• Sonuç bulunamadı

Eski İstanbulu konuşturan adam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Eski İstanbulu konuşturan adam"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

«Fahim B ey ve B iz» romanı ile Türk edebiyatında mühim bir yer kazanan, Çamlıcadaki Eniştem iz’le bir nesir üstadı Olduğunu kabul ettiren ve nihayet « Boğaziçi Mehtapları» ile eski Istanbu- lun yakın âşinâsı olduğunu meydana koyan Abdülhâk Şinasi Hisar

hısları, dünyadaki hayatın hu­ susî şartlarına göre doğmamış­ lardır. Bir romancının kafasın­ da bir çok zamanlar ne hatıra­ lar karışmış ve romanın şahsiye­ ti de bütün bunların bir ha­ litası olmuştur.»

Abdülhâk Şinasi Hisar, bu umumî düşüncelerden sonra, sözü kendi roman kahramanlarına in­ tikal ettirerek devam etti:

«— Benim meydana getirdi­ ğimi zannettiğim - bir roman kahramanından kariler bah­ settikleri zaman ben bilhassa susar ve beklerim. Bazı yer­ de bakarım ki, o kahramana hiç düşünmediğim biri model far- zedilmiş olur.

Hattâ bir keresinde, sonunda pek memnun kaldığım bir şey olmuştu:

Evvelce hiç tanımadığım ve isminden maada kendisinden bah­ sedildiğini hiç işitmediğim bit zat: «Ben Fahim bey’im.. Vak’a benim başımdan geçen vak’a ; fikirler, benim fikirlerim, hat­ tâ bir rüyadan bahsediliyor ki onu bile ben görmüştüm Muhak­ kak; ama kim bunları an’ atmış ve o da yazabilmiş?.» dermiş. Senelerden sonra bu zat ile ko­ nuşarak görüşebildim. Benim bu eski personajım şimdi yeni bir dostum oldu.

Bazı muharrirler «Bien» diye başlayınca daha kolaylıkla ya­ zarlar. Kendi hatıralarının ha­ vasına daha kolaylıkla girer­ ler. Ben de bunlardan biriyim1. Biraz hatırladığım bir zamanı,

eSlti

i$TAM&ULU-«Madam Bovary kimdir diye sormuşlar, saçlı sakal­

lı Flaubert «Benim, tâ kendisi» diye cevap vermiş. Ro­

mancı, hayatta tanıdığı nice insanları birbirine karış­

tırır, yani, arapçası, halt eder.»

Konuşan :

Kenan HARUN

B

İRKAÇ gün evvel, bir eser daha yayınladı. «Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeh- liği» adını taşıyan bu uzun hi­ kâye kitabı da san’at ve edebi­ yat muhitinde lâyık olduğu alâ­ kayı bulacak.

Bu eser hakkında kendisiyle görüşmeyi düşündük. Abdülhâk Şinasi Hisar, ziyaretimizi sem­ pati ile karşıladı. Mevzuumuz edebiyat ve san’at meselelerine intikal edince konuşmamız git­ gide artan bir kıymet ve orijina­ lite kazanmağa başladı. İlk su­ alimi sordum:

— Son eserinizin kahramanı hakkında okuyucularımıza biraz malûmat vermek lûtfunda bulun­ maz mısınız?

— Bir romandaki şahsiyet can­ lı görüldü mü, kariler, her zaman olduğu gibi, hikâyedeki bu isim­ le de bir çocuk zihniyetiyle alâ­ kadar olur, bu şahıs kimdir, asıl ismi nedir, diye merak ederler.

Halbuki romancı, eğer ciddî bir san’tkâr ise, bilhassa roman­ daki kahramanın hayattaki ha­ kikî şahsiyetiyle alâkadar ol­ maz. Romancı, kahramanını tam ve canlı bir model üzerine vü­ cuda getirmek isteseydi, yal­ nız anlatmak istediği adamı tamamiyle bilemiyeceği ve tama- miyle anlayamıyacağı için, ge­ rektiği gibi canlandıramaz, bir adam hakkında üstünkörü bil­ diklerini söylemiş olmaktan baş­ ka bir şey yapmış bulunmazdı. Bu itibarla romancı, daima tek­ mil hatıralarını, hülyalarını, hayalini ve istidadını çalıştıra­ cak, daima gördüğü, tanıdığı, bildiği başka birçok insanları birbirine karıştıracak, yani, a- rapçası haltedecektir. Böyle­ likle, onun yaptığı, birçok in­ sanlardan karışma, bir insan ya­ ratmaktır. Bu da cidden dünya­ da yeni bir adam demektir.

Cervantes’in «Don Kişot» u doğduğu zaman «Don Kişot kimdir?» diye sormuşlardır. Hal­ buki Cervantes olmasaydı Don

Kişot olur muydu?

«Madame Bovary kimdir?» diye sorulduğu zaman «Madame Bovary benim!..» diye cevap ve­ ren Flaubert olmasaydı bu gün hâlâ bir Madame Bovary yaşar mıydı ?

Bir takım kariler, Fransız ro­ mancısı François Mauriac’ın ba­ zı romanlarında bir vak’anın cereyan ettiği evlerin, qdaların kendi evlerine ve odalarına çok benzediğini görerek kendi ha­ yatlarının anlatıldığı zanniyle «Ama şunu yapmamıştım, bunu söylememiştim,,» ilh. dedikleri zaman Mauriac; «Mademki size ait olan şeyler yok ve size ait olmayan şeyler var, o halde bun­ ları ne diye kendinize mal edi­ yorsunuz?» dîye cevap verirmiş. Marcel Proust’un şahısları se- nelerdenberi, muhtelif isimlerle gûya ikmal edilir, fakat hâlâ tam bir liste haline gelmemesi de gösteriyor ki bütün bu şahıs­ larda biraz başkaları ve biraz da kendisi vardır. Bir roman şahsının, birbirine ne kadar aykırı hakikî şahıslardan hasıl olduğunu karilere gösterebil­ mek mümkün olsaydı, onlar bu icad karşısında hayretler içinde kalacaklardı. Çünkü roman şa­

biraz iştirak ettiğim bir ha­ diseyi anlatmayı tercih ederim. Nasıl ki başkalarının da ter­ cih ettikleri hususiyetleri var­ dır. Meselâ Nedim, sevgilile­ rine, «Seni», «Sana» diye hitap ettiği zaman en güzel mısraları­ nı yazmıştır. Onun da ilhamının yardımcısı bu candan hitabıdır.

Zavallı bir romancının halket- mek istediği bir şahsiyet yeri­ ne hayattaki muayyen bir ada­ mın hikâyesini anlatmak bir ço­ cuk oyunçağı gibi kalırdı. Bü­ tün bunları, edebî kıymeti olan bir romanın sadece hayatta ya­ şayan bir adamın hikâyesinden ibaret olamıyacağını anlatmak için söylüyorum. Bu kısa müta­ lâalara daha birçok ilâveler de yapılabilir...»

«—1 Nasıl yazarsınız? Yazar­ ken güçlük çeker misiniz?»

«— İtiraf etmeliyim ki müş­ külâtla yazarım. Size bir mi­ sal vereyim: Şimdi neşrettiğim «Ali Nizamî beyin alafrangalığı ve şeyhliği» isimli hikâyem 1936 senesinde Varlık mecmu­ asının iki nüshasında «Bir geç­ miş zaman hikâyesi» adı ile küçük bir hikâye olarak neşre­ dilmişti. Fakat o zaman bu hikâ­ yenin birçok noktalarını iste­

diğim gibi tafsilattı yazamamış bulunduğumu, bunların kifayet­ siz kaldığını, tekrar yazmamın lâzım geldiğini hissediyordum. Bu küçük hikâye sonradan bir hikâye antolojisine de alınmış bulunmasına rağmen bana hâlâ yazılmamış geliyordu. Nihayet 1950 senesinde bu hikâyeyi is­ tediğim gibi bütün tafsilâtlı ilâ­ veleriyle yeni baştan yazarak «Yeni İstanbul» gazetesinde tef­ rika etmiştim. O zaman beni tat­ min ediyordu. Fakat şimdi, 1952 senesinde Kitap halinde çıkan şeklinde de bir çok yem ilâve­ lerim Vdrdıı. Diyebilirim kı bu küçük hikâye, tabiî devamlı bir çalışmanın değil, fakat arada sı­ rada bir hatırlayış, düşünüş ve tashih edişin. 16 senelik bir alâ­ kanın neticesidir.

Bütün bunları, aynı olarak de­ ğil, takat benzerlikleri itibariy­ le dığeı kitaplarım için de söy- lıyebilirim. Meselâ « Fahim bey ve biz» in ikinci tab’ı birincisi­ ne nazaıan birçok ilâvelerle do­ ludur; dolayısiyle farklı ve daha

..'.undur.»

« — Şimdi meşgul olduğunuz yeni eserleriniz, projeleriniz var mı?»

«— Senelerce evvelinden baş­ lamış bulunduğum bir çok ki­ taplarım var. Fakat bunlardan kaçını tamamlayabileceğimi Al­ lah bilir.

Yeni kitabımın iç kapağındaki listede iki kitap adı «yakında neşredilecek» kaydi ile verilmiş bulunuyor. Bunlar şimdilik en ziyade yakında çıkabilecekle­ rini ümit ettiklerimdir. Biri «Geçmiş zaman adamları» isim­ li bir küçük hikâyeler mecmua­ sıdır. Öteki de yine seneler bo­ yunca intihap etmiş bulunduğum mısra ve beyitleri bir araya ge­ tirecek bir antolojidir.»

Abdülhâk Şinasi Hisar’dan, bu günkü edebiyatımız hakkındaki, düşüncelerini de öğrenmek iste­ dim. Bu sualimi de, o kendisine has nezaket ve samimiyet ha­ vası içinde şöyle cevaplandırdı: «— Bu günkü muharrirlerimi­ zin çoğu yalnız tanıdıklarının eserlerini veya sırf şahsî alâka­ larını çeken kitapları okumakta, dolayisiyle birer edebiyat amatö­ rü vaziyetinde kalmaktadırlar. Muharrirlerimizin çoğu neşri­ yatımızın mühim bir kısmından haberdar değillerdir. İtiraf et­ meliyiz ki, maatteessüf, istedi­ ğimiz kadar yazmağa vaktimiz kalmadığı gibi, kâfi derecede o- kumağa da imkân bulamıyoruz. Zaten muharririn asıl vazifesi okumaktan ziyade yazmaktır. Bu bakımdan onları kısmen olsun mazur addedebiliriz. Fakat ma­ demki yeni kitaplarımızı bula­ mıyoruz ve bulsak ta okumağa vaktimiz olmuyor, nasıl oluyor da bazılarımız okumamış bulun­ dukları kitapları beğenmedikle­ rini söyleyebiliyorlar, hattâ be­ ğendikleri için de nasıl oluyor da «en ziyade beğeniyorum» diyebiliyorlar, şaşıyorum. Zira bunlar da tesadüfen bildikleri, okudukları veya kendilerine gön­ derilmiş bulunanlardır. Meselâ bütün şairleri okumuş olsalar­ dı, şimdi methettikleri şair bel­ ki de başka biri olacaktı.

Bu suallerinizi neşriyatımızı okumağa vakit bularak edebiya­ tımız hakkında ciddî ve sami­ mî görüş sahibi olmuş münek­ kitlere sormak daha doğru olur. Muharrirlerin bu suale verecek­ leri cevap kısmen nisbî bir alâ­ ka uyandırmalıdîr, zira alınacak cevaplar da kısmen tesadüfi ola­ caktır.»

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Turkey in the Ouvrage sur les femmes by Mme Dupin » Between 1745 and 1751, Rousseau was employed by Madame Dupin, a feminist author, as a researcher assistant on her ambitious

Mümkün olanlar için Massey’in stratejisini önde gelen rakipleriyle kıyaslayınız.. Massey’in 1976’daki sermaye yapısını

ITS sheds light on Automatic Incident Detection (AID) technologies, by using advancements in sensing technologies and wireless networks, new and more intelligent

The three main female characters in the novel are: Madame Bovary, Charles Bovary’s mother; Madame Dubuc, Charles Bovary’s first wife; and Emma Rouault, Charles’s

Bu çalışmanın amacı, François Boucher’in Madame de Pompadour tablolarındaki giysi özelliklerini dönemin moda giysilerine göre renk, model, desen, aksesuar gibi

Araba Sevdası, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından 1889’da kaleme alınmış ve 1896 yılında basılmıştır. Roman, züppe tipi temsil eden Bihruz Bey’in hikâyesi

Anılar kişisel ve tarih kolektif olduğuna göre tarih kişiselle ko­ lektifin kesiştiği anı yazıyor olmalı.. 73 yıl dolu dolu, kimilerine göre “delidolu” (çünkü

We also detected partial sacral agenesis, tethered filum terminale and related neurogenic bladder that form the basis of recurrent urinary system infection and