• Sonuç bulunamadı

AKP Oyları Neden Çok Düş(e)mez?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AKP Oyları Neden Çok Düş(e)mez?"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

“AKP Oyları Neden Çok Düş(e)mez?”

SOSYO-POLİTİK ARKAFON

1) “%99’u Müslüman olan” halkımızın ortalama eğitim süresi 5.3 yıldır. Yani “Türk Milleti”

ortalama 11 yaşında olan bir çocuk nüfusu hüviyetindedir.

2) Çocuklar, okuma yazmayı “fiş” ezberleyerek öğrenir. Yani “fiş”te resmedilmiş semboller ile öğretmenin ağzından çıkan akustik titreşimler arasında irtibat kurar ve bu cümleleri artık fişe bakmadan ezberden “zikretmeyi” ve aynısını yazarak “resmetmeyi” öğrenirler. Bilimsel deneyler, bazı memeli hayvanların da benzeri şekilde, ama göreceli olarak daha basit fiziki semboller ve akustik “sinyaller” arasında ilişki kurabildiğini gösteriyor. İnsanlar genelde bundan daha iyisi yapar ve daha önce zikretmedikleri ve belki hiç duymadıkları cümleleri bile yazılı sembollere bakarak seslendirebilirler. Buna “okuma” diyoruz.. Aslında sadece

“zikretme/seslendirme” diye adlandırılması gereken bu fonksiyonu 6 yaş üstü vatandaşlarımızın çoğu icra edebilmektedir. Yaklaşık 4 milyon okur/yazar olmayan ve 14 milyon “hiç okul görmemiş olmasına rağmen” okur/yazar olduğunu beyan eden toplam 18 milyon nüfusa rağmen, durumumuz Afrika’dan hallicedir..

3) Okumayı söküp ilköğretimi de bitirdikten sonra bazı çocuklarımız eğitime, öğrenime devam eder. Bunların oranında yine ciddi düşüm olur. Yaklaşık 16 milyon insanımız 5. yıl sonunda, ilave bir 11 milyon da İlköğretimin bittiği noktada eğitim sistemimizden çıkmış durumdadır. 3 milyon insanımızın okul durumu hakkında da bilgi olmayıp, böylece bugün Türkiye’de okuma yazması olmayan, hiç okula gitmemiş ama okur/yazar olan ve ilköğretimden sonrasına devam etmemiş kategorilerinde, toplam 48 milyon 6 yaş üstü insan var.. Devam edenlerin arasından sıyrılıp, insanı insan yapan ve evrenin efendisi kılan esas faktörün “akıl” olduğunu, aklın kendisini yaratıcı kıldığını fark edebilen yine küçük bir kesim, artık “nakili” terk edip, fişlerden ezberlediklerini kaset teyp gibi tekrar etmenin ötesine geçip, kendisinin de parçası olduğu evreni tüm melekeleri ile kendileri gözlemleyip örüntüler algılamaya ve farklı örüntüler arasında sebep-sonuç ilişkileri keşfedip tüm fenomenolojik olay ve olguları zihinlerinde modellemeye, bu modellerin getirdiği öngörüleri yine ilave gözlemlerle sınayıp, modellerini sürekli doğrulayıp/değiştirip geliştirerek, evreni doğrudan kendileri anlamaya, ontolojik gerçekliğe her gün daha da yaklaşmaya çabalarlar. Bu şekilde artık primitif kategorileştirmelerin ötesine geçip komplike kavramlar, bu kavramlar arasında analoji ile yine daha soyut üst mertebede meta-kavramlar oluşturur, sürekli okuyarak, dinleyerek, kendilerince sürekli “deneyler”, analiz ve sentez yaparak bu kavramsal sembolleri sürekli geliştirir, kamil insanlar olarak dünyaya hakimiyetlerini ve yaşamlarını sürdürürler. Soyunun tükendiğine inanılan ilk ilkel “insanımsılar” olan Homo Erectus ile sonunda Dünya’ya hakimiyet

(2)

2

kuran tür olan Homo Sapiens arasındaki temel fark işte bu üstün algısal/bilişsel yeteneğin getirdiği potansiyeldir ki, insanı evrenin en üstün yaratığı, en komplike sistemi, dolayısıyla en değerli varlığı haline getirmiştir. İnsan, esas itibariyle, AKİL olduğu için diğer memelilerden çok daha değerlidir. NAKİL yeteneği ise örneğin papağan gibi canlılarda ve kayıt cihazları vs gibi

“cansız”larda bolca mevcuttur.

4) Bu yolda devam edip, sonunda “kamil” olduğunu umduğumuz bu grup Ülkemiz nüfusunun tahminen ancak %5’ini oluşturur. Rol model olarak örnek olma yoluyla en azından

“davranışsal” olarak etkileyebildikleri, kendilerine benzer algısal potansiyelleri olan yakın çevreleriyle bu oran, Homo Erectus’un biraz hallisinden Neandertal’e, ordan kamil insana kadar değişen bir yelpazede, toplam %30’lara çıkabilmektedir. Ülkemizin ve komşu coğrafyamızın özellikle son 12 senede yaşadıkları ise, en katıksız Homo Erectus türünün tamamen yok olmadığını, bunlardan külliyetli miktarın Anadolu coğrafyası dahil özellikle Orta Doğu topraklarında yaşamakta olduğunu göstermektedir. Bunların genel nüfusa oranı rahatlıkla %40’ı hatta %50’yi bulabilmektedir. Bu genetik mirasa bir de yukarıda bahsettiğimiz sistemik eğitim(sizlik) sorunu eklenince, bu coğrafya toplumunun esas itibariyle bir Zombi çoğunluğu olduğu söylenebilir.

5) Tarihi dönemlerde oranı çok daha yüksek olan bu zombi grubunun “nasıl kontrol altına alınıp yönetileceği, bunların etinden, sütünden, derisinden en ekonomik olarak nasıl yararlanılacağı”, tarih boyunca bu topraklarda egemen oligarşilerin üzerinde en çok durduğu sosyo-politik sorun olmuş ve oligarşiler, bu kalabalıkların en iyi şekilde, inanç dünyalarında bireyselliğe ve özgürlüğe asla ve kat’a izin verilmeyerek, “Resmi Din” ile yönetilebileceğini keşfetmişlerdir.

Böylece, zaten korteksleri çok ince, düşük sayıdaki nöronları ve nöronlar arası sinaptik bağlantıları ise, esas itibariyle “resmi dinin” ritüel ve diğer biçimlerinin, eğitimli maymunlar gibi ezberi ve icraatına tahsis edilerek, kalıcı İŞGAL edilmiş olduğu için, yeni numara öğrenme imkanı kalmamış olan bu kitle, sadece kontrol altına alınmakla kalmamış, oligarşilerin nefret ettiği bu diğer baş belası, biat etmeyen kamil insan grubuyla nasıl baş edileceği sorununa da en basit en pratik “çözüm” getirilmiştir. Burada kritik olan husus, algısal/bilişsel yetenekleri gelişmemiş olan bu kalabalıkların, bunun doğal sonucu olarak, ruhsal diye kategorize edebileceğimiz ama gerçekte inanç, ahlak, vicdan, sevgi, empati, sempati, bedensel ihtiyaçların ötesinde, dans, müzik, resim, opera, tiyatro, heykel gibi “dimağa” hitap eden sofistike ihtiyaç kürelerinin de tabiatıyla gelişmemiş olduğu, yaşamdan beklentilerinin basit ve kaba ihtiyaçlarının bol keseden karşılanmasından ibaret olduğu gerçeğidir. Bunların önüne bol makarna, kömür vs. konduğunda yiyip, içip, çiftleşip türlerini sürdürebilmektedirler. Ayrıca,

“evrensel” değerlerin dikte ettiği “mecburiyetler” gereği bunlar kamil insandan daha “eşit”

olduğu için, sandık demokrasileriyle yönetilen toplumlarda gidip kendilerini yönetecek, emredecek, bazen lütfedecek, bazen küfredecek padişahlarını özgürce seçebilmektedirler.

Ayrıca, iktidarın sadık “özel muhafızlarının” devşirilmesi için yine bu kitle ideal bir havuz oluşturmaktadır.

(3)

3

6) İşte bu zombi sürüleri özellikle son yüzyıldır emperyal güçlerin gözbebeği olmuş, kamil insan türünün es kaza çoğunluk ve hakimiyet sahibi olması durumunda kendi menfaatleri ve hatta varlıkları bile kabus benzeri risklere maruz kalabilecek olan bu güçler, en ucuz çözümü, “korku”

ortakları olan ve bu sürülerin seçtiği yerel iktidarlarla metres ilişkisine girmek veya genellikle yıllara sari “muta” nikahları kıymakta bulmuştur. Algıları doğrudan veya yerel metresleri tarafından, “resmi dine” ilaveten, son derece ilkel psikolojik operasyonlarla yönlendirilen bu kalabalıkların bedensel ve diğer fiziki tüketim ihtiyaçları ise, bir yandan, öncelikle kadının toplumdaki rolünün, zaten “resmi dinin” de icazeti ile, cariye seviyesine düşürülmesi, öte yandan da kamil insanın üretiminin hayasızca vergilendirilmesi, son damlasına kadar sömürülmesi, ürettikleri artı değerin önce “Allah rızasıyla” bazen yurt dışı hesaplarına, bazen evdeki kasalarına, adam başı bir düzine villalara, AVM hisselerine, yetmezse ayakkabı kutularına istif edilmesi, bir kısmının ise “zekat” olarak bu sürünün önüne atılmasıyla karşılanmaktadır. Böylelikle oligarşik egemen grup ve bu zombi kitlesi, bu simbiyotik ilişki çerçevesinde, kamil insan üzerinden parazitlik ve vampirlik ile varlıklarını sürdürebilmektedirler. Bu zombi kitlesinin esas fonksiyonu “oy ve rejim muhafızı depoluğu”

olduğu için, “eğitimde birlik” prensibi gereği her vatandaşa eşit şartlarda sunulan eğitim olanakları sayesinde zihinsel yeteneklerinin kazara da olsa gelişmemesi için her türlü tedbirin alınması esastır. Kuran kurslarına gitme yaşının düşürülmesi, İmam Hatip liselerinin daha da yaygınlaştırılması, hatta mümkünse “ana akım” haline getirilmesi, “ulemaya sormak lazım”

retorikleri, “4+4+4 demagojileri”, imam hatiplerden matematik derslerinin kaldırılması, ilahiyat fakültelerinden felsefenin kaldırılması gibi doğrudan “akilin” yerine “nakilin” ikame edilmesi çabalarının ötesinde, genelde tüm eğitim sisteminin paçozlaştırılması, bunun için de, temel bilim derslerinin içeriği ve pedagojik yöntemlerinin bile, gençlerimizin çıkarsama, analiz, sentez, model geliştirme, problem çözme, sorgulama yeteneklerini tamamen köreltecek şekilde, “bilimsel ayetlerin” hafızalara “nakli”ne indirgenmesi elzemdir. Bunun sonucu olarak, doğa ve beşeri bilimler fakültelerimizden artık temel hiçbir “bilim okur-yazarlığı” olmayan kalabalıklar bolca mezun edilmektedir. Yani, “eğitimsizlik şarttır”..

7) Aslında bu “sistemin” mucidi ve “sistematik” uygulayıcısı elbette ki “islam” coğrafyası değildir.

Bunu önce Romalılar 3. Yüzyıl sonunda “keşfetmiş” ve yaklaşık 12 yüzyıl aynı hayasız rejimi idame ettirebilmiştir. 15 ve 16. yüzyıllarda burjuvazi önderliğindeki kitlelerin tepesi atıp kilise ve kirli suç ortağı aristokrasiye sağlı sollu dalıp ağzını burnunu kırdığı için bu rezil düzen Avrupa’da sona ermiş ve felsefe, bilim, sanat, teknoloji dahil tüm alanlarda insanın entelektüel gelişiminde bir patlama olan Rönesans yaşanmıştır. Artık bu ucuz yöntemin oralarda tatbiki mümkün olmadığı ve reel üretim ekonomisini geçip sonunda evrimleştikleri “parite, faiz, borsa” üçgeni şekilli finans/kapital düzeninde sadece kendi aralarında “al gülüm/ver gülüm”

sistemi ile bu gemi yürümeyeceği, kendi tüm toplum katmanlarının, tüm gelişmişliğine rağmen üretim kapasitelerinin çok fevkinde olup doyurulması zor tüketim açlıklarını yeterince tatmin edemeyecekleri, bunun da doğallıkla, bu sefer çok sofistike ve rafine bir şekilde tesis ettikleri,

(4)

4

yeni oligarşik düzenin tarihte olduğu gibi yine sonunu getirme tehlikesi olduğu için, eski

“sistemlerinin” bize ihracı ile, toprağa postal bile bastırmaya gerek kalmadan zımni işgal ve hayasız sömürü dönemine geçilmiştir. Bu yolla hem kendi coğrafyalarında sosyal barışı idame ettirilebilmekte hem de, coğrafyalarımızdaki kamil bireylerin çoğalarak, felsefede, paradigmada, tasada bir araya gelmesi ile “yıkılmaz” toplumsal birliklerin, yani güçlü ulus devletlerin sivrilmesi riski bertaraf edilmektedir. Örneğin, ABD - Türkiye ilişkilerinde özellikle bu 2. endişe faktörü etkendir. Arapların petrolü vardır ve doğrudan bir fizik ihtiyacın karşılanması için sömürülürler ama Türkiye’nin o kadar vazgeçilmez ciddi bir doğal kaynağı olmayıp, tek potansiyeli ise ABD’yi endişelendiren çağdaş aydın azınlık kitlesi, bundan çok daha kalabalık olan kolay yönlendirilebilir sürüleri ve jeo-politik konumudur. Bu azınlığın çoğunluk haline gelmesi tek bir nesilde bile bu ülkeyi bölgenin, hatta kıta Avrupası’nın, kayıtsız şartsız baskın gücü haline getirme tehlikesini içerir.. Haliyle bu arzu edilir bir şey değildir.. Sonuçta bizi, kaba sağcıları geçtik, harbi hödükler yönetmeye başlar.. Ama değineceğimiz gibi, bu durum kendi içinde bazı çelişkileri ve ABD açısından çıkmazları ortaya çıkarmaktadır..

8) Avrupa’da tarihi kırılmanın, kendi “resmi dinlerinin” orijinal tescil tarihinden 1500 sene sonra olduğu, “resmi islam” da 600’lü yıllarda tesis edildiği için “bizim” Rönesansımıza en fazla yüz senenin kaldığı, hatta bunun ilk işaretlerinin görülmeye başladığı düşünülebilir. Ama bilim bize, tarihten 2 tekil zaman koordinatı alıp bundan bir “geleceğe projeksiyon” eğrisi çıkarmanın anlamlı olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla yakın vadede fazla iyimser olmamakla beraber, görünürdeki bariz “geri gidişe” rağmen uzun vadeli gidişatın bu yönde olacağı kesindir. Bunun itici gücü ise, Marksist arkadaşlar kızacak ama, “küçük burjuvazi” olacaktır. Şimdilerde buna

“Beyaz Türkler” diyorlar. Her ne kadar patolojik sefil bir kasıtla uydurulmuş bir damgalama sembolü olsa da, zaten büyük olasılıkla çoğunluğunun cildi esmer olan bu kitlenin BEYAZ olan tarafı insani gelişmişliği, aklı ve vicdanı olduğu için, bu tanıma itiraz etmek gereksizdir. Aşağılık kompleksli ve suçluluk duyguları içinde kıvranan bazı karakterler, “karşıya projeksiyon”

psikolojisi ile, Gezicilere de “çapulcu” demişti, onlar da “velev ki çapulcuyuz” deyip geçtiler..

Tabi arsızlık burada bitmeyip, başımızdaki Kırk Haramiler şimdi de Cemaat’e “haşhaşi”

diyebilmekte, yani hem ahlaki hem de akli melekelerine hakarete teşebbüs etmektedirler. Siz, biz, bu Hareket için bir çok şey söyleyebiliriz, ama “haşhaşi” ne alakadır?

PRATİK SORUN: SEÇİM SONUÇLARI NE OLUR?

Yukarıdaki trajik arkafon göz önüne alındığında, 1950 – 1960 arası “sandıktan çıkma” çabalara, 1971 ve 1980’de ise en kaba faşizm yöntemlerine rağmen hala utanmadan, sıkılmadan Modern Cumhuriyet yolunda yavaş da olsa “aydınlanmaya” devam eden bu toplumun Homo Sapiens kesimini nihayet kalıcı bir şekilde yola getirmek için “büyük abiler” tarafından, 2002’de bir Yap- İşlet-Devret” projesi olarak tesisine başlanan Türkiye A.Ş.’nin büyük ortaklık paylı “ticaret” ve

(5)

5

ortaklık payının ne olduğu bilinmeyen “personel” müdürleri şimdi birbirine girmiş gibi gözükse ve çekirdek bir toplumsal muhalefet her ne kadar 1 Haziran 2013’ten beri zirveye ulaşmışsa da, zaten temel (ve tek) işlevi bu rezil düzenin bekası olan “sandığa” gidildiğinde, gerçekte ne değişecektir? Sandıkta, bırakınız “düzeni”, mevcut iktidarı bile düşürmek mümkün olacak mıdır? Bu, bugünkü tablo ile gerçekleşemeyecektir. Kendi açısından en kötü senaryoda bile AKP 250’ye yakın vekil çıkartacak olup, 30’dan fazla BDP vekilinin katılımı ile koalisyonun büyük ortağı olacaktır. BDP olmazsa vekil sayısı 100’ü aşacak MHP de, artık çok farklı genç, aydın, dinamik tabanıyla ters düşme riskine rağmen, yedektedir. Böylesi bir seçim sonucuna göre bu alternatiflerden hangisinin tercih edileceğine, sokakta yükselecek muhalefet dalgasına karşı alınacak etkili “tedbirleri” belirleyecek olan, Türkiye A.Ş.’nin Patronu, yani “esas abiler” karar verecektir. Bu yorumumuz, sonuçta erkene alınacağı artık belli olan genel seçimlerde oy oranlarının, AKP: %39, CHP: %30, MHP: %19, BDP (Bağ.): %7, Diğerleri:%5 şeklinde gerçekleşeceği tahminine dayanmaktadır. Aşağıda verilen tabloda, bu tahminin baz edildiği tüm resmi veriler, kabuller, varsayımlar ve projeksiyonlar detaylı bir şekilde gösterilmiştir.

Özetle:

1) AKP’nin, neyi muhafaza ettiği artık malum olan “Sağ/Muhafazakar” seçmeni, esas itibariyle, genel oy tercihini değiştirmez. Bunun istisnası, geçmişte desteklediği partiyle aynı istikamette gittiğine, aynı zihniyeti, aynı “değersizlikleri” paylaştığına inandığı diğer sağ/merkez-sağ partilerin ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla, 2011 seçimlerinde AKP’ye oy veren yaklaşık 22 milyon eski seçmenin (kütükten hala düşmemişse) ciddi bir bölümü yine AKP’ye oy verecektir. Bir gerçeği hiç unutmayalım: hemen tüm Dünya dillerinde “ortak veya müşterek + akıl veya duyu”

kelimeleriyle sembolleştirilen “ortak duyu” kavramı, dilimize “sağ duyu” şeklinde topal bir kavram olarak yerleşmiştir.. Ülkemiz seçmeninde “sağ duyu” külliyetli miktarda mevcuttur..

Eksik olan “sol duyu”dur. (Sol duyu eksikliği sadece sağ seçmenler değil, kendini genelde Marksist, Sosyalist, veya “solcu” olarak tanımlayan bir çok insanımız için de geçerlidir.

Hatırlayalım, 70’li yıllarda “solcularımız” somut bir durumu, gelişmeyi analiz ederken, entelektüel devreleri arızalı sağcıların hep hadislere atıf yaptığı gibi, sürekli, “felan tarihte Lenin şöyle demiş, falan tarihte Stalin böyle yapmış” benzeri “hadislere” başvurmazlar mıydı?)

2) 2011’de AKP’ye oy veren seçmenlerin sadece %8’lik bir bölümü, yani yaklaşık 1.7 milyonluk bir kitlenin, yapacağı kişisel yeniden “değerlendirme” sonunda oyunu değiştireceği, bunun %5’lik bölümünün MHP’ye, kalan toplam %3’ünün ise, azalan oranda, Saadet, Bağımsızlar, diğer marjinal partiler ve CHP’ye kayacağı tahmin edilmiştir. Bunlar, esas itibariyle, geçen seçimlerde

“boşa gitmesin” endişesiyle emaneten AKP’ye verilen oylar olmakla beraber, burada Saadet oylarında beklenen ötesinde bir artış olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Böylesi bir gelişme, aslında, her şeye rağmen, kendileri açısından geçerli, haklı, toplumsal, ideolojik endişelerle samimi değerlendirmelerle bulunarak AKP’ye oy veren “mütedeyyin” kesimin boyutu hakkında bir fikir verecektir.

(6)

6

3) Cemaat tabanlı AKP oylarının %95 gibi büyük bir bölümü, oyunu, kendisine her gün 3 öğün edepsizce küfreden AKP’den çekecektir. Bu oyların asgari yarısından fazlası MHP’ye, kalanı da CHP’ye gidecektir. Bu cemaat oylarının ne oranda olduğu en büyük belirsizlik faktörü olup, 2011 seçimlerinde kullanılan yaklaşık 43 milyon geçerli oyun %5’i, yani toplam 2.15 civarında olduğu tahmin edilmiştir. Bu konuda rivayet muhtelif olup, AKP’nin 21 milyonu geçen 2011 oylarının %28’e kadar yükselen oranda Cemaat tabanlı olduğu, yani seçimlerde 6 milyon civarında cemaat tabanının AKP’ye oy vermiş olduğu bile iddia edilmektedir. Buna rağmen, daha realist bir tahminle, bu analizde konu oyların 2.15 milyon civarında olduğu kabul edilmiştir. BU FAKTÖR SEÇİM SONUÇLARININ EN BÜYÜK BELİRLEYİCİSİ olup, sonuçta büyük bir “sürpriz” ile AKP çok daha ağır bir düşüş yaşarsa, bunun sebebi büyük ihtimalle çok düşük tahmin edilmiş Cemaat oyları olacaktır. Böylesi bir “sürprizin”, yukarıda bahsedilen öngörülemeyen bir Saadet oy “patlaması” dışında, olası diğer bir açıklaması da, AKP’nin %49,83 olarak gerçekleşen 2011 genel seçim oyunda gerçekte ciddi ölçüde “sanal elektronik destek”

payı olduğu, bu seçimlerde ise bu destekten mahrum kalındığı şeklinde olabilir. Mamafih,

“bilgisayar başında sanal sahtekarlık” tekniklerinde bu sefer “sanaldan” “reele” kayma işaretleri göz önünde tutularak, bu tür seçim hilelerinin artı eksi etkisinin geçen seçimlere göre önemli bir farklılık arz etmeyeceği değerlendirilebilir.

4) Diğer en önemli belirleyici faktör ise 3.5 milyona yaklaşan yeni genç seçmen kitlesidir. 2011 seçimlerinde 15-18 arası yaşta olan bu kitle ilk defa seçmen hakkını kazanmış olup, sosyal medyayı yoğun ve etkin bir şekilde kullanan, Gezi olaylarından ciddi şekilde etkilenmiş bu genç kitlenin ağırlıklı olarak CHP ve MHP’ye oy vereceği tahmin edilmiştir.

5) Aynı şekilde, 1) yaşı tutmasına rağmen daha önce seçmen kütüğüne yazılmamış olup 2014 kütüklerine yeni girmiş olan yaklaşık 1 milyonluk kitle, 2) seçime katılma oranının %87’yi geçeceği tahmini ile, seçmen olmasına rağmen geçen seçimlerde oy kullanmayan ama bu sefer katılma gereği hissedecek yaklaşık 1.3 milyonluk “tembel” seçmen kitlesi ve 3) ölüm ve sair nedenlerle kütükten düşen yaklaşık 2 milyonluk kitle de hesaba katılarak bir tahmine varılmıştır. Her alt grup için tahmin edilen seçime katılım ve oy dağılım oranları tabloda açıkça belirtilmiştir.

6) Anlaşılacağı üzere bu analiz bir “kamuoyu anketi” bazında olmayıp, değişmeyen siyasi parti alternatifleri ortamında, en iyi anketin eski reel seçim sonuçları olduğu ve sağ seçmenlerin

“inatçılığı” gerçeğinin kabulüne dayanan bir çalışmadır. Kaldı ki, bu kitle, olmayan bağımsız ana-akım medya ortamında, esas itibariyle sadece yoğun sosyal medya kullanıcıları tarafından öğrenilebilen ve ifade edilen olgusal gerçeklere karşı büyük ölçüde “aşılıdır”. Frikik verme boyutunu geçip, İktidarı çırılçıplak bırakarak aşüftelerinin tüm mahrem deliklerini göz önüne seren görüntülü/sesli rezalet belgelerinden zerre kadar haberi olmayan, olanların da, iktidardan ahlak değil ahlaksızlıklarından paydan başka talebi olmadığı için, umursamadığı en az 15 milyonluk bir “demirbaş” AKP’li kitlesi olduğu gerçeği göz ardı edilemez.. AKP’nin

(7)

7

“aynı kulvar” alternatifi ortaya çıkmadıkça bu kitle “aboneliğini” devam ettirecektir. Bu bapta her ne kadar pek kıymetli gayretler sarf ediliyorsa da, erkene alınacak ilk genel seçimlere yetişmesi zor görünmektedir.

Son olarak, aşağıdaki tahminler, bugün yapılacak bir Genel Seçim sonuçlarına dair olup, pratikte ilk seçimler yerel seçimler olduğu için, belediye başkanlıkları için verilecek oy oranlarında muhakkak gibi sistematik farklılıklar olacaktır. Yine de, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde verilecek Belediye Meclis oylarının, ilk erken Genel Seçimi sonuçlarına aynen yansıyacağı düşünülmüştür. Belediye Başkanlık seçim oy oranları hakkında ise doğru bir analize dayalı tahmin yürütmek çok zor olup, hem AKP hem de muhalefetin lehine/aleyhine isimlerin öne çıkacağı çok sayıda ilimiz mevcuttur. Yine de bu “isme oy verme” eğiliminin sonuçta AKP’nin lehine sonuç verebileceği, Belediye Başkanlık seçim oy oranlarının %41-42’yi bulabileceği düşünülmelidir. CHP açısından, verilen rakamlar ise “doyum”

rakamları olup, her halükarda daha da artması beklenmemelidir. AKP oylarında sürpriz bir ilave düşüş öncelikle MHP ve SAADET’e yansıyacakır.

Önceki yerel seçimlerin aksine, 30 Mart 2014 yerel seçimleri, kağıt üzerinde “yerel” olmakla beraber, hemen akabinde yapılacak bir Genel Seçim sonuçlarını aynen yansıtacaktır. TOPLUMSAL (daha da ötesi “İNSANİ”..) KUTUPLAŞMA, CUMHURİYET TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ BOYUTTA OLUP, BU COĞRAFYANIN İNSANLARININ ORTA/UZUN VADEDE TEKİL BİR “ULUS” OLARAK YAŞAYIP YAŞAMAYACAĞINI BELİRLEYECEK BOYUTTADIR..

Bir Düşünen.. 8 Mart 2014

TAHMİN TABLOSU:

(8)

8

Referanslar

Benzer Belgeler

Eğitim 4.0 temelinde, oluşturulabilecek bir yansıtıcı denetim modeli ile birlikte, yeterli sayıda olmayan denetmenler, denetmenlerin iş yükleri, ve eğitim

1 ) Komisyon, azınlık okullarında, azınlık dilinin ve resmi dilin kullanılması ile ilgili şimdiye kadar resmi dilde okutulan derslerin bundan sonra da bu dilde

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

D Tarihte Anal adlı yıllıkları yazan uygarlık Hitit’lerdir. Y Parayı icat eden uygarlık İyonlar’dır. D Çengelli iğneyi Asurlular icat etmiştir. D Tarihi

Mustafa ŞAHİN

Dördüncü çalışmada vanDellen rastgele 112 kişiden iradeli, iradesiz ve -kontrol grubu olarak da- kısmen dışa dönük karakterli arkadaşları hakkında kısa yazılar

Yeterince denetlenmeyen geri dönüşüm iş- lemi çok fazla zararlı maddenin doğaya salınmasına ne- den oluyor ve içme suları kirleniyor.. Bu gibi nedenlerle Çin atık

Amaç: Bu çalışma Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) tanısı olan hastaların genetik özelliklerini analiz etmeyi ve AAA’nın sistemik hastalıklarla ilişkisini