• Sonuç bulunamadı

Emekli öğretmen Hafize Özal'la tatil sohbeti:'Turgut şimdi Başbakan ama hayatıyla ödüyor'

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Emekli öğretmen Hafize Özal'la tatil sohbeti:'Turgut şimdi Başbakan ama hayatıyla ödüyor'"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 M İ (

Takunyalı tüyenlere kızıyor

Malatya’da 1922yılmda

16

Hra maaşla ‘mu­ avin öğretmen' olarak m illi eğitim ordusuna katılan Hafize Özal, emekli olduktan sonra kendisini 'dünyadan ayırıp’, ahrete yönelmiş. Atatürk kuşağının şu anda 80 yaşındaki emekli öğretmeni, oğlu için ‘takunyalı’ diyenlere ateş püskürüyor.(Fotoğraf: Erol DIKSOY)

Özal a ile s in i, anne Hafize Özal anlattım...

Turgut’u bedelsiz satten

ı Başbakan Turgut özal'ın annesi Hafize özal,

Başbakan olan oğlunu memlekete karşılıksız

verdiğini söyledi ve "Oğlum beni sık sık ziyare­

te gelir. Aptesini alır, namazını kılar" diyor

"Turgut, benim sınıfımda da okudu... Korkut

t r semra Hanım yapıyor, diyorsanız, yapsın! Baş-

İ J v e k il hanımı oldu, yapsın! Karışmıyorum."

çok akıllıydı... Bilmediklerini cevaplardım...”

çocuklarıma beddua etm edinr Bazen^dov-

fi |..Ne var gazetelerde? Hep sataşma...

Sataşsın-t

i çocuKiarıma

ueaaud eLmcumı. p ^ c n u u v

ı"Ne var gazeteierae? HepsaLa^md...

İLJdüm onları... Bazen, öğrencileri de döver-

«üiar, devirsinler, iyi olur, oğlum da dinlenir...

işte Hafize Özal’ın ağzından Özal ailesi

dim ... Haşan Celal Güzel i dövm üştüm ...

i i "Turgut,

8

aylık iken, bir mesleki imtihan

4

1

Eğer dindarsak, buluğa erdikten sonra,

J J iç in o n ’ iki saatte Sivas'a gittik... Bir kere

için

—J çocuğun başını örtmesi lazım... Ben hep

bile ağlamadı... Gezmeyi çok seviyor...”

Y enef SÜSOY'un

yazısı

4.

s a y fa d a

(2)

cıtil sohbeti

Hafize Ana, oğlunun Başbakan Yardımcılığı’ndan

ayrıldığı gün, sevinçten havalara uçmuş...

AKVİMLER 1922 yılını gösterdiğinde, Malatya Halfettin Mahallesi İlkokulu'nda “muavin öğ- ---retmen” olarak çalışmaya başlayan Hafize Ha­ nım, yıllar sonra bir “Başbakan anası” olacağını ne­ reden bilebilirdi ki? Tıpkı başörtüsünü eksik etmeye­ ceğini, duvarlarına resim asmayacağını, hatta kolon­ ya kullanmayacağını bilemeyeceği gibi...

Küçükyalı’da, denizle arasına koca bloklar girmiş bir apartman dairesine oturuyor Hacı Hafize Özai. Apartmana girdiğinizde, hangi dairenin kapısının önünde yığınla ayakkabı görürseniz, işte orası “Hacı Anne”nin evidir.

işte Türk M illi Eğitimi’ne tam 40 yılını vermiş, bin­ lerce öğrenci yetiştirm iş ve Atatürk döneminde öğ­ retmenliğe başlamış, onun devrimlerini uygulamış “Hafize Öğretmen”, bu haftaki konuğumuz.

Görelim bakalım, nerelerden, nerelere gelmişiz...

Başbakan Özal’ın annesi, “ Oğlum beni görmeye geliyor,

aptesini alıp, namazını kılıyor” diye konuştu

Yener

s u s o y

"Evde oturur, ortaya bir problem atar­

dık. Çocuklarımız bununla uğraşırlardı.

Onun için dedikodu, kavga bilmezler"

1

k

—“Hafize Hanım, öğretmenliğe kaç yıl önce, na­ sıl başladınız?”

—"Pekâlâ, anlatayım oğul... 1922 senesinde yedi sınıfı bitirdim. Öğretmen yok. Dediler ki, ‘Ehliyetna­ me imtihanına girin, sizi öğretmen muavini yapalım’. 15 yaşındaydım. Daha gelişmemiştim iyice. Girdim, kazandım. Sekiz kişi kazandık. O zaman kız-erkek mek­ tepleri ayrıydı. Beş kişi alacakları için, bir müsabaka açtılar. Onu da birincilikle kazandım. Beni merkezde, bir camiin iki odasında açılan kız mektebine tayin ettiler. Bir şey bilmiyorum, idare bilmiyorum. Öyle, öy­ le kendimi yetiştirdim. 1926’da evlendim. Önce bir kı­ zımız oldu, öldü, on ay yaşadı... Turgut sekiz aylıkken, bizi Sivas’a çağırdılar. ‘Gelin, mesleki derslerden im­ tihan verin’ dediler. Eşim biraz razı olmadı, ama g it­ tik. Malatya'dan Sivas’a otobüsle on iki saatte vardık da, Turgut, bir kere bile ağlamadı. Çok seviyor seya­ hati...”

—“Görüyorsunuz hâlâ hiç yerinde oturmuyor, dur­ madan geziyor, oğlunuz...”

—"Evet, Allah nasip etti ona, geziyor... Sivas’ta iki buçuk ay kaldık. Her gün bir saatlik yolu gider, gelir­ dik. imtihan yapıldı, kazandım. Benim dinleme hasle­ tim vardır. Çok iyi dinlerim. Az çalışmayla, başarırım. Cemal Bey isminde, çok kuvvetli bir psikoloji hocası vardı. Onu çok iyi dinlerdim. Malatya’ya ‘asil’ öğret­ men olarak döndük. Bir de kıdem verdiler. O zaman elime 46 lira geçiyordu. Sene 1928... Kırk sene, öğret­ menlik yaptıktan sonra 56 yaşımda emekli oidum .”

—“Notunuz kıt mıydı?”

— "Hayır, asla... Ben şüphelendiğim çocuğu çok yoklarım. Çok iyilerle, çok kötüler zaten bellidir. Orta hallileri defalarca yoklardım. Sözle daha çok. Durma­ dan sorardım. Cevap verdi mi, geçirirdim. Ben en çok matematik üzerinde dururdum. Matematiğim de, ka­ dın olmarha rağmen hep 10’du. Hem öğrenciyken, hem öğretmenken...”

—“Çocuklarınız matematik sevgisini sizden almış­ lar herhalde?”

—"Babaları da öyleydi, bankacıydı. Bankacılık mektebini birincilikle kazanmıştı. Halbuki o medrese­ den yetişmeydi. O da, çok akıllıydı.”

HİÇ HAKSIZLIK

YAPMADIM"

—“Atatürk’ün Harf Devrimi’nden sonra, Latin al­ fabesini öğretirken zorluk çektiniz mi?”

—"Bir haftada öğrendim, çok kolay! Ama okuması zor. Farkında mısınız, mekanizma kavranıyor, ama sü­ rat kazanmak çok zor. Sürati kazanmak iki-üç sene sür­ dü. O zaman biz harf usulü öğretirdik, sonradan cümle usulü oldu.”

—“Velilerle de aranız iyi miydi, sizden yakınmaz­ lar mıydı?”

—“ Hiçbir veli, beni şikâyete gelmedi. Hiç haksız­ lık yapmadım ki, niye şikâyet etsinler? Ailenin ödev­ leri var. Sıkıştırmakla olmaz. Dersleri, okulu sevdire­ ceksiniz. Biz evde otururduk, kocam da, ben de, orta­ ya bir problem atardık. Çocuklarımız bununla uğraşır­ lardı. Onun için benim çocuklarım dedikodu, kavga bilmezler. Üç oğlum da sevmez kavgayı.”

—“ Hafize Hanım, çocuklarınıza ders çalışmaları için hiç baskı yapmadınız mı?”

—“ Hayır. Bilmedikleri bir şeyi sorarlarsa, cevap verirdim. Şimdi bakıyorum da, anneler, babalar çocuk­ larına yardım ediyorlar. Kendi yapsın, niye ben yapa­ yım? Turgut benim sınıfımda da okudu. Korkut da, çok akıllıydı, üstün zekâlıdır.”

—“Sizin zamanınızda, öğretmenlerin temel sorun­ ları nelerdi?”

—"Kadrosuzluktan şikâyetçiydik. Kaç sene, 46 li­ ra maaş aldım. Bir terfi vermediler. O zaman özel ida­ reye bağlıydık, kadro yoktu. Mesela ben Söğüt’te hiç terfi edemedim. Küçük bir yer. Memurluk, şim dikin­ den de beterdi, idareyle yaşıyorduk, hesapla. Hesap­ sız yaşamadık.”

—“ Hafize Hanım, çocuklarınız arasında hiç kav­ ga, yumruklaşma olmaz mıydı?”

—“ Bazen şöyle olurdu: Oyun oynarken azıcık ça­ tışırlar, ‘Anne bak, ne yaptı’ diye gelirdi Korkut. Ben de, Şu odunu getir, onu döveyim’ derdim. Bu sefer gelir, önüme dururdu, ‘Yo, kardeşimi dövme’ diye. Çok tutarlar birbirlerini. Hâlâ öyledir araları, maşallah... Be­ nim de vasiyetim var! ‘Hanımlarınız el kızı, geçimsiz­ lik edebilirler veya birbirlerini sevmeyebilirler, siz bir anadan, babadansınız. Sakın ha, ölsem bile kemikle­ rim sızlar, daima birbirinizle iyi geçinin dedim.”

"Ben kitapta okudum, yetişkin bir ha­

nım, başı açık oturursa, o eve melaike

girmez' diyor, isteyen başını örtsün.

Çırılçıplak gezene niye karışmıyorlar?"

—“Çocuklarınızı döver miydiniz?”

—“ Ben çocuklarıma hiç beddua etmedim. Beddua iyi bir şey değil. Birkaç tane çarp, ama beddua etme. Bazı döverdim onları. Öğrencileri de çok dövmezdim. Bir kere Haşan Celal Güzel’i dövmüşüm, geçenlerde o bana anlattı. Bahçede koşarken, bir çocuğa tokat sallamış. Ben de çağırıp, Hasan’a tokat atmışım. Ona, ‘Bak bir tokatımla müsteşar oldun, iki tokat yeseydin cumhurreisi olurdun’ dedim.”

—“Atatürk’ü hiç gördünüz mü Hafize Hanım?” —"A tatürk’ü gördüm, ama konuşmadık. S öğüt’

ten Eskişehir’e giderken, o da treniyle Ankara’ya dö­ nüyordu. Geldi, karşımızda durdu, çok yakından gör­ düm. Korkut yanımdaydı, çok heyecanlandı. ‘Anne, bak Atatürk’ diye bağırıyordu. Atatürk, Korkut’un se­ sini duyunca şöyle bakıp, gülümsemişti. Çok sıhhat­ li görünüyordu, ama iki yıl sonra sizlere ömür...”

EĞİTİM ÇOK MASRAFLI

—“ Kırk yıllık, emekli bir öğretmen olarak, günü­ müzdeki eğitim sistemini nasıl buluyorsunuz?”

—“ Çok kitap, çok defter aldırıyorlar. Çok masraf. Ben bir defteri iki sene kullandırırdım. Yazık değil mi? Her sene yenisini almaya ne lüzum var? Ben ne mü­ fettişe gösteriş yaparım, ne maarif müdürüne,ne baş­ öğretmene. Yeter ki, çocuk yetişsin.. Yazık, günah bu kadar masrafa!”

—“Hafize Hanım, eski fotoğraflarınıza bakıyorum, son derece şık giyiniyormuşsunuz. Şimdi iyice örtü­ nüyorsunuz. Bu değişiklik nasıl oldu?”

— “ Vallahi, ben hiçbir defa boyanıp, okula gitm e­ dim. Ya siyah, ya gri önlük giyerdik. Saçımız derli - toplu. Bir etek, bir kazak.”

—“ Başınız örtülü değil ama...”

—"Başörtümüzü çıkarttılar. 1928-1929’dan-sonra. Ama ben sokakta, ekseri başörtülü giderdim. Ne ya­ payım, çarşıya, pazara saçımı sallaya sallaya gitmek hoşuma gitmiyordu oğlum. O zaman da dindardım, sonradan olmadım. Ben dönme değilim ...”

—“Hafize Hanım, minicik yavruları, başörtülü gez­ diriyorlar. Siz bir öğretmen olarak, bunlan hoş karşı­ lıyor musunuz?”

— “ Valla Yener oğlum, eğer dindarsak, çocuğun buluğa erdikten sonra başını örtmesi lazım. Ben ki­ tapta da okudum, ‘yetişkin bir hanım, başı açık otu­ rursa, melaike girmez o eve’ diyor. İsteyen başını örtsün. Açana da karışmıyorlar. Çırılçıplak gezene niye karışmıyorlar? Ben yazın hep görüyorum. Onlara ne diyorsunuz? Yani çıplak gezsinler, her yerleri açık öyle mi? Birortası bulunsun memlekette. Türkiye, Müslü­ man m em lekettir."

t

%

Suudüerin Kuran armağanı...

Hafize Ozal, bugune kadar çok kereler hacca

gittiğini söylüyor. "Eskiden uçakla, dört-beş bin liraya gidiliyordu. Şimdi çok pahalı"

diyen ana özal’a son gidişinde Suudi Arabistan yöneticileri, altın yaldız işlemeli özel

bir Kuran armağan etmişler. Mekke'de Kuran okurken, Arapların kendisine hayran kal­

dıklarını söyleyen Hacı Anne, "Altı yaşımda öğrenmiştim" diye ekliyor. Bu arada bana

da sıkı sıkı tembihte bulunuyor: "Aman oğlum. Kuran okumasını mutlaka öğren.”

EKONOMİ

um

J

pt

T

lu

sabancı ya göre, ağır fatura milletten çıkacak

•»Faldı« DÇM dayağı*

OsmanlI gibi

bordandık

• Harun GÜREK— İZMİR \-my- IİŞİ başına düşen dış borç yükünün, Os- 1 \ nunlt dönemine eşit hale geldiği öne --- sürüldü. Bir Osmanlı lirasının, ABD dolarına çevrilmesi halinde, 10 milyar dolar­ lık bir Osmanlı borcunun ortaya çıktığım be­ lirten Dr. Seyfettin Gürsel, bunun da, bugün­ kü nüfusla oranlandığında, kişi başına düşen borç yönünden şartların eşitlendiğini söyledi.

İzmir Ticaret Odası tarafından düzenlenen “Türkiye Ekonomisinin 100. Yılı" sempoz­ yumunda konuşan Gürsel, 1914 yılında Os­ manlI İmparatorluğu’nun 138 milyon Osmanlı lirası borç yükü altına girdiğini, bunun ise do­ ların bugünkü değeri üzerinde 10 milyon do­ lara ulaştığını belimi.

Toplam nüfusun o dönemde 20 milyon ol­ duğunu kaydeden Gürsel, 50 milyonu aşan bu­ günkü nüfusa karşın, 22.5 milyar dolarlık bir borç yükünün bulunduğunu kaydetti. Prof. Dr. Haydar Kazgan ise, OsmanlIların reel ola­ rak bizden daha fazla borç yükü altında ol­ duğunu belirterek, “Ama ödeme yetenekleri hizden fazlaydı. Çünkü, onlar bütçenin yüz- ı— 35’ini dış borca ayırıyordu” dedi.

! En çok DÇM kullanan gruplardan bi­

ri olan Sabancı Holding'in Başkanı

Sakıp Sabancı, b ir zamanlar yanın­

da genel koordinatörlük yapan

T urgut özal'a sitem e tti: "Günah

arayışına girmeyelim. Enflasyonun

suçlusu

dçm

değil”

V

I

• Murat KÖPRÜ ŞADAMİ Sakıp Sabancı. “DÇM'lerin fatu­ rasını milletçe ödeyeceğiz. En çok dayağı da dar gelirli yiyecek” dedi. Dün Milliyet’te, “Özal da DÇM kullandı!” başlığıyla yer alan haberi gören Sabancı, gülerek, “Enteresan bir haber. Ama yorum yapmam" diye konuştu. Haberde, “DÇM alıp ödemeyenleri suçlayan Başbakan Özal'ın, o dönem en çok DÇM kullanan gruplardan biri olan Sabancı Holding'de Genel Koordinatörlük yaptığı” yazılıydı

Sabancı, bel rahatsızlığı nedeniyle DÇM Olayı’y- la ilgili sorularımızı yatağında yanıtladı. Sakıp Sabancı, şunları söyledi:

• Geçmiş çabuk unutulur! Geçmişin herhangi bir me­ selesini o günün zorluklarım unutup gündem maddesi yapar ve günah faturası arayışına girersek, DÇM’den çok daha önemli konular var.

• DÇM Ter o günkü döviz darboğazı içinde darlık ve yokluklara bir merhem oldu. Ama bu, kangren olmuş bir yaraya küçük bir merhemdi. Ayrıca ileriye erte­ lenmiş dertti. Çünkü meseleleri günlük çözüyordu. • Ama ya DÇM’ler gelmeseydi? O günkü fiyatlarla bu fabrikalar kurulamazdı. Bugün bu kadar ihracatı yapmak mümkün olmazdı. DÇM’ler getirilmiş ve akıllı

fabrikalar kurulmuşsa, bizi dışarıya götüren bacalar dikilmişse, helal olsun!

• Ama o müessese işlerken her önüne gelen istediği harcamayı yapabilmek için bundan yararlanmaya kalk­ tı. Biz o zamanlar bu tehlikeye dikkat çektik. İdare­ ye, “Bu iş ayağa düşüyor. Herkes kaçıp DÇM ara­ mak için dünyaya dağıldı. Avrupa'da kahvelerde bi­ le konuşuluyor” dedik. “Getirecekler arsa alacaklar, altına yatıracaklar" dedik. Birçoğu da öyle yaptı. • Bunları yanlışlar faturası çıkarmak için söylemiyo­ rum. DÇM’yi yapanları da tenkit etmiyorum. DÇM’yi belliyorduk. Öğreniyorduk. Hatalar olacaktı. • DÇM’lerin alındığı dönem kur farkı azar azar ço­ ğalıyordu. Sorun küçüklü. Ama, Türk lirası ile ya­ bancı paralar arasındaki fark son yıllarda beklediği­ mizden fazla açılınca, ödenecek meblağlar çok büyük tutarlara ulaştı. Konu böylece gündeme geldi. Ah şu dolar 600 liraya çıkmasaydı, bugün bunlar problem olmayacaktı.

• Bu büyük farkı kim ödeyecek? Tabii ki TC Hükü­ meti ve 50 milyon vatandaş. Nasıl ödeyecek? Tabii ki, vergiler yoluyla. Vergilerle en çok kim taciz olur? Ma­ alesef ve maalesef, dar gelirliler daha fazla dayağı yer. • Her yıl kesin bir enflasyon hedefi vermek yanlış. Kesin olarak vaat eder ve oraya gelemezsek, enflasyon için suçlu arayışına gireriz.

• Enflasyonun çeşitli sebepleri var. Bunlardan sadece bir tanesi, kur farkları nedeniyle dış borçlardır. Türki­ ye’nin 25 milyar dolar dış borcu içinde DÇM'lerin payı 2 milyar dolarla yalnızca yüzde 8. O halde, me­ selenin köküne inmeden enflasyonu yalnızca 2 milyar dolara bağlamak yanlış.

Alemdara haciz

★ Garanti Bankası ve Halk Bankası’na olan 700 milyon li­ raya yakın borcu nedeniyle, Gebze’deki Alemdar Porselen Sanayii Fabrikası'na haciz gel­ di. Fabrika, 3.7 milyar hra mu­ hammen bedelle satışa çıkarıldı.

Bilgisayarlı

Maliye

★ Maliye ve Gümrük Bakam Ahmet Kurtcebe Alptemoçin Ankara’daki tüm vergi daireleri ile İstanbul’daki 9 büyük vergi dairesinin önümüzdeki yıl bil­ gisayara geçeceğini söyledi.

Dövizin

çekiciliği

★ İktisat Bankası, döviz mev­ duat hesaplarına yeni olanak­ lar sağlıyor. Önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecek ola­ naklar arasında, döviz çeki, yüksek verim ve zamanından önce çekilen dövize vadeli he­ sap uygulaması da yer alıyor.

Okumuş değiliz

★ Önceki giin gazetemizde yar alan “Okumuş da çay işine girdi” haberine bir açıklamada bulunan Okumuş-San sahibi Ali Okumuş, kendilerinin Oku­ muş Holding ile uzaklan, ya­ kından bir ilgileri bulunmadığını söyledi.

24 KASIM 1985

" B e n ca n a v a r

değilim"

Hafize

Özal, bir kadın

yazarın kendisinden

"canavar” diye söz

etmesine çok

kızmış. "Gûya ben

herkesi yok

ediyormuşum,

herkesler benden

korkuyormuş"

diye dert yanıyor.

Bir de, "reklam

için dindarlık

gösterisi yapıyor"

diyenlere ateş

püskürüyor. "Ben

dönme değilim,

çocukluğumdan

beri dinimle

yakından ilgiliyim.

Böyle reklam olur

mu, ne utanmaz

insanlar var"

diyor. Evine ancak

terlikle girilen

"Hacı Anne "ye,

komşuları yardım

ediyorlar. Oğlunun

"Başbakan” olması

onu hiç değiştirmemiş,

"insan buna

alışırsa, sonra

boşluğa düşer. Biz

ne başbakanlar, ne

cumhurreisleri

gördük" diye, tatlı

tatlı anlatıyor *

—“Yani bütün kadınlarımız başörtülerini eksik et­ mesinler mi diyorsunuz?”

—"Ben Amerika’ya gittim, üç ay kaldım, başım ör­ tülüydü, kimse dönüp bakmadı, kimse de bir şey söy­ lemedi. Bizde de demokrasi var, karışılmaması lazım."

—“ Bu tür davranışlar, laikliğe aykırı değil mi?” —“ Çıplak gezmek, laikliğe aykırı değil mİ? Hele şu gazetelere bakın. Ayıp değil mi bunlar? Gençleri tahrik ediyorlar. Gazeteciler de yapmamalı bunu. Val­ lahi onları görüyorum, utanıyorum kadın olarak. Evet, birkaç kadın ahlakını bozmuş, hayatını öyle kazanıyor olabilir. Bizi alaka etmez. Ama bunları çocukların önü­ ne koymak günah, ayıp!”

"MEMLEKETTE İRTİCA

______ OLMAZ"

—“Sizce, ülkemizde irtica tehlikesi var mı, Hafi­ ze Hanım?”

—“ Ben inanmıyorum, bizim memlekette irtica ol­ maz. Herkes artık hazmetmiş her şeyi. Bir zaman, mev­ lit okutturamazdı evlerinde m illet. Bu da yanlış tarafından irtica değil mi? Din mekteplerimiz var. Ya­ saksa, bunları da kapatsınlar! Başını örtmenin, dev­ letin otoritesiyle ne alakası var?”

—“Çağdaş dünyada yaşıyoruz. Bunları nasıl gör­ mezlikten gelelim? Siz böyle düşünürseniz...”

—“ Yani biz mecbur muyuz onlara kılıkta, kıyafet­ te uymaya? Fennini alalım. Bugün Japonlar hiçbir âdetlerini değiştirmediler. Biz, Avrupa'nın tekniğini alalım, onlar bizden vaktiyle almışlar. Ama bizim d i­ nimize girmişler mi? Âdetimizi almışlar mı? Herkesin kendi şahsiyeti vardır. Şimdi bu evde, benim bir şah­ siyetim var, başkasına uymaya mecbur değilim. Kom­ şum şunu aldı diye, ben de onu mu alayım? Müddet-i hayatımda, modayı takip etmedim. Kendime yakışa­ nı giydim. Mesleğime yakışanı giydim.Ne oldu, kim kazandı?”

—“Hafize Hanım, gelinleriniz, torunlannız sizin iz­ lediğiniz yolda değiller ama.”

—“ Etsinler, onlara ben karışmıyorum. Semra Ha­ nım yapıyor diyorsunuz, yapsın, ne yapalım! Başve­ kil hanımı oldu, yapsın. Ben kimseye karışmıyorum. Gelinlere de karışmıyorum, torunlara da.”

—“Sizde gelln-kaynana kavgaları olmaz mı?” —“ Hayır, katiyen! Ben, gelinlerim in birisiyle mü­ nakaşa bile etmemişim. Evim ayrı, yolum ayrı. Korkut’ la beş sene beraber oturdum. Gelinim, ‘En mesut gün­ lerim, o günlerdir’ diyor.”

“Semra'ya birkaç kere Sigarayı bırak

kızım, çok zararlı' dedim. Onun da an­

nesi, babası Müslüman insanlardır. Se­

sini çıkarmadı, bakıyorum hâlâ içiyor. *

Gelinlere karışmak doğru değil”

—“Üç oğlunuz varken, niye yalnız başına yaşıyor­ sunuz?”

—“ Gelinlerim rahat etsin diye! Ne diye gidip, ara­ larına gireyim ki? Ben yalnız oturduğuma çok mem­ nunum. Eşim, dostum, ahbabım çok. Kitap okurum, Kuran okurum. Fazla geldi mi, evin ufak tefeğini el­ den geçiririm. Ne diye başkasını rahatsız edeyim? Sonra bekleyeceğim ki, onlar ne pişirirse, ben onu yi­ yeyim. Niye, yazık değil mi? Ben kendi istediğim i pi­ şirip, yiyorum. Eskiden oturulurdu hep beraber. Ama otorite birinin eline verilirdi, hepsi ona itaat ederler­ di. Şimdi yok. Herkes ‘benim’ diyor.”

—“Semra Hanım moda dergilerine kapak oluyor, elinde içki kadehleriyle, purolarla fotoğrafları yayın­ lanıyor. Bunlara kızıyor musunuz?”

—“ Gelinlere karışmak doğru değil. Ne isterlerse, onu yaparlar. Benim için 24 saat, bana yetm iyor ha. Bazı işlerim yarma kalıyor. Semra’ya bir kere ‘Sigara­ yı bırak kızım, çok zararlı, yazık sana’ dedim. Sesini çıkarmadı. Bakıyorum, hâlâ içiyor.”

—“ Nelerle uğraşıyorsunuz, zaman bulamayacak kadar?”

—“ Sabah iki saat namazım, Kuran’ım, bazı dua ki­ taplarım var. Biraz gazetelere bakarım. Haaa, bak sa­ na söylüyorum, bundan sonra hiç gazete almayaca­ ğım. A hdettim !"

—“ Hayrola Hafize Hanım, ne kötülüğümüzü gör­ dünüz?”

— “ Ne var ki gazetelerde? Boyuna sataşma... Sa­ taşsınlar, idareyi devirsinler! Oğlum dinlenir, iyi olur, ona sevinirim. Bugünlerde hepsi oğlumun aleyhinde yazıyor.”

DEMİREL'İ SEVERİM

—“Süleyman Bey’le, Bülent Bey’ede kızıyor mu­ sunuz?”

—“ Onları denemedi mi, bu memleket? Konuşsun­ lar, hiç olmazsa şiddetini boşaltırlar. Konuşmak iyi­ dir, insanı tedavi eder. Turgut’un iyi ahbaplığı vardı Demirel’le. Süleyman Bey’i severim ben, o da beni se­ ver. Hürmeti vardır. Erbakan gelir, elimi öper. Eğer İs­ tanbul’a gelse, mutlaka bana uğrardı. Demirel de çok çalıştı, inkâr etmemek lazım.”

—“Oğlunuzun Başbakan olacağını düşünür müy­ dünüz?”

—“ Hiç aklıma bile gelmezdi. Partiyi kurarken de, ‘Yapma oğlum, kendini harap etme’ dedim. Birkaç me- ■bus alırlar diyordum. Ama oldu, baksana!”

—“Oğlunuz iktidardan düşerse üzülmez misiniz?” —"Çocuklarım da, ben de vazife olduğu zaman ya­ parız. Ayrıl’ dedikleri zaman da hiç üzülmeyiz. Turgut, Başbakan Yardımcılığı’ndan ayrıldığı gün çok sevin­ dim. Çok sıkıntıdaydı başı. Ne mecburiyeti var? Ma­ aşla çalışıyor, O kadar sıkıntıya neden girsin? Şimdi Başbakan, ama hayatıyla ödüyor. Kolay d e ğ il!”

—“ Hacı anne, oğlunuzpn sık sık zam yapmasına ne diyorsunuz, size dokunmuyor mu?”

— “ Bize de zam veriyorlar oğlum, maaşlarımız da iyi. Evi olmayana zor. Kiralar çok pahalı.”

—“Turgut Bey, İstanbul’a her gelişinde size uğ­ ruyor mu?”

—“ Hep gelirler. Onlar bana karşı çok itaatliler. ‘An­ ne bize dua et’ derler, başka bir şey istemezler.

Üçün-■ V

'f- ^

W

0

:

İ r

i

Nereden... Nereye...

Yıl 1957...

Hafize özal, Malatyâda "Yılın Annesi'

seçilmenin mutluluğunu, -sahnedeki

mikrofondan davetlilere yaptığı bir

konuşmayla dile getiriyor. Ayağında

naylon çoraplarıyla, muntazam yapıl­

mış saçlarıyla ve şık döpiyesiyle

den de Allah razı olsun, ben razıyım. Hüsnü de çok iyidir. Hüsnü Doğan... Kardeşimin oğlu. Babası öldü, beş yaşından beri benim yanımda büyüdü.”

—“ Hafize Hanım, çocuklarınız için bir zamanlar ‘takunyalılar’ diyorlardı. Siz de duydunuz mu?”

—“ Ne varmış, namaz kılmak günah mı, oğlum. Na­ maz kılmıyorsan başkasının kılmasına karışabilir mi­ sin? Takunyalılar dediklerini duydum. Allah’ın bize verdiği bu kadar nimete, başımızı yere koyup şükret­ mek niye ayıp ki? Allah bize muhtaç değil. Birtakım emirler vermiş, yasaklar vermiş. Onları dinlemek mec­ buriyetindeyiz. Biz A llah’a inanmışız.”

—“ Hafize Hanım, dine olan bu bağlılığınız sonra­ dan mı arttı?”

— “ Kuran’ı 6 yaşımda öğrenmeye başladım. Bu ka­ dar değildi tabii. Emekli olduktan sonra çoğalttım. Öğ­ retmenken de, dini kitapları okurdum. Bir zaman yoktu ortada, sonra çoğaldı, Türkçeye çevrildi. Okudukça, Allah insanın kalbini genişletiyor. Bizim Korkut da çok güzel okuyor Kuran’ı. 28 yaşından sonra ders aldı. Her gün okuya okuya öğrendi.”

—“ Hafize Hanım, çocuklarınız dini ibadetlerini pek yerine getirecek durumda değiller...”

— “ Getiriyorlar, getiriyorlar!.. Turgut, on beş - yir­ mi dakika beni görmeye geliyor, burada aptesini alıp, namazını kılıyor."

—“ Koca Başbakan günlük çalışma trafiği içinde beş vakit namaza nasıl zaman bulabilir ki, hocam?” —‘‘Kitapta Bir memleketi idare eden amir, eğer adaletle idare ediyorsa, o çok büyük sevaptadır’ di­ yor. ‘Eğer zalimlik yapıyorsa, en büyük günahı o alır’ diyor. Allah, Turgut'u bağışlar, eğer yapamıyorsa..."

"ZEYNEP'İN KOCASININ

İYİ BİR MESLEĞİ VAR!"

—“ Hafize Hanım, Zeynep’in evliliğine ne diyorsu­ nuz?”

—“ Ne diyeceğim ki? Herkes evlenebilir! Bunda bir kötülük yok k i!”

—“Madem böyle, niye annesiyle, babasıyla bir ara­ ya getirmiyorsunuz?”

—“ O da olur yakında. Turgut, kızını çok sever, on­ suz yapamaz. Müslüman’ın küskünlüğü üçgündür. Ya­ kında beraber olurlar, hiç merak etmeyin. Kocasının da iyi bir mesleği var. Fotoğraflarına bakıyorum, iyi bir çocuğa benziyor.”

—“ Efendim, televizyon seyreder misiniz?” — “ iyi film leri seviyorum. Mesela ‘Isaura’ çok gü­ zel. Bazı yerli film ler de fena değil. Ama çok açık sa­ çık oldu mu... Bir de alafranga şarkıları hiç sevmiyorum. Hepsi bir goygoy. Bir kaide yok, mana y o k !”

—“ Hafize Hanım, Başbakan annesi olmak nasıl bir şey, ne gibi yararlarını görüyorsunuz?”

— “ içim e öyle bir başkalık girmedi, Allah'tan onu istiyordum zaten. Böyle şeylere alışıp da sonradan bı­ rakmak, insanı boşluğa düşürür. Ben kendimi Başba­ kan annesi olarak tanımıyorum, Allah'ın bir kuluyum. Bunlar hep gelip geçici. Ne başbakanlar, ne cumhur­ reisleri gördük. Yaşım seksene yaklaşıyor, neler gör­ dük, neler! Ben Turgut'u memlekete sattım, bedelsiz... Ne kadar kullanırsa, kullansınlar!”

—“Hafize Hanım, okullardaki din eğitimi sizce ya­ rarlı oluyor mu?”

— ‘‘ Benim zamanımda da vardı. Çocuklar dinleri­ ne bağlı olarak yetişiyorlardı. İnsanın içine Allah kor­ kusu girince, kimseye kötülük yapamaz. Bir gün elimi yıkamak için sınıftan dışarıya çıktım, başöğretmen be­ nim sınıfı görmüş, hiç tıs yok. Bana gelip, ‘Seninki- ler uslu oturuyorlar’ dedi. Dedim ki, ‘Onlar biliyorlar ki, ben yoksam Allah görüyor.’ Allah’ın görmediği şey yok, bizle her zaman beraber. Yetişmiş, iyi insanlar din dersi veriyorsa, yararlıdır. Dinsiz m illet olmaz.”

Devam ıll. sayfada

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İstanbul'a halen yılda 920 milyon metreküp su sağlandığını vurgulayan Altmbilek, Büyük Melen Projesi tamamlandığmda, 1 milyar 190 milyon metreküp su sağlanacağım,

Bunlar›n gezegen yap›s› denklemlerinin öngördü¤ünden daha fliflkin olabilmeleri, ancak derindeki katmanlar›na daha fazla ›s› girifliyle mümkün olabilir.

Cihat Borak, resim lerini Yu­ nus Em re serisi, Mirasçı - lar serisi, Çirkin politikacı, Masal anaları (parque 'lar), Afrodit, Müzik araçları, O diyar,

Yirmi yıl evvel Ankara’ da otomatik telefon santralı kurulduğu zaman henüz Avrupa’da birçok hükümet merkezlerinde ve büyük şe­ hirlerde telefonlar otomatik

Sonuç olarak, hekimlerin grip ve soğuk algınlığının bulaşma yollarına verdikleri cevaplarla damlacık ve so- lunum yoluyla bulaşma arasındaki farkı bilmedikleri,

eğitimde önceliğin üniversitelere maddi kazanç sağlayan uzmanlık alanlarına tanınması, sınırlı kaynakların alanlara ve araştırmalara dağıtımında temel bilimlerin

On the other hand, some urticating caterpillars in the order Lepidoptera such as Limacodidae, Megalopygidae and Saturniidae cause urticaria and moth dermatitis in human,

We reassessed these cases based on just basic parameters, namely pathological stage (tumors confined to the prostate) and no primary or secondary Gleason grade 4