• Sonuç bulunamadı

İnci Enginün ile ''Şair-i Azam''a dair sohbet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İnci Enginün ile ''Şair-i Azam''a dair sohbet"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

__________ __________________________

________________

Türk Edebiyatı_____________

~

Mayıs/87

jKğtıuşan: İsa

A 3Ç A

PJ^Jv Ti

T.EDEBİYATI : - Hocam, Tanzi­ mat'tan sonraki Türk edebiyatında Ha- mid'in yeri nedir? Nesiller var, edebi­ yat akımlan var. Hamid’i bunlardan bi­ risimin içine sokabilir miyiz?

İNCİ ENGİNÜN :

-H

âmid Tanzimat’tan sonraki ikin­ ci neslin şairlerinden. İlk nesil Na­ mık Kemal, Ziya Paşa ve arkadaşları. İkinci nesil ise Abdülhâk Hamid, Re- câizâdeEkrem ve Samipaşazâde Sezai. Hâmid’in iki ustası var. Biri kendinden önceki nesilden,-biri kendi neslinden: N. Remal ve Ekrem. Namık Kemal’e üstâd-ı evvel, Ekrem’e üstâd-ı sâni di­ yor.

Hâmid her dakika patlayan bir mi­ zaca sahip. Çok sıkı bir eğitim görmü­ yor. Adeta volkanik patlamalar var bü­ tün hayatında. Hem davranışlarına, hem de eserlerine aksediyor bu. Onun bu durumu daha sonraları uzun uzun tenkit ediliyor. Bir yol açıcı herşeyden evvel. Gelenekten gelen ne varsa her- şeyi altüst ediyor. Bu bakımdan hem nesli içinde çok övülüyor, hem de de­ rin bir şekilde hissediliyor. Onun asıl değerini Servet-i Fünûncular farkedi- yor. Fikret’in şiirini hatırlarsanız eğer, onda tezatların çarpıştığı bir dünyayı buluyor. Bu huzursuz, modern insan adeta Hâmid’le başlıyor bizde. Fikret de bir düzen getiriyor. Çok düzenli bir insan. Servet-i Fgnûncular’da düzen fikri var. Fakat onlar da şiiri manzu­ meden ibaret sayıyorlar, nesre yaklaş­ tırıyorlar. Aşıl şiir bütün bu deneme­ lerden sonra Yahya Kemâl’de kıvamı­ nı buluyor ve asıl mâhiyeti ortaya çıkı­ yor. Hatta Y.Kemal’in bir sözü var, bu bana çok tesir etmiştir: “ Eskiden bir şi­ irimiz vardı. O zaman “ Biz nasıl şiir is­

tiyoruz? sorusu sorulmazdı.” diyor.

Gerçekten de öyle. Hepsi bir şiir arayı­ şı içinde. Şiir nasıl olmah? Hepsi bir şiir söyler, yazar. Şiir böyle olur gibi teo­ rilere lüzum yok. Şâirin işi bu değil. Şa­ ir kendini yazdığı şiirlerle gösterir.

Hâmid, şiirimize, Y.Kemal

tenkitle-Hâmid her dakika

patlayan bir mizaca

sahip, çok sıkı bir

eğitim görmüyor.

Adeta volkanik

patlamalar var bütün

hayatında. Hem

davranışlarına,

hem de eserlerine

aksediyor bu.

rini yöneltmeye başlayınca, tamamıy­ la estetik açıdan bakıyor. Divan şiirin­ de mutlak güzellikleri buluyor. Oysa Tanzimat’tan sonra güzellik yok olmuş. Şiir denen şey yok ortada. Y.Kemâl’in çevresine yaptığı tesir Hâmid’e yeni bir gözle bakılmasını sağlıyor. A.Hamdi Tanpınar ve N.Ataç adeta iki kampa ayrılıyor. Hamid’in eserlerini iyice oku­ madan yüceltenler var. Öylesine tuhaf yüceltmeler var ki: “ Siz inerken Tanrı iniyor gördüm” falan diyorlar. Bu ola­ cak şey değil!

T.EDEBİYATI : - Hocam, siz daha

önce Dergah Yayınları arasında Ha- mid’in şiirlerini yayınladınız. Bunları yayınlarken ilmi bir endişeniz vardı. “ Haınid ve eserleri karanlıkta kalma­ sın, araştıranlar faydalansın” diye. Acaba Hâmid’i yayınlarken bugünün sanatkarına da bazı şeyler vereceğini düşündünüz mü?

İNCİ ENGİNÜN :

-H

erşeyden evvel şunu belirteyim: Bizde çok eksik birşey var. Bu da külliyat neşri. Bir yazarın ne yazmışsa, hatasıyla sevabıyla ortada olması lâzım. Maalesef hiç bir yazarımızın bütün eserleri külliyat halinde çıkmış değil. T .EDEBİYATI : - Yahya Kemal iş­

te, şans eseri...

İNCİ ENGİNÜN :

-E

vet Y.Kemal şanslı, ama onun dı­ şında yok. Kaldı ki, biliyorsunuz onda bile eksiklikler var. Birşey orta­ ya çıkmalı ki eksiklikler de görülsün, ve tamamlansın. Avrupa’da kitapçı dükkanlarını dolaşırken bende sonsuz kıskançlık uyandıran birşey var. Kıs­ kançlık diyorum, çünkü gerçekten bu­ nu hissediyorum, “ Niye bizde yok” di­ ye. Orada değerli değersiz her yazarın külliyatına ulaşabilmemiz mümkün. Hem de değerlilerin külliyatları birkaç yayınevi tarafından basılmıştır. Lüks baskıları vardır, kâğıt kapak baskıla­ rı vardır. Daha ziyade öğrenciler için hazırlanmış ucuz baskılar vşrdır. Biz­ de nasıl? Biz kesinlikle okumuyoruz. Ben bu gibi genellemelerden hoşlanmı­ yorum aslında, ama okumadığımız bir vakıa.

Hâmid’in kendi hayatta iken yeni harflerle basılan tek kitabı var: Hakan. Onun dışında bütün kitapları eski harf­ lerde kalmıştır. Şu halde bunları eski harflerden bugünün harflerine naklet­ mek lâzım.

Burada yine külliyat neşirleri sözko- nusu olunca bir yanlış anlama ile kar­ şılaşıyoruz. Efendim bunlar anlaşılmaz, sadeleştirelim. Kimin için sadeleştirece­ ğiz. Bugün sadece 500 kelime ile konu­ şan kitleler var. Bu 500 kelimeye indire­ nleyiz Hâmid’i. Çünkü bir yazar bir ke­ limeyi kullandığı zaman ona orada can­ lılık veriyor, hayat veriyor. Şimdiki filmleri düşünün. Dekoru tam tayin et­ mek için herşeyine, sakalına, bıyığına, kılık-kıyafetine dikkat ediyoruz, ondan sonra o şahsın kültürümüze hediye et­ tiği kelimeyi kullanmaktan kaçıyoruz. Şunu unutmamak lazım, sahne eseri ve­ ya popüler neşriyat olunca iş değişiyor. Ama önce onları popüler hale getirebi­ lecek kişilere kaynağı hazırlamak lazım. Hâmid’i neşretmeden önce çok dü­ şündüm. Hâmid’in keyfî bir lügat kul­ lanması işimi zorlaştırıyordu. Belki far­ kındasınız, okuyamamış olduğum bir­

İnci Enginim ile “Şâir-i

Âzam”a Dâir Sohbet

(2)

Türk Edebiyatı.

Mayıs/87

kaç kelime de kaldı. Eski kültürümüz­ le âşinâ pekçok kişiyle temas ettim, bu kelimeleri tespit edemedik. Ama belki bir gün'birisi çözer. Belki kendimiz çö- zeriz.

Hâmid’in bir sürü müsveddesi var. İlmî çalışma yapınca diyoruz ki bütün müsveddeler de elimizin altında olsun, onlarla da mukayese edelim. Müsved­ delerle çalışmak son derece önemlidir. Ama düşünün ki şimdi eğer ben bir de buna kalkışsaydım, hiç yapamazdım. Çünkü müsveddeler benim bildiğim ka­ darıyla şu anda Aşiyan Müzesi’nde, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde, Millî Kütüpha- ne’de ve bir de özel ellerde var. Hele özel ellere ulaşmamız mümkün değil. Bir kitap bir defter üzerine bakıyorsu­ nuz, üzerinde Sahra yazıyor ama için­ de Garam da var. Yani hepsine birden bakıp eksiksiz birşey yapmak zor.Çün­ kü insan ömrü sınırlı.

T.EDEBİYATI : - Bu şartlarda mümkün değil...

İNCİ ENGİNÜN :

-E

vet, mümkün değil. Hâmid’in eser­ lerinin sadece basılı olanlarını bir- biriyle mukayese ederek, zaman içinde yaptığı değişiklikleri dikkate alarak bunları neşredeyim dedim. Bu bir ilk çalışma, bu çalışmaya dayanılarak bir çok şeyler yapılabilir. Mesela mektup­ larında farklı bir durum var. Şimdiye kadar yayınlanmamış bazı mektupları buldum. İnşallah onları neşretme im­ kanımız olur.

T.EDEBİVATI : - İnşallah efendim, ^iraz önce Avrupa’da yazarların külli­ yatlarının basılmasından bahsetmiştik. Bizim elimizde bir alfabe zorluğu var. Bunu aşmak pek mümkün olmuyor. İNCİ ENGİNÜN :

-E

vet, lüzumsuz da yani. Kalkıp da bu insanlar eski harfleri öğrensin­ ler de bunu okusunlar. Zaten dil zor. Onu lügat yardımıyla hallederiz. Son­ ra harfler meselesi var. Burada kütüp­ hanelerin durumu ortaya çıkıyor. İste­ diğiniz saatte açık bulamazsınız.

T.EDEBİYATI : - Sistemli değil son­ ra...

İNCİ ENGİNÜN :

-E

vet bir sürü problemi var. O zaman bu kültür unutulsun demekle eştir bence. Bu külliyat neşri fikrinin pek yaygın olmadığını görüyorum. Bu ba­ na çok üzüntü veriyor. Çünkü insan­ lar zaman içinde değişmişler, farklı şey­ ler söylemişler. Neden biz bunların hep­ sini neşretmeyelim? İyisi, kötüsü bir

Hâmid in o kadar güzel

beyitleri var ki, pekâla

onlar verilebilir. Yahya

Kemâl diyor ki

“Makber’l yeniden

okuduğum zaman

burada bambaşka

birisiyle karşılaştım,

insanı buldum.

arada olmalı. İnsan bir bütündür. Sem pati duyduğumuz bir yazarın bazı ya­ zılarını yayımlamak istemiyoruz. Bunu fazla genelleştirmek istemiyorum. Bir başkası da çıkıyor, o yazarın bizim ya­ yımlamak istemediğimiz yazılarını ya­ yımlıyor. Böylece yayınlar sıhhatli ol­ muyor. O neşrin bütününe de gölge dü­ şüyor.

T.EDEBİYATI : - Herkes işine ge­ len tarafı yayımlıyor yani...

İNCİ ENGİNÜN :

-E

lbette... Bir insan yazmış, neşret­ miş. Ondan sonra artık değişik yo­ rumlara uğrayacaktır. Bu düşünce ha­ yatı için kaçınılmaz bir şeydir. Bir çok yazarımızda ayni durumla karşılaşıyo­ ruz. Bu beni gerçekten üzüyor.

T.EDEBİYATI : - Hocam. Hâmid’­ in tiyatro eserleri sahnelenmeye pek el­ verişli değil. Siz Kültür ve Turizm Ba­ kanlığı Yayınları’ndan çıkan eseriniz­ de, Hâmid’in opera ve balenin tesiri al­ tında kalmasının bu durumu yarattığı­ nı söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki: “Ti­ yatro seyretmiş olsaydı, dilini biraz da­ ha nizama sokabilirdi. Zira tiyatro dil­ de keyfiliğe izin vermez.” Ama, Hâ­ mid’in şiirlerinde de aynı keyfilik var. Bu durum, biraz da onun mizacına bağ­ lanamaz mı?

İNCİ ENGİNÜN :

-V

ar, evet. Kesinlikle bir kaç sebebe bağlanabilir. “ Ben yaptım,-oldu” diyor. Mektupları Töyle değil. Mektup­ ları son derece şirin, konuşma diliyle , yazılmış. Buna karşılık ilk eserleri de konuşma dilini çok güzel aksettiriyor. Demek ki böyle bir dili vardı. Ama dil meselesi üzerinde durmamış. Anlataca­ ğı şeyler var. Onları anlatmak için dili canının istediği gibi kuHanıyor. Yalnız tiyatronun şartları farklı. Şiirde okuyu­ cu metinle karşı karşıyadır. Kendini

cezbeden bir metnin çıkardığı zorluk­ ları tekrar tekrar okuyarak aşar. Tiyat­ roda öyle değildir. Tiyatroda sahne var­ dır Bir defa söylenir, seyirci onu kaçı­ rırsa söylenen gider. Tiyatro tür olarak roman, hikaye ve şiirden farklıdır, key­ filiğe hiçbir şekilde cevaz vermez. Ya­ ni dilini yakalaması lâzım. Ama zanne­ diyorum, ppera ve balenin tesirinde kal­ mış. Bazı eserleri sadece bale veya ope­ ra şartları düşünülerek hazırlanmış.

I .EDEBİYATI : - Hocam Hâmid’i >eni nesillere nasıl sev direbiliriz? Siz bir çalışma yapmışsınız. Eserleri var. Bu eserleriyle beraber dil engeli aşılarak Hâmid veni nesillere nasıl sevdirilebi- lir?

İNCİ EftGİNÜN :

-H

âmid’in o kadar güzel beyitleri var ki, pekâla onlar verilebilir. Yahyâ Kemâl diyor ki “ Makber’i ye­ niden okuduğum zaman burada bam­ başka birisiyle karşılaştım. İnsanı bul­ dum l-ğer günün birinde Makber’den hır derleme yapılacak olursa, belki kü- suk, fakal ebedî bir eser ortaya çıkar. Belki Hârnid’i bu açıdan gözden geçir­ mek lâzım. Bunu yapabilmek için eser­ lerinin mutlaka ortada olması lâzım. Şi­ ir zevki alan, bugünün meselelerine açık, bugünle dün arasında bağlantı ku­ rabilecek kişilerin Hamid’den bugüne aktaracakları şeyler bulacağını zanne.- diyorum. Meselâ düşünün: Para mâ- bed, bankalar mâbud” diyor. Buyrun işte bugünün gerçeği. Onun eserlerin­ de günümüzün robotları var, uyduları var, ama dili o kadar karışık ki, onu aşıp da arkasına ulaşamıyoruz.

T.EDFBİYATI : - Tiyatro eserlerini yeniden işlevecek >azarlarımı/ çıksa, Hâmid’in konularını alsa, onların sah­ nelenmesini sağlasa... bu da bir vol ola­ maz mı Hâmid’i sevdirmek için? İNCİ ENGİNÜN :

-E

vet, öyle zannediyorum ki, Devlet Tiyatrosu’nun, Şehir Tiyatroları­ nın görevidir de.

T.EDEBİYATI : - Nasıl olsa Avru­ pa yazarlarından adapteler yapıyorlar. İNCİ ENGİNÜN :

-T

abiî, ancak bunu yaparken aman Hâmid’e fazla zarar vermeyelim diye düşünmemek lâzım. Belki biraz serbest bir uygulama ile sahneye getir­ mek lâzım. Bundan yıllar önce Finten piyesini Devlet Tiyatrosu sahneye koy­ muştu. Birinci perdenin sonunda meş­ hur Davalaciro’nun Finten’i kucağına

(3)

Türk Edebiyatı

Mayıs/87

Abdülhak Hâmid

MERKAD-I FÂTİH-İ ZİYARETTEN

Her kûşesinde' dehrin nâm-ı bekaa nisânn

Şâyestedir denilse âlem senin m ezânn,

Kaldm cihanda bir ân, her ânın oldu bir devr

Mülk-i ezeld i gûya tahtında hcmcivânn,

Şensin ol Pâdişeh ki bu ümmet-i necibe"

Emsâr bahşişindir, ebhâr yâdigârın.

Bir dem yüzün gülünce âlem bahâr olurdu,

Misl-i küsûf her câ, zâhirdi iğbirânn.

Bir yıldırımdı nizen peyveste ka’r-ı hâke

Bir bürc-i Hak-nümâdır, ermiş göğe minânn.

Her dem sana açıktır ebvâb-ı arş-ı Rahmet

Türbendir en azimi fethettiğin diyânn.

İster idim ki olsun düşmenle yâr yekdil

Devrân idi rakibin, Allah idi nigânn.

Açtı sana cenâhın cânan-ı sermediyyet

Etti anı derâğuş cân-ı cihansipânn!

Methinde şâirâna ilhâmlar gerektir

Târihi yerde bitmez arşa çıkan kibânn.

(İlham ı Vatan)

alıp fırtınalı denize atladığı sahne... O sahneye kadar herkes ilgi ile seyretti. Gerçekten çok başarılı bir sahne idi. Fa­ kat ondan sonra sahne açısından eser bitmiş oluyor, ikinci perdede ölmüş ol­ ması gereken Davalaciro ile Finten or­ taya çıkınca herkes gülmeye başladı. Bu demektir ki Finten orada bitecekti. Fa­ kat bu benim kafamda bir şey uyandır­ dı: “ Hâmid neden eserine devam etti, orada kesmedi. “ Bu soruyu ben uzun yıllar içimde taşıdım. Ve galiba ceva­ bını buldum. Çünkü eseri medeniyet ile vahşi tabiat güçlerinin çatışması olarak alırsan tabiatın vahşi güçleri hep aynı sahnede toplanıyor, sahne bitiyor. Da­ ha sonra Victoria devri İngiltere’sini okuyunca bunda birtakım semboller olacağını düşündüm. Davalaciro ile Finten sömürgelerden gelen yeni güç­ lerdir. İngiliz sosyetesi tehdit eder ve onlardan olma bir çocuk vardır... Ucu­ be, adı olmayan. Bu Ucube İngiliz ce- miyetindedir, asiller arasında kalmıştır. Onun oradan alınması lâzım. Çünkü Hâmid Ingiltere ve Hindistan’ı gördük­ ten sonra sömürgelerle, sömürgecilerin birbirinden tamamıyle ayrı olduğunu, sömürgelerin İngiltere’ye zarar verme­ sinin mümkün olmayacağına kanaat getiriyor. Onun için adeta İngiliz sos­ yetesini çatlatacak olan bir bombaya benzeyen bu Ucube’yi geri alması lâ­ zım. Adeta sömürgedeki güçler birbir­ lerine düşüyor. Hâmid diplomat oldu­ ğu için o devrin politik meselelerine bel­ ki bu açıdan bakıyordu.

T.EDEBtYATI : - Hocam, Kültür ve Turizm Bakanlığı ndan çıkan eseriniz Tanpınar’ın “ Hâmid’e zengin bir mâ­ dene dönülür gibi her zaman dönülecektir” mealinde bir cümlesi ile bitiyor. Acaba bugünün şartlarında bu­ nu mümkün görüyor musunuz? Tanpı- nar ayni cümleyi bu şartlarda da - kül­ tür hayatımızı kastediyorum - söyleye­ bilir miydi?

İNCİ ENGİNÜN :

-T

anpınar’m Hâmid’e bakışını iki yönden ele almak lâzım. Biliyorsu­ nuz Tanpmar i Yahyâ Kemâl’­ in yakınındadır. Onun şiir anlayışının tesirindedir. Bu açıdan bakınca Hâ- mid’e pek müspet yaklaşmıyor.

Ama, XIX. Asır Türk Edebiyatı Ta- rihi’ni yazarken karşımızda bambaşka bir Tanpınar vardır. Hâmid’e artık ede­ biyat tarihinin sürekliliği açısından ba­ kıyor. Ondan öncekileri, onların eser­ lerinin özelliklerini incelerken Hâmid’in kendisinden evvelkilerden farkını görü­ yor. Eserlerindeki yenilikleri görüyor. Anlıyor ki Hâmid Türk edebiyatında

46

yeni bir sestir. O zaman bu cümleyi söy­ lüyor, bu hükmü veriyor.

Tabiî Tknpmar kendi kültürüne ve kültür çevresine dayanarak bu sözü söy­ lüyor. Bugün için —daha önceki bö­

lümlerde de söyledim— çok zor. Kar­ şımızda okumayan ve kelime hâzinesi çok az olan bir kitle var.

T.EDEBİYATI : - Hocam, verdiği­ niz bilgiler için teşekkür ederim.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İznik: 5 Günlük İstanbul- İznik-Bursa Kültür Gezisi.. Birinci

Yapılan çalışma sonunda E-Devlet kapısı üzerinden bakanlığa bağlı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Turist Rehberliği Hizmetlerinin; Kütüphaneler

Her bölüm; akademisyen, öğrenci, paydaş gereksinimleri; ulusal ve uluslararası yükseköğretim kalite standartları analizinden hareketle, bölüm çıktıları, bölüm

It covers all activities and processes for the design, manufacture, modification and maintenance of tire curing presses, tire curing molds, container mechanisms and tire curing

Ankara (Konaklama Türlerine Göre; Tesise Geliş, Geceleme, Ortalama Kalış Süresi, Doluluk Oranı) Antalya (Konaklama Türlerine Göre; Tesise Geliş, Geceleme, Ortalama Kalış

” didikde bunun dahi kelâmı vâkı‘a mutâbık olup “Yalınız devlet ü sıhhat ile ma‘rifetsüz adam adam olmayup ma‘rifetdür kişiyi adam iden dünyâda” deyüb

deyıı istifta ve: Olur deyu imza itdiklerinden sonra kalkub Müfti Abdür- rahim Efendi ve Sardrıâzam Sofu Mehmed Paşa ve Kadıaskerler ve Yeniçeri Ağası ve

Hacı Bektaş Veli iman ile akıl arasında sıkı bir ilişki kurmuş, imanın oluşu- mu ve tehlikelerden muhafaza edilmesi için aklın lüzumu üzerinde durmuştur.. Bu hususta