• Sonuç bulunamadı

KIRSAL VE KENTSEL KESİMDE YAŞAYAN ADOLESANLARIN BESLENME DURUMU VE DİYETE BAĞLI KARDİYOVASKÜLER RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KIRSAL VE KENTSEL KESİMDE YAŞAYAN ADOLESANLARIN BESLENME DURUMU VE DİYETE BAĞLI KARDİYOVASKÜLER RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ"

Copied!
106
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EĞİTİM BİLİMLERİ ENTİTÜSÜ

AİLE EKONOMİSİ ve BESLENME EĞİTİMİ

ANABİLİM DALI

KIRSAL VE KENTSEL KESİMDE YAŞAYAN ADOLESANLARIN

BESLENME DURUMU VE DİYETE BAĞLI KARDİYOVASKÜLER

RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

HÜSEYİN ÇETİNKAYA

(2)

EĞİTİM BİLİMLERİ ENTİTÜSÜ

AİLE EKONOMİSİ ve BESLENME EĞİTİMİ

ANABİLİM DALI

KIRSAL VE KENTSEL KESİMDE YAŞAYAN ADOLESANLARIN

BESLENME DURUMU VE DİYETE BAĞLI KARDİYOVASKÜLER

RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan

HÜSEYİN ÇETİNKAYA

Danışman

Yrd.Doç.Dr. Nurcan YABANCI

(3)

i

Çalışmamın her aşamasında hiçbir bilgi ve yardımı esirgemeyen danışmanım Yrd. Doç. Dr. Nurcan YABANCI’ya, tezime sağladıkları katkılar nedeniyle Prof. Dr. Işıl ŞİMŞEK ve Doç. Dr. Muhittin TAYFUR’a, verdiğim her kararda destekçim olan aileme, Ankara’ya geliş-gidişlerimde kolaylık sağlayan okul müdürüm Mahmut YILMAZ’a, verilerin toplanmasındaki yardımlarından dolayı öğretmen arkadaşlarıma, öğrencilerime, tercümelerim de desteğini esirgemeyen manevi ablam Pınar ÇOŞKUN’a, eğitimimde maddi ve manevi desteğini üzerimden eksik etmeyen Tülin CANDIR’a, verilerin çözümlenmesindeki yardımlarından dolayı arkadaşım Orhan YAVUZ’a, her konuda bilgisine başvurduğum Prof. Dr. Fatma ERGUN’a, araştırmanın istatistiksel analizinde yardımlarını esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. Abdullah TOĞAY’a, arkadaşlarım Çağdaş AKTAŞ’a, Yeliz ERDOĞAN’a, Yurda GÜL’e ve Zahide ÇAMLIYOL’a, teşekkürlerimi sunarım.

Araştırma konusuyla ilgili daha sonra yapılacak olan araştırmalara ışık tutması dileğiyle.

(4)

ii

Bağlı Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi

Kırsal ve kentsel kesimde yaşayan adolesanların beslenme durumu ve diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi amacıyla planlanıp yürütülen bu araştırmaya, Kırşehir ili merkez ve Çiçekdağı ilçesi Boğazevci kasabasında bulunan iki ilköğretim okulunda öğrenim gören 11-13 yaş arası 99 erkek, 83 kız, toplam 182 adolesan alınmıştır. Adolesanların vücut ağırlığı, boy uzunluğu, üst orta kol çevresi, bel ve kalça çevreleri ile triseps, biseps, subskapular ve suprailiak deri kıvrım kalınlıkları ölçülmüş, BKİ ve vücut yağ miktarı hesaplanmıştır. Ayrıca adolesanların besin tüketimi, fiziksel aktivite düzeyi ve bazı özelliklerini saptamak için soru kağıdı uygulanmış, diyet bağlı kardiyovasküler risk faktörleri incelenmiştir. Kırşehir ili merkez kentsel kesim (n:91), Çiçekdağı ilçesi Boğazevci kasabası da kırsal kesim olarak (n:91) alınmıştır. Vücut yağ miktarı kırsal ve kentsel kesimde sırasıyla erkeklerde %26.2±3.8, %32.1±4.7; kızlarda %32.5±11.8, %35.3±4.8’dir. Kentsel kesimde yaşayan adolesanlarda vücut ağırlığı, BKİ, üst ota kol çevresi, triseps, biseps, subskapular ve suprailiak deri kıvrım kalınlıkları, bel ve kalça çevreleri kırsal kesimde yaşayan adolesanlara göre yüksektir. Kentsel kesimde toplu ve obez olma sıklıkları kırsal kesime göre yüksek, zayıf olma sıklıkları da düşük bulunmuştur (p<0.05). Kırsal kesimde yaşayan adolesanlar, kentsel kesimde yaşayanlara göre daha aktiftirler, özellikle hafta sonu oturarak yapılan aktivitelere harcanan süre kentsel kesimde yaşayan erkek ve kız adolesanlarda kırsal kesime göre daha fazladır. Diyetle alınan günlük enerji miktarı, hayvansal kaynaklı protein, vitamin B1, B2, C, kalsiyum, magnezyum, demir ve çinko

alımı kentsel kesimde yaşayan erkek ve kız adolesanlarda, kırsal kesime göre fazla bulunmuştur (p<0.05). Vitamin B12 hariç enerji ve besin ögeleri yetersizlikleri kırsal

kesimde, kentsel kesimde yaşayan adolesanlara göre daha fazladır. Adolesanlarda diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörleri yüksektir, özellikle kırsal kesimde toplam yağ, doymuş yağ asidi ve kolesterol alımı kentsel kesime göre, tekli doymamış yağ asitleri alımı da kentsel kesimde kırsal kesime göre daha fazladır. Kırsal kesim başta olmak üzere, tüm adolesanların yeterli ve dengeli beslenmeleri sağlanmalıdır. Özellikle yağ, posa, vitamin ve mineral alımlarının değerlendirilerek, okullarda beslenme programlarının desteklenmesi önerilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Adolesan, Beslenme, Kardiyovasküler risk faktörleri, Kırsal,

(5)

iii

Dietary Habits in Adolescents Living Rural and Urban Area

In this study it is planned to assess nutritional status and the cardiovascular risk factors related to the dietary habits of the adolescents living in both rural areas and urban. Totally 182 adolescents; consisting of 99 boys and 83 girls, between the ages of 11-13 and having education at the two schools located in central district and Çiçekdağı district of Kırşehir province, have been investigated. The body weight, heigh, mid upper arm, waist and hip circumfuences, biceps, triceps, suprailiac and subscapular skinfold thicknesses have been measured; body mass index and percentage of body fat have been calculated. Moreover, in order to determine the food consumption and the physical activity levels of the adolescents, the many questions have been asked to the adolescents and cardiovascular risk factors related to the dietary habits have also been investigated. In this study the province of Kırşehir is considered as the urban (n:91) and the Boğazevci boroughs of the Çiçekdağı county as the rural area (n:91) The percentage of fat that the boys and girls living in the rural areas and urban are respectively; %26±3.8, %32.1±7 %32.5±11.8, %35.3±4.8. The body weight, heigh, mid upper arm, waist and hip circumferences, biceps, triceps, suprailiac and subscapular skinfold thickness have been higher than the adolescents living in the rural areas. In the urban, the prevalence of obesity and overweight has been found at higher frequency rates than in the rural area; whereas, the incidence rate of malnutrition has been found at lower frequency (p<0.05). The adolescents living in the rural areas were more active than the urban ones; particularly, the amount of time that the adolescents spent for the weekend sedentary activities, have been found to be longer among the urban adolescent boys and girls. Daily amount of dietary energy, animal proteins, vitamin B1, B2, C, calcium,

magnesium, iron and zinc intakes have been higher among the urban adolescent boys and girls (p<0.05). Energy and nutrients except for vitamin B12 inadequacies have been

higher among the rural adolescents compared to the adolescents living in urban. Cardiovascular risk factors related to the dietary habits are considerably high, and especially in rural areas the total amount of fat, saturated fatty acid, cholesterol intake are higher than the urban, and the monounsaturated fatty acid intake is higher in urban than in the rural areas. The adequate and balanced nutrition should be provided for all adolescents, primarily the adolescents living in rural areas. The amounts of fat, fiber,

(6)

iv

(7)

v

ÖN SÖZ ………..……… i

ÖZET ……….. ii

ABSTRACT……… iii

İÇİNDEKİLER ………... v

TABLOLAR LİSTESİ ………...viii

KISALTMALAR LİSTESİ ………. x 1.GİRİŞ 1.1. Problem ……. ……… 2 1.1.1. Alt Problemler………..……… 2 1.2. Amaç .………..………... 2 1.3. Araştırmanın Önemi ..……… 2 1.4. Varsayımlar ……… 3 1.5. Sınırlılıklar ………. 3 2. İLGİLİ ARAŞTIRMALAR 2.1. Kavramsal Çerçeve ………... 4 2.1.1. Adolesan ……… 4 2.1.1.1. Adolesanda Beslenme ……… 5

2.1.1.1.1 Adolesanda Enerji Gereksinimi ……….. 6

2.1.1.1.2. Protein Gereksinimi ………. . 7

2.1.1.1.3 Karbonhidrat Gereksinimi ……… 7

2.1.1.1.4. Yağ Gereksinimi ………. 7

2.1.1.1.5. Vitamin ve Mineral Gereksinimi ……… ... 8

2.1.1.2. Adolesanda Yetersiz ve Dengesiz Beslenmedeki Sorunlar ……… 9

2.1.1.2.1. Büyüme ve Gelişme Bozuklukları ………. 9

2.1.1.2.2. Mental Gelişim Bozuklukları ……… 10

2.1.1.2.3. Yeme Davranışı Bozuklukları ……….. 10

2.1.1.2.4. Beslenme Anemileri ……… 12

2.1.1.2.5. Diş Sağlığı ………... 13

(8)

vi

2.1.2.1.1. Doğrudan Yöntemler ………. 15

2.1.2.1.2. Dolaylı Yöntemler ……….. 16

2.1.2.2. Obezite Oluşumunu Etkileyen Etmenler ……….. 17

2.1.2.2.1. Genetik Etmenler ……….. 17

2.1.2.2.2. Cinsiyet ……… 18

2.1.2.2.3. Yaş ……….. 18

2.1.2.2.4 Beslenme Şekli ……….. 18

2.1.2.2.5. Fiziksel Aktivite ……… 19

2.1.2.2.6. Ailenin Sosyo-ekonomik Durumu ………. 20

2.1.2.2.7 Psikolojik Etkenler ………...… 20

2.1.2.3. Obezitenin Neden Olduğu Hastalıklar ………. 21

2.1.3. Kardiyovasküler Hastalıklar ve Risk Faktörleri ………. 21

2.1.4. Diyete Bağlı Kardiyovasküler Risk Faktörleri ……… 23

2.2. Konu İle İlgili Araştırmalar ………. 24

3. YÖNTEM 3.1. Araştırmanın Modeli ……… 30 3.2. Evren ve Örneklem ……… 30 3.3. Verilerin Toplanması ………...……… 31 3.4. Antropometrik ölçümler ……….. 31 3.4.1. Vücut Ağırlığı ………... 31 3.4.2. Boy Uzunluğu ………. 31

3.4.3 Beden Kitle İndeksi ……….. 32

3.4.4. Üst Orta Kol Çevresi ……….. 32

3.4.5. Deri Kıvrım Kalınlıkları ………. 32

3.4.6. Üst Orta Kol Kas Çevresi, Üst Orta Kol Kas Alanı Üst Orta Kol Yağ Alanı .. 33

3.4.7. Bel ve Kalça Çevresi ………33

3.4.8. Vücut Yağ Yüzdesi ……… 34

3.5. Beslenme Durumunun Saptanması ………. 34

3.6. Fiziksel Aktivitenin Değerlendirilmesi ………. 35

(9)

vii

4.2. Anne ve Babalar ile İlgili Bilgiler ……….. 37

4.3. Adolesanların Tükettikleri Öğünlere İlişkin Bilgiler ………. 38

4.4. Adolesanların Okulda Beslenme Şekli, Okulda Yemekhane Olma ve Yemekler- den Memnunluk Durumu ……….. 40

4.5.Adolesanların Harçlık Alma ve Açıkta Satılan Yiyecekleri Satın Alma Durumları……… 42

4.6. Adolesanların Okula Ulaşma Şekilleri, Teneffüste ve Beden Eğitimi Dersindeki Tutumları ……… 44

4.7. Adolesanların Televizyon İzleme ve Reklamlardan Etkilenme Durumları …. 45

4.8. Adolesanların Hafta içi ve Hafta sonları Bir Gün Boyunca Bazı Aktivitelere Harcadıkları Sürelerin (saat) Değerlendirilmesi ……… 46

4.9. Adolesanların Antropometrik Ölçümlerinin Değerlendirilmesi ………… 49

4.10. Adolesanların Vücut Ağırlığı, Boy Uzunluğu, BKİ, Triseps ve Subskapular DKK Ölçümlerinin Persentillere Göre Dağılımı ……… 51

4.11. Adolesanların Besin ve Enerji Ögeleri Alımlarının Değerlendirilmesi …….... 56

4.12. Adolesanların Diyete Bağlı Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi ………. 65 5. SONUÇ VE ÖNERİLER SONUÇ ………. 68 ÖNERİLER ………. 72 KAYNAKÇA ……….………... 73 EKLER ……….………. 87

(10)

viii

Tablo No Sayfa No 1. Adolesanların Yaş, Cinsiyet ve Kardeşlerine İlişkin Bilgiler ……….. 36

2. Anne ve Babalar ile İlgili Bilgiler ……….. 37

3. Adolesanların Tükettikleri Öğünlere İlişkin Bilgiler ………... 38

4. Adolesanların Okulda Beslenme Şekli, Okulda Yemekhane Olma ve Yemeklerden

Memnunluk Durumu ……….. 41

5. Adolesanların Harçlık Alma ve Açıkta Satılan Besinleri Satın Alma

Durumları ……… 43

6. Adolesanların Okula Ulaşma Şekilleri, Teneffüste ve Beden Eğitimi Dersindeki

Tutumları ……….. 44

7. Adolesanların Televizyon İzleme ve Reklamlardan Etkilenme Durumları …… 45

8. Adolesanların Hafta içi ve Hafta Sonları Bir Gün Boyunca Bazı Aktivitelere Harcadıkları Sürelerin (saat) Değerlendirilmesi ……… 47

9. Adolesanların Hafta içi ve Hafta Sonlarında Günlük Enerji Harcamalarının

Değerlendirilmesi ……… 48

10. Adolesanların Antropometrik Ölçümlerinin Değerlendirilmesi ……… 50

11. Adolesanların Yaşa Göre Vücut Ağırlığı Ölçümlerinin Persentil Dağılımları .. 52

12. Adolesanların Yaşa Göre Boy Uzunluklarının Persentil Dağılımları ……. 53

(11)

ix

15. Adolesanların Yaşa Göre Subskapular Deri Kıvrım Kalınlıklarının Persentil

Dağılımları ……..………... 55

16. Adolesanların Günlük Enerji, Protein, Karbonhidrat ve Yağ Alımlarının

Değerlendirilmesi ………. 57

17. Kırsal ve Kentsel Kesimde Yaşayan Adolesanların Vitamin Alımlarının

Değerlendirilmesi ……….. ……… 60

18. Adolesanların Tükettikleri Mineral Alımlarının Değerlendirilmesi …….. …… 61

19. Adolesanların Günlük Enerji ve Besin Alımlarının Değerlendirilmesi ……….. 64 20. Kırsal ve Kentsel Kesime Göre Diyete Bağlı Risk Etmenlerinin

(12)

x

BKİ: Beden Kitle İndeksi İ.Ö.O: İlköğretim Okulu MEB: Milli Eğitim Bakanlığı WHO: World Health Organization DKK: Deri Kıvrım Kalınlığı χ2 : Khi-kare

x: Aritmetik Ortalama

SD : Standart Sapma

kkal: Kilokalori

(13)

1. GİRİŞ

Beslenme, büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşamak için gerekli olan besinlerin vücuda alınıp kullanılmasıdır (Baysal, 2002). Çocuklar açısından yeterli ve dengeli beslenme, hem büyüme ve gelişme, hem öğrenme hem de ileri yaşlarda sağlıklı bir yaşamın temelini oluşturması bakımından önemlidir (Harris, 1997).

Yetersiz ve dengesiz beslenme çeşitli kronik hastalıklara yol açması nedeniyle önemli bir sorundur. Bireylerin yetişkinlikte sağlıklı ve üretken bir yaşam sürdürebilmesi için çocuklukta düzenli bir beslenme alışkanlığı kazanmaları gerekmektedir (Mikkila, Rasanen, Raitakara, Pietinen ve Viikari, 2005).

Ülkemizde özellikle kırsal ve sosyo-ekonomik durumu yetersiz olan kesimlerde, gelenekler ve ekonomik nedenlere bağlı olarak yetersiz ve dengesiz beslenme sorunları çok yaygındır (Özalp, Güneral ve Avcıoğlu, 1988).

Adolesan dönem insan yaşamında fiziksel, psikolojik ve sosyal değişikliklerin görüldüğü, çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Büyüme hızındaki ani artış enerji ve besin ögeleri gereksiniminde faklılıklar meydana getirir. Adolesanlar birçok nedene bağlı olarak toplumda risk grupları arasında değerlendirilir (Spear, 2000).

Kardiyovasküler sistem vücuttaki tüm hücrelerin yaşamı için gerekli oksijen ve besin maddelerini hedef hücrelere taşıma ve atıkları uzaklaştırma yükümlülüğünü üstlenmiş bir sistemdir. Bu nedenle, vücutta bulunan yaklaşık yüz trilyon hücre yaşamını birincil olarak bu sistemin düzenli çalışmasına borçludur (Candan, 2002).

Adolesan dönemde kazanılan beslenme alışkanlıklarının ileri ki yaşlarda görülecek, başta kardiyovasküler hastalılar olmak üzere çeşitli kronik hastalıklarla yakından ilişkisi vardır (Besler ve Rakıcıoğlu, 2008).

(14)

1.1. Problem

Kırsal ve kentsel kesimde yaşayan adolesanların beslenme durumu ve diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörlerini değerlendirmek.

1.1.1. Alt Problemler

a. Adolesanların günlük yaptıkları aktiviteleri, enerji harcamalarını, fiziksel aktivite

düzeylerini saptamak,

b. Adolesanların vücut ağırlığı, boy uzunluğu, Beden Kitle İndeksi (BKİ), üst orta

kol çevresi, deri kıvrım kalınlıkları, bel/kalça oranı ve vücut yağ yüzdelerini bulmak, önerilen standartlarla karşılaştırmak,

c. Adolesanların enerji ve besin ögeleri tüketimlerini değerlendirmek,

d. Günlük alınan enerji ve besin öğelerini önerilen standartlarla karşılaştırmak, e. Adolesanlarda diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörlerini değerlendirmek, f. Tüm elde edilen verileri kırsal ve kentsel kesimde yaşayan adolesanlarla

karşılaştırmak.

1.2. Amaç

Günümüzde kırsal ve kentsel kesimdeki farklı yaşam şekilleri beslenme alışkanlıklarını etkilemektedir. Bu nedenle bu araştırma, kırsal ve kentsel kesimde yaşayan adolesanların beslenme durumu ve diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür.

1.3. Araştırmanın Önemi

Adolesan dönemdeki bireyler öğrenmeye ve gelişime oldukça açıktırlar. Eğitimcilerin görevi çocuk ve adolesanları sağlıklı ve bilgili olarak yetiştirmektedir. Bilgiyi öğrenciye verebilmek için, öğrencilerin öğrenime hazır bulunuşluluk düzeyine gelmesi, bu düzeye gelebilmeleri için ise yeterli ve dengeli beslenmeleri gerekmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme çocukların okul başarılarını, büyüme ve gelişmelerini olumlu yönde etkilerken, çocukluk döneminde kazanılan sağlıklı beslenme ve spor yapma alışkanlıkları yaşam süresi ve kalitesini de artırmaktadır.

(15)

Bu çalışma ile kırsal ve kentsel kesimde yaşayan adolesanların beslenme alışkanlıkları ve diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörleri değerlendirilmiş ve birbirleri ile karşılaştırılmıştır. Bu değerlendirme ile adolesanlara özgü beslenme önerileri geliştirilecek, ayrıca kırsal ve kentsel kesimdeki yaşam tarzının beslenme ve fiziksel aktivite düzeyine etkileri gösterilerek daha sonraki çalışmalara kaynak teşkil edebilecektir.

1.4. Varsayımlar

Bu araştırmada,

a) Öğrencilerin anket sorularını samimi olarak yanıtlayacakları,

b) Besin tüketim ve fiziksel aktivite değerlendirme formlarını doğru ve eksiksiz bir şekilde dolduracakları varsayılmaktadır.

1.5. Sınırlılıklar

Bu araştırma da Kırşehir ili merkez ve Kırşehir ili Çiçekdağı ilçesi Boğazevci kasabası ve Acı köyünde bulunan öğrenciler ile sınırlıdır.

(16)

2. İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Kavramsal Çerçeve

2.1.1. Adolesan

Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olan adolesan (ergenlik), Latince adolescere -matür olmak kelimesinden gelmektedir. İnsan yaşamı boyunca hızlı büyüme evrelerinden biri olan adolesan dönem, uzun ve kaliteli bir yaşamın temelini oluşturur (Adelman ve Ellen, 2003).

Dünya Sağlık Örgütü, 10-19 yaş grubunu adolesan (ergen) olarak tanımlamaktadır (WHO, 1989). Adolesan, yetişkin hayata hazırlanma dönemidir. Bu dönemde birey hayatını kendisi yönlendirmeye, kendi başına karar vermeye alışmak zorundadır (Kınık, 2000).

İnsan gelişiminin bir evresi olarak adolesan dönem ele alındığında ilk incelenmesi gereken konu, adolesan ile puberte (erinlik-buluğ) evreleri arasındaki farklılıktır. Puberte dönemi, cinsel organların olgunlaştığı sırada oldukça kısa süren fizyolojik değişiklikler evresi olarak görülür (Yavuzer, 1999). Başka bir tanıma göre de puberte üreme organlarının olgunlaştığı ve ikincil seks karakterlerinin geliştiği dönemdir (Merdol, Başoğlu ve Öre 1999). Biyofizyolojik gelişmelerin büyük bir bölümü, adolesan dönemin ilk aşamalarını oluşturan, puberte öncesi ve puberte dönemlerinde görülür. Puberte sözcüğü, erkeklik yeteneği ya da erkeklik yası anlamına gelen Latince “pubertas” kökünden gelmektedir. Puberte döneminde cinsel organlarındaki gelişim, üreme fonksiyonuyla doğrudan ilgili olan temel cinsel özelliklerle, üreme fonksiyonuyla dolaylı olarak ilgili olan (tüylerin gelişimi, göğüs ve kalçanın oluşumu vb.) ikincil cinsel özellikler biçiminde özetlenebilir. Puberte evresi kızlarda altı ayı biraz aşarken, erkeklerde iki yıl hatta daha da fazla sürebilir. Adolesan dönemini cinsel olgunluğun görüldüğü puberte evresi ile özdeş tutmamak gerekir. Her ne kadar puberte, adolesanlığın bir evresini oluşturmakta ise de, puberte öncesi, puberte ve erginlik aşamalarını içeren uzun süreli bir dönemdir. Adolesan, tek basına fiziki olgunluğu değil, olgunluğun tüm yüzlerini içeren bir yaşam dilimidir (Yavuzer, 1999).

Adolesan dönem psiko-sosyal açıdan erken, orta ve geç olmak üzere üç gelişimsel döneme ayrılır. Vücutta hızlı büyüme ile eşleşen erken adolesan dönemde bireyler

(17)

uzun, kısa, şişman, zayıf, çekici veya çirkin olma endişesi içindedirler. Kendisini daha yetişkin kişilerle karşılaştırırlar ve kendileri için daha ideal bir vücut yaratırlar. Uyku ve beslenmeleri düzensizdir. Orta adolesan dönem, hızlı uzama devresi tamamlandıktan bir süre sonra başlar. Fiziksel büyüme ve vücut kısımları üzerinde fazla durulmayıp gerçekçi bir vücut görünümü oluşmuştur. Geç adolesan dönemde, halen tereddütler devam etmesine rağmen mantıksal düşünme yeteneği gelişir. Kişilik gelişmesinin tamamlanması birkaç yıl alır. Bu psiko-sosyal gelişme aşamalarında karşılaşılan sorunlar duygusal yönden çok sarsıcı olabilir (Adelman ve Ellen, 2003; Mukaddes, 2000).

Adolesanların nüfusumuzun yaklaşık üçte birini oluşturduğu belirtilmiştir, böyle bir durumda adolesan sağlığı toplum açısından önemli bir yer tutmaktadır (Baysal, 2003).

2.1.1.1. Adolesanda Beslenme

Bilimsel araştırma sonuçları, birçok hastalığın önlenmesi için doğumdan itibaren sağlıklı beslenmenin sağlanması ve doğru beslenme davranışlarının geliştirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Fiziksel büyüme ve cinsel gelişmenin tamamlandığı ve psikososyal olgunlaşmanın gerçekleştiği adolesan dönemde birçok beslenme ilkesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir (Gökçay, 2006; Orbak, Kardaş ve Ertekin, 2002).

Adolesan beslenmesi, fiziksel büyümesini tamamlayıp enerji ve besin gereksinimleri durağan özellik kazanmış olan yetişkinlerden farklıdır (Kınık, 1996a). Adolesan dönemde hızlı büyüme, yüksek fiziksel aktivite, seksüel olgunluk, bununla birlikte kızlarda menstruasyonun başlaması bazen de gebelik durumu enerji ve besin ögesi gereksinimlerini önemli şekilde etkiler. Erkek adolesanların gereksinimleri yaşamın başka hiçbir döneminde görülmediği kadar yüksektir. Kız adolesanlarda gereksinim sadece hamilelik ve laktasyon dönemindekinden daha azdır (Yağcı, Vural ve Selimoğlu, 2000). Kemiklerin gelişiminde başta kalsiyum olmak üzere protein, vitamin ve diğer minerallere de gereksinim artar. Büyümeye paralel olarak kan hacminin artması, kızlarda menstruasyon olayı demir ve diğer kan yapıcı besin ögeleri ne gereksinimi arttırır (Baysal, 2002).

(18)

Adolesanların beslenme durumları ve beslenme alışkanlıklarını; yetersiz ve dengesiz besin alımı, ekonomik yetersizlikler, hastalıklar, gebelik, emziklilik gibi özel durumlar, psikososyal ve sosyokültürel faktörler, yaşam tarzı, hareketsizlik veya aşırı fiziksel aktivite, gelenek ve görenekler, kişisel inanç ve değer yargıları, beslenme bilgisindeki yetersizlikler, yeme bozuklukları, alkol, sigara, uyuşturucu kullanımı gibi çeşitli etmenler etkilemektedir (Şanlıer ve Ersoy, 2003).

2.1.1.1.1. Adolesanda Enerji Gereksinimi

Cinsiyetler arasında enerji alımındaki farklılık 6 yaştan itibaren farklılık göstermeye başlar. Adolesanda her iki cinste de ağırlık artışı dikkat çekici olmakla beraber artış hızı ve miktarı erkeklerde kızlara göre daha fazladır. Vücut bileşimi de cinsiyetler arasında farklılık gösterir (Kınık, 1996b). Prepupertal dönemde kas ve yağ kitlesi benzerdir. Adolesanda erkeklerde kas dokusu daha fazla gelişirken, kızlarda yağ dokusu artışı gözlemlenmektedir. Bu farklılıklar erkek adolesanların enerji gereksinimlerinin kızlardan daha fazla olmasının nedeni olarak açıklanmaktadır (Orbak ve ark., 2002).

Okul döneminde erkeklerde 2000 kkal olan günlük enerji gereksinimi, 10-13 yaşları arasında 2445, 14-18 yaşları arasında da 2860 kkal’ye yükselir, kızlarda ise bu dönemde 1800-2000 kkal enerji gereksinimi 10-13 yaşlarında 2200 kkal’ye kadar yükselir (Sağlık Bakanlığı, 2006). Günlük enerji gereksinimine ilişkin bu değerler ortalama değerlerdir. Fiziksel aktiviteye bağlı olarak günlük enerji gereksinimlerinde artma veya azalma olabilir. Bu dönemde artan enerji gereksiniminin, sağlıklı beslenme ilkeleri göz önüne alınarak, doymuş yağ ve kolesterolden zengin olan hayvansal besinlerden değil, ekmek, pilav, makarna gibi, kuru baklagil ve meyve gibi karbonhidratlardan karşılanması önerilmektedir (Gökçay ve Garipağaoğlu, 2002).

Adolesanlarda enerji ve protein ihtiyacı cinsiyet, yaş ve fiziksel aktivite gibi birçok faktörden etkilenirken, bazı uzmanlar enerji gereksinimini hesaplarken büyümedeki hızlı artış nedeniyle ağırlık yerine boy uzunluğu kullanılmasını önermektedir. Çünkü vücut ağırlığına göre enerji ihtiyacını belirlemek yanlış sonuçlara yol açabilmektedir. Örneğin anoreksiya nervozalı bir adolesanda ihtiyaçtan daha düşük; obez bir adolesanda ise daha fazla enerji ihtiyacı hesaplanabilmektedir (Demir, 2008).

(19)

2.1.1.1.2. Protein Gereksimi

Adolesanda protein alımı, enerji alımının artması ile ilişki olarak en üst düzeye çıkar. Önerilen protein alımı, total enerjinin %15-20’si kadar olmalıdır (Orbak ve ark., 2002). 10-13 yaşlarındaki adolesanların günlük protein gereksinimi erkek ve kızlarda 1.0-1.3 g/kg’dır (Sağlık Bakanlığı, 2006). Büyüme için gerekli protein miktarı kızlarda 11-14 yaş arasında, erkeklerde ise 15-18 yaş arasında daha fazladır. Adolesanların çoğu bu miktarı et, tavuk, yumurta, süt ve ürünlerinden karşılayabilir (Erkan, 2008). Düşük sosyo-ekonomik düzeyde yaşayan bireylerin bitkisel kaynaklı protein tüketimine bağlı olarak protein gereksinimleri daha fazladır (Spear, 2000).

Enerji protein kullanımını etkilemektedir. Bu nedenle bireyin önce yeterli enerji alması sağlanmalıdır. Protein yetersizliği, vücudun protein dengesini negatif duruma getirir. Bu durumda vücut kendi dokularını kullanarak metabolizmayı sürdürür, büyüme durur, vücut ağırlığı azalmaya başlar, vücudun direnci azaldığı için hastalıklara yakalanma olasılığı artar, hastalıklar uzun sürer ve ağır seyreder. Diğer taraftan aşırı protein alımı da sakıncalıdır. Gereksinimin iki katından fazla protein alınırsa idrarla kalsiyum atımı artar, karaciğer ve böbreklerin üre yapma ve atma yükünü arttırır (Baysal, 2002).

2.1.1.1.3. Karbonhidrat Gereksinimi

Karbonhidratlar en önemli enerji kaynağıdır. Meyve, sebze, tüm taneli tahıllar gibi karbonhidrattan zengin besinler aynı zamanda diyetteki önemli posa kaynağıdır. Günlük toplam enerjinin %50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Ancak sukroz, fruktoz gibi tatlandırıcılar enerjinin %10-25’ini geçmemelidir (Erkan, 2008). Bir polisakkarit olan posa; bağırsak hareketlerinin artması, kan glikoz ve kolesterol düzeylerinin düzenlenmesinde olumlu etki gösterir, bu nedenle adolesan dönemde önerilen miktarda posa alımına dikkat etmek gerekir (Orbak ve ark., 2002).

2.1.1.1.4. Yağ Gereksinimi

Adolesanlarda yağlardan gelen enerjinin günlük alınan enerjinin, %30’u kadar, doymuş yağ oranının ise % 10’un altında olması önerilmektedir (Erkan, 2008). Yağların enerji kaynağı olması nedeniyle, toplam yağ alımındaki dikkatsiz kısıtlamalar proteinlerin enerji amaçlı kullanılmasına böylece büyüme ve gelişmenin olumsuz yönde

(20)

etkilenmesine yol açabilir. Bu durum yağda eriyen vitaminlerin emilimini de olumsuz yönde etkileyebilir (Orbak ve ark., 2002).

2.1.1.1.5. Vitamin ve Mineral Gereksinimi

Adolesan beslenmesinde vitamin ve mineral gereksinimi önemli yer tutmaktadır. Bu dönemde artmış enerji ihtiyacını karşılamak için daha yüksek miktarlarda tiamin, riboflavin ve niasine gereksinim artmaktadır. Doku sentezindeki hızlı artış, DNA ve RNA metabolizması için gerekli olan folat ve B12 vitaminine ihtiyacı arttırır. Yeni

hücrelerin yapısal ve işlevsel özelliklerini sürdürebilmeleri için daha fazla A, C ve E vitamini özellikle hızlı iskelet gelişimi için de D vitamini gereklidir (Kınık, 1996b). Adolesanların kalsiyum, demir, çinko, magnezyum ihtiyacı, diğer dönemlere göre bu büyüme atağı döneminde iki kat daha fazladır. İskelet kitlesinde artış, kalsiyuma; kan hacmi ve kas kitlesindeki artış ve kızlarda menstrasyonun başlaması demire; kas ve kemik kitlesinde artış ile diyet kaynaklarının daha iyi kullanımı için çinkoya gereksinim artmaktadır (Orbak ve ark., 2002).

Adolesan dönem, kemik sağlığı açısından en önemli ve kritik dönemlerden biridir. Çünkü bu dönemde alınan yeterli kalsiyum ile kemik kitlesi maksimum düzeye erişebilmekte, erişkin dönemde kemik kitlesi korunabilmekte ve postmenopozal dönemde kemik dokusu kaybı yavaşlatılabilmektedir. Adolesan dönemdeki yetersiz kalsiyum alımının sonraki yıllarda yerine konamadığı ve osteoporoz riskini arttırdığı belirtilmektedir (Şanlıer ve Yabancı, 2003). Günde yaklaşık 1200 mg kalsiyum alımının sağlanabilmesi için adolesanın kalsiyumdan zengin süt, yoğurt, peynir gibi besinleri tüketmesine özen göstermek gerekir (Erkan, 2008). Yetersiz kalsiyum ve riboflavin alımı, fazla miktarda meşrubat ve az miktarda süt tüketimi ile ilgili olabilmektedir. Bu durum kalsiyum fosfor oranını bozarak kalsiyum emilimini azaltır. Batı ülkelerinde adolesanların öğünlerini yüksek oranda atıştırma ile geçiştirdikleri bilinmektedir. Ülkemizde de bu eğilim gittikçe artmaktadır. Cips, şekerleme, çikolata, kola vb. gibi gereksiz besinler yerine, meyve, sebze, peynir, süt, yoğurt gibi besinlerin özendirilmesi gerekmektedir (Yağcı, Vural, Aydoğdu ve Selimoğlu, 2000).

Hücre gelişiminde DNA ve RNA sentezinde görev alan folat da bu dönemde özenle alınması gereken vitaminlerden biridir. Araştırmalar genellikle adolesanların folat düzeylerinin düşük olduğunu göstermektedir. Düşük folat düzeyin bebeklerde

(21)

nöral tüp defekti riskini arttırmakdır. Adolesan dönemi gebelikleri bu açıdan büyük risk taşımaktadır (Gökçay ve Garipağaoğlu, 2002).

Okul çağı çocuklar üzerinde yapılan bir çalışmada tiamin (%20.1), riboflavin (%89.9), vitamin B6 (%83.3), folat (%23.3), vitamin C (%43.0), vitamin A (%11.6),

vitamin E (%21.8) ve demir (%6.1) yetersizlikleri saptanmıştır (Wetherilt, Ackurt, Brubacher, Okan ve Aktaş, 1992).

2.1.1.2. Adolesanlarda Yetersiz ve Dengesiz Beslenmeye Bağlı Oluşan Sağlık Sorunları

Adolesanlarda yetersiz ve dengesiz beslenme sonucunda büyüme ve gelişme bozuklukları, beslenme anemileri, yeme davranışı bozuklukları, obezite ve kardiyovasküler hastalıklar gibi sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

2.1.1.2.1. Büyüme ve Gelişme Bozuklukları

Yetersiz ve dengesiz beslenen çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği görülür. Vücudun normal büyümesi, gelişmesi, çalışmasını sürdürmesi ve yıpranan hücrelerin yenilenmesi için gereksinim kadar protein alınması zorunludur. Yetersiz protein alınması durumunda zamanla vücut kendi hücrelerini kullanmaya başlar. Bunun sonucunda önce büyüme durur, sonra vücut ağırlığı azalmaya başlar (Örmeci, 1987).

Türkiye’nin üç coğrafik bölgesinde; Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da il, ilçe ve köy okullarından seçilen 7-17 yas grubu 960 çocuğun antropometrik ölçümleri, NCHS (National Center for Health Statistics - Amerikan Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi) referans verilerine göre değerlendirilmiş ve sosyo-ekonomik durumun büyüme gelişme üzerine etkisi incelenmiştir. Araştırma kapsamına alınan çocukların ağırlık ve boy ölçümleri her yas grubu için NCHS verilerine göre değerlendirildiğinde; erkek çocukların %40-63’ünün ağırlık, %53-72’sinin boy yönünden; kız çocukların %20-63’ünün ağırlık, %50-71’inin boy yönünden 50. persentilin altında olduğu belirlenmiştir. Kol çevresi ile triseps deri kıvrım kalınlığı ölçümleri de referans değerlerinin altında bulunmuştur (Açkurt ve Wetherilt, 1991). Yabancı, (2004) yaptığı çalışmada 7-14 yaş arası çocuk ve adolesanların %2.6’sının yaşa göre vücut ağırlığının; %8.9’ unun ise yaşa göre boy uzunluğunun 5. persentilin altında olduğunu bildirmiştir.

(22)

2.1.1.2.2. Mental Gelişim Bozuklukları

Beslenme ve mental gelişim arasındaki ilişkiyi doğrulayan ilk bulgu, diyetteki vitamin A yetersizliğinin normal gelişmeyi bozduğu ve konjenital anomalilere yol açtığına ait olup 1935 de Fred Hale tarafından ortaya konmuştur. Protein yetersizliğinin beyin gelişimi üzerindeki etkileri enerji yetersizliğinden daha fazla etkili olmaktadır. Yetersiz protein alımı sonucunda omurilik ve sinir hücrelerinde değişmelerin olduğu, nöron kaybı oluştuğu belirtilmiştir. Bunların yanı sıra protein yetersizliği oluşturulan hayvanlarda titreme, motor gelişmede zayıflama ve fizyolojik olgunlaşmada gerileme gözlenmiştir. Diyetlerin proteinden yetersiz olması beyindeki DNA ve RNA oranlarının düşmesine yol açmaktadır. Belleğin de bir protein molekülü olduğu düşünülürse ortamda gerekli protein bulunmadığı için bellek oluşumunun zayıflayacağı açıktır (Güneyli, 1978).

Genellikle yetersiz ve dengesiz beslenen çocukların okulda yorgunluk, dikkatsizlik tembellik ve eğitsel uyarıları dinlememe gibi olumsuz davranışlar gösterdiği saptanmıştır (Bulut, 1995). Özellikle iyot eksikliği günümüzde en önemli halk sağlığı problemlerinden birisidir. İyot, beyin gelişiminde ve büyümenin düzenlenmesinde çok önemli olan troid hormonlarının sentezi için esansiyeldir. İyot eksikliğine bağlı olarak adolesanlarda görülen en önemli sağlık sorunu mental ve fiziksel gelişimin bozulmasıdır (Şimsek ve Yordam 1995). Demir yetersizliği olan çocuklarda somatik büyüme ve mental gelişimin de geri kalabileceği özellikle dikkatte azalma görüldüğü ve bunun da öğrenmeyi etkilediği belirtilmiştir. Demir yetersizliği organik değişikliklere ek olarak zihinsel fonksiyonları etkileyerek adolesanlarda öğrenme yeteneğini bozabilmektedir (Yavuz, 2009). Açlık durumunda beyne enerji sağlayan kan şekeri en alt düzeydedir. Deney hayvanları ve insanlar üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen veriler kan şekerinin yeterli düzeyde olmasının öğrenme ve anımsamayı içine alan birçok beyin ve davranış işlevlerini düzenlediğini işaret etmektedir (Baysal, 1999; Demircioğlu ve Yabancı, 2003).

2.1.1.2.3. Yeme Davranışı Bozuklukları

Anoreksiya ve bulimiya nervoza en çok bilinen yeme davranışı bozukluklarıdır. Anoreksiya nervosa tipik olarak kızlarda, sıklıkla puberteden kısa süre sonra veya daha geç adolesan döneminde görülür. Erken başlangıçlı anoreksiya nervosa 8-14 yaşları

(23)

arasında olabilir (Göktürk, 2000). Anoreksiya nervosa prevalansının genç adolesan kızlarda %1-5 olduğu, kadın erkek oranının yaklaşık 20/1 olduğu ve ailesel bir seyir gösterdiği belirtilmiştir (Tershakovec ve Stallings, 2001). Genç adolesan kızlarda % 1-5 oranında görülen anoreksiya nervoza, 15-40 yaslarındaki kadınlarda ortalama %1 oranında görülmektedir (Ersoy, 1991).

Anoreksiya nervosa, kişinin şişmanlamamak amacıyla, bilinçli olarak aç kalması ve böylece giderek artan kilo kaybı ile seyreden bir yeme bozukluğudur. Temel sorun iştahsızlık değildir; beden ağırlığının normalin oldukça altında olmasına karşın, kilo almakla ilgili hastalık derecesindeki korku, yemek yemeyi engeller (Ünal, 1996). Boya göre vücut ağırlığı beklenen değerin %85’inden daha azdır. Anoreksiya nervoza’da vücut şeklinden rahatsızlık duyulur, kişi çok zayıf olmasına rağmen kendisini şişman bulur (Budd ve Gardiner, 2001). Anoreksiya nervozada hastaya verilecek psikolojik yardım sürecinde olumlu destek verilmeli, yemeğe karşı var olan olumsuzluklar düzeltilmeye çalışılmalıdır. Bu yardım sürecinde öncelikler çocuğun isteğine göre düzenlenmelidir. Psikoterapi gerektiğinde hem aile, hem de çocuk için uygulanmalıdır (Schichor, 1992).

Bulimiya nervoza, aşırı miktarda yemek yeme, yemek yerken kendi kontrolünü kaybetme yemekten sonra kendini suçlama, yediği yemeği kusarak çıkartmaya çalışma ve beden ağırlığı ile aşırı uğraşma belirtileri ile seyreden bir bozukluktur (Ünal, 1996). Bulimiya nervoza’daki yeme nöbetleri kısa sürede büyük miktarda yiyeceğin tüketilmesi olarak tanımlanır. Bu nöbetler sırasında hastaların 5000- 20000 kkal’lik yüksek karbonhidratlı besin tükettikleri, vakaların %50-60’ında nöbetlerin olduğu gözlenmiştir (Kınık, 1996 b). Adolesan kızlarda %1 bulimiya nervoza prevalansı üniversiteli kız öğrencilerde %5’e kadar çıkabilmektedir; bulimiyanın kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre 10 kat fazladır (Tershakovec ve Stallings, 2001). Bulimiya nervosa tedavisi hastanın kendine güvenini kazandırma, kusmayı azaltmak ve bazı ilaçları amaç dışı kullanmayı engellemek, normal yeme davranışını yeniden kazandırmak ve normal vücut ağırlığına yeniden ulaşmak amacıyla yapılmaktadır (Ersoy, 1991).

(24)

2.1.1.2.4. Beslenme Anemileri

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eksikliğinin nedeni ne olursa olsun, bir veya daha fazla temel besin ögesinin eksikliğine bağlı olarak hemoglobin yoğunluğunun normal değerlerin altında olmasını beslenme anemisi olarak tanımlamaktadır (Bilgel, 1997).

Beslenme yetersizliğine bağlı anemi durumu Türkiye’de en yaygın görülen halk sağlığı sorunudur. Genel olarak Türkiye’de nüfusun % 8.4’ünde oldukça ciddi düzeyde ve %26.5’inde hafif ve orta derecede anemi sorunu olduğu görülmektedir. Türkiye’de görülen anemi sorununun çok büyük bölümü %90.0’ı demir yetersizliği ile ilişkilidir (Köksal, 2001). Ortalama bir diyet 12-15 mg demir içermektedir. Günlük normal demir atımı 1 mg’dan azdır. Demir eksikliği kronik kanama veya hızlı büyüme süreçlerinde görülebilir. Anemik kişide solukluk, yorgunluk ve motor gelişmede gerilikler sık görülür. Demir eksikliği olan çocuklar diğerlerine nazaran enfeksiyonlara daha fazla eğilimlidir. Megaloblastik anemi de baslıca folat, B12 veya her ikisinin birlikte

eksikliğinden kaynaklanır. Folat eksikliğine bağlı megaloblastik anemi ciddi emilim problemleri olan veya ciddi beslenme bozukluğu olan ileri yaşlardaki adolesanlarda da görülebilir. Vitamin B12 eksikliği sonucu oluşan pernisiyöz anemi ise genellikle alım

eksikliğinden veya malabsorbsiyondan dolayı oluşmaktadır. Vitamin B12’nin bitkisel

kaynaklı besinlerde hiç bulunmaması, vejeteryan adolesanlarda pernisiyöz anemi riskini arttırmaktadır (Githens ve Hathaway, 1993).

Günlük demir alımı 10-18 yaş erkeklerde ve 10-13 yaş kızlarda 10 mg iken, 14-18 yaş kızlarda 18 mg’dır (Sağlık Bakanlığı, 2006). Erkekler ve kızlar arasındaki farklılık menstrüasyondan dolayı oluşmaktadır (Köksal, 2001). Kız çocuklarında, menstürasyon döneminde demir kaybı ayrıca önem taşımaktadır (Dworkin, 2000).

Diyetteki olumsuz faktörler de anemi oluşumunda etkilidir. Yemek sırasında ve yemeğin hemen üzerine içilen çay ve kahvenin demirin emilimini olumsuz etkilediği belirtilmiştir (Baysal, 2002). Kız adolesanlarda çay tüketiminin serum demir oranına etkisinin incelendiği bir araştırmada, çay içmeyen kız adolesanlarda serum demirinin, içenlerden daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Tütüncü, 1995). Çaydaki polifenollerin demir emilimini düşürücü etkisi bilinmekle birlikte, dengeli beslenen ve diyetinde “heme” demiri içeren yeterli hayvansal kaynaklı besinler bulunan kişilerde çayın demir yetersizliği anemisine yol açmayacağı ya da bir katkıda bulunmayacağı belirtilmektedir.

(25)

Diyetinde hiç ya da çok az et ve ürünleri bulunan kişilerde çayın demir yetersizliği anemisine katkısı olabilmektedir (Işıksoluğu, 2001).

2.1.1.2.5. Diş Sağlığı

Diş çürükleri ile beslenme arasında sıkı bir ilişki vardır. Diş çürükleri beslenmeyi olumsuz yönde etkilediği gibi hatalı beslenme de diş çürüklerini arttırmakta ve ağız sağlığının bozulmasına neden olabilmektedir. Şeker yeme sıklığının ve çeşidinin diş çürüklerini arttırdığı bilinmektedir (Karaağaoğlu, 1999).

Diş sağlığı bakımından çocuk ve adolesan dönem önemlidir. Bu süre içerisinde çocuğun dişlerinin sağlıklı, sayı olarak tam ve dizilişlerinin düzgün olması gerekmektedir. Çocuğun yeterli ve dengeli bir şekilde beslenmesi de, genel sağlık yanında diş çürüklerinin önlenmesinde önem taşır (Harksawat, Tonmukayaku ve Boonthum, 2009).

Yaşı 9-11 arası olan toplam 889 ilkokul öğrencisi üzerinde yapılan bir araştırmada öğrencilerin %58’inde diş çürüğü saptanmıştır. Bu durumun özellikle araştırmaya alınan çocukların şekerli besinlere düşkün olmaları, okul çıkısında simit, sandviç, sakız, pamuk helva gibi karbonhidratlı besinleri almaları ve diş bakımına gereken önemi vermemelerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı belirtilmiştir (Güneyli, 1986).

2.1.1.2.6. Obezite

Vücut yağ dokusunun artışı olarak tanımlanan obezite, çocuk ve adolesanlarda önemli bir sağlık sorunudur. Obezite, uzun süre harcanandan fazla enerji alımıyla ortaya çıkar (Parizkova ve Hills, 2005). Halk sağlığı çalışmalarına ve toplumun diyet uygulama konusundaki çabalarına rağmen obezite dünyada hızlı bir artış göstermektedir (Seidell, 1995).

Şişmanlık, çocuk ve adolesanlarda önemli bir sağlık sorunudur. Çocukluk çağı şişmanlığı, yetişkin dönemde görülen bozulmuş glikoz toleransı, metabolik sendrom, koroner kalp hastalıkları, diabet, hipertansiyon ve astım gibi birçok hastalıkla yakından ilişkilidir. Şişman çocukların, ileri yaşlarda şişman yetişkin olma olasılıkları da yüksektir (Stovitz, Pereira, Vazquez, Lylte ve Himes, 2008).

(26)

Çocukluk çağı şişmanlığı tüm dünyada büyük bir hızla artmaktadır. İngiltere ve İsveç’de yapılan çalışmalarda, son yıllarda çocuklarda şişmanlık prevalansının yaklaşık 2 kat; Çin’de yapılan bir çalışmada ise 4 kat arttığı belirtilmiştir (Holmback, Fridman, Gustaffson, Proos ve Forslund, 2007) .

Türkiye’de şişmanlık önemli bir sorundur. İstanbul’da bir çocuk yuvasında 1-11 yaş arası çocuklar üzerinde yapılan bir çalışmada, çocukların %20.0’sinin toplu, %16.1’inin şişman olduğu bulunmuştur (Erkan, Yalvaç, Erginöz, Çokuğraş ve Tufan, 2007).

Adolesan dönemde görülen obezite, son yıllarda tüm dünyada gittikçe artan önemli bir sağlık sorunudur. Obez adolesanlar inaktiftirler, iskelet ve cinsel olgunlukları ileridir, boyları yaşıtlarından daha uzundur. Ruhsal bakımdan diğer adolesanların aksine, kendilerini beğenmezler, itilmiş ve ezilmiş hissederler. Bütün bu faktörler can sıkıntısını ve inaktiviteyi teşvik ederek iştah açar ve adolesanların daha sık ve fazla yemelerine neden olur, böylece süre gelen bir kısır döngü oluşur (Cenani, 1986). Anne veya babası obez olan çocukların %50’sinde obezite görülmektedir. Obezitenin oluşumunda aileden gelen kalıtsal faktörlerin de etkili olduğu ayrıca ailede uygulanan yanlış beslenme davranışlarından çocukların da etkilendiği bilinmektedir (Balcı, 1996; Danielzik, Longnase, Mast, Spethmann ve Müller, 2002).

2.1.2. Obezitenin Tanımı

Şişmanlığın en kısa ve bilimsel tanımı, hatalı ve aşırı beslenme sonucu vücuttaki yağ dokusunun, olması gerekenden fazla olmasıdır. Vücut yağ miktarı, vücudun en değişken kısmıdır; aynı boy uzunluğundaki ve vücut ağırlığındaki bireylerde değişiklik göstermektedir. Yapısal olarak obeziteden söz edilirken, vücudun diğer kısımlarına göre, yağ kitlesindeki artış olarak tanımlanmaktadır (Pekcan, 1993).

Çocukluk ve adolesan dönemde iskelet ve kardiyovasküler sisteme ait veya psikolojik bir çok komplikasyon obeziteye bağlı olarak gelişebilir. Obezlerin, toplumda ayrımcılığa uğradıkları, kendi güvenlerini ve zeka yeteneklerini geliştirmede ve sosyal olarak iletişim kurmada zorlandıkları belirtilmiştir (Aykol,1995; Ergür ve Marakoğlu, 2002).

(27)

Obezitenin büyüme üzerine bir çok etkisi vardır. Obez çocukların daha uzun olmaları beklenir ve de onların kemik yaşları daha ileridedir. Fakat ergenliğin daha ileri yıllarında bu gruptakilerin epifizleri daha önce kapandığı için boyları obez olmayan gruba göre daha kısa kalır. Obezlerin yağsız vücut kitlesi de artar ve obez olmayanlara göre daha erken menarş olurlar. Artan boy, ileri kemik yaşı ve erken menarş fazlalaşan besin alımının ototrofik etkisi iledir. Halbuki artan kas kitlesi sonucu fazlalaşan yağsız vücut kitlesi hem ağırlığı hem de adipositlerin çekirdek kitlesini arttırarak bu süreci destekler. Artan ağırlık iskelet sisteminde, tibianın eğrilmesine (Blount hastalığı) veya femur başı epifiz kaymasına neden olur (Kaşifoğlu ve Tunçbilek, 1997).

Kardiyovasküler risk faktörleri olarak, artan kan basıncı, bozulan yağ lipit profili ve glikoz toleransı görülür. Obez çocukların %60’ı 5 ile 10 yaş arasında bunlardan en az birine %20 sinden fazlası ise en az ikisine sahip olur. Karaciğer enzimlerinin yükselmesi obez çocukların %5-10 nun da görülür (Baltacı, Ersoy, Karaağaoğlu ve Kanbur, 2008).

2.1.2.1. Obeziteyi Saptama Yöntemleri

Obezite doğrudan veya dolaylı yöntemler kullanılarak saptanabilir.

2.1.2.1.1. Doğrudan Yöntemler

Obezitenin derecesini belirlemede bir çok ölçüm kullanılmaktadır. Araştırma laboratuarlarında su altı ölçümleri ile vücut dansitesine bakılması, total vücut iletkenliği, toplam vücut su miktarı ölçümleri ve gaz absorpsiyonu gibi yöntemler ile vücut yağ miktarını doğrudan belirlemek mümkün olmaktadır. Aynı amaçla bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme teknikleri de kullanılmaktadır. Fakat bu yöntemlerin pahalı olmaları ve pratikte kullanımlarının kısıtlılığı nedeniyle kullanımları yaygın değildir. Bu nedenle klinikte obezitenin belirlenmesinde vücut yağ miktarını indirekt olarak gösteren antropometrik ölçümler tercih edilmektedir (Ergür ve Marakoğlu, 2002).

(28)

2.1.2.1.2. Dolaylı Yöntemler

Antropometrik ölçümlerle, vücut yağı ve yağsız vücut kitlesi saptanabilmektedir. Vücut ağırlığı ve boy uzunluğu ölçümleri, obezite kliniklerinde ve saha araştırmalarında en çok kullanılan antropometrik ölçümlerdir (Pekcan, 1993).

a) Boya Göre Ağırlık Ölçümü

Çocuklarda şişmanlığın belirlenmesinde gerçek ağırlıkları, ideal ağırlıkları ile karşılaştırılmaktadır. Yaş ve cinsiyete göre düzenlenmiş boy ve vücut ağırlığını gösteren standartlar kullanılabilir (Kaşifoğlu ve Yordam, 2000) (Bakırtaş, 2004). Genel olarak ölçümlerde, <5 persentil çok zayıf, 5-15 persentil zayıf, 15-85 normal, 85-95 toplu, 95> obez olarak değerlendirilir (Himes ve Dietz, 1994).

b) Beden Kitle İndeksi (BKI)

Ölçülen vücut ağırlığının, boyun karesine oranlanmasıyla hesaplanmaktadır. Beden Kitle İndeksi (BKİ), halen en yaygın olarak kullanılan boy-ağırlık indeksidir. WHO şişmanlığı belirleyebilmek için BKİ önermektedir. Şişmanlığın değerlendirilmesinde en pratik ölçüt olan BKİ’nin 20-25 arasında tutulması sağlıklı yaşamın göstergesi olarak kabul edilmektedir. Çocuk ve adolesanlarda BKİ’nin değerlendirilmesinde yaşa ve cinsiyete göre referans değerlerin kullanılması önerilmektedir (Lee ve Niema, 2007; Sağlam, 1998; Pekcan, 2008) .

c) Bel / Kalça Oranı

Yağın vücuttaki dağılımını belirlemede önemli bir ölçüt de bel/kalça oranını hesaplamaktır. Yağın, bedenin alt bölümlerde toplanması ‘jenoid’, üst bölümlerde toplanması ‘androit ’obezite olarak tanımlanmaktadır. Bel / kalça oranı kadında 0.8 erkeklerde de 1.0’den fazla ise şişman olarak değerlendirilmektedir (Baysal, 2002).

d) Deri Kıvrım Kalınlığının Ölçülmesi

Obezite değerlendirilmesinde sık kullanılan yöntemlerden birisi de vücudun çeşitli bölgelerindeki (triseps, biseps, göğüs, midaksiller subskapular, suprailliak, abdominal, bacak) deri kıvrım kalınlıklarının ölçümüdür. Obezitede yağın bir kısmı deri altında toplanır. Deri altı yağ dokusunu belirlemek için kaliper adı verilen bir aletle deri kıvrım

(29)

kalınlığı ölçümü yapılır. Tek bölgeden deri kıvrım kalınlığının ölçülmesinde triseps veya subskapular deri kıvrım kalınlıklarının ölçümü kullanılmaktadır. Triseps deri kıvrım kalınlığının erkeklerde 23 mm, kadınlarda 30 mm’nin üstünde olması obezite göstergesi olarak belirtilmiştir. Ancak ağırlık ve boya dayanan diğer obezite ölçütlerinin aksine deri kıvrım kalınlığı standartları ülkelere göre farklılıklar gösterebilir. Örneğin Türkiye’de çocukların triseps deri kıvrımı kalınlıkları Avrupalı ve Amerikalı çocuklarınkinden daha düşük, buna karşılık suprailiak deri kıvrımı kalınlıkları daha yüksektir (Baysal, 2002; Ergür ve Marakoğlu, 2002; Kaşifoğlu ve Yordam, 2000; Pekcan, 1993).

2.1.2.2. Obezite Oluşumunu Etkileyen Etmenler

Çeşitli etmenlerin etkisiyle oluşan obezite sağlığı olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Oluşumunda harcanandan fazla enerji alımı esas olmakla beraber genetik, çevresel, kültürel, sosyo-ekonomik ve psikolojik faktörler de etkendir. Fizyolojik, biyokimyasal ve genetik etmenlere ilişkin araştırma verileri, şişmanlığın sadece basit bir irade gücü sorunu olmadığını, iştah düzenlenmesi ve enerji metabolizmasındaki bir düzensizlik sonucu ortaya çıktığını işaretlemektedir (Sağlam, 1998).

2.1.2.2.1. Genetik Etmenler

Son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda şişmanlığa neden olan beş ayrı gen tanımlanmıştır (Kaşifoğlu ve Tunçbilek, 1997). Kalıtım çalışmaları, insanın beden ağırlığındaki farklılıkların %70 oranında genetik etkenlerle açıklanabileceğini göstermiştir. Beden ağırlığı konusunda genler ve çevre arasında önemli etkileşimler vardır (Tural, 2001). Üç yaş altında aşırı kilolu bir çocuğun, ailesinde en az bir obez birey olmadıkça, gelecekte obez olacağı tahmin edilemez. Üç yaşından sonra, yaşın ilerlemesiyle adolesan dönemde obezite olasılığı artmaktadır, obez bir çocuk altı yaşına ulaştıktan sonra obezitenin kalıcı olma riski %50 ve obez adolesanların yetişkinlikte obez olma riski %70-80’dir. Obezitenin en az bir aile bireyinde olması çocuklarda her yaşta daimi kalma riskini arttırır. Normal kilolu anne ve babanın çocukları arasında obezite %8-9 iken, anne ve babanın şişman oluşu ile çocuklardaki obezite sıklığı %40’a, her ikisinin de şişman oluşu ile %80’e çıkması obezite üzerinde kalıtımın etkisini doğrulamaktadır. Evlatlık çocukların vücut ağırlıkları, kendilerini evlat edinen anne

(30)

babadan çok biyolojik anne ve babaların vücut ağırlıklarıyla ilişkilidir (Ergür ve Marakoğlu, 2002; Köksal, 1993).

2.1.2.2.2. Cinsiyet

Obezite her iki cinste de görülebilmektedir. Ancak yapılan çalışmalar şişmanlığın, kızlarda erkeklere oranla daha yüksek olduğu yönündedir. Aynı yaş grubundaki erkek ve kızlar vücut bileşimi açısından değerlendirildiğinde, genellikle kızlarda vücuttaki yağ miktarının, erkeklerden daha fazla olduğu belirlenmiştir. İlkokul dönemi ve puberte dönemlerinde kızlar arasında erkeklere göre daha yüksek oranda obezite olgusuna rastlanmaktadır (Köksal, 1985).

2.1.2.2.3. Yaş

Hayatın ilk yılında şişmanlama hücre sayısını değil, hücre büyüklüğünü etkilemektedir. İlk yıldan sonra obezite düzeyi azalmakta, 6 yaş civarında yeniden bir artış göstermekte, bu artış ne kadar erken olursa adolesan dönemi sonunda obezite riski o kadar çok artmaktadır (Giray, 1990). Yaşın ilerlemesi sonucu bazal metabolizmanın yavaşlaması enerji harcamasını azaltmaktadır. Enerji alımının dengelenememesi sonucu yaş artıkça vücut ağırlığı da artmaktadır (Baysal, 2002).

2.1.2.2.4. Beslenme Şekli

Doğumdan itibaren uygulanan beslenme şekli çocuğun beslenme alışkanlıklarını etkilemektedir. Enerjiden zengin besinlere erken başlamak ve bunları uzun süre vermek şişmanlığa yol açan ve çocuğun mide kapasitesini arttıran uygulamalardır (Köksal, 1993). Ayrıca karışık ve yapay beslenen süt çocuklarında obezite, anne sütü ile beslenenlere göre daha sıktır (Altınkaynak, Yiğit ve Ertekin, 2002; Yabancı, 2004). Karbonhidrat içeriği yüksek besinlerin sıklıkla tüketilmesi ve miktarının fazla olması durumunda obezite daha sık görülmektedir. Yemeği hızlı yeme ve öğün aralarında fazla yeme alışkanlıkları şişmanlığı arttıran nedenlerdir (Sağlam, 1989). Günümüzde insanın hızlı yaşam temposu nedeniyle zamanla büyüyen bir endüstri ve yaşam tarzı haline gelen fast food türü besinlerin tüketimi de okul dönemi çocukları, adolesanları ve yetişkinleri şişmanlığa iten büyük nedenlerden biridir. Fast foodların en belirgin özelliği sahip oldukları yüksek enerjinin %40-50’sinin yağdan geliyor olmasıdır, bu yağın büyük bir kısmı da doymamış yağlardan oluşmaktadır. Bu tür besinlerin besin değeri,

(31)

içerdikleri yüksek enerji kadar fazla değildir. Fast foodların bir çoğunda A vitamini ve kalsiyum miktarlarının yetersiz, sodyum miktarının yüksek olduğu belirlenmiştir (Korkmaz, 1996). Topbaş (2000)’ın obezite ile günlük tüketilen besin ögeleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yaptığı bir çalışmada; BKİ normal olanlara göre şişmanların günde daha fazla enerji, toplam yağ, doymuş yağ asidi aldıkları bulunmuştur. Cinsiyet, yaş, günde alınan enerji ve toplam yağ miktarının obezite üzerinde önemli etkide bulunan belirleyici faktörler olduğu saptanmıştır. Bowman (2003) Amerikalı çocuklarda obezite riskinin artması üzerine yaptığı bir çalışmada; ev dışında yenen yemek sayısının dramatik bir şekilde arttığını, insanların daha büyük porsiyonlarda yemek yediğini, hem evlerde, hem restoranlarda porsiyonların miktar olarak büyüdüğünü, hamburger, pizza gibi besinlerle ilişkili olarak çocukların fast food restoranlarını sık olarak ziyaret ettiği, meyve, sebze ve süt alımının azaldığını bildirmiştir.

Rakıcıoğlu, Fidancı ve Kıral (1999) yaptıkları araştırmada 10-18 yaş grubundaki çocukların %59.0’unun kolalı içecekler, %32.0’sinin şeker ve çikolatalı besinler, %15.4’ünün de cips ve benzeri besinleri yoğun olarak tükettiklerini saptamışlardır. Ailenin beslenme şeklinin obeziteye neden olabileceği ve şişmanların fazla yeme isteğinin, aile çevresinden edinilen bir alışkanlık olduğu ileri sürülmektedir.

2.1.2.2.5. Fiziksel Aktivite

İnsan bedeni hareketli yaşamı gerektiren bir yapıdadır. İlkel insan yaşam gereksinimlerini daha çok beden gücüyle yaptığı faaliyetlerden sağlamaktaydı (Baysal, 1999). Teknolojik gelişmelerin sağladığı kolaylıklar insanoğlunun enerji harcamasını azaltmış, bu da obeziteye giden yolu açmıştır. Günlük aktivitenin azalması, uzun süre televizyon seyretme ve bilgisayarla uğraşma, çevre olanaklarının uygun olmaması dolayısıyla oturduğu yerde oyun oynama gibi durumlar hem yetişkinlerde, hem de çocuklarda fiziksel aktivitenin azalmasına neden olmaktadır (Altınkaynak ve ark., 2002). Televizyon izlenirken atıştırma davranışı ve yenen besinlerin yüksek yağ, şeker ve tuz içermesi de enerji alımı ve harcanması arasında dengesizliği arttırmaktadır (Doğan ve Yıldız, 2001).

(32)

Harris (1997) yaptığı bir çalışmada okul çocuklarında yetersiz fiziksel aktivite ve yanlış beslenme alışkanlıklarının yetişkin dönemde kronik hastalık riskini arttırdığını saptamıştır.

2.1.2.2.6. Ailenin Sosyo-ekonomik Durumu

Gelişmiş ülkelerde obezite, düşük sosyo-ekonomik durumdaki ailelerde ve çocuklarda sık görülürken, gelişmekte olan ülkelerde ise ekonomik sorunu olmayan ailelerin çocuklarında sık görülmektedir. Kentsel kesimde obezite, kırsal kesime göre daha yaygındır (Altınkaynak ve ark., 2002). Gelişmiş ülkelerde sağlıklı beslenme bilincinin yerleşmemesi ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda pek çok işin makineyle yapılması sonucu hareket azlığı da şişmanlığın oluşumunda önemli bir etken oluşturmaktadır (Köksal, 1993). Rakıcıoğlu ve arkadaşları (1999)’nın devlet okulları ve özel okullarda eğitim gören çocukların beslenme durumlarına ilişkin yaptıkları bir araştırmada, çocukların öğün aralarında tüketmiş oldukları besinlerin farklı olduğu saptanmıştır. Devlet okullarına giden çocukların çoğunluğu öğün aralarında sadece evden, beslenme çantalarında getirdikleri besinleri tüketirken (%37.4), özel okullara giden çocukların çoğunluğu (%46.8) şeker, cips, bisküvi türü besinleri sıklıkla tüketmektedirler. Ankara’da sosyo-ekonomik düzeyi farklı biri özel diğeri devlet okuluna giden 11-15 yaş grubu çocuklar üzerinde yapılan başka bir çalışmada ise; iki grubun boy uzunluğu arasındaki fark 10 cm olarak bulunmuştur. Yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların diyetinin hayvansal protein ve yağdan zengin; düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların diyetinin ise tahıl, şeker ve sebzelere dayalı olduğu bildirilmiştir. Yeşil yapraklı sebzeler, süt, yoğurt, yağlar, pirinç, bulgur, makarna vb. tahılların dışındaki tüm besinlerin tüketiminin özel okullara giden çocuklarda devlet okullarına giden çocuklara göre istatistiksel açıdan daha belirgin şekilde yüksek tüketildiği görülmüştür (Köksal, 1985). Farklı sosyo-ekonomik düzeydeki yüksek yetişkin kadınlarda obezite prevelansını inceleyen bir araştırmada da sosyo-ekonomik düzeyde bal, pekmez, reçel tüketim sıklığı daha fazla bulunmuştur (Bingöl, 1996).

2.1.2.2.7. Psikolojik Etkenler

Emosyonel durum yani sevinçli, üzüntülü, stresli vb. olma durumunda yemek yeme düzeninin çoğu kişide değişikliğe neden olduğu belirtilmektedir. Yapılan bir çalışmada yetişkin kadınların üzüntülü ve stresli olduklarında %84’ünün, sevinçli ve

(33)

heyecanlı olduklarında %50’sinin besin alımlarında değişiklik yaptıkları bildirilmiştir (Yıldız, 2003). Kısa sürede, kontrol dışı ve rahatsız oluncaya kadar yeme (binge eating) ve bilinçsiz diyet kısıtlamaları psikopatolojik yeme bozuklukları için önemli bir sorun kaynağıdır. Tıkanırcasına yeme sendromu görülme sıklığı, Amerika’da ve gelişmiş batı ülkelerinde adolesan dönemindeki erkeklerde %7-32, kızlarda %17-32 olup, bazı araştırmalarda kızlarda %61.6’ya kadar yükselmektedir. Şişman bireyler binge eatinge daha yatkındır. Binge eating alışkanlığını bulimia nervoza gelişimi izlemektedir (Aslan, 2003). Yeme bozukluğu ve depresyon gibi bazı ruhsal sorunlar, şişman kişilerde normal kiloda olanlara oranla daha sık görülmektedir. Diğer yandan ruhsal hastalıklar da yeme davranışının ve egzersiz alışkanlıklarının değişmesine yol açarak şişmanlığın gelişmesine katkıda bulabilmektedirler (Özmen, 2003).

2.1.2.3. Obezitenin Neden Olduğu Hastalıklar

Obezite yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, insüline bağımlı olmayan diabetes mellitus, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser gibi kronik hastalıklar ile çeşitli psikolojik problemlerle ilişkili bir sağlık sorunudur. Obezlerde intraabdominal yağ dokusunun artması ile ilişkili olarak hormonal bozukluklar görülür. İnsülin direnci, insülin salınımında artış, kadınlarda progesteron düzeyinde azalma, erkeklerde testesteron düzeyinde azalma, kortizon yapımında artma, büyüme hormonunda azalma bu hormonal bozukluklar arasındadır. Çocukluk dönemi obezitesinde tıbbi komplikasyonlara, yetişkinlere kıyasla daha az rastlanmaktadır. Çocuk ve adölesanda obezite ile ilişkili sağlık sorunları, kardiyovasküler hastalıklar, anormal glikoz metabolizması, hepatit, gastrointestinal hastalıklar, uyku apnesi, ortopedik komplikasyonlar ve psikolojik sorunlardır (Baker, Olsen ve Sorensen, 2007; Mattson, Rönnemaa, Juonala, Viikari ve Raitakari, 2008; Parizkova ve Hills, 2005).

2.1.3. Kardiyovasküler Hastalıklar ve Risk Faktörleri

Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıkları ilk sırada olmasına rağmen, kolesterol, hipertansiyon, şişmanlık gibi sorunların düzeltilmesi ile bu ölümler önlenebilir veya geciktirilebilir. Bu nedenle WHO; kalp ve damar hastalıklarını bir numaralı insanlık düşmanı ilan etmiştir (WHO, 2000).

(34)

Kardiyovasküler risk faktörleri, kalp hastalıklarının özellikle de koroner arter hastalıklarının ortaya çıkması ile ilgili durumlardır. Kalp ve damar hastalıklarını kolaylaştıran faktörlere kardiyovasküler risk faktörleri adı verilir. Kardiyovasküler risk faktörleri; hipertansiyon, sigara, yağ metabolizması bozuklukları, diabetes mellitus, obezite, fiziksel aktivite azlığı ve sedanter yaşam, yüksek hematokrit, artmış trombojenik faktörler, yaş, cinsiyet, kalıtım, östrojen eksikliği, alkol, fibrinojen yüksekliği, ürik asit yüksekliği, belirgin beyin, kalp, böbrek veya damar hastalıklarıdır (Ebrahim ve Smith, 2001). Kalp ve damar hastalıkları Türkiye'de ve diğer ülkelerde ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açan yaygın sorunlardır. Türkiye’de 6 milyon kişide kan kolesterol düzeyi sınırda yüksek (200-239 mg/dl) ve 2 milyon kişide yüksektir (240 mg/dl). Kolesterol, yağımsı bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir. Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Değişik tipte lipoproteinler vardır. LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein), kötü huylu kolesteroldür. HDL (high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein), iyi huylu kolesteroldür. HDL ve LDL-kolesterolden başka lipoproteinler de vardır (Ebrahim ve Smith, 2001). Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risktir ve kolesterol yüksekliği bir kardiyovasküler risk faktörüdür. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir. Bu riske sahip hastalarda kalp krizi, felç, damar tıkanması gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır (Cicala, 1999).

Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem sistolik hem diyastolik hipertansiyonun şiddeti arttıkça kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır (Falkner, 2007).

Sigara kullanımı, kalp hastalığı riskini pek çok değişik nedenlerle arttırır. Sigara kullanımı sadece LDL- kolesterol düzeyini arttırmakla kalmaz, aynı zamanda HDL-kolesterol düzeyini de düşürür. LDL-HDL-kolesterol düzeyleri düşük olan sigara içicilerinin bile ateroskleroz hastası olma riskleri yüksektir (Ebrahim ve Smith, 2001).

Yağ metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. Günümüzde, kardiyovasküler risk

(35)

açısından toplam kolesterolden çok LDL-kolesterol düzeyi temel alınmalıdır. Kardiyovasküler riski azaltmak için toplam kolesterol düzeyi 200 mg/dl ve LDL-kolesterol düzeyi 130 mg/dl'nin altında tutulmalıdır. HDL-LDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır. Doymamış yağlar vücuda girdikten sonra, doymamış yağın bir miktarı kolesterole dönüşür ve bu nedenle kalp için sağlıklı diyetlerin hepsi de doymamış yağ tüketiminin sınırlandırılmasını önerir (Cicala, 1999).

Diabetes mellitus iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda yağ metabolizması bozuklukları, hipertansiyon, obezite gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır (Falkner, 2007). Obezite ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Obez bireylerde, kalp tüm dokulara kan pompalamak için daha çok çalışmaktadır. Tahminlere göre obezlerde her bir kilo fazla yağ dokusu, kalbin kan pompalaması gereken kılcal damar uzunluğunu bir buçuk kilometre daha arttırır. Obezlerin, normal insanlara göre kolesterol düzeyleri iki kat, yüksek kan basıncı ve diyabet hastası olma olasılıkları da üç kat daha fazladır (Ebrahim ve Smıth,2001).

Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolünü zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır (Cicala, 1999).

Yetişkinlik döneminde belirti gösteren kardiyovasküler hastalıkların oluşmasında etkili olan sağlıkla ilgili tutumlar ve davranışlar çocukluk döneminde gelişmeye başlar (Potts ve Mandleco, 2002).

2.1.4. Diyete Bağlı Kardiyovasküler Risk Faktörleri

Adolesan dönemde fiziksel büyüme için, besin değeri yüksek besinlere gereksinim vardır. Çocukluk çağında başlayan yanlış beslenme alışkanlıkları, ileri yaşlarda kalp-damar hastalıkları, kanser ve osteoporoz gibi kronik hastalıklara neden olmaktadır. Yapılan çalışmalar, çocukluk ve adolesan dönemde kazanılan alışkınlıkların, yetişkin dönemle ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu çalışmalarda, kalp hastalıkları için önemli risk faktörleri olan beslenme ve spor gibi davranışların adolesan

(36)

dönemde öğrenildiği de vurgulanmaktadır. Beslenme alışkanlıkları serum lipit ve lipoproteinlerine etki eden önemli etmenlerdir. Tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri, vitamin E, posa gibi besin öğeleri kalp hastalılarına karşı koruyucu etki gösterirken, diyet kolesterolü ve doymuş yağ asitlerinin artması, kalp hastalıkları riskini arttırmaktadır. Amerikan Kalp Derneği diyetle doymuş yağ asitleri alımının enerjinin %10’undan, diyet kolesterolünün de 300mg/gün’den az olmasının kalp hastalıkları riskini azaltacağını bildirmiştir(Addor, Wietlisbach, Narring ve Michaud, 2003; Cusatis ve Shannon, 1996; Glore, Van-Treek, Kinehans ve Guild, 1994; Monge-Rojas, 2001; Nicolosi, Wilson, Lawton ve Handelman, 2001).

Amerikan Kalp Derneğine göre diyete bağlı kardiyovasküler risk faktörleri (Krauss, Eckel Howard, 2000);

* Doymuş yağ asidi tüketiminin toplam enerji alımının %10’undan fazla olması,

* Tekli doymamış yağ asidi tüketiminin toplam enerji alımının %10’undan az olması,

* Çoklu doymamış yağ asidi tüketiminin toplam enerji alımının %7’sinden az olması,

* Diyet kolesterol miktarının her 1000 kkal için 100 mg dan çok olması, * Toplam yağ alımının toplam enerji alımı için %30’undan fazla olması, * Çoklu doymamış yağ asitlerinin doymuş yağ asitlerine oranının 1.0’den az olması,

* C-SFA indeksi (kolesterolün doymuş yağ asitlerine oranı) 25’den fazla olması

2.2. Konu İle İlgili Araştırmalar

Aykol (1995) okul öncesi çocuklarda obezite prevelansının belirlenmesi, psikolojik bozuklukların ve serum yağ düzeyleriyle kan basıncı arasındaki ilişkiyi tespit etmek amacıyla yaptığı bir çalışmada; 4-11 yaşları arasında 815 çocuğu, obez çocuklarda kardiyovasküler hastalık risk faktörleri olan kan basıncı, serum total

(37)

kolestrol ve LDL- kolesterol düzeylerinde artma olduğunu tespit etmiştir. Özellikle obez erkek çocuklarının daha fazla risk altıda oldukları görülmüştür.

Saldanha (1995) Amerika’da 2-18 yaş arası çocukların diyetle %55-90’ının önerilen minimum posa miktarını tüketmediklerini saptamıştır. Posalı besinlerin çocukluk döneminde tüketiminin sindirimi kolaylaştırdığını ve kalp, şeker ve kanser gibi yetişkin dönemde ortaya çıkan bazı kronik hastalıkların tedavisinde etkili olduğu belirtilmiş, bu nedenlerle posa yönünden zengin besinlerin çocuklar tarafından tüketilmesini sağlayacak çalışmaların yapılması önerilmiştir.

Kilen, Telch, Robinson ve Maccoby (1998) iki farklı bölgeden seçilmiş dört okulda toplam 1447 öğrenci üzerinde yaptıkları bir araştırma sonucunda, kalp damar hastalıkları görülme riskini azaltma eğitiminin okullarda yapılmasının uygun olacağını bildirmişlerdir.

Alphan, Keskin ve Tatlı (2002) özel ve devlet okullarında öğrenim gören adolesanların beslenme alışkanlıklarını ve bunu etkileyen etmenleri araştırmak amacıyla yaptıkları bir çalışmada, 12-14 yaş grubunun %25.2’sinin şişman, %24.8’inin zayıf olduğunu ve fast food tarzı besinler, tahıl ve ürünleri ile şeker ve tatlıların fazla tüketiminin şişmanlığa neden olduğunu belirtmişlerdir.

Tezcan (2002) Ankara `da bir ilköğretim okulunda okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin %84.5’inin her gün kahvaltı yaptığını, %61.3’ünün her gün öğle, %92.8’inin ise her gün aksam yemeği yediklerini saptamış; %32.0’sinin ara öğün tüketmediklerini belirtmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin %75.8’inin süt ve süt ürünlerini her gün tükettikleri, et tüketiminin ise çoğunlukla haftada 1- 2 kez (%46.9) ile ayda 1- 2 kez (%36.1) arasında değiştiği bildirilmiştir.

Özgür (2003) çocukluk dönemi obezitesinde 24 saatlik kan basıncı izlenimi ve fonksiyonlarını incelediği bir çalışmada; çocukluk dönemi obezitesinde hipertansiyon ve insülin direncinin çok yaygın olduğu, bu risk faktörleri olmasa da kalp fonksiyonlarının bozulduğu ve özellikle hipertansiyon ve insülin direnci gelişen obezlerde kalp ve böbrek fonksiyonlarının yakından takip edilmesi gerektiğini belirtilmektedir.

Şekil

Tablo 1. Adolesanların Yaş, Cinsiyet ve Kardeşlerine İlişkin Bilgiler (n=182)
Tablo 2. Anne ve Babalar ile İlgili Bilgiler (n=182)
Tablo 3. Adolesanların Tükettikleri Öğünlere İlişkin Bilgiler (n=182)
Tablo 4. Adolesanların Okulda Beslenme Şekli, Okulda Yemekhane Olma ve  Yemeklerden Memnunluk Durumu (n=182)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Resim sanatı, genel özellikleri ile plastik sanatlar kategorisine girmekle birlikte, plastik sanatlar dendiğinde öncelikle heykel ve kabartma gibi üç boyutla, yani doğrudan

• Ekmek, fırın ürünleri, tahıl ürünleri, patates, sebze ve meyvede bulunan yüksek molekül ağırlıklı karbonhidratların tüketimi arttırılmalı. • Tuz

 Besinlerin yağı azaltılmış light olanları tercih edilmeli (light süt, light yoğurt, light peynir vb), yağ içeriği yüksek. (özellikle margarin içeren) bisküvi, kraker

Vücut için gerekli olan tüm amino asitle- rin alınabilmesi için günlük protein ihtiyacı- nın, hayvansal ve bitkisel kökenli olmak üze- re farklı besin gruplarından

2016 年(105 年)12 月 11 日本校體育事務處盛大舉辦「1051 北醫盃傳奇橄欖球錦 標賽」,由北醫橄欖球隊校友隊(Old Boy, OB)、TMU

Yetiştirme Yurdunda Kalan 13-18 Yaş Kız ve Erkek Grubun Beslenme ve Büyüme ve Gelişme Yönünden İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sağlık

Mesleki gelişim etkinliklerine katılımda etkisi olduğu düşünülen, mesleki gelişime yönelik tutum, KKÖH ve destekleyici okul özellikleri değişkenlerinin

Fransız Konsoloshane­ sinden pasaportumu vize ettirip yolculuk işlemlerimi tamamladıktan sonra, o zamanlar Kuş Dili’nde otu­ ran, Sabih beyin ağabeysi Hamit Şevket