• Sonuç bulunamadı

93 Harbi’nden Kıbrıs Barış Harekâtı'na Nevşehirli Şehitler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "93 Harbi’nden Kıbrıs Barış Harekâtı'na Nevşehirli Şehitler"

Copied!
287
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

1

93 HARBİ’NDEN KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI’NA

NEVŞEHİRLİ ŞEHİTLER

Prof. Dr. Filiz KILIÇ

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL

Nevşehir

2016

(3)

Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesine aittir.

Bütün hakları saklıdır. Kitabın tümü ya da bir bölümü/bölümleri

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesinin yazılı izni olmadan

elektronik, optik, mekanik ya da diğer yollarla basılamaz,

çoğaltılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright 2016 by Nevşehir Hacı Bektaş Veli University.

All rights reserved. No part of this book may be printed,

Reproduced or distributed by any electronical, optical,

machanical or order means without the written permission of

Nevşehir Hacı Bektaş Veli University.

Yazarlar

Prof. Dr. Filiz KILIÇ

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL

Kapak Tasarımı

Taylan VIRACA

Dizgi

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL

ISBN: 978-605-4163-21-2

93 Harbi’nden Kıbrıs Barış Harekâtına Nevşehirli Şehitler

1.Baskı

Mayıs, 2016

Basımevi

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Basımevi

Nevşehir

İletişim

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Prof. Dr. Filiz Kılıç Yerleşkesi

2000 Evler Mah. Zübeyde Hanım Cad. 50300 / Nevşehir

Tel: 0384 228 10 00

Web: www.nevsehir.edu.tr

Editör

(4)

3

(5)
(6)

5

ÖNSÖZ

Anadolu’nun kapıları Türklere açıldıktan sonra bu toprakları vatan yapmak için

sayı-sız şehit verilmiştir. Anadolu coğrafyasında kurulan en güçlü ve uzun soluklu devlet

kuşkusuz Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlamasından sonra

dünya konjönktürüne hâkim olan devletler Osmanlı Devleti’ni parçalamak için

entri-kalar çevirmişler, bu entrientri-kalar sonucunda pek çok savaş yapılmak durumunda

kalın-mıştır. Özellikle 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya yayılan Milliyetçilik akımı

çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’ni oldukça zorlamıştır. Bunun

sonu-cunda da Osmanlı’nın Afrika, Arabistan Yarımadası, Balkanlar ve daha pek çok

top-rağında isyanlar ve savaşlar baş göstermiştir.

93 Harbi’nden itibaren başlayan ve ardı arkası kesilmeyen savaşlar sonucunda ülkenin

dört bir yanından gelen vatan evlatları cephelere koşmuş, Trablusgarp, Balkan, Birinci

Dünya Savaşı ve nihayet İstiklâl Savaşı’nda pek çok vatan evladı şehit düşmüştür.

Nevşehir de 93 Harbi’nden Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar vatanı korumak için 991

evladını şehit vermiştir.

Bu çalışmada, Nevşehir ili kütüğüne bağlı olup 93 Harbi’nden Kıbrıs Barış

Harekâ-tı’na kadar şehit düşenler konu edilmiştir. Çalışmanın temelini Milli Savunma

Bakan-lığı Arşiv Müdürlüğü’nün kayıtları oluşturmaktadır. Milli Savunma BakanBakan-lığı’nın ağ

sayfasından alınan şehit künyelerinde yer alan bilgilerden hareketle bazı istatistikler

çıkarıldı ve bu istatistiki verilerden hareketle konuyla ilgili yorumlar yapıldı. Bu

yo-rumlardan sonra şehitlerin künyeleri alfabetik olarak sıralandı. Aynı zamanda şehitler,

çalışma içerisinde ilçelerine göre tasnif edildi. Giriş kısmında ise konunun

bütünlüğü-nü sağlamak amacıyla Nevşehir ilinin şehit verdiği savaşlarla ilgili bilgiler

kaynaklar-dan özetlenerek verildi.

Çalışmanın kapağında kırılmış bir lale motifi bulunmaktadır. Osmanlıda genç yaşta

ölen kızların mezar taşlarına kırılmış bir gül motifi kazınırdı. Diğer taraftan, lale de

Nevşehir’i simgelemektedir. Biz bu kitabın kapağında bu vatan için erken yaşta

top-rağa düşen Nevşehirlileri simgelemek için bu iki simgeyi birleştirerek kırılmış bir lale

görselini kitap kapağına koyduk.

Bu çalışma, Muşkara adının Nevşehir oluşunun 290. yılı dolayısıyla yapıldı. Bu

ça-lışmanın hazırlanması sırasında emeği geçen Arş. Gör. Murat GÜR’e, Arş. Gör.

Şeri-fe ÖRDEK’e, Arş. Gör. Ahmet UĞUR’a, yüksek lisans öğrencileri Halis AYDIN,

Süleyman Anıl TOMBAK ve Metin SAMİ’ye teşekkür ederiz. Özellikle bu vatan için

toprağa düşen aziz şehitlerimizin künyelerini ağ ortamında hizmete sunan ve

çalışma-nın ortaya çıkmasına vesile olan Milli Savunma Bakanlığı’na müteşekkiriz.

Prof. Dr. Filiz KILIÇ

Doç. Dr. Tuncay BÜLBÜL

(7)
(8)

7

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ …………..……….. ………..5

GİRİŞ

A-) 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı (93 Harbi) ………..9

B-) Trablusgarp Savaşı (1911-1912) …………..……….11

C-) Balkan Savaşı (1912-1913) …………..……….13

D-) Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) …………..……….16

E-) İstiklâl Savaşı (1919-1922) …………..……….26

F-) Kore Savaşı (1950-1953) …………..………...……….33

G-) Kıbrıs Barış Harekâtı (20 Temmuz 1974) …………..……… .36

KAYNAKLAR …………..……… .39

BİRİNCİ BÖLÜM

1. NEVŞEHİR ŞEHİTLERİ

1.1. Nevşehir İli Şehitlerinin Genel Değerlendirmesi ………..………

41

1.2. İlçelere Göre Şehitler …………..………45

1.2.1. Acıgöl Şehitleri …………..………45

1.2.1.1. Acıgöl Şehitlerinin Künyeleri …………..………48

1.2.2. Avanos Şehitleri …………..………54

1.2.2.1. Avanos Şehitlerinin Künyeleri …………..………57

1.2.3. Derinkuyu Şehitleri …………..………87

1.2.3.1. Derinkuyu Şehitlerinin Künyeleri …………..………89

1.2.4. Gülşehir Şehitleri …………..………93

1.2.4.1. Gülşehir Şehitlerinin Künyeleri …………..……… 97

1.2.5.Hacıbektaş Şehitleri …………..………119

1.2.5.1.Hacıbektaş Şehitlerinin Künyeleri …………..………122

1.2.6. Kozaklı Şehitleri …………..………133

1.2.6.1. Kozaklı Şehitlerinin Künyeleri …………..………136

1.2.7. Nevşehir Merkez İlçe Şehitleri …………..………141

1.2.7.1. Nevşehir Merkez İlçe Şehitlerinin Künyeleri …………..…………145

1.2.8. Ürgüp Şehitleri …………..………217

(9)
(10)

9

GİRİŞ

A-) 1877-1878 OSMANLI - RUS SAVAŞI (93 HARBİ)

Rusya, dünyada ortaya çıkan bazı gelişmeler üzerine sıcak denizlere inme politikasını

uygulamak amacıyla Osmanlı Devleti’ne savaş açmaya karar verdi. Bu kararını da, bir

bildiriyle 19 Nisan 1877’de Avrupa devletlerine bildirdi.

Rusya’ya göre Osmanlı Devleti, Londra Protokolü’nü reddetmekle, Balkanlar’da

barış ve güvenliğin korunmasını istemeyen bir duruma düşmüş oluyordu. Bu nedenle

Rusya, Balkanlar’da kendi çıkarlarını korumak ve Hıristiyan toplumların güvenliğini

sağlamak üzere harekete geçeceğini iddia ediyordu. Rusya bununla 1875 yılından beri

Balkanlarda devam eden bunalımı savaşın ana nedeni olarak göstermek istiyordu.

Ancak Rusya’nın bu savaşı istemesinin temel nedenleri Karadeniz’e kayıtsız şartsız

egemen olmak, İstanbul’un özellikle Balkanlardaki savunma hatlarını ortadan

kaldıra-rak Osmanlı Devleti’ni güçsüz bıkaldıra-rakmak, böylece Osmanlı’yı kendi nüfuzu altına

alarak oluşabilecek bir Avrupa anlaşmazlığında kolaylıkla İstanbul ve Boğazlar’ı

eline geçirmeye en uygun ortamı hazırlamaktı. Diğer taraftan, Orta Asya Türklerinin,

uzak olmalarına rağmen, Osmanlı’ya karşı hissettiği tarihsel bağ da Rusya açısından

savaşın başka bir nedenidir.

Rusya, sadece Balkanlar’da değil, Asya’da da rakip olarak gördüğü Osmanlı

Devle-ti’ne bir darbe vurarak Orta Asya, Kafkaslar, Karadeniz, İstanbul Boğazı ve

Balkan-lardaki hedeflerine ulaşabilmek, daha sonra da sıcak denizlere inebilmek için Osmanlı

Devleti ile yeni bir savaşa girmeyi hedefliyordu.

Rusya’nın savaş kararı üzerine Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya ve Avusturya

taraf-sızlıklarını ilan ettiler. Diğer taraftan, İngiltere Rusya’ya, kendi çıkarlarını etkileyecek

doğrudan bir tehlike oluşursa tarafsız kalamayacağını bildirdi ve donanmasını

Çanak-kale önlerine gönderdi. Osmanlı Devleti’nde ise ordunun durumunu yakından bilen

bazı komutanlar dışında hükümet ve çoğunluk Rusya’yla savaşmaktan yanaydı.

Tüm bu gelişmeler sonucunda Rusya, 24 Nisan 1877’de, Osmanlı Devleti’ne savaş

ilan etti ve askerini batıda Tuna’dan, doğuda Arpaçayı’ndan geçirerek hücuma geçti.

Böylece 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başlamış oldu.

Savaş, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da olmak üzere iki cephede gerçekleşti.

Osman-lı donanmasının Karadeniz’de üstünlüğü elinde bulundurması dolayısıyla, Rusya

savaşın, kara muharebeleri şeklinde gerçekleşmesine özen gösterdi. Bunun

hazırlıkla-rını da çok önceden yapmıştı. Osmanlı Devleti’nin ise, böyle bir savaş için gerekli

hazırlığı, hatta Rusya’ya karşı hazırlanmış bir savaş planı bile yoktu.

Bu genel manzara içerisinde savaş patlak verince Ruslar, Balkanlar’da ve Doğu

Ana-dolu’da ilerlemeye başladı. Bu arada Romanya, Sırbistan ve Karadağ da, Rusya’nın

yanında Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa girdiler. Savaşın başlamasından bir süre

sonra Doğu cephesinde, Anadolu Harp Orduları Başkomutanı Gazi Ahmet Muhtar

Paşa, Ruslara karşı zaferler kazanarak onları Kafkaslara kadar geriletti. Fakat, gerekli

(11)

10

yardımları sağlayamadığından, 1877 yılı sonlarında Rusların Erzurum’a kadar

gelme-lerine engel olamadı. Tuna cephesinde ise, Ruslar üstün askeri kuvvetgelme-lerine rağmen,

Gazi Osman Paşa’nın savunduğu Plevne’yi aşamadılar. Bunun üzerine Rus çarı bizzat

cepheye geldi. Plevne’deki çarpışmalar, 10 Aralık 1877 günü, Rus çemberini yarmak

üzere harekete geçen Gazi Osman Paşa’nın esir düşmesi üzerine sona erdi. Plevne’nin

düşmesi savaşın genel gidişatını da değiştirdi. Rus kuvvetleri bundan sonra birkaç

muharebe daha kazanarak hızla güneye doğru ilerlemeye başladı ve 22 Ocak 1878’de

Edirne’yi alıp Çatalca’ya dayandılar. Osmanlı ordusunun yenilgisi üzerine, Ruslar

doğuda Erzurum, batıda da İstanbul önlerine kadar geldiler.

Bu durum karşısında Osmanlı Devleti, 12 Aralık 1877’de savaşı durdurmak üzere,

1856 Paris Anlaşması’nda imzası bulunan devletlere başvurarak arabuluculuk

yapma-larını istedi. Fakat olumlu bir cevap alamadı. Bu defa doğrudan İngiltere’ye

başvura-rak arabuluculuk yapması isteğinde bulundu. Ancak İngiltere, 3 Ocak 1878 tarihinde

aldığı karar gereği Osmanlı Devleti’ne, mütâreke için doğrudan Rusya’ya

başvurma-sını tavsiye etti. Bu arada Osmanlı Devleti Çatalca’da, Karadeniz’den Marmara’ya

kadar uzanan bir savunma hattı kurmaya başladı. İngiltere’den umduğu yardımı

gö-remeyen padişah, 13 Ocak 1878’de Rus çarına bir telgraf çekerek savaşın

durdurul-masını ve mütâreke yapıldurdurul-masını istedi.

Bunun üzerine Osmanlı temsilcileriyle Rus başkomutanı arasında savaşın

durdurul-ması için Edirne Mütârekesi (31 Ocak 1878) yapıldı. Bu mütâreke ile 1877-1878

Osmanlı-Rus Savaşı sona ermiş oldu. Ancak mütâreke şartları dolayısıyla gerek

Os-manlı Devleti’nin halktan gelecek tepkilerden çekinmesi, gerekse mütârekenin

Rus-ya’yı dünya konjüktürü içinde avantajlı konuma getirmesi dolayısıyla İngiltere ve

Avrupa devletleri harekete geçtiler. Tüm bu gelişmeler sonucunda Osmanlı Devleti ile

Rusya tekrar masaya oturarak Ayastefanos Anlaşması’nı (3 Mart 1878) imzaladılar.

Osmanlı Devleti açısından oldukça ağır şartlar içeren bu anlaşmayla Karadağ,

Sırbis-tan ve Romanya bağımsızlıklarını kazandı. BulgarisSırbis-tan ise Osmanlı Devleti’ne bağlı

özerk bir prenslik haline geldi. Osmanlı Devleti bu anlaşmayla sadece toprak

kaybet-memiş, aynı zamanda Rusya’ya yüklü miktarda savaş tazminatı ödemek zorunda

kalmıştır.

Rusya, Ayastefanos Anlaşması ile Slavcılık politikasının zaferini kazanmış, Osmanlı

Devleti’ni istediği gibi parçalamış ve Balkanlar ile Doğu Anadolu’ya yerleşmiştir.

Osmanlı Devleti ise Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıklarını tanımakla,

bu topraklarını tamamen kaybetmiş oldu. Diğer yandan, özerk Bulgaristan

Prensli-ği’nin kurulması ve bunun Ege Denizi’ne kadar büyümesiyle, İstanbul ve Rumeli

arasındaki bağ koptuğundan, devletin Rumeli’deki toprakları ikiye ayrıldı.

Bosna-Hersek üzerindeki egemenlik haklarını da dolaylı olarak Rusya ve Avusturya’ya

dev-retmiş, Doğu Anadolu’da ise önemli toprakları Rusya’ya bırakmak zorunda kalmıştır.

Ayrıca Ermeniler üzerinde Rusya’ya söz hakkı tanıyarak Ermeni sorununun resmen

başlamasına neden olmuştur.

(12)

11

B-) TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912)

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Osmanlı Devleti ile yabancı devletler arasındaki

ilişkilerde meydana gelen gelişmeler içerisinde savaşla sonuçlanan ilk büyük olay,

Trablusgarp (Osmanlı-İtalyan) Savaşı oldu. Aslında Trablusgarp Savaşı’nın yegane

sebebi İtalya’nın, dünyadaki sömürge elde etme yarışında geride kalmama kaygısıdır.

İtalya, 1870 yılında birliğini kurduktan sonra, bir taraftan kuzeyinde

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun elinde kalan İtalyanca konuşulan bölgeleri sınırları

içerisine katmak ve Dalmaçya kıyılarını da ele geçirerek burayı bir içdeniz haline

getirmek isterken; diğer taraftan çoğalan nüfusu için yerleşme ve iş alanı temin etmek,

gelişmekte olan sanayisi için hammadde kaynakları ve pazar yeri aramak amacıyla

sömürgecilik hareketlerine girişmişti. Fransa’nın 1881’de Tunus’u, İngiltere’nin de

1882’de Mısır’ı işgal etmesi sonucu İtalya da Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da

elinde kalan son toprak parçası olan Trablusgarp (Libya) eyaletine yöneldi. İtalya,

Trablusgarp’ı işgal edebilmek için uzun yıllar süren bir diploması tarafiği yaşamak

zorunda kaldı. Netice itibariyle Trablusgarp’ı sömürgesi yapabilmek için Avrupa

devletlerini belli oranda ikna etmeyi başardı.

1910 yılına gelindiğinde İtalya, Trablusgarp’a yapacağı girişimin diplomatik alt

yapı-sını tamamlamış oluyordu. Ancak bu tarihlerde Avrupa devletleri, İkinci Fas bunalımı

ile uğraşıyordu. Bu nedenle de İtalya, yeni bir bunalım çıkarmayı uygun bulmayarak

bir süre daha beklemeye karar verdi.

Fakat İtalyan basını ve hükümeti, İtalya’nın Trablusgarp’a yerleşme düşüncesinde

olduğunu açıkça dile getirmeye başlayınca Osmanlı Devleti bu duruma tepki

göstere-rek 4 Ağustos 1911’de Roma’ya verdiği bir notayla durumu şiddetle protesto etti ve

İtalyan gazetelerinin Türkiye hakkında kullandıkları dili değiştirmesini istedi. Fakat

İtalya hükümeti, Trablusgarp’ta durum bu şekilde sürerse, Türkiye’ye karşı sadece

basınla değil, başka yollarla da harekete geçeceğini bildiren bir cevap verdi. Bu

du-rum iki devlet arasındaki ilişkileri daha da gerdi. İtalya, bundan sonra Trablusgarp’a

gerçekleştireceği harekât için, son siyasi girişimlerini yaptı. Bu konuda Fransa, Rusya

ve İngiltere’nin; Fas bunalımının Eylül 1911’de çözümlenme yoluna girmesi üzerine

de Almanya ve Avusturya’nın onayını aldı. Diğer taraftan da, Eylül ayı ortalarında

askeri hazırlıklarını tamamladı ve savaşı başlatmak için bahane aramaya başladı.

Bu sırada Osmanlı basınında da, İtalya’nın Traslusgarp’ın işgali hakkında bir karara

varmak için Fransa-Almanya anlaşmazlığının (Fas bunalımı) kesin olarak sona

erme-sini beklediği haberleri çıkıyordu. İtalya, ortamın uygun hale geldiğini düşünerek 28

Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne 24 saatlik bir ültimatom vererek Trablusgarp ve

Bingazi’yi işgal etmeye karar verdiğini, bu nedenle bu yerlerin derhal boşaltılmasını

istedi. Buna gerekçe olarak da, Trablusgarp ve Bingazi’nin Osmanlı Devleti

tarafın-dan uygarlık yönünden geri bırakıldığı, buradaki İtalyanlara ve diğer yabancılara karşı

kötü davranıldığı gösterilmekteydi. Osmanlı Devleti, bu ültimatoma 29 Eylül 1911’de

cevap vererek İtalya’nın iddialarını ve isteklerini reddettiğini, ancak görüşmeye hazır

(13)

12

olduğunu bildirdi. Bunun üzerine İtalya, aynı gün (29 Eylül 1911) Osmanlı Devleti’ne

savaş açtığını ilan etti. Böylece Trablusgarp Savaşı başlamış oldu.

İtalya, ilk olarak Trablusgarp’a saldırdı. Arkasından Tobruk, Derne ve Bingazi’ye

asker çıkardı. Donanmasının gücü sayesinde denizleri kontrol altına aldı. Osmanlı

Devleti ise İtalya’nın bu hareketi karşısında, derhal İngiltere ve diğer Avrupa

devlet-lerine başvurarak arabuluculuk yapmalarını ve savaşı durdurmalarını istedi. Ancak bu

devletler savaş karşısında tarafsızlıklarını ilan edince Osmanlı Devleti’nin bu isteğine

olumlu bir cevap vermediler.

Osmanlı Devleti’nin bu sırada Trablusgarp’ta sadece 3.500 kadar askeri vardı.

Hükü-met Makedonya, Arnavutluk ve diğer yerlerde devam eden ayaklanmalar dolayısıyla,

Trablusgarp’ta savaş için gerekli hazırlığı yapamamıştı. Savaşın başlamasından sonra,

İngiltere’nin, İtalya’yı gücendirmemek için, Mısır’da tarafsızlığını ilan etmesiyle,

Trablusgarp ile karadan bağlantısı da kesilmişti. Bu nedenle Trablusgarp’a, ancak

Mısır ve Tunus üzerinden, gizli olarak yetersiz ölçüde yardım gönderebilecek

durum-daydı.

Tüm bunlara rağmen, savaş, İtalya’nın umduğunun aksine gelişme gösterdi. İçlerinde

Mustafa Kemal’in de (Atatürk) bulunduğu birçok genç Türk subayı, Trablusgarp’a

giderek savunma harekâtına katıldılar. Bunlar, yerli halkın da yardımıyla üstün

İtal-yan güçlerine başarıyla karşı koydular. Bu arada Osmanlı Devleti, 12 Ekim 191l’de

bir geçici kanun çıkartarak, İtalya’dan Osmanlı ülkesine gelen eşyalardan % 100

gümrük vergisi alınmasına karar verdi. Böylece ekonomik yönden de İtalya’ya karşı

önlem alındı.

Bu gelişmelerden sonra büyük devletlerin de 18 Haziran 1912’de yaptığı girişimlerle

12 Temmuz 1912’de İsviçre’de, Osmanlı Devleti ile İtalya arasında gizli bir şekilde

barış görüşmelerine başlandı. Ancak İtalya’nın isteklerinde ölçüsüz davranması

sonu-cunda taraflar bir anlaşmaya varamadı.

Diğer taraftan, Osmanlı Devleti’nin Tarablusgarp’ta savaşta olması dolayısıyla

Bal-kan devletleri de bu fırsatı değerlendirerek Osmanlı’ya karşı harekete geçtiler ve daha

Trablusgarp Savaşı bitmeden 7 Ekim 1912’de Balkan Savaşı patlak verdi. Bu suretle

Osmanlı Devleti, ikinci bir savaşa girmiş oldu. Ancak, Osmanlı’nın iki savaşı birden

götürecek gücünün olmaması nedeniyle Trablusgarp Savaşı’nı sona erdirmek üzere 18

Ekim 1912’de Uşi (Quchy) Anlaşması imzalandı.

Böylece, 18 Ekim 1912 tarihli Uşi Anlaşması ile, Osmanlı-İtalya Savaşı sona ermiş

oldu. Anlaşmanın gizli ve açık maddeleriyle Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’daki son

topraklarını da kaybetti. Ayrıca Ege adalarının bir kısmına, dolayasıyla Ege Denizi’ne

ve Anadolu kıyılarına, İtalya geçici kaydıyla da olsa yerleşti. İtalya, Trablusgarp ve

Bingazi’yi ele geçirerek buraları sömürge haline getirdi.

(14)

13

C-) BALKAN SAVAŞI (1912-1913)

20. yüzyıla gelindiğinde dünyayı bir sömürge elde etme savaşı kuşatmıştı.

Sanayisin-de makineleşmeyi tesis eSanayisin-den Sanayisin-devletler ham madSanayisin-de ihtiyacı ve yeni pazarlar bulma

kaygısıyla gözlerini çok uluslu imparatorluk düzeyinde bulunan devletlere, özellikle

de Osmanlı Devleti’ne dikmişlerdi. Özellikle Balkanlardaki Osmanlı toprakları bu

devletlerin tacizinden kurtulamıyordu. Bu yüzden de Balkan toprakları Osmanlı’nın

en bunalımlı ve kritik yerlerinden birisi haline gelmişti.

İkinci Meşrutiyet döneminde dünya siyasetine hâkim devletler Balkan toplumları

arasındaki mücadeleleri ve burada başgösteren bunalımları kendi dış siyasi çıkarlarına

göre çözümlemek amacındaydılar. Özellikle, 1908 yılında Avusturya’nın

Bosna-Hersek’i resmen topraklarına katması, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi; diğer

taraftan, bir süreden beri Boğazlar ve Osmanlı Devleti üzerinde Alman nüfuzunun

gelişmeye başlaması ve daha başka nedenler ikiye ayrılmış bulunan Avrupa devletleri

arasındaki rekabeti daha da şiddetlendirmişti.

Diğer taraftan, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ kendi aralarında

anlaşa-rak Osmanlı Devleti’nin, özellikle Trablusgarp Savaşı dolayısıyla içine düştüğü zor

durumdan yararlanmak istediler. Amaçları Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan tamamen

atmaktı. Ancak Osmanlı Devleti kendi içindeki iç çekişmelerle ve Trablusgarp

Sava-şı’yla o kadar meşguldü ki Balkanlarda kendine karşı oluşan ittifakları göremedi.

Sonuçta 1912 yılında Birinci Balkan Savaşı başladı. Osmanlı Devleti her ne kadar

Trablusgarp’la birlikte iki savaşta birden savaştıysa da Balkanlardaki ordunun durumu

iyiydi. Fakat Rumeli’de ordunun yığınağı ve savaş düzeni zamanında yapılamamış ve

gerekli önlemler alınamamış, alınan önlemler de yanlış alınmıştı. Hatta seferberlik

ilanından sonra bile, ordunun bu bölgede yapacağı harekât için elde doğru dürüst bir

plan yoktu.

Osmanlı Devleti savaş için ordusunu ikiye ayırmıştı. “Doğu Ordusu” Trakya’da

Bul-garlara karşı, “Batı Ordusu” da Makedonya ve Arnavutluk’ta Yunan, Sırp ve

Kara-dağlılara karşı çarpışacaktı. Bu bakımdan savaş, “Doğu Cephesi” ve “Batı Cephesi”

olmak üzere iki cephede yapıldı. Savaşın başlamasıyla Osmanlı ordusunun bir kolu,

hemen Filibe’ye hücum ederek Edirne karşısındaki Bulgar ordusunun arkasını

çevir-mek istedi. Fakat 19-20 Ekim 1912 tarihleri arasında yapılan savaşlarda yenilerek geri

çekildi. Bunun üzerine, henüz hazırlıklarını tamamlamamış bulunan “Doğu Ordusu”

22 Ekim’de harekete geçirildi. Ancak bu ordu kısa zamanda bozulmaya ve her tarafta

geriye çekilmeye başladı. Bu durum karşısında Osmanlı hükümeti 25 Ekim 1912’de

Çatalca’da bir savunma hattı kurmaya karar verdi ve Bulgarlar ancak burada

durduru-labildi. Böylece, daha savaşın başlarında, “Doğu Ordusu” yenilerek Çatalca’ya kadar

çekilmiş oldu. Bu arada Yunan donanması Ege Denizi’nde üstünlük kurdu. Bu da,

“Doğu Ordusu”nun ve Osmanlı Devleti’nin, “Batı Ordusu” ve Makedonya ile

bağlan-tısının kesilmesine neden oldu.

(15)

14

“Batı Ordusu” da 26 Ekim’de Kumanova’da Sırplara yenildi. Bundan sonra dört

Bal-kan devleti Makedonya’yı işgale başladılar. Selanik ise, 8 Kasım 1912 günü

kendili-ğinden Yunan ordusuna teslim oldu. Bu suretle, Balkan birliğine dahil olan devletler,

savaşın başlamasından kısa bir süre sonra bütün Rumeli’yi ellerine geçirmiş oldular.

Bu arada özellikle Bulgarlar işgal ettikleri yerlerde Türklere karşı, tarihte eşine ender

rastlanan kıyımlar yaptılar. Bu kötü yenilgi içerisinde sadece Edirne Bulgarların,

Yanya Yunanların, İşkodra da Karadağlıların kuşatmalarına karşı savunmalarını

sür-dürdüler.

Osmanlı donanması, daha savaşın başlarında Marmara Denizi vasıtasıyla Karadeniz’e

bağlandığından, Yunan donanması savaşsız olarak Ege Denizi’nin kontrolünü eline

geçirdi. Bundan da yararlanan Yunanlar, Çanakkale Boğazı önündeki adalar dahil,

tüm Ege adalarını işgal ettiler. Sadece Rauf (Orbay) Bey komutasındaki Hamidiye

Kruvazörü Ege’de düşmanla çarpıştı. Ancak bu da savaşın genel durumunu

etkileye-medi. Osmanlı donanması, Karadeniz ve Adriyatik’te yaptığı harekâtta da bir varlık

gösteremedi. Denizlerdeki bu başarısızlıklar, kara savaşlarındaki yenilgilerin de bir

diğer nedeni oldu.

Cephelerde alınan bu yenilgilerden sonra Osmanlı Devleti savaşın durdurulmasını

istedi. Ancak buna olumlu cevap Bulgarların Çatalca’ya yaptıkları saldırada

yenilme-sinden sonra geldi. Bunun üzerine, 28 Kasım 1912’de Osmanlı Devleti ile Balkan

devletleri arasında Çatalca’da görüşmeler başladı. 3 Aralık 1912’de de ateşkes

anlaş-ması imzalandı. Fakat Yanya ve İşkodra savunmaları sürdüğünden Yunanistan ile

Karadağ bu anlaşmaya katılmadılar. Dolayısıyla, sadece Bulgarlar ile gerçekleştirilen

bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Bulgarların kuşatması altında bulunan Edirne’ye

yardım göndermeyecek ve barış anlaşması Londra’da toplanacak bir konferansta

yapılacaktı.

Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında bu gelişmeler olurken İtalya ve

Avus-turya’nın da kışkırtmaları ile durumdan yararlanan Arnavutluk, 28 Kasım 1912’de

bağımsızlığını ilan etti. Ancak bu sırada, Kuzey Arnavutluk’un Sırbistan tarafından

işgal edilmiş olması, devletlerarası yeni sorunlara neden oldu.

Sırbistan’ın Arnavutluk’a yerleşmesi, Adriyatik Denizi’ne çıkması ve büyük bir

dev-let haline gelmesi, Avusturya’nın politikasına ters düşüyordu. Bu nedenle Viyana

hükümeti, Sırbistan’a karşı baskı aracı olarak kullanabileceği bağımsız ve güçlü bir

Arnavutluk devletinin varlığından yanaydı. Buna karşılık İtalya, kendisi Adriyatik

kıyılarını ele geçirip burayı bir iç deniz haline getirmek istediğinden, güçlü bir

Arna-vutluk devleti ile Sırbistan’ın burada kalmasını istemiyordu. Ancak Rusya’nın

Sırbis-tan’ı desteklemesi, İtalya ile Avusturya arasında görüş farkları olduğu halde, bu iki

devletin birlikte hareket etmesine neden oldu.

Nitekim Avusturya ve İtalya; Sırplar’dan, Arnavutluk’tan çekilmelerini istemeye

başladılar. Avusturya, Sırbistan’a karşı savaş hazırlıklarına girişti. Bu da

Avusturya-Rusya ilişkilerini gerginleştirdi. Fransa, Avusturya-Rusya’yı desteklediğini bildirdi. Almanya,

(16)

15

Avusturya’yı tutmakla beraber, savaştan yana değildi. İngiltere ise sorunun barışçı

yollardan çözümlenmesini istiyordu. Böylece Balkan bunalımı, hâkim devletleri bir

defa daha karşı karşıya getirmiş oldu. Ancak, bu sorunun bir Avrupa savaşı haline

gelmesini istemeyen İngiltere ve Almanya’nın çabalarıyla Avusturya, Sırbistan’ın

Adriyatik kıyılarına çıkmaması koşuluyla, sorunun bir konferansta ele alınmasını

kabul etti. Bunun üzerine 30 Mayıs 1913’te Londra Anlaşması yapıldı.

Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün

topraklarını Balkan devletlerine terk etti. Ege adalarının geleceğini hâkim devletlerin

kararına bırakarak Ege Denizi üzerindeki egemenliğini dolaylı olarak kaybetti.

Bulga-ristan ise, Ege Denizi’nin büyük bölümünü ele geçirerek büyük bir devlet haline

gel-di. Yunanistan, Selânik’i de alarak kuzeye doğru genişlegel-di. Aynı şekilde Sırbistan da

sınırlarını genişletti. Balkanlar’da oluşan bu yeni durumlar Balkan devletlerini

mem-nun etmedi. Bumem-nun sonucunda da Osmanlı’ya karşı birlikte hareket eden Balkan

dev-letleri karşı karşıya geldi.

Bulgaristan’ın daha fazla büyümesini istemeyen Yunanistan ile Sırbistan, Haziran

1913’te aralarında bir anlaşma yaptılar. Bulgaristan, iki komşu devletin kendisine

karşı birleşmesi üzerine, bunların hazırlanmasına fırsat vermemek ve Makedonya’yı

ele geçirmek üzere, 29 Haziran 1913’te Yunanistan ile Sırbistan’a saldırdı. Fakat

Bulgar orduları kısa zamanda yenildi. Romanya da bu durumdan yararlanarak kendisi

için tehlikeli olabilecek şekilde büyümüş olan Bulgaristan’a 10 Temmuz 1913’te

savaş ilan etti ve Sofya’ya doğru ilerlemeye başladı.

Osmanlı Devleti ise Balkan devletleri arasında başlayan bu çatışma üzerine 19

Tem-muz’da harekete geçerek 25 Temmuz 1913’te Bulgarların işgali altında bulunan

Edir-ne’yi aldı. Osmanlı Devleti ordularını Meriç Nehri’nin batısına doğru ilerletmek istedi

fakat hâkim devletler buna izin vermedi. Bunun üzerine Türk ordusu Meriç Nehri’nde

durmak zorunda kaldı.

Bulgaristan, bu gelişmeler ve yenilgiler karşısında, Osmanlı Devleti ile diğer Balkan

devletlerine başvurarak barış istedi. Bunun üzerine savaşı sonuçlandıran anlaşmalar

yapıldı. Yapılan barış anlaşmaları sonucunda Osmanlı Devleti tarihinin en büyük

yenilgisini almış, Meriç Nehri’nin batısındaki tüm Balkan topraklarını ve Ege

adaları-nı kaybetmiştir.

Diğer taraftan Ekim 1912’den Ağustos 1913’e kadar on ay süren Balkan Savaşı,

sade-ce savaşan devletleri değil, bütün Avrupa devletlerini etkilemiştir. Çıkarları çatışan

devletler, bu bunalım dolayısıyla bir defa daha karşı karşıya gelmişlerdir. Bu da

blok-lar arasındaki gerginliği çoğaltmış ve silahlanma yarışını hızlandırmıştır. Bundan

dolayı da Balkan bunalımı, Birinci Dünya Savaşı’nın yakın nedenlerinden biri

olmuş-tur.

(17)

16

D-) BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)

1815 yılında yapılan Viyana Kongresi ile Avrupa’ya, geniş anlamıyla dünyaya, yeni

bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştu. Ancak, özellikle 1870

Sedan Savaşı ile Almanya ile İtalya’nın birliklerini tamamlamaları, bunların büyük

devlet olarak, devletlerarası ilişkilerde söz sahibi olmak için girişimlerde bulunmaları,

Viyana Kongresi statükosunu ve güçler dengesini büyük ölçüde etkilemişti.

Birlikle-rini kuran bu devletlerin Avrupa ve dünya siyasetinde ortaya koyduğu tavırlar,

Avru-pa’da yeni blokların ortaya çıkmasına ve bunların birbirleriyle çatışmasına neden

oldu. Bloklar arasındaki gerginlik de karşılıklı silahlanmaya neden olmuştu.

Trablus-garp ve Balkan savaşlarından sonra oluşan yeni dengeler hâkim devletlerin

çıkarlarıy-la çatışınca blokçıkarlarıy-lar ve devletlerarası gerginlikler daha da artmış, bu durum devletleri

bir savaşın eşiğine kadar getirmişti.

Avusturya, Büyük Sırbistan’ı kurmak isteyen ve bu amaçla girişimlerde bulunanlara

gücünü göstermek üzere, 1914 yılı Haziran ayı sonlarında, Bosna’da bir manevra

yapmaya karar vermişti. Buna katılmak üzere de Avusturya Veliahtı Arşidük

Ferdinand, Saraybosna’ya gelmişti. Ancak veliaht ve karısı 28 Haziran 1914 günü,

Princip adında bir Sırplı tarafından öldürüldü. Bu da Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini

ateşleyen olayların başlangıcı oldu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, aynı zamanda Bosna-Hersek’in Avusturya’ya

ilhakının bir tepkisi olarak algıladığı bu olayı, Sırbistan’a bir darbe vurmak ve kendi

varlığı için bir tehlike olarak ortaya çıkan Sırp girişimlerine son vermek için

kullan-maya karar verdi. Ancak Rusya’nın, Sırbistan’ın yanında savaşa girebileceğini göz

önünde tutarak önce Almanya’nın desteğini sağlamak istedi. Bunu elde ettikten sonra

da 23 Temmuz 1914’te, Sırbistan’a 48 saatlik bir ültimatom vererek çok ağır

istekler-de bulundu. Sırbistan, Rusya’nın istekler-desteğini aldıktan sonra, bu istekleristekler-den bazılarını

kabul, bazılarını da reddetti. Bunun üzerine Viyana hükümeti, 28 Temmuz 1914’te

Sırbistan’a savaş ilan etti ve Belgrat’ı bombalamaya başladı.

Avusturya’nın bu girişimi üzerine, Rusya, bir kısım birliklerini seferberlik durumuna

geçirdi. Buna karşılık da Almanya, Rus seferberliğinin, Avusturya-Macaristan’a karşı

olmakla beraber, Almanya’yı da seferberlik kararı vermek zorunda bıraktığını

bildir-di. Böylece, Avusturya’nın zayıflayarak yıkılmasını, kendi çıkarları yönünden uygun

görmeyen Almanya da işe müdahil oldu. Bunun üzerine Rusya genel seferberlik

yap-maktan vazgeçti. Fakat Avusturya-Sırp çatışması, nihayetinde bir Avusturya,

Alman-Rus çatışması halini aldı.

İngiltere, derinleşen bu sorunu diplomatik yollarla önlemeye çalıştı, fakat bir sonuç

elde edemedi. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz 1914’te genel seferberlik ilan etti.

Bu suretle Rus hükümeti, ordularını Avusturya ve Almanya’ya karşı savaş düzenine

geçirmiş oldu. Buna karşılık Almanya aynı gün Rusya’ya bir ültimatom vererek 12

saat içerisinde seferberliğin durdurulmasını istedi. Rusya bunu kabul etmeyince de

(18)

17

Almanya 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etti. Bu, gerçek anlamda Birinci

Dünya Savaşı’nın başlamasına neden oldu.

Almanya, 31 Temmuz 1914’te Fransa’ya da bir ültimatom vererek çıkacak bir

Al-man-Rus savaşında tarafsız kalıp kalmayacağını sordu. Fransa, buna kesin bir cevap

vermedi ve aynı zamanda da seferberlik kararı aldı. Bunun üzerine Almanya, 3

Ağus-tos’ta Fransa’ya da savaş ilan etti.

Böylece Almanya, çevresindeki iki büyük devlete aynı anda savaş açmış oldu. Ancak

daha önce yapılmış olan Schlieffen planına göre, Alman orduları öncelikle

Belçi-ka’dan geçerek Fransa’yı kısa sürede işgal edecek, sonra da Rusya’ya saldıracaktı. Bu

nedenle Almanya, Belçika’dan askerlerinin geçmesine izin vermesini istedi. Belçika

bunu kabul etmeyince 4 Ağustos’ta bu devlete de savaş açtı ve topraklarını işgal

et-meye başladı.

İngiltere, adasının güvenlik kuşağı olarak saydığı karşı kıyılarda gelişen olaylar

üzeri-ne, üçlü itilaf (İngiltere, Fransa, Rusya) içerisindeki müttefiklerine katıldı ve 4

Ağus-tos 1914’te Almanya’ya savaş ilan etti.

Japonya, Avrupa devletleri arasındaki bu durumdan yararlanarak Uzakdoğu’da

ya-yılmasını hızlandırmak istedi. İngiltere ile müttefik olduğundan durumu da elverişli

görmüştü. Bu bakımdan 15 Ağustos 1914’te Almanya’ya bir nota vererek Almanların

Çin’deki donanmasını geri çekmesini ve Kiacohow’u kendisine vermesini istedi.

Japonya, bu isteğine cevap alamayınca 23 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş açtı ve

aynı yılın Kasım ayına kadar Uzakdoğu’daki Alman sömürgelerini işgal etti. Bundan

sonra da Büyük Okyanus’ta, Hint Okyanusu’nda ve diğer denizlerde müttefiklerine

yardıma başladı.

Böylece 1914 yılı Temmuz ve Ağustos ayları içerisinde Avrupa’da meydana gelen

gelişmelerin sonucunda başlayan savaş, kısa sürede dünyaya yayılmış oldu.

Birinci Dünya Savaşı başladığı sıralarda, savaşa katılan devletler arasında bir tarafta

İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan ve Karadağ, diğer tarafta Almanya ve

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bulunuyordu. Diğer devletlerse tarafsız kalmışlardı. Ancak

bunları, her iki blok da yanlarında savaşa sokmak istiyor ve bu amaçla girişimlerde

bulunuyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp Savaşı ve

hemen akabinde başlayan Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmıştı. Bu savaşlarda uğradığı

yenilgi sonucunda da büyük toprak kaybına uğramış ve çeşitli sorunlarla karşı karşıya

kalmıştı. Bundan dolayı da bir yandan ordu ve donanmasını yeniden düzenlemeye

çalışırken, diğer yandan siyasi yalnızlıktan kurtulmak için bazı diplomatik

girişimler-de bulunmuştu.

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Almanya ile olan

ilişkilerini geliştirmişti. Ancak, Bosna-Hersek sorunu ile Trablusgarp Savaşı,

Alman-ya’nın iki müttefiki olan Avusturya ve İtalya tarafından çıkarılmıştı ve bunlara

(19)

Al-18

manya engel olmamıştı. Bu nedenle Osmanlı Devleti, üçlü itilaf devletleriyle ittifak

yapmak üzere bazı girişimlerde bulundu. Fakat Balkan Savaşı’nda diplomatik

yönler-den Osmanlılar aleyhine çalışmış olan İngiltere ve Fransa buna yanaşmadı. Bu iki

devlet, yıkılmasını yakın olarak gördükleri “Hasta Adam”ın yükünü savaşta taşımak

ve bir de Rusya’yı gücendirmek istemiyordu. İstanbul hükümeti bundan sonra Balkan

devletleriyle anlaşma yapmak istedi. Fakat bundan da bir sonuç alamadı.

Bu durum karşısında yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti, Almanya’ya

daha çok yaklaşmaya başladı. Zaten bu sıralarda iktidarda bulunan İttihat ve Terakki

Partisi’nin etkili üyeleri olan Harbiye Nâzırı Enver Paşa ile Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa

ve ayrıca Sadrazam Sait Halim Paşa Alman taraftarı olup üçlü ittifakın (Almanya,

Avusturya-Macaristan, İtalya) yanında savaşa katılmak istiyorlardı. Diğer taraftan,

Balkan Savaşı’nın ağır sonuçlarının etkisi altında olan Osmanlı Devleti, bu savaştan

sonra İtilaf Devletleri arasında bağın daha da güçlenmesinden ve kendisi hakkındaki

düşüncelerinden endişeye düşmüştü. Özellikle Rusya’nın, İngiltere ve Fransa ile

müt-tefik olması, Osmanlı devlet adamlarında, bu devletin Boğazlar hakkındaki emelleri

yönünden bu endişeyi çoğaltmıştı.

Almanya ise, İtilaf Devletleri tarafından etrafında kurulmuş olan çemberin

parçalana-bilmesi için, Osmanlı Devleti ile bir anlaşma yapılmasını istiyordu. Osmanlı

Devle-ti’nin güçlenmesi Almanya’nın çıkarlarına uygundu. Tüm bunların sonucu olarak

Avusturya’nın önerisiyle, Osmanlı Devleti ile Almanya arasında bir ittifak yapmak

üzere, 27 Temmuz 1914’te İstanbul’da görüşmelere başlandı. 2 Ağustos 1914’te de

Sadrazam Sait Halim Paşa ile Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Baron von

Wangenheim arasında, Osmanlı-Alman Anlaşması imzalandı. Anlaşma, savunma

niteliği taşıyordu. Anlaşma metni, Alman-Rus savaşından önce hazırlanmış, fakat

savaş başladıktan (1 Ağustos 1914) sonra değiştirilmeden imzalanmıştır.

Anlaşmaya göre, Alman-Rus Savaşı başlamış olduğundan Osmanlı Devleti’nin de

savaşa hemen katılması gerekiyordu. Fakat hükümet savaşa hemen girmek istemedi.

Bununla beraber, ittifak anlaşmasını imzaladığı gün, genel seferberlik kararı aldı ve

Mebuslar Meclisi’ni dağıttı, iki gün sonra da tarafsızlığını ilan etti.

Osmanlı Devleti’nin bu hareketi, kendisiyle bir ittifak yapmaya yanaşmayan üçlü

itilaf devletleri tarafından hararetle desteklendi. Buna, özellikle Rusya önem

vermek-teydi. Çünkü, Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalması, Rusya’ya müttefiklerinin

Boğaz-lar yoluyla yardım yapabilmesini sağlayacaktı. Bu nedenle İtilaf Devletleri, Osmanlı

Devleti’ne savaş boyunca tarafsız kalması için bazı önerilerde bulundular.

Osmanlı Devleti de, bu isteğe karşılık kapitülasyonların kaldırılması, Ege adalarının

kendisine geri verilmesi ve Mısır sorununun çözümlenmesi önerisinde bulundu.

An-cak özellikle İngiltere bunları kabul etmeye yanaşmadı. Bu da Osmanlı Devleti’ni

Almanya’ya daha da yaklaştırdı.

Bu sıralarda, Akdeniz’de bulunan iki Alman zırhlısı olan Goeben ve Breslav 11

Ağus-tos 1914’te Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne geldi. Osmanlı Devleti;

(20)

19

tarafsız olduğu için, devletlerarası hukuka göre, bu gemilere savaşın sonuna kadar el

koyması gerekiyordu. Ancak, Osmanlı Devleti’nin, savaşın hemen öncesinde İngiliz

tezgâhlarında yaptırdığı ve özellikle Ege Denizi’ndeki denge için ümitle beklediği

“Reşadiye” ve “Sultan Osman” adları verilen iki büyük savaş gemisine, İngiltere

savaş başlayınca el koymuştu. Biraz da buna karşılık olmak üzere Osmanlı hükümeti,

hem iki gemi elde etmek, hem de kendi kamuoyunu Almanya’ya yaklaştırmak için,

iki Alman gemisini satın almaya karar verdi. Bunun üzerine, sözde daha önce

Alman-ya’dan satın alınmış olan bu gemilere 16 Ağustos 1914 günü Türk bayrağı çekildi,

tayfalarına fes giydirildi ve Goeben’e “Yavuz”, Breslav’a “Midilli” adı verildi.

Böy-lece gemiler, komutanları Souchon ve mürettebatıyla Türk donanmasına katıldı.

Bu hamlelerle diplomatik yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti,

Osmanlı-Alman anlaşması ile büyük bir Avrupa devletiyle ilişkilerini geliştirmiş oldu. Bu da,

onu savaşa sürükleyen önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tüm bu gelişmelerden sonra Almanya, Osmanlı Devleti’ne savaşa bir an önce girmesi

için baskı yapmaya başladı. Amacı, Rus ordusunun bir kısmını Osmanlı Devleti

üze-rine çekmekti. Fakat Osmanlı Devleti’nin Almanya ile karadan bağlantısı yoktu. Bu

nedenle İstanbul hükümeti Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’nın durumu belli

olmadıkça savaşa girmeyi uygun bulmuyordu. Bunun üzerine Almanya ve

Avustur-ya’nın yardımıyla, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 19 Ağustos 1914’te

Sof-ya’da bir dostluk anlaşması imzalandı. Buna göre, iki devlet birbirlerinin sınırlarını

tanıyacak; iki taraftan birisi Balkan devletlerinin biri veya birkaçı tarafından saldırıya

uğrarsa, diğeri ona yardım edecek; ordularının ortaklaşa hareketleri için iki devlet bir

askeri sözleşme yapacak; ortaklaşa bir savaşa girmek için Romanya’nın tarafsızlığı

sağlanacak ve bu anlaşma Avrupa’da sürmekte olan savaşın sonuna kadar yürürlükte

kalacaktı.

Bu anlaşmanın yapılmasından sonra, anlaşmayı imzalayan Talât ve Halil paşalar,

Bükreş’e giderek Romanya’nın tarafsızlığını sağlamak istediler. Romanya, aslında

Üçlü İttifak’a dâhildi. Fakat İkinci Balkan Savaşı’ndan beri bu blokla arası pek iyi

değildi. Buna rağmen hükümet ve kamuoyu Üçlü İtilaftan yanaydı. Bu bakımdan

Romanya, Osmanlı devlet adamlarına Bulgaristan’ın bir savaşa girmesi halinde

taraf-sız kalacağı garantisini vermedi. Böylece Osmanlı-Bulgar anlaşmasının bu konudaki

hükmü gerçekleşemedi. Bulgaristan da savaşa girip girmemekte serbest kaldı. Diğer

taraftan Osmanlı Devleti, Yunanistan ile yaptığı temaslardan da olumlu bir sonuç

alamadı.

Bütün bunlara rağmen Osmanlı Devleti tarafsızlığını sürdürdü. Bu arada 7 Eylül

1914’te tek taraflı olarak kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti. Buna, başta Almanya

ve Avusturya olmak üzere diğer devletler karşı çıktılar. Fakat siyasi ortam dolayısıyla

fazla ileri gidemediler.

Almanya, Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması için acele ediyordu. Bunda büyük

çıkarları vardı. Boğazlar’ın kapatılması Rusya ile müttefiklerinin ilişkisini kesecek,

(21)

20

Savaş İngiliz sömürgelerine kadar götürülecek ve Almanya’nın batıdaki yükü

hafifle-yecekti. Çünkü Almanya, Fransa’yı kısa sürede yeneceğini ve işgal edeceğini

hesap-lamıştı. Fakat Marne çarpışmalarında yenilmişti. Avusturya-Macaristan

İmparatorlu-ğu ise Galiçya’ya yaptığı saldırıda bozguna uğramıştı. Böylece Almanya, iki cepheli

savaş karşısında kalmıştı. Bundan dolayı İttifak Devletleri, Rusya’nın kuvvetlerinin

bir kısmını doğuya göndermeye, İngiltere’yi Mısır ve sömürgelerini korumaya

zorla-mak, yani İtilaf Devletleri’nin kuvvetlerini geniş bir alana yaymak zorunda bırakmak

için, Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa girmesini istemeye başladılar.

Almanya, Osmanlı Devleti’nin savaşa derhal girmemekle 2 Ağustos 1914 tarihli

an-laşmayı tek taraflı olarak geçersiz duruma getirdiğini, bu nedenle savaştan sonra

manya’dan bir yardım göremeyeceğini belirtmekteydi. Osmanlı hükümeti, artan

Al-man baskıları karşısında, mali durumunun bozukluğunu bahane etti. Bunun üzerine

Almanya, 11 Ekim 1914’te gerekli yardımın yapılacağını vaat etti. Osmanlı hükümeti,

bu direnmelerine karşılık Alman Askeri Heyeti Başkanı General Liman von Sanders’e

ordusunda komutanlık, Yavuz ve Midilli gemilerinin komutanı Amiral Souchon’a da

Donanma Komutanlığı’nı verdi.

Diğer taraftan, başta Enver ve Talat paşalar olmak üzere bazı hükümet üyeleri, bir an

önce Almanya’nın yanında savaşa katılmak istiyorlardı. İstanbul’daki Alman Askeri

Heyeti de bu amacın gerçekleşmesi için çalışıyordu. Sonuçta 27 Ekim 1914’te,

Ami-ral Souchon komutasındaki (Midilli ve Yavuz gemileri de dahil olmak üzere) Türk

donanması Karadeniz’e açıldı ve 28-29 Ekim 1914 gecesi Rusya’nın Odesa ve

Sivas-topol limanlarını topa tuttu. Bu olay üzerine; Rusya 2 Kasım’da, İngiltere ve Fransa 5

Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de bunlara karşı 12

Kasım 1914’te resmen savaş ilan etti.

Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması, Üçlü İttifak devletleri için büyük kazanç oldu.

Her şeyden önce Almanya çember içine alınmak durumundan kurtuldu. Rus

kuvvetle-rinin bir kısmı doğuya kaydırılacağından ferahladı. Avusturya-Macaristan

İmparator-luğu, doğusunu güvenlik altına aldığı gibi, burada bir müttefike kavuştu. Diğer

yan-dan Almanya’ya, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek İngiltere’nin Hindistan yolunu

kese-bilme olanağı doğdu. Bu durumda Almanlar, Rusya ile İngiltere ve Fransa’nın

sömür-gelerindeki Müslümanları ayaklandırmayı düşündüler. Bununla, bu devletleri zor

duruma düşüreceklerini umdular. Bu amaçla da padişahın aynı zamanda halife

olma-sından yararlanmak istediler. Osmanlı Devleti ise, uzun yıllardan beri dış siyasetinde

devletin varlığını korumayı esas almıştı. Yani fetih hareketlerinden vazgeçerek

sa-vunmaya geçmişti. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, İttihat ve Terakki

hükümetinde savaştan yararlanarak devletin sınırlarının genişletilebileceği düşüncesi

doğdu. Bu fırsatı kullanarak kaybedilen Kuzey Afrika’daki topraklarla, Rusya’nın

yenilerek dağılmasından sonra, Doğuda, Asya’da kazançlar sağlanacağı ve böylece de

büyük bir imparatorluğun kurulabileceği düşünülmeye başlandı.

Nitekim, Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girdiğini açıklamasından iki gün sonra,

14 Kasım 1914’te, Kutsal Cihat (Cihad-ı Mukaddes) ilan edildi. Bunun amacı; İtilaf

(22)

21

Devletlerinin egemenliği altındaki Müslümanları onlara karşı ayaklandırmak, bu

devletlerin Müslümanlardan toplayacağı askerlerin Osmanlı Devleti ile müttefikleri

olan Almanya ve Avusturya’ya karşı savaşmasını önlemeye dayanıyordu. Bununla,

özellikle de Mısır ve Hindistan’da meydana getirilecek hareketle, bu iki dayanak

noktasıyla İngiltere’nin ilişkisini tehlikeye düşürmek ve böylece İngiltere

İmparator-luğu sarsılmak isteniyordu. Halifenin, bu amaçlarla İslam dünyasına gönderdiği fetva

ve buyrukla elde edilmek istenen diğer bir hedef de; Osmanlı Devleti’nin girdiği

sa-vaşa askeri ve siyasi niteliğinden başka, bir de dini önem eklemek ve bundan

yarar-lanmaktı. Ancak, uygulama gücünden yoksun olan bu hareket, istenilen büyük

Müs-lüman hareketini gerçekleştiremedi. Hatta, Osmanlı Devleti içerisinde yaşamakta olan

Arapları bile, halifeye ve Osmanlı yönetimine bağlayamadı. Aksine bunlar İtilaf

Dev-letleriyle işbirliği yaparak Osmanlı Devleti’ne karşı çarpıştılar. Aynı şekilde

sömürge-lerden getirilen Müslüman askerler de Türklere karşı savaştılar. Böylece de Kutsal

Cihat’tan beklenen sonuç alınamadı.

Bu suretle Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında meydana

gelen gelişmelerin sonucunda ve büyük ümitlerle Birinci Dünya Savaşı’na İttifak

Devletlerinin yanında katıldı. Onun girmesiyle de Avrupa’da başlamış olan savaş, Ön

Asya’ya da yayıldı.

Nitekim, Osmanlı Devleti’nin savaş ve Kutsal Cihat ilan etmesinden birkaç gün sonra

İngilizler Basra Körfezi’nden Irak’a çıktılar. Hemen arkasından da Arabistan ve

Suri-ye-Filistin harekâtına başladılar. Daha sonra Fransa ile birlikte Çanakkale’ye

saldırdı-lar. Bu arada Osmanlı Devleti de Kafkas harekâtına girişti ve Galiçya’da

müttefikleri-ne yardım etti. Bu bakımdan Osmanlı Devleti pek çok cephede çarpışmak durumunda

kaldı.

Kafkas ve Doğu Anadolu Cephesi: Savaşın başlamasından hemen sonra, 1 Kasım

1914’te Rusya hücuma geçerek Kuzey Anadolu’yu işgale kalkıştı. Ancak Türk ordusu

bunu önledi. Bundan sonra Başkomutan Vekili Enver Paşa, emrindeki 189.562 kişilik

bir orduyla Rusları arkadan çevirmek, onları geriletmek, Kars ve Batum’u alabilmek

amacıyla Sarıkamış Harekâtı’na girişti. 22 Aralık 1914’te de hücuma geçti. Ancak

soğuk, açlık, hastalık ve iyi planlama yapılmamış olmasından Türk ordusu 60.000 kişi

kadar kayıp vererek 9 Ocak 1915’te geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Enver Paşa

istediği sonuca ulaşamadı.

Osmanlı ordusunun Sarıkamış bozgunundan sonra Kafkas cephesinde üstünlük Rus

ordusuna geçti. Ruslar, bunun üzerine taaruza geçip Anadolu’da ilerlemeye başladılar

ve 27 Mart 1915’te Artvin’i aldılar. Bu arada, Van’daki Ermeniler, 15 Nisan 1915’te

ayaklandılar. Şiddetli çarpışmalardan sonra Türklerin 17 Mayıs 1915 günü kenti

bo-şaltmak zorunda kalmaları üzerine, Van’ı ele geçirip yaktılar. Bunun arkasından da

Ruslar, kolayca Van’a kadar ilerleyip burayı işgal ettiler. Sonra da 16 Şubat 1916’da

Erzurum ve Muş’u, 3 Mart’ta Bitlis’i, 8 Mart’ta Rize’yi, 19 Nisan’da Trabzon’u ve 25

Temmuz 1916’da da Erzincan’ı ele geçirdiler.

(23)

22

Böylece, bir bakıma Osmanlı-Alman planı olan Kafkaslar’dan Hindistan’a varma

girişimi başarısızlıkla sonuçlandığı gibi, Doğu Anadolu’nun bir kısmı da işgal edildi.

Bunlardan başka, Ruslar, Muş ve Bitlis’i aldıktan sonra, Bayburt ve Tercan

doğrultu-sunda batıya doğru çekilmekte olan 3. Türk Ordusu’nun güneydeki kuvvetlerinin

gerilerini Diyarbakır doğrultusunda tehdit etmeye başladı. Diyarbakır Rusların eline

geçecek olursa İskenderun ve Irak da Rus tehdidi altına girebilirdi. Bu sıralarda ise

Rus asker ve siyasetçileri, İskenderun Körfezi yoluyla Akdeniz’e inmeyi

tasarlamak-taydılar. Bu suretle de Rusya’nın himayesinde, Doğu Anadolu ile birlikte Kilikya’yı

da içine alan “Büyük Ermenistan”ı kurmayı düşünüyorlardı.

Doğu Anadolu’da Rus tehlikesinin bu şekilde çoğaldığı sıralarda, Çanakkale

Muhare-belerinin sona ermesinden sonra 16. Kolordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal,

1916 Mart ayında Diyarbakır’a geldi ve göreve başladı. Çok geçmeden, takviye alan

Rus kuvvetleri, 12 Temmuz 1916’da bütün cephelerde taaruza başladı. Bunun üzerine

Mustafa Kemal Paşa komutasında 16. Kolordu, karşı taaruza geçti ve düşmanı

yene-rek Ağustos’ta Muş ve Bitlis’i geri aldı. 9 Eylül 1916 tarihine kadar süren bu hayene-rekât

sırasında Erzurum kurtarılamadıysa da Rus ileri harekâtı durduruldu.

Irak Cephesi: Savaşın başlamasından hemen sonra İngilizler Basra’ya çıktılar.

İngi-lizlerin Basra Körfezi’ndeki hücumlarının hedefi, her şeyden önce Hindistan ile deniz

bağlantısını sağlamak, aynı zamanda bölgedeki Alman tehlikesini ve varlığını ortadan

kaldırmaktı. Bu bakımdan İngiltere, Mısır ile Hindistan arasında bulunan ve aynı

zamanda petrol yönünden zengin kaynaklara sahip olduğu anlaşılan bu önemli

bölge-yi bir an önce ele geçirmek istiyordu. Bu suretle, aynı zamanda bölgenin karşısında

olan ve İran petrolünün tasfiyehanesinin bulunduğu Abadan’ı güvenlik altına almayı,

kuzeye doğru ilerleyerek Rusya ile birleşmeyi amaçlıyordu. İngiltere, bu hedeflerine

ulaşmak için 1914 yılı Kasım ayı başlarında Hindistan’dan getirdiği birlikleri

Bas-ra’ya çıkardı. Buradan Irak’ın içlerine doğru ilerlemeye başladı. İngiliz kuvvetleri

Bağdat yakınlarına kadar geldi. Fakat Türk kuvvetleri 22-24 Kasım 1915’te

Ktesifon’da İngilizleri yenerek geri püskürttü. 29 Nisan 1916’da da Kûtülamare’deki

İngiliz kuvvetlerini kuşatan Türk birlikleri, başlarında komutanları Tovvshend olmak

üzere 18.000 İngiliz askerini esir aldı. Böylece Irak’ta düşmanın ilerlemesi

durdurul-du. Fakat İngilizler Basra’dan yeni kuvvetler karaya çıkardılar. Bu defa başarı

kazana-rak 11 Mart 1917’de Bağdat’a girdiler.

Kanal Cephesi: İngilizler, savaşın başlaması üzerine Mısır’daki durumunu daha

güçlendirmek, burayı kesin olarak kendisine bağlamak, aynı zamanda bölgedeki

çı-karlarını korumak ve geliştirmek üzere harekete geçti. Osmanlı Devleti, İngilizlerin

Mısır’a yerleşmesini baştan beri bir türlü kabullenememişti ve burayı geri almanın

hesabı içerisindeydi. Bu nedenle, Almanya’nın da isteğiyle, savaşın başlamasından

hemen sonra İngilizleri can damarından vurmak, buraları geri almak üzere Süveyş

Kanalı’nı ve Mısır’ı ele geçirmeye karar verdi. Bu önemli görev için Bahriye Nâzırı

Cemal Paşa, 13 Kasım 1914’te Suriye ve Filistin’deki 4. Ordu Komutanlığı’na atandı.

Bahriye Nâzırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa, hazırlıklarını yaptıktan sonra 14

(24)

23

Ocak 1915’te Süveyş Kanal Harekâtı’na başladı. Türk ordusu büyük güçlüklerle

Ka-nal’a kadar geldi. Fakat Şubat 1915’te Kanal’ı geçmek için yaptığı iki girişim

başarı-sızlıkla sonuçlandı. Bundan sonra bu cephedeki savaş önemi kaybetti.

Çanakkale Cephesi: İngiltere ve Fransa, daha savaşın başlarında Boğazları ve

İstan-bul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak, müttefikleri olan Rusya’ya bu

yolla yardım ulaştırmak, Batı cephesindeki yüklerini hafifletmek üzere Çanakkale’de

bir cephe açmaya karar vermişlerdi. İngiliz Bahriye Bakanı Churchill’e ait olan bu

düşünce, İngiliz ve Fransız gemilerinin 19 Şubat 1915’te Kumkale ve Seddülbahir

tabyalarını dövmeye başlamasıyla uygulamaya kondu.

Müttefikler asıl hücumlarını ise 18 Mart 1915’te yaptılar. Ancak, Çanakkale

Boğa-zı’nı kolayca geçebileceklerini düşünen İngiliz ve Fransızlar büyük bir yenilgiye

uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldılar ve deniz yolundan boğazı

geçemeyecekleri-ni anladılar. Bunun üzerine Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardılar. Böylece

Çanak-kale cephesinin kara savaşları dönemi başladı. Ancak müttefikler burada da Türk

askerlerinin şiddetli savunmasıyla karşılaştılar. Ağustos ayı başlarından itibaren

Geli-bolu’ya daha büyük birlikler çıkardılar. Fakat Mustafa Kemal’in komutasındaki Türk

askerinin Anafartalar ve Conkbayırı savaşlarında gösterdiği başarı üzerine, burada da

amaçlarına ulaşamayacaklarını anladılar. Bunun üzerine İngiliz ve Fransızlar, 19

Aralık 1915’ten itibaren Çanakkale cephesindeki askerlerini geri çekmeye başladılar

ve 8-9 Ocak 1916’da da burayı tamamen boşalttılar.

Böylece, Çanakkale’de Türk ordusu, sekiz buçuk ay süreyle yarım milyonluk bir

kuvveti karşısında tutmuş oldu. Bununla da Batıdaki müttefiklerine büyük yardımda

bulundu. Savaşı bir an önce bitirerek amaçlarına ulaşmak isteyen İtilaf Devletlerini

durdurmayı başardı. Dolayısıyla bir süre için de olsa İstanbul’u ve devleti işgal

edil-mekten kurtardı.

Çanakkale Savaşı, ilk gününden itibaren çok hareketli başladı ve sonuna kadar da aynı

şekilde sürüp gitti. Yakın tarihin bu çok önemli ve kendine özgü gelişmeleri olan

savaşında, Türk ordusu ile müttefik kuvvetleri yaklaşık olarak 465.000 kişi kayıp

verdiler.

Güney Cephesi: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girer girmez pek çok

cephede savaşmak zorunda kaldı. Bunların bir kısmında savunma, bir kısmında da

hücum harekâtı yaptı. Ancak 1916 yılından itibaren, özellikle Güney cephesinde

olay-lar Osmanlı Devleti’nin aleyhinde gelişmeye başladı.

Osmanlı Devleti’nin Kanal Harekâtı’nda uğradığı başarısızlık üzerine, bu cephede

üstünlük İngiltere’ye geçmişti. Bundan sonra da bu devlet, Sina-Filistin-Suriye

üzeri-ne hücum için hazırlıklara girişti. Bu arada da Arapları Osmanlı Devleti aleyhiüzeri-ne

kışkırtmaya başladı. Bu amaçla özellikle Hicaz Emiri Hüseyin’den büyük yardım

gördü. İngiliz koruyuculuğuna giren Emir Hüseyin, Kasım 1916’da krallığını ilan etti.

Böylece Hicaz’ın büyük bölümü Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı. 1917 yılında ise

İngilizler, Araplarla da işbirliği yaparak Suriye ve Filistin’e doğru ilerlemeye

(25)

başladı-24

lar. Aynı yılın sonlarında Yafa ve Kudüs’ü aldılar. 1918 Eylül ayında Suriye’deki

Türk kuvvetlerini yendiler. Bu sıralarda Fransızlar ve İtalyanlar da Suriye’ye asker

çıkardılar. İngilizler Ekim 1918’de Şam’ı, Fransızlarla birlikte Beyrut’u ve diğer

önemli yerleri aldılar. Bunların sonucu olarak da, Türk kuvvetleri Halep’in kuzeyine

kadar çekildi ve ancak, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmalarıyla,

burada bir savunma hattı kurulabildi. Bu arada Doğu Anadolu ve Irak cephelerinde de

önemli gelişmeler oluyordu.

Osmanlı Devleti, Doğu’da Brest-Litovsk Anlaşması (3 Mart 1918) ile Kars, Ardahan

ve Batum’u Rusya’dan geri aldı. Bundan sonra da Bakü’yü ele geçirmek ve İran

üze-rinden Orta Asya’ya doğru ilerlemek üzere iki girişimde bulundu. Türk kuvvetleri

Eylül 1918’de Bakü’yü aldı. Ancak harekât devam ederken önemli olay ve sorunlarla

karşılaştı.

Osmanlı Devleti, Doğu cephesinde bu şekilde uğraşırken Suriye cephesinde durum

tamamen aleyhine dönmüştü. Bundan da yararlanan İngilizler, Irak cephesine ağırlık

verdiler ve Bağdat’ı ele geçirdikten sonra büyük kuvvetlerle kuzeye doğru ilerlemeye

başladılar. Nitekim, 1918 Ekim ayı sonlarında Musul yakınlarına kadar geldiler ve

burayı ele geçirme girişiminde bulundular. Ancak, şehre giremediler.

Osmanlı Devleti, Güney cephesinde bu şekilde yenilgiye uğrayıp geri çekilirken,

Batı’da müttefikleri de yenilgiyi kabul etmiş ve barış yapmak için girişimlerde

bu-lunmaya başlamışlardı. Nitekim, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bu sırada

da-ğılmış ve Bulgaristan da 29 Eylül 1918’de mütârekeyi kabul ederek savaştan

çekil-mişti. Böylece Osmanlı Devleti’nin Almanya ile karadan bağlantısı kesilçekil-mişti.

Diğer taraftan, bu tarihlerde bir İngiliz ordusu, Batı Trakya ve Bulgaristan’da

ilerle-meye başlamıştı. Müttefikler, Trakya üzerinden İstanbul’u almak için hazırlıklara

girişmişti ve donanmalarını Çanakkale Boğazı önünde toplamışlardı. Bu suretle 1918

yılının Ekim ayına gelindiğinde, Osmanlı Devleti güneyden ve batıdan büyük bir

baskı altına girmiş ve kendini savunamaz duruma gelmiş bulunuyordu.

Bu durum üzerine, Talat Paşa’nın başında bulunduğu son İttihat ve Terakki hükümeti

8 Ekim 1918’de istifa etti. Yerine 14 Ekim’de Ahmet İzzet Paşa hükümeti kuruldu.

Yeni hükümet ilk iş olarak mütâreke yapılması için girişimlere başladı. Sonuçta

Os-manlı Devleti, İtilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi’ni imzaladı

ve böylece yenilgiyi kabul ederek savaştan çekildi.

Savaş sona erdikten sonra taraflar barış görüşmeleri için Paris Barış Konferansı’nı (18

Ocak 1919) düzenlediler Barış anlaşmalarını hazırlamak için toplanan konferansa,

İttifak Devletleri ile savaşan veya onlara savaş ilan eden 32 devletin 70’e yakın

tem-silcisi katıldı. Fakat konferansa egemen olan devletler İngiltere, Amerika Birleşik

Devletleri, Fransa, Japonya ve İtalya idi. Nitekim, bu devletlerin başkanları ile

dışişle-ri bakanlarından meydana getidışişle-rilen bir kurul, kararların alınmasında esas rolü

oynadı-lar. Bu kurul içerisinde de İngiltere ve Fransa birinci derecede etkiye sahip

devletler-di.

(26)

25

Konferansın çalışmaya başlamasından hemen sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin

isteğine uygun olarak Milletler Cemiyeti’nin statüsünün oluşturulmasına öncelik

verildi. Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri yeniden yalnızcılık (infirat)

politi-kasına döndü. İngiltere ve Fransa, bundan da yararlanarak, Wilson İlkeleri’ni dikkate

almadan, kendi çıkarları yönünde hareket ederek barış şartlarını saptamaya çalıştılar.

Barış Konferansı, bu durum ve genel hava içerisinde, dört ay süren görüşmelerden

sonra, yenilen devletlere uygulanacak barış koşullarının esaslarını saptadı. Bu esaslara

göre Almanya ile Versailles Barış Anlaşması (28 Haziran 1919),

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Saint Germain Barış Anlaşması (10 Eylül 1919),

Bulga-ristan ile Neuilly Barış Anlaşması (27 Kasım 1919), Avusturya-MacaBulga-ristan

İmparator-luğu’nun parçalanması sonucu kurulan Macaristan ile Trianon Barış Anlaşması (6

Haziran 1920) ve Osmanlı Devleti ile de Sevr Barış Anlaşması (10 Ağustos 1920)

imzalandı.

(27)

26

E-) İSTİKLAL SAVAŞI (1919-1922)

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiren Mondros Mütârekesi imzalandıktan sonra tüm

Os-manlı toprakları işgal tehdidi altına girdi. Güneyde Fransızlar ve destekledikleri

Er-meniler, doğuda yine ErEr-meniler, Karadeniz kıyıları, Trakya ve Batı Anadolu’da da

Rumlar ve Yunanlar. Mütâreke maddeleri gereğince yapılan işgallere Osmanlı

Devle-ti’nin ve ordusunun karşı koyması imkânı yoktu. Ancak göz göre vatan topraklarının

işgale uğraması özellikle bazı komutanlara çok ağır geliyordu. Bu yüzden Anadolu

halkının örgütlenerek işgale karşı durması için çeşitli organizasyonlar oluşturulmaya

başlandı. Bu halk örgütlenmesine genel olarak Kuvva-yı Milliye dendi.

Kuvva-yı Milliye, güneyde Fransızlara, batıda ise Yunanlara karşı ortaya çıktı.

He-men aynı anda hem halkın, hem de bazı Osmanlı komutanlarının katkısıyla teşkilatını

gittikçe geliştirdi. İşgal için gelen düşman kuvvetlerine, İstanbul hükümetinden gelen

emir dolayısıyla birşey yapamayan komutanlar için Kuvva-yı Milliye, vatanın

kurtu-luşu için en önemli çarelerden birisiydi. Özellikle Batı Anadolu’da, Yunanlara karşı

yapılan harekâtta, ön planda Demirci Efe görünüyordu. Bu kişinin zaten devlet

teşki-latı ile bir ilgisi de bulunmuyordu. Yunanların veya İngilizlerin pretostalarına da

si-lahlı karşı koyma işinin, Osmanlı sisi-lahlı kuvvetleri tarafından değil, Demirci Mehmet

Efe’nin bu işi yaptığı söylenerek cevap verilebilirdi.

Kuvva-yı Milliye’nin Batı Anadolu’da ortaya çıkışı, askeri zaruretten dolayı

gerçek-leşmiştir. Çünkü Yunanlar Mondros Mütârekesi hükümlerine göre ve İstanbul

hükü-metinin bilgisi dâhilinde geliyorlardı. Bu yüzden gelen Yunanlara karşı elinden bir

şey gelmeyen komutanlar, Kuvva-yı Milliye’yi kurup geliştirmişlerdi. Batı

Anado-lu’da, zaman zaman hükümete baş kaldıran zeybekler vardı. Mütâreke sonrası

toprakarına düşman girince bu zeybekler ona karşı mücadeleye başlamışlardır.

Os-manlı askeri resmen Yunanlara karşı mücadeleye katılmamakla birlikte, çeteleri ve

zeybekleri bütün imkânlarıyla destekliyorlardı. İstanbul’da Erkân-ı Harbiye’deki

yetkililer de durumu biliyor, açık ve ağır bir suçlama yoksa, yöredeki küçük birlik

komutanlarının yaptıklarına mümkün olduğunca ses çıkarmıyorlardı.

Batı Anadolu’daki direnişte Gediz Nehri ve kuzeyindeki sahada Çerkez Ethem,

gü-neyde Menderes Nehri havzasında Demirci Mehmet Efe ön plana çıkmıştı. Bu çete

reislerinin yanında subaylar da bulunuyor, gerektiğinde askeri meselelerde

danışman-lık yapıyorlardı.

Milli Mücadele’nin önemli kavgalarından birisi, İskenderun Körfezi’nden doğuya

uzanan hat üzerinde olmuştur. Çünkü bu sahada Anadolu’nun nerede bittiği, güneyde

Arapların çoğunlukta olduğu bölgenin nerede başladığı henüz kesinlik kazanmamıştı.

Mondros Mütârekesi’nde kesin sınırları Türkler açısından belirsiz “Suriye” veya

“Irak” gibi terimlerin alanı, galip devletlerin yorumuna göre kuzeyde alabildiğine

gidiyordu.

Güneyde İngiliz ve ardından gelen Fransız işgali, bu yöredeki duruma değişik

boyut-lar getirdi. Bu arada Fransızboyut-ların himayesinde Çukurova yöresindeki Ermenilerin gün

Referanslar

Benzer Belgeler

Ülkemizde rotavirus antijeni görülme sıklığının mevsimlere göre dağılımının incelendiği araştırmalarda, Su- geçti ve arkadaşları (18) erkeklerde ve kızlarda

79 Koalisyon Hükümetinde İmar ve İskân Bakanı olarak görev yapan CHP’li Ali Topuz’a göre Ecevit, kazandığı çok büyük popülerlik sonrasında hayatının en büyük

Bu fon kodu altında muhacirlerle ilgi çok sayıda belge bulunmaktadır. Muhacirler, Abdülmecid ve Abdülaziz döneminde iskân olunanlar ve 93 Harbi ile gelenler olmak üzere

TRUMP’ın aktif bir sosyal medya kullanıcısı olması ve özellikle Barış Pınarı Harekâtı boyunca ortaya koyduğu yaptırım tehditleri, ‘Türk-Kürt Savaşı’

Düşman istilası altında vatanın şanlı mazisine gölge düşmüş. Türk toprağı harap olmuştur. Fakat şairin tamamen ümidini kesmediğini hu şiirde de görmek

Berlin görüşmeleri öncesi Britanya ile Osmanlı devleti arasında gerçekleşen müzakereler sonrası şartları daha ehven bir antlaşmanın imzalanması konusunda

Yapısal olarak 1100 0 C’de daha yoğun bir durumda olan C6 numunesinin bu sıcaklıkta ortalama tane boyutu 0.35 µm olarak ölçülmüştür (Şekil 4.18(b)).. Daha

Functional performance by 6-minute walking test (6MWD), proprioceptive acuity by knee joint position sense using an isokinetic dynamometer, balance by the one-legged balance test