hazırla.

Jale büyük bir hışımla mutfağa geçti. Çayları getirip servis yaptı. Bu arada mutfakta işini bitiren Şule, eşinin yanına oturdu:

—Neler yaptın canım. Günün nasıl geçti?

—Yorucuydu. Haa, unutuyordum az kalsın. Patronumuz Tayfun Bey, hapisten yeni çıkan iki kuzenine iş başı yaptıracak.

Şule birden kaşlarını çattı:

—Anlamadım! Hapisten yeni çıkmış insanlara patronunuz nasıl güvenecek? Hâlbuki sen patronunuzun çok dikkatli ve aklı başında bir insan olduğundan bahsederdin hep.

—Konu bildiğin gibi değil canım. Ben de tam olarak bilemiyorum ama onların çalışmak için yalvar yakar olduklarından eminim. Patron, yufka yürekli olduğundan onların ortada kalmalarını istemiyor. Onları kazanmak amacında olduğunu düşünüyorum.

Eşinin getirdiği bu haber, Şule’nin canını sıkmaya yetmişti:

—Ya bi’şeyler karıştırırlarsa?

—Ne gibi meselâ?

—Hırsızlık gibi, ne bileyim ben…

—Umarım öyle bir hata yapmazlar da, adam gibi çalışırlar.

Hayırlısı olsun bakalım. Gün ola, harman ola…

***

Ş

ule sabahın erken saatlerinde kalkmış, eşinin kahvaltısını hazırlamıştı:

—Cemil, kahvaltın hazır canım, gel hadi, diye hafifçe seslendi:

(12)

Cemil, gözlerini ovuşturarak yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra eşinin karşısına geçip oturdu:

—Ne o? Pek keyifsiz görünüyorsun? Bi’şey mi oldu?

—Önemli bir şey yok Cemil. Sadece karışık birkaç rüya gördüm, o kadar.

Cemil, gülümsedi:

—Rüyalara kafayı takıp da gününü berbat etmeyi düşünmüyorsun herhâlde. Adı üstünde, rüya bu.

Birkaç dakika sessizlik oldu. Her ikisi de kahvaltı yapmaya devam ediyorlardı:

—O iki kişi var ya…

—Hangi iki kişi canım?

—İş başı yapacak olan hapishane kaçakları.

—Ee! Ne olmuş onlara?

—Rüyamda onları gördüm! Seni diri diri mezara gömüyorlardı, dedi; gözlerinden iki damla yaş yanaklarını ıslatarak döküldü.

Eşinin döktüğü bu gözyaşları Cemil’i çok üzmüştü:

—Üzülme sen! Bir rüyayı bu kadar önemsemeni cidden anlamıyorum. Hadi canım, sil şu gözyaşlarını da beni de üzme.

Onların hepsi birer rüya.

—Çocukluğumdan beri beni korkutan rüyalar hep gerçek oldu Cemil. Bunları anlatmıştım, hatırlıyor musun?

—Hatırlıyorum canım. Neyse, ben geç kalmadan gideyim, dedi; hızla yerinden kalkıp, ceketini koluna aldı ve kapıya yöneldi:

—Allahaısmarladık canım. Akşama görüşürüz. Duş al, kendine gel. Gördüğün şu rüyayı da hemen unut. Akşama seni çok daha neşeli görmek istiyorum.

Şule gülümsedi:

—Tamam canım. Allah selâmet versin, diyerek eşini sıcak bir sabah busesiyle uğurladı.

(13)
(14)

2. BÖLÜM

(15)
(16)

C

anan Hanım ofisine henüz gelmiş; dağınık haldeki masasına çeki düzen vermekle meşguldü. Bu arada holdingin ikinci adamı konumunda olan Cemil Bey’in geldiğini görünce tebessüm ederek ayağa kalktı:

—Günaydın Cemil Bey. Hoş geldiniz. Hafta sonu dinlenebildiniz mi?

—Hafta sonları bana doping etkisi yapıyor. Bomba gibiyim, diyerek, ofisine girdi.

Her zaman yaptığı gibi bir süre ofisini gözden geçirdi.

Masasındaki sumeni, raflara büyük bir dikkatle ve belirli bir düzen içinde dizilmiş dosyaları, cam kenarındaki iki yeşil koltuk yerinden bile oynamamıştı. Sonra, kurcalanıp kurcalanmadığından emin olabilmek için koltuğunun sağ yanında bulunan büyük para kasasını kontrol etti. Her şey normaldi ve herhangi bir aksilik olmamıştı. Cemil, geleneksel kontrollerini yaptıktan sonra gönül rahatlığı içinde makam koltuğuna geçip oturdu. Birden sekreterinin telefonu çalmaya başladı. Birkaç saniye sonra da sekreterinin tiz sesi kulağında çınladı:

—Cemil Bey! Başkanımız sizi odasında bekliyor!

Cemil, hızla yerinden kalkıp, koşar adımlarla başkanın makamına geldi. Birkaç kez kapıyı tıklattı. İçeriden Tayfun Bey’in sesi duyuldu:

—Giriniz!

—Günaydın Başkanım. Beni istemişsiniz.

—Otur Cemil. Seninle birkaç hususta görüşmek istiyorum.

Bilirsin, senin fikirlerin benim için çok önemlidir.

—Estağfurullah başkanım. Sizin fikirlerinizin yanında benim fikirlerimin ne önemi olur.

—Tevazu göstermene gerek yok oğlum. Bu hafta sonu Almanya’ya gideceğim. Önümde tam beş gün var. Bu beş günlük süreç içinde bu yılın hesap özetlerini görmek istiyorum. Zira Alman ortağımla yeni bir iş için çalışma yapacağım. Bu hesaplar bu iş için gerekli.

—Birkaç güne kalmaz, tüm bilgileri dosyalar halinde size sunarım başkanım. Bu konuda rahat olun.

(17)

Sanal Cinayet

∼ 16 ∼

Tayfun Bey, oturduğu yerden doğruldu. Sekreteri Filiz Hanım’ı yanına çağırdı. Filiz, donuk bakışlarıyla Tayfun Bey’in karşısına geçti:

—Buyurun Tayfun Bey.

—Bugün iki kişi gelecek. Geldiklerinde onları yanıma bekliyorum, haberin olsun.

—Şey, efendim! Siz Cemil Bey’le konuştuğunuz için konuşmanızı bölmek istememiştim. Bahsettiğiniz kişiler geldiler ve görüşmek için müracaatta bekliyorlar.

—Hemen çağır onları.

Birkaç dakika içinde kapı önünde tekrar Filiz Hanım belirdi:

—Geldiler efendim.

Tayfun Bey, merakla başını uzatıp kapıya doğru baktı:

—Al onları içeri.

İki uzun adam içeri süzüldü. Henüz yeni tıraş olmuşlar.

Her ikisi de siyah renk, aynı takım elbiseliydiler. Biri sarışın, seyrek saçlı, ince bıyıklı; diğeri ise esmer, kalın bıyıklıydı.

Sarışın adam:

—Günaydın Tayfun. Bizi yüksek huzurlarınıza kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Şöyle oturalım mı?

Kalın Bıyıklı, esmer adam:

—Birde müsaade mi istiyorsun soytarı! Oturacağız tabi.

Biz Tayfun’un kuzenleri değil miyiz?

—Geçin, oturun şöyle, dedi Tayfun Bey.

Sarışın adam:

(18)

—Hapisten yeni çıktık, biliyorsun. İkimiz de okullarımızı bitirmiştik. Ben muhasebeci, Cebbar da inşaat mühendisi oldu.

Behçet sözlerini tamamlayamadan Cebbar söze iştirak etti:

—Aynen öyle teyze oğlu. Şimdi o şefkat dolu kanatlarını açta, bizi de burada iş sahibi yap. Dünya Holding senin olduğu kadar bizimde sayılır. Yanlış mı düşünüyorum Tayfun?

—Çok doğru düşünüyorsun Cebbar(!) Sizin de sayılır…

Behçet, elindeki iri taneli tespihini birkaç tur döndürdü:

—Eyvallah Tayfun! Bize kol kanat gereceğini biliyorduk zaten. Anamız, babamız öldükten sonra gayri meşru yollara düştük. Ekmeğimizi oralarda aradık. Sonunda da hapsi boyladık.

Şimdi adam olma vakti geldi diye düşünüyoruz.

Behçet sözlerini tamamlayınca; Tayfun Bey, Personel Müdürü Mustafa Bey’i telefonla arayıp, yanına çağırdı:

—Mustafa, arkadaşlar benim kuzenlerim olur. Behçet, Cemil’in yanında çalışsın. Cebbar’da inşaatlarımızın başında bulunsun. Nede olsa mühendistir kendileri(!)

—Emriniz olur Tayfun Bey. Ben hemen onların işlemlerini tamamlarım, dedi; bu iki garip adama yöneldi:

—Gelirken gerekli evraklarınızı getirdiniz mi?

—Getirdik, dediler.

Tayfun Bey, ince bıyığını sıvazlıyor, konuşmaları izliyordu:

—Tamam o zaman. Herkes işinin başına.

Mustafa Bey, Cebbar’ı ve Behçet’i yanına alarak odadan ayrıldı. Cemil, iki elini çenesine dayamış, derin bir düşünceye dalmıştı. Bu iki serserinin holdinge ciddi zararlar açabileceğini düşünüyordu. Dayanamayıp sordu:

—Özür dilerim başkanım. Bu adamlar sağlam pabuca benzemiyorlar. Doğru karar verdiğinizden emin misiniz?

(19)

Sanal Cinayet

∼ 18 ∼

Cemil’in bu beklenmedik sorusu karşısında Tayfun Bey’in sol kaşı yukarı doğru kaydı. Kısa bir süre düşündü:

—Doğru karar verdiğim söylenemez; ancak ben adam kazanma peşindeyim. Onların insanlara zarar vermelerini istemiyorum. Belki iş sahibi olduklarında zararlı alışkanlıklarını terk ederler. Sabırla deneyeceğim.

—Karar sizin kararınızdır başkanım. Düşüncelerinize saygı duyarım.

—Peki oğlum. Şimdi istediğim raporları hazırlamaya başla.

Behçet’e de yapabileceği işleri yavaş yavaş göster istersen.

—Tekrar özür dilerim başkanım. Behçet’e önemli işler vermek niyetinde değilim. O, benim yanımda ayak işlerine baksın, sağa sola koştursun kâfi.

—Adam senindir oğlum. O’nu nasıl değerlendirirsen değerlendir, beni ilgilendirmez. Ayrıca bu düşüncen çok hoşuma gitti. Bravo sana.

Cemil, başkanıyla görüşmesini tamamlayıp ofisine gelmişti. Bu arada sekreteri Canan Hanım’da bir şeylerin ters gittiğini anlamış, karamsar bakışlarla Cemil Bey’in peşinden içeri girmişti:

—Hayırdır Cemil Bey! Suratınız neden asık?

—Sebebi hikmetini az sonra anlarsın, biraz sabret!

Canan Hanım, Cemil Bey’in sert sözleri karşısında şaşkın bir halde başını hafifçe sallayıp makamına geçti. Bu arada Behçet de salınarak, bir kabadayı edasıyla Cemil’in önünde belirdi.

Sırıtıyordu:

—Sen bu holdingin ikinci adamıymışsın, doğru mu Cemil?

Cemil, bakışlarını sertleştirip, yüzünü buruşturdu:

—Evet, doğru öğrenmişsin. Yarın, karşıma bir masa getirteceğim. Geçici bir süre burada, benimle kalacaksın. İşlerim yoğun olduğu için bana yardım edeceksin. Kendi işin dışında hiçbir işe karışmayacaksın. Bu konuda anlaştık mı?

—He, anlaştık! Seni pek sevemedim her nedense!

(20)

Cemil, cevap vermedi. Behçet, elindeki tespihini büyük bir iştahla, çatırdata çatırdata döndürmeye devam ediyordu. Sesi, Cemil’i rahatsız ediyordu.

—Şu tespihini cebine koy. Burası kahvehane değil. Artık alışmalısın iş hayatına!

Cemil’in uyarısı sonucunda Behçet ayağa kalktı. Bir omzunu yukarı kaldırdı:

—İyi be! Bulduk kaybetmezsek. Ben burada ne halt yapacağım, sen onu söyle. Bırak, karışma benim tespihime.

Ayrıca benimle konuşurken de akıllı davran. Sevmem bana emir verenleri.

Cemil, kısık bakışlarını Behçet’in gözlerine kilitledi:

—Beni çok korkuttun Behçet Efendi(!) Özür dilerim…

***

M

esai sona ermişti. Behçet’le Cebbar, bir gazinoya gelmiş, konuşuyorlardı:

…Nihayet, hedefimize bir adım daha yaklaştık. Bundan sonraki adımlarımızı daha sağlam atarsak, nihaî hedefe varmamız hiçte zor olmayacak.

—Doğru söyledin Behçet. Şu Tayfun imparatorluğunu ele geçirene kadar sabredeceğiz. Ben, inşaatların başına mühendis olarak getirildim. Birkaç gün sonra inşaatların başında olacağım.

Böylece paranın kaynağına çörekleneceğim. Kumundan, demirinden, çimentosundan tırtıklayabildiğim kadar tırtıklayacağım. Cebimi parayla şişireceğim, ama çaktırmadan.

—Ben cebimi nasıl şişireceğim?

—Biraz sabret! Onunda bir yolunu bulacağız elbet. Şu Cemil denilen züppeye takılıyor kafam. Baksana, adam holdingin ikinci adamı. O’nu bi’şekilde başkanın gözünden düşürüp, yerine senin geçmeni sağlamamız gerekiyor.

(21)

Sanal Cinayet

∼ 20 ∼

—Acele etmesek iyi olur. Hele ortama bir ayak uyduralım, gerisi kolay…

Garson, yetmişlik rakıyı mezelerle birlikte Cebbar’la Behçet’in önüne bırakıp ayrıldı. Cebbar, rakıyı açtı, bardakları doldurdu. Gece geç saatlere kadar içip, plânlarını şekillendirdiler.

***

Sabah vaktiydi. Cemil ve eşi sohbet ederek kahvaltı yapıyorlardı:

…Demek adamlar iş başı yaptılar! Akşam, adamları pek gözünün tutmadığını söylemiştin.

—Tutmadı, evet. Bana bir bardak daha çay versene. İçip hemen gitmem gerekiyor. İşlerimiz çok yoğun…

Cemil, kahvaltısını yapıp, eşiyle vedalaştıktan sonra, iş yerine geldi. Kendisini her zamanki gibi kapı önünde sekreteri Canan karşıladı:

—Günaydın Cemil Bey. Behçet Bey geldi. Kapı kilitli olduğundan aşağıya indi. Az sonra gelir.

—Gelsin bakalım. “O’na da bir anahtar lâzım” diye, mırıldandı.

—Efendim, bi’şey mi söylediniz?!

Cemil, konuşmadan kapısını açıp, ofisine girdi. Günlük iş plânını sumeninden çıkartıp önüne koydu. Bilgisayarını açıp, çalışmaya başlayacaktı ki; tam bu sırada kapısı açıldı. Gelen Behçet’ti:

—Günaydın. Hani benim masam?

—Personel müdürüne çık. O, sana depodan bir masa ayarlasın.

—Baksana sen! Neden telefon edip, masamı yollamasını söylemiyorsun da beni oraya kadar yolluyorsun? Hemen telefon et!

Cemil, başını kaldırdı. Meşhur kısık bakışlarını Behçet’in gözleriyle buluşturdu. Alaycı bir yüz ifadesiyle:

(22)

—Emriniz olur, dedi; Mustafa Bey’e telefon ederek, bir masa yollamasını istedi. Yarım saat sonra Behçet’in masasıyla koltuğu geldi. Behçet yalnız başına masasını kurdu, koltuğuna geçip oturdu:

—Hışt, alo. O bilgisayarda ne iş yapıyorsun? İlminden ben de faydalansam fena mı olur?

Behçet’in lâubalî konuşmaları, Cemil’i çileden çıkarıyordu.

İş yerinde olmasa, O’na bir güzel dayak atardı, ama iş yerindeydi ve yapılması gereken önemli işleri vardı; sabrediyordu:

—Senin kafan böyle şeylere basmaz aslanım. Senin mesleğini icra edeceğin yer değildir burası. Sokaklar senin gibi serserilerle doludur. Git, mesleğini orada icra et. Konuşurken de benimle edepli konuş.

—Seninle işimiz var be! Ne aksi adamsın öyle! İki kelâm etmeye gelmiyorsun, dedikten sonra;, “sen de bir gün düzeleceksin” diye, söylendi. Bu mırıldanmayı Cemil duymuştu, ama…

Telefon görüşmesi yapmakta olan Canan, görüşmesini tamamladıktan sonra Cemil’in makamına geldi:

—Efendim, başkanımız sizi bekliyor…

—Tamam Canan. Ben gelene kadar benim yerimde durur musun?

Canan, zoraki bir gülümsemeyle:

—Tabi Cemil Bey, dedi, Cemil’in koltuğuna oturdu.

Behçet, gözlerini bu güzel ve şık bayana dikti:

—Hey bayan! Sen ne kadar da güzel şeysin öyle. Valla, adın sana çok yakışıyor…

Canan suskundu, konuşmak istemiyordu. Başını öne eğmiş, biran evvel Cemil’in gelmesini bekliyordu.

***

(23)

Sanal Cinayet

∼ 22 ∼

…Az evvel Nergis Holding’in başkanı Naci Bey ile Kortun Holding’in başkanı Lütfi Bey aradılar. Biraz sonra burada olacaklar. Galiba önemli sıkıntıları var. Onlarla görüşürken, seninde yanımda olmanı istedim. Birer kahve içer miyiz Cemil?

—Sağ olun başkanım. Ben çay alayım.

Az sonra Kahve ve çay geldi. Henüz birkaç yudum almışlardı ki, tüm zarafetiyle Filiz Hanım içeri girdi:

—Efendim, Naci Bey ve Lütfi Bey geldiler.

—Hemen içeri al onları kızım.

Lütfi Bey ve Naci Bey, tebessüm ederek içeri girdiler.

Önce Naci Bey, ardından Lütfi Bey, Tayfun Bey’in elini sıktılar:

—Hoş geldiniz, nasılsınız?

—Hoş bulduk dostum. Biz iyiyiz…

Cemil, oturduğu yerden kalkıp, misafirlere “hoş geldiniz”

dedi ve yerine oturdu. Tayfun Bey, bakışlarını iki dostu üzerinde gezdirdi:

—Konu nedir Naci Bey?

—Konumuz; şirketlerimizi büyüttük, çoğalttık. Türkiye içindeki çalışmalarımız tamam gibi, ancak yurt dışına da açılmak istiyoruz. Siz, dünyanın saygın iş adamlarındansınız. Çok tanıdığınız var. Faaliyetlerimize uygun birkaç iş adamıyla bizi tanıştırmanı isteyecektim.

—Hangi alanda?

—Tekstil alanında bağlantı kurarsanız, bizim için iyi bir başlangıç olur.

—Naci Beyciğim, senin isteklerini önemsiyorum. Biz, eski dostlarız; ancak senin yurt dışı bağlantılarını ben takip edemeyeceğim; çünkü hafta sonu yeni bir iş bağlantısı yapmak üzere Almanya’ya gideceğim. Vekilim Cemil, senin sorununu ben gelmeden çözer. Bu konuda kalbini ferah tut.

—Sen tamam dedikten sonra…

Tayfun Bey, Naci Bey’den sonra Lütfi Bey’e yöneldi:

(24)

—Sizin konunuz nedir Lütfi Bey?

Lütfi Bey, oturduğu yerden şöyle bir toparlandı. Elini çenesinde gezdirdi:

—Ben de aynı konuyla ilgili senden yardım isteyecektim.

—Demek siz de yurt dışına açılmak istiyorsunuz? Peki, hangi alanda?

—Oyuncak sanayi. Düşüncem; ya Korelilerle, ya da Çinlilerle iş birliği yapmak.

Tayfun Bey’in yanaklarında ince bir çizgi oluştu.

Bakışlarını Cemil’e çevirdi:

—Cemil, bu işleri çözebilecek kimler var?

Cemil bir an düşündü:

—Birkaç sene evvel Koreli Wang’la bir iş görüşmesi yapmıştınız. Onların bu iş için uygun olabileceklerini düşünüyorum efendim.

—İyi ama onlar oyuncak sektöründen çıkacaklarını söylemişlerdi, unuttun mu?

—Hayır, unutmadım efendim. Belki çekilmemişlerdir.

Çekilseler bile hâlâ çevreleri vardır, diye düşünüyorum.

Tayfun Bey ince, kır düşmüş bıyığını sıvazladı:

—Haklısın. Bu işlerle bizzat ilgilenmeni istiyorum. Ben gelmeden de bu işleri hallet. Ayrıca sık sık depoya git, sevkiyatları denetle.

Talimatları alan Cemil, kalkmak için hazırlanmaya başladı:

—Siz merak etmeyin efendim. Her şey kontrol altında olacaktır.

—Peki Cemil. Sen işlerinin başına dön. Raporları da eksiksiz tamamla.

Cemil çıktıktan sonra, Tayfun Bey, iki dostuna yöneldi:

(25)

Sanal Cinayet

∼ 24 ∼

—Siz siz olun, şirketlerinizde birkaç yetenekli eleman bulundurun. Cemil benim sağ kolumdur. Çok zeki ve yırtıcı bir yaradılışı vardır. O varken asla gözüm arkamda kalmaz.

Göreceksiniz, ben gelmeden bu işleri halletmiş olacaktır.

Naci Bey, cılız sesiyle mırıldandı:

—İnsan evlâdı bulmak çok zor dostum. Hiç kimseye güven kalmamış.

Lütfi Bey’in de suratında bir memnuniyet çizgisi oluşmuştu:

—Ben kalksam iyi olacak dostum. Kalbimizi ferahlattın.

Senin gibi bir dostum varken, rahat rahat işlerimin başına dönebilirim artık. Müsaadenizle.

Tayfun Bey, gitmeye hazırlanan dostlarını uğurlamak için ayağa kalktı:

—Güle güle. Döndüğümde tekrar görüşeceğiz.

***

B

ehçet’le Cebbar, holding çalışanlarını daha yakından tanımak istemişlerdi. Tanışmak için ilk girdikleri servis, personel servisiydi. Behçet, elindeki iri taneli tespihini sallayarak bir personelin yanına yaklaştı:

—Hey küçük hanım! Şu anda yaptığın iş hakkında bilgi verir misin?

Kız, zayıf cüssesiyle, titreyerek oturduğu yerden kalktı:

—Kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?

Behçet, sırıttı, sesini daha da yükseltti:

—Ben Behçet! Yanımdaki de Cebbar! Anlaşılmayan bir şey var mı?

Kız, titrek bir sesle cevap verdi:

(26)

—Ben Aylin. Altı yıldır burada çalışıyorum. Personel dosyalarını tutuyorum.

—Personel dosyalarını tutmak bir marifet mi? Hangi okuldan mezun oldun sen?

—Marmara Üniversitesi’nden mezun oldum.

Behçet, başını kıza yaklaştırdı, gözlerini iyice açtı:

—Haa! Güzel! Şurada personel dosyalarını tanzim etmek için dört yıl okudun öyle mi? Yazık, çok yazık!

Kızın sıkıntısı büyüyordu. Bir anda vücudundan ter taneciklerinin yuvarlandığını hissetti. Cebbar, Behçet’in personelle diyalogu bitince bir erkek personele yöneldi. Elindeki tespihi personelin gözüne sokarcasına uzattı:

—Ayağa kalk! Adını söyle!

Delikanlı, endişeli bakışlarıyla, ayağa kalktı:

—Adım Harun! Peki, ama siz kimsiniz?

—Az evvel kim olduğumuzu söylemiştik. Biz, Tayfun Bey’in kuzenleriyiz. Artık bu holdingde biz de varız. Çalışmaya başlamadan evvel bu holdingin kimlere emanet edildiğini görmek istedik.

Delikanlı, yutkunarak;

—Ya! Demek öyle! Hoş geldiniz o zaman, diyebildi ancak.

Behçet, Cebbar’a seslendi:

—Gidelim kuzen. Gördük bu holdingin kimlere emanet edildiğini.

Tam çıkacakları sırada, Personel Müdürü Mustafa Bey’le karşılaştılar. Bu tatsız karşılaşma Mustafa Bey’i şaşırtmıştı:

—Merhaba beyler! Nasılsınız?

(27)

Sanal Cinayet

∼ 26 ∼

Mustafa Bey’in bu nazik sözlerine karşılık; Cebbar, Mustafa Bey’i omzundan iterek cevap verdi. Mustafa Bey, personelleri karşısında aşağılanmasına bozulmuştu:

—Allah Allah! Ne iştir ya, diye arkalarından söylendi.

Kendine soru sorulan Aylin yerinden kalktı. Kızarmış suratında kısa bir süre ellerini gezdirdi:

—Mustafa Bey! Bunlar gerçekten patronumuzun kuzenleri mi? Şayet öyleyse; bu holdingin bunlardan çok çekeceği var demektir. Patronumuz böyle bir hatayı nasıl yaptı, anlayamıyorum.

Mustafa Bey, boş bir sandalyeye oturdu. Gözlüğünü yavaşça gözlerine yerleştirip; tedirgin bir halde, pantolonunun arka cebinden çıkardığı mendiliyle çıplak kafasında biriken ter taneciklerini sildi:

—Patronun işine akıl erdiremiyorum. Söyleyin bana, buraya neden gelmişler?

Harun ayağa kalktı. Sinirinden eli ayağı titriyordu:

—Bizlerle tanışmaya gelmişler. Artık burada çalışacaklarmış! Sanki şehir eşkıyası gibiydiler.

—Zaten öyleler. Hapisten yeni çıkmışlar. Tayfun Bey, onlara acıdığından burada çalışmalarına izin verdi. İkisi de üniversite mezunu…

Mustafa Bey, bunları anlatırken; çalışanlar da karamsar ifadelerle birbirlerinin suratlarına bakıyorlardı.

—Bu konu burada kapanacak. Hiç kimse konuyla ilgili tek kelime etmeyecek. Anlaşıldı mı arkadaşlar? diye, personellerini uyardı.

Harun, tekrar ayağa kalktı:

—Peki, ama neden? Adamların ne kadar olumsuz oldukları ortadayken, hiç kimse bunları uyarmayacak mı?

(28)

Resmen hakaret ediyorlar, resmen patronluk yapmaya çalışıyorlar!

Mustafa Bey, elini Harun’a doğru uzattı:

—Otur, otur! Seni anlıyorum. Cebbar, birkaç güne kadar buradan ayrılacak. Behçet’in de kulağını çekerim, meraklanmayın.

Cebbar’ın az evvel Mustafa Bey’i nasıl itelediğini gören personeli, şaşkın bir yüz ifadesiyle gülümsediler.

Aylin yüzünde donup kalan son gülümsemesiyle yerinden kalktı:

—İnşallah Mustafa Bey. Umarım kulaklarını çekebilirsiniz!

Personelleriyle konuşmasını bitiren Mustafa Bey, Cemil’in odasına geldi. Suratındaki bozuk ifade Cemil’in dikkatinden kaçmamıştı:

—Hayırdır Mustafa Bey! Ne o surat!

Mustafa Bey’in suratında zoraki bir gülümseme belirdi:

—Yok bi’şey Cemilcim!

Cemil ısrar etti:

—Var, var! Hele söyle! Neler oldu?

—Ya, şu iki zibidiye canım sıkıldı. Personel servisine girip, abuk sabuk konuşmuşlar. Personelimin morali sıfırın altında.

Daha ne olsun Cemil!

Mustafa Bey, sözlerini bitirdiği anda Cebbar’la Behçet salınarak içeri girdiler. Behçet, ağzını genişleterek konuşmaya başladı:

—Zibidi ha! Kime söyledin o kelimeyi Mustafa?

Mustafa Bey, yardım istercesine patlak gözlerini Cemile çevirdi.

(29)

Sanal Cinayet

∼ 28 ∼

Cemil, yerinden doğruldu:

—Oturun da öyle konuşalım.

Cebbar’la Behçet, alaycı ifadelerle oturdular.

—Konuş Cemil Efendi! Seni dinliyoruz, dedi Behçet.

Cemil, kendinden emin bir görüntü sergiliyordu. Onların kabadayılığına aldırış bile etmiyordu:

—Sizin yaptığınız çok yanlıştır. Ben sizinle patronunuz olarak konuşuyorum. Şunu unutmayın; sizi istediğim anda kolunuzdan tutar, kapı dışarı ederim. Bu konuyu Tayfun Bey’e bilerek ve isteyerek iletmiyorum. Sizleri ben adam edeceğim. Bir daha asla personeli sıkıntıya sokmayacak, üzerinize vazife olmayan işlere de burnunuzu sokmayacaksınız. Haddinizi bilin!

Yerinizi bilin!

Cebbar kendinden emin bir edayla bacak bacak üstüne attı:

—Ya, demek öyle? Bizi patrona ispiyon etmekle mi tehdit ediyorsun? Öyle mi anlamalıyım? Kralına şikâyet et be! Senden korkan namerttir!

Behçet, elindeki tespihini bir fırıldak gibi çeviriyordu.

Cebbar’ın sözü bitince söze iştirak etti. Suratında şeytanî bir gülümseme belirdi:

—Bize kafa tutanların kafaları kopmuştur! Sen akıllı adamsın Cemil. Bizimle uğraşılmaması gerektiğini umarım anlayabilmişsindir. Saygılarımla, bu da sana kapak olsun!

Behçet sözünü bitirmişti. Cebbar, hiddetle yerinden kalktı;

Behçet’in kolundan çekerek dışarı çıkarttı. Mustafa Bey ise tek bir kelime edememenin sıkıntısını yaşıyordu:

—Cemil, bu adamlarla fazla uğraşılmaz. Bunları işten atsan bile, bu adamlar bize dışarıda da rahat vermezler. Hepimiz

(30)

çoluk-çocuk sahibiyiz. Bırakalım, Tayfun Bey versin kararı, dedi, cesaretini yitirmiş sesiyle.

—Haklısın Mustafa Bey; ancak başıma herhangi bir iş gelirse, bu işleri benim başıma bu adamların açtığından hiç kimseye bahsetmeyecek; aksine onlarla aramın çok iyi olduğunu söyleyeceksin. Bu benim senden çok özel ricalarımdır.

Mustafa Bey, Cemil’in özel ricalarını büyük bir tedirginlik içinde dinledikten sonra, omuzları çözmüş bir halde yerinden kalktı:

—Öyle vakti gelmiş. Ben çıkayım Cemil.

—Ben de çıkıyorum. Dışarıda yiyeceğim yemeği. Hem hava alır, hem rahatlamış olurum. Daraldım iyice.

Cemil’in çıkmakta olduğunu gören Canan seslendi:

—Çıkıyor musunuz Cemil Bey?

—Evet, yemeğe gidiyorum. Sinirden, stresten midem kazınmaya başladı.

Cemil, hızlı adımlarla iş yerinden ayrıldı. İş yerine yakın olan temiz bir lokantaya geldi. Garsona siparişlerini verip beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra garson pideleri getirdi.

—Teşekkür ederim aslanım. Pidelerin yanında ayran iyi gider. Bana tuzlu bir ayran getir.

Garson, hemen ayranı da getirip bıraktı. Cemil, henüz birkaç lokma almıştı ki, arkasından bir ses işitti; dönüp baktı:

—Sen miydin Canan? Hayırdır?

—Ben de çok daraldım. Öğle yemeğimi dışarıda yemek istemiştim. Sizin burada olduğunuzu görünce yanınıza geldim.

Birlikte yeriz diye düşündüm.

Cemil, bakışlarını kısıp gülümsedi:

—İyi etmişsin. Ne istersin?

—Bana da pide lütfen.

(31)

Sanal Cinayet

∼ 30 ∼

Cemil, Canan Hanım’a da pide söyledi. Az sonra pideler, ayranlar geldi.

—Çok korkuyorum. Nasıl davranacağımı şaşırıyorum bazen.

—Behçet’ten mi korkuyorsun? Korkma diyemeyeceğim;

çünkü korkulacak tipler. Fazla muhatap olmazsın, olur biter.

—Aman! Ne muhatap olacağım o serserilerle! dediği anda, karşıdan gelen iki kişiye takıldı gözleri:

—Aaa! Olamaz ya! Buraya geliyorlar! Allah kahretsin!

Cemil, Canan’ın baktığı yöne doğru baktı: “İti an, çomağı hazırla” diye, mırıldandı. Cemil’i gören Behçet’le Cebbar, sırıtarak yaklaştılar.

—Behçet! Bak patronumuz da buradaymış. Kim bilir, şimdi bize neler ısmarlayacak.

—Patronumuzun eli açıktır. Müsaade var mı patron?

Oturalım mı yanınıza?

—Oturun bakalım. Biz misafiri severiz. İstediğinizi sipariş edin.

Cebbar, koca ellerini ovuşturdu:

—Patron dediğin böyle olur…

—Ee! Patronu havalandıracaksın Almanya’ya. Şimdi de bu fıstığı mı havalandırmayı düşünüyorsun?

—Konuşmalarına dikkat et Behçet. Adam gibi otur, yemeğini ye. Sonra da yallah!

—İyi be! Ne bağırıyorsun öyle?

Canan, henüz iki lokma aldığı pidesini öylece bırakıp, çantasını kaptığı gibi oradan ayrıldı. Cemil, Canan’ın arkasından ne diyeceğini bilemeden bakakaldı:

—Allah ikinizin de belâsını verecek! Ne utanmaz, ne arlanmaz adamlarsınız…

Behçet, sırıtarak Cemil’e baktı:

(32)

—Biliyorum, beni sevmiyorsun Cemil. Ancak unutma ki, bir gün olur seveceğin tutar. Bir gün olur, bana muhtaç olursun.

O zaman beni sevmediğine pişman bile olabilirsin.

Cemil, önündeki pideleri olduğu gibi bıraktı; hesapları da ödeyip, hızlı adımlarla işinin başına döndü. Odasında söyleniyordu:

—İşimi mi yapacağım, yoksa bu iki dürzüyle mi uğraşacağım?

Cemil’in sesli mırıldanmalarını Canan işitmiş, Cemil’in yanına kadar gelmişti:

—Sizi orada tek başınıza bırakıp geldim. Özür dilerim…

—Bırak şimdi bunları Canan. İşimiz, holdingin işinden daha büyük, daha da büyüyecek. Bana biraz müsaade et. Kapıyı çek, kimseyi de içeri alma. Patronun istediği raporları hazırlamam gerekiyor.

Canan, hiç ses çıkarmadan kapıyı çekip, yerine geçti.

***

C

uma günü, saat on sularında, holdinge bağlı tüm şirketlerin hesap cetvellerini tek tek bilgisayarından inceliyor, gerekli gördüklerinin de dökümlerini alıyordu. Cemil’in bu çalışması saat on dörde kadar sürmüş; elde ettiği dökümler beş dosyaya ancak sığabilmişti. Cemil, dosyaları alıp Filiz Hanım’ın yanına geldi:

—Patron müsait mi Filiz?

Filiz, gülmeyi unutmuş donuk yüzünü bilgisayarından Cemil’e çevirdi:

—Evet, müsait. Girebilirsiniz?

Cemil, kapıyı yavaşça tıklatıp içeri girdi:

(33)

Sanal Cinayet

∼ 32 ∼

—Başkanım, istediğiniz raporları hazırladım. Siz gelinceye kadar da Naci Bey’in ve Lütfi Bey’in işlerini tamamlamaya çalışacağım. Umarım büyük bir aksilik olmaz.

Tayfun Bey, “sen bu işleri de halledersin” der gibi manalı bir bakış fırlattı:

—Halletmeye çalışma Cemil. Hallet. Göreyim seni…

Patronuyla son görüşmelerini yapıp, ofisine döndü.

Arkasındaki ahşap dosya dolabından ince, kırmızı bir dosyayı alıp önüne koydu. Dosyayı büyük bir dikkatle okuyup incelemeye başladı. Aradığını bulamamıştı. Dosyayı sert bir şekilde masasına vurup, Canan’ı yanına çağırdı. Canan tüm zarafetiyle Cemil’in odasına süzüldü.

—Canan, Silva Koçeryan’ın ve Wang’ın dosyalarını getirebilir misin?

—Tabi! Wang’ın Firmasının adını hatırlayamadım!

—TA-MA!

—Hı, hatırladım. Birazdan getiririm.

Canan yerine geçmişti. Cemil, önündeki beyaz sayfalara;

her iki firmaya hitaben İngilizce olarak iş tekliflerini yazmaya başladı. On beş dakika sonra da Canan tekrar içeri girdi:

—Getirdim Cemil Bey, buyurun…

—Sağ ol Canan. Birazdan sana iki yazı vereceğim. O yazıları bilgisayarında yazıp, hemen ilgili yerlere fakslayacaksın.

Ayrıca birkaç gün gözün faksta olsun. Her an cevap gelebilir. Çok önemli…

Canan, kafası dağınık olan Cemil’e bir hatırlatmada bulunmak istedi:

—Bugün cuma Cemil Bey!

—Ee! Ne olmuş cumaysa?

—Saat on sekizde başkanımızın hava limanında olması gerekiyordu da…

—Hay Allah! Kafam öyle karışık ki; neyi, nasıl takip edeceğimi unutuyorum. Hatırlattığın için teşekkür ederim Canan.

(34)

Cemil, tekrar işine yöneldiği anda telefonu çaldı:

—Cemil, on dakika sonra çıkıyoruz. Hazır ol.

—Peki efendim. Hemen hazırlanıyorum.

On dakika sonra, Tayfun Bey, Cemil Bey, Mustafa Bey ve Behçet, hava limanına doğru yol almaya başladılar. Kırk dakikalık bir yolculuk sonunda hava limanına geldiler. Cemil, Tayfun Bey’in uçak biletini çek ettirip döndü::

—Birazdan uçağınız havalanacak Başkanım. İş görüşmeleriniz kaç gün sürecek?

—İki haftalığına gidiyorum Cemil. Oradaki işlerimi iyice rayına oturtmadan dönemem. Aksi halde tekrar gitmem gerekir, deyip yanında hazır ol vaziyetinde bekleyen Mustafa Bey’e döndü:

—Mustafa Bey, ben gelinceye kadar Cemil ile birlikte hareket et. Herhangi bir tatsızlık durumunda da ne yapacağınızı biliyorsunuz! diyerek, Behçet’e de kısa bir mesaj bıraktı. Kendini unutulmuş hisseden Behçet, kendine verilen mesajı anlayamamıştı:

—Gözün arkanda kalmasın Tayfun. Unutma! Burada dağ gibi kuzenin Behçet var…

—Biliyorum Behçet! Eksik olma! Söyleyin Cebbar’a, yarından itibaren inşaatların başına geçsin…

Konuşmalar esnasında Almanya uçağının kalmak üzere olduğunu belirten bir anons salonda çınladı. Tayfun Bey, çantasını aldı, tek tek kurmayları Cemil ve Mustafa Bey’le tokalaştı. Behçet’e de sadece acı bir bakışla veda etti.

(35)
(36)

3. BÖLÜM

(37)
(38)

P

atronu Tayfun Bey’i uğurlayan Cemil, mutluluk kaynağı olan evine dönmüştü. Akşam yemeğini yemişler, balkona çıkmışlardı. Hava, yavaş yavaş kararmaya yüz tutmuştu. Jale, akşam yemeğinden sonra, her zaman olduğu gibi çayları demlemiş, servis yapıyordu:

—Çaylarınız hazır.

Cemil, uzanıp çayını aldı:

—Şansımızdan bugün hava harika. Hafif hafif rüzgârda esiyor. Sıkıntılarımı, yorgunluğumu alıp, başka tarafa sürüklüyor.

Cemil’in bu manalı sözü Şule’nin dikkatini çekti:

—Hayırdır Cemil! Hangi sıkıntıdan bahsediyorsun?

—Hiç. İş sıkıntısı. Başka ne olacak ki!

Bu arada Volkan, ablasıyla oynamak için odasından tavlayı getirmişti:

—Seni rakip olarak görmüyorum. Babam bugün keyifsiz olduğu için mecburen seninle oynayacağım.

Jale, kardeşinin bu sözlerine bozulur gibi oldu. “ben sana sorarım” der gibi başını salladı:

—Kendini beğenmiş, aptal şey… Hadi ilk zarı sen at.

İki kardeş, itişe kakışa tavla oynamaya başladılar. Cemil ve Eşi sessizlik içinde gece lâmbalarının aydınlattığı caddeyi, caddeden gelip geçenleri seyrediyorlardı. Şule, birden başını uzatıp, dikkatle bakmaya başladı: “Allah Allah! Ben mi yanlış görüyorum acaba? Adam resmen burayı gözetliyor ayol” diye, mırıldandı.

—Ne dedin? Ne söyleniyorsun kendi kendine?

—Galiba birisi bizi gözetliyor Cemil. Bak şu direğin yanındaki adama.

(39)

Sanal Cinayet

∼ 38 ∼

Cemil, dikkatle gösterilen direğe baktı. Oradaki bir kişi, sürekli kendilerini gözetliyordu. Emin olana kadar adamı seyretti.

Evet, adam resmen evlerini gözetliyordu. Cemil, yavaş hareketlerle yerinden kalktı:

—Benim evimi gözetleyecek adamın…

—Nereye Cemil? Dur bir dakika!

—Siz burada kalın. Kimse benimle gelmesin. Birazdan dönerim, diyerek odasına girdi. Hışımla elbisesini giyinip, kendini dışarı attı. Adam, hâlâ oradaydı. Adama yavaş adımlarla yaklaştı:

—Hey! Bakar mısın?

—Ne var! Baktım işte!

Cemil adamın burnunun dibine kadar sokuldu. Yakasından tutup, anî bir kafa darbesiyle adamı yere yıktı. Adam neye uğradığını anlayamadı, ama hemen ayağa kalktı. Karşısında duran iri yarı adama sıkı bir yumruk savurdu. Yumruk, Cemil’in tam dudaklarına isabet etti. Cemil’i hırs basmıştı. Aldığı yumruğun tesiriyle sağlı sollu yumruklarını adamın suratında patlatmaya başladı. Adam ayaktaydı, sendeliyordu. Cemil’in vurduğu son darbe adamı ikinci kez yere yıkmaya yetti. Yerde yatan adamı tekmelemeye başladı. Sonra, adamı tutup ayağa dikti:

—Kimsin ulan sen? Kim gönderdi seni?

Cemil adamı sarsmaya başladı. Adam sıkıydı, tek kelime söylemiyordu. Bu adamı konuşturmakta kararlı görünen Cemil, adamı ikinci bir kafa darbesiyle yeniden yere serip; bir paçavra gibi sürüklemeye başladı.

—Konuşacaksın ulan! Seni konuşturuncaya kadar döveceğim. Söyle! Kim yolladı seni?

Cemil’in elinde sarsılmaya devam eden adam, anîden Cemil’e bir yumruk atıp, dörtnala kaçmaya başladı. Cemil, adamın peşinden koşmak istedi, ancak “Bu O’na iyi bir ders olmuştur” diye, düşünüp, vazgeçti. Kavga bir anda olup bitmişti Cemil, soluk soluğa evine geldi:

(40)

—Soysuza bak! Seni şerefsiz seni! Benim evimi gözetliyor soysuz herif, diye, bağıra bağıra söyleniyordu. Eşi ve çocukları, fal taşı gibi açılan gözleriyle kendisini seyrediyorlardı.

—Cemil! Kendine gel! Gel otur şöyle! Biraz sakinleş.

Gördük adamı nasıl benzettiğini. Bir daha gelmeye cesaret edemez.

Babasının adamı nasıl benzettiğini gören Volkan, büyük bir gururla babasına sarıldı:

—Aslan babam! Herifi nasılda parçaladı.

Bu arada Şule, elindeki ıslak bir mendil ile Cemil’in kanayan dudağını pansuman etmeye çalışıyordu.

—Patlamış! Gözü kör olasıca! Ne amaçla geldi acaba?

—Çek şu mendili Şule. Geçer şimdi.

Kızı Jale’de babasının yanına gelip oturdu. Üzgün bakışlarıyla kahraman babasını süzüyordu:

—Canın çok yanıyor mu babacığım?

Cemil, gülümseyip, kızının kızıl saçlarını okşadı:

—Mühim değil Küçük Meleğim. Küçük bir yara. Yarın geçer, meraklanmayın.

Bu olay, evdeki güzelliği ve muhabbeti alıp götürmüş, yerine derin bir endişe bırakmıştı. Şule, olayın bir an evvel unutulmasını istiyordu:

—Çocuklar, doğru yataklarınıza. Önemli bir şey yok.

Şule, çocuklarını odalarına yolladı. Cemil, arada bir elini dudağına götürüp yokluyor, kendi kendine söyleniyordu:

—Kim bu adam? Hangi amaçla bizi gözetliyor? Bunu çözmeliyim…

(41)

Sanal Cinayet

∼ 40 ∼

—Kaç gündür yüreğim kabarıyordu Cemil. Her gece kâbus görüyorum. Sanki başımıza bir felâket gelecek gibi hissediyorum.

Çok korkuyorum.

Cemil’in yüzünde bir tebessüm belirdi. Elini eşinin omzuna atıp, kendine doğru çekti, başını okşadı:

—Korkmayın, sakin olun. O adamın bizimle bir meselesi varsa; bu, birkaç güne kalmaz ortaya çıkar. Bunun için tedbirli olmalıyız. Ben işte olduğumda çocuklarla bizzat ilgilen. Onları yalnız bırakma, bir yere de yollama.

—Tamam canım. Ben yatmaya gidiyorum…

Şule yatmaya gitti. Cemil, soğumuş çayını içmeye devam ediyor, bir yandan da düşünüyordu. Aradan bir saat geçmişti.

Oğlu Volkan, elinde telefonla babasına yaklaştı. Telefonu sessizde çalışıyordu:

—Babacığım, dayım arıyor…

Cemil, telefonu aldı:

—Rıza! Merhaba, nasılsın?

—İyi geceler enişte. Biz iyiyiz, siz nasılsınız?

—Biz de iyiyiz Rıza. Hayırdır gecenin bu saatinde.

—Hafta sonu annemle size geleceğiz. Onu bildirmek için aradım.

—Sahi mi? Şaka yapmıyorsun ya!

—Hem annem, hem ben çok bunaldık. Sizi de çok özledik.

Gelip birkaç gün kalmayı plânladık.

—Tamam Rıza. Hafta sonu çıkın gelin. Bizim içinde bir değişiklik olur. Annemin ellerinden öpüyorum. Hoşça kal.

Volkan, konuşmaları dinlemiş; tarifi imkânsız bir sevinç krizine girmişti. Sevinçle yumruklarını sıkıp, havaya kaldırdı:

—Oley! Dayımlar geliyor, diye, kısık bir sesle sevincini dışa yansıttı.

—Oğlum, bu müjdeyi sabah olunca annene verirsin.

Müjdenin karşılığını da almayı unutma. Haydi, şimdi yatağına.

Marş marş…

(42)

4. BÖLÜM

(43)
(44)

C

uma akşamı yaşadığı hâdiseyi unutmuş bir halde çalışmaya başlamıştı. Bir yandan bilgisayardan hesapları takip ediyor, diğer yandan da telefonla işlerini yönlendiriyordu.

Behçet ise, masasına oturmuş, at yarışı oynuyordu.

Sigarasından derin bir nefes çekip, Cemil’e doğru üfledi:

—Sarı kıza mı oynasam, yoksa rüzgârın oğluna mı? diye, Cemil’e laf attı. Cemil, Behçet’e sert bir bakış fırlatıp, tekrar işine döndü.

—Birader! Bi’şey sorduk, cevap versene!

Cemil ayağa kalktı, Behçet’in tepesine dikildi. At yarışı bültenini, oyun kuponunu alıp, avucunda buruşturup, çöpe attı:

—Burası dingonun ahırı değil. Çık, ne halt edeceksen dışarıda et. Benim canımı sıkma…

Behçet, Cemil’in bu beklenmedik tavrı karşısında bozguna uğramıştı. Farkında olmadan elinde bir fırıldak gibi çevirdiği tespihini daha da hızlı çevirmeye başladı. Ayağa kalktı, burnunu siler gibi yaptı. Sert bir bakışla Cemil’e dikildi:

—Sen kendini ne sanıyorsun? Oğlum, kiminle uğraştığının hâlâ farkında değil misin? Unutma! Bu hareketlerin, bu sözlerin bir gün başına belâ olacak. Benden söylemesi. Ayağını denk al, diyerek, odayı terk etti. İçerideki konuşmaları işiten Canan, panikleyerek içeri girdi:

—Neler oluyor Cemil Bey?

—Bir hayvana haddini bildirdim…

—Hay Allah! Bunlar ne biçim insanlar! Bunlarla işimiz var doğrusu. Ah Tayfun Bey ah! Bula bula bunları mı buldun?..

—Olan oldu artık. Şimdi beni iyi dinle! Kesinlikle bu adamlardan şikâyetçi olmayın. Her ortamda ve her koşulda bu adamların iyi birer insan olduklarını söyleyin; ya da hiç fikir beyan etmeyin. Bu sizin hayatta kalabilmeniz için tek reçetedir. Benden size bir ağabey tavsiyesi.

(45)

Sanal Cinayet

∼ 44 ∼

—Bu serseriler, insanların çocuklarına bile musallat olur, Allah korusun!

Canan’ın söylediği sözler, Cemil’in bir anda aklını başına getirdi. Canan haklıydı. Onlardan her şey beklenirdi. Behçet ve Cebbar’ın karakterlerini, Cuma akşamı yaşadığı olayla ilişkilendirmeye başladı. Evet, o akşam evini gözetleyen adamlar, Behçet’in adamları olabilirdi. Peki, ama neden? Cemil’in aklı yaşadığı olaylarla meşgulken; Canan’ın seslenmesiyle kendine geldi:

—Cemil Bey, Silva Koçeryan’dan faks geldi.

Cemil, dalgın bir vaziyette Canan’ın uzattığı faksı alıp, okumaya başladı. Yüzünde bir tebessüm oluştu. Küçük bir not kâğıdına bir telefon numarası yazıp, sekreteri Canan’a uzattı:

—Şu numarayı hemen bağla.

Canan, kendisine uzatılan numarayı alıp, hemen Cemil’e yönlendirdi. Konuştuğu kişi, Koreli iş adamı Wang’dı. O’na birkaç gün önce bir faks çektiğini, faksına cevap verilmediğini söyledi.

Wang, faks çekeceğini, iş teklifine açık olduklarını belirtti. Kısa süren bu telefon görüşmesinin ardından, bir telefon numarası daha yazarak tekrar Canan’a verdi. Canan, numarayı arayıp, Cemil’e yönlendirdi.

—Merhaba Naci Bey. Nasılsınız?

—Merhaba Cemil Bey. Siz nasılsınız?

—Gözünüz aydın Naci Bey. Silva Koçeryan’dan faks geldi.

Hisselerin yüzde elli bir’i Aragon Şirketler Grubunun olmak üzere ortaklık teklifinize sıcak bakılıyor.

—Harika bir haber bu Cemilcim! Bu kadar çabuk sonuç alabileceğimiz hiç aklıma gelmezdi. Jet gibisiniz maşallah.

—Sizin şansınız; Silva Koçeryan’ın zaten ortak arıyor olmasıydı. İyi bir zamanda onlarla irtibat kurmuşuz, hepsi bu.

—Faksı almak için bir kişiyi oraya yolluyorum.

—Yollamanıza gerek yok Naci Bey. Ben şimdi size fakslarım. Bundan sonrasını görüşür, halledersiniz.

—Tamam Cemilcim. Teşekkür eder, saygılar sunarım.

Canan, hayranlık dolu bakışlarıyla Cemil’i izliyordu:

(46)

—Ne güzel İngilizce konuşuyorsunuz Cemil Bey.

Bayılıyorum sizin konuşmalarınıza.

Cemil, tatlı bir kahkaha attı:

—Canan; benim marifetlerim bunlarla sınırlı değil. Şu cep telefonumda numara göremezsin. Bütün numaralar hafızamdadır. Faks numaraları da dâhil.

—Peki, hafızanızda kaç numara kayıtlı?

—Doksan yedi.

Canan gülümsedi:

—Allah sayısını artırsın, ne diyeyim. Ha, bir özelliğiniz daha var.

—Neymiş o?..

Canan tekrar gülümsedi:

—Çoğu zaman sol elinizle yazıyorsunuz. Sol eliniz yorulunca da sağ elinizle yazıyorsunuz. Nasıl becerdiğinizi hiç anlamıyorum.

—Hepsi de Allah vergisi…

Cemil masasında biraz sıkıntılı, biraz da mutluydu.

Sıkıntıdan olsa gerek, önündeki sigaradan bir tane yakıp, tüttürmeye başladı. Dalgın dalgın bakıyordu. Kapısı sert bir şekilde açıldı. Behçet’le Cebbar içeri girdiler. Cemil, yüzünü buruşturup, yerinden kalktı, Canan’ın yanına geçti:

—Ben üretim tesislerine gidiyorum. Bugün sevkiyat var.

—Hangi tesise?

—Tekstil tesislerine. Bugün Romanya’ya sevkiyat yapacağız.

Cemil, apar topar çıkmış, Canan da makam şoförünü bilgilendirmişti. Cemil, makam arabasıyla üretim tesislerine doğru yol almaya başladı.

***

(47)

Sanal Cinayet

∼ 46 ∼

C

ebbar koltuğa yayılmış, iştahlı bir şekilde tespih çeviriyordu. Başını ileriye doğru uzatarak kapı aralığından Canan Hanım’a seslendi:

—Canan! Şu kapıyı kapatsana!

Canan, kapıyı yavaşça kapattı. Behçet, Cebbar’a eliyle yaklaşmasını işaret etti. Cebbar, yaklaştı:

—Üzerinde kuru var mı kuru?

—Var. Ne olacak?

—Ver onları bana.

Cebbar, cebinden küçük bir naylon poşet çıkartıp, Behçet’e uzattı:

—Al. Söylesene, ne yapacaksın kuruyu?

Behçet, eliyle Cemil’in sigara paketini işaret etti:

—Getir onu bana.

Cebbar, Cemil’in sigara paketini alıp, Behçet’in önüne bıraktı.

—Bak şimdi! Ben ona öyle bir oyun oynayacağım ki, dünyasını şaşıracak.

—Sen neler yapıyorsun ya? Anlamıyorum!

—Sigaraları tek tek çıkart. İçlerine birer miktar kuru koyacağım. Cemil’in sinirlendiğinde sigara içtiğini biliyorum. O’nu sinirlendirip, sigara içmesini sağlayacağım. Şu kuruyu da kâğıda sarıp, ceketinin yaka cebine koyacağım…

—Cemil’i imha plânı?

—Evet, aynen öyle. O’na torba torba gözyaşı döktüreceğim. Geceler, üzerine bir kâbus gibi çökecek…

—Behçet, odayı bir karıştırsak mı? Belki çek falan vardır.

—Ne yapacaksın çeki?

—Cemil’i ikna edip, akşam pavyona götürelim. O’nu sarhoş edelim. Sonra da paramızın olmadığını söyleyip, çeki imzalatalım. Ne dersin?

Behçet hafifçe sırıtıp, elini cebine götürdü:

(48)

—Şu gördüğün neye benziyor Cebbar? İstediğin şey bu değil miydi? Bunu ben günler öncesinden düşünmüştüm. Bunu Cemil’in sumeninden aşırdım. Para kasası hep kilitlidir.

—Ulan soytarı kılıklı herif! Ulan manyak herif! Gel lan, öpeceğim seni, diyerek Behçet’i sıkboğaz edip, öpmeye başladı…

***

C

emil, saat on altı sularında işinin başındaydı. Odasında kimse yoktu. Sekreteri Canan, elinde bir kâğıtla içeri girdi:

—Efendim, beklediğiniz faks az önce geldi.

—Çok güzel. Keşke Naci Bey ve Lütfi Bey kadar şanslı olsaydım. Adamların işleri tıkır tıkır yürüyor.

—Sizin de işleriniz tıkır tıkır…

—Evet, tıkır tıkır. Bazen de bir cadı kazanı gibi, fokur fokur kaynıyor, farkında değil misin Canan?

—Gittiler…

—Ne? Anlamadım!

—Cebbar da buradaydı. Behçet’le birlikte çıkıp gittiler.

Cemil, küçük bir not kâğıdına bir telefon numarası daha yazıp Canan’a uzattı:

—Şu numarayı bağla.

Canan, numarayı çevirip, telefonu Cemil’e yönlendirdi.

—Merhaba Lütfi Bey. Gözünüz aydın. TA-MA firması, ortaklık teklifinize olumlu bakıyor. Az önce onlardan bir faks geldi. Faksı size ulaştıracağım.

—Sen çok yaşa Cemilcim. Bu kadar çabuk mu ya?

—Kimi insanlar kısmetlidir Lütfi Bey. Kısmetiniz hazır bekliyormuş, ne yapalım.

—Umarım bir aksilik olmaz.

—Aksilik olmaz, meraklanmayın. Biraz siz, biraz onlar fedakârlık yapar, işlerinizi büyütürsünüz. Sizin büyük bir ortağa, onların da Türkiye’de bir iş alanına ihtiyaçları vardı. Böylece teknik ayrıntıları kendi aranızda çözer, birbirinizi tamamlarsınız.

—Çok sağ ol Cemilcim. Var ol, sağ ol…

(49)

Sanal Cinayet

∼ 48 ∼

Cemil, her iki işi de halletmenin rahatlığı içindeydi. Ellerini ensesinde birleştirip gerildi: “Behçet olmadan kafam çok rahat.

Adamın burada bulunmasından fena halde rahatsız oluyorum.

O’nu buradan uzaklaştırmanın bir yolunu bulmalıyım” diye, düşünürken, önde Behçet, arkada Cebbar olmak üzere ikisinin de içeri girdiğini gördü. Cebbar, tespihini sallayıp, Behçet’in masasına oturdu. Behçet’te masasının yanındaki bir koltuğa.

Behçet, bir şeyler söylemek ister gibi duruyordu. O asabî suratında şimdi yumuşak bir ifade geziniyordu. Bakışları daha insancaydı:

—Seninle sürekli itişmek hoşuma gitmiyor, diye söze başladı. Cemil’in ne bakışları, ne de surat ifadesi değişmedi:

—Benden uzak durun. Benimle konuşmayın. Böyle davranırsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz. Sizi hiç gözüm tutmadı. İkinizden de nefret ediyorum.

Cemil, sözlerini henüz tamamlamıştı ki; Canan, kapıyı tıklatıp içeri girdi:

—Cemil Bey, ben çıkıyorum. İyi akşamlar.

Sözü Cebbar aldı:

—Sen haklısın Cemil. Olumsuz davranarak sizleri üzdük.

Bunun farkındayız, ancak bu hep böyle gitmez. Bir barış yapalım.

Kardeş gibi olalım. Bunun için seni pavyona götürüp eğlendirmeye karar verdik.

—Ben sizinle tuvalete bile gitmem. Ne yüzle konuşuyorsunuz benimle. Neden evimi gözlüyorsunuz? Ben bunları anlamayacak kadar aptal mıyım?

Cebbar’la Behçet, şaşkın bakışlarla birbirlerinin suratlarına baktılar. Bir panik vardı bakışlarında.

Cebbar:

—Sen neler saçmalıyorsun? Bu bir iftira! Bu bir yalan!

Behçet ayağa kalktı:

(50)

—Bu akşam bizimle geleceksin. Fazla nazlanma. Akşam seninle dostluğumuzu perçinleyeceğiz.

Cemil’in şaşkınlığı katlandıkça katlandı:

—Gelmesem beni öldürür müsünüz? Söyleyin, ne yapabilirsiniz bana?

Cebbar, yerinden kalkıp, ağır adımlarla Cemil’e sokulup;

ceketinin altındaki silâhını gösterdi.

—Sen hiç demir leblebi yuttun mu Cemil? diye, kulağına fısıldadı.

***

C

emil, çaresizlik içinde bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Saat yirmi sularında bir pavyona gelmişlerdi. Pavyon henüz dolmaya başlamıştı. Garsonlar da büyük bir özenle müşterileriyle ilgileniyorlardı. Bir garson da Cemil’in masasına gelip, ilgilenmeye başladı.

—Hoş geldiniz efendim. Ne arzu edersiniz?

Behçet, garsonun sözlerine karşılık vermeden yerinden kalkıp, O’nu tenha bir yere götürdü:

—Bak koçum. Şu elli doları al, cebine koy. Karşımda oturan kıvırcık saçlı arkadaşımın içkisini özel yapacaksın. O, birkaç dublede kafayı bulmalı. Sonra da iki konsomatris oturt yanına. Fotoğraflarını çekip, bana ver. Elli dolar daha…

Behçet, garsona gerekli talimatları verdikten sonra, sakin bir edayla masasına döndü:

—Bize özel ilgi göstermesini tembihledim…

—İyi etmişsin Behçet. Bize de bu yakışır, öyle değil mi?

Cemil hiç konuşmuyordu. Dalgın bakışlarını pavyon müdavimleri üzerinde gezdiriyordu. Konuşmaları işitmiyor gibiydi.

Cebbar, başını Cemil’e doğru uzattı:

(51)

Sanal Cinayet

∼ 50 ∼

—Nasıl, beğendin mi Cemil?

—Hı! Beğenmez miyim hiç. Çok güzel çok(!) Söyleyin şimdi! Nedir benimle alıp veremediğiniz şey?

Cebbar, hemen konuya girdi:

—Acele yok! Daha çok erken. Rakılar içilecek, muhabbet ondan sonra başlayacak.

Tek tük, zoraki konuşmalarla bir saat daha geçti.

Müzisyenlerin çıkardığı sesler, kulakları tırmalıyordu. Cemil’in bu ortamdan duyduğu rahatsızlık, kendini göstermeye başlamıştı.

Garson, elindeki servis tepsisiyle masaya geldi. Hazırladığı rakıları bir bir önlerine koydu:

—Afiyet olsun efendim. Başka bir arzunuz olursa…

—Biz seni çağırırız aslanım, sağ ol dedi, Cebbar.

Behçet, mutluluk ışıltıları saçan bakışlarını Cemil’e çevirdi:

—Başkanım, bugün burada senin emrinde olacağız. Seni mutlu edip, eğlendirmek boynumuzun borcu olacaktır. Bize ayak uydurduğun sürece, hayattan yana asla üzülmeyecek, aksine, mutluluğuna mutluluk katacaksın…

Behçet, sözlerini bitirince Cebbar söze iştirak etti:

—Bugünden itibaren seninle iyi geçinmeye karar verdik Şunu belirtmekte fayda var; bizler hep sokaklarda kaldık, oraları mekânımız bildik. Elimizden tutanımız olmadı. Kaba davranışlarımız bundan kaynaklanıyor. Kalbimizde ne sana, ne de başkalarına karşı en ufak bir kötülük yoktur. Söylediğim gibi, bu yaşımıza kadar hep sokak kültürüyle yoğrulduk. Kimi zaman kavga ettik, kimi zaman ekmek parası için esrar ve eroin işlerine daldık. Bu yüzden de ikinci mekânımız hep hapishane oldu…

Cemil, anlatılanları dinlemeye, anlamaya çalışıyordu:

(52)

—İyilik ve kötülük insanların içindedir. İnsan isterse kötülükten korunabilir. Ekmek parası kazanmak için ille de esrar satmanız gerekmezdi…

Konuşmalar sürüyor, kadehler kaldırılıyordu. Ne Cebbar, ne de Behçet sarhoş olmamışlardı. Cemil, içtiği birkaç duble rakıyla dağılmış, sarhoş olmuş, yanına gelen iki konsomatrisin kendisini öpüp, okşadığını bile fark edememişti. İki konsomatris, fotoğrafların çekilmesinden sonra ayrıldılar. Cemil, zoraki açtığı gözleriyle kolundaki saatine baktı:

—Gidelim. Saat gece yarısı olmuş.

Behçet, Cebbar’a anlamlı bir bakış fırlattı:

—Patron doğru söylüyor. Hesapları ödeyelim de gidelim artık.

Cebbar, garsonu yanına çağırdı:

—Hesaplar lütfen…

—Hesabınız iki bin lira efendim.

Garsonun söylediği miktarı fazla bulan Behçet sinirlendi:

—Ne saçmalıyorsun oğlum sen! Gazinonun tüm masraflarını bizden mi çıkartıyorsun? Çok para bu…

—Efendim, iki konsomatris istediniz ya…

Cebbar duruma müdahale etmesi gerektiğini düşündü:

—Tamam koçum. Şu kredi kartımdan çek.

Garson:

—Efendim, şifreniz?

—Dört adet sıfır koçum. Hadi, sallanma artık!

Garson kredi kartını alıp gitti. Birkaç dakika sonra tekrar döndü:

(53)

Sanal Cinayet

∼ 52 ∼

—Özür dilerim. Kredi kartınızda hiç para yok. Nakit rica edeceğim.

—Üzerinde para var mı Behçet?

—Bende o kadar para yok ki. Ne yapsak acaba?

Konuşmalar sürerken, Cemil başını kaldırıp, tepelerinde bekleyen garsona baktı:

—Neler oluyor böyle? Neden hâlâ gitmiyoruz?

Behçet, Cemil’in omzuna yavaşça vurup, O’nu sakinleştirmeye çalıştı:

—Başkanım, kredi kartımızda para kalmamış, hesapları ödeyemiyoruz. Şuraya bir imza atarsan, çıkabileceğiz…

—O nedir? Nereye imza atacağım?

Behçet, çeki ve kalemi Cemil’in eline tutuşturdu:

—Ben imzaladım başkanım. Bir imza da sen atarsan işimiz bitecek.

—Bu kâğıt, ne kâğıdı anlamadım. Neyse, şuradan çıkalım artık, diyerek, neyi imzaladığını bilmeden çeki imzaladı.

Behçet, imzalanan çeki alıp, garsonla birlikte oradan uzaklaştı:

—Şu elli doları ve hesapları al. Resimleri de ver!

Garson elli doları aldı, çekilen fotoğrafları da getirip Behçet’e verdi:

—Teşekkür ederim efendim. Tekrar bekleriz, diyerek ayrıldı.

Behçet, işini halletmenin rahatlığı içinde masasına döndü:

—Başkanım, kalbini ferah tut. Buranın patronu benim eski bir tanıdığım çıktı. Hesap falan ödemedik. İmzaladığın o kâğıdı da yırtıp attım. Şimdi gidelim.

(54)

Behçet’le Cebbar, Cemil’i zorlukla dışarı çıkardılar. Bir taksiye binip, Cemil’in evine geldiler. Cebbar, kapı zilini çaldı.

Birkaç dakika sonra Şule kapıda belirdi. Şaşkınlıktan açılmış gözlerini bu yabancılar üzerinde gezdirdi:

—Kimsiniz siz? Cemil’e ne oldu?

Behçet, nezaket kurallarına uyarak Şule’nin şaşkınlığını gidermeye çalıştı:

—Başkanımızla felekten bir gece çaldık yenge.

Endişelenecek bir şey yok. Sadece biraz sarhoş, diyerek Cemil’i bırakıp ayrıldılar…

(55)
(56)

5. BÖLÜM

(57)
(58)

C

emil ve ailesi, gelen misafirleriyle birlikte, hafta sonunu piknik yaparak değerlendirmek istemişlerdi. Şule, çocuklarının da yardımıyla hazırlıklarını tamamlamış, eşyaları arabanın bagajına istif etmişlerdi. Cemil, kaynanasıyla kayın biraderinin arasına oturmuş, hazırlıkların tamamlanmasını bekliyordu:

—Hazırlıklar tamamlanıyor. Havanın güzel olması, pikniğin de güzel olacağına işaret.

Tebessümü yüzünden hiç eksik olmayan beyaz tenli, şişman Hayriye Hanım, sıcak bakışlarını damadına çevirdi:

—Şöyle oksijeni bol olan bir yere gidelim oğlum.

Gözümüz, gönlümüz açılsın biraz. Evde otura otura ruhum daralmıştı. Rıza da işiyle uğraştığından bi’yere çıkamıyoruz.

Neyse ki, iki hafta izin alabildi de, kendimizi buraya atabildik.

—Annemin sözlerine aldırma enişte. O, işimin nasıl bir iş olduğunu bilmiyor. Şikâyetlerinde haklı ama ben de haklıyım.

Cemil, tebessüm ederek kaynanasına yöneldi:

—Burası senin evin sayılır anne. Rıza gelmese bile, gelmek istediğinde bir telefon etmen yeter…

Konuşmalar, Şule’nin şen şakrak sesiyle yarım kaldı:

—Hazırlıklar tamamlandı Cemil. Annemin koluna girin, arabaya bindirin.

Cemil ve Rıza, Hayriye Hanımı merdivenlerden dikkatle indirip, arabaya bindirdiler.

—Nereye gidiyoruz enişte?

—Sizi oksijeni bol olan, çamlık bir ormana götürüyorum.

Gördüğünüzde çok beğenecek, ayrılmak istemeyeceksiniz. Haydi, Bismillah, deyip aracı hareket ettirdi.

(59)

Sanal Cinayet

∼ 58 ∼

Yanına Rıza ve oğlu Volkan oturmuştu. Diğerleri de aracın arkasında yolculuk ediyorlardı. Hayriye Hanım, yolculuk esnasında elinden hiç düşürmediği tespihini çekiyor, mırıldanarak dua ediyordu. Belli ki; kazasız belâsız bir yolculuk içindi bu dualar. Babasıyla dayısının arasında sıkışan Volkan rahatsız olduğunu belli edercesine kıpır kıpırdı:

—Of ya! Bacağım uyuştu. Biran evvel gidebilseydik, diye söylendi. Rıza, kolunu yeğeninin omzuna atmıştı. Arada bir yeğeninin kızıl saçlarını okşuyordu:

—Az sabret delikanlı. Askere gidince; onca zorluklar karşısında hiç dayanamazsın. Böyle ufak-tefek zorlukları gözünde büyütme, diye yeğenine takıldı.

—Ben askerliğimi kısa dönem yapacağım; hem de teğmen olarak.

—Yani, subay olarak, öyle mi?

—Tabi ya. İşim olmaz uzun dönem askerlikle.

Konuşmalara Cemil de dâhil oldu:

—Seni asker olarak görmek; hem de subay olarak görmek benim en büyük arzumdur oğlum. Ben isterim ki; orduda kal.

Böylece; hem iş derdinden kurtulursun, hem de rahat edersin.

—Baban doğru söylüyor Volkan. Üniversiteyi bitirince, iş arama derdine düşeceksin. Hayata kısa yoldan atıl. Bence de en iyisi bu.

—Ben, babam gibi olmak istiyorum. İyi bir üniversite bitirenin iş sorunu pek olmaz.

Konuşmalar sürerken; Cemil’in gözleri sürekli dikiz aynasındaydı. Bir ara kendi kendine mırıldandı:

—Allah Allah! Galiba birileri bizi takip ediyor.

—Hayırdır enişte! Kim olabilir?

Volkan, bu fısıldanmalara kayıtsız kalmadı:

—İnelim de gösterelim günlerini baba, diye yüksek sesle söylendi.

Şule, başını çevirip arkaya baktı:

Referanslar

Benzer Belgeler

Oradaki lıastahanede bir müddet hekimlik ettikten sonra Avrupaya kaçıp Cenevrede bazı arkadaşlarıyla birlikte Osmanlı adıyla on beş günde bir çıkan bir

In our study, the DNA delivery from pGM-CSF containing chitosan/PVP hydrogels was examined by determination of GM-CSF expression using ELISA in NIH-3T3 cells.. After 72 h

Kâğıt üzerindeki etkileyici rakamlara rağmen Semi’nin taşıma sektöründe ne kadar başarılı olacağı tartışmalı, yine de elektrikli ve otonom araçların yaygınlaşması

Buradan geçişin kolay olabilmesi için hasta ağzı kapalı iken hafif ha- fif nefes alıp verir, bu pozisyonda yumuşak damak istirahat halinde olduğu için geçiş çok daha

Hem ilköğ- retim hem de lise araştırma ve kontrol grubu öğrencilerinde eğitim öncesi ile birinci eğitim sonrası ve eğitim öncesi ile ikinci eğitim sonrası

Bizim sunduğumuz olguda olduğu gibi torakal disk hernisi, göğüs ve sırt ağrısı bulguları ile kendini gösterdiğinde atipik göğüs ağrısı zannedilebilir.. Atipik

Itrî için yazdığı şiirin so:ı bölümünde ise, bu büyük beste­ cinin ölümünden çok, kaybolan eserleri için yanar ve onların. «ebediyen» kaybolacağına

70'li yıllara “ Gel Tezkere” ve “Unutama Beni” şarkılanyla damgasını vuran, geçtiğimiz pazartesi günü evinde hayatını kaybeden Esmeray, dün