• Sonuç bulunamadı

Türk Romanında Yabancılaşmanın Eşiğinde Benzer İki Roman ya da “Sokaktaki ‘Aylak’ Adam”

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Romanında Yabancılaşmanın Eşiğinde Benzer İki Roman ya da “Sokaktaki ‘Aylak’ Adam”"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BENZER İKİ ROMAN YA DA “SOKAKTAKİ ‘AYLAK’ ADAM”

Recai Özcan

*

TWO SIMILAR NOVELS AT THE EDGE OF ALIENATION IN TURKISH NOVEL, OR “SOKAKTAKİ ‘AYLAK’ ADAM”

ÖZ: Bu yazıda, Attila İlhan’ın Sokaktaki Adam adlı romanı ile Yusuf Atılgan’ın

Aylak Adam adlı romanı arasında dikkat çekici benzerlikler üzerinde

durulmak-tadır. Attila İlhan, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı romanını, kendi romanı

Sokaktaki Adam’ın türevi olarak niteler. Roman değerlendirmelerinin birçoğu

Türk romanında “ilk kentli birey”in Yusuf Atılgan’la kendisini gösterdiği ko-nusuna odaklanmaktadır. Bu yaklaşım bizi, Atilla İlhan’ın Sokaktaki Adam adlı romanı ile Aylak Adam arasındaki benzer unsurların neler olduğunu göstermeye yöneltmiştir. Yusuf Atılgan’ın Attila İlhan’dan etkilendiği ya da etkilenmediği konusunda bir ifadesine rastlanmamıştır. Bununla birlikte kendi romanından önce yayımlanan Sokaktaki Adam’da okurun aşina olduğu, itibarî birçok unsu-ru Aylak Adam’da adeta yeniden ele alan Yusuf Atılgan, bu yaklaşımını kendi romanları arasında da sürdürmüştür. Yazıda belirttiğimiz gibi, Yusuf Atılgan’ın bu özelliği, yazarın metinler arasılık konusunda bilinçli bir gayreti olduğunu düşündürmektedir.

Anahtar Kelimeler: Türk romanı, yabancılaşma, Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Attila İlhan, Sokaktaki Adam.

ABSTRACT: This article deals with Yusuf Atılgan’s Aylak Adam Attila and Atti-la İlhan’s Sokaktaki Adam and notable simiAtti-larities between the two novels. AtilAtti-la İlhan argues that Aylak Adam is a rewriting of his own novel Sokaktaki Adam.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 7, Nisan 2013, s. 133-147

(2)

Most of the Turkish reviews, however, maintain that “first urbanised individual” is illustrated in Aylak Adam. This leads us to draw a comparison between them. Outside the text, there is no historical statement by Atılgan suggesting that he might be affected by İlhan. Instead, an attentive reading of the two texts may help identify many elements that bear onsiderable resemblance with those ta-king place in the pre-published novel Sokaktaki Adam. Yet, this feature found in Yusuf Atılgan’s work, gives an impression that he makes a deliberate attempt on intertextuality.

Keywords: Turkish Novel, alienation, Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Attila İlhan, Sokaktaki Adam

...

“Bende gördüğün her şey babamla başlar.”1

Giriş

Oğuz Demiralp, bir yazısında, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanının kahra-manının Türk rokahra-manının “ilk kentli bireyi” olduğunu iddia ederek Yusuf Atılgan’ı Walter Benjamin’in kavramlarıyla okumak gerektiğini söylüyor.2 Aylak Adam’ı, şehir

insanının yalnızlığını Baudelaire’in eserlerinden yola çıkarak açıklayan ve onun aşk algısını “son bakışta aşk”3 olarak nitelendiren Walter Benjamin’in kavramları ile

oku-mak gereklidir ama bu romanın Türk romanında “ilk kentli bireyi” ortaya çıkardığı ya da roman kahramanı C.’nin ilk “flaneurümüz” olduğu iddiası tartışılır.4

Yazımızda, Türk romanında “kentli birey”in ilk olarak hangi yazarla ortaya çık-tığı meselesinden çok, Attila İlhan’ın Sokaktaki Adam romanı ile Yusuf Atılgan’ın

Aylak Adam romanı arasındaki dikkat çekici benzerlikler üzerinde durulacaktır. Attila

İlhan bu benzerliğin farkındadır, hatta eleştirmenlerin bu konu üzerinde fazla durma-dıklarına sitem ederek düşüncesini şöyle belirtir:

1 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 125.

2 Demiralp, Oğuz, “Bir Ayrıntının Ardında”, İstanbul: Kitap-lık Dergisi, S. 41, 2000, s. 88.

3 Benjamin, Walter, Son Bakışta Aşk-Baudelaire’de Bazı Motifler, Haz. Nurdan Gürbilek, İstanbul:

Me-tis Yayınları, 2006, s.129.

4 Handan İnci roman tarihimizi ele aldığı bir yazısında, Attila İlhan’ın Sokaktaki Adam’ının

romanı-mıza getirdiği ‘biçimsel yenilikler’i ile ele alır ve Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı ile ilgili olarak “bireye” yönelen ilk dikkate değer roman örneğidir anlamında şöyle bir yorumda bulunur: “1959’da Yusuf Atılgan örselenmiş bir çocukluğun ve toplumsal uyumsuzluğun etkisiyle yabancılaşmış bü-yük şehir aydınının içine tutar ışığı. Anlatım tekniği ve kurgu açısından yenilikçi bir biçim göster-mese de Aylak Adam bireye yönelmiş romanın ilk dikkate değer örneğidir.” İnci, Handan, “Türk Romanının İlk Yüz Yılında Anlatım Tekniği ve Kurgu”, Kitap-lık Dergisi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, S. 87, 2005, s. 138.

(3)

“Sokaktaki Adam’da Türk aydınının kendi toplumuna nasıl yabancılaştığı, nasıl onun dışında kaldığı ve nasıl onu reddettiği anlatılır. Sonra bunun türevleri iki kitap çıkmıştır: Tutunamayanlar ve Aylak Adam. Türk edebiyatı eleştirmenlerinde Attila İlhan alerjisi olduğu için, benim kitabımı bir kenara bırakmışlardır, onlar yüceltilmiştir...”5

Yusuf Atılgan, gördüğümüz kadarıyla, etkilendiği yazarlar ve eserleri arasında Attila İlhan’a yer vermez;6 ancak bize göre, Attila İlhan’ın Sokaktaki Adam

roma-nının Babil’e yabancı, “Babil’in ötesi”ne geçmeye çalışan kahramanı Hasan, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanının baş kahramanı C.’nin prototipidir ve yazımızın odaklandığı nokta esas olarak budur.

Bu iki romanın baş kahramanlarının en önemli ortak özelliği, varoluşçu Fran-sız yazarlarının7 eserlerinde görülen hayatın içinde/hayata karşı duydukları “bunaltı”

hissidir. İki kahraman da modern şehirde yaşayan bireyin varoluşçu sıkıntısını yaşar, sıradan insanın bir türlü farkına varamadığı “gerçekliğin” peşinden koşar, alışkanlık-tan nefret eder, yaşantısı sıradanlaştığı an her şeyi bırakıp kaçabilir.

1950’lerde, yani edebiyatımızda “varoluşçu” rüzgârların yoğun olarak hissedil-diği yıllarda yayınlanan hikâye ve romanlarda sıkça işlenen “bunaltı” hâlinin Fethi Naci’nin de tespitiyle “bireysel bunaltı” olduğu görülür. Bu, bireyin toplumuyla ara-sındaki gerçek bir çatışma nedeniyle yaşanan bir hâl değildir, onun bunaltısı sadece özentiden ibarettir.8 Bunalan, yabancılaşan, sıkılan, sıradanlığa karşı çıkan ve

yaşadı-ğı ortamdan kaçmak isteyen kahraman, bir bakıma ilk dönem romanlarımızdan olan

Araba Sevdası’nın Batılılaşmayı yanlış anlayan kahramanı Bihruz’un yirminci

yüz-yılın ortalarındaki farklı bir görüntüsüdür. Bununla birlikte, dönemin modası gereği birçok hikâye ve romanda “varoluşçu” düşüncenin izlerini görmemiz mümkündür.9 5 Ankara, Zeynep, “Edebiyat Hayat Bilgisine Dahildir”, Yalnız Şövalye Attila İlhan, Haz. Zeynep

Anka-ra, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996, sh.37.

6 R. Görel’in “Batıdan ve bizden başlıca neleri okudunuz? Üzerinizde en çok etkisi olan yazarlar

hangi-leridir?” Sorusuna verdiği cevap şöyledir: “Okumayı severim, çok okurum. Bunu söylemek bir çeşit övünmek midir, bilmem. Kimileri hiç okumadıklarını söyliyerek övündüklerine göre, Batıdan olsun, bizden olsun beğenerek, severek okuduğum yazarlar vardır. Dostoyevski, Gide, Montherlant, Camus, Sartre, Simenon, Huxley, Joyce, Green, Capote, Sait Faik, Vüs’at O. Bener, Nezihe Meriç gibi. Benim bir de hayranlıkla, hatta kıskanarak okuduğum iki yazar vardır: Çehov, Faulkner.” Turan Yüksel (vd),

Yusuf Atılgan’a Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992, s. 57.

7 Bu yazarların önde gelenleri Jean Paul Sartre, Albert Camus’dür. Her iki yazar da “varoluşçu”

felsefe-ye yakın olduğunu kabul eder. Ancak varoluşçuluğu bir sistem olarak savunmaktan çok okurların onları varoluşçu olarak “etiketledikleri”ni düşünürler. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Beauvoir, Simone De, Kadınlığımın Hikâyesi, Sartre ve Varoluşçuluk, İstanbul: Payel Yayınları, s. 123. İnan Çetin, Simone De Beauvoir’in yanı sıra, Camus’nün “Yabancı” adlı romanının kahramanı Mersault’la “kan bağı”nın varlığını belirtirken bu durumun 20. yüzyılın “öncesi ve sonrası”na has bir “yas”ın görünümü olduğunu iddia eder. bkz. Çetin, İnan, “Aylak Adam ve Anayurt Oteli’nde Rastlantıların ve Simgelerin İşlevi”, Notos Öykü Dergisi, Ağustos-Eylül-S.35, İstanbul, 2012, sh. 34.

8 Fuat, Mehmet, “Bunalan Genç Adamlar”, Varlık Dergisi, S. 502, İstanbul, 1959, s. 7.

(4)

Attila İlhan, 1951’de yayımladığı Sokaktaki Adam ile “köy romanı”nın karşısına “şehir gerçeğinin”, “bireyin romanı”yla çıktığını, roman geleneğimize yenilikçi bir örnek kazandırdığını iddia ederek, hem Sokaktaki Adam’ın girişinde hem de daha sonra kendisi ile yapılan konuşmalarda roman türüne bakışı hakkında bilgiler verir. Bunlara bakıldığında yazarın ifadesiyle “büyük şehirlerde yaşayan orta hâlli zümre-lere mensup” neslin nasıl Batı taklidi bir hayatı örnek aldığı görülebilir. Taklitçiliğin, özentinin, egoizmin ve kötümserliğin esiri olan bu nesil içinde “memleketinin koşul-larını” anlayabilen çok fazla kişinin çıkmadığını savunan İlhan’a göre memleketini tanıyan ve sorunların farkında olan kişiler “gerçeğe yüzünden bakabilen” ve “gerekli fikri bileşimi” yapabilecek cesarete sahip olanlardır. Bu ifadeler, Attila İlhan’ın

So-kaktaki Adam’la başladığı romancılık serüveninde,10 bu sorunla meşgul olduğunu ve

bu meşguliyeti bilinçli olarak seçtiğini daha açık gösterir:

“Sorunlar üzerinde ‘tavır koyan’ edebiyatçı, ‘tavrını’ kendi içinden ‘özgün’ olarak geliş-tirmez; kendi dışında, toplumun üstyapısında politik olarak zaten var olan bir ‘tavrı’ ya destekler ya da benimser.”11

Attila İlhan’ın eserini oluşturma sürecini izah gayreti, Yusuf Atılgan’da görül-mez. Atılgan eserini yazar, gerisini okura bırakır.

Etkilenme mi, Metinler Arasılık mı?

Berna Moran, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanlarında büyük benzerlikler olduğunu belirterek, bu durumun yazarın ilk romanı Aylak Adam’ı yeni tekniklerle yeniden yazma düşüncesinden kaynaklandığını söyler. Moran’a göre “iki yapıtın da baş kişisi toplumdan kopmuş yalnız kişiler”dir. Yine bu romanların kahramanlarının her ikisi de “ruhsal bakımdan sağlıksız”dır. İki roman arasında birçok benzerlik olmasına rağmen “bildirilerinde”, “öykülerin sunuluş biçiminde” farklılıklar vardır. Yusuf Atılgan için romanlarının içeriğinden çok içeriğin sunuluş biçimi önemlidir.12 Attila İlhan, Aylak Adam’ı kendi romanının bir türevi olarak

gö-rür. Buna karşılık Fethi Naci, Aylak Adam romanının kahramanı C. ve Lermontov’un dilimize “Zamanımızın Kahramanı” olarak çevrilen romanının kahramanı Peçorin

Yayınları, 2010.

10 Attila İlhan roman yazmaya Sokaktaki Adam’dan önce başladığını, yaklaşık on bir roman yazdığını,

ancak yazdığı romanların kalitesinin yeterli olmadığını düşündüğü için bunları yayımlamadığını be-lirtir. Daha geniş bilgi için bkz. a.g.e., Ankara, Zeynep, Yalnız Şövalye Attila İlhan, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996.

11 İlhan, Attila, Hangi Edebiyat, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2002, s.303.

(5)

arasındaki benzerliklere değinir. Ona göre, bu iki roman kahramanı ne kadar benzerse benzesin iki yazarın “kişilerini ele alışları”, “söylemek istedikleri” arasındaki ayrım nedeniyle Yusuf Atılgan’ın –hele “Atılgan Yunus Nadi Armağanı’nda ikinciliği ka-zandığı günlerde”13– eleştirilmesi saçma olur.

Berna Moran’ın Yusuf Atılgan okumalarına, Attila İlhan’ın Sokaktaki Adam’ını dahil ettiğimizde Yusuf Atılgan’ın metni “yeniden yazma” arzusunun sadece kendi romanlarıyla sınırlı kalmadığını görüyoruz. O hâlde, bu üç romanın itibarî dünya-larında göze çarpan benzerlikleri “metinler arasılık” (interextuality) bağlamında mı okumalıyız? 20. yüzyılın ikinci yarısında Julia Kristeva ile kavramlaşan metinler ara-sı yaklaşıma14 süreç içinde farklı yorumlar getirilmiştir.15 Gerard Genette’in metinler

arasılık kavramına bakışı “bir metnin bir başka metin içinde alıntı, anıştırma, çalıntı biçiminde etkili varlığı” biçimindedir.16 Yıldız Ecevit, metinler arasılık kavramı ile

ilgili olarak Yusuf Atılgan’ın edebî metne yaklaşımını hatırlatan şöyle bir tespit ya-pıyor:

“eskilerin taklitçilik diye aşağıladıkları bu eğilim, çağ edebiyatının biçimsel yenilik-lerinden biridir; özgünlüğün içerikte değil biçimde ortaya çıktığı bir estetik anlayışın ürünüdür.”17

Gürsel Aytaç’a göre metinler arasılık “bir edebî metnin edebî veya edebiyat dışı metinlerle olan bütün bağlarını” içerir. Yazar bu bağı bilinçli bir biçimde oluşturur. Aslında bu bilincin içinde hem Harold Bloom’un “etkilenme endişesi” dediği duygu hâli, hem de yazarın “gelenekle keyfince uğraşma” isteği vardır.18 Metinler arası ilişki

ikinci metinde “açık” ya da “kapalı” biçimde karşımıza çıkabilir. Açık ilişkide diğer metne göndermeler alıntılama yoluyla gösterilirken; kapalı ilişkide bu bağlantılar, okuru “anlam üretmeye”, “düşündürmeye” yöneliktir ve onu kurmacaya dahil etmek amacıyla19 net olarak belirtilmez.

Yusuf Atılgan’ın kahramanı C.’ye söylettiği “bende gördüğün her şey babamla

13 Naci, Fethi, 40 Yılda 40 Roman, İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 1994, sh. 204.

14 Julia Kristeva metinler arasılık (intertextuality) kavramının doğuşu ve gelişme süreciyle ilgili olarak

bilgiler verdiği yazısında bu kavramın Bakhtin üzerine yaptığı çalışmalar sonrasında özellikle 70’ler-den sonra uluslararası alanda konuşulur hale geldiğini söyler. Bkz. Kristeva, Julia, “Nous Deux” or

A (Hi)story of intertextuality, 1/2 Research Library, Romanic Review, Columbia University, Jan-Mar

2002, 93, s.8.

15 Bu farklı yorumlar ve metinler arasılık konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Aktulum, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Ankara: Öteki Yayınevi, 1999.

16 Aytaç, Gürsel, Genel Edebiyat Bilimi, İstanbul: Papirüs Yayınları, 1999, s.137.

17 Ecevit, Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004, s.191. 18 Aytaç, Gürsel, a.g.e, s.138.

19 Ekiz, Tevfik, “Alımlama Estetiği mi Metinlerarasılık mı?”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 47-2 (2007), s.124-125.

(6)

başlar.”20 sözü, kahramanın yaşadıkları açısından bakıldığında “psikanalitik”

oku-maya elverişli bir cümledir.21 Ancak aynı cümle, metni, “metinler arası” bağlamda

okumamız gerektiğinin bir imasıdır da; çünkü yazar, bu imayı haklı çıkaran birçok ipucunu metnin farklı bölümlerine yerleştirmiştir. Bu örneklerden biri, Atılgan’ın,

Aylak Adam’da kahramanına “Bu kelimenin harfleriyle bir başkası da yapılabilir.”22

dedirtmesidir. İhsan Bayram, Yusuf Atılgan’ı anlattığı bir yazısında onun “yazmaktan çok yaşamayı” sevdiğini ve Atılgan’ın “bugüne dek yazılmamış, söylenmemiş hiçbir şeyin kalmadığı”nı düşündüğünü söyler. Eğer bugüne kadar yazılmamış, söylenme-miş söz kalmadıysa Atılgan’a göre yazmak bir bakıma “saçma”dır. İhsan Bayram’ın bu tanıklığı Atılgan’ın edebiyatta metinler arası ilişkilerin varlığına/gerekliliğine inandığını da göstermektedir.23

Sıkıntı

Yukarıda Sokaktaki Adam’ın kahramanı Hasan’ın Aylak Adam’ın kahramanı C.’nin prototipi olduğunu söylemiştik. Bu kahramanların ilk göze çarpan ortaklıkları “varoluşçu” sıkıntıyı yaşamalarıdır. Onların sıkıntısı hayata bakışlarında, aşklarında, arayışlarında ve başka özelliklerinde kendini gösterir. Sokaktaki Adam’ın kahramanı Hasan “toplumsal ve bireysel anlamda iflas etmiş bir delikanlı”dır. “Anlayışlı, duyar-lı, fakat kötümser. Kendi dediği gibi “neyi istemediğini bilmekte, fakat neyi istediğini bilmemektedir.”24 Yaşadığı hayattan memnun değildir. Diğer insanlarla arasındaki

farkı bilir, bu farklılığı umursamaz:

“İnsan hayatından neden memnun olmaz? Sıkıntıları olur. Ekmek sıkıntısı, geçim sıkın-tısı, şu veya bu. Adam sıkılır ve yine sıkıldığını bilir. Benim param var, karnım doyuyor, sorumsuz yaşıyorum. Hiçbir şey umurumda olmadığı için sıkılacak şeyim de yok, yine de ölecekmişim gibi canım sıkılıyor. Hayat, yani günlük çekişmeler, budalaca gurur, ser-semce gösteriş, ahmakça tevazu tamamen benim dışımda. Her şeye karşıdan bakıyor ve sıkıntıdan çatlıyorum.”25

Kahraman sadece bir yerde değil, her yerde sıkılır. Sıkıntısı varoluşla ilgili bir sıkıntıdır. Mekân değişse de bu sıkıntıda bir değişme olmaz.

20 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 125.

21 Yusuf Atılgan’ın romanlarında “baba” imgesi için bkz. Uğurlu, Seyit Battal, Yusuf Atılgan’da Baba İmgesi: Psikanalitik Bir Yaklaşım, Ankara: İCANAS, 2007.

22 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 42.

23 Bayram, İhsan, “Her Kötü Yazarın, Aptal Bir Hayranı Vardır”, İstanbul: Kitap-lık Dergisi, S. 41, 2000,

s. 116.

24 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 19. 25 a.g.e., s. 37.

(7)

“İstanbul’a gelmeden İstanbul’dan uzak olduğum için sıkıldığımı sanıyorum. Şimdi İs-tanbul’da Beyoğlu’nun süslü ve gösterişçi kalabalığı arasındayız. Bu defa da buraya gel-diğim için sıkıldığıma eminim. Berbat bir şey.”26

Hasan’ın sıkıntısı hayatı “anlamlandıramayışı” ile ilişkilidir. Sıkıntısının kaynağı, varlığının bilincinde oluşudur. Onda geçmiş ve gelecek kaygısı yoktur. Geçmişe ve geleceğe bağlanamadığı ve bugünde kendisini anlamlandırmaya çalıştığı ve soruları-na cevap bulamadığı için sıkılmaktadır. Geçmiş ve gelecekle kuramadığı müsoruları-nasebeti şimdiki zamanda çevresindeki insanlarla da gerçekleştiremez Hasan. Toplumun dışına çıkıp insanların “budalaca münasebetlerini” dışarıdan izleyemediği için sıkıntıdadır:

“İstanbul’da müthiş sıkılıyorum. Meryem’e rastlamış olmak hiçbir şeyi değiştirmedi. Bir takım münasebetler peydah etmek icab ediyor. Daha da edecek. Bu ise bir çevre demek-tir. Oysa ben epeyce zamandır bütün çevrelerle çelişiyorum...Sanki uzay içinde değil de zaman içinde yaşıyorum. Geçmiş ve gelecek bende hiçbir kaygı, hiçbir ilgi uyandırmı-yor. Yalnız şu an içinde varım ve ondan da kurtulmak için can atıyorum. Kendim, kendi hareketlerim benim için birer düşünce vesilesi olmaktan çıktı. Böyle olunca onlar bana hükmediyor; sonunda yalnız çevremle değil, aralıksız kendi kendimle de çelişiyorum: is-yan etmek, oturup ağlamak, katılırcasına gülmek, masanın altında sızıncaya kadar içmek, ağzıma bir damla içki koymamak. Kendimi öldürmek ya da gidip birisini öldürmek.”27 Kahramanları sıkıntıya sevk eden en önemli şey hayatın sıradanlığıdır. Büyük şehirlerde hayat öylesine sıradandır ki bu sıradanlığın içinde yaşayan birçok insa-nın hayatı sorgulayacak vakti bile yoktur. Belki de bu sıradanlık hayatın devamı-na yardımcı olmaktadır, kendini tekrar etmek yaşamın amacı hâline gelmiştir Aylak

Adam’ın kahramanı C.’ye göre. Tıpkı Hasan gibi C. de iç sıkıntısı yaşayan ve bundan

kurtulmaya çalışan biridir:

“Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. ‘İş avutur,’ derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demir-ci bile ikindemir-ci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama biliyor-du: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi.”28 Görüldüğü gibi gündelik olanın tekrarıdır kahramanı sıkıntıya sokan. Kahraman bir ara tam da bu gündelik olanın içinde yaşamaya kendisini alıştırmışken, sıradan insan olmak üzereyken özüne döner:

26 a.g.e., s. 37. 27 a.g.e., s. 85.

(8)

“Çok oturdum; hayır çok yattım. Terden, yorgunluktan korktum. Rahattım. Rahatına düşkünlerden, eli paketlilerden bir ayrılığım yoktu. Ona ‘ötekiler yok; ikimiz varız’ diye bağırdığımda bile ötekiler gibiydim. Neden gülüyorsun? Bir ay akşamları eve üzüm taşı-madım mı? Üzümü hep aynı manavdan altaşı-madım mı? O gün bu kalın kaşlı manav bana ko-caman kesekağıdını uzatıp, ‘-Razakı seversiniz siz. Bitecek gibiydi de ayırdım,’deyince sevinmedim mi? Adama parasını verirken kendimi dükkanın aynasında, kucağımda kese kağıdıyle görünce utandım. Sanki aynadaki ben değildim. Gece, razakı üzümü yiyebile-ceği için sevinen biriydi bu. Bir daha üzüm almadım.”29

Babil mi, Ötesi mi?

Varoluş kaygıları yaşayan, modern şehirlerin iç karartıcı havasında yaşamak zorunda olan, yabancılaşan kişi “bulunduğu yeri” beğenmez. Yaşadığı “sıkıntıların” kaynağı olarak gördüğü bu yeri değiştirme gücünü de kendisinde bulamadığından, buradan “kaçmak” ister. Yazarın yüzyıllar boyunca düşlediği “ütopya”dır burası.

Sokaktaki Adam’da Babil’in ötesiyken Aylak Adam’da A-da-ko (Ağaç dalı

komp-leksi)dur. Bu “ütopik” dünya üretme çabası Albert Camus’nün tarif ettiği “yaratıcı çaba”nın dünyayı/gerçekliği yeniden oluşturma isteğidir aslında.30 Çünkü, Babil’de

olmak “sıkıntının kaynağı olan” alışkanlıkları sonuna kadar yaşatmak demektir. Ba-bil’de yaşayan, hesabını kitabını yapar. Babil, modern şehirdir ve bu şehrin kendini tekrar eden hayatlarını yaşayanlardan değildir/olmayacaktır Hasan. Daima ötesine geçmeye çalışır Babil’in, orada olmak onu bir zaman geçtikten sonra sıkar. Babil’de yaşayan kaderine boyun eğer, Babil’in ötesini özleyeninse kaderle alışverişi yoktur, o, “kendi yolunu kendi” çizer.31 Hasan ile Ayhan arasındaki en büyük engel, farklı

dünyaların insanı olmalarıdır. Ayhan, Babil’in yurttaşıdır. O, Babil’in kötülüklerinin farkında olmasına rağmen Babil’in dışında yaşamayı göze alamaz:

“Evet! Bunu bütün vücudumda, ruhumda hissediyorum: ben, Babil’deyim. Ahlaksızlık-lar, daleveraAhlaksızlık-lar, karaborsaAhlaksızlık-lar, ihtilaller, hükümet darbeleri, iki yanımda beygir cesetleri gibi çürüyorlar. Aşağılık ve kibar fahişeler, seviciler, puştlar; kumarbazlar, hırsızlar, teşki-latlı propagandalar zehirli ağlarını geriyor. Ben bunların ortasındayım ve Babil’deyim.”32

Sokaktaki Adam’da tasvir edilen Babil ve ötesinin benzerini, Aylak Adam

ro-manında görüyoruz. Burada sembolize edilen Ku-ya-ra ve A-da-ko anlayışlarıdır. Ku-ya-ra “alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlık”tır. Alışılmış tatların sürüp gittiği yer, sıradan insanların gündelik alışkanlıklarıyla yaşadıkları dünyadır.

Bura-29 a.g.e., s. 136-137.

30 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, Çev.Tahsin Yücel, Ankara: Kuzey Yayınları, 1985, s.249. 31 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 214.

(9)

sı, Sokaktaki Adam’da Babil’dir. A-da-ko ise “ağaç dalı kompleksi”nin kısaltılmış adıdır. Ağaç dalı gövdeden ayrılmak ister, “öteye uzar”, “gövdenin toprağa kök sal-mış rahatlığından” kaçmaktadır dal. C.’nin sembolleştirdiği bu kavram bize Babil’in ötesini, buraya geçmeyi kafasına koyan, sıradanlığa karşı çıkan Hasan’ı hatırlatır. Ku-ya-ra’yı yaşayan Ayşe, A-da-ko düşüncesine sahip olansa C.’dir. Dolayısıyla Ay-şe’nin ve C.’nin sonuna kadar bir arada yaşamaları mümkün değildir:

“Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; ‘Kumda yatma rahatlığı.’ A-da-ko: ‘Ağaç dalı kompleksi.’ Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum. Daha da genişletilebilir. Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye ge-çen günlerin kolaylığı. Ya adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben ‘ağaç dalı kompleksi’ diyorum. Genç hastalığıdır. Çoğunlukla Kuyara dişidir. Adako erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur. Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir. İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu Adako’yu budarlar. Onu gövdeden ayır-mamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.”33

Babil’in sıradanlığına ve ku-ya-ra’yı yaşayanlara eleştiri vardır iki romanda. Sı-radan insan, yapmak istediği ile yaptığı, düşündüğü ile yaşadığı arasında uçurumlar olan ve bu nedenle sıkıntılı olandır. Oysa Babil’in ötesini düşünen ya da “A-da-ko” düşüncesindeki kahramanın içi neyse dışı da odur. O, insanların iki yüzlülüklerinden, menfaatçiliklerinden, vurdumduymazlıklardan bıkmıştır ve sıradan insanların küçük dünyalarında kurdukları korku imparatorluklarından da sıkılmaktadır.

Sıradanlıklar evliliklerde de kendini gösterir. Sokaktaki Adam’a göre, evlilikler menfaat içindir ve toplumun baskısından doğar. Kişi sadece başkaları da öyle yapıyor diye bir başkasıyla evlenir ve hevesini aldıktan sonra ayrılmak için bahaneler arama-ya başlar.34 Aylak Adam’da da benzer düşünce savunulur. Aile, bireylerin

sıradanlaş-maya başladığı bir kurumdur. Aile bireyleri, “birlikte yaşamanın” gerekli olduğuna inanır; çünkü “herkes” böyle düşünmektedir. Çoğunluğun bu düşüncesi, onları birlik-te yaşamanın zorunlu olduğuna inandırmıştır:

“Saçmalıklar! Biz gene de onun öğüdüne uyup için için gülelim. Bunların, çevrelerinde sevişen iki insana gösterdikleri bu hoşgörü ne zamana dek sürecek acaba? Bu sevginin onlardaki güdük sevgi ölçüsünü aşan başkalığını, törelere uymazlığını görünce nasıl te-dirgin olacaklar! Bizi aralarından atarlar. Çocuklarına kötü örnek olduğumuzu söylerler. Sanki çocuklarına kendilerinden daha kötü örnek olabilirmiş gibi. Bu çatının altında ya-şayanlarda ortak ne var? Yalnız birlikte yaşama zorunluluğuna inanmaları. Kimi pilavı patlıcanlı ister, kimi patlıcansız; kimi tuzlu, kimi tuzsuz; kimi erken yatmak ister, kimi 33 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 132.

(10)

geç; biri şarkı dinlerken öteki caz müziği ister. Sabahları kalkışlar... biri gördüğü düşü anlatır. Dinleyen, düş dinlemeyi sevmez. Karı kocalar bile böyle değil mi? Ortak neleri var? Haftanın belli günleri et ete sürtünmekten başka? Gene de dayanıyorlar.”35

Oysa Aylak Adam bu tür zorunluluklara asla katlanamaz. Yaşam felsefesinde bu sorunun çaresi de hazırdır: “Gücün dayanmaktansa yalnızlığıma kaçarım.”36

Sıradan insan etrafını değiştirmeye çalışmaktan çok ona uyum sağlama iç gü-düsüyle yaşar, eğer sıradanlığın biraz dışına çıkarsa diğer insanların önyargılarını ortadan kaldırabilir, onları da değiştirebilir:

“Ya soğuktan ya sıcaktan ya da sokağın önüne sehpayı kurduğunuz zaman insanların ala-yından korkarsınız. Oysa bir başlasanız alışacak hepsi; bir gün yaptığınız resme merakla bakan bir haylaz oğlandan başka kimse görmeyecek sizi.”37

İnsanoğlu, şehirde yarattığı korkuların esiri olmuştur, kendi kendisini engel-lemiş, hareket edemez hâle getirmiştir. Anlatıcı, kahramanının, korkularını bırakıp içinden geleni yapması hâlinde toplumu da özgürleştirebileceği inancındadır.

Attila İlhan’ın romanında zaman zaman ortaya çıkan ve dünya görüşünü anla-tan kahramanı Sokaktaki Adam, sıradandır; küçük ayrıntıları görür, alışkanlıklarıyla övünür. Üzerine gitmez farklılıklarının; çünkü farklılıklar sıradanlıkların önüne ge-çer, korkuya düşürür, yalnızlaştırır insanı. Ancak Hasan’ın ve C.’nin istediği tam ola-rak budur. Bu kişiler farklılıklarını anlamaya, anlatmaya çalışırlar ve hissettiklerini olduğu gibi yaşarlar. Oysa, herkesin işini gücünü, zamanını mekânını, yaşam tarzını bir sistemin emrine verdiği bir dünyada “ayrıklık”, “farklılık” gibi söylemler sıkıntı-lıdır. Bunaltı, sıkıntı gibi duygular bireyle toplumun bu çatışmalarından kaynaklanır.

Bir Kaçış Mekânı Olarak Sinema

Yazar, Aylak Adam’da, sıradanlığın verdiği iç sıkıntısının nedenlerini insanla-rın sinemayla alakasızlıklainsanla-rına bağlıyor. Sinema, Sokaktaki Adam romanında, şehirli bireyin kendini bulduğu, Babil’in yeknesaklığından kaçtığı bir mekândır. Benzer şe-kilde, Aylak Adam’da “ağaç dalı kompleksi”ni yaşayan, sıradanlıktan uzaklaşmaya çalışanların geçici de olsa sığındığı yerdir. Aylak Adam’da, sinemaya giden kişi çağın “kısa ömürlü bir yaratığı”dır:

35 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 112. 36 a.g.e., s. 112.

(11)

“Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İn-sanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu ara-larına alıyorlar, eritiyorlar.”38

Sinemanın etkisi onu bir an sıradanlıktan kurtarır, kendisine döndürür. Ancak bu hâl uzun sürmez, kişi sinemadan çıktıktan beş on dakika kadar sonra eski hayatına geri döner. Sinema ile temsil edilen sanat bireye, kısa bir zaman da olsa, yaşadığını hatırlatır. Dünyaya sanat penceresinden bakan kişi insanları sever, farklı yaşamayı önemser, yaşananlara kayıtsız değildir. Sinemanın toplum hayatına etkisi, insanları dönüştürme gücü üzerine Sokaktaki Adam’ın kahramanı Hasan’ın benzer bir ifadesi vardır. Yalnız, Hasan sinemanın büyüleyiciliğini insanların iki yüzlülüğü olarak alır. İnsanların dışarıda eleştirdikleri davranışları sahnede gördüklerinde alkışlamaları saçmadır ona göre:

“Filmler genellikle insanları ya kendi hayatlarından aşırı derecede memnun eder, ya da müthiş soğuturlar. Birinci hâlde, sizi, baş aşağı sallanarak kuluçka olmadığı hâlde yu-murtaların üstüne yatırılan bir hindinin safça ve hatta ahmakça mutluluğu kucaklar. İkin-ci hâlde ise hırs canınıza okur. Meryem bunu düşünecek kadar beyin sahibi değildi ve bu yüzden filmler onu büyülüyordu. Beyaz perdedeki saçmalıklar bir sinema salonunda da-ima mülayim karşılanır. Salondaki münasebetsizlikler de öyle. Ben bunu yapamadığım için Meryem bana içerledi. Ve: -Münasebetsizlik ediyorsun! Dedi. Münasebetsizlik!... Görüyorsunuz ya, dünyada her şey görece! İnsanlar cumartesi için yaratılmışlar, ve her şey görece! Film bitince Meryem hayran oldu. Ben onun hayranlığıyla alay ettim. Kendi hayatı ve davranışlarıyla her gün tuzbuz ettiği kavramları perdede görünce onlardan yana çıkıyordu.”39

Film seyreden kişi sinemadan ya aşırı derecede rahatlamış olarak çıkar ya da hayattan soğur. Sokaktaki Adam’da ifade edilen sinemanın büyüleyiciliği Aylak Adam için de geçerlidir.40

Arayış ve Tamamlanmamışlık Hissi

Albert Camus’ya göre insanın esas acısı bir yanda verili bir dünyada yaşamak zorunda oluşu diğer yanda ise bu dünyaya tamamıyla sahip olamamasıdır. “Tanta-le’ın suyu gibi, bilinmedik bir ırmak ağzına doğru” akıp gidenlerin gerçek özlemi “ırmak ağzını tanımak, ırmağın akışına istediği gibi yön vermek, yaşamı en sonunda

38 a.g.e., s. 18.

39 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 154. 40 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 154.

(12)

yazgı olarak tanımak”tır.41 Bu “yön verme arzusu” roman kahramanının arayışını,

sahip olma isteğini doğuran esas nedendir. Bu açıdan baktığımızda “arayış” ortak kavramlarındandır iki romanın. Nedir aranan? Bilinmez. Mutluluk mu, insanlık mı, gerçek sevgili mi? Yoksa Aylak Adam’ın da sorduğu gibi “dünyada olmayan” mı?42

Sokaktaki Adam’da aynı soruyu, farklı biçimde Hasan sorar ve cevabını o da

bilme-mektedir:

“– Hiç gelmedin mi İstanbul’a? – Geldim Ayhan.

– Beni aramadın demek?

Seni aramadım Ayhan. Başka birşeyler arıyordum. Ne aradığımı da galiba bilmiyordum. Yalnız değişik ve başka birşeyler.”43

Aslında bu iki romanda aranan ortak bir şey vardır: “Dünyada var olmayan.”

Diğer Benzerlikler

Bu iki metni oluşturan unsurların birçoğu o kadar benzerdir ki okurken kişilere, mekânlara, zamana hiç de yabancı hissetmezsiniz kendinizi. Bir yerlerde iki roman kahramanının karşılaşacağını düşünürsünüz. Kahramanlar karşılaşmazlar ama onla-rın sokakta gördükleri bazen neredeyse aynı kişidir. Sokaktaki Adam’da Hasan’ın gördüğü, Beyoğlu’nda, çoğu zaman sinemaların önünde görülen “şaşı kadın”:

“Beyoğlu ezeli cümbüşüne devam ediyor.. Hiçbir değişiklik yok. Yalnız bir şaşı orospu vardı, sinemaların önünde dolaşan, o görünmüyor.”44

Aylak Adam’da Taksim’de kimi beklediği belli olmayan –belki de aynı– “şaşı

kadın”dır:

“Ya karşıki şaşı kadın, durmuş kimi bekliyor? Koş, bayım, koş; kaç bu caddeden. Yeti-şemeyecek. Evet, tramvay kalktı. Neyse, üzülme, bir başkası gelir alır seni. Ama şimdi koştun diye içinde bir utanma var değil mi? Taksi demişler buraya.”45

Sokaktaki Adam’da Leon Andrea, Meryem ile Hasan arasındaki ilişkiye

kız-gınlığını “denize karşı köpekler gibi sevişmeğe benzemez bu iş” cümlesiyle ifade eder.46 Bu cümle bize Aylak Adam’da Ayşe’nin yapmaya çalıştığı resmi düşündürür, 41 Camus, Albert, a.g.e., s. 239.

42 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 41. 43 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 194. 44 a.g.e., s. 37.

45 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 34. 46 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 147.

(13)

Sokaktaki Adam’da sarf edilen cümle, Aylak Adam’da tablo hâline gelip “Kıyısında

iki insanın seviştiği deniz”e dönüşecektir. Bu romanda da böyle bir resim “saçmalık” olarak görülür.47

Hasan ve C. arasındaki önemli benzerliklerden biri de iki kahramanın sıkça ifade ettikleri “şakak ağrıları”ndan şikayetleridir. C.’nin iştahsızlığı “sol şakağının ağrıdığı günlere” rastlar ya da bir an “Sol şakağında, gözüne yakın çabuk geçen bir ağrı” duyarken, Hasan’ın çoğu zaman sıkıntıdan başı ağrır: “Aramızdaki soğukluğu elimi uzatsam kalıp kalıp tutabilirdim. Başım ağrıyordu. Hele şakaklarım!”48

İki kahramanın hayatları açısından da bir “tamamlanmamışlık” durumu vardır. Hasan “tahsilini terk eder” ve “askere gider”.49 Sanki C., bu tahsilin yarım

bırakılışı-nın açıklamasını yapar gibidir; o da Edebiyat Fakültesine yazılır, dört ay dayanabilir ve “sonra askere gider.”50 C.’nin terk ettiği Edebiyat Fakültesinde, Hasan, sevgilisi

Ayhan’ı bekler. Kahramanların sevgililerini bekleme sahneleri de çok benzer. Aylak Adam tatlıcıda Hasan ise Fakültenin kantininde bekler sevgilisini. Hasan’ın bekleyişi romanda şöyle ifade edilir:

“Girenler çıkanlar. Her açılışta başımı kaldırıyor: Şimdi Ayhan...diye içimden geçiriyo-rum: “Başında beresi sırtında trençkotu.” Kapı açılıyor, saçlarını sarmaşık gibi boynuna dolamış felsefeci bir kız görünüyor. Antonio basıyor kahkahayı...Bir girse kapıdan” diye kuruyorum...kapı bir açılsa ve Ayhan görünse...” Kapı açılıyor ve Ayhan görünmüyor...”51 Bir de Aylak Adam’ın tatlıcıda oturup Güler’i beklerken söylediklerine bakalım:

“Bu havada palto! Hasta mı? Çalışırken fenalaştı da evine mi dönüyor.?... Banka memu-ru mu? Ya Güler? Köşeye baktı. Onu adıyla düşünmek hoştu. Belki köşeye varmadan görecekti. En geç beş buçukta umuyordu. Garsonu çağırıp içtiği soğuk sütün parasını verdi. Dünkü gibi arkasından bağrılsın istemiyordu. Tatlıcının saati beş buçuğu göste-rince umudu kesinliğini yitirir gibi oldu. Başka yoldan mı gitmişti? Son dersten beşe on kala çıkarlardı. Arkadaşlarıyla biraz çene çalsa da şimdiye değin gelmesi gerekirdi. Ya bir tramvay kaçırdıysa? Bir çeyrek daha bekleyecekti. Yollar kalabalıktı. Baktığı yeri gözlerinden en uzun sakladıkları için en çok bebek tramvaylarına kızıyordu. Devetüyü paltolu bir kadın görünce yüreği çarptı; ama o değildi...”52

Attila İlhan’ın Zenciler Birbirine Benzemez adlı romanında da sıkça kullandığı ve “varoluşçu bunaltı”nın tezahürlerinden olan “hayata tükürmek”, “hayatın tükür-düğü insan olmak” vs. gibi ifadeler Sokaktaki Adam ve Aylak Adam’ın dünyasındaki

47 a.g.e., s. 137. 48 a.g.e., s. 89. 49 a.g.e., s. 37.

50 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 129. 51 a.g.e., s. 186-187.

(14)

benzerliklerdendir. Hasan hem kendi yüzüne “tükürür” hem de romanın “kötü kadı-nı” Meryem’in hayatına “tükürülür”. Diğer yandan Meryem herkesin yüzüne tükü-rür.53 Aylak Adam’da kahramanların yüzüne tüküren “İzmirli”dir.54

Olay örgüsü devam ederken, alakasız bir yerde, okuyucunun dikkatini etrafta-ki herhangi bir varlığa çekme isteği ietrafta-ki romancının da benzer arzusudur. Sokaktaetrafta-ki

Adam’da olay anlatılırken birden bire bakışımız, masanın üzerindeki bir sineğin

“el-lerini” ovuşturmasına çevrilirken,55 Aylak Adam’da tavandaki mavi abajurlu lambada

gezinen sineğe yoğunlaşır.56

Sonuç

Türk edebiyatında 1950’li yıllarda “varoluşçu” düşüncenin yansımaları yoğun olarak görülmektedir. Sokaktaki Adam romanının giriş bölümünde kendisi için sıra-danlığın dışına çıkmanın önemli olduğundan bahseden Attila İlhan, eserlerinde an-latmaya çalıştığı “olağanüstülüğü”, bilinçli bir arayış sürecinden sonra yakaladığını söyler. Yazarın hem yaşantısında hem de kurduğu itibarî metinlerde “aleladeliğin dı-şına çıkma” arzusu vardır. Aleladeliğin dıdı-şına çıkmak ise biçimde ve içerikte yapıla-cak değişikliklerle olayapıla-caktır. Attila İlhan’ın kendi romanında uygulamaya çalıştığı bu değişimin Türk romanının değişimine/gelişimine büyük katkısı olduğu açıktır.

Aslında İlhan, roman sanatı konusunda yenilikçi bir tavır takınmakta, yaşadığı dönemi yansıtan düşüncelerini eserine de yansıtmaktadır. Bu tavır her iki yazar için de geçerlidir. Bir yandan “köy gerçekçiliğinin haklı fakat ilkel” düzeyinden kurtul-maya çalışan Attila İlhan’ın; diğer yandan “dünya üzerinde söylenmemiş söz bulun-madığı” inancında olmakla birlikte, yeni söyleme biçimlerinin peşinde koşan Yusuf Atılgan’ın gayretleri, iki yazarın “yenilik arayışı” konusunda benzerliğini göstermek-tedir.

Bununla birlikte, düzenin katı kurallarına ayak uyduramayan, sıradanlıktan nef-ret eden, Babil’in ötesine geçmeyi arzulayan özellikleriyle Sokaktaki Adam’ın kah-ramanı Hasan’ın romanımızdaki değişimi/dönüşümü Aylak Adam’dan önce haber verdiği hususu gözden kaçırılmamalıdır.

Metinler arası bağlamda düşünüldüğünde, Yusuf Atılgan’ın Sokaktaki Adam’da-ki itibarî birçok unsuru, yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, Aylak Adam’da yeniden ele aldığı görülmektedir. Böylece yazarın, metinler arası yaklaşımın amacına

53 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 123. 54 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 105. 55 İlhan, Attila, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969, s. 62. 56 Atılgan, Yusuf, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 148.

(15)

uygun olarak, okurunun dikkatini metin karşısında canlı tutma, onu bu şekilde kur-maca metne dahil etme isteği de sezilmektedir.

KAYNAKLAR

Aktulum, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Ankara: Öteki Yayınevi, 1999. Ankara, Zeynep, Yalnız Şövalye Attila İlhan, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996. Atılgan, Yusuf, Anayurt Oteli, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1974.

, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.

Aytaç, Gürsel, Genel Edebiyat Bilimi, İstanbul: Papirüs Yayınları, 1999.

Bayram, İhsan, “Her Kötü Yazarın, Aptal Bir Hayranı Vardır”, İstanbul: Kitap-lık Dergisi, S.41, 2000.

Benjamin, Walter, Son Bakışta Aşk-Baudelaire’de Bazı Motifler, Haz. Nurdan Gürbilek, İstan-bul: Metis Yayınları, 2006.

Beauvoir, Simone De, Kadınlığımın Hikâyesi, İstanbul: Payel Yayınları, 1988. Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, Çev.Tahsin Yücel, Ankara: Kuzey Yayınları, 1985. Çetin, İnan, “Aylak Adam ve Anayurt Oteli’nde Rastlantıların ve Simgelerin İşlevi”, İstanbul:

Notos Öykü Dergisi, Ağustos-Eylül S. 35, 2012.

Demiralp, Oğuz, Bir Ayrıntının Ardında, İstanbul: Kitap-lık Dergisi, S. 41, 2000. Dirlikyapan, Jale Özata, Kabuğunu Kıran Hikâye, İstanbul: Metis Yayınları, 2010.

Ecevit, Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004. Ekiz, Tevfik, “Alımlama Estetiği mi Metinlerarasılık mı?”, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil

ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 47-2, 2007.

Fuat, Memet, “Bunalan Genç Adamlar”, İstanbul: Varlık Dergisi, S. 502, 1959.

Güdek, Orhan, “Yabancılaşma ve Yalnızlık İzleği Çerçevesinde Bir Mukayese Denemesi Ay-lak Adam ve Yeraltından Notlar”, İstanbul: Türk Edebiyatı Dergisi, S. 401, Mart, 2007. İlhan, Attila, Hangi Edebiyat, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2011.

, Sokaktaki Adam, İstanbul: Öz Kitaplar, 1969.

, Zenciler Birbirine Benzemez, İstanbul: Karacan Yayınları, 1981.

İnci, Handan, “Türk Romanının İlk Yüz Yılında Anlatım Tekniği ve Kurgu”, Kitap-lık Dergisi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, S. 87, 2005.

Kristeva, Julia, “Nous Deux” or A (Hi)story of Intertextuality, Vol. 93, Romanic Review, Co-lumbia University, Jan-Mar 2002.

Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997. Naci, Fethi, 40 Yılda 40 Roman, İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 1994.

Uğurlu, Seyit Battal, Yusuf Atılgan’da Baba İmgesi: Psikanalitik Bir Yaklaşım, Ankara: (Bil-diri) İCANAS, 2007.

(16)

Referanslar

Benzer Belgeler

Müslüman Türk toplumunda, erkeğin kadından üstün tutuluşundan ve kadının erkeğe eşit olmadığı fikri hâkim olduğundan Türkiye’de kadın hareketleri zor

Yusuf Atılgan Aylak Adam romanında bilinç akımı, iç monolog, leitmotif, diyalog, mektup yazma ve günlük tutma gibi anlatım tekniklerini kullanır.. Aylak Adam’da

Albert Camus’nün Yabancı ve Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam eserlerinde bilinç akışı.. Emel ÖZKAYA 1 APA: Özkaya,

Kelime grubundan oluşan Türk roman, başlıkları ise isim tamlamaları (belirtili isim tamlaması, belirtisiz isim tamlaması), sıfat tamlamaları, Farşça tamlamalar, Fiilimsi

Ancak Nice, nötron y›ld›zlar›n›n ilk olufltuklar›nda ötekiler gibi 1,35 Günefl kütlesinde olmalar›, daha sonra.. yak›nlar›ndaki y›ld›zlardan yuttuklar›

antiproliferative activity of compounds was investigated on four cancer cell lines, a549 (human lung cancer cell line), hela (human cervical cancer cell line), mcF7 (human

Öncelikle ısı depolama tankı içerisinde bulunan ısıl enerji depolayıcı su ortamının ön boyutlandırması aktarılmış, daha sonra CFD analizi yardımıyla ısı depolama

When AGO factor is added to the analysis, it is seen that ranks students acquire in their own dwelling units and at their own class levels in the Level determination examination is