Sahibi :
Salim ¡jongil
Sorumlu yönetmen : N. Şengil Kuruluşu : 1947 Sayı : 69 — C ilt : 22 T E M M U Z 1970 Sayısı : 2.5 L ira S AN A T S İZ K A L A N Bİ R ULUSUN HA YA T D A M A R L A R I N D A N Bİ Rİ K O P M U Ş D E M E K T İ R - Al ATÜRK Ü n r l S t İ H İ ' * İZİ Itırı[C h4mU mim m tü '! * t t ** <
orhan
kem al’ın
anısına
saygı
BU SAYIDA
RAUF MUTLUAY İLHAN SELÇUK OKTAY AKBAL İLHAMI SOYSAL TEVFİK ÇAVDAR SİNA AKYOL AHMET OKTAY FİKRET OTYAM SALİM ŞENGİL VEYSEL ÖNGÖREN ASİM BEZİRCİ GÜVEN TURAN CENGİZ BEKTAŞ DEMİR-TAŞ CEYHUN AYKUT POTUROĞLU KAYA ÖZSEZGİN RUŞEN HAKKI ÖZDEMİR NUTKU AHMET İNAM NEZİH DANYAL CELİLE CEM HALÛK AKER KESKİNOĞLU İZZET GÖLDELİGEÇEK
AYIK
İCİKDEK
YAZARLIĞIN GÜCÜ VE YOKSUNLUKLARI
Ölüm ilmühaberi almak için muhtarlıklara verilen nüfus kâğıtları. Bugünlerde M. Kemal Oğütçü’nün de öyle olacak cenaze işlemi. Ne var ki musalla taşında o bilinir Islâm geleneğine göre hak helâl ederken ve “ iyi biliriz” derken hiç kimse en küçük yalanı söylemiş olmayacak. Her birimiz onun ölümüyle biraz ölerek, Türk yazarlarının en namuslularının hiç olmazsa son elli yıl içindeki onurlu kavgasını hatırlayarak, omuzlayacağız tabutunu. Bu satırları daha ölüsü yurda getirilmemişken, cenaze töreni yapılmamışken yazıyorum; hiliyorum ki böyle olacak. Bu taşınan, kişisel sevgilerle yüceltilen herhangi ¡yi bir insan değil sadece; bütün kavgasiyle bir kuşağın örneği; çilesi, emeği, uğraşı, ye teneği, dileği, ülküsü, inancı ve direnişiyle bir dönemin temsilcisidir. Mehmet Raşit Gğütçü’lükten Orhan Kemal'liğe ulaşan en az otuz yıllık bir insanlık ve yazarlık kavgasının, bir edebiyatçılık çabasının sonucu. Kusurları ve meziyet leriyle, eksiklikleri ve gereksizlikleriyle, en üstün eserlerinin yanında yer alan en sıradan çalışmalarıyla bir yazarlığın özgürlüğü ve tutsaklığı bu. Ölüm günlerinin sıcak anısıyla değil, eserlerinin değer yüküyle söylenebilecek en kesin gerçek şu olabilir ancak : M. Raşit Öğütçü öldü; evet. Ama Orhan Ke mal yaşıyor, yaşıyacak.
rauf m utluay-ilhan selçuk-oktay akbal
M. RAŞİT ÖĞÜTÇÜ ÖLDÜ FAKAT ORHAN KEMAL YAŞIYOR
janslar, gazete haberleri, radyo yayınlarından öğrendi niz Orhan Kemal’in ölümünü. Kalp durması da olabilirdi, beyin kanaması da, tüberküloz da, bağırsak kanseri de. Hasta'ık mı arardınız, hepsi vardı onda. “Ölüm hak, miras helâl” demiş atalar; bir gerçek varsa bu sözde, -ölümünün haksız erkenliği bir yana- bıraktığı eser mirası herkese helâl şimdi. Türk hikâyesiyle romanının, hatta yer yer ti yatromuzun güzel canlanışlarında onun otuz yıllık emeği ne güzel şeyler getirdi bize. Ölümünün acısı hepimizde sancıysa, eserinin seçkin özellikleri de hepimizin hazzı : Tek tesellimiz bu olabilir ancak. Bir iktidar mevkiine ulaşa mamanın acısıyla şairin dediği “ Minnet hüdâya devlet-i dünya fenâ bulur - Bâkî kalır sahife-i âlemde adımız" gibi, gerçekten eserinin ömrüyle.
• FELEĞİN SİLLESİ
dana’nın Ceyhan ilçesinde 15 eylül 1914'te doğmuştu; demek elli altı yaşını bile dolduramadı. Nice vartalardan geçen siyasîlerin doksanına merdiven dayadıkları dönem lerde, edebiyatçılarımızın ulaştıkları hemen en yüksek ömür çizgisi bu. Otuzunda, kırkında, ellisine varmadan, alt mış olamadan ölen kimler yok ki? Saymakla bitmez. Onur lu bir hayat kavgasının bakımsız yoksunluklarında neler harcanmaz ki? Ciğerler mi, kalp mi, mide mi, sinirler mî, beyin mi.. Ne isterseniz. Bir raslantı mı, bütün sıkıntıların kendilerini bağımsızlık kavgasında kullanan kişilere yapış
ması? Orhan Kemal'in, erken evliliğinin torunlu mürüvvet lerine, mühendis oğluna, otuz şu kadar kitabının getirme si gereken hayat kolaylıklarına rağmen tam bir rahat ne fes alacağı dönemde ölmesi? Değil, bir raslantı değil, es kilerin deyimiyle feleğin ters bir sillesi değil; tam tersine bir kaderi yaşamaya mahkûm edilen kişinin, insan yetene ğinin değilse bile insan vücudunun bir yerde iflâsı bu. Nice açlıklarla, ağır işlerle, hapishane köşelerinde "kuş hane" tencerelerde pişlrilebilen eksik yemeklerin - üste lik baba harçlığıyla - besiniyle ancak soluk alan, bunu da başkalarıyla paylaşmak gereğine inanan özgeçilerin olağan kaderi bu. Feleğin değil toplum düzeninin. Burada Nâzım Hikmet'in gözlemlerini hatırlıyorum : “Kemal Tahir'e Mah pushaneden Mektuplar". “Oda arkadaşımın adı Kemal. Evet, senin adın gibi. Sana yalnız adı benzemiyor, senin gençliğine benzeyen tarafları da var. Şiire meraklı, heye canlı, 94. maddeden 5 yıla mahkûm.." (6 aralık 1940), “Oda arkadaşım şiire, edebiyata meraklı, nazik bir genç. Gayet iyi geçiniyoruz. Size çok gıyabî selâmları var..” Ve İnanılmaz şey, bir tencerenin sorunu. Bakın nasıl : "Tencereyi aldığım, İstanbul’un burnu dibine geldiğim hal de iyi olmuş. Siz orda tedarik etmişsinizdir... Kemali’nin, senin adaşının tenceresi var ama tencere değil kuşhane imiş... Şaka ediyorum keşke tencereyi sana bıraksaydım.. Ben pekala burda Kemalî’nin, senin adaşının tenceresini kullanabilirmişim. Senin adaş uzun uzun yazıyor..." (16.1.1941. ) "Geçen gün senin adaşınla konuşuyorduk. Gü zel olacağını zannettiğim bir uzun hikâye yazıyor. Hikâye, roman, büyük hikâye nevilerinin arasındaki farkı sordu. (28. sayfada)
d o s t II
E c ~ 05 FİKİR VE SANAT DERGİSİ § 1 KURULUŞU : 1947 İ » TEMMUZ 1970 S. g YENİ DİZİ : 69 I s CİLT : 22 S SAYISI 2,5 LİRA Sahibi : Salim ŞENGtL Yazı işleri sorumlusu :N. ŞENGtL Sayfa Düzeni : Salim ŞENGtL Başlık yazıla n : Nezih DAN'YAL
İdare Yeri :
İzm ir Cad. 22/9 Yenişehir - Ankara TELEFON : 17 «7 0«
Basıldığı yer :
Doğuş Matbaası - Ankara Telefon : 11 22 24
Ayda bir çıkar. Abonesi :
Yıllık 30 TL., A ltı aylık İS TL. Kişilere : 26 TL.
Dış ülkelere bir misil. İlân Şartlan :
Arka kapak, 2 renkU 1.500 TL.
” " 1 " 1.250 "
tç sayfalar 1 ” 1.000 ” Sürekli olarak 6 sayı reklâm verenlere % 10, 12 sayıda İse
ilhami soysal
rhan Kemal de öldü gitti. 56 yaşınday dı, otuzdan fazla kitap bıraktı geride. Orhan Ke mal, öyle ölen ölür, 'kalan sağlar bizimdir dene cek türden biri değildi.
Orhan Kemal bir romancıydı. Hem de eni konu büyük bir romancı. Adını Türkiyenin dışında da duyurabilmiş, Türkiye gerçeklerini dile geti ren, küçük insanların yaşantısını veren bir ro mancıydı. Ardından çok lâf edildi ama, sağlığın da çok okunmadı. Ço'k o'kunsaydı, ömrü bir yarı sefalet içinde geçmezdi. Yazdıkları hiç kuşkunuz olmasın ki, bundan sonra daha çok okunacaktır. Yarınlara kalacak, yarınların insanlarının ilgisini çekecek hayli romanı var.
Orhan Kemal’in ardından çok lâf edildi de dik. Büyüklüğü, erdemleri sayıla sayıla bitirile medi. Hemen eline her 'kalem alanın Orhan Ke mal’le ilgili bir anısı vardı. Hemen herkes Orhan Kemal'in en yakın dostunun kendisi olduğu iddi- asındaydı. Adana’da Orhan Kemal bilmem kime, bilmem ne demişti... İkbal kıraathanesinde de bil mem kime neyi, nasıl anlatmıştı... Fişmekanla ra kıyı nasıl içmişti... Giderayak son kez kime ne demişti...
Bir ağıtçıIık, bir ağıtçılık. Türkiyeyi şu için de bulunduğu hale getiren şey galiba goygoycu luk... Orhan Kemal, “ Seni benden başka anlayıp anlatacak yoktu.” diyenlerin yazılarını bile oku duk. Bu bizim toplumun çirkin yanı...
Ölümünden sonra Orhan Kemal için ağıt ya kanları da, Orhan Kemal’i de, az da olsa bir öl çüde tanırdık. Ölümünden sonra ne anlatılan Or han Kemal’i tanıyabildik ne de sağlığında, onun ardından en ufalanmış dedikoduları yapanları, kıskançlıkları sürdürenleri... Birden bire her şey ak ile kara gibi birbirinden ayrılmıştı. En büyük düşmanlar, en 'büyük hayranlar safına geçmişti. Şaştık şaştık kaldık. Zaten günümüz şaşmakla geçiyor.
Türk edebiyatının kaderi de bu. Kadrin, kıy metin biliniyor ama, öldükten sonra... Öldükten sonra, adınla kimseyi gölgeleyemez hale geldik ten sonra, tarihe geçtikten sonra bütün- övgüler senin için...
Ama sadece övgü mü? Hayır. Bu Türkiye ci fesi çıkmış bir memleket. Bir ölünün ardından övgü kadar sövgü de dinleyebilir, okuyabilirsi niz. Nitekim okuduk... Kafataslarının içinde beyin yerine birer et parçası taşıyan, okuma yazma ile ilgileri, kültürle, sanatla bağlantıları öküzün kağ nıyla bağlantı ve ilgisinden farklı olmayan bir takım hayvanat da sövgüler döşendiler. Kınaya cak kadar bir sevinç içinde, “ Komünist Orhan Kemal geberdi” diye başlıklar attılar. Fıkra köşe lerinde olmadık herzeler gevelediler.
Orhan Kemal komünist miydi, değil mİ? Ol sa ne olur, olmasa ne olur? Orhan Kemal roman cı mı, değil mi? Orhan Kemal, bu ülkenin yarın lara birşeyler bırakabilmiş üç beş adamından bi ri miydi değil mi? Önemli olan bu değil mi? Ama hayır... Hayvan sürüleri için, alçaklık seviyesin- dende daha aşağılara, çukurluk seviyesine in mişler için, bir insanın ömrünü verdiği inanışı, kavgası, görüşü hiç önemli değildir. Onlar için insanlar, kendilerinden ise insan, değil ise bir sövülecek sayılacak mahlûktur. Orhan Kemirin ardından böyleleri de çıktı bol bol, nebbaşlar... Okuduk...
Orhan Kemal'in ardından bir de, bu toplu mu yönetenlere politikacı, yönetici tayfasına bir çift söz etmek isteriz :
Günün birinde, içlerinden ciğeri beş para et mez biri ölse, adeta millî matem ilân edecek ha le gelirler. Tantanalı törenler, çelenkler, nutuklar, cenazenin ardından kafileler halinde yürümeler...
Orhan Kemal’in Sofyadan getirilen, Edirnede karşılanan tabutu için, orada toplaşanlar arasın da gözler boş yere bir parti temsilcisi, bir yöne tici aramışlar. Adamın eşi orda, oğlu orda, kızı orda. Hani bir vali çıksın da, bir başınız sağ ol sun desin değil mi. Akla gelmemiş. Bir başbakan bir bakan iki satırlık bir telgraf çeksin, parti li derleri iki cümlelik de olsa bir demeç versin... Türkiyenin en büyük romancılarından biri ölüp gidiyor, adamların umurunda değil. Bu da devle tin sanata ve sanatçıya karşı ilgisini gösteren bir örnek. Edirnede karşılanışa ait dahasını da anlattılar ama. artık alçaklığın bu kadarını yaz maya insanın dili varmıyor.
Şimdi, Orhan Kemal’in ardından düşünüyo ruz da, galiba Orhan Kemal bu kalleş, bu adi, kıs kançlıkların, seviyesizliklerin, dedikoduların, an layışsızlıkların ve mankafalığın dünyasından gö çüp gitmekle iyi etti diyesimiz geliyor. Yattığı yer nur olsun...
orhan
kemal
üzerine
t e v fik ç a v d a r
Ölüm en çok beklendiği anda bile kişiyi de rinden sarsıyor. Ölen eylemiyle, düşüncesiy le kendimize yakın bulduğumuz biri ise bu acı daha da büyüyor. Ne var ki ölenin arkasın dan ağıt yakmak, kanımca, insanın haysiyetine aykırı bir şeydir. Oldum olası, ölümün ardından gelen, iki şeyden nefret ederim. Bunlardan biri gösteriye varan ağıtlar, yakınmalar; diğeri de mezar başında hocanın “ merhumu nasıl b ilir siniz?” sorusuna verilen "iy i biliriz” cevabıdır. Bu iki davranış da gerçek olmaktan uzak, iki yüz lü tutuma en iyi örneklerdir. İnsanın, katıksız, mutlak iyiliği söz konusu olamayınca, ölümün karşısında çeşitli duyguların etkisiyle verilen ce vaplar da anlamsız olur. Bir cenaze töreninde, in san bu davranışları affetse bile; diğer koşullar altında, konuşmalarda, yazılarda aynı eğilimin etkisini görmeyi pek umursamazlıktan gelemiyor. Sait Faik’in, Orhan Veli'nin, Cahit Sıtkı’nın arka sından yazılanlar, söylenenlerle Orhan Kemal için yazılanları bir karşılaştırın, bakalım köklü farklar görebilecek misiniz? Sanırım yapılması gereken, içten olduğu söz götürür ağıtlar düz- mekten ziyade, ölenin Türk Toplumunun tarihsel gelişim süreci içersindeki yerini ve görevini tüm yanlarıyla belirtmektir. Kaldı ki devrimcinin ölü müne ağıt yakılmaz; süre giden toplumsal geli şim içersinde onun yaptığı işler tümüyle gözden geçirilerek, genç kuşakların pratikte oluşan bil gilerine gerekli katkılarda bulunulur.
Orhan Kemal'i tanırdım. Yakın bir dostluğu muz vardı demek değildir bu. Merhabamız vardı, iki çift lafımız, bir çift tartışmamız vardı. En son
Fotograf : Fikret Otyam
bir Ankara sabahında, Bakanlıklarda gördüm. Za yıflamıştı. İyi olduğunu, Moskova'daki tedavinin çök yararını gördüğünü söyledi. O sıra AST'da düzenlenen Orhan Kemal haftasına katılıyormuş. Oyunlarından sonra seyircinin sorularına cevap veriyormuş. Biraz şikâyetçi gibiydi bundan. Kış kırtıcılar var içlerinde, gereksiz sorular soruyor lar kendimi zor tutuyorum diyordu. Oyun sonu alkışlarının yadırgaması içersinde idi. Sanırım dediği gibi çok durmadı, bir gün sonra gitti.
Ölümünü duyduğumda acının, birdenbire çöken yitiklik duygusunun yanı sıra Orhan Kemal kimdi sorusunu sordum kendime. Onu son görü şümü andım, o sabahki, ürününün pazarlamasını bilmeyen bir emekçinin telâşım düşündüm. Za ten Orhan Kemal deyince herkesin aklına bu yö nü gelmez miydi ilkin.
Benim kuşağım Orhan Kemal’in öyküleriyle, romanlarıyla bilinçlendi. Ezilen insanlara dönük! topluma yönelmiş düşünmeyi, duygusal da olsa ondan öğrendi. Yapıtlarının sayısı otuzu geçiyor şimdi. Bunların hepsinde aynı başarı çizgisini tutturduğunu söylemek gereksiz bir zorlama clur. Ama aydın olarak benim kuşağıma, ve ben den sonrakilere örnek olabilecek bir düzeyde, kişiliğinden kaybetmeksizin bütün hayatı boyun ca bulunduğunu belirtmekte hiç bir zorlamanın payı yoktur. Orhan Kemal gerçek Türk aydınının günümüzde yetişmiş en tutarlı örneklerinden bi ridir. Bir santçı gibi değil, tip ik’i arayan, buldu ğunda onu tanımlayan, olayların ve toplumsal gelişimin içersinde yerine oturtan bir bilim ada mı gibi çalışmıştır. Öyküleri, romanları Türk
in-sanını değişik eylem ve tutumları içersinde bü tün yönleriyle ortaya koymaktadır. Bu davranış az gelişmiş ülkelerin, sorumluluklarını bilen sanat çılarının tutum ve düşüncelerine uyan çok güzel bir örnektir. Bunun için her şeyden önce Orhan Kemal'in aydın olarak, bilimsel bir gözlemci ola rak Türk Toplumu içersindeki yerini belirtmemiz gerekir.
Ülkemizde aydın deyimi biraz dikkatsizce kullanılmaktadır. Özellikle “ Türk aydını ni teliğini, üzerinde çok düşünmeden, hemen hemen bütün aydınlar için kullanmaktayız. Oysa çevremizde, aydın diye belirlediğimiz kişilerin temel özellikleri üzerinde durulmamıştır. Acaba bu kişiler “ Türk aydını” mıdır, yoksa Batı kalıp ları içersinde birtakım değerlere sahip kişiler midir? Bu sorunun cevabı açıktır. Çevremizdeki aydın denilen kişiler Batı kitapları içersinde bir takım değerlere sahip olmaktan, yani çok deği şik bir toplum yapısının kültürünü taşımaktan ileri gidemezler. Osmanlı döneminde, 18. yüzyı lın II. yarısına kadar aydın diyebileceğimiz kişi ler Saray ve ona bağlı çevrenin içersinde; Arap, Fars ve Bizans kültür biçimlerini yansıtan bir grubu meydana getiriyorlardı. Bu grupta "devşir me" özelliklerine sahip Enderunlular ağır bas maktaydı. Bir önce kullandığımız yansıma keli mesi üzerine dikkati çekmek isterim. Gerçekten de bu aydınlar yetiştikleri kültür kalıbının deği şik konulardaki değer yargılarını, kendilerinden herhangi bir katkıda bulunmaksızın, sadece yan sıtırlardı. Bunları bir içbükey aynaya benzetebili riz. Aynanın odak noktasında 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Doğu kültürleri yer alıyordu. Bu dönemden sonra, üçüncü Selimin uygulamalarıy la güçlenen Batı Burjuva kültürü odak noktasına yerleşmeye başlamıştır. Batı Burjuva kültürünün kökeni, o çevre toplumlarının tarih içersindeki sürecine dayanır. Ticari kapitalden Sanayi kapi taline doğru uzayan bir yol üzerinde, düşün Rö- nesansını da kapsayan bir gelişimi vardır. Sana yi devrimini gerçekleştirmemiş bir toplumun, bu üretim biçimine ve ilişkilerine dayanan kültürü benimsemesi, dış sömürüye açık bir toplum biçi mine dönüşmesini hızlandırır. Nitekim Batı em peryalizmi Osmanlı Devletini ekonomik koşulla rın yanısıra, kendi kültür ve kurumlarıyla da kıs kıvrak bağlamıştır. 19. yüzyıldan bu yana, Os manlI devletinde ve Anadolu toplumlarında dönü şüm adına ne yapılmışsa Batı kurumlarıyla kül türünün yansımasından başka bir şey değildir. "Hayırlı" olduğu çok şüphe götüren Tanzimattan sonra Batı kültürü toplumumuzda yozlaşmış, kişiliksiz, papağan örneği bir aydın tipi de yarat mıştır. Bu aydın giyiminden, davranışına kadar bir Batı taklitçisidir. Kültürü Batılıdır. Ama yara tıcı değildir. Kökensiz, kulaktan dolma bilgisiyle halkın kafasında boza pişiren “ Hacivat" örneğine pek uygun düşşer. F. Rıfkı'nın dediği gibi;
“ Dün, Enderun Osmanlıcası söyleyen ve Er meni Redingotu ilikliyen Hacivat, şimdi Galata
Fransızcası konuşup ve Metrd otel Frakı giyer. Bir sıçrayışta softa tecvidinden demokrasi şeri atına geçer.” (Roman, 1932)
Bu Hacivat Kafkadan, Hindemith’e kadar Ba tının ve de Doğunun tüm sanatçılarını bilir de on ları taklitten ötede bir yaratıcılığı yoktur. Yıllar boyunca tek övüncümüz, “ bakınız şu hayatımı za Batıdan farkı var mı" demekten ileri gitmemiş tir. Doğu illerimiz bile “ Şarkın Parisi” olma nite liğini birbirlerine bırakmak istemezler...
Orhan Kemal, bu Batı uydurması esvaplar ve tüketim kalıpları içersindeki Hacivatlarımız ara sında, Karagöz kalmasını bilen birkaç aydından biri olmuştur. Ömrü boyunca "son Hacivat’a ka dar" sloganı uyarınca hepsiyle savaşmıştır. Ye nilerde, genç KaragözTerde onunla birlikte ol muş, “ gerçek Türk aydınları" cephesini kurmuş lardır. Orhan Kemal’in yapıtlarından çok bu yanı “ Karagöz Aydım" olma çabası unutulmamalıdır.
Az gelişmiş ülke sanatçının salt sanatı düşünmeden ötede bir sorumluluğu vardır. Toplumun içinde bulunduğu dar boğazları, bunalımları nedenleriyle gücü yettiğince ortaya koymak yapıtlarının değerini daha da arttırır. Öyküler, romanlar çeşitli konuları belirli biçim lerde anlatan kitaplar olmaktan daha çok, toplu mun sorunlarına ışık tutan, onları geniş kütlele re yansıtan eserlerdir. Halil Ziya’dan bu yana Türk romanı üzerine yapılacak bir inceleme bize romanın konuları, kahramanları ile Türk toplumu- nun geçirdiği aşamalar arasında büyük bir ilişki nin olduğunu gösterecektir. Hüseyin Rahmi, Re şat Nuri, Sabahaddin Ali gibi yazarlar bir sanatçı olmaktan ötede bir toplumbilimci gibi davran mışlardır. Orhan Kemal bu örneğin belki de en son noktasıdır. Adana gibi hızla sanayileşen bir şehirde, fabrika çevrelerindeki işçilerin hayatla rını, değişik olaylar karşısındaki tutumlarını, dü şünce ve eylemlerini bir istatistik çalışması ya parcasına incelemiş ve yazmıştır. Hiç bir anket ve monografi Cemile, Murtaza Vb. gibi öyküler de anlatıldığı güçte M illî Mensucat, Sümerbank fabrikaları çevresinde oluşan işçi mahallelerin deki hayatı yansıtamaz. Orhan Kemal'in roman ve öyküleri bu anlamda bir nevi toplumbilim mo nografisi niteliğindedir. Gelecek günlerde 1945 - 1955 döneminin Adana'sım inceleyen araştırma cılar için büyük bir kaynak görevi görecektir bu kitaplar.
1960’a kadar Türkiye’de toplumbilim ve ik tisat konularına eğilen incelemeciler, yazarlar Türk roman yazarının eriştiği başarı düzeyine ula şamamışlardır. Dergi ve gazetelerin üzerindeki büyük baskı, hikâye yazarlarımıza, roman yazar larımıza yeni görevler yüklemiştir. Orhan Kemal, bu görevin hakkını veren bir aydındı. Türk oku runa emekçinin sorununu tüm açıklığıyle o sun muştur. Piyasa koşullarının zorlaması, son yıllar daki yapıtlarında açıkça görünen bir tekrarlama, kolay anlatım yoluna doğru onu itmişti. Buna rağmen topluma karşı sorumluluğunu hiç bir
Hasta ve solgun yüzleriyle büyümede çocuklar
d u y a r m a la r
Ve kızgınlığımı (bir mitralyözün
geceyi ve kotkuyu kurşunlayan hıncıyla kusuyorum. Dünyanın
ve olayların üstüne.
I.
Akşamlar biriktikçe yavuklum, kabarıyorum.
Bir gerilimin
kana çalan vuruşunda ve senin o doyumsuz tadın
artık sıyrılan bir kılıç gibi kınından çünkü terkediyor yüreğimi
bazı adamların sırlarına gidiyor.
Kurumuş tenleriyle birçok insanlar görüyorum onların ölümlerden kalma yüzleri
artık bir gecenin ucunda yenileven kendini
ve çoğaltan soluğudur devrimin.
Benim coşkun ve ağaca söylediğim türkü sanki güz gelende otlarla yapraklar
onlar savrulurlarken köşelerde, birtakım adamlar hasta ve solgun yüzleriyle büyümede.
ve gün, bir kadının
anneye benzer bir kadının kanlı ve şerefli çığlıklarıyla
uzak bir kerhanenin kuytu bir odasında sanki gerilmiş bir vücut gibi
yatarak
toprak ve çiğnenmiş
ve paylaşılmış bir gece gibi toprak kendisini vermede baylarına.
Ve gün,
artık bölünmüş bir ülke gibi
yorgun bir geceden kalkma bir et gibi bağırmada!
Artık giyeceğim militan yüreğimi bu bir savaşa durmak olacak ve insanların
ve yüreklerinin
ve bağımsızlığa doğru tasarılar kurduğu
bir savaşa durmak olacak bu. Çünkü bütün işyerleri
fabrikalar
adamlar
onlar ki dizi dizi, yürek yürek ve uzak mahalleleri şehrin tek gözlü evleri, kadınları, solgun çocuk Musa ve ardındaki otlarla böceklerin dahi, hâkî ve militan renkli yürekleri, bir savaşa durmak olacak bu.
Sini AKYOL
man yitirmemişti. Gelecekte yapıtları üzerinde çalışacak olanlar, onları bu kolaya kaçma ya da tekrarlamalar yönünden eleştirseler bile emeğe ve halka karşı sorumluluğunu görmezlikten gele meyeceklerdir.
196û devriminden sonra Türkiyedeki yayın organları emekçinin, köylünün, kısaca bü tün Türk toplumunun sorunlarına o zamana dek alışamadığımız bir açıklıkla parmak basmağa başladılar. Bilim adamları konuları değişik yan larıyla ve sonuç-neden ilişkilerini de ortaya çı karacak bir biçimde inceliyorlardı. Sanatçı, özel likle öykü yazan, roman yazan sanatçı elinden oyuncağı alınan bir çocuğun şaşkınlığı içersine düştü. Yıllar boyunca öykülerde, romanlarda üstü kapalı anlatmağa çalıştıkları problemler açıkça tartışılıyor ve Türk okuru toplum sorunlarına yö nelen bu yapıtlara büyük bir açlıkla koşuyordu. Birçok sanat dergisinde ‘‘Bunalım” olarak orta
ya konan bu eğilim Türk roman yazarını derinden etkiledi. İki yazar bir çıkar yolu kendilerince bul dular. Osmanlı tarihinin kökenlerini ve bağım sızlık savaşının gizli kalan yönlerini ele alarak okuyucuyu çeken Kemal Tabir ve Doğu sorunu na şimdiye kadar alışılmamış bir açıdan bakan Kemal Bilbaşar, okuyucudan ummadıkları yan kıyı sağladılar. Bu dönemde Orhan Kemal, sa nırım kavgasında yitik düşmüş bir düşün erinin kızgınlığı içersinde, eski roman ortamını tekrar, tekrar deşiyordu. Bu Orhan Kemal’in değerini gözden yitiren bir durum değildir. Ne var ki, özellikle 1965’den sonra Türk romun yazarının görevi değişiyor, yazarlar yeni misyonlar yükle niyordu. Ofhan Kemal'in ölümünde de en erken olan; bu yeni görevini göremeden ve ona başla- yamadan göçmesidir.
Gelecekte Türk aydını olarak Orhan Kemal üzerinde duracaklar, 1950- 1960 döneminin en büyük eğiticisiydi diyeceklerdir.
ahmet
oktay
B i r aktör gibidir Orhan Ke mal’in kişileri : Gövdelerini son olanaklarına kadar kullanırlar.
Diyalog bu yüzden zorunlu bir
öğe kılınmıştır. Sözsel olan, be denle bütünlenir. Herşeyi duyan, gören, hilen Tanrı Romancı’nın araya girmesine gerek yoktur. Orhan Kemal'in kişileri, üretim sürecinin belirlediği gerçek dün yada, hareket halinde nesnel leşirler. Betimsel olanın en aza indirilmesinin biricik nedeni bu- dur sanıyorum. Konuşma, en ha
kikî yanımızdır. Bir anlamda jestler de öyle. Duyusallık ancak böylelikle dışa vurur kendini. Söz ve je s t : Budur duyusallığı ortak kılan. Hareket dünyasıdır Orhan Kemal’in bize sunduğu. Bu yüzden .zihinselIiği bir tavır olarak benimsemez. Zihinselliğin dışında, uzun bir zaman dilimini kapsamaz trajik, bir anlıktır as lında. Bir sözde, bir bakışta, bir edimde dışlaşır hemen. Orhan Kemal’in tutumu, okuyucusunun türüne göre doğru ya da yanlış olabilir, ancak şunu özellikle be lirtmek gerekiyor : Sonuna kadar tutarlıdır. Durumla bireysel ta v ır-a lış arasındaki süre, ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, ko pukluk göstermez. Nesneler ve durumlarla çevrili özne, tercihi ni hemen yapar. Şunu demek is tiyorum : Olumlu ya da olumsuz, Orhan Kemal’in insanları kişilik sahibidir. İn absracto ele alındı ğında Murtaza da, Nureddin Şa- dan Bey de, sapma kadar tutar
lı kişiliklerdir. Trajik ya da ko mik oluşları da burdan gelir.
Yöntemi dolay isiyle bir ro mancı olarak Orhan Kemal'in uğ raş alanı mitos değil somut du-
rum’dur. Gerçek hayatın peşin
dedir. Goethe’yi analım : “ Bütün kuramlar soluk, daima yeşildir hayatın altın fidanı.” Kuramsalın açımlamasından yarar ummaz. Bir romancı, üretimin biçimledi ği ve koşulladığı dünyada, ancak olayların seçiminde kuramsal dır. Malzemedir hayat, düzenlen mek ister. Çözümsel olduğu ka- mek ister. Çözöümsel olduğu ka dar da yaratıcı’dır bu işlem. Mal zemesini düzenlerken, nesnel dünyayı kopya etmediğini bilir romancı, şudur önündeki he d e f:
Bir roman dünyası yaratmak. Ro- mansal gerçekle bilinçlilik ara sındaki ilişki dolaylıdır. Estetik zevkin dışında, bilinçliliğe ancak romansal elemanların parçalan masıyla varılabilir. Murtaza’nın
yabancılaşmış dünyasını, ancak
bu yabancılaşmanın somut belir lenmeleriyle kavrarız. Yabancı laşmanın kuramsal açımlamasıy la değil. Sözsellik ve edimsellik : Bunlardır bizi Murtaza’nın dün yasına katan. Komikte uç veren
abartı, bizi bu dünyanın bir kişi
si yapmaktadır aynı zamanda. Sınıflı bir toplumun roman cısı olduğunu b ilir Orhan Kemal. Kişilik, bu mülkiyet dünyası nda bölünmekte, parçalanmakta, tra jik ya da komik olmaktadır. Önü müze sunulan romansal dünya, son çözümlemede yalnızca mül kiyet dünyasının yozlaşmışlığını göstermeyi amaçlar. Duyguları yok eden, her şeyi meta ya dö nüştürerek gayrî beşerî yapan budur. Ancak, bu gayrî beşerî dünyada yaşayan insanlar edil gin birer üye değillerdir. Bu dün yanın ürünüdürler gerçi, ama onu değiştirecek olanlar da ken dileridir. Bilinçli doğmaz Orhan Kemal’in kişileri, somut koşullar içinde bilinçlenirler. Bilinçlen meseler bile, okuru saçma ve gayrî insanî bir dünya bilinçlili- ğine doğru çekerler. Orhan Ke mal b ir Tanrı Romancı değildir dedik. Bu yüzden, Demir ökçe'- nin yazarı gibi malî oligarşi üze rine nutuk atmaz. Önemli olan kendi bilinçliliği değildir çünkü, somut dünyadır. Çukurova kav ranmış bir gerçek değil, kavra nacak b ir gerçektir. Bu yüzden dir Orhan Kemal'de olumlu tip’ in en aza indirilmesi. Bir roman cı olarak Orhan Kemal, olumlu tipe değil, dünyanın olumlu bi çimde algılanmasına yönelmiş tir. Buysa, tek tek kitaplarından değil .ortaya koyduğu yapıtın tü münden hareketle açıklıkla gös terilebilir.
Bu yapıtın çözümlenmesi, elbetteki bu yazının çerçevesini çök aşmaktadır. Avare Yıllar’dan bu yana Orhan Kemal’deki ger çekçilik duygusunun gelişimi son derece çok yanlıdır. Biz bir -iki noktalama yapmaya çalıştık.
Fotograf : Fikret Otyam
fikret otyam
SOFYA - (6 Haziran 1970)
tel Rila’nın dördüncü katında bir odanın balkonundan sokağa bakıyorum. Otelin kapı sında üç otomobil duruyor, bir tanesi İstanbul plâkalı. Kapalrbir otomobil daha geldi, yanında boydan boya “ Balkan Turist" ya zısı var. Saat, sabahın beşi... Ya rım saattir bu otomobili bekliyo rum.
Sofya uyuyor.
Kuşlar ötüyor bir tuhaf, yok sa bana mı öyle geliyor ne?
Hava, hafif puslu. Seher, se her serinliği.
Ogledalo (küçük park) yakı nındayım. Çok yakınımda kum rular bir acı, “ Usküdaraaa... Üs- küdaraaaa.” diyor sanki...
Şoför, Balkan Turist yazılı arabanın yan kapılarını açtı...
Kıpkırmızı gülleri gördüm ilk kez.
Fotoğraf makinasını açtım, denklanşöre bastım, “ çıt.." “ çıt” la beraber ekran içine bir tabut girdi, cilâlı.. Kocaman bir tabut..
— Haydi Fikret...
Aşağıdan Necati Cumalı sesleniyor.. İşaret ediyorum, “ tamam” diye.. Paketleri, valiz
leri yükleniyoruz.
Balkan Turist yazılı otomo bilin yanındayım.. Güllere bakı yorum, bir Bulgar bayan ressa mının çiziktirdiği camlı çerçeve li portreyi güllerin arasına, tabu tun yanına koyuyoruz..
“ Amma gelirmişsin yahu, kaç gündür bekliyorum..”
“ Geldik ya, sen ona bak.. N'abar ihtiyar?"
“ İhtiyar” bir tuhaf bakıyor.. Nevzat Üstün anlattı beni nasıl beklediğini, ama iş çıktı be Or han, Erzurum’a gittim, yazılar
mazılar derken anca gelebildim.. Ne diyordun son mektubunda? ‘Epey gırgır birikti, Sofya’da bu luşuruz, anlatacak çok şey var' anlat bakalım ihtiyar...”
Kıpkırmızı güllere değiyo rum, tabut cilâlı, ceviz rengin de..
Konuşuyoruz.. Konuşuyo ruz.. Boğazıma bi-şeyler takılı yor, ağlamak istemiyorum, ser de erkeklik var ya, erkekliğim tutmuyor..
Şoför yan kapıları kapatı yor..
Saat Beşbuçuk.. Balkan Tu rist yazılı otomobil homurdanı yor, sonra diğerleri.. El sallıyo ruz ardından..
Sofya uyuyor.. Ankara, İs tanbul uyuyor.. Orhan Kemal uyuyor, ama uyanmamacasına!.
Otel Rilo’nin önünde, parke taşların üstünde eşim Ayten’le kalıveriyoruz, bi-öksüz..
Sofya, geceden yıkanmış, aklanmış.. Parke taşları güneşin
ilk ışınlarıyla pırıldıyor.
Grdska Gradina (Şehir Par kı) da yine kuşlar ötüyor..
Grand Otel Bulgari’nın dör düncü katında 169 numarada ka lıyoruz.. Kat bakıcısı Emine Mustafa “ Çok yandık sizin ro mancıya.. Epten nafileydi son gün” diyor..
Bir hafta sonra yeniden dö nüyoruz Ayten’le Sofya’ya.. Aynı otelin aynı katında, bu sefer 170 numarayı veriyorlar.. 170 numa ra daha büyücek b ir oda.. Yatak lar yan yana.. Bir divan var öte de, masalar ve de kocaman bir radyo...
SOFYA (14 Haziran 1970)
^ abah 18.25 Ayten radyoyu ka rıştırıyor, kısa dalgada, adamın yüreğini ezip büzen bir uzun ba va.. Spiker biraz sonra “ Burası Budapeşte radyosu, sayın dinle yiciler şimdi edebiyat proğramı- na başlıyoruz” diyor ve acı ha beri tekrarladıktan sonra “ Şimdi büyük romancı Orhan Kemal’in Medeniyet Yuları hikâyesini oku yoruz” diye devam ediyor..'
Emine Mustafa, “ Epten na fileydi” diyor.. Ti şuracıkta otu rup ep yazardı...” diye anlatıyor..
Uzandığım yataktan doğruluyo rum.. Orhan bu yatakta hasta landı, bu odada.. O'nu Memle ket hastanesine götürdüler.. Doktorlar baktılar ki Orhan'ın o canım yüreği artık "epten” git miş!. Zorla yatırıyorlar hastane ye.. Hastane bir ormanın içinde, hastane kokusu falan yok.. Baş hekim yardımcısı anlatıyor Or han'ın hastaneye nasıl getirildi ğini, yapılan tedavileri.. İlk gün leri iyi, konuşuyor şakalaşıyor, sonra fenalaşıyor.. Ama Orhan sevmezdi hasta döşeğinde ölme yi.. “ İnsan ölünce cart diye öl meli, altına oturak moturak sü rülmeden.." Aynen, ama aynen istediği gibi ölüyor Orhan.. Cis men...
Orhan’ın beynine giden da marlar tıkandığı zaman Orhan ayaktaydı.. Düştü yere.. Yatağı na kaldırıp kodular.. Yine direndi Orhan yaşamak için 2 Haziran 1970 salı günü saat 21.15 e ka dar.. Sonra otopsi yaptılar dok torlar, açtılar içini, bir de baktı lar ki bu Orhan’da da “ Doktor beyler yürek gördüler, yürekte ne gördüler? Yürekte memleket gördüler..” Halim Güzelson’un Ortıan Veli için yazdığı, dediği gibi..
Sonra balsame yaptılar bir ay için, mumya gibi (bi-şey.. Kli nik şefi de geldi odaya, başhe kimin yanına, O da anlattı son anlarım, ağlıyordu doktor, çok, ama çok güzel şeyler söylüyor lardı O’nun için.. "Eserlerini oku duğumuz zaman zaten tanımıştık O’nu.”
Orhan, Sofya'da dost bir ül kede 2 Haziran 1970 saat 21.15 de yeniden yaşamaya başladı..
Baksanıza, O’nun sağlığın da elden gelen hergeleliği ya panlar, etmediklerini komuyan- lar, sömürenler, pekiştirenler kıskananlar, dedikodu edenler, sırtından han hamam yaptıran lar, dişiler, erkekler, yazarlar, çizerler, gözünü oyanlar, işlerini bozanlar, itler, köpekler ardın dan şimdi ağıt söylüyorlar, mangalda kül bırakmadan!. Vasi yetini yerine getirip bunlardan üçüne, kınalarını göndereceğim, iyi bir yaksınlar.. İnadı inad Or han ölmedi, dertlerine yansın lar..
Fotograf : Fikret Otyam
arkadaşım
orhan kemal
selim şengil
v-> alınırsa bir gün kapımız, içtenlikle bir yüz gülerse bü tün kalleşiiklerden arınmış, çocuksu ve temiz, Orhan Kemal'in yüzüdür bu, bize bakan.
Zorluklar çemberinde acırsa içimiz derinden, bilin ki sar sılmaz bir inançla ayakta, dimdik, Orhan Kemal’dir bu, bize güç veren.
Savarsa göğün karanlığında ışık yüklü bir yıldız, düşünce sidir Orhan Kemal’in bu, yolumuzu aydınlatan.
Güneyden batıdan, kuzeyden doğudan kucaklayıp bütün ül kemizi, yükselirse bir türkü, Orhan Kemal’in sesidir bu, bizi saran.
Uzanırsa bir el, fakirliği içinde cümert, büyük varlığı için de küçük, ama sıcak, Orhan Kemal'in elidir bu, dost ça elimizi sıkan.
Bu toprak, bu gök, bu deniz, bu insanlar üstünde vuran, de rinden derine heyecanla, Orhan Kemal’in yüreğidir bu, bizim için çarpan.
Bakabiliyorsak gözümüzü kaçırmadan yüzümüze, paylaşırsak kardeşçe ekmeğimizi, dostça kucaklarsak birbirimizi, mertçe söyleyebiliryorsak düşüncemizi, Orhan Kemal'in ülküsüdür bu, bizde gerçekleşen.
tutsak
veysel
öngören
V
ırtı'k 'bir etekteydi beklerdi yağmurun durmasıydı İstediği Duyduğu ucuz yerlerde çalınan şarkılardı sebebsizdiBinlerinin birini vurduğu yerde bir adam Nerde bir kan aksa o adamdı gözleri korkusuzdu Korsan gemileri bir zaman ardarda yelken şişirirdik Ben yele ve suya dayanıklıydım ama şimdi sen varsın
Yırtık bir etek... Yanıtların birikmesi için büyütülmüş küçük sandık üstlerin de. Çeyizci kız analarının teğellemekten kızarmış gözleri. Bebek lerin ansınmasıdır. Gelin saçlarına sırma işlenmesi. Küçük ve sus kundurlar... Öfkeli ama gizli... taşıyan atlara ve arabalara usulca tutkulu. Kapalı, 'kaygılı, düşüncesiz. Hiç bilmiyecekler nasıldır ba kışları çalınan baştıuğ kızlarının
Sen varsın... Önemsiyorum bunu. Güvertelerin çabuk alınması gereken dö nemeçlerinde korkağım. Bir itiraftı unutamıyorum
‘Kral katında şarkı söylettiler bana Beyler efendiler içinde kadınlar içinde
Bildiğim tek şarkıydı onu sbyledim yapma diyordu Güneşin kanı kurutkandır su yeşertir insan toprağa benzer
Dudakların yeni ve kuşkusuz ne dersen yalnız onun içindir Aşk mıdır bir itme mi duyulan seçilmeyen 'bir çağrı
Kral katından sürdüler beni
Kırbaçlar yaşlı ve hem gürcü kadınlar’
Sen varsın şimdi... Duran ve bakan kadın... Çağırmıyan gidince kovmayan. Basit ve küçük yüzündür kayıtsız gözlerindir
Benim hamurum dövüşken
Adımlarım kana yürür bacakkıllarımdır koruyan
Kemerler ve serenler altında palalı adamlara emirler veririm Tut ellerimden beni götürmeye gelme
Yalnız tut ellerimden. Sen her zaman olmalısın. Korkuyorum. Yavaş ve yarı 'karanlık geceler bir ses geliyor bilmediğim bir yerden
kötü şeyler söylüyor
Yırtık eteklerin en güzel olduğu yerleri tek ben öğrenmisimdir Çeyiz odalarından, yüz görümlülüklerinden iğreniyorum. Barbar ve itenim uslu ve çeken korku mu taşıyorum
Sormuyor musun? Ah söylemem için eğilmiyor musun? Yırtık bir etek O bir odada güzeldir. Boyasız ve pudrasız bir 'kadın sırtında Yıkanmış sen ve tertemiz bir entari adına yırtık bir etek
Göğsüm yerlere ve göklere yakıştırılmış inançlara güçlüdür. Kemikleri derisinin altında hafif meyleden dizkapa'kların var senin. Uzanılan tutulamıyan istenen söylenemiyen parmakların var. Diz altlarında 'kırışmış gibi duran etin var
Yankısı olmıyan kesiksiz çağrı! Limanda düdükler ötüyor. Bir adam kuman dadan eğilmiş emrediyor. Ben miyim? Sen yavaşça çekilen misin’ Yoksun! Şimdi varolan bir armadadır Adriyatik kesiminde altın ve kadın yüklü. Alınması gerekli ve umutlu. Ölmiyece'kmişcesine
dişlek korsanlarımdir gözlerime bakan göz kırpmadan
Uzaklaşan ve gizlenen kadın... Altıncı ve kadıncı armada yangınları içinde yırtık etekler 'kutsanmıştır. Kahreder görmem istemem. Güzelden ayrı bir zulumdur. Odanda yırtığı olmıyan bir etekle telefon numaraları çevirirken sen, oralarda duyduğum bir tutsak kadın sesidir
Gemiler denizleri kurtarmak içindir Korsanlar gemiler için
Kadınlardır korsanları korkularından ve çaresizliklerinden alan Al elimi denizleri mutlu kurtuluşunda tutalım bozulmadan Dayanıklıyım dedim ama sen o değilsin
lerinde Türkiye dışında da birçok yazar, ressam ve benze ri sosyal faaliyette bulunan kimseler en iyi yıllarını hapis hanelerde geçirmişlerdir. Memleketin en çeşitli insanları ile temas fırsatı, sosyal tezatları ve bu tezatların insanla rın mukadderatındaki tecelli şekillerini inceleme imkânı Türk yazarları için, herhalde hapishaneden başka bir yerde mevcut değildi. Serbest hayatta hiç bir Türk yazarı yalnız bu sanatla geçinemediğinden eserlerini meydana getirebi lecek kadar bol serbest zamanı ancak hapishanede bula- bi.miştir (Rady Fish, Gün Yayınları, 260).
Bir olumsuzluğun olumlu sonucudur bu. Gerçekten Orhan Kemal, şiir hevesiyle başladığı edebiyatçılık özen tisini bu dar dilimde asıl alanı olan hikâye ve romana dö nüştürür.. Yayınlanan ilk şiirleri (Raşlt Kemal, Orhan Ra- şit) yankı yapmazsa da "Baba Evi” (1949) ve “Âvâre Yıl lar” (1950) adlı romanları otobiyografik öğelerden gelen etki sıcaklığıyla birden ilgi uyandırır. Aslında hemen he men on yıllık bir yazı uğraşının emek yatkınlığından gelir bu. Ama bu ilk kitapların başarısını çok kişi geçmişte ara maz; hemen aynı günlerde ilk hikâye derlemesi "Ekmek Kavgası" (1949) çıkmıştır. Bu kitabın adı, Orhan Kemal’in bütün bakışını özetlemeye yeter. 1969 Sait Faik Hikâye ar mağanı ile Türk Dil Kurumu ödülünü kazanan son hikâye
kitabının adı da “Önce Ekmek” dir (1968).
% BAŞLICALARDAN
^ o n yirmi yılda edebiyatımızı zenginleştiren başlıca ka lemlerden biridir Orhan Kemal. Hikâyede “Sarhoşlar” (1951), “ Çamaşırcının Kızı" (1952), "72. Koğuş” (1954), “Grev" (1954), “Arka Sokak” (1956), “Kardeş Payı” (1957, Sait Faik Hikâye Armağanı), “Babil Kulesi” (1957), “Dün yada Harp Vardı” (1963), “İşsiz” (1966); kitaplarını der ler. Bu yüzlerce hikâyenin bir kısmını döner yeniden ya zar, bazılarını tekrarlar, bir kısmını b :r daha kaleme al mak İster. Ama yarısını bile seçsek, ortaya bir "Orhan Ke mal Hikâyesi" gerçeği çıkar ki edebiyatımızın başlıca aşa malarından biridir.
Otobiyografik başlangıçlardan yola çıkan romancılığı ise -yukarıda andığım iki kiaptan başka Cemile (1952)- en iyi gözled ği Çukurova hayatı ile İstanbul'un kenar mahal lelerindeki küçük insanların gerçeklerine yö n elir: Murta- za (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954), Suçlu (1957), Devlet Kuşu (1958), Vukuat Var (1959), Gâvurun Kızı (1959), Küçücük (1960), Dünya Evi (1960), El Kızı (1960), Hanımın Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962), Gurbet Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963), Mahal le Kavgası (1963), Kanlı Topraklar (1963), Bir Filiz Vardı (1965) , Müfettişler Müfettişi (1966), Yalancı Dünya (1966) , Evlerden Biri (1966), Arkadaş Islıkları (1968), So kaklardan Bir Kız (1968), Kötü Yol (1969), Murtaza (1969), Üç Kâğıtçı (1970).
• KENDİ HİKÂYESİ
nsafsiz bir piyasa zorlamasının koşulları ve ev geçi mini sağlama yolunda kendini harcayan Orhan Kemal'in bütün arzusu, yazdıklarını elden geçirmek, düzeltmek, arıtmak, yeniden yaratmaktı. Yamsıra “93’den bu Yana” veya “ Romancının Romanı” adını koymayı tasarladığı ken di hayat hikâyesini, Rumeli göçünden Çukurova yerleşme sine giden birkaç kuşaktık kendi aile soyunun serüvenini
yazmaya koyulmuştu. Nice güzel düşleri vardı daha.. Ama elli a tı yaş.. Kalbi, ciğeri, sinirleri, damarları nice çileyle kemirilmiş o elli altı yıllık orta yaş yorgunluğu çekip gö türdü bütün güzel düşleri bir anda. Olsun. Yaptıkları, yaz dıkları, yarattıkları yeter. Herhalde bu teselli, birçok ya zar için bile bu kadar kesinlikle ve gönül rahatlığıyla söy
lenemeyecektir. Rauf MUTLUAY
ORHAN KEMAL İÇİN
nce Raşit Kemali idi adı, şiirler yazardı dergilerde. Nâzım Hikmetle Bursa cezaevinde tanışmış, şiirlerini oku muş ona.. Nâzım, “yırt bunları at” demiş, atmış mı bilmi yorum, ama bir daha şiirler yayımlamadı. Hikâyeci yetene ği görmüş Nâzım onda "hikâyeler, romanlar yaz” demiş, yüreklendirmiş. Derken hikâyelerini okuduk dergilerde, bu kez Orhan Kemal olmuştu imzası. İlk okuduğum "Telefon” adlı hikâyesini hep hatırlarım. Yepyeni bir kişilik vardı, değişik bir bakış, bir anlatış. Sonra 1949’da “ Ekmek Kav gası" çıktı. Adana’dan göndermişti bana. "Baba Evi", "Ava re Yıllar", "Sarhoşlar", "Çamaşırcının Kızı" derken “Ce mile", “ Murtaza”.. Büyük bir yazar belirmişti Orhan Ke mal'in kişiliğinde. “Bereketli Topraklar" la bu kanı iyice sağlamlaştı. Gerisini hep bilirsiniz, burada adlarını bile sayması imkânsız, yığınla roman, hikâye. Kimi az başarılı, kimi çok başarılı kitaplar, kitaplar, tefrikalar tefrikalar...
1949’un son günlerinde karşılaştık onunla. Ufak te fek, çelimsiz bir kişi. İstanbula gelmişti yerleşmek üzere. Yaşamak zordu bu büyük kentte. Hiç bir olanağı yoktu, ge liri gideri aylığı maaşı! Çocukları, eşi hep onun eline ba kıyordu. O yazacak, satacak yazdıklarını, ailesini yaşata cak. Kısacası kalemiyle yaşıyacak. Bu, olmadık, görülme dik bir şeydi. Hem belirli bir sanat çizgisinde durmak, ba- yağhğa, kolaylığa düşmemeye çalışmak, hemde Babıâli basınından, kitapçılarından para koparmak... Orhan Kemal yıllarca küçük evlerde, dar odalarda, kenar sokaklarda, loş kahvelerde bu işi gerçekleştirdi. Yazarak, durmadan yaza rak, günde sekiz saat masa başında kalem çiziktirerek, daktilo tuşlarını indirip kaldırarak. Koskoca bir kuşağın içinde bu çileyi çeken, bu çabanın üstesinden gelen bir o vardı. Doğrusu övgüye değer bir çabaydı bu. Her yazdığı iyi miydi, kalıcı mıydı, değildi elbet, olamazdı ki! Ama çok yazmanın bir yararı da, iyi, kalıcı parçaların öylesine çok olması olanağına yol açmasıdır. Orhan Kemal yüzlerce öykü yayınladıysa bunun en az yarısı başarılı, hiç değilse dörtte biri kalıcı niteliktedir, büyük bir sayı tutar bu da. Romanları içinde de tefrikaclığın kolaylığı, sürükleyiciliği dışında kalan en azından sekiz on eseri vardır. “Cemile", "Murtaza”, "Bereketli Topraklar”, "Hanımın Çiftliği" vb. edebiyatımızın en değerli romanları arasında anılacaklar dır.
Orhan Kemal anlattığı kişileri severek yazardı. He men hepsini tanımıştı gerçek yaşamda. En kötüleri, bize kötü, çirkin görünenleri bile... Hem "kötü" ne anlama ge lirdi ki? Kişileri ezbere damgalamak yanlıştı temelden. Kö tü, iyi, güzel, çirkin görünenleri bile... Hem “kötü” ne anla ma gelirdi ki? Kişileri ezbere damgalamak yanlıştı temel den. Kötü, iyi, güzel, çirkin, belirli süreler içinde bir anlam taşır, ya da hiç bir anlam taşımazdı. Bir konuşmasında ne diyordu: “72 Koğuş'tak: Ahmet kaptan kadar Berbat Tevfik’i de severim. Vukuat Var’daki Muhsin usta kadar Çemsir ağayı, Hamza’yı, hattâ hattâ berber Reşid’ı. Çünkü en fena
insanlar bile, ellerinde olmıyan sebeplerle fena olmakta dırlar. Sevilmeye, savunulmaya muhtaçtırlar.”
İnsanları sevmek, onları anlamak, tanımaktır bir yer de. Bir yazar çevresindekileri daha uzâktakilere, zamanın ilerisindekilere, gelecekteki kuşaklara ulaştırmak için, kı sacası bir zaman parçası içindeki yaşantıları ölümsüzleş tirmek için, sevgiyle, anlayışla, dostlukla eğilmek zorun dadır o insanlara... Düşmanlıkla, önyargıyla, kızgınlıkla yo la çıkamaz bir yazar. Sait Faik ne demişti : "Şii insanlara karanlık bile çök” diyen katı yüreklinin birine, “Şu insan lara hiç bir şey çok değil.” Sanatçılık, inşalara hiç bir şeyin çok olmadığını sezmekle başlar ilkin...
Orhan Kemal’in yapıtı büyüktür. Kalıcı kitapları çok tur. Özellikle hikâyeleri onun çağdaş edebiyatımızın en güçlü sanatçılarından biri olduğunu kesinlikle gösterir. Bir Sait Faik, bir de Orhan Kemal'dir yirminci yüzyıl Türk hi kâyeciliğinin iki doruğu. Birbirine hem yakın, hem de ayrı kişilikte iki hikâye ustası... Orhan Kemal’in yapıtı üzerin de uzun inceleımeler yapılacak, önemi kesinlikle belirtile cek elbet. Yurt dışındaki uzmanlar bu işi çoktan yapmaya başladılar. Bizde de bu işe girişenler çıkacak bir gün. Ya zarları bilimin yansızlığı, ama sanattan anlıyan bir edebi- yatseverliğin kavrayışı ile değerlendirmek gerekir. Bugün değilse yarın bizde de böyle kişiler yetişecektir.
Orhan Kemal'in "Bu anlattıklarınız gerçekten oldu mu?" diye soran bir eleştiriciye verdiği yanıtı buraya al mak isterim : "Okuduğunuz şeyler gerçekten olabilir mi olamaz mı? Olabilir, olup duruyor. Şu halde, önemli olan,
gerçekten olmuş olması değil, olabilip olamamasıdır.” Oktay AKBAL ORHAN KEMAL’İN ARDINDAN DÜŞÜNÜRKEN
rhan Kemal'in künyesinde adı Mehmet Raşit Öğütçü diye yazılı.
Doğumu : 15 Eylül 1914. Doğum yeri : Ceyhan. Tahsili : Orta.
Geçirdiği hastalıklar : Sürüsüne bereket. Medenî hali : Evli dört çocuk.
Sabıkası : Fikir suçundan beş yıl hapis. Eserleri : 34 adet.
Yaşamı : Açlık, sefalet, baskı, zulüm, polis, Adliye üzerine.
Ve sonu : Ölüm.
Türk edebiyatının büyük romancısına lâyık gördüğümüz şu biyoğrafiden utanmalıyız hepimiz. Orhan Kemal, geçen yaza kadar, pasaport alıp yurt dışına çıkmak için Faruk Sü- kan’ın iznini bekledi de bekledi. Otuz dört kitabı vardı Orhan Kemal'in... Kitapları yurt dışına çıkmış, çeşitli dillere çev rilmiş, dünyanın büyük kentlerinde kitapçı vitrinlerinde do laşıyordu. Ama kitapları yurt dışına çıkmış yazar, yurt dı şına çıkamıyordu. Edebiyatımızın büyük romancısının gezi özgürlüğü, o sıra içişleri Bakanlığı koltuğuna oturmuş bir politikacının iki dudağı arasına sıkışmıştı.
Hastaydı Orhan Kemal.
Zamanında dışarı çıkabilse tıbbın en ileri merkezlerin de tedavi edilebilecek ve belki de bu yaşta ölmlyecekti. Kitaplarının dış ülkelerdeki satışından parası birikmişti dı- şarda... En iyi hastahanelerde bakılabilirdi. Ama İçişleri Bakanı, Orhan Kemal'in pasaportuna el koymuştu :
— Olmaz., diyordu.
— Anayasa? — Olmaz..
— Gezi özgürlüğü? — Olmaz..
— Ölecek yahu adam? — Olmaz..
— Bu memleket böyle yazarı yüzlerce yılda bir kere yetiştirir.
— Olmaz..
Faruk Sükan, solcuların nefeslerini dinlemekle meş guldü o sıra... Demirel’in biraderleri arsa ve kredi üstüne çeşitlemelerine hız vermişlerdi. Sömürü düzeninde yolsuz luk erbabı, Avrupa ve Amerika’yı komşu kapısı yapmışlar dı. Ama ille pasaport verilmiyecekti Orhan Kemal’e... Ay lar geçiyordu. Zaptiye kafasındaki sadizm, Emniyetin pasa port masasına kurulmuştu. Mum gibi eriyordu Orhan Ke mal... Zaten iki yıl önce, bir köfteci dükkânında konuşur ken komünizm propagandası yaptığı iftirasıyla tutuklanmış içeri atılmıştı. Bizim Gestapo’nun bir tertibi idi bu... Eski usul üzre bir jurnalci bulunmuş, koskoca yazar iki lâf etti diye demir-parmaklık ardına atılmıştı. Epey yattıktan son ra çıktı dışarı... Beraat da etti. Cici demokrasinin namus suzlar koalisyonu Orhan Kemal’e son yıllarında bu iki hiz meti sundu : Biri jurnal tertibi ile aylarca içerde yatırmak; İkincisi pasaportunu vermiyerek gezi özgürlüğünü yoket- mek...
Neden sonra pasaportu verdiler. Yurt dışına çıkabildi.
Ama çabucak dönmüştü.
— Biraz daha uzun kalıp kendini adamakıllı tedavi et- tirseydin ya? diye sormuştum.
— ilk defa çıkıyoruz, zaten pasaportu zor aldık; bizim kilerin aklına birşey gelmesin. “Gitti de gelmiyor” deme sinler diye döndüm. Bir dahaki sefere iyice tedavi olaca ğım.. demişti.
Bir dahaki sefer dediğinde öldü.
Orhan Kemal’in kişiliğini, adamlığını, arkadaşlığını an latmak için kelimeler bulamam. Tam anlamında efendi, gösterişsiz, alçakgönüllü, namuslu, kaya gibi sağlam bir adamdı. N© reklâmını yapardı kendisinin, ne halinden şi kâyet ederdi, ne yazarlığının satışını yapmasını bilirdi. Bu yüzdendir ki Babıâli piyasasında romanları hep ucuza ka patılmıştır. Halkın içinde yaşardı. Geçim darlığı, sıkıntı ve parasızlığı, bütün hayatınca bir eski elbise gibi giyinmiş tir. Karşısındakiyle hemen eşit bir ilişki kurar, sadelik için de konuşurdu. Anı'ları şimdi herkes gibi benim de yüre ğimde sızlıyor. Ama bu yazımda onlardan bahsetmek, ya da ölümünün acısını dile getirmek istemem...
Acımı değil, öfkeımi yazmak istiyorum bugün... Şu uğursuzlar koalisyonu düzeninde, bu memlekete otuz dört eser vermiş, Türkçe’nin anıtlarını milletin ortak yaşamına unutulmayacak güzellikle dikmiş bir canım yazarın cellât larını, muteber zevat diye hâlâ başımızda tutmaktayız., De mokrasi sözcüğünü ağızlarından düşürmiyen bir sürü çı karcı, bu memleketin en namuslu evlâtlarını ölüme dek sürüm - sürüm süründürmek imkânlarını ve iktidarlarını hâlâ ellerinde bulunduruyorlar.
İşte Türkiye’nin çağdaş dünya önünde büyük ayıbı bu- dur. Bu ayıbı silmek gerek. Bu ayıbı sildiğimiz gün Orhan Kemal'e lâyık bir toplum kişiliğine erişeceğiz.
D O S T Y A Y I N L A R I
R O M A N :
3. BABAMLA GEÇEN GÜNLER, Clarence Day ... 400
4. HASANGİLLER, Tarık Dursun K... 200
5. GORDİUM, Hikmet E. Bener ... 400
10. KİRALIK ODA, George Simenon ... 300
11. SANIK, Alexander Weisberg ... 300
12. POLİS MÜFETTİŞİ KADAVRA, George Simenon 300 13. ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ, Attilfi ilhan 400 14. AYAŞLI İLE KİRACILARI, Esendal ... 400
15. BELÂLI YER, Erskine Caldwell (C iltli) ... 800
16. NE EKERSEN, Mehmet Şeyda ... 400
17. DÜNYA EVİ, Orhan Kemal ... 800
18. KIZGIN TOPRAK, Jeorge Amado ... 600
19. DURU GÖL, Ilhan Tarua ...;... 500
20. KORSAN ÇIKMAZI, Nezihe Meriç (Türk Dil Ku rumu ödülü - 1962) ... ... 500
21. VAPUR DÜDÜKLERİ, Ayhan Hünalp ... 300
22. ÖLÜMLE SAKLAMBAÇ, Georges Simenon ... 400
23. ORMANDAKİ DELİ, Georges Simenon ... 400
24. SEVDALI BULUT, Nâzım Hikmet (Masallar) .... 400
H İ K Â Y E : I. TEMİZ SEVGİLER, Esendal ... 1000
5. TEPEDEKİ EV, Ümran Nazif ... 200
6. ŞU BABAMIN İŞLERİ, Carloa Buloaan ... 200
7. KARDEŞ PAYI, Orhan Kemal ... 200
8. TOPAL KOŞMA, Nezihe Meriç ... 200
9. SİHAMBA (Zenci Hikâye ve şiirinden seçme), Suat T a ş e r... 100
10. YAŞAMASIZ, Vüs'at O. Bener ... 400
I I . BOZBULANIK, Nezihe Meriç (2. baskı) ... 400
12. PERŞEMBE YAĞMURLARI, Hazırlayan: Salim Şengll ... 100
13. HALLAÇ, Leyli Erbll ... 250
14. MENEKŞELİ BİLİNÇ, Nezihe Meriç ... 300
15. SEVGİSİZLER, Nurşen Karas ... 400
16. TANTE ROSA, Sevgi Sabuncu ... 500
Ş İ İ R L E R 1. AŞK ELÇİSİ, (Başlangıçtan Günümüze Kadar) (Antoloji) ... 1000
3. DÜNYA GÜZEL OLMALI, Mehmed Kemal ... 100
4. SİSLER BULVARI, Attllfi Ilhan (2. Baskı) ... 200
5. HARAÇMEZAT, Suat Taşer ... 100
6. ANZELHA, Halim Yağcıoğlu ... 100
7. YANIK SARI, Ahmet Köksal ... 100
8. GÜMBÜŞCÜBAŞI, Ercümend Uçarı ... 100
9. YAĞMUR KAÇAĞI, Attllfi Ilhan ... 200
10. KÖROĞLU, Ilhan Berk ... 200
11. HACIVATIN KARISI, Salâh Birsel ... 200
12. DAĞDA ATEŞ YAKANLAR. O. F. Toprak ... 200
14. HER BOYDAN (Dünya şiirinden seçmeler), Can Yücel ... 400
15. İKİ DAL, Celâl Vardar ... 100
16. MANİLERİMİZDEN Dr. Ilhan Başgöz ... 200
17. DUVAR, Attllfi Ilhan (2. baskı) ... 300
18. HOROZDAN KORKAN OĞLAN, Metin Eloğlu .... 200
19. MISIRKALYONİĞNE, Ilhan Berk ... 250
20. RÜZGÂRLI SU. Selâhattin Batu ... 250
21. GÖZÜNÜ SEVDİĞİM, Oğuz Tansel ... 250
22. TÜTÜNLER ISLAK, Turgut Uyar (Yedltepe ödü lü - 1963) ... 300
23. KİM KİME, Nâzan Güntürkün ... 250
24. TÛRKİYEM, Turgut Uyar ... 300
25. GÖLGELERİ KULLANMAK, Ahmet Oktay ... 250
26. KİŞİ, Cengiz Bektaş (özel baskı) ... 500
27. GENÇ ÖLMEK, Ergin Günçe ... . 250
30. ŞEYH BEDREDDİN DESTANI, Nâzım Hikmet .... 400
31. DR. KALİGARİ'NİN DÖNÜŞÜ, Ahmet Oktay ... 300
32. GÜNEŞ KAVGASI, Tahsin SARAÇ ... 500
NÂZIM HİKMET DİZİSİ : 1. BÜTÜN ESERLERİ, I. cilt, I. kitap ... 1000
T İ Y A T R O : 4. BİR DÜNYA Kİ, Suat Taşer ... 100
5. VATANSEVERLER, Sidney Klgsley ... 200
7. DELİ DUMRUL, Suat Taşer (Destan) ... 300
8. IHLAMUR AĞACI, Vüs'at O Bener ... 250
9. YARIN CUMARTESİ, Güner Sümer ... 300
10. MODERN TİYATRO AKIMLARI, özdemlr Nutku 1000 11. KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ, Bertolt Brecht ... 300
12. FERHAT İLE ŞİRİN, Nâzım Hikmet ... 400
13. ENAYİ, Nâzım Hikmet ... 400
14. İNEK, Nâzım Hikmet ... 400
15. KAFATASI, Nâzım Hikmet ... 400
16. UNUTULAN ADAM, Nâzım Hikmet ... 40C 17. BİR ÖLÜ EVİ, Nâzım Hikmet ... 400
18. KOCAMANOF, Stefan L. Kostev ... 400
19. KIL PAYI, Edward Albee ... 500
G E Z İ : 1. MOSKOVA MEKTUPLARI, Lydla Klrk ... 100
2. ABBAS YOLCU, Attllfi Ilhan ... 400
3. HA BU DİYAR, Fikret Otyam ... 200
4. GİDE GİDE, Fikret Otyam ... 250
5. UY BA BO, Fikret Otyam ... 300
6. BİR AVUÇ TOPRAK İÇİN, İbrahim Kuyumcu ... 300
7. YEŞİL KENT, Mustafa Şanlı ... 400
D E N E M E - F I K R A : 1. SÖZ ARASINDA, Ataç ... 100
2. DEVEKUŞUNA MEKTUPLAR, Haldun Taner ... 300
3. ECCE HOMO, Frierich Nietzsche ... 750
E Ğ İ T İ M : 1. T. C. MİLLİ EĞİTİM VE ATATÜRK, Prof. Dr. I. Başgöz - H. E. Wilson ... 1000
B İ Y O G R A F İ : 1. LYNDON B. JOHNSON ve A. B. D. CUMHUR BAŞKANLIĞI, Prof Dr. Akdes Nimet Kurat .... 600
B A L E : 1. GÖNLÜ YÜCE TÜRK, Metin And ... 500
M İ M A R L I K : 1. İNSANA DÖNÜŞ - FL. WRIGHT, Şevki Vanlı .... 1000
2. MİMARLIKTA ELEŞTİRİ, Cengiz Bektaş (Türk Dil Kurumu ödülü - 1968) ... 500
R E 8 I M : 1. FRANSIZ RESMİNDE İZLENİMCİLİK, Salâh Birsel 1000 ÇOCUK KİTAPLARI MASALLAR DİZİSİ : 1. ALTI KARDEŞLER, Oğuz Tansel ... 100
2. CİMRİ İLE CÖMERT, Ilhan Dumanoğlu ... 100
3. TALİH KUŞU. Tezel Amca ... 100
4. KAHKAHA SULTAN, Mümtaz Zeki Taşkın ... 100
5. ÖKSÜZOĞLAN, İlhan Dumanoğlu ...;... 100
6. NALINCI PADİŞAH, Ilhan Dumanoğlu ... 100
7. ALTIN TOP, Ilhan Dumanoğlu ... 100
ÇOCUK KİTAPLARI BİLGİ • HİKÂYE DİZİSİ : 1. KÜÇÜK İSPANYOL KIZI MARİA ....'... 125
2. ARAP APDÛL KARDEŞ ... 125
3. ÇİNG LİNG İLE TİNG LİNG ... 125
öyleyse
ç a ğ ırıy o ru z
s a n a
t ü r k ü
dokunur yaprağa :
sonra değiştirir yeryüzünü, dilim;
söyler durur :
“ Bana Yaprak Göründü..“
her gün yeni bir yorum yeni bir sevinçtir akmayan bir su nasıl fışkırırsa çeşmeden ağaçlara, soba borularına, kuşlara
gülerek bakabiliyorsanız eğer : dönün duvara!
işte bu gerçek sevgidir.
hem güneşin ardında titreyen ne? -yürürken birden dönüp baksak-
üstelik bir akşam üstü bir gölün kıyısından nasıl görünür yaprak?
ey duyarlılar bu bir öğretidir : şiirin her döneminde hastalanın örneğin güneş vurunca bir bacaya
ve temiz çamaşırlarını astığı anda bir kadın şaşırıp çöküverin oracığa.
buyrun, oturun, bir gölü düşünelim bakın : dibinde bir yanardağ bekliyor savurmak için kavga günü göğe çiçeklerini zaten bir ağaç her gün büyütür filizlerini..
güzel akıllılar, onurlular, ozanlar kim gördüyse yaprağı gelsin
gölün kıyısındayız ve yanında yaprağın çünkü mutluluk seçtik acı diye öğretileni
çalışkan bir hüzündür kavga günü öncesi hüzün : yâni anlamanın ince sevinci
KESKİNOÖLU
32
İri bir sözcükle girmeli diyorum şiire (in ve öfkeyi gür seslerle besleyen >ir sözcük bulmalı,
(ansız ve hilesiz yüzleri
damarları bürüyen kavga yalımlarını ve yıldırıma
ve çeliğe ve haine bükülmez bir kalem gibi
bilek gibi yürek gibi
karşıkoyan taçsız proleteryamı anlatan bir sözcük! öeyninin oyuklarında nefes alan yangınıyla gençlerimi anlatan bir sözcük
Kafese tıkılmış nefesli bir dağ hayvanı
say beni duvarlarına bir tezgâh usanmazlığıyla çarpan çarptıkça çarptıkça öfkesini büyüten bir hayvan
belki belki güvercinliğinden usanmış bir güvercin de!
iğdiş edilen ve kirletilen kahraman kalabalık çökertmek göğü
kurmak 'kuşları
yerleştirmek kentleri desem anlar mısın
pençeleşen bir yüreğin sızdırdığı acıyı acıya kardeş korkuyu anlar mısın
Alınteri ırmaklarının karışıp kıyasıya aktığında ağzımda kıvılcımlı türküler
yorgun bileklerimle dönüyorsam evime potinlerimi daha bir sıkı bağlıyorsam daim karnımda tıkılı duran şafaksa adım; merhabadır!
İri bir sözcük isterim senden
İzzet GÖLDELİ