• Sonuç bulunamadı

Başlık: GÖRÜNÜŞ VE GERÇEKLİKYazar(lar):KOÇ, Emel Cilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 235-243 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000130 Yayın Tarihi: 1994 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: GÖRÜNÜŞ VE GERÇEKLİKYazar(lar):KOÇ, Emel Cilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 235-243 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000130 Yayın Tarihi: 1994 PDF"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aras. Gör. Emel KOÇ

Görünüş (Appearance) ve Gerçeklik (Reality) problemi genel ola-rak felsefenin olduğu kadar, aynı zamanda özel olarak felsefenin bir di-siplini olan metafiziğin en önemli problemlerinden birisidir.

Ilkçağdan günümüze değin, pek çok filozofu meşgul etmiş olan görünüş ve gerçeklik probleminin filozoflar tarafından ortaya konulu-şunda farklılıklar göze çarpmaktadır. Bir çok filozof görünüş ve ger-çekliği birbirinin karşısında yer alan konumlara yerleştirmişlerdir. Böy-le bir yaklaşımla ortaya çıkan görünüş ve gerçeklik dikotomisi, nesne-lerin "gerçekten ne oldukları" ve bize "ne gibi görtindükleri" olmak üzere nesnelerin iki yönüne dikkat çekmektedir.

Görünüş ve gerçeklik dikotomisini ilk kez sistemli bir biçimde ince-leyen filozoflar Herakleitos ve Parmenides olmuştur.

HerakleitOs evreni sürekli bir oluş ve akış süreci olarak kavramış -tır. Evrende tüm oluş ve ?kışa rağmen kendisinin aynı kalabilen tek şey, söz konusu oluşu idare eden, ve aynı zamanda evrenin düzenini sağlayan "Logos" adı verilen genel yasadır. Bu yasa evrendeki değiş i-ınin belli bir düzen içinde olmasını sağlar. Logos dışında her şey değ i-şir, "aynı ırmağa iki kere girilemez -Daima her şey akmaktadır- Bü-tün nesneler (evren) ırmak gibi akarlar."'

"Görünüşler dünyası" ile "Gerçeklik dünyası"nı ayıran Herakle-itos duyularımızla algıladığımız aleme, görünüşler alemi adını verir. Görünüşler alemi sürekli ve değişmeyen olgulardan meydana geliyor-muş izlenimi verirken, akılla kavranılan âlem sürekli bir oluş ve akış içerisindedir.

Oysaki Parmenides'e göre, gerçek âlem sürekli olarak kendisinin aynı kalan, değişmeyen bir alemdir. Görünüşler alemi, değişmenin ve aloşın sürekli olduğu bir âlem iken, gerçek âlem, kendi içine kapalı, (1) Kranz W., Antik Felsefe Metinler ve Açıklamalar, S. 69

(2)

236 EMEL KOÇ

birlikli bir âlerndir. Bu âlem bölünmeyen, değişmeyen, durağan halde bulunan bir âlemdir.

Başka bir deyişle, gerçek âlem "BİR" in kendisi olan bir âlemdir. BİR "tek gerçek, sonsuz ve bölünmez olan varlık"2 dır.

Böylece Herakleitos'un gerçek âlem olarak kabul etti ği sürekli oluş ve akış halinde bulunan alemi, Permenides görünüşler alemi ola-rak ikinci plana iterken, akıl yoluyla kavradığı gerçekler alernini ilk plana yerleştirir.

Herkes için geçerli olabilecek genel bir doğrunun varlığını kabul etmeyen Sofistlerin en ünlülerinden olan Protogoras'a göre, "Bütün şeylerin ölçüsü insandır, var- olanların var olduğu, var olmayanların var olmadıkları için... Herbir şey bana nasıl görünürse benim için böy-ledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle... üsüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk değildir." 3

O halde Protogoras'a göre, doğru olan şey, duyusal farklılıkları -= sebebiyle kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için de zaman içinde farklılık gösterebilmektedir. Böyle bir yaklaşım nesnel bir bilgi anlayışım ortadan kaldırmaktadır.

Gorgias ise "Var olmayan ya da doğa" adlı yapıtında "hiç bir şey yoktur... varsa bile insan için kavranılmazdır... kavranılabilir (bi-linebilir) olsa da öteki insanlara bildirilemez ve anlatılamaz"4 der

Herakleitos ve Parmenides'in görünüş ve gerçeklik dikotomisi, bir taraftan sana (doxa) derecesindeki bilgiyi doğuran oluş âlemini görünüş olarak, diğer taraftan bilgelik (sophia) derecesinde bilgiye sahip İdealar âlemini asıl gerçeklik olarak kabul eden Platon felsefe-sinde daha sarih bir metafizik anlatım bulmuştur. 5

Platon'a göre görünüşler alemi biz ölürnlülerin, içerisinde yaşadı -ğımız, sürekli bir değişim halinde bulunan, gölge âlem de diyebileceğ i-miz bir Ilemdir. Oysaki gerçek âlem öncesiz ve sonsuz olan, değiş me-yen, ideal varlıkların âlemidr. İdealar, görünüşler (ya da oluş) ale-mindeki tüm varhklarm öncesiz sonrasız örnelderidir. Görünüşler âlemindeki her "cins"in, idealar âleminde bir "idea"sı vardır. Ve her cins kendi ideasmdan pay aldıkça varlığa gelmektedir. Görünüşler (2) Russell B., Batı Felsefesi Tarihi, S. 59

(3) Kranz W., Antik Felsefe Metinler ve Açıklamalar, S. 194 (4) a.g.y. S. 197

(3)

âleminde görüp güzel, iyi v.b. dediğimiz nesneler, idealar âlemindeki "güzel ideası"ndan, "iyi ideası"ndan v.b. pay aldıkça varlığa gelen, ancak hiç bir zaman "mutlak iyi" ya da "mutlak güzel"in kendisi ola-mayan nesnelerdir.

Güzelin, iyinin görünüşler âlemindeki çeşitli örnekleri relative ve zamansal iken, idealar Mutlak, ezeli ve ebedidir. Ancak bir akıl yürüt-me ile kavranabilen idealar dünyasındaki idealar, Platon'a göre, kendi aralarında değişmez bir düzene sahiptirler. Bu düzene göre tüm ideala-rın en üstünde "iyi ideası" yer alır.

Öte taraftan görünüş ve gerçeklik bahsine Aristoteles'in yaklaşı -mına bakacak olursak: Gelişme ile ilgilenen Aristoteles'e göre doğa bir oluş ve gelişme halindedir. Bu gelişme düşüncesi bizi filozotun mad-de ve form öğretisi ile karşı karşıya getirir.

Alemdeki her oluş, form verici bir kuvvetin maddeyi etkilemesi ve bir form kazandırması ile oluşur. O halde Aristoteles'e göre gerçek varlıklar form veren bir kuvvetle, form kazanan maddeden, di ğer bir deyişle form ve maddeden meydana gelmiştir. Maddesiz form düş ünü-lemediği gibi, formsuz madde de düşünülemez. Oluş bir form ile mad-denin birleşmesi ile ortaya çıkar. Oluş mutlak maddeden, mutlak for-ma yani Tanrıya doğru bir gidiş4,ir.

Aristoteles'in bu düşüncelerin den fenoınenler dünyasındaki her şeyin, bir kuvvetin maddeyi etkilemesi sonucu, form kazanmış bir mad-deden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Platon düşüncesi ile karşılaştırı l-dığında, Aristoteles düşüncesinde artık fenomenlerden ayrı, fenomen-ler ötesinde üstün bir dünyanm kabul edilmediğini görüyoruz.

Fenomenlerle ideaları birbirinden ayıran Platon için, idealar, fe-nomenlerin sebebi olan gerçek varlıklar iken, Aristoteles için ise gerçek varlık, fenomenlerin içinde kendisini gerçekleştiren özdür. Böylece Aristoteles felsefesinde form ile madde arasındaki ilgi karşımıza geliş -me olarak çıkmaktadır. Filozof madde ve form öğretisi ile ilgili olarak dört sebep kavramından söz eder. 6

1- Maddi sebep 2- Formel sebep

3- Fail sebep 4- Gal sebep

Bir mermer yontu yapan adam örneği alındığında burada, yontu-nun maddi sebebi mermerdir. Yontuyontu-nun bir biçimi, formu vardır. (6) Gökberk Macit; Felsefe Tarihi, S. 81-83.

(4)

238 EMEL KOÇ

Bu formel sebeptir. Yontunun formunu maddesine işleyen, y ontuyu biçimlendiren bir heykeltraş vardır. Bu yontunun fail sebebidir. Son olarak yontunun hangi amaçla yapıldığı onun gal sebebidir.

Rönesansla birlikte skolastik bir düşünceye baş kaldınlmış ve bu düşüncenin yerini matematiksel bir düşünme biçimi almıştır.

Böyle bir yaklaşım biçiminin yani matematiksel ölçüyle elde edi-len asıl gerçek düşüncesinin Descartes'da daha da geliştirilmiş oldu-ğunu görüyoruz. Görünüş ve gerçeklik problemi Descartes'da madde ve ruh problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Maddenin ana yükle-mi veya "uzamlı olmak" iken, ruhun ana yüklemi "düş ün-ce"dir. Filozofa göre evrendeki herşey ya ruh tözüne ya da madde tö-züne indirgenebilirken, bu iki töz birbirlerine indirgenemezler.

Onların herbiri kendi kendine yeterlidir. Ne ruh maddenin, ne de madde ruhun herhangi bir özelliğine sahiptir. Onlar birbirlerinden mutlak olarak farkhdırlar. Ancak diğer taraftan gerçek anlamında ne ruh ne de madde kendilerine yeterli varlıklardır. Çünkü Descartes'a göre nihai' anlamda sadece Tanrı veya Tannsal töz kendi kendisine yeterli olurken, diğer iki töz Tanrı'nın gücünden dolayı tözdürler. 7

Analitik geometrinin kurucusu olan Descartes, matematiksel ve geometrik bir yoldan yürümenin etkisiyle, matematik bilgi kadar aç ık ve kesin düşünceleri "Cogito ergo sum" ilkesinde bulmustur. Ve bu ilke çerçevesinde bilincinin varlığı hakkında doğrudan doğruya el-de etmiş olduğu açık ve seçik bilgi yardımıyla Descartes Tanrı'nın var-lığı hakkındaki kesin bilgiye ve Tanrı'nın aldatıcı ve yalancı olmaması sebebiyle O'nun beni aldatmayacağından dolayı dış âlem hakkında açık ve seçik bilgilerimin doğru olmamasının mümkün olarnayacağı düş

ün-cesine ulaşmıştır.

Locke ise "İnsan zihni üzerine deneme" adli yapıtmda "Zihnin üzerinde hiçbir yazı bulunmayan, hiçbir tasarıma sahip olmayan be-yaz bir kağıt gibi olduğunu varsayalım Bunları o nasıl kazanır? İ n-sanın her zaman meşgul ve sınırsız hayal gücünün kendisine hemen hemen sonsuz değişik biçimler verdiği bu geniş yığın, zihine nereden gelir? Zihin, aklın ve bilginin bütün malzemesini nereden alır? Buna tek sözcükle cevap veriyorum: "Deney" den. Bütün bilgimizin temeli deneydir ve o eninde sonunda deneyden çıkar. Zihnimize bütün düş ün-me malzeün-mesini sağlayan, gözlemlerimizdir." 8

(7) John H.R., Jr.-Justus B., Felsefeye Giriş, S. 152 (8) a.g.y., s. 56.

(5)

Zihne, aklın ve bilginin tüm malzemesinin "deney" den geldiğini söyleyen Locke, birincil ve ikincil nitelikleri birbirlerinden ayınr. Filozof birinci tür nitelikleri bedenden ayrılamayan nitelikler -uzam, biçim, katılık, hareket- olarak ifade eder. Ve bunların öznel olduklarını belir-tir. Bu nitelikler dışında kalan renk, ses, koku v.b. gibi tüm nitelikleri ise ikincil nitelikler olarak adlandınr ve bunların nesnel olduklarını ifade eder.

Locke'un gerçek nitelikler olarak sözünü ettiği nitelikler birinci dereceden niteliklerdir. Bir cismin bizde tasarımlar meydana getire-bilmek için sahip olduğu güçler ise ikinci dereceden niteliklerdir. 9 Görünüş ve gerçeklik problemine Alman filozofu Kant yeni bir boyut getirmiştir. "Saf Aklın Kritiği" adlı yapıtında "fenomen" (gö-rünüş) ve "numen" (asıl varlık) arasındaki ayrımı öncelikle işlemiştir. Filozof bu hususta "Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe PROLEGOMENA" adli yapıtmda şunları söylemektedir:

"Gerçekten de, eğer biz duyu nesnelerini, uygun olduğu gibi, sırf görünüşler sayarsak, bunu yapmakla, bunların temelinde -her ne ka-dar kendi başına nesnel olduğunu bilmesek, yalnızca görünüşünü, ya-ni bu bilinmeyen "bir şey" in duyularımızı uyarma şeklini bilsek de -kendi başına bir şeyin bulunduğunu da aynı zamanda kabul etmiş oluruz. Demek ki anlama yetisi, görünüşler diye bir şey varsaymakla, aynı zamanda kendi başına şeylerin varlığını da kabul etmiş olur. Ve böylece diyebiliriz ki, görünüşlerin temelinde bulunan bu tür varlı k-ların, dolayısıyla sırf anlama yetisi varlıklarının tasarımı yalnız kabul edilebilir değil, kaçınılmazdır da.

Böylece anlama yetisi varlıklan kabul edilebilir, ancak istisna kabul etmeyen şu kuralın altı çizilerek: biz bu anlama yetisi varhklan hakkında belirli hiçbirşey bilmiyoruz, ne de bilebiliriz, çünkü saf an-lama yetisi kavramları= olduğu kadar saf görüler de, ancak ve an-cak olanaklı deneyin nesneleriyle, dolayısıyla duyu varlıklarıyla ilgi-lidirler ve bu görülerden insan uzaklaşır uzaklaşmaz, o kavramlann en ufak bir anlamı bile kalmaz." 10

Böylece Kant kritik yaklaşımının numenleri hiçbir şekilde olanak-sız kılmodıklannı ancak bilgimize bir sınırlama getirdiğini vurgulamak- (9) a.g.y. S. 155

(10) Kant I., Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafizige Prolegomena, S. 66-67.

(6)

240 EMEL KOÇ

tadır. Zirâ biz ancak nesr elerin bize görünüşlerini bilebiliriz Ama bu görünüşün ardında numen (kendinde şey) in olduğunu da tasarlarız. Bu tasarlanan rumen, fenomenler ötesinde bir şey olduğu için, bizim için bilin.emez olandır. Çünkü müdrike'nin a priori kategorileri yalnı z-ca fen omenler dünyasına uygulanma durumundadır. Müdrike'nin a priori kategorileri sebebi ile fenomenleri bilebilen ve bu fenomenlerin ötesindeki numeni bilemeyen insan, Kant felsefesinde bir fen omenizm içerisinde hapsolmuştur.

Öte yandan fenomenoloWnin yalnızca "şeylerin kendilerine git-mesi gerektiği" üzerinde uzlaşan fen omenologlar tarafmdan dünyayı numenal varlıklara başvurarak açıklama çabası felsefenin dışında bı -rakılmıştır. Fenomenologlarca, şeylerin kendilerinin, tecrübe edildik-leri biçimiyle şeylerden a.yırılmaması gerektiği düşüncesi kabul edil-miştir.

Fenomenolojinir. kurucusu Husserl'e göre fenomenoloji "kritik bir öz bilimi" dir. O halde fenornenoloji ile meşgul olabilmemiz için tavrımız da kritik bir tavır olmalıdır. Oysaki günlük yaşamdaki alışı l-mış tavrımız doğmatik olan doğal tavırdır. Doğal tavır doğmatik olma-sı sebebiyle fenomenolojiye uygulanamaz. Husserl fenomenolojisinin konusu olan fenomenlerin birer fenomen olarak kendilerini ortaya ko-yabilmeleri için doğal tayını bırakmamız gerekmektedir.

Husserl fenomenolojisinin gözönünde bulundurduğu fenomenler "öz fenomenleri"dir. Öz fenomenlerinin özelliği real bir karektere sahip olmamaları, refleksiyonlu bir tavıra dayanmalarıdır. Bu tavır naif ve doğal olmayan, refleksiyonlu bir tavır yani fenomenolojik bir tavı r-dır. Fenomenolojik tavrın yöneldiği alan halihazırdaki bir alan değ il-dir. Bu alanın elde edilmesi için fenomenolojik redüksiyon adı verilen yönteme ihtiyaç duyulur. Redüksiyon yöntemi ile fenomenoloji, psi• kolojik ve diğer fenomenlerden saf öze varır."

Husserl'e göre "öz" bir bireyin kendi iç varbğında. bize onun "ne" olduğunu gösteren. açan şeydir."12

Filozofa göre, bir öz, bir refleksiyon eyleminde, bir bütünlüğün içinde sunulur. Özler üzerine refleksiyon yani eydetik refleksiyon, fe-nomenolojik bir yöntem olan eydetik redüksiyona ihtiyaç duyar. Ey detik redüksiyonla nesnenin varlık şartları ayraca alınarak o nesnenin (11) Mengüşoglu T., Nicolai Hartmann ve Fenomenoloji, S. 3-5

(7)

özü elde edilmeye çalışılmaktadır. Böylece eydetik redüksiyon sonun-da sezgisel olarak kavranan şey, Husserl'in anladığı anlamda kendi kendisine yeten bir özdür. O halde öz, refleksiyonda bir bütünlüğün içinde surulmaktadır.

Husserl'e göre "özsel sezginin verisi saf bir özdür... özsel kavray ış bir sezgidir." 13

Görüleceği üzere Husserl felsefesinde fenomen, Kant'ta gördüğ ü-müz anlamda sözkonusu edilmemektedir. Zirâ Kaneta fenomenler görünüşlerdir. Ve Kant felsefesinde fenomenlerin ötesinde -bilgimizin sınırları dışında da olsa- bir kendinde şey kabul ediyordu. Oysaki Hus-serl'de fenomenler öz fenomenleridir. Ve filozof diğer fenomenologlar gibi dünyayı numenal varlıklara başvurarak açıklama girişimini red-detmiştir.

Husserl'in "her bilinç bir şeyin bilincidir" düşüncesini esas olarak alan, ve fenomenolojiyi kendi ekzistans felsefesinde yöntem olarak kul-lanan Sartre görünüş ve gerçeklik ayrımını reddeder. Sartre'a göre "... biz bir kez Nietzsche'nin "sahnenin gerisindeki dünyalar yanılsaması" adını verdiği şeyden uzaklaşır ve görünüşün ötesindeki varlığa artık daha fazla inanmazsak, görünüş bütünüyle pozitif bir şey haline gelir: Onun özü, artık daha fazla, varlığın karşısında olmayan, ancak tam tersine varlığın ölçüsü olan bir "görünme"dir. Çünkü bir varolanın varlığı tam tamına onun göründüğü şeydir. Böylelikle Husserl'in ya da Heidegger' in fenomenolojisinde bulabildiğimiz türden fenomen düşüncesine ya-rma -fenomen ya da göreli- mutlak olan. Geride fenomene göreli olan kalır, çünkü "görünme" özü itibariyle kendisine görüneceği bir kimse-yi varsayar. Ancak o Kant'ın görünüşünün iki yönlü göreliliğine sahip değildir... Varolan mutlak olarak vardır, çünkü o kendisini olduğu gibi gösterir. Fenomen olduğu gibi araştırılabilir ve betimleıaebilir. Çünkü o kendi kendisini mutlak olarak gösteren şeydir... Görünüş ve öz ikici-liğini aynı ölçüde reddetmemizin nedeni budur. Görünüş özü gizlemez, onu açığa çıkarır; o özdür." 14

Bu sözler ışığında Sartre'ın, Kant'ın felsefesinde gördüğümüz tür-den, fenomenin kendi ardındaki numene (kendinde şey) işaret etmesi şeklindeki bir düşünceyi kabul etmediği açıktır. Zira Sartre'ın mensubu bulunduğu ekzistansı temele alan fenomenolojide bu tür bir ayrıma (13) a.g.y., S. 55

(8)

242 EMEL KOÇ

yer yoktur. -Ekzistansı temele alan fenomenolojide fenomenler ile nu-menler- tecrübenin nesneleriyle kendinde nesneler -arasındaki geler ek-sel ayırımı yeri yoktur. Şey ya da fenomen tıpkı göründüğü gibidir. Fenomenoloji yapmak fenomenlerin ya da görünüşlerin -Sartre bu kav-ramları birbirinden ayırmaz- betimlemelerini ya pmaktır. 15

Böylece Sartre kendi fenomen kuramında, fenomen ötesinde varlı -ğın bulunmadığını, fenomenin yalnızca kendisini gösterdiğini "Varlık ve Hiçlik" adli yapıtında şu sözleriyle pekiştirir.

"Fenomen kuramının ilk sonucu şimdilik görünüşün tıpkı Kant'ın fenomeninin numene işaret etmesinde olduğu gibi, va rlığa işaret et-memesidir. Görünüşün ötesinde hiç bir şey bulunmadığına ve o yal-nızca kendisini (ve görünüşler dizisini) gösterdiğine göre, o kendi var-lığından başka herhangi bir varlıkla desteklenemez." 16

Anlaşılacağı üzere, İlkçağdan itibaren pek çok filozofu meşgul etmiş olan "Görünüş" ve "Gerçeklik" dikotomisi, Varlık felsefesinin öz ve varoluş olarak da anlayabileceğimiz görünüş ve gerçeklik birbir-lerini tamamlamaları sebebiyle birbirlerine karşı konumlarda yer ol-mamalıdırlar. "... Her varlık görünüş, her görünüş aynı zamanda var-lıktır. Onlar adeta aynı özün birbirlerini tamamlayan iki manzarasıdır. Bize bir açıdan görünüş gibi gelen her şey, aslında varlığın bir manzara-sı, yani varlığın kendisidir" 17 düşüncesiyle aşılmıştır.

Bibliyografya

Gökberk Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul 1980, Remzi Kitabevi.

Husserl Edmund, İdeas, London 1931, George Allen and Unwin Ltd. (Translated by W.R. Boyce Gibson).

Jolm H.R., Jr - Justus B,. Felsefeye Giriş

Kant İmmanuel, Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Meta-fiziğe Prolegomena, Ankara 1983, H.V. Yayınları (Çev. Ioanna

Kuçııradi-Yusuf Örnek).

&anı Walther, Antik Felsefe Metinler ve Aç ıklamalar, İstanbul 1984 Onur Matbaası, (Çev. Suad Y. Baydur).

(15) Luijpen W.A., Existentıal Phenomenology, S. 15-20 (16) Sartre J.P., Being and Nothingness, (önsöz) S. lvi-lvii. (17) Ülken H.Z., Varlık ve Oluş, S. 150

(9)

Luijpen William A,. Existential Phenomenology, Louvain 1963, Duqu-esne University Press.

Mengüşoğlu Takiyettin, Nicolai Hartmann ve Fenomenoloji, İstanbul 1969, İstanbul Matbaası.

Russell Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, İstanbul 1983, Onur Basımevi (Çev. Muammer Sencer).

Sartre Jean Paul, Being and Nothingness, New York 1966, Washington Square Press, Inc. (Translated by Hazel E. Barnes)

tilken Hilmi Ziya, Varlık ve Oluş, Ankara 1968, A.Ü. Ilahiyat Fakül-tesi Yayınları.

Referanslar

Benzer Belgeler

ÖZET: Bu çalışmada almost kompleks yapının Nijenhuis tensörünün almost cebirsel yapılara genişlemesi olan Nijenhuis-Shirokov tensörü invaryant formda

Örneğin evlerde kullanılan tüm muhafaza dolapları (mutfak dolapları da dahil) için yürürlükte olan stan-. dart TS EN 14749'dur ve mutfak dolaplarının

Uygulama aşamasında MR firmasının tercih edilmesinin sebebi, üzerinde çalışılmış olan aile şirketlerinden biri olan ve hazır giyim sektöründe faaliyet gösteren

Uykan, “ Ultimate “SIR” (“Signal”-to-“Interference”-Ratio) in Continuous-Time Autonomous Linear Networks with Symmetric Weight Matrix, and Its Use to ”Stabilize” the

In particular, using the form factors entering the low energy matrix elements both from full QCD as well as HQET, we have investigated the branching ratio, forward-backward

Her ne kadar dans salonu “cinsiyetsiz” olarak ortaya koyulsa da, sahneye taşınmak üzere çizilen kadınlık anlatısına bakıldığında ise, daha önce değindiğim çok

Mülakatlar esnasında kadın araştırma öznelerinin nasıl konuştukları sorusunu saha ve sözlü tarih çalışması tecrübelerimden yola çıkarak takip etmek

The story not only reveals the cultural and religious condition of 16th century Turkey, but it also provides a clear image of the social condition of the country and the role