• Sonuç bulunamadı

Yeni Türk Edebiyatı Tarihinde Nesir Kavramı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeni Türk Edebiyatı Tarihinde Nesir Kavramı"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Asker Resulov

THE CONCEPT OF PROSE IN MODERN TURKISH LITERATURE ÖZ: Abdülhalim Memduh Efendi’nin Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniyye’sinden bugü-ne kadar geçen yaklaşık 130 yıllık müddette Türkiye’de Eski, Klasik, Osmanlı, Yeni, Çağdaş, Muasır, Resimli, Metinlerle, Tarih İçinde, 100 Soruda, XIX.Yüzyıl vb. tamlayan sözcüklerle yahut tamlayansız Türk Edebiyatı veya Türk Edebiyatı Tarihi adını taşıyan tek ya da çok ciltli yaklaşık kırk kadar (bu rakam, benim okuduklarımdır, muhakkak onların sayısı daha fazladır) kitap basıldı. Bunlardan birinin son baskısı bana yeni ulaştı: Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

(1839-1923).1

Bana göre 944 sayfalık kitabı ötekilerden ayıran başat özellikleri hemen belirteyim; nesir türlerinin alışılagelmişten farklı sınıflandırılması, Türk edebiyatına ilişkin konferans ve ders notları şeklinde düzenlenmiş olması, daha önce aynı döneme dair eserlere girmeyen şahsiyet ve eserlerin yer alması, yönlendirici ve açıklayıcı dipnot ve kaynak zenginliği.

Bu makalede söz konusu yapıt, Türk edebiyatı tarihçiliği açısından değerlen-dirilerek nesir kavramı altında yer verilmiş edebî türlere ilişkin bazı hususlara temas edilecektir.

Anahtar Kelimeler: edebiyat, Türk, yeni, tür, nesir

ABSTRACT: Since the publication of The History of Ottoman Literature by Abdulhalim Memduh so far-for about 130 years- nearly forty multi and one-volume books entitled Turkish Literature or History of Turkish Literature

* Prof. Dr., Bakü Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi.

1 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergâh Yayınları,

2012, 6. bs.

(2)

including the definitive terms such as “old, classic, ottoman, modern, contem-porary, illustrated, textual, in 100 questions, inside history, XIX century” etc. have been published in Turkey (of course, this the number of books one can read; most probably the number of these books is much greater). I have rece-ived one of these books recently: Modern Turkish Literature From Tanzimat to Republic (1839-1923).2

Of all the main distinguishing features of this book including 944 pages, we can primarily consider different classification method of prosaic genres, compilation of the book in the form of lectures on Turkish literature, placing the highest value on prominent figures and literary works which were not included in the previous books about the same period, and variety of sources and references. This article, taking into consideration the book as a whole within the context of Turkish lite-rary history, attempts to reviews some aspects of litelite-rary genres presented under the title of prose.

Keywords: Literature, Turkish, Modern, genre, prose.

...

Değerli bilim adamı, Türkiye-Azerbaycan edebî ve ilmî ilişkilerinin oluşumu ve gelişiminde önemli katkıları olan, dostluğumuzu yolların ve yılların yıpratamadığı Prof. Dr. Ali Yavuz Akpınar, Prof. Dr. İnci Enginün’ün Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan

Cumhuriyet’e (1839-1923) adlı kitabının son baskısını lütfedip İzmir’den bana

gönder-diklerinde hayli sevinmiş, e-postayla kendilerine şükran duygularımı iletmiştim. Aylar sonra Bakü’de kendileriyle görüştüğümüzde kitabı okuduğumu, beğendiğimi, yoğun çalışma ortamından fırsat bulursam, yapıta ilişkin bazı görüşlerimi yazabileceğimi söyledim. Pek memnun olacağını ifade etmesi, beni bu makaleyi yazmaya yüreklendirdi.

Son yüz senede Türkiye’de pek çok değerli edebiyat tarihçisi yetişmiştir; Mehmet Fuat Köprülü, İbrahim Necmi Dilmen, İsmayıl Hikmet Ertaylan, Celâl Tahsin Boran, Orhan Rıza Aktunç, Hasan Âli Yücel, İsmail Habib Sevük, Sadettin Nüzhet Ergun, Agâh Sırrı Levend, Mustafa Nihat Özön, Fahir İz, Muhittin Birgen, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı, Vasfi Mahir Kocatürk, Kenan Akyüz, Ahmet Kabaklı, Seyit Kemal Karaalioğlu, Rauf Mutluay, Şükran Kurdakul, Faruk K.Timurtaş, Hıfzı Tevfik Gönensay, Nihal Atsız, Zeynep Dengi, Ferhan Oğuzkan, Necla Pekolcay, Ah-met Oktay, Orhan Okay, Bilge Ercilasun, Kazım Yetiş, Nazım H. Polat, İskender Pala, Mahir Ünlü, Ömer Özcan ve başka birçok değerli edebiyat bilimcisinin eski, klasik, divan, yeni ve Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı tarihine dair yapıtlarını minnettar-lıkla okumuşumdur. Bu değerli edebiyatçılar içerisinde nev-i şahsına münhasır yeri olan İnci Hanım’ın uzun yıllar beraber çalıştıkları hocası, seçkin edebiyat uzmanı Sn. 2 İnci Enginün, a.g.e.

(3)

Mehmet Kaplan’ın öğrencisi olduğunu, izinden yürüdüğünü gazeteci yazar ve edebiyat araştırmacısı Mehmet Nuri Yardım’ın kendisiyle yaptığı ve bilgilerinden bu makalede geniş şekilde istifade ettiğim röportajdaki yanıtlarından biliyordum.3 İnci Hanım, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Caferoğlu, Reşid Rahmeti Arat, Muharrem Ergin, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi saygıdeğer edebiyatçı ve dilci hocalardan ders almış; Birol Emil, Zeynep Kerman, Abdullah Uçman ve Necat Birinci gibi kıymetli akademisiyenlerle birlikte senelerce müşterek çalışmalar yapmıştır.

Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu aslî üyesi İnci Hanım’ın yapıtlarını yıllardır biliyordum. İnceleme-araştırma kitaplarından birkaçı, müşterek çalışma ürünü olan antolojileri ufak kütüphanemin baş köşesindeydi. Doktora, doçentlik ve profesörlük tezlerimi hazırlarken, yaklaşık otuz beş yıldan beri öğretim üyesi olduğum Bakü Devlet Üniversitesi’nde talebelerime verdiğim Türkoloji, Türk Edebiyatı ve Tercüme Sanatı derslerinde, çalışmalarını yönettiğim kişilerin lisans, yüksek lisans ve doktora tezlerinin yazılmasında, makale, ilmî tebliğ ve konferanslarımda değerli akademisye-nin Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi, Halide Edib

Adıvar, Abdülhak Hâmid Tarhan, Cenap Şahabeddin, Tanzimat Devrinde Shakespe-are Tercümeleri ve Tesiri, Mukayeseli Edebiyat, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı

kitaplarından faydalanmış, öğrencilerime ve meslektaşlarıma okumalarını, araştırma ve çalışmalarında istifade etmelerini önermiştim.

Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) kitabı, tarih bilgi

ve belgeleriyle doldurulmuş bir edebiyat tarihi değildir. Zaten yazarın kendisi de bu hususu açıkça belirtir:

“... tarih ve sosyal konular üzerinde geniş olarak durmadığım için, edebiyat tarihi demek-ten çekindim. Kitabı bu hâle getirmek için en azından 500 sayfalık bir kısmı çıkardım. Eğer onları da geliştirmeye çalışsaydım, belki tarihî manzara tamamlanırdı. Fakat edebî eserin tarih bilgileri içinde kaybolmasından korktum.”4

Kitapta tarihsel ve edebȋ dönemlerin geniş alıntılarla gösterilmesi yoluna gidil-memiş, derin ve tarihȋ manzaraların işlendiği, tarih ve sosyal konulara fazlaca değinen edebiyat tarihi tarzında yazılmamıştır. Sadece edebiyatta devirlerin bölünmesi kaçınıl-maz olduğundan, incelenen eser ve kişilerin anlaşılmasını sağlayacak kadar bir tarihe dayalı sınıflama şeklinde oluşturulmuş, her dönemin özelliği, tarihȋ muhit, konferans notları biçiminde özetlenmiş, yazarlara dair kısa bilgiler, istifadeyi kolaylaştırmak amacıyla bol dipnot ve kaynaklarla zenginleştirilmiştir. İnci Enginün’ün kendisi “Her ne kadar edebiyat dönemlerini tarihî adlarla adlandırmak edebiyatın mahiyetine aykırı 3 Mehmet Nuri Yardım, http://www.turkcesevdalilari.com/index.php/dil-ve-edebiyat/ edebi-eserler/

edebi-kose/roportajlar/item/1529-inci-engin%C3%BCn-le-r%C3%B6portaj.html, 8 Ağustos 2012.

(4)

görülse de mevcut tarihin hem yerleşmiş olması hem de zihinde bir tarih sıralamasını karşılaması bakımından bu tasnifin kullanılmasına karşı” olmadığını vurgulamaktadır.5

Böylesine bir edebiyat kitabı yazmak, uzun yılların hocalık tecrübe ve birikimini, arıştırmacılara özgü zengin kaynak donanımı, gergin ve yoğun emek ister. İşin zorlu-ğunu herkes bilir, ben yine de şu iki örnekle saptama yapayım: Türkiye’de birinci ve ikinci edebiyat tarihlerinin yazılışı arasındaki zaman mesafesi yaklaşık yirmi yıldan fazladır. Azerbaycan’da bu mesafe daha uzundur: ilk kez XX. yüzyılın 20’li yıllarında İsmayıl Hikmet’in (Ertaylan) Bakü’de basılmış Türk Edebiyatı Tarihi’ne benzer kitabın ikincisi, yetmiş beş yıl sonra, 90’lı yılların sonunda değerli Türkolog Aydın Abi Aydın tarafından yayımlanmıştır.

Söz konusu kitap, bir edebiyat tarihi olmasa da bir edebiyat tarihinde olması gereken bilgi ve belgelerin büyük çoğunluğu, burada kronolojik çerçeve içinde yer almaktadır. Kitabın yazılışı kadar oluşturulma biçimi, titizlikle seçilmiş başlık ve alt-başlıklarının isimleri de bölümlerin sürekliliğini sağlayan bilimsel dizgeye sahiptir. Sosyal-tarihȋ inceleme yönteminin uygulandığı eserlerde araştırılan bölümün tarihsel süreç içindeki yeri ve akışının tespiti büyük önem taşıdığı için kitapta öne sürülen sav-ların pekiştirilmesi, belirli bir temele oturtulması amacıyla söz konusu edebȋ ortamın öncesi, sırası ve sonrası kısaca irdelenir. Eski’den Yeni’ye geçiş dönemi, Tanzimat, Servet-i Fünun, II. Meşrutiyet dönemi, Mütareke ve Millȋ Kurtuluş yılları yazar ve şairleri üzerinde türlere göre sınıflandırma ve kümelendirme yapılarak dikkatle duru-lur. Yeri geldikçe, kendisinden önceki araştırmacılara şükran duyguları dile getirilir. Onlarla mutabık kalınmayan hususlara açıkça değinilir. Eleştirilerde özgüven, tavizsiz kişilik ve yansızlık ön plandadır. Düşüncelerinde birilerini kırmaya mahal vermeyen ifade ve fikirlerin sergilenişi ağırlıktadır. Yazar, şair, eleştirmen, gazeteciler kısa edebî metinleri, şiirleri, yazıları ve yapıtlarından seçmelerle ele alınır ve çözümlenirler. Tahlillerde yalancı milliyetseverlikten, hayalci Türkçülükten, slogancılıktan uzak durulur. Savunulan tezlerde olguya, belgeye, somut kişi ve tarihlere, nesnel verilere, bu alandaki bilirkişi raporu nitelikli kaynaklara yaslanan ve dipnotlarla açıklanan bilimsel yaklaşım tarzı hȃkimdir. Örneğin, kitabın sadece ‘Nesir’ bölümünde verilen dipnot ve kaynak sayısı 407’dir.6 Yazar, ucuz ideolojilere karşı olmakla beraber milli ve manevi değerlere bağlıdır. Örneğin, Ermeni harfleriyle basılan ilk Türkçe roman “Akabi Hikȃyesi”nden bahsederken “konusu İstanbul’da geçen eserde, Ermenilerden başka hiç kimsenin bulunmaması”nı dikkati çeken noktalardan biri olarak kaydeder, eseri “zaten bir sanat değeri taşımayan kitap” olarak niteler.7

Bilindiği gibi, tarihȋ Tanzimat’la (1839-1876) edebȋ Tanzimat (1859-1895) farklı 5 İnci Enginün, a.g.e., s. 21.

6 a.g.e., s. 27-60. 7 a.g.e., s. 171-172.

(5)

kavramlardır. Zaten edebiyat tarihlerinde dönem kavramları İnci Hanım’ın da belirttiği gibi, göreceli anlayışlardır. (Mesela, XIX. yüzyılın Servet-i Fünuncusu Tevfik Fikret, bana göre, XX. yüzyılın en büyük millȋ şairlerinden biridir.) Kitabın kapsadığı tarihsel dönem (1839-1923), Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle söyleyecek olursak tam bir “medeniyet değişikliğinin” yaşandığı devredir. Tanzimat’la birlikte diğer bütün alanlarda olduğu gibi edebiyatta da yapılan bütün yenilikler hep bu medeniyet deği-şikliğinin paralelinde gelişme göstermiştir. İnci Hanım, bu değişiklik içerisinde her şeyden önce dil ve nesir konusuna dikkat çekmektedir: “Nesirde yazarların karşılaştık-ları boşluk şiirde yoktur. Nesirde, gazete, makale yenidir ve eski ile kıyaslanacak bir hâli bulunmamaktadır.”8 Burada yeni açılan okullarda dilin Türkçeye doğru kayması meselesini, özellikle fikir gazeteciliğinin doğuşu ve Batılılaşmanın da etkisiyle sosyal hayatın bütün şartlarının değiştiğini belirtmekte yarar var. Gazeteciliğin Türkiye’de oynadığı rol, sanıldığından fazladır. Kitap sanayiinin geç kuruluşu (1726-1729), kül-türünü güncel yayın organlarından sağlayan büyük bir kalabalığın ihtiyaçlarına cevap verme işini günlük basın organlarına bırakmıştır. Bu yüzden Tanzimat’tan başlayarak hemen bütün edebiyatçıların gazete sayfalarından geçtiklerini görmekteyiz. Dönemin çalkantı ve değişiklikleri neticesinde oluşan milli şuur, yepyeni bir ortam hazırlamıştır. Tanzimat Edebiyatı adı verilen edebî yenilik, toplumun bünyesindeki bu değişmelere, yeni fikir akımlarına paralel biçimde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Eskiden dile geti-rilemeyen siyasi, kültürel ve sosyal bazı günlük olaylar, bu dönemle birlikte gazete sayfalarında ve edebiyatta tartışılmaya başlanmıştır. İnci Hanım’ın bahsettiği bağlamda yeni nesir ve türleri, işte bu zaman diliminin sosyal talebiyle ortaya çıkmıştır. Dönemin yazarları edebȋ nesir türlerinde yazı kaleme alırken konularını ve tiplerini yaşanılan hayattan almış, müşahedeleri realist terbiyeden kaynaklanmıştır. Batı dünyasından alınmış olan fıkra, musahabe, makale, kronik vb. gibi nesir formları zaman geçtikçe geleneksel edebȋ türlerden yaralanılarak yeniden şekillendirilmiştir.

Türkiye’de edebiyat tarihi sahasında da ilk adımlar, Tanzimat döneminde atılmıştı. Bu çalışmalar, ilk önce tezkireler daha sonrasında ise antoloji ve biyografiler şeklinde ortaya çıkmıştı. Eski Türk edebiyatında var olan ve o günkü şartlarda edebiyat tarihi ihtiyacını karşılayan tezkirecilik anlayışı, Tanzimat döneminde de bir süre devam etmiştir. Türk edebiyatı tarihi çerçevesinde ele alınabilecek olan tezkireler içerisinde en dikkat çekeni, Fatin Tezkiresi - Hâtimetü’l-Eş’ar’dır. Özellikle Fatin Efendi’nin, çağdaşları hakkında malumat vermesi eseri daha da değerli kılmıştır. Hatta İbrahim Şinasi’nin eser üzerinde değişiklik yaparak onu edebiyat tarihi olarak yeniden basmak istemesi malumdur.

Tanzimat edebiyatının önemli isimleri Nâmık Kemal ve Ziya Paşa’nın da fikir ve düşünceleri edebiyat tarihçiliği açısından yol gösterici olmuştur. Namık Kemal’in 8 a.g.e., s. 20.

(6)

Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bâzı Mülâhazâtı Şâmildir isimli makalesinde

eski edebiyata dair yaptığı değerlendirmeler, Türk edebiyat tarihçiliği adına üzerinde durulması gereken bir çalışmadır. Türk edebiyatının, Fars ve Arap edebiyatının etki-sinden kurtulması gerektiğine inanan Namık Kemal, Osmanlı edebiyatının yeniden ele alınarak ıslah edilmesi için de mutlaka bir antolojinin hazırlanması gerektiği konusunda öneride bulunur. Ebuzziya Tevfik’in Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniyye (1879)’sini bunun üzerine hazırladığı söylenmektedir.

Türk edebiyatı tarihinin bir ihtiyaç olduğunu ilk fark edenlerden Ziya Paşa’nın edebiyat tarihinin ilgi alanına girebilecek değerlendirmelerine Şiir ve İnşâ makalesin-de rastlamak mümkündür. Dönemin şartlarında emakalesin-debiyat tarihi ihtiyacını karşılayan önemli antolojileri hatırlatmakla yetinelim: Ziya Paşa’nın Harabat (1874), Recaizade Mahmut Ekrem’in Talim-i Edebiyat (1879) ve Kudemâdan Birkaç Şair (1885), Muallim Naci’nin Osmanlı Şairleri (1887) ve Esami (1890) vb.

İnci Hanım, bütün bu çalışmaların yanında Türk edebiyat tarihiyle ilgili henüz hiçbir kitabın yazılmadığı dönemde Batı edebiyatından tercümelerin olduğunu, Garb edebiyatı hakkında bilgi veren eserlerin neşredildiğini belirtiyor. Bütün bu çalışmalar neticesinde artık edebiyat tarihi fikri gerçekliğe dönüşmek üzereydi. Bu fırsatı ilk değerlendiren Abdülhalim Memduh Efendi olmuş, Türk kültürü içinde “edebiyat tarihi” ünvanını taşıyan ilk kitap Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniyye (1888/89), onun kale-minden çıkmıştır. Hatırlatalım ki, bu eserden sonra da antolojiler, yazılmaya devam eder. Tanzimat dönemi sonlarına doğru neşredilen Hacıbeyzâde Ahmet Muhtar’ın

Şair Hanımlarımız (1893), Mehmet Celâl’in Osmanlı Edebiyatı Nümuneleri (1894)

vs. antolojiler, yaşanan devrin edebiyat tarihi ihtiyacına kısmen cevap vermekteydi. Edebiyat tarihçiliği, Servet-i Fünûn döneminde duraksamış, II. Meşrutiyet’le birlikte tekrar canlanmıştır. Bu canlanma nedenlerinin başında edebiyat tarihi ders-lerinin Türkçe müfredatı içerisinde orta dereceli okulların ders programlarına girme-siydi. Ayrıca o yıllarda edebiyat tarihinin tamamen ayrı bir ders olarak Darülfünûn’da okutulduğu da malumdur. Bu dönemde söz konusu alanla ilgili çalışması bulunan en önemli edebiyatçılar, Şahabettin Süleyman ile Faik Reşat’tır. Abdulhalim Memduh Efendi’nin “edebiyat tarihi”nden sonra aynı adla eser ortaya koyan ikinci şahsiyet, Şahabettin Süleyman’dır. 1910 yılında yayımlanan Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye’si, idadilerin 6. ve 7. sınıfları için kaleme alınmıştır. Edebiyat tarihi adıyla eser veren üçüncü Türk yazarı, Eslaf adlı eseriyle o dönemde tezkirecilik geleneğini sürdüren Faik Reşat’tır. Darülfünun’da edebiyat tarihi hocalığı yaptığı yıllarda verdiği ders notlarını bir araya getirerek 1911 yılında Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye’sini kaleme alır. Fecr-i Âti topluluğunun dağılmasından hemen sonra Türk edebiyat tarihinde Tarih-i Edebiyat-ı

Osmaniye adıyla bilinen son eser, o yıllarda Konya İdadisi’nde edebiyat hocalığı yapan

(7)

eserleri Türk edebiyat tarihçiliğinde atılmış ilk adımlar olarak gören değerli edebiyat bilimci Nazım Hikmet Polat, bu ilk eserlerin ortak özelliklerini şöyle sıralıyor: “1. Alan olarak sadece Osmanlı sahasını ele almışlardır. 2. Edebiyat tarihi fikrine en çok yaklaştıkları nokta “edebî devir” kavramını benimsemiş olmalarıdır. Fakat malzemeyi çoğu zaman subjektif bir tasnifle göstermişlerdir. 3. Malzeme şiir ağırlıklı olduğu için yazdıkları da daha çok Osmanlı şiir tarihidir.”9

Edebiyat tarihi konusunda asıl verimli çalışmalara Milli Edebiyat döneminde başlanmış, Türk edebiyatı tarihçiliği, sosyal ve kültürel faktörlerin etkisiyle bilimsel anlamda daha sistemli ve metotlu bir hale getirilmiştir. Bu etmenlerden en önemlisi, bu dönemde sosyal hayatın her yönüyle millileşmeye doğru hareketlenmesidir. Türk-çülük fikrinin benimsenmesi, yazı hayatının halk diline doğru kayması, iktidarın da bu konuda gerekli ortamın oluşması için destekte bulunması ve özellikle geçmişten gelen büyük tecrübe ve birikim sonucunda artık zemin tam olarak müsait hale gelmiştir. M. Fuad Köprülü ile Şahabettin Süleyman’ın 1916 yılında birlikte yayımladıkları Yeni

Osmanlı Tarih-i Edebiyatı, bu dönemin ürünüdür.

İnci Hanım, Fuad Köprülü’yü “Türk edebiyatı tarihinin kurucusu” saymakta yüzde yüz haklıdır.10 Fuad Köprülü’nün tek başına hazırladığı ilk çalışması Türk

Tarih-i Edebiyat Dersleri edebiyat tarihçiliği için göz ardı edilemeyecek kadar değerli

olmakla beraber, onun bu alanda asıl kayda değer çalışması Türk Edebiyatı Tarihi adlı şaheseridir. İlk olarak 1920 ve 1921 yılında yayımlanan bu eser, 1926’da daha olgunlaştırılmış haliyle tekrar basılmıştır. Eserde Türk edebiyatı tarihinin;

1. İslâmiyet’ten evvel Türk Edebiyatı

2. İslâm Medeniyeti tesiri altında Türk Edebiyatı 3. Avrupa Medeniyeti tesiri altında Türk Edebiyatı

üç ana dönem şeklindeki tasnifinin sonraki tüm edebiyat tarihlerinde yer alması, bu sınıflandırmanın isabetli olduğunun kabulü anlamına gelmektedir.

Fuad Köprülü’nün tesiri altında ve onu müteakip edebiyat tarihi kaleme alan,

Tarih-i Edebiyat Dersleri’nin yazarı İbrahim Necmi Dilmen’dir. 2 ciltlik olan eserinin

ilk cildini 1922 yılında, 2. cildini ise Cumhuriyet’in ilanından sonra 1925’te yayımlar. Bu değerli çalışma, yöntem itibariyle tamamen M. Fuad Köprülü’nün izlerini taşısa da kapsadığı dönem itibarıyla daha geniştir. Fuad Köprülü’nün Türk edebiyatını ancak 14. yüzyıla kadar getirmesine karşın İbrahim Necmi Dilmen, Servet-i Fünun’a kadar getirmiştir.

Cumhuriyet dönemine geçiş sürecinde Ali Ekrem Bolayır’ın 1923-1924 yılları 9 Nazım Hikmet Polat, “Türk Edebiyatı Tarihçiliği Çalışmalarının Neresindeyiz?”, Beşinci Türk Kültürü

Uluslararası Bilgi Şöleni, 17 Aralık 2002, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, s. 2-3 (http://turkoloji.

cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/14.php

(8)

arası Dârülfünun öğrencileri için hazırladığı Türk Edebiyatı Tarihi isimli ders notları da, edebiyat tarihçiliği adına kayda değer bir çalışmadır.

Edebiyat tarihlerinde tasnif konusu, en güç olanıdır. Kişilere, eserlere, edebȋ türlere, edebȋ mektep ve akımlara, tarihî dönem adlarına göre tasnif yapılabilir. Sanırım, İnci Hanım akademisyen olduğu ve öğrencilerin ihtiyaçlarını yakından bildiği için türlere göre tasnifi tercih etmiş, kitabı “Nesir”, “Hikâye-Roman”, “Şiir”, “Tiyatro” ve “Ten-kit” olmak üzere beş bölüme ayırmıştır. [Gerçi ben, iştigal alanları farklı olan Tenkit bölümünün, keza nazariyenin (edebiyat teorisinin) bir edebiyat tarihi kitabı içerisinde yer almaması gerektiği kanaatindeyim].Yukarıda özet kısmında kullandığım farklılık deyimi tam da bu noktada anlam kazanıyor. İnci Hanım nesir terimini kullanmakla (basın, gazetecilik vb. tanımlardan bilerek kaçınıyor) nesirle öteki edebȋ türleri (tiyatro, şiir), bu arada sırf nesir içerisinde yer alması gereken hikȃye ve romanı ayırmakta, nesir genel başlığı altında sohbet, fıkra, mensur şiir, tarih ve mektup-hȃtıraya yer vermektedir.

Bilindiği gibi, Türkçede bu anlamıyla nesir yerine düzyazı sözcüğü de kullanıl-maktadır. Örneğin, Orhan Pamuk, romanlarını öteki nesir eselerinden ayırmak için ‘roman-hikȃye’ ile ‘düzyazı’ kavramlarını karşlaştırır:

“Roman-hikâyede yalanı, yalan olduğunu hiç saklamadan söylediğimiz için okurda bir ‘gerçeklik’ duygusu uyanırsa bu şaşırtıcı, hatta sarsıcı olur. Düzyazıda ise yalanı doğru söylüyormuş gibi söylediyimiz için, okurda bir gerçeklik duygusu uyandırabilmek için hep şaşırtıcı, hatta sarsıcı şeyler anlatmak gerekir... Bu da yetmediği için, ikide bir yemin eden yalancı şahit gibi düzyazıda tanıklıklara, doğrulamalara, kurama ve daha yüksek otoritelerin yardımına başvurmak zorunda kalır insan. Bu çırpınışlar beni boğduğu için düzyazılarımı -en kuru, öfkeli siyasal yazılarda bile- hep hikâyenin, hikâyeciklerin des-teğiyle sürdürmeye çalıştım.”11

İnci Hanım’ın nesir toplayıcı kavramı altında bahsettiği, bir kısmını bizim 90’lı yıllarda önerdiğimiz belgesel-yazınsal düzyazı kuşatıcı adla nitelediğimiz edebȋ türler,12 Türk edebiyatı tarihi, kuramı ve eleştiri ya pıtlarında, gazetecilikle ilgili kitap ve maka-lelerde yardımcı türler, yarıkurmaca düzyazı türleri, öğretici yazılar, düşünce yazıları, gerçek bir yaşam ve yaşantıdan kaynak lanan yazılar, gazete ve dergiye bağlı yazı türleri, toplumsal yazılar vb. adlar altında tanımlanmaktadır. En önemlisi, Türk yazın haritasında bu kadar geniş yer kapsayan nesir türleri, bunca usta kalemlere ve onların ya rattığı yapıtlara karşın, edebiyatın “üvey evladı” olmak şanssızlığından kurtulamamış , İnci Hanım’ın ifade ettiği gibi “nadir eserler dışında gereği gibi incelenmemiştir.”13

Nesir türlerine ilişkin kavram ve terminoloji karmaşası, aslında bu türlerin kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Çün kü söz konusu türler, hikȃye ve romandan farklı 11 Orhan Pamuk, Öteki Renkler, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s. 19-20.

12 Asker Resulov, “Yazınsal-Belgesel Türlere Kuramsal Bakış” Trabzon: Kıyı, 1995, nr. 112, s. 13-20. 13 İnci Enginün, a.g.e., s. 29

(9)

olarak kendi işlevlerini gerçekleştirirken hem sanatın hem bili min ve hem de gazete-ciliğin gerçekliği algılama ve yan sıtma yöntemlerinden yararlanabilmektedirler. Bu türlerin nesir kavramı altında kümelendirilmesi hususuna gelince, yanıtın ipucu, nesir türlerinin işlevlerinin ne olduğunun sap tanmasında saklıdır. Herhangi bir nesnenin ve kavramın ta nımlanması için ilk önce bu nesne ve kavramın hangi amaçla ortaya çıktığı, işlevinin ne olduğu sorusunun ya nıtlanması gerekmektedir. Bu, nesir kavramı için de geçerlidir. Bilindiği gibi, yazınsal tür edebiyatın hem evrensel hem de somut ulamıdır; evrenseldir, çünkü yazınsal türde değişik edebȋ akım, okul ve yöntemlerin özellikleri yer almaktadır; so muttur, çünkü edebiyat, kendi yansımasını doğrudan doğruya yazınsal türlerde bulur. Yazınsal tür aynı zamanda tarihsel ulamdır; her bir edebiyat, kendi gelişi-minin belirli aşama larında belirli türler dizgesine sahiptir. Türler dizgesinin gelişmişlik düzeyi, bir bakıma ede biyatın gelişim açısından erişmiş olduğu düzeyi yansıtır. Ayrı ayrı türler ve bu türlerin oluştur duğu dizge, edebiyatın tarihsel gelişim çizgisi nin belirli evrelerinde varolan estetik ve poetik düşünceler çerçevesinde biçimlenir. Her bir edebȋ dönemin kendine özgü türler “repertuvarı” vardır. Edebiyatın toplumsal, ekonomik ve poli tik gelişmeye paralel olarak ve özellikle de geçiş dönemlerinde (Eski’den Yeni’ye, Yeni’den En Ye ni’ye) türler dizgesinde önemli değişmeler orta ya çıkar; türlerin bir kısmı kendi işlevini yitirerek bir süre için terk edilir veya tamamen yok olup gider; diğer bir kısmı “kabuk” değiştirerek, orta ya çıkan yeniye ayak uydurmaya, yeni özü ve içeriği yansıtmaya çalışır, bir ölçüde, tür trans formasyonu yaşanır. Bu arada yeni biçim ara yışları başlar, kısa veya uzun vadede bulunur ve böylece yeni yazınsal türler doğar. Genellik le, edebiyatta türlere ilişkin birbirine paralel veya artzamanlı iki süreç yaşanır: türlerin birleşimi ve ayrışımı. Fakat bu birleşim ve ayrışım sürecinde yeni tür leri ortaya çıkaran türlerin kendileri yok olmaz. Sanatın, bilimin ve gazeteciliğin sentezinden doğan nesir türleri de kendi bile şenlerini ortadan kaldırmamıştır. Çeşitli türlerin birleşimi ile yeni bir tür ortaya çıkabileceği gibi, mevcut bir türün ayrışımı hesabına da yeni tür ler veya aynı bir türün bu veya diğer konuları iş lemekte “uzman-lanmış” biçimleri ortaya çıka bilir. Herhangi bir yazınsal tür, sanatın diğer dallarından yararlanarak kendisini geliştirir, kendisine bir şeyler katar, giderek sanatın kalı bını dar bularak sanat dışı dallara el atar, ör neğin, bilimden faydalanmaya başlar. Gerçek-liği algılama ve yansıtmada kendisine yardımcı olabilecek her türlü biçim girişimini dener. Ede biyat, kendisinde olmayan, fakat ortaya çıkan yeniyi yansıtmak için gerekli gördüğü türleri dı şarıdan, genellikle ortak kültür alanını ve coğ rafyayı paylaştığı, sıkı ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler içerisinde bulunduğu ülkelerin edebiya tından alır ve bu arada söz konusu türleri kendi ülkesinin estetik anlayışına uygun olarak de ğiştirir, geliştirir ve zenginleştirir, bu türlere ken di edebiyatında “yurttaşlık hakkı” kazandırır. Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923) kitabının kapsadığı dönemde yapılanlar da bundan farklı değildir. Devrin ileri gelen aydınları o döneme değin kendisinde olan edebȋ nesir türlerinde eser vermekte devam etmekle

(10)

beraber (mektup, hatıra, tarih, seyahat ve yolculuk notları, fıkra vb.), kendisinde ol-mayan nesir türlerini (modern hikȃye, uzun öykü, roman, makale, biyografi, röportaj, portre, kronik vb.) Batı’dan (özellikle Fransız edebiyatından) alma yoluna gitmiş, zaman zaman yeni ile geleneksel olanın sentezine başvurmuştur.

Burada önemli bir noktaya temas etmek gere kir; Edebiyat (tarihi) içinde bu türle-rin ve eserletürle-rin yeri var mı? Cevabım, yüzde yüz evettir ve İnci Hanım’ın bu türlere, bu türlerde eserlere ve yazarlarına ilişkin görüşlerini okuduktan sonra bu kanaatim daha da kuvvetlendi. Şöyle açıklayayım: Başlangıçta sanatla doğrudan doğruya hiçbir ilişkisi bulunmayan bir tür, zamanla sanatsal öğelerin katılımı, yaşam ve doğa betim-lemelerindeki ustalık, gerçek kişilerin imgesel biçim de yansıtılması, konuşmaların kişiye özgü bi reyselleştirilmesi, tiplerin davranış, tavır, edim ve hareketlerindeki psikolojik motivasyon hesa bına sanatsallaşa/yazınsalla/şabilir. Edebiyat, en yaygın tanımıyla söz sanatıdır ve sanat yapıtında aranan başat öğe imgedir. Bir eserin edebȋ olması demek, anlatılan/yansıtılan konunun imgelerle, belirli bir örü-kurgu içerisinde yapılması demektir; biçem sa natsal, dil canlı, etkili, çarpıcı ve güzel-duyusal, genel işlevi bakımından estetik haz verici ve eğlendirici olacaktır. İnci Hanım, kitapta yer alan nesir türlerine sanatın sırf bu kıstasları ile yak laşsaydı, onları edebiyat dışında bırakması ge rekecekti ve kaybeden Türk edebiyatı olacaktı. O, daha doğrusunu yap-mış, mektup, hatıra, gazete makalesi, fıkra, kronik gibi türleri birer yazın tü rü olarak edebiyat (tarihi) kitabına almıştır. Şunu da ekleyelim: Bu türlerde öyküde, romanda aranacak özellikleri aramak “abesle iştigal”den başka bir şey değildir. Türk edebiyatında bu günkü anlamıyla yazınsal anlatı türlerinin (öykü, roman) olmadığı dönemlerde, bu türlerin işlevini (Sinan Paşa’nın Tazarruname’si, Giritli Aziz Efendinin Muhayyelat’ı gibi son derece sınırlı sayıda günümüze ulaşan süslü sanatlı nesir eserlerini unutma-dığımızı belirtelim) epik şiir (mesneviler) ve belgesel türler (İnci Hanım’a göre nesir türleri) kapsamında görülmesi gereken, edebȋ üslup gözetilerek kaleme alınan ‘seyahat-name’, ‘sefaret‘seyahat-name’, ‘vakayı‘seyahat-name’, ‘tarih’, ‘mektup’, ‘tezkire’, ‘ri sale’ gibi yapıtlar yerine getiriyor du. Gerçekliği algılama ve yansıtmanın iki ayrı yöntemi olan sanatın ve bilimin kesin çizgilerle ayrılmadığı dönemlerde ‘senkretik’ bilincin ürünü olan bu eserlerin işlevi, hem eğlendir mek, estetik haz vermek hem de eğitmek, bil gilendirmekti. Âşıkpaşazade ve Mustafa Naima’nın ‘Tarih’leri, Seydi Ali Reis ve Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatname’leri, Katip Çelebi, Kastamonulu Latifi ve Koçi Bey’in ‘Risale’leri, Yirmisekiz Mehmet Çelebi ve Ahmed Resmî Efendi’nin ‘Sefaretname’leri Türk divan edebiyatının en güzide nesir örnekleridir.

Özü bakımından Aydınlanma döneminin ürünü olan Tanzimat Edebiyatı ve sonra-sının nesir eserlerinde de aynı amaç gözlemlenmektedir. Basonra-sının, gazete ve dergilerin ortaya çıkışı ile güncel konuları işlemek, haber alma - haber verme işini gerçekleştirmek, kamuoyu yansıtmak ve oluşturmak işlevini gazetecilik yazı türleri üst lenmiştir. Fakat

(11)

basının doğuşu, kendisinden önce sınırlı olanaklarıyla da olsa bir ölçüde aynı işlevi yerine getiren türleri yok etmedi, edemezdi. Bu türlerden bir kısmı “kalıp” değiştirerek yeni biçimler şeklinde kendi var lıklarını sürdürdü: Seyahatname ve sefaretnamelerin gezi yapıtlarına ve röportajlara, tez kirelerin yaşamöykülerine, jurnal ve defterler in günlük ve hatıralara, münşeatın mektuplara, tecrübe-i kalemiyelerin denemelere, gazete fıkralarının köşe yazılarına, risale, takrir ve layiha ların gazete makale ve yorumlarına temel oluşturduğunu unutmamak gerekir. Tanzimat edebiyatından başlayarak yazar ve ediplerin büyük çoğunluğu yazarlık ve gazeteciliği bir arada yürütmüş, Batı, özellikle de Fransız edebiyatının etkisiyle Türk nesrinin gelişimine önemli katkılarda bulun-muşlardır. Sanırım, İnci Hanım’ın basın yerine nesir kavramını önermesi, incelenen dönemin en önemli düzyazı eserlerini edebiyat dışında bırakmadan 128 sayfalık nesir başlığı altında irdelemesinin başlıca nedeni de budur.

Örneğin, İnci Hanım, nesir bölümünde Ziya Paşa’nın Rüya adlı ünlü fantezi düzyazısından bahseder.14 Bilindiği gibi, Ziya Paşa, bu eserinde Veysî’nin Habname, Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelat eserlerinde kullandıkları rüya edebî öğesini bir sanatsal araç olarak kulanmak suretiyle ülkenin sosyal-siyasi hayatındaki kusurları, ekonomideki gerilikleri, devlet memurlarının işbilmezliğine ilişkin eleştirilerini dile getirir, Avrupa dillerini öğrenmenin, Batı medeniyetine yaklaşmanın önemini hatırlatır, “devletin içinde bulunduğu vaziyeti, fena idareyi ve suiistimalleri” tenkit eder. Asıl tenkit hedefi ise Sadrazam Ali Paşa’dır. Ziya Paşa daha önce kaleme aldığı Veraset

Mektupları adlı nesir eserinde de dönemin Sadrazamları Ali ve Fuad paşaları işgal

ettikleri vazifelere layık olmadıkları düşüncesiyle eleştirmişti.

Nesir bölümünde Muallim Naci’nin “dilde sadelik ve samimiyete örnek göste-rilen” Ömer’in Çocukluğu adlı hatıraları yer almaktadır. Aslında bu türden bir nesir eserinin Muallim Naci tarafından yazılması raslantı değildir. Onun uzun yıllar önemini kaybetmeyen kıraat kitapları, sözlükleri ve ders kitapları, Doğu ve Batı edebiyatı numu-nelerinden okul çocukları için tercümeleri, düzenlediği antolojiler, öğretim ve eğitime verdiği önemin kanıtı idi. Yazarın Ömer’in Çocukluğu adlı özyaşamsal hatıralarının da özünü onun eğitime dair düşünceleri kapsamaktadır. Bu konuda zamanın en ileri görüşlü aydınlarıdan biri olan yazar, mahalle mekteplerinde çocukları falakaya yatımak, çubukla dövmek, konuyu anlamasını sağlamak yerine ezberletmek gibi yöntemlerle eğitilmesi meselelerini ciddi şekilde tenkit ediyordu.

Muallim Naci’nin nesir sahasında en önemli hizmetlerinden biri de onun mek-tuplarıdır. İnci Hanım, kitapta “hem ülke gerçeklerinden canlı sahneler ihtiva eden ve Naci’nin mizacını anlamaya yarayan” mektuplarından kısa alıntılarla onun üslubu üzerindeki Ahmet Mithat ve Namık Kemal etkisinden bahseder.15

14 İnci Enginün, a.g.e., s. 64. 15 a.g.e., s. 138-139.

(12)

Tanpınar, bu hususta şunları yazmaktadır:

“Naci, ‘Mektuplarım’ın bazı parçalarında eski kültüre ve Fransız veya Şark edebiyatlarına yahut kendi mazisine getirdiği alakayı şehrin hayatına çevirmeğe çalışır. Onun Şehzadebaşı kahveleri için yazdığı bazı parçalar edebiyatımızda ilk şehir kronikleridir ve denebilir ki bu küçük denemelerle Ahmet Rasim’i hazırlar.”16

İnci Hanım, Şinasi’nin dilde ve yazında yapmak istediği yenilikleri gazeteciliğine de yansıttığını, Türk edebiyatına ilk modern bir oyun kazandıran ve topu topu 45 yıl gibi kısa bir ömre büyük bir eğitimci faaliyeti, nazmı bakımından tamamen eskiye bağlı kaldığı halde Türk nesrinde sade ve canlı üslup yeniliğinin öncüsü olma misyonunu sığdıran yazarın bir bakıma asıl yeniliğinin onun gazeteciliğinde aranması gerektiğine dikkat çekmiştir.17

Nesir bölümünde Tanzimat’ın ünlü şairi, gazetecisi, roman ve oyun yazarı Namık Kemal’in basın faaliyeti Tasvir-i Efkâr, Muhbir, İbret, Hürriyet, Diyojen gibi gazete ve dergilerdeki yazıları gözden geçirilmiş, bir gazeteci hüviyetiyle karşımıza çıkarıl-mıştır. Edibin yurtdışıdayken ve döndükten sonra kaleme aldığı makalelerinde, mek-tup-hatıralarında terakkiden, onun ülke için ehemiyetinden, “inkişaf etmiş medeni bir memleket” olarak Londra’yı nümune göstererek onu okuyucularına çeşitli yönlerden tanıtmasından bahseder.18 Bize göre de Namık Kemal, Tanzimat nesrini işleyen ve onu şekillendirenlerden biri, İbrahim Şinasi, Ahmet Rasim gibi ilk Türk gazetecilerinden, yani güncel bir meseleye ilişkin fikir beyan eden, yorum getiren, eleştiren veya takdir eden, işlenen konu çevresinde kamuoyu oluşturmaya gayret eden aydınlardan biridir. Namık Kemal’in o dönemde kaleme aldığı mektuplar, Orhan Pamuk’un da belirttiği gibi, “Osmanlı okuruna mektubun yalnız devlet adamlarıyla sevgililerin sır paylaşmak ve birbirlerini tehdit etmek için kullandıkları bir biçim olmayabileceğini, yayımla-nan ‘mektuplar’ aracılığıyla bütün bir şehre de bir sevgiliye, bir yakına seslenir gibi seslenilebileceğini”19 göstermişti.

Onun Ramazan günlerinde İstanbul’un yaşadığı hayatın rengarenk ayrıntılarına dair mektupları, daha sonra Ahmet Rasim, Basiretçi Ali Efendi, Ruşen Eşref gibi birçok yazarın kaleme alacağı ‘şehir mektupları’nın ilk muhteşem nümuneleriydi. Namık Kemal’in otuz sekiz ay sürgün hayatı yaşadığı Kıbrıs’tan yazdığı Magosa mektup-hatıraları canlı doğa tasvirleri ile dolu mükemmel nesir örnekleri, yolculuk izlenimleridir.

Namık Kemal’in nesir sanatında tarih ve biyografi türleri de önemli yere haizdir. 16 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Yayınları, 1976, s. 610. 17 İnci Enginün, a.g.e., s. 44.

18 a.g.e., s. 55-56.

(13)

Kitapta edibin İstanbul’un fethine hasrettiği Barika-i Zafer, Osmanlı’nın kuruluşundan Kanuni Sultan Süleyman’a kadarki dönemi anlattığı Devr-i İstila gibi tarih eserleri,

Evrak-i Perişan ve Tercümeyi-hal-i Emir Nevruz biyografileri Tanzimat döneminin

en güzide nesir örnekleri olarak kaydedilir.20

Doğası itibarıyla nesir türlerinde kaleme alınan eserler, gerçekçi (hakikiyyun) edebiyat numuneleri olmakla beraber, dönemin romantik estetiği ile de uyum içindedir. Fakat diğer edebȋ türlerden (şiir, öykü, tiyatro, roman) farklı olarak bu türlere müracaat eden yazarlar, daha fazla maarifçi ve eğitici güncel konuların ağırlıkta olduğu eserler yazmışlardır. Bu hususta dönemin ünlü sanatçılarından Ahmet Mithat Efendi’nin il-ginç tespitleri vardır. O, seyyah Mehmet Emin’in 1878’de İstanbul’dan Orta Asya’ya yolculuğunun anlatıldığı İstanbul’dan Asya-yı Vustaya Seyahat adlı kitabına yazdığı mukaddimede Osmanlıların başka milletlerle mukayese edildiğinde seyahate az ehe-miyet verdiklerinden yakınır. Özellikle onu en çok müteessir eden “seyahata çıkanların da seyahatname” yazmamalarıdır.21 İnci Hanım, kitapta Ahmet Mithat’ın Sayyadâne

Bir Cevelan ve Avrupa’da Bir Cevelan adlı iki eserine değinerek özellikle ikincide

“bir Osmanlı aydınının Avrupa ile bizzat karşılaştığında geçirdiği kültür şokunu çok iyi ver”diğinin altını çiziyor. Hatırlatalım ki, Ahmet Mithat bu iki seyahat kitabının girişlerinde de yukarıdaki görüşlerini tekrarlamış, seyahatin ve yolculuk eserlerinin ahlaki-didaktik ehemiyetini vurgulamıştır.22

İnci Hanım, Abdülhak Hâmit Tarhan isimli araştırma-inceleme eserinde sanatkârın hayatından bahsederken “bu uzun ömürlü yazarın, bir macera romanı kadar zengin hayat hikâyesini, onun kendi hatıraları ve mektupları” esasında yaz-dığını vurgularken bunların birer bağımsız nesir eseri tadında olduğunu kaydeder: “Hatırat ve mektuplar onun biyografisini aydınlatan eserler oldukları gibi, kendi başlarına da zevkle okunurlar.”23

Araştırılan dönemin ünlü nesircilerinden biri de Servet-i Fünun şairlerinden Cenap Şahabettin’dir. O, 1896’da Sıhhiye müfettişi ve doktor olarak Hicaz’a gitmiş, yol boyu müşahede ettiklerini, yolculuk izlenimlerini Servet-i Fünun dergisine mektuplar şeklinde göndermiştir. Bu yolculuk notları sonraları Hac Yolunda kitabında toplanmıştır. İnci Hanım, bu eserleri “hatıra türüne giren seyahat yazıları” olarak nitelendirir. Kitabın edebȋ özelliklerine büyük değer verir, yazarın üslup ustalığını vurgular. Hakikaten de yolculuk notları, lisan itibarıyla yazıldıkları zamanın bütün hususiyetlerini ihtiva eden yeni bir görüş ve iyi bir intiba mahsulüdür, Türk gezi edebiyatının Avrupai alanda ilk örneklerinden biridir. Kitapta Cenap Şahabettin’in Suriye’ye ve vapurla Bağdat’a 20 İnci Enginün, a.g.e., s. 54.

21 Türk Dili Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Ankara: Gezi Özel Sayısı, 1973, nr. 258 22 İnci Enginün, a.g.e., s. 137.

(14)

yaptığı seyahatlerinin izlenimlerinin yer aldığı Suriye Mektupları ve Afak-ı Irak, ay-rıca bir gazete tarafından I. Dünya Savaşı günlerinde Avrupa’ya gönderilen edibin bu seyahat zamanı gördüklerini, edindiği intibalarını kaleme aldığı Avrupa Mektupları kitaplarının nesir türü ve muhteviyatı yönünden tahlili de verilmiştir.24

Yukarıda Muallim Naci’den bahsetmiştik. Muallim Naci’nin nesir sahasındaki canlı üslubu, yazı tarzı, edebȋ hatıra ve mektup türlerine verdiği önem kendisinden sonraki kuşağı, özellikle Ahmet Rasim’i çok etkilemiştir. Fikrimizce kendisine “şehir mektupçusu” unvanını yakıştıran Ahmet Rasim, Türk edebiyatında ilk profesyonel gazeteci yazar, nesir türleri ve özellikle edebȋ fıkra ustası (feuilletoniste), modern anlamda köşe yazarlığının ilk temsilcisidir. İnci Hanım’ın nesir yaratıcılığına geniş yer ayırdığı edibin “yazıları dil malzemesi bakımından büyük zenginlik” göstermek-tedir. Onun şehir kronikleri devrinin İstanbul’unun hemen hemen her yerini, örf ve âdetlerini, yaşayışla ilgili unsurları, canlı anlatım ve renkli bir dille, “eğlenceli bir sohbet üslubuyla” kaleme almıştır.25

Burada Ahmet Rasim’in hayatı ve sanatının değerli araştırmacısı Şerif Aktaş’ın yazara ilişkin görüşlerini hatırlatmak yerinde olur zannederim:

“Hikaye ve roman gibi anlatma esasına bağlı Avrupai edebi türlerin gelişmesi, dilin dış dünyayı olduğu gibi yansıtma kabiliyeti ile yakından ilgilidir. Ayrıca gazeteye bağlı yazı türlerinin gelişmesi için de, dilin müşahhası ifade edebilecek esneklikte ve zenginlikte olmasını gerektirir. İşte bütün bunların sağlanmasında, Ahmet Rasim’in büyük hizmeti olmuştur; Denebilir ki, Türkçede hikaye ve roman dili, onun fıkra ve röportaj türündeki kalem tecrübelerinin hazırladığı zemin üzerinde gelişmiştir.”26

İnci Hanım, altmış sekiz yıllık ömrünün nerdeyse elli yılını gazete yazarlığına vermiş olan Ahmet Rasim’in 1895-1903 yılları arasında gazetelerde yayımlanan ya-zıların en iyilerinin sonradan toplandığı Şehir Mektupları adlı kitabının, ayrıca edibin araştırılan dönemin ürünü olan Makalat ve Müsahabe, Tarih ve Muharrir, Eşkal-i

Za-man, Muharrir Şair Edip kitaplarında yer alan fıkra, mektup, sohbet, kronik, hatıra gibi

nesir örneklerinin analizini yapmıştır. Ahmet Rasim’in günlük ve güncel yazılarından seçilen bu numunelerde insan İstanbul’un bütün, hatta bazen rahatsız eden “zamanlı zamansız seslerini”, renklerini, kokularını duyuyor.27 Bu yazıların asıl görevlerinden biri kanımızca okurları eğitmek, “İstanbullulara sokaklarda, park ve bahçelerde, dük-kan ve eğlence yerlerinde, gemilerde, köprülerde, meydanlarda, tramvaylarda yaşama adap ve terbiyesi vermek”tir.28

24 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı, s. 141. 25 İnci Enginün, a.g.e., s. 146.

26 Şerif Aktaş, Ahmet Rasim, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987, s. 6. 27 İnci Enginün, a.g.e., s. 146.

(15)

Kitapta I. Dünya Savaşı, Mütareke ve Milli İstiklal yıllarında cephe röportajları, mülakat, hatıra, belgesel hikȃye, seyahat notları gibi nesir türlerinde eser veren dönemin yazarları Refik Halit, Halide Edip, Yakup Kadri, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit, Ruşen Eşref ve diğerlerinin gazetecilik ve edebȋ faaliyetleri üzerinde de durulmuş, değerli tespitler yapılmıştır. Yeri gelmişken, burada Yahya Kemal’in dönemin nesrine ilişkin “Edebiyatımız Niçin Cansızdır?” adlı makalesindeki son derece isabetli görüşlerini hatırlatmak isteriz:

“Bizim harp cephelerimiz, edebiyatımızda binbir safhalariyle yokturlar, demek ki, çok eski harplerimiz gibi bunlar da seneler geçtikçe, unutulacaklardır. Bunun bir sebebi vardır; bizim edebiyatımızda harp hatıraları belirmiş bir nevi değildir. Fransa’da, İngiltere’de, Almaniya’da, Rusya’da her yerde Cihan Harbi’ni askerler kadar, siviller, orduda nefer olarak bulunmuş edipler binlerce ve binlerce kitapta tasvir ettiler.”29

Kitabın bu bölümünde dönemin ünlü nesir yazarlarından Ruşen Eşref’in gazetecilik faaliyeti tahlil edilmiş, onun yeni bir müstakil edebi nesir türü olan mülakatı saygın tür haline getirmesinin ve Türk edebiyatına röportaj türünü sokmasının altı çizilmiştir.30 Ruşen Eşref, bu yeni nesir türünün ilk müjdecisi olmakla beraber Atatürk hakkında ilk eser yazan ve Ulu Önderi, Türkiye’ye tanıtan ilk edip olma hüviyetini de taşımaktadır. 1914 yılından itibaren devrin çeşitli gazete ve dergilerinde imzası sık sık görülen Ruşen Eşref, 1916-1918 yılları arasında Eskiler, Ziyaretler, Edebî Ziyaretler ve Mülakatlar başlıkları altında pek çok mülakat, röportaj, portre, sohbet yayımlamıştır. O, 1918’de

Yeni Mecmua dergisinin “Çanakkale nüsha-i mümtaze”sinde basılan Anafartalar Kumandanı Mustafa Kamal ile Mülakat’ta daha kimsenin tanımadığı Mustafa Kemal

adını Türk edebiyatına ilk kez getirmiş ve okuyucuyla tanıştırmıştır.31

Hatırlatalım ki, edibin çeşitli yıllarda muhabir olarak gazete ve dergi sayfalarında yayımladığı mülakat, röportaj, portre, biyografi, kronik gibi nesir türlerinde eserleri, özellikle İstanbul sevgisinin dile getirildiği şehir izlenimleri, yazarın kendisi tarafın-dan düzenlenen yaklaşık yirmi kadar kitapta bir araya getirilmiş bulunuyor: Diyorlar

ki (1918), İki Saltanat Arasında (1918), Tevfik Fikret (1919), Geçmiş Günler (1919), İstiklal Yolunda (1922), Ayrılıklar (1923), Anafartalar Kahramanı Mustafa Kamal ile Mülakat (1930), Boğaziçi Yakından (1938), Atatürk (1953), Atatürk Hasreti (1957)

vb. İnci Hanım, “röportaj tarzının ilk ve en başarılı örneği olma özelliğini bugüne kadar taşı”yan Diyorlar ki kitabını32 edebiyat tarihinde “müstesna bir eser” olarak kıymetlendirir.33

29 Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyata Dair, İstanbul: Baha Matbaası, 1971, s. 30 İnci Enginün, a.g.e., s. 113.

31 İnci Enginün, a.g.e., s. 112.

32 Necat Birinci, Ruşen Eşref Ünaydın, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988, s. 6. 33 İnci Enginün, a.g.e., s. 113.

(16)

Biz, bu makale için en isabetli sonlandırışın kitabın Önsöz’ünden yapacağımız bir alıntı olacağı kanaatindeyiz:

“Bütün sosyal konular, on dokuzuncu yüzyıl Türk edebiyatını çok etkilemiştir, öyle ki onları çıkaracak olursak Yeni Türk Edebiyatı denilen alanda, sadece edebiyat sanatının ürünü olarak pek az eser kalır. Bu dönemi incelerken yazarların ilk yenilik heyecanlarını yansıtan, bir kısmı ilkel nitelikler taşıyan eserler üzerinde durulması gerekmektedir. Çünkü dünden bugüne neler yapıldığı ancak onların incelemesiyle ortaya çıkmaktadır. Bazen tarihî, bazen sosyolojik bir belge olarak yorumlanabilen nice eser edebiyat türleri içinde bulunmaktadır.”34

Biz de tüm ömrünü Türk edebiyatı araştırmalarına vermiş İnci Enginün Hanı-mefendinin ifade ettiği bu görüşleri şükran ve minnettarlıkla aynen paylaştığımızı belirtmek isteriz.

KAYNAKLAR

Aktaş, Şerif, Ahmet Rasim, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987. Beyatlı, Yahya Kemal, Edebiyata Dair, İstanbul: Baha Matbaası, 1971.

Birinci, Necat, Ruşen Eşref Ünaydın, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988. Enginün, İnci, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergȃh

Yayınları, 6. bs., Şubat 2012.

, Abdülhak Hamit Tarhan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1986. Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı: C. I, İstanbul: Otağ Matbaacılık, 1978.

Pamuk, Orhan, İstanbul. Hatıralar ve Şehir, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003. , Öteki Renkler, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.

Polat, Nazım Hikmet, “Türk Edebiyatı Tarihçiliği Çalışmalarının Neresindeyiz”, Beşinci Türk Kültürü Uluslararası Bilgi Şöleni, 17 Aralık 2002, Atatürk Kültür Merkezi (Ankara), s.2-3 (http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/14.php)

Resulov, Asker, “Yazınsal-Belgesel Türlere Kuramsal Bakış”, Kıyı dergisi, Trabzon, 1995, S. 112, s. 13-20.

Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Yayınları, 1976. Türk Dili Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Ankara: Gezi Özel Sayısı, 1973, S. 258

Yardım, Mehmet Nuri, http://www.turkcesevdalilari.com/index.php/dil-ve-edebiyat/ edebi-eserler/edebi-kose/roportajlar/item/1529-inci-engin%C3%BCn-le-r%C3%B6portaj.html, 8 Ağustos 2012.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dersin Kodu ve İsmi TL4097 Çağdaş Hakas Edebiyatı: Nesir.. Dersin Sorumlusu Dr

Verdiğimiz bütün örnekler, Kazaklar arasında Uluğ Bey eserlerinin ve adının çok eskiden beri tanınmış olduğunu gösteriyor. Göze çarpan bir güzel taraf da bu mevzuda

Bu çalışma yazılım mühendisliği öğrencilerinin Görsel Programlama Dersinin proje tabanlı olarak yürütülmesine ilişkin görüşlerinin derinlemesine incelenmesini amaçlayan

١٠٤ ÖZGEÇMİŞ KİŞİSEL BİL GİLER MOHAMMED IBRAHIM Adı Soyadı MUSUL ــ IRAK Doğum Yeri 1978/4/19 Doğum Tarihi. LİSANS

Enerji ve Ta- bii Kaynaklar Bakanlığına göre, AR-GE projeleri sonucunda geliştirilecek teknoloji ve çözümlerin, özellikle yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimi

görev yapmak üzere üyeleri arasından en az üç, en fazla beş kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilir. Plân ve Bütçe ile İmar ve Bayındırlık

Their analysis revealed that as the aging phenomenon increases, population change will reflect this increase population age and associated changes in the demographic structure

Ayrıca çarpıcı olarak sadece B paternine sahip olgular ele alındığından, tüm olgularda partikül çapı 25.5 nm’den küçük olmasına rağmen hipetrigliseridemi