• Sonuç bulunamadı

MİMAR SİNAN, AYASOFYA VE SÜLEYMANİYE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "MİMAR SİNAN, AYASOFYA VE SÜLEYMANİYE"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İ N C E L E M E :

MİMAR SİNAN, AYASOFYA VE SÜLEYMANİYE

A R C A N A K I N Sanat tarihçisi ve Arkeolog

Bugünkü sivil mimariden gayrı, dinî mimarinin gelişmesini ve XX. yüzyıl m e k â n anlayışını yüzyılların getirdiği geleneklere bağlamak icap eder. Gerek cephe ve gerekse mekân mimarisinde Klasik Devir, elektrik bir mimarî üslûp olan Neo-Klasik devirden daha çok tesirli olmuştur.

Sinan, 16. yüzyıl T ü r k mimarisini en yüksek zirvesine ulaştıran, yalnız Türklerde değil, bütün dünyada emsaline az tesadüf edilen dehalardan biridir. Gösset (Alman sa-nat tarihçisi), K a n u n î devrinin kabiliyetli mimarını Perikles devrinin Fidyas'ı ile kıyas-lamakta; gene Prof. Glück, bir konferan-sında, Snt. Pierre'in mimarı Michelangelo ile mukayese ederek, Sinan'ın sanat kabili-yetinin daha yüksek seviyede olduğunu be-lirtmektedir. Sinan gayretli çalışmaları ve sürekli müşahedeleriyle m e y d a n a getirdiği ileri mimarî görüşlerini, bize bıraktığı eser-leriyle ispat etmiştir.

Sinan'ın mimarisinde proporsiyonlar arasındaki üç buutluluk, bina ve insan ölçü-leri arasındaki ahenk, cephe ve hacimdeki organik düzen eserlerine güven, ferahlık ve mutluluk havası verir. Sinan eserlerinin in-şa yerlerini yüksek tepeler, ve horizontal sahillerde seçerek, yer ve gök arasında ge-çit temin etmiştir. Diğer bir özelliği: zengin ve çeşitli ölçülerle monotonluktan uzaklaş-mıştır. Sinan, eserlerini çeşitli bina toplu-lukları (Külliye) tarzında teşkil eder, f a k a t küçük binaları ana binanın görünüşüne za-rar vermeyecek açıklıkta tutardı. Plânların-dan bunu anlamak m ü m k ü n d ü r .

Eserlerini bir bütün halinde, mevkii ve muhiti ile düşünerek yapar, bunlarda geo-metrik bir düzen ve mantıkî bir üslûpla kar-şılaşırız. Bütün eserlerinde, daima, b ü y ü k ve ferah bir iç hacmi bulunmaktadır. Kubbe ve kemerlerin kuvvetlerini karşılamak için bulduğu orijinal teknik usuller sayesinde du-varlar ve kubbe kasnaklarına daha çok pen-cere açarak, m e k â n a bol ışıklı bir karakter vererek optik görünüşlerden k a ç ı n m a k im-kânını yaratmıştır. İslâm dini uhrevî olduğu kadar dünyevidir de. Caminin içi bol ışıklı, ferah ve iç kitle elle tutulur bir görünüşte olmalıdır.

Sinan yapılarında statik görünüşten daima kaçınmıştır. Prcpcrsiyonlar arasın-daki ahenk bugünkü modern mimarî ile Si-nan mimarisini birleştiriyor.

16. yüzyd Avrupa'smdaki rönesans

mimarisi ile gene aynı yüzyılın klasik T ü r k mimarisini kıyaslarsak pek çok yakınlıklar görürüz. Michelangelo, Snt. Pierre'de merkezî yapı sistemini kurarken, Sinan da Süleymaniyede, Selimiyede bunu en güzel şekilde halletmiş, mimarisinin olgunluğunu dünyaya ispat etmiştir. Şimdi, dünyanın en eski kubbe sistemlerinden biri olan Aya-sofya ve Süleymaniye yapı sistemleri ara-sında bir mukayese yapalım: H e r ikisi, plân bakımından merkezî bir kubbe, yanlarda iki yarım kubbe ile büyük bir benzerlik arzederler. N e var ki, Ayasofya pnömatik bir ruhun açık ifadesidir. İçine giren ziya-retçi bugüne yabancı bir dünya görüşü ve debdebe ile karşılaşarak büyük bir şaşkın-lıkla sarsılır.

Ayasofyada, 6000 m2 lik iç sahanın

yalnız kubbe altında, % 42 nisbetindeki mekânı kendisine has bir haşmet gösterir. Diğer % 58 nisbetindeki kısım ise karanlık ve basıktır. Yan nefler mekânı yükselterek ihtişam veriyor, fakat karanlık ve mistik bir hava yaratmaktan da ileri gidemiyor. Gene Ayasofyada bütün plâstik unsurlar fonksiyonel yapı organlarının gizlenmesiyle ortaya çıkıyor. Hristiyan mimarisinde gös-terişten dolayı, ziyaretçi binanın r u h u n u kavrayamıyor, ancak bir şaşkınlık içinde

ka-lıyor. Satıhta kalmış altın yaldızlı mozaik-ler, sütunlar ve sütun başlıkları hep bu şaş-kınlığı körüklerler.

Sinen ise Süleymaniyeye yükseklik ve hacim bakımından büyük bir ihtişam ver-miş; fakat Ayasofyadan farklı olarak, ziya-retçi, mistik bir hayranlıkla camiin b ü t ü n ruhunu kavrıyor ve onun gösterdiği b ü y ü k bir hüsnü kabulü seve seve karşılıyor. Sü-leymaniyede her türlü plastik unsur kaldırı-larak, ziyaretçinin dikkati mihraba çekilir, onu ibadete teşvik eder. Süleymaniyede mihraba nereden bakılırsa bakılsın, m i h r a p duvarı yekpare görülür. Y a n nefler orta nef ile kaynaşır ve bir ferahlık hissedilir. Statik görünüşlerden kaçınılmıştır.

Ancak, her iki âbide de icap ettirdiği dünya görüşünü hissettiriyor; Ayasofya, onu inşa ettirenin zenginlik ve kudretinin kişisel bir ifadesi olmuş; hür, sade ve ferdi-yetçi imanını temsil edebilecek bir yapı ol-maktan uzaklaşmıştır. Böylece, onun bu-günkü hristiyanlık anlayışını temsil ede-mediği intibaı içinde kalıyoruz. Süleymaniye ise cemaat, eşitlik ve ferdî hürriyeti topla-mış ve bunu ruhî bir yücelikle birleştirebil-miştir.

Bn. A R C A N A K I N Sanat Tarihçisi ve Arkeoloğ

Referanslar

Benzer Belgeler

Anadolu Selçuklu kümbetlerinde görmüş olduğumuz daha çok içten kubbe dıştan ise piramidal ya da konik külahla örtülen ve sekizden, onikigen,

Kalıplaşmış diğer yapılarla deyim arasındaki farkın deyimleri oluşturan kelimelerdeki anlam aktarımı olduğunu ifade eden Subaşı, fiyat vermek öbeğinde ilk

O zaman gençlik gayı-etile olacak, bir asistan mimarın ifade etmemesi icap eden bir lisanla, bu mektebin yıkılması değil ihyaen yapılması icap ettiği hakkında bir ra-

Türk kubbelerinin semaya yükselişi taraf- sız olarak incelenecek olursa, bunu Ayasofyanm ya- pılışından sonra geçen yüz yıllarda inşaî bir tekâmü- lün sonucu olduğunu ve

3 Bizim olgumuzda ise EDI-OKT ile yapılan sağ gözün koroid ölçümlerinde SRD’nın mevcut olduğu za- manki koroid kalınlığı (194 μm) ile spontan olarak yatıştığı

Birbirine mütenazır köşeli ve yuvarlak iki ayakla merke- zi kubbe, etrafı 6 köşeye geçen ve sonra da du- var köşelerine bitişik yahut münferit sekiz sü- tun ve ayakla 8

• 21 Mayıs günü Osmanlı lağımcıları, gözetleme kulelerinden yoksun Kaligaria Kapısı civarında ikinci bir tünel daha açtı ve o da şehirdekiler tarafından

Türbenin çinileri hakkındaki Mevlâna Müzesinin Kurucu Müdürü Mehmet Yusuf, Konya Âsar-ı Atika Müzesi Muhtasar Rehberi isimli kitabında türbeyi an- latırken; “