• Sonuç bulunamadı

2.ÜNİTE HİKÂYE. Gerçek ya da gerçekleşmesi mümkün olay ve durumları kişi, yer ve zamana bağlı olarak anlatan edebî türdür.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "2.ÜNİTE HİKÂYE. Gerçek ya da gerçekleşmesi mümkün olay ve durumları kişi, yer ve zamana bağlı olarak anlatan edebî türdür."

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2.ÜNİTE HİKÂYE

Gerçek ya da gerçekleşmesi mümkün olay ve durumları kişi, yer ve zamana bağlı olarak anlatan edebî türdür.

Hikâye; insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgusal bir dünya çerçevesinde fazla ayrın- tıya girilmeden yazılan bir düz yazı türüdür.

Hikâyenin Yapı Unsurları: Olay, yer, zaman, kişi olmak üzere dört yapı unsuru vardır.

1. Olay örgüsü, bir konunun etrafında var olan, birden fazla olayın neden–sonuç ilişkisine dayalı oluşan bir bütündür.

Olay örgüsü birbiriyle ilgisi olmayan olayların rastgele veya peş peşe sıralanması değil, birden fazla olayın mantıklı ilişkisidir.

Hikâyeli anlatımlarda bir ana olayın çevresinde gelişen birden fazla yan olay, bir ilişki içinde sıralanarak olay örgüsü oluşturulur.

2. Yer (Mekan): Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olayın geçtiği yere, çevreye mekân denir.

Mekân, anlatılan olayın sahnesidir; bir ev, bir mahalle, bir şehir, bir iş yeri de olabilir.

3. Zaman: Anlatmaya bağlı edebi metinlerin temel bi- rimlerinden biridir. Olayın

başlangıcıyla bitişi arasında geçen süreye zaman denir. Zaman, esere başlangıcı ve bitişi olan bir evre olarak yansır; yaşamın içindeki bir kesit olarak, anlatılan olayla bütünleşir.

4. Kişiler: Hikâyedeki olay veya durumları, hikâye unsurlarından biri olan kişiler yaşar. Bu kişiler, öyküleyici metinlerin şahıs kadrosunu oluşturur.

Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olayın merkezinde bulunan ait olduğu toplumsal sınıfın/

zümrenin özelliklerini üzerinde taşıyan kişiye tip, toplumsal bir tabakayı değil de sadece kendini temsil eden kişiye de karakter denir.

Destanlarda, masallarda, mesnevilerde, halk hikayelerinde kişiler belirgin bir özellikle öne çıktıkları için genellikle tip niteliği taşır.

(2)

1. Birden salonda bir mum parlıyor. Ve hiç bir aydınlık vermiyor bu mum. Salona doğru bir adım atıyorum. Ve kafamı çevirdiğim her yanda ışık vermeyen, parlak mumların ufak alevlerini görüyorum. Yer birden sallanmaya başlıyor. Mumlar, ev, ben sallanarak dönüyoruz. Bu sallantı arasında birden bir fare beliriyor. Ben çok korkarım farelerden.

Çocukluğumdan beri (Birden bu geliyor aklıma.). Fare kafasını kaldırmış hareketsiz sıçramakta.

Tezer Özlü, Kar Yukarıdaki parçada hikâye unsurlarından hangisi belli değildir?

A) Kişi B) Mekân C) Olay örgüsü E) Tema D) Zaman

2. (I) Anlatmaya bağlı bir tür olan hikâyelerde, kişilerin başından geçenlere olay denir. (II) Hikâyelerde tek bir olay ele alınır, bazen bu temel olaya bağlı küçük çaplı yan olaylar da olabilir. (III) Ele alınan olayın başladığı ve bittiği bir zaman dilimi vardır. (IV) Hikâyelerde olay belli bir yerde (mekânda) geçer. (V) Bu yer ya da çevre, betimlemelerle tanıtılır ve ayrıntılarıyla aktarılır.

Yukarıdaki parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde hikâyenin unsurları ile ilgili yanlış bilgi verilmiştir?

A) I B) II C) III D) IV E) V

Hikâyenin Planı: Serim (giriş), düğüm (gelişme), çözüm (sonuç) bölümlerinden oluşur.

Serim bölümünde olayın geçtiği yer, zaman ve olay kahramanları belli başlı nitelikleriyle betimlenir.

Düğüm bölümünde neden-sonuç ilişkisine göre olay yoğunlaşır ve merak ögesi doruğa çıkar.

Çözüm bölümünde gelişmeler sona erer, merak edilen sorular cevabını bulur.

Anlatıcı Bakış Açısı: Her hikâyede bir anlatıcı vardır. Anlatıcı, belirli bir bakış açısıyla olay veya durumu aktarır. Anlatıcı; edebî metinlerde, okura olayı anlatan kişidir. Anlatıcı, yazar değildir;

yazarın kurguya dâhil edip ağzından hikâyeyi anlattırdığı hayali kişidir. Hikâye ve roman gibi anlatmaya bağlı edebî metinler birinci kişi ya da üçüncü kişi ağzından anlatılır. Anlatım ya hakim ya kahraman ya da gözlemci bakış açısıyla verilir.

(3)

1- Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında olay örgüsü, mekân ve kişiler eserin baş kahramanlarından biri tarafından Anlatıcısı 1.kişidir. Anlattıkları, yaşadıkları ve

gördükleriyle sınırlıdır. Yalnızca bilinen, duyulan, görülen ve yaşanılanı anlatır.

2- İlahî (Tanrısal - Hakim) Bakış Açısı: Hâkim bakış açısında anlatıcı, kendisinden “ben”

diye söz etmez, hep III. tekil kişi “o”yu kullanır. Hâkim bakış açısıyla yazılan eserlerde anlatıcı her şeyi bilir, kahramanların duygularını, düşüncelerini, kafalarından neler geçirebileceğini anlar ve anlatır.

3- Gözlemci Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı, etrafında olup bitenleri bir kamera gibi izler, tarafsız bir tutumla gözlemlerini okura aktarır. Gözlemci anlatıcı, ilahi anlatıcı gibi her şeyi bilmez. III. tekil kişi “o”yu kullanılır.

Örnek:

Akdeniz’in, kahramanlık yuvası sonsuz ufuklarına bakan küçük tepe, minimini bir çiçek ormanı gibiydi. İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgârıyla sarhoş olan martılar, çılgın bağrışlarıyla havayı çınlatıyordu. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan yapılmış kısa bir duvarın ötesindeki harabe vadiye kadar iniyordu. Bağın ortasındaki yıkık kulübenin kapısız girişinden bir ihtiyar çıktı. Saçı sakalı bembeyazdı. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı.

Ömer Seyfettin, Forsa Yukarıda verilen parçayla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Hâkim(ilahi) bakış açısıyla yazıldığı B) Anlatmaya bağlı bir metinden alındığı

C) Olayların üçüncü kişinin ağzından aktarıldığı D) Öyküleyici ve betimleyici anlatıma yer verildiği E) Mekân unsurunun ön plana çıkarıldığı

Çatışma: öyküleyici metinlerde (roman, hikâye, tiyatro, masal vb.) gerilimi sağlayan, olayların dayandığı asıl unsurdur. Birbirine karşıt unsurların, karakterlerin bir arada anlatılması, sergilenmesi ile oluşur.

(4)

Hikâyenin Tarihsel Gelişimi:

Dünya edebiyatında ilk hikâye örneği İtalyan Boccacio tarafından yazılan Decameron (On Gün)

Türk edebiyatında hikâye türünün ilk örnekleri 19.yy.da Tanzimat Dönemi’nde verilmiştir.

İlk hikâyemiz: Letaif-i Rivayet (Ahmet Mithat Efendi)

Batılı anlamda ilk küçük realist hikâyemiz: Küçük Şeyler (Samipaşazade Sezai)

Tanzimat Dönemin’den önce hikâye türünün yerini Dede Korkut Hikâyeleri, halk hikâyeleri, destan, mesnevi gibi türler tutmuştur.

1. Dede Korkut Hikâyeleri:

Hikâye geleneğimizin en önemli eserlerinden biri, Dede Korkut Hikâyeleri’dir.

Dede Korkut Hikâyeleri sözlü olarak ortaya çıkmış, Türkler arasında İslamiyet öncesinde doğan, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra İslami unsurlarla gelişen, destan özelliği taşıyan hikâyelerdir.

Destandan halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünüdür.

Bu hikâyeler Türk kültür tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir.

Dede Korkut Hikâyeleri, ayrı kahramanların maceralarının anlatıldığı birbirinden bağımsız on iki hikâyeden oluşur.

Hikâyelerin IX-XI. yüzyıllar arasında oluştuğu ve XV. yüzyılın sonunda yazıya geçirildiği görüşü yaygındır.

Kitabın asıl adı “Kitab-ı Dedem Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan”dır.

Biri Dresden’de, diğeri de Vatikan’da olmak üzere iki yazması bulunan Dede Korkut

Hikâyeleri’nde Oğuzların kendi iç mücadeleleri, kuzeylerinde yaşayan düşmanlarıyla yaptıkları mücadeleler, çeşitli olağanüstü varlıklarla yapılan mücadeleler ve sevda konuları işlenmiştir.

Hikâyelerin geçtiği coğrafi alan Hazar Denizi’nin doğusu ve batısıdır.

KANLI KOCA OĞLU KAN TURALI

(5)

Oğuz zamanında Kanlı Koca derlerdi bir gürbüz er var idi. Yetişmiş bir yiğit oğlu var idi, adına Kan Turalı derlerdi.

Kanlı Koca der: “Dostlar, babam öldü ben kaldım, yerini yurdunu tuttum, yarınki gün ben öleceğim oğlum kalacak, bundan daha iyisi yoktur ki (en iyisi) gözüm görürken oğul gel seni evlendireyim.”

dedi. Oğlan der: “Baba mademki beni evlendireyim diyorsun, bana lâyık kız nasıl olur?” Kan Turalı der: “Baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı.” dedi. Kanlı Koca der:

“Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin, onun arkasında yiyesin içesin hoş geçesin (gününü gün edesin).”

Der: Evet canım baba öyle isterim, ya varasın bir cici bici Türkmen kızını alasın...

Kanlı Koca der: Oğul kız görmek senden; mal, rızk vermek benden dedi.

(...)

Kanlı Koca sevine kıvana kalktı. Aksakallı çok yaşlı (pir) ihtiyarları yanına aldı. İç Oğuz’a girdi, kız bulamadı. Dolandı Dış Oğuz’a girdi, bulamadı. Dolandı Tırabuzan’a geldi.

Meğer Tırabuzan tekfürünün (melikinin, kâfir beyinin, tekfurunun) bir fevkalâde güzel dilber kızı var idi. Sağına soluna iki çift yay çekerdi. Attığı ok yere düşmezdi. O kızın üç canavar kalınlığı kaf- tanlığı (başlığı, çeyizliği) var idi. “Kim o üç canavarı bastırsa yense öldürse kızımı ona veririm”

diye vâd etmişti. Bastıramasa başını keserdi. Böylelikle otuz iki kâfir beyinin oğlunun başı burç bedeninde kesilip asılmıştı. O üç canavarın biri kükremiş aslan idi, biri kara boğa idi, biri de kara erkek deve idi. Bunların her birisi bir ejderha idi. Bu otuz iki baş ki burçta asılmıştı, kükremiş aslan ile kara erkek de- venin yüzünü görmemişlerdi, ancak boğa boynuzunda helâk olmuşlardı.

Kanlı Koca bu başları ve bu canavarları gördü, başında olan bit ayağına toplandı. Der: “Varayım oğluma doğru haber vereyim, hüneri var ise gelsin alsın, yoksa evdeki kıza razı olsun.” dedi.

At ayağı çabuk (yel gibi), ozan dili çevik olur. Kanlı Koca giderek geldi Oğuz’a çıktı. Kan Turalı’ya haber oldu, “Baban geldi.” dediler. Kırk yiğit ile babasına karşı vardı. Elini öptü, der: “Canım baba bana yarar kız buldun mu?” Der: “Buldum oğul hünerin var ise.” dedi. Kan Turalı der: “Altın akçe mi ister, katır deve mi ister?” Babası der: “Oğul hüner gerek hüner.” dedi. Kan Turalı der: “Baba yelesi kara cins atıma eyer vurayım, kanlı kâfir eline akın edeyim...” Kanlı Koca der: “Hay canım

(6)

oğul hüner dediğim o değil. O kız için üç canavar beslemişler. Kim ki o üç canavarı bastırır, o kızı ona verirler. Bastırıp öldürmese onun başını keserler, burca asarlar.” Kan Turalı der: “Baba bu sözü sen bana dememeliydin, mademki dedin, elbette varmalıyım, başıma kakınç, yüzüme dokunç olmasın, kadın ana bey baba esen kalın.” dedi. Kanlı Koca der: “Gördün mü ben bana ne ettim, oğlana korkunç haberler vereyim, belki gitmez döner.” dedi.

(...)

Gördüler ki namus için durmuyor, dediler: “Oğul uğurun açık olsun, sağ esen varıp gelesin.” dedi- ler. Babasının anasının ellerini öptü.

Kırk yiğidini yanına aldı. Yedi gün yedi gece at koşturdular. Kâfirin hudut boyuna eriştiler, çadır diktiler. Koşucu atını koşturup Kan Turalı gürzünü göğe atıyor, inip yere düşmeden kavrıyor, tutuyor.

(...)

(7)

Hanım tekfüre haber vardı. “Oğuz’dan Kan Turalı derler bir yiğit var imiş, kızını istemeğe geliyor.”

dediler. Kâfirler yedi ağaç yer karşı geldiler, “Neye geldiniz bey yiğitler?” dediler... İzzet hürmet eylediler. Ak çadır diktiler, alaca halı döşediler, ak koyun kestiler... Alıp bunları tekfüre getirdiler.

Tekfür taht üzerinde oturmuştu. Yüz kâfir gizlice giyimini (zırhını) giyinmişti. Yedi kat meydanı dolandı geldi. Meğer kız meydanda bir köşk yaptırmıştı. Bütün yanında olan kızlar al giymişlerdi, ken- disi sarı giymişti, yukarıdan temâşa ediyordu. Kan Turalı geldi, kara şavkalı tekfüre selâm verdi. Tekfür selâm aldı. Alaca halı döşediler, oturdu. Tekfür der: “Yiğit nereden geliyorsun?” Kan Turalı yerinden kalkıverdi, sallana sallana yürüdü, ak alnını açtı, ak bileklerini sıvadı, dedi ki:

“Karşı yatan kara dağını aşmağa gelmişim Akıntılı suyunu geçmeğe gelmişim

Dar eteğine geniş koltuğuna sığınmaya gelmişim Tanrı buyruğu ile Peygamber kavli ile Kızını almağa gelmişim” dedi. Tekfür der: “Bu yiğidin sözü hızlı, eğer elinde hüneri var ise.”

(...)

Bu sırada demir zincirle boğayı getirdiler. Boğa dizini çöktü, boynuzu ile mermer taşı yoğurdu peynir gibi ditti. Kâfirler der: “Şimdi yiğidi atar, yıkar, yere serer, delik deşik eder, yıkılsın Oğuz elleri, kırk yiğit bir bey oğlu ile bir kızdan ötürü ölmek ne oluyor.” dediler. Bunu işitince kırk yiğit ağlaştılar. Kan Turalı sağına baktı kırk yiğidini ağlar gördü, soluna baktı öyle gördü. Der: “Hey kırk eşim kırk arkadaşım, niye ağlıyorsunuz, kolca kopuzumu getirin övün beni.” dedi. Burada kırk yiğit Kan Turalı’yı övmüşler. (...)

“Bre boğanızı koyuverin gelsin.” dedi. Boğanın zincirini aldılar, salıverdiler. Boynuzu elmas mız- rak gibi. Kan Turalı’nın üzerine hücum etti. Kan Turalı adı güzel Muhammed’e salâvat getirdi, boğanın alnına öyle bir yumruk vurdu ki boğayı çökertti. Alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın başına çıkardı. Çok uğraştılar. Ne boğa yener, ne Kan Turalı yener. Küt küt boğa solumağa başladı. Ağzı köpük- lendi. Kan Turalı der: “Bu dünyayı erenler akıl ile bulmuşlardır, bunun önünden sıçrayayım, ne hünerim var ise ardından göstereyim.” dedi. Adı güzel Muhammed’e salâvat getirdi, boğanın önünden savruldu. Boğa boynuzu üzerine dikildi. Kuyruğundan üç kere kaldırıp yere attı. Kemikleri hurdahaş oldu. Bastı boğazladı. Bıçak çıkarıp derisini yüzdü. Etini meydanda bırakarak derisini Tekfür’ün önüne getirip der: “Yarın sabah kızını bana veresin.” dedi.

Tekfür der: “Bre kızı verin, şehirden sürün, çıksın gitsin.” dedi. Tekfür’ün kardeşi oğlu var idi, der:

“Canavarların sultanı aslandır, onunla da oyun göstersin, kızı ondan sonra verelim.” dedi.

(8)

Vardılar aslanı çıkardılar, meydana getirdiler. Aslan haykırdı... Yiğitleri der: “Boğadan kurtuldu, aslandan nasıl kurtulsun” dediler, ağlaştılar. Kan Turalı yiğitlerini ağlar gördü, der: “Bre alca kopuzumu ele alın beni övün, sarı elbiseli kız aşkına bir aslandan döneyim mi” dedi. Arkadaşları burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

“Sarı elbiseli Selcen Hatun köşkten bakar Kime baksa aşk ile ateşe yakar Kan Turalı sarı elbiseli kız aşkına bir hû” dedi.

Kan Turalı, “Bre kâfir aslanını koyu ver gelsin.” dedi. “Kara çelik öz kılıcım yok ki kapıştığı zaman iki biçeydim, sana sığındım cömertler cömerdi gâni Tanrı, medet.” dedi. Aslanı koyu verdiler, sürdü geldi. Kan Turalı bir çoban keçesini eline doladı, aslanın pençesine sunuverdi. Adı güzel

Muhammed’e salâvat getirdi, aslanın alnını gözetip öyle bir vurdu ki, yumruk çenesine dokundu ufalttı. Ensesinden tuttu belini yüzdü, sonra kaldırıp yere vurdu, hurdahaş oldu. Tekfür’ün önüne geldi, dedi: “Dost, kızını bana ver.” dedi. Tekfür der: “Kızı getirin verin, bu yiğidi gözüm gördü, gönlüm sevdi, ister dursun ister gitsin.” dedi. Yine kardeşi oğlu der: “Canavarların başı devedir, onunla da oyununu oynasın.” dedi. “Ondan sonra kızı verelim.” dedi.

Tanrı’dan inayet olunca beyin paşanın himmeti Kan Turalı’nın oldu. Tekfür “Devenin ağzını yedi yerden bağlayın.” dedi. Hasut kâfirler bağladılar, yularını sıyırıp salıverdiler. Kan Turalı fırlar devenin koltuğundan girer, fırlar çıkar. Yiğit hem iki canavarla savaşmıştı, kaydı düştü. Altı cellât ensesine gel- diler, yalın kılıç tuttular...

(...)

Kan Turalı adı güzel Muhammed’e salâvat getirdi, deveye bir tekme vurdu. Deve bağırdı. Bir daha vurdu, deve ayağı üzerinde duramadı yıkıldı. Basıp iki yerden boğazladı. Arkasından iki kayış çıkardı, tekfürün önüne bıraktı, der: “Akıncıların okluğunun bağı, üzengisinin kayışı kopar, dikmek için lâzım olur.” dedi. Tekfür der: “Vallah bu yiğidi gözüm gördü gönlüm sevdi.” dedi.

(...)

Yedi gün yedi gece at koşturdu. Oğuz’un hudut boyuna çıktı, çadır dikti. Kan Turalı der:

“Hey kırk eşim kırk arkadaşım Kurban olsun size benim başım

(9)

Hak Taâla yol verdi vardım, o üç canavarı öldürdüm, sarı elbiseli Selcen Hatun’u aldım geldim,

haber eyleyin babam bana karşı gelsin.” dedi.

Kan Turalı baktı gördü bu konduğu yerde kuğu kuşları, turnalar, sülünler, keklikler uçuyorlar. So- ğuk soğuk sular, çayırlar, çimenler... Selcen Hatun bu yeri güzel gördü, beğendi. İndiler yeme içme ile meşgul oldular. Yediler içtiler.

O zaman da Oğuz yiğitlerine ne kaza gelse uykudan gelirdi. Kan Turalı’nın uykusu geldi, uyudu.

Uyurken kız der: “Benim aşıklarım çoktur, ansızın dört nala gelmesin, tutup yiğidimi öldürmesinler, akça yüzlü ben gelini tutup babamın anamın evine iletmesinler.” dedi. Kan Turalı’nın atının

giyimini sessizce tuttu giydirdi. Kendisi de giyimini sessizce tuttu giyindi. Mızrağını eline aldı, bir yüksek yere çıktı, bekledi.

Meğer hanım Tekfür pişman oldu. “Üç canavar öldürdüğü için bir kızcağızımı aldı gitti.” dedi.

Gizlice kara elbiseli, mavi demirli altı yüz kâfir seçti. Gece gündüz at koşturdular. Ansızın yetiştiler.

Kız hazır idi. Baktı gördü dörtnala yetiştiler, atını oynattı, Kan Turalı’nın üzerine geldi... Kan Tu- ralı sıçradı uyandı, ayağa kalktı, der: “Ne söylüyorsun güzelim.” dedi. Der: “Yiğidim, üzerine düşman geldi, uyandırmak benden, savaşıp hüner göstermek senden.” dedi. Kan Turalı gözünü açtı, göz kapak- larını kaldırdı. Gördü gelen at üzerinde, giyimini giyinmiş, mızrağı elinde. Yeri öptü, der: “Amennâ ve saddakna (iman ettik ve tasdik ettik, inandık) maksudumuz Hak Taâla katında hasıl oldu.” diyip arı su- dan abdest aldı. Ak atına bindi, adı güzel Muhammed’e salâvat getirdi, kara elbiseli kâfire at sürdü, karşı vardı. Selcen Hatun at oynattı Kan Turalı’nın önüne geçti. Kan Turalı der: “Güzelim nereye gidiyorsun” dedi. Der: “Bre yiğit, baş esen olsa börk bulunmaz mı olur, bu gelen kâfir çok kâfirdir, savaşalım, dövü- şelim, ölenimiz ölsün, sağ kalanımız otağa gelsin.”

dedi.

Burada Selcen Hatun at sürdü. Hasmını bastırdı. Kaçanını kovalamadı, aman diyeni öldürmedi.

Öyle sandı ki düşman bastırıldı. Kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi, Kan Turalı’yı bulamadı. O sırada Kan Turalı’nın babası anası çıka geldi. Gördüler ki bu gelen kişinin kılıcının kabzası kanlı, oğlu görünmez. Haber sordular...

Kız bildi ki kaynanası kayın babasıdır. Kamçı ile işaret kılıp: “Otağa inin, nerede iner karışır toz var ise ve nerede karga kuzgun oynuyorsa orada arayalım” dedi. Atına mahmuz vurdu, bir yüksek yere çıktı, gözetledi.

(10)

Gördü ki bir derenin içinde toz kâh toplanıyor kâh dağılıyor. Üzerine geldi. Gördü ki Kan Tura- lı’nın atını oklamışlar, yüzüne kan bürümüş, durmadan kanını siliyor, kâfirler üşüşüyor, kılıcını yalın eyliyor kâfiri önüne katıp kovalıyor. Selcen Hatun bunu böyle gördü, içine ateş düştü. Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kâfire at sürdü. Bir ucundan kırıp kafiri öbür ucuna çıktı.

Kan Turalı baktı gördü ki bir kimse düşmanı önüne katmış kovalıyor... Kan Turalı bildi ki bu düş- manı basıp dağıtan Selcen Hatun’dur. Bir tarafına da kendisi girdi. Kılıç çekip yürüdü, kâfir başını kesti. Hasım bastırıldı, düşman kırıldı.

(...)

Ak boz atlara binerek koşuştular, bey babasının yanına eriştiler.

Babası oğlancığını gördü Allah’a şükürler eyledi. Oğlu ile, gelini ile Kanlı Koca Oğuz’a girdi. Ye- şil, alaca, güzel çimene çadır dikti. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Düğün etti, Kudretli Oğuz beylerini ağırladı.

(...)

Dedem Korkut gelerek neşeli havalar çaldı, destan söyledi deyiş dedi. Gazi erenlerin başına ne geldiğini söyledi:

“Şimdi hani dediğim bey erenler Dünya benim diyenler Ecel aldı yer gizledi

Fâni dünya kime kaldı

Gelimli gidimli dünya Son ucu ölümlü dünya

Ecel geldiğinde arı imandan ayırmasın. Kadir seni nâmerde muhtaç etmesin. Allah’ın verdiği ümi- din kesilmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Âmin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Derlesin toplasın günahınızı adı güzel Muhammed Mustafa’ya bağışlasın hanım hey!...”

Muharrem Ergin Dede Korkut Kitabı

(11)

1. Okuduğunuz metinden alınan “At ayağı çabuk (yer gibi), ozan dili çevik olur.”, “Baş esen olsa börk bulunmaz mı olur.” atasözlerinin anlamını açıklayınız.

2. Metnin olay örgüsünü özetleyiniz.

Hikâyenin Olay Örgüsü

3. Aşağıda verilen kahramanların belirgin özelliklerini tabloya yazınız.

4. “Kanlı Kara Oğlu Kan Turalı” hikâyesindeki olağanüstülükler nelerdir? Anlatınız.

5. Bu hikâyede Türklerin eski yaşam biçimleri ve dinî inanışlarıyla ilgili hangi özellikler görül-

mektedir? Açıklayınız.

6. Okuduğunuz hikâyeden millî ve manevi değerlere örnekler veriniz.

7. Hikâyenin anlatıcı bakış açısı hakkında bilgi vererek bu bakış açısının hikâyenin anlatımını nasıl etkilediğini açıklayınız.

8. Metinde diyalog kullanılan yerleri tespit ediniz. Bu yöntemin metnin anlatımına etkisini söyle- yiniz.

1 Kanlı Koca’nın oğlunu evlendirmek istemesi 2

3 4

5 Kan Turalı’nın tekfurdan kızı istemeye gitmesi 6

7 8 9 10

Kan Turalı Selcen Hatun

(12)

9. “Dedem Korkutun Kitabındaki hikâyeleştirilmiş oyun destanların yalın ve çok kolay, basit fakat kesin bir anlatımı vardır. Bu anlatım kolay kolay ne tekrarlanabilir ne de benzetilmeye çalışılabilir, kendine özgüdür ancak. Üstelik kendinden önce yazılı bir benzeri de yoktur. Çok uzun bir geçmişin olanca zenginliğini taşıyan ve yüzyıllardır gelişen bir milletin ortaklaşa yarattığı düşünce

yumağından beslenmiş destanlar zinciridir. Çok daha kısaltarak söylemek istersek diyeceğiz ki Dede Korkut, Yunus Emre gibi, Karacaoğlan gibi, Köroğlu gibi milletin özüne karışmış, milletleşmiş ve onda canlı olarak yaşamaya devam eden ruhtur, milletin ruhudur.”

Mustafa Necati Sepetçioğlu, Dede Korkut Hikâyeleri

Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Dede Korkut Hikâyeleri ile ilgili eleştirilerine katılıyor musunuz?

Açıklayınız.

10. Dönemin siyasi ve toplumsal şartlarının Dede Korkut Hikâyeleri’ne etkilerini değerlendiriniz.

11. Kan Turalı’nın kahramanlığına söz getirmemek için büyük güçlüklere göğüs germesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Açıklayınız.

DİL BİLGİSİ:

Kan Turalı ayağa kalktı. Der: “Bre ben bu devenin burnuna yapışınca o kız sözü ile yapıştı derler, yarın Oğuz eline haber varır, deve elinde kalmıştı kız kurtardı derler, bre kolca kopuzumu çalın övün beni, yaradan kadir Tanrı’ya sığındım, bir erkek deveden döneyim mi, inşallah bunun da başını kese- yim.” dedi...

Kan Turalı adı güzel Muhammed’e salâvat getirdi, deveye bir tekme vurdu. Deve bağırdı. Bir daha vurdu, deve ayağı üzerinde duramadı yıkıldı. Basıp iki yerden boğazladı. Arkasından iki kayış çıkardı, tekfürün önüne bıraktı, der: “Akıncıların okluğunun bağı, üzengisinin kayışı kopar, dikmek için lâzım olur.” dedi. Tekfür der: “Vallah bu yiğidi gözüm gördü gönlüm sevdi.” dedi.

Bu parçada bazı kelimeler büyük harfle yazılmıştır. Bu kelimelerin hangi kurala göre büyük harfle yazıldığını maddeler hâlinde aşağıya yazınız.

(13)

2. Halk Hikâyeleri

1. “Halkın gönül dünyasını dile getiren ölmez hikâyeler.” olarak tanımlar Eflatun Cem Güney

2. Büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılır.

3. Nazım (manzum, şiir) - nesir (mensur, düzyazı) karışık anlatılardır.

4. Hikâyenin anlatım ve tasvir kısmı mensur (nesir - düzyazı), duygu ve heyecanı ifade eden bölümler (diyaloglar) ise manzumdur.

5. Kahramanlar birbirlerine olan sevgilerini, acılarını, ıstıraplarını hep şiirle ifade ederler.

6. Gerçekle olağanüstülükler iç içedir. ( Destana nazaran daha gerçekçidir, olağanüstülükler sınırlıdır.)

7. Giriş kısmında masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır.

8. Konuları genellikle aşk ( Ercişli Emrah, Derdiyok ile Zülfü Siyah, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre...) ve kahramanlık ( Köroğlu, Kaçak Nebi ...) tır.

9. Hikâyelerde kahramanın en büyük yardımcısı Hazreti Hızır’dan sonra attır.

10. Halk hikâyeleri ilahi bakış açısı ile oluşturulmuştur. Yani hikâyelerin anlatıcısı her şeyi bilmektedir.

11.Bu hikâyelerin metinleri kurmacadır ve bu metinlerde dil, coşku ve heyecana bağlı işleviyle kullanılmıştır.

12.Ortaya çıktıkları dönemin sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerini yansıtır.

13.Olaylar, halkın anlayacağı sade bir dille anlatılır.

14.Âşıklar, olayları saz çalarak ve taklitler yaparak anlatırlar.

15.Hikâyeler belli kaidelere uyularak anlatılır. Hikâyeye geçmeden önce fasıl ve döşeme kısımları vardır. Daha sonra hikâyenin asıl kısmı ve sonuç gelir.

16.Fasıl - Döşeme - Asıl Konu - Sonuç ve Dua

(14)

17.Kahramanlar genellikle dört şekilde birbirlerine âşık olurlar:

1. Bade içerek (uykuya yatma, rüyada pir elinden dolu içme, bayılma, müzik aletinin sesiyle uyanma, âşığın rüyada olanları şiirle ifade etmesi - destan veya şiir söyleme)

2. Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince.

3. Resme bakarak âşık olma. (Kerem ile Aslı)

4. İlk görüşte âşık olma

3. Mesnevi:

• İran edebiyatından edebiyatımıza geçmiştir.

• Mesnevi türünde yazılmış ilk eserimiz "Kutadgu Bilig” (11.yy.da)

• Olay çevresinde gelişen manzum yazılan bir türdür.

• Her konuda yazılabilir.

• Beyit nazım birimi kullanılır. Beyit sayısı sınırsızdır.

• Her beyit kendi arasında kafiyelidir. aa, bb, cc, dd...

• Aruzun kısa kalıplarıyla yazılır.

• Divan edebiyatında beş mesnevinin bir araya gelmesinden oluşan esere “Hamse” denir.

• Türk edebiyatında hamse sahibi ilk şair Ali Şir Nevai (15.yy Çağatay edebiyatı)

• Mesnevi, divan edebiyatımızda çağdaş hikâye ve romanın yerini tutmuştur.

Ünlü mesnevilerimiz: https://kurguluyorum.com/edebiyat-notlari/unlu-mesneviler/

Örnek metin: Türk Dili ve Edebiyatı 10. Sınıf Ders Kitabınızın 55, 56, 57, 58. Sayfalarda yer alan Yusuf u Züleyha metni.

(15)

4. Batılı Anlamda Hikâye

Türk edebiyatında hikâye türünün ilk örnekleri 19.yy.da Tanzimat Dönemi’nde verilmiştir.

İlk hikâyemiz: Letaif-i Rivayet (Ahmet Mithat Efendi)

Batılı anlamda ilk küçük realist hikâyemiz: Küçük Şeyler (Samipaşazade Sezai)

Ders kitabınızda olay hikâyesi örneği: Kediler - Samipaşazâde Sezai (62, 63, 64.sayfalar) Ders kitabınızda olay hikâyesi örneği: Forsa - Ömer Seyfettin (67, 68, 69. sayfalar)

Ders kitabınızda durum / kesit hikâyesi örneği: Memurun Ölümü - Anton Çehov (72, 73.sayfalar)

HİKÂYE TÜRLERİ

Olay Hikâyesi Durum Hikâyesi

Klasik öykü de denir Kesit hikâyesi de denir.

Ağır basan öge olaydır

Olay ögesi ikinci plandadır.

Serim-düğüm-çözüm bağlamı içinde oluşur.

Hayatın bir kesiti kendi doğası içinde ele alınır.

Serim - düğüm - çözüm aşamalarına dikkat edilmez

Merak ögesi canlı tutulur Merak ögesi ön planda değildir. Başı sonu belli değildir. Bitmemişlik duygusu vardır.

Kurucusu Fransız yazar Maupassant’tır Kurucusu Rus sanatçı Anton Çehov’dur.

Ömer Seyfettin bu türün başarılı örneklerini vermişti.

Bizde Memduh Şevket Esendal bu türün ilk örneklerini vermiştir

Diğer sanatçılarımız: Refik Halit, Reşat Nuri, Sabahattin Ali, Yakup Kadri, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Samim Kocagöz...

Sait Faik Abasıyanık bu türün ustalarındandır.

Tarık Buğra, Ferit Edgü, Rasim Özdenören

(16)

Referanslar

Benzer Belgeler

Muhammed ile ilgili ortak bir dinî-edebî tür olan siyer çalışmaları, diğer dinî-edebî türlerde olduğu gibi, ilk defa Arap edebiyatında

içinde zamanın unutulduğu bir uykudan çıkagelen melisa hafif bir kuş musun bir dokunuş mu şaşırmam ellerin omzuma konsa kim yazdı güfteni kim besteledi nihavent

Zamana bağlı değişimdeki bireysel farklılıkları yordayan bir değişkenin modele eklendiği koşullu ÖGM için yapılan analizler sonucunda elde edilen uyum

7- Hakları : Ücret ve faiz - olağanüstü masrafları talep – hapis hakkı – (tekel ihtisar) hakkı tacirin o bölgeye başka bir acente daha getirebilmesi için ilk acentenin

1- Bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye tacir

AA'ya konuşan Bakanlık yetkilileri anlattı: "Zarar veren ayılar avcılar tarafından 'fırsatçı ayı' olarak tanınıp biliniyor?. Belirlenen ayılar dışındaki ayılar

Resmi verilere göre, 2007 yılı itibarıyla ülkede kişi başına yıllık 1523 adet, bir başka ifadeyle 76.1 paket sigara içiliyor.. Bu şekilde günlük sigara tüketimi de

 Yakın Doğu Üniversitesi,Atatürk eğitim bilimleri fakültesi özel Eğitim bölümü ve Yaşama Boyu Eğitim Merkezi işbirliği ile Özel Gereksinimli