• Sonuç bulunamadı

Mina Urgan'ın 'Bir Dinazorun Anıları' rekor baskıya gidiyor:Yiğit ve bilge kadın...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mina Urgan'ın 'Bir Dinazorun Anıları' rekor baskıya gidiyor:Yiğit ve bilge kadın..."

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

11

>

-

1

^

.

Mîna Urganın “Bir Dinozorun Anıları” rekor baskıya gidiyor

Yiğit ve ftilne kadın

“Bir Dinozorun Anıları” mesleğine âşık bir

öğretmenin, hayatının sonuna yaklaşırken

tüm ulusa armağan ettiği en büyük dersi. Bu

dersi, ancak onun gibi birisi verebilirdi;

kişiliği, Türkiye’nin 20. yüzyılın ilk

yarısmdaki büyük sıçrayışla özdeşleşmiş olan

Mîna Urgan gibi biri.

ERENDİZ ATASÜ

Y

olun yansını aşınca ufukta belirir

grimsi boşluk.. G iderek yakınla­ şan uzak belirsizlik...den ulaşır bi­ ze gepegenç birbeynin (henüz 82 yaşında) düşünce ve heyecan titreşimleri; umut ve bilinç aşılar. Mîna Urgan’m sesidir bu.

O nun anılan çiçek dürbünü gibidir, sondan başlar: Yaşlılık ve ölüm üstüne edebiyatımızın belki de en içli, en direnç­ li ve bilgece sayfaları arasındadır b u b ö ­ lüm. “Dertleri zevk edinmeyi” becerebi­ len bir halkın kızı, kişinin kendisiyle alay edebilmesini zekâ inceliğine bileyebilmiş bir edebiyatın (İngiliz edebiyatının) usta­ sıdır Mîna Urgan. O nun mizahi tonunda Shakespeare’in bilge soytarılarının (1) ze­ kâsı, “baba erenlerin” olgun hoşgörüsü ve bir Marksistin gerçekçiliği vardır.

Mîna Urgan’m hayatım anlatmaya b u ­ günden başlaması bile bilincinin yaşanan gerçekliğe ne denli bağlı ve bu gerçekli­

ğin ne denli farkında olduğunun tanıtı de­ ğil midir? “G ünün” penceresinden bakar geçmişe Mîna Urgan, “halini” arz eder­ ken; çağnşmdar kim i kez Bodrum’da dost sofrasına, kimi kez Paris’e, Paul Eluard’ın eşine, D ino’lara, ilk evladın doğuşuna doğru, anlamlı bir hayatın işlevsel anı zen­ ginliği arasında kolan vurur. “Yaşlı” bu­ günün ağır rengine janjanlar katan Mîna Hanım’ın anımsadıkları. Belki metni özel­ likle böyle kurm uştur yazar; belki de bey­ ninin işleyişini olanca doğallığıyla sun­ muştur bize. Anımsayışlar hep pırıltı kat­

il günümüze...

ifışSjjimizin en çvlak hal

Mîna Urgan anılarım derlerken bir se­ çim vapar; yaşantısının tüm ayrıntılarını değil, kişiliğini, ruhunu açar okuruna; ka­ rakterinin oluşmasına katkıda bulunan olaylardan, kişilerden, dönemlerden ve karakterini dışavuran davranışlarından, tutum ve eylemlerinden söz

eder. Bu bağlamda çocukluğu ve gençliği (s. 95-244, “Çocuk­ luğum”, “Gençliğim”, “Genç­ liğimde Tamdığım Bazı Kişi­ ler”) anıların, doğal ki, hacim

ÜPür

mazım i

olarak büyük bölümünü kap sar.

“Siyasal” başlıklı bölümle anılar tamamlanır (s. 247-321), siyasetin insana mahsusluğu- nu vurgulayıp da! Yaşantımız boyunca takındığımız politik tavırlar kişiliğimizin en çıplak halinin yansıdığı ayna değil midir? Korku/yiğitlik, hırs/öz- veri, sadakat/ıhanet, egemen olma tutkusu/teslimiyet güdü­ sü gibi, insansal varoluşun de­ rinindeki sinirsel çatallardan elektriklenir siyasal tavırların kısa devreleri, işte bu kriz an­ larında yakalarız Mîna Ur- gan’ı: İkinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Paris’te öğrenci­ dir. Ensesinde Fransız polisi­ nin soluğu, gizli Polonya Ko­ münist Partisi üyesi arkadaşla­ rına yardım ederken görürüz

onu -gepegenç bir kadın, neredeyse daha çocuk- siyasal mahkûmlara giysi postalar, parti bültenini çoğaltır. H er şeyi dosduk adına yaptığım söyler. Katkısını hiç abart­ maz, nerdeyse önemsemez. 50 yıl sonra, 1989 yazında İstanbul’da cezaevlerinin iç­ ler acısı koşullarının umarsızlığında açlık grevine girişen mahkûmların yanında bu­ luruz onu. Sağlık sorunları olan yaşlı bir in­ san... Ne yakınır gövdesine gönüllü uygu­ ladığı zordan, ne vurgular yiğitliğim! H er zamanki şakacı alçakgönüllülükle tamam­ lar direnişim.

Pek doğal korkularım gizlemez kendin­ den ve okurundan! Hiçbir zaman yalancı kahramanlığa soyunmaz. H içbir zaman yüreğinin içtenliğini soldurmaz.

Mma Urgan yaşamının toplumcu/top- lumsal yanım öne çıkarırken, kişiselliğini asla yitirmeyen anıları dikkat çekici biçim­ de nesnelliğe kavuşur, elimizdeki kitap hem yürekten bir sesleniş, hem belgesel bir tanıklıktır. Ve belki de, bir anılar deme­ ti ancak “siyasal inşam” anlatarak ulaşabi­ lir bu ilginç bileşime.

Böylece geliriz Mîna H anım ’m yapıtının ikinci doruğuna: “Bir Dinozorun Anılan” yaşamanın doğal sürecini tamamlayabile­ cek her insanın gri beklentisi yaşlılık üstü-

anınıya-diği

ne felsefi ve şiirsel bir başyapıt ol nında, 20. yüzyıl Türkiyesi’nin geçire değişimlerin bir solukta okunan dürüst ve içtenlikli, renkli tanıklığıdır. Tanımadığı­ mız kendimizi anlattr bize. Belki her şey­ den çok buna gereksinimimiz var! Kendi­ mizi öğrenmeye!

“Bir Dinozorun Anılan” mesleğine âşık bir öğretmenin, hayatının sonuna yaklaşır­ ken tüm ulusa armağan ettiği en büyük dersidir. Bu dersi, ancak onun gibi birisi ve­ rebilirdi; kişiliği, Türkiye’nin 20. yüzyılın ilk yarısmdaki büyük sıçrayışla özdeşleşmiş olan!

Mîna Urgan doğdu, ufacıktı, top

oyna-portreler galerisinde serpildi yaşantısı! Yere çalınmış bir halkın yeniden dirili­ şine tanık oldu Mîna Urgan. İşgalin, yıkı­ mın ıstırabım yaşamışlardan öğrendi, yurt sevgisini, bağımsızlık tutkusunu. Yıkıntı­ nın altından, birbirlerine tutunarak haya­ ta dönenlerden devir aldı halk sevgisini,

dı acıku ve ardından kendisini T ürk aydın­ lanmasının içinde buldu. Bu müthiş ener­ jinin en insancıl dalga boylarım özümsedi. şen ve

çok Kuşağının diğer çocuklarıyla benzeşeı avruan yanlan vardı. Babasızdı, pek çok

gibi. Belki haşarılığı “erkek atiliği” ondancu. Ve sıradışı bir ananın kızıydı; ba- şeğmez, gözünü budaktan, dilini doğru bildiğinden sakınmaz, gönlünün sevdiği­ ne varan, sevgi kırılınca ayrılan Şefika’mn kızı! M îna’nın özgür yaradılışı belki de doğrudan Şefika’nm eseriydi. Öksüzdü ama çok sevilen bir çocuktu. Falih Rıfkı üvey kızı Mîna’ya kol kanat germişti. Mî­ na sevmeyi ve sevilmeyi öğrenerek büyü­ dü. Yatılı okudu, özerkleşti. İlk gençliğin­ den olgun gençliğine dek aile yaşamışı, ka­ dınlardan oluşmuş bir evde, erkek ege­ menliğinin gölgesinden “azade” geçti.

Mustafa Kemal Atatürk’ten Nâzım Hik- m et’e, Neyzen Tevfik’ten Halide E dib’e, Falih Rıfkı’dan Sait Faik’e, Mehmet Ah Aybar’dan Behice Boran’a, ne müthiş bir

dayanışma duygusunu. Alçakgönüllü, so rumlu ve özveriliydi, yoksuldu ve onurluy du. Cumhuriyetin kuruluşuna emek kat­ mış niceleri gibi. Mîna Urgan’ın anlattığı Atatürk, Dolm abahçe’den kaçıp Sarı­

msan öldüğünde, İstanbullu Yahudiler di­ ni geleneklerince, düğmelerini koparıp ye­ re atarak yas tutarlar. Kal­ dırımlar “çıt çıt” sesleriy­ le inler. A tatürk’ün ölü­ münü, şöyle anlatır Mîna Urgan: “M ustafa Kemal Dolmababçe Sa­ rayında can çe­ kişirken, bizler, ü n i v e r s i t e l i gençler, sabah akşam sarayın önündeki cadde­ ye giderdik. Sa­ bah, fakülteleri­ m ize gitmeden, akşam evim ize dönmeden, ora­ ya uğrardık m ut­ laka. Sanki bir yakınım ız orada ağır hasta yatı­ yordu. Saçma bir umutla, iyi haber alabilmek umuduyla, giremediğimiz sarayın önünde sessizce dolanırdık. G özlerim izi sa­ rayın dam ındaki bayraktan ayırmazdık. Ve bir sabah, dokuzu beş gece, ben ve arkadaş­ larım, bayrağın yarıya indirildiğini gördü Gene sessizce, birbirimize sarıldık. Benim yaşımda olmayanların hiç anlayamayacağı kişisel bir acıydı bu.” (s. 165)

Şefika, Mustafa Kemal’in ölüm ünden sonra şöyle der: "Artık bu m illet sevgilisi­

n i kaybetti, kocasıyla uslu uslu oturması ge­ rekecek bundan böle.” (s. 166)

Mîna U rgan’ın anlattığı A tatürk’ün Cumhurbaşkanlığı dönemi, on yıllarca sürmüş boğazlaşmalardan sonra, Anado­ lu halkının eriştiği büyük barışmadır. Ay­ nı felaketin ateşinden geçmiş yurttaşların birbirlerine duydukları güven ve şefkattir, A tatürk’ün şahsında somutlaşan sevgi. Türkiye henüz masum bir ülkedir; solcu­ larım hapse tıksa da yumuşaktır, bugünle kıyaslanmayacak denli! Mîna H anım ’ı

din-Mina Urgan dostlan Mehmet Ali Aybar, Aziz Nesin, Rasih Nuri İleri ile birlikte.

leyelim: “...oğlum Mustafa, çok tu h a f deni­

lebilecek biçimde dünyaya geldi...Do­ ğuma daha üç dört hafta kaldı­ ğını söylemişlerdi. O pazar kor­ kunç bir kar tipisi vardı. Am a daha sonra gitm em güç olur di­ ye, Üsküdar Paşakapısı Ceza­ evi’nde yatan arkadaşım M eh­ m et A li A ybar’ı görm ek iste­ dim. Eskiden fik ir suçlularına saygı gösterildiği için M ehm et A li’y i müdürün odasına getir­ diler. Yanında bizleri görmek isteyen başka siyasi m ahkûm ­ lar vardı. A ziz Nesin ’le de o gün tanıştım ...” (s. 31)

Sonra olanlara ancak kome­ dilerde rastlanabilir. Mîna Ha- nım’ın su kesesi padar. H apis­ haneyi bir telaştır alır. G ardi­ yanlar, mahkûmlar, ziyaretçi­ ler hep birlikte dışarı fırlamış, yoğun tipi altında Mîna Ha- nım’ı hastaneye yetiştirebil­ mek üzere taşıt peşine düş­ müştür. Bin zahmet araba b u ­ lunur, Mîna H anım ’ı Gura- ba’ya yetiştirirler. Bebek do­ ğar. Doğumunun hapishane­ de başlaması, beklenen affın müjdeli belirtisi diye yorumla- !

(2)

mr. Gerçekten de o yıl af çıkar.

Filistin askılarının, gözaltında kayıpla­ rın, elektrikli, joplu işkencelerin ülkesine benzemez yarım yüzyıl öncesi Türkiyesi!

Barışma bozulacak, sevgi, güven aşına­ cak, Türkiye kapitalizmin baştan çıkarıcı çekiciliğine kapıldıkça, masumiyetin yeri­ ni bencillik, hırs, şiddet ve suç alacak, Mî- na’nın sosyalist bilinci bilenecektir. Gün gelecek Türkiye boydan boya yobaza ke­ secektir!

Oysa bakın Mîna Hanım, Türk aydın­ lanmasının dindar insan portresini anne­ si Şefika’mn şahsında nasıl çizmektedir:

“Annem in inançlarına göre, bir yirm in­ ci yüzyılM üslümanı, yirm inci yüzyılda na­ sıl yaşanılması gerekiyorsa, öyle yaşama­ lıydı. Örneğin, annem domuz e ti yer eli. Do­ muz eti yasağı, domuzun çabucak kokuşan, kurtlarla dolu, sağlıksız bir hayvan olduğu 1400 yıl önceki Arap çölleri için konulan bir yasakmış. Am a günümüz koşullarında, bu et kurtlardan ve pislikten kurtulduğu­ na göre, yenilebilirmiş pekala.

Annem , İslam’a ne denli inanıyorsa, la­ ikliğe de o denli inanırdı. Onun gözünde, İslam, siyasal ve toplumsal bir düzen değil, kendisiyle Tanrı arasında kutsal bir duy­ guydu, ancak 1950’den sonra İslam ’ın bir oy toplama araana dönüşmesine şiddetle karşı çıkmıştı. Örneğin, devlet radyoların­ da M evlitler başlayınca öfkeden köpürür, bizim emektar Philips’i hemen kapatırdı. K endisi dost evlerinde ya da camilerde mevlitlere gider, başını örtüp huşuyla din­ lerdi. Birçok dizesini ezbere bildiği, Türk di­ linin en güzel şiirlerinden saydığı M evlit’i dinlemenin bir yeri, adabı vardı anneme gö­

re. Oturma odalarında, kim i divana uzan­ m ış kitap okurken, kim i sofrayı kurarken, çocuklar bağıra çağıra oynarken dinlene- m ezdiM evlit...” (s. 112)

Mîna, annesi gibi değildir, o çocukların ıstırap çekmesine izin veren bir Tanrı ya inanmayı red eder. İlginç olan, inanç do­

lu Şefika ile ateist Mîna’nın, yıllarca aynı

evi paylaşmış b u iki kadının birbirlerinin ruh durumuna gösterdikleri saygıdır.

Türk aydınlanmasının demokratik özü- . dür bu. imanlılar ve imansızlar birbirleri­

ne tahammüllüdür. Kendi ailemde örnek­ lerini çok gördüm.

Tüm inançlara saygı

Mîna Urgan, siyasal tavrım “Kemalist”, “ateist”, “komünist” diye belirler. Bu üç­ lü sentez hiçbir çelişki barındırmaz. Tür­ kiye “aydınlanmasının” destekçisi olduğu için “Kemalist”tir, sömürüşüz bir dünya amaçladığı için “komünist”tir. Düşünce­ lerinin kökleri sağlamca içindedir haya­ tın; rüzgârlarla kopup sürüklenmezler, iş­ te bu güvenle açıklar tavrım ve konum u­ nu Mîna Urgan. Tüm inançlara saygılı ama kendi vicdanında tanrıtanımaz oldu­ ğunu yiğitçe duyurur topluma. Sözü edil­ meyen, yok farzedilen ama her zaman ve her yerde -kamusal alanlardan özel alana dek- ağırlığını hissettiren ezici baskıya, Aziz Nesin’den sonra bir aydın daha, tek başına karşı çıkmakta, bireysel vicdanın özgürlüğünü tek başma savunmaktadır! Mîna Urgan’dır o yiğit kadın!

Mîna Urgan, ulus, ulusçuluk-ulusallık- yurtseverlik konularında da berrak tavrı­ nı iletir. O bir Marksistir, fanatik ulusçu­ luğun bencil saldmganlığmdan tiksinir. (s. 268) Tüm ulusların kaynaştığı bir insan­ lık ailesi düşler. Ancak bu kaynaşmaya ula­ şacak yol bölünmekten değil, karşılıklı iliş­ kileri dengeli, bağımsız ulusların iletişi­ minden geçmektedir.

Irksal kökeninde Çerkezlik vardır, bu­ nu gizlemeyi aklının ucundan bile geçir­ mez, ancak vurgulamaz ve abartmaz da. TTiç gereksinim duymaz böyle boş övün­ genliklere. Tüm uygar insanlar gibi, kişi­ liğim, hayatım, eylemini oluştururken, dar ırksal geleneğin bağlayıcılığından çoktan özgürleşmiştir! O bir T ürk’tür. Yani Ana­ dolu’yu yurt bilen, Türkiye Cumhuriye- ti’ne yurttaşlık sorumluluğuyla bağlı, zih­ ni Anadolu’nun gelmiş geçmiş tüm uy­ garlıklarım ve kavtmlerini kucaklayabilen

bir “insan” !

Mîna Urgan’ı bu kitabı yazmaya yönlen­ diren içtepilerden birinin yurttaşlık so­ rumluluğu olduğunu düşünüyorum. Şim­ di gene Atatürk’ün öldüğü güne dönelim ve Mîna Hanım ’ı dinleyelim:

“A cım ız bir yana, bir de sorum luluk du­ yuyorduk. Çünkü M ustafa Kemal, bütün gençlere, ama özellikle bizim kuşağımıza emanet etm işti C um huriyeti...” (s. 165)

Yurttaş sorumluluğu ile kişisel varoluş çözülmemecesine kenedenmiştir birbiri­ ne, Kurtuluş Savaşı çocuklarının bilincin­ de ve vicdanında! işte b u duygu-düşün- ce dengesidir Mîna H anım ’m bakışma nesnellik kazandıran.

"Olağanüstü ilerici" anayasa

Bu bilinçtir onu kendisine büyük hak­ sızlık etmiş, işinden uzaklaştırıp açlığa it­ miş 27 Mayıs Devrimi’n î karalamaktan alıkoyan! 38 yıl sonra, hâlâ coşkuyla anla­ tır harekât öncesi baskı döneminde, hal­ kın büyük kesimindeki devrim beklenti­ sini; ve izleyen günlerdeki halk desteğini. Dikkatle ayırır 27 Mayıs’ı öbür faşizan müdahalelerden. Çünkü o bir yurtsever­ dir. “Y urt” en az “özü” kadar önemlidir kişinin, belki daha bile öndedir. Ve27 Ma­ yıs’ı, vahim hatalarının hiçbirini örtbas et­ meden, onaylar. Çünkü Türkiye’ye ger­ çekten demokratik “olağanüstü ilerici” (s. 261) bir anayasa armağan etmiştir bu ha­ reket. Mîna Urgan siyasal olaylara kendi hayatının ya da döneminin göreli dar sı­ nırlarının içinden bakmaz; onları tarihin gürül gürül akışındaki konumlarına göre değerlendirir, (s. 258-276)

Olayları tarihsel çerçeveye yerleştirir­ ken, “insan”ı asla unutmaz, asla kuru ve didaktik olmaz. Çünkü o bir gönül insa­ nıdır.

H enüz yurttaşların birbirinden kopma­ dığı bir ülkede, “insan” m değerini bilen

bir çevrede çocukluktan erişkinliğe olgun­

laşmıştır.

İçten sözcüklerinde somutlaşır kişiliği, ince bir insandır o, “azık faşistlerden, azı­ lı yobazlardan” başka kimselerin incin­ mesini istemez. Onun içindir kişisel acıla­ rım örtük bırakması. Oysa ordadır, he­ men tümcelerin altında gizlidir ıstırap, yi­ ğitçe taşman:

“Çıplak daldım senin derin denizine Bir ahtapot sarıldı bana,

Girdi bedenimin dokuz deliğine Senin deliklerine inmeden

Can verdim karlı sularda.” (s. 54-55) “D ün gece düşlerimde gördüm

Çoktan ölen sevgilimi.

Birbirim izi arıyorduk sokaklarda Taştan, topraktan değil,

İnsan etinden, insan kemiğinden Yapılmıştı o sokaklar.

Sular değil, küçük kan dereleri Akıyordu kaldırımların kenarlarından

O sıcak, kanlı, karanlık sokaklarda Bir buluyor, bir yitiriyorduk birbirimi­ z i ” (s. 56)

“Keder denizinin kıyısında Kara çakıltaşlan

Kara çakıltaşlannın üstünde Y itik bir kadın yatar. Keder denizi bir aynadır K alk kadın, kalk A l eline bir çakıltaşı

Paramparça et o aynayı.” (s. 55)

Kösnüden yaşlılığa hırpalanan bir kadın gövdesinin hikâyesi... Yitirişin... Ve dire­ nişin... Yetkin bir dışavurumla...

Kırın “keder aynalarım”, sevgili Mîna Hanım; diliyorum çok yaşayın, uzun ve sağlıklı yaşayın. Bize, o sade, o içten tav­ ımızla hayatı, tarihi, edebiyatı, “insan” ol­ mayı öğretin. ■

(1) Ayşegül Yüksel, “İflah Olmaz Bir Hümanist", Cumhuriyet, 5 Mayıs 1998.

Bir Dinozorun Anıları/ Mîna Urgan/

Y K Y / 8. B askı/ İstanbul

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 6 0

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

— Bakû'da enternasyonal kongresi varmış. Enver Paşa oraya gitti. Ben Berlin'den hiç dışarı çıkmadım. Bu İslâm cemiyetin den Millî Hükümetin de h a­ beri

Zayıf yanlar konusunda dikkat çeken husus, ilk aşamada dördüncü sırada yer alan fiyat istikrarının ikinci aşama verilerine göre en önemli zayıf yan olarak

mayan arzulardır ; bu planın esasi siyasi ve hattâ iuıperialist bir esasdır : Moskova bu planı sayesinde iktisaden ve askeriyyeıı , kendisini ihata eden

Ancak başta beşeri ve ekonomik coğrafya konularını gösteren fotoğraflar olmak üzere ders kitaplarındaki birçok fotoğrafın eski ve güncelliğini yitirmiş olması

gını anlatırken, rüzgârın fazla olmasından dolayı ateşin pek zi­ yade tahribat yaparak kârgire de zarar verdiğini ve esnaf için bu hasarın bizzat telâfisi

Tanrısal bir görevin yerine getirilme­ si için (ezanı duyurmak için) yapılmış bü­ külenin, pespaye dünya işlerinde kulla­ nılamayacağı savı ilk bakışta ne

(Salkımsöğütlerin Gölgesinde) ki düz­ yazı şiirlerde Melisa Gürpınar, her harfi­ ne egemen olduğu Türkçeyi hamur yoğu­ rur gibi yoğurur, yükseklikleri bile çok

- Divan şiiri için dediğin doğru ama, bence duruk toplum diye bir şey var mı­ dır gerçekten.. - Doğu toplundan, genel olarak duruk