ilil
ANI A İNCFI FMF
JraJL
a
JL
JLJL
P --« -f 1.
▼
" İ | 18 Ekim 1988 S a l ı ® - . i ' «Ü»Çizgilerde
kalan ta rih i
- a
Hazırlayan: Necati GÜNGÖRİstanbul'un
İlk kahvehanesi,
Kanuni ûevtinûe
Tahtakale'de açılmış
Ç Ç 7 1 E R A R T I M P A Birbirini izleyen savaşların kıbç! y O I & L L ( l H l l l l l l U H artıklar-, işsiz güçsüz İstanbul külhanbeyleri, Anadolu'dan ya da Rumeli'nden gelen göç
m enler, D ersaadet'te kahvehane sayısının tuzla a r tm a s ın a ,, her tü rlü yasağa ve kapatm alara rağm en kahveciliğin gözde mesleklerden biri haline gelmesine sebep oluyordu...
‘Gönül ahbap arar
kahve bahane...’
m
ADIM İ s t a n bul'da üç türlü kahvehane var dı: Birinci kah vehaneler, zarif .ve kibar erkek lerin “ m üdavim ” olduğu yerler; İkincisi de “m ua şeret” bilmeyen kimselerin gittiği yerler...Kibar kahvehanelerinde satranç, dama ve benzeri o- yunlar oynanır; İstanbul’un her semtinden, “irfan sahi bi” kalem efendisi tipler bu oyunları oynayabilmek için gelirlerdi.
Ya üçüncü kahvehaneler? Bunlar da, “tiryaki” kahve haneleriydi. Ve; ellerinde bas tonları, kucak dolusu akça sakallarıyla, yaşlı insanlar devam ederlerdi buralara. Bu adamlar hareketsizliğe mah kûm ve müzmin bronşite müptela olduklarından, kul landıkları çubukların lülesin den bulut tabakaları oluşur; kulakları tırmalayan nargile 'okunuşunun, öksürük ve gö rüş hırılusmın ardı arkası kesilmezdi. Peykelerin önün le oluşan, mide bulandırıcı, tükürük öbekleri de cabası! Peykelerin üzerine, Mısır ha sırı ya da kar keçeleri çivilen miş olurdu. Sonraları frenk keçeleri de serilir oldu. Buna karşılık kibar kahvehanele rinde minderli sedirler ve onun üzerinde yastıklar bulu nurdu.
Tiryaki kahvehanelerin de, yoğurt çanağı iriliğinde kahve fincanları, ocağın çev re yanına dizilir, çubuk ve nargileler köşeleri doldurur- du. _________________
FUZULÎ SOHBETLER
K
AHVEHANELERİNhemen tümünde şu ya zıya rastlamak müm kündür: “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane; gönül ahbap ister, kahve baha ne!” Kimi kabadayı kahve hanelerinde de tablolar asılı olurdu: Hazreti Ali'nin, Zül- fikar'ı ile İfrit'i öldürüşü; K araca A hm et'in yılanı kamçı, arslanı da at diye kul lanışı; “Ah! Minel A şk” ibaresi vs...
Tiryaki meşrep kimseler, keyif verici madde olarak kahve, tütün, tömbekinin ya nında enfiye de çekerlerdi. Ancak, bu enfiyeciler daha çok “yüksek ilim sahibi” şeyhler, mülkiyeliler ve mu- harirlerdi. Bu kişiler kendi aralarında enfiyenin cinsi ve nefaseti konusunda, uzun uzun sohbetlere girişir; birbi rine karıştırılması, çiçekle terbiye edilmesi ve rutube tinin korunması gibi konular da açıklamalar yaparlardı. Sokakta birbirlerine rastla dıklarında da derhal enfiye mahfazalarını çıkarıp karşı lıklı ikramlarda bulunurlardı ki, bunun adına da “kal dırım ziyafeti” denilirdi.
Tömbeki meraklısı bazı kimseler de, kahvecinin ha zırladığı nargileyi hemen iç mez; önce, kollarını dirsekle rine kadar sıvar, nargilenin sürahisini, lülesini, marpu- cunu uzun uzun temizler, sü rahisine suyu kendisi koyar, lüleyi kendi doldurur, kendi ateşler; hatta daha titiz olan lar, marpucun başlığını ağız larına değdirmemek için bir kâğıt parçasını kıvırıp baş lığın deliğine sokar öylece içerlerdi.
ŞAŞIRAN YABANCILAR
T
ÜRELERİN, kahveden önce su içme alışkanlık larına şaşıran Edmondo de Amicis, gittiği kahvehane lerde aynı zamanda berberlik ve dişçilik de yapıldığını kay deder. Amicis. bu olayı o ka dar “taaccüple" karşılar ki; "K ahvecinin hem dişçi, hem de cerrah olduğun dan" bahisle, “öteki müşte riler kahvelerini yudum larken. kurbanlarına, onla rın yatımda işkence ettiği ni" yazar! Bir de kahvedeki insanların mistik sessizliği,Peçevili İbrahim Efendi'nin yazdığına göre, Halepli Hakem adlı bir “ herif” ile Şamlı Şems adında bir-
“zarif" İstanbul'un ilk kahvehanesini açmışlar... Külhanbeyinden emeklisine, işsizinden mülkiyeli sine kadar her türlü insan, meyhanelerden uzak laşıp kahvehanelerde toplanmaya başlamış...
Kahvehane kültürü, İstanbul'u İstanbul yapan özelliklerden biriydi. Kimi kahvehaneler avama; kimileriyse satranç ya da dama oynamaktan hoş lanan erbabına hizmet eder; buralarda kahvenin yanı sıra nargile sohbetleri de alır başını giderdi, “ tirkeş” çubuklarının biri sönüp biri yanardı.
üstadın fena halde garibine gitm iştir: “ İç e riy e g irip oturduğumuz zaman kimse bize bakmadı, kahveciyle çırağı dışında kimse ko nuşmuyordu, kimse kıp ır damıyordu. Ortalıkta, kedi m ırılusını andırır nargile fokurtularından başka bir ses yoktu. Herkes, hiçbir ifadesi olmayan bir çehrey le ve s a b it b a k ı ş l a r l a önüne bakıyordu. Burası küçük bir mumyalar mü zesi gibiydi!"
Reşat.Ekrem Koçu üsta dımız ise İstanbul'da ilk kah venin i 554 yılında, yani Ka nuni Sultan Süleyman za manında açıldığını söylüyor. Kendisi de Peçevili İbrahim Efendi'den öğrenmiş bu ger çeği. Şöyle diyormuş Peçevili İbrahim Efendi: “Hicri 962
yılı hududunda, Halepli Ha kem namında bir herif ve Şamlı Şems adında bir zarif gelip -avamın ve ayaktakı- mının kalabalık olarak bu lunduğu- Tahtakale’de bi r e r büyük d ü k k ân açıp k a h v e c iliğ e b a ş la d ıla r . Keyfe müptela bazı yaranı safa, hususiyle okuryazar makulesinden nice zürafa bu k ah v e le rd e to plandı; kimi kitap okur, kimi tavla ve satranç ile meşgul olur, kimi de yeni yazılmış ga
zeller g e tirip m a ariften bahsolunurdu. Eskiden eşi dostu toplayıp sohbet et mek için ziyafetler tertip edilirdi; kahvehaneler açı lınca, bir iki akçe kahve p ara sıy la cem iyet safası eder olundu.”
AFYON ÜZERİ K A H V E
günden sonra İs- Itan b u l’da kahvehane l e r hızla artmaya
baş-f Z ¿ ç M ; p c r% Osmanlı payitahtının tanıştığı keyif verici maddeler, sadece kahve ve enfiye değildi elbette... Çok geçmeden afyon çubukları da konak harem lerinden, dede kahvehanelerine yaygınlaşacak ve İstanbul'un bir çok kesiminde saz âlemlerinin vazgeçilmez bir parçası haline gelecekti...
lar. Meyhanelerden çok bura lara rağbet edilir. Yaşlılar, gençler, hatta tüysüz taife dahi buralarda görülmeye başlar. Ayaktakımı ve kül- hanbeylerin yanı sıra mev kiini yitirmiş müderrisler, kadı efendiler de kahvehane lere çıkarlar. Ancak bu aşırı ilgi, kendi tepkisini de bera berinde getirir ve camilerde, buralara gidilmemesi konu sunda vaizler, nasihatler ve rilir, bunlar kâr etmeyince Sultan Üçüncü Murat, kah vehaneler hakkında ilk ya saklam a hükm ünü verir: “Her ne ki, fahim mertebe sine vara, yani kömür ola, sırf haram dır!”
-Eski, zamanın tiryakileri; “Yusufı”, “tirkeş” gibi ad larla söylenen çubuk kullan mayı da pek severlerdi. Özel likle tirkeş çubuğunu -ki orta boy bir çubuktu bu- vezir vü- zera, vekil vükela gibi eşhas-ı ekâbir kayıklarda ve özel odalarında k u lla n ırlard ı. Yine tiryakilerin bir merakı da afyon kullanmaktı. Tabii bunu, “mükeyyifat” babın da değil de; “göğüs yumuşa tıcı" ya da “basur ilacı” ba haneleri altında kullanırlardı divan efendileri. Tiryakiler afyonu gizli olarak kullanır, üzerine de mutlaka bir kahve içerlerdi. Sonra, afyona cila versin diye tatlıya “m üştak” olan ehlikeyifler de vardı. Ki mileri de yanlarında tatlı ni yetine peynir şekeri taşırlar dı kutu içinde. Böylesine key fe düşkün bu eski zaman İs tanbul erkekleri, üzerlerinde kaç çeşit kutu taşımak duru mundaydılar acaba? Sayalım: Afyon kutusu, macun kutusu, enfiye kutusu, tütün kutusu, tömbeki kutusu, kav-çakmak kutusu vs...
Tiryakilerin keyifleri ta zelendikçe kendilerine bir neşe gelir, yarı kapalı gözler yavaş yavaş aralanmaya baş lar, adeta parıldardı. Neşesi kıvamını bulan kimseler tatlı dilli, güler yüzlü ve dahi mu
sikişinas olurlardı ki görül-! meye değer... Dellalzade İs mail Dede Efendi için anla-' tılan şu öykü, afyonun sihirli; giMhıü kanıtlayan en somut: olaPhr:
DEDE EFENDİ KIZINCA...
B
İR toplantıda, zamanın; m usikişin asların d an bir fasıl takımı besteye okuyorlardı İsm ail Dede; kızdı, hiddetlendi ve yarı yer-; de fasih kesti. O ara içeri gi rip afyon attı, birkaç nefes; çubuk içti ve geri döndüğün-' de besteyi tek başına okuma ya başladı. Odada bulunanlar* ve özellikle musiki bilgisi! olanlar bu “icra”ya hayran’ kaldılar. Hatta birçokları] kendilerini tutamayıp üs-, tadın elini öptüler!İşte; afyonun neşesi, böyle; bir, bir buçuk saat sürer, son-’ ra yağı tükenmiş kandil gibi sönerdi! Gözlerdeki parlaklık geçer, neşe kaybolur, eller tit remeye başlardı. Uyku bas tırır, başlar düşer, horultulu ağızlardan salyalar akar..,
Kahvehaneler, eski za manın birer dinlenme yerle riydi, tiryaki merkezleriydi.
Dönemin zarif ve kibar in sanları, dinlenme yeri olarak, bazı tanınmış tütüncü dük kânlarını da kullanırlardı. Özellikle Ramazan ayların da; hem gelip geçenleri izle mek, hem de, istirahat etmek için, cadde üzerindeki bu tü tüncü dükkânlarına pek rağ bet edilirdi. O kadar ki; padi şahlar bile, -sanki dinlenecek onca saray, onca köşk, kasr, cennet misâli bahçeler yok muş gibi!- tütüncü dükkânla rında dinlenmeye özenirlerdi! Şimdiki üniversite binasının bulunduğu Necip Paşa Ko- nağı’nın altındaki tütüncü dükkânında İkinci Mahmut’ un; T o p h a n e ’deki Y ani Efendi'nin dükkânında da Sultan Abdülmecit’iıı “din len d ik leri” çok görülmüş tür...
YARIN:
TÜRBELERKENTİ
Talihli kitaplar
KARAYOLLARI YASASININ B A S K IS I 1931 ’DEN \9 8 Q - LERE KADAR9 0 M İLY O N U B U LD U .
ll
LL
1
1Dünkü çözüm
2 3 4 S 6 7 8 9 10 11 121
2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12
Şoktan sağa
1 - Mikroskopla görülebi lecek kadar küçük olan, 2 - Yemlslerin yenen kısmı... Sırt hamallarının kullan dığı semer, 3 - Sergen... Ta vır... Bir ilimiz, 4~ Yenilecek ve içilecek şeyler (azık)... Omuz atkısı. 5 - Eti için av lanan güvercini andırır bir kuş... Bir toplumda, kendi çıkarlarına göre aralarında anlaşma ve birleşme kuran insanlar grubu (hizip), 6 - Bir güneş tanrısı... Kuran da bir sure ismi... Bir renk, 7 - Pek ince deri... Yemek (aş)... Bir şaşma sözü, 8 - Acık elin iç yüzü ile vurulan tokat... Bir davet veya ri caya uyup onu kabul etme, 9 - Cezayı bağışlama... An
latım ve deyiş... Unsur (ele- 1 man), 1 0 - Tahıl yığını... 2 Kudretli olup buyruğunu yü- 3 rüten.
Yukarıdan aşağıya
1 - Bir gezegen adı... Demir levha, 2 - verme... Görev 8 veya ödev, 3 - Çuvaldızla iş 9
isleyenlerin, avuçlarını koru mak ' ’ ’’ ’
C l i t c ı ı ı ı , a ı u y ı a ı ı ı ı ı n v ı u . .
mak için ellerine geçirdikle- ri demir kayış... Hile, 4 r Ra don gazının simgesi... Üstü ne eyer konulmuş (eyer vu- ’ ‘ 5 - Tahıl tanesi :
i¡
T i !b Bj An
ZJ
L 1 rfl s E &iaT@n KH UStiH
.
(habbe)... Zeybek ağası, 6 - Birine içten bağlılık... Gü müşün simgesi, 7 - Melik... Üzerinde yemek bulunan sofra (eski dilb 8 - İlkel bir silah... İlave... Eskiden İran lIlara verilen bir ad, 9 - Er
zurum yöresinde erkeklerin el ele tutuşarak oynadıkları bir oyun... Tibetlilerde ve Mogollarda Buda rahibi, 10- lliştırilmis... Ahmak ve aptal. 11- Bir kar taşıtı... Daha iyi ve üstün sayılan, 12- Bir saç hastalı anlamında bl sayılan, .. “Esasen" sözcük.