• Sonuç bulunamadı

Toprak ve ateşle 40 yıl:İlk seramik sanatçımız, altın madalyalı Füreya:'Ateş kızları'nın annesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Toprak ve ateşle 40 yıl:İlk seramik sanatçımız, altın madalyalı Füreya:'Ateş kızları'nın annesi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

. . .

T P fil 1SIL

um hur ¡yet M atbaacılık ve Gazetecilik T ürk A nonim Şirketi ad ın a ly Politika: Ccial Başlangıç, Di* Haberler Krgun Balcı, Ekonomi. Cengi/ lürtun, l> Sendika: Şuknuı Ketenci, Kültür: Celal (İster, bosun w Yayan Cumhuriyet Matbaactlık ve Ciım

tdi # Genel Yayın MudurU: lla su n C em al, M üessese M udurll: Eğitim: Gcmıy Şayian, Haber Araştırma: İsmet Berkan, Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Spor Danışmanı: Abdulkadir Yucetman, 3$J34 lu PK. 24frlsıanbul lel: 512 05 05 (2 şaklıgil, Ya/ı İşleri M üdürü: Okay G önensin, # H aber M erkezi Dı/j Yazılaı Kerem Çalışkan, Araştırma: ikilin Alpay, Düzeltine: Abdullah Ya/ut. # Koordinatör: Ahınel Kurulsan, # Mali İşler bürolar Ankara: /ıya Ciokalp Blv. İnkılap S. No.

Yalçın Bayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: Ali Acar, # Temsilciler: tio l EffctM. # Muhasebe Bülent Yener # Butye-Planlaına: Sevgi Osmanbeşeoglu # KekUun: Ay>e lorun, # Ek Yfcyınlar: Hülya 05 65 % l/mir H. Ziya Blv 1352 <U/3, ifc C Ahmet lan, İZMİR: Hikmet (,'etinkaya, ADANA: Çetin Yigenoglu Akyol % İdare: Hüseyin Girer, 0 İşletme: Önder (.elik, # Bilgi-lşlcm: Nail inal. # Personel: Sevgi Bostancıoglu. # Adana: InOnU Cad. 119 S. No: I Kal I. id:

M: 14 MAYIS 1990 İmsak: 3.55 Güneş: 5.41 Öğle: 13.05 ikindi: 17.00 Akşam: 20.20 Yatsı: 21.58

Toprak ve ateşle 40 yıl: İlk seramik sanatçımız, altın madalyalı Füreya

6Ateş kızlam’nm annesi

FÜREYA KORAL — “Plastik sanatlara geniş yer veren dergilere ihtiyaç var.” (Fotoğraf: Ara Güler)

PORTRE^

FÜREYA KOBAL

Duvar panoları

1910’da İstanbul’da doğdu. Notre Dame de Sion Lisesi’ni bitirdi (1927). İÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğrenim gördü. Lozan’da özel bir atölyede seramik çalıştı; çalışmalarını Paris’te ünlü seramikçi Serre’nin atölyesinde sürdürdü. 1951’de Paris ve İstanbul’da ilk sergilerini açtı. Kısa sürede başarılı bir seramik sanatçısı olarak tanınan Füreya, birçok bina için duvar panoları hazırladı. Daha sonra hayvan biçimli plastikler, vazo ve tabaklar, evler, mahalleler yaptı. Türkiye’de ve yurtdışında açtığı sergiler geniş ilgi gördü; uluslararası seramik sergilerinde üç madalya (1955’te Cannes’da gümüş madalya, 1962’de Prag’da altın madalya, 1967’de İstanbul’da gümüş madalya), Washington Smithsonian Enstitüsü’nden ödül, Fransa’daki Vallauris Bienali’nden onur diploması aldı.

1981’de Kültür Bakanlığı ö d ü lü ’ne, 1986’da Sedat Simavi Vakfı Plastik Sanatlar Ödülü’ne değer görüldü.

“Baktım ki kendimi

tekrarlıyorum, üç yıl

önce seramik

yapmamaya karar

verdim. Fırını sattım,

atölyeyi boşalttım.

Resim yapayım dedim,

o da beni tatmin

etmedi. Şimdi pişmiş

topraktan heykeller

yapıyorum!’

“Sanatın bir dalında

yetişince başarılı

olamazsınız. Sanat bir

bütündür!’

ALPAY KABACALI

“ Daha ilk tecrübelerinden iti­ baren seramiği başka iklimlere ta­ şımaya çalıştı. Bu sayede seramik eserleri ilk işaretimizde piştikleri ateşin karşısında hizmetimize ko­ şan uysal cariyeler olmaktan kur­ tuldu. Bu ateş kızlan şimdi büyük resmin ve heykelin gururuyla bi­ ze geliyorlar. Tabak gibi, fincan gibi hususi bir iş görenler bile bi­ zimle bir sevgili nazıyla, edasıyla konuşuyorlar.”

Ahmet Hamdi Tanpınar, 14

Kasım 1958 günlü Cumhuriyet’- te, “ Füreya’nın Seramik Sergisi” başlığı altında bunları yazıyordu.

Oysa Füreya, “ İlk başladığım­

da geleneğimizin çizgisinde git­ mek istedim” diyor. “ Duvar pa­

noları yaptım. İlk sergimi açınca sordular, ‘Niye düz şeyler yaptı­ nız da objeler yapmadınız? Sera­ mik, obje demektir’ dediler. Tar­

tışmalar oldu o zaman. Ben bir de duvar çinisi vardır dedim, bu da bizim geleneğimizdir; o yüdan git­ mek istiyorum. Bunu yapmak ge­

rekliydi. Çünkü yeni bir mimari türü başlamış ülkemizde. Beton... Orada, geleneğimizde olmayan vitray, fresk filan kullanmaktan- sa, niçin çini kullanmayalım? Yaptım. Düşündüğümden de ça­ buk o ld u ...”

1963’e kadar yalnız duvar pa­ noları yaptı. Çamuru kendisi ha­ zırlıyor, kendisi çiziyor, kendi fı­ rınında pişiriyordu...

O tarihten sonra üç boyutlu ça­ lıştı: Seramik formlar, vazolar, tabaklar, kuşlar, baykuşlar ve ka­ pılar, evler, mahalleler...

Daha ilk sergisinden başlaya­ rak, kendine özgü bir seramik dünyası y arattı. T a n p ın a r’ın

“ başka iklimler” dediği, bu. Ya­

şar Kemal’in deyişiyle, “ ışıktan

dünya” ya da “ ışık efsanesi” ... Yurtdışında da geniş ilgi gördü yapıtları. Herbert Read gibi eleş­ tirmenler, birçok büyük gazete ve

dergi ondan övgüyle söz etti. tik sergisini 1951’de Paris’te aç­ mıştı. Aynı yıl İstanbul’un biricik galerisi Maya’da sergiledi yapıt­ larını. Türkiye’nin ilk seramik sa­ natçısı, ilk sergisini düzenliyordu. Güzel Sanatlar Akademisi ilk “ mezunu” nu üç yıl sonra, 1954’te verecekti (Sadi Diren)...

“ Sergiye gelenler, panoları gös­ terip ‘bu nedir’ diye bana soru­

yorlardı. Ülkemizde o kadar ge­ leneği olan bir sanat... Porselen mi, alçı mı, diye soruyorlar. Unu­ tulmuş... Ondan sonra Akademi’- den, Tatbiki’den gençler yetişti, seramikçiler çoğaldı. Bunu gele­ neğe bağlıyorum. Bugün dünya çapında seramikçilerimiz var.”

1950’lerin o ilk yarısında nice güçlüklerle karşılaştı Füreya. ti­ ki, ‘malzemesizlik’ti. Ne fırın var­ dı, ne boya, ne süzme teli...

‘Ortam’ da yoktu kuşkusuz. Ama

bütün engelleri aşıp atölyesini kurdu, fırınını yaktı...

“ Sanatın her dalından insan ge­ lirdi atölyeme, konuşurduk” di­ yor. “ Seramikten felsefeye kadar

her şeyden konuşurduk.” Kimler mi gelirdi? Tanpınar gelirdiAb-

met Kutsi Tecer gelirdi. Sabahat­ tin Eyüboğlu, Bedri Rahmi, Ok­ tay Rifat, Melih Cevdet, Yaşar Kemal, Mazhar Şevket, Ulvi Uraz, Adalet Cimcoz, Abdülba- ki Gölpınarlı... Daha birçok ki­ şi... “ Şimdi var mı böyle bir

şey?” diye soruyor Füreya. “ His­

sediyorum, sergilerde de görüyo­ rum. Bir resim sergisine gidiyor­ sunuz, yalnız ressamları görüyor­ su n u z. Oysa b ö y le d eğ ild i “ 60” ların ortalarına kadar. Ga­ liba kalmadı o tür kişiler. Biraz da insanlar kendi kabuğuna itiliyor­ lar.”

Parlak başarılarla gelişen ve

i ı ı l i L

otuz beş yılı aşan bir sanat yaşa­ mı...

“ Üç yıl önce seramik yapma­ maya karar verdim” dedi Füreya. Yanlış mı işittim, diye geçirirken aklımdan, ekledi: “ Herkes şa­

şırdı” .

“ Bu kararı güç verdim, ama verdim. Çünkü baktım ki kendi­ mi tekrarlıyorum, ufak tefek de­ ğişiklikler oluyor, renk değişiklik­ leri filan, ama aynı espri... Yap­ mak zorunda kalmamak için fı­ rını sattım. Atölyeyi de boşalttım, seramik yapmaya heveslenmeye­ y im ...”

Bir şaşkınlık daha... Yaşam­ dan, sanattan (aslında ikisi de ay­ nı kapıya çıkıyor) kopmuş bir kimseye benzemiyor karşımdaki Füreya. Neyse ki, “ Hiçbir şey

yapmamak olacak şey değil tabii”

diye sürdürdü konuşmasını. “ Re­

sim yapayım, dedim, o da beni ye­ ter derece tatmin etmedi. Yine ça­ muru aldım elime. Ama bu sefer heykeller yapıyorum. Pişmiş top­ raktan. Zaten benim fırında ol­ mazdı, odun fırını gerekiyor.”

Resim ve heykele seramikle bir­ likte başlıyor Füreya, 1947’de... O tarihlerde İsviçre’de, bir sana­ toryumda kalıyor uzun süre. İşte orada, bir şeylerle uğraşmak ge­ reksinimini duyuyor. Kitaplar ge­

tirtiy o r ve ileride ü n lü ,

•profesyonel’ bir sanatçı olmayı aklına hiç getirmeden “ elini ça­

mura sürüyor” . Sonra bu işi da­ ha iyi öğrenmek için bir hoca arı­ yor. PolonyalI yaşlı bir hanım bu­ lunuyor. Meğer o seramik konu­ sunda hiçbir şey bilmiyormuş. Ressammış... Öndan resim dersi alıyor. İki yıl süren sanatoryum döneminin ardından Lozan’da bir atölyeye girip seramiğe hız veri­ yor. Ve Paris’e giderek ünlü se­ ramikçi Serre’nin atölyesinde sür­ dürüyor çalışmalarını. 1951’de Paris’te ilk sergisinde taşbasma resimleri de yer alıyor. Sonradan, büyük panolar yapmaya başlayın­ ca resimden uzaklaşıyor.

Füreya’nm sanat yaşamını az çok özetledik sanıyorum. Ondan öncesini de birkaç cümleyle anlat­ maya çalışalım: Anne tarafından dedesi Şakir Paşa ile onun kardeşi Cevat Paşa, sanatla da uğraşmış kimseler. Ressam Aliye Berger’- le ressam Fahrelnisa Zeid, teyze­ leri. Cevat Şakir (Halikarnas Ba­ lıkçısı), dayısı, öteki dayısının oğ­ lu O m Kabaağaç ile Fahrelnisa

Zeid’in ilk eşinden oğlu Nejad

Devrim de ressam. Tiyatro sanat­ çısı Şirin Devrim, Nejad Devrim’- in kardeşi. Füreya’nın babası

Emin Koral, 1921’de İzmir’e ilk giren ordunun kurmay başkanı...

Büyükada’da doğan Füreya, teyzeleriyle birlikte özel öğrenim gördükten sonra Nötre Dame de Sion Kız Lisesi’ni bitirir. İstanbul D arülfünunu’nda felsefe öğreni­ m i... Kari Berger’den keman dersleri, keman virtüözü olma düşlemleri... 1930’da ilk evlilik,

“ Çalıkuşu gibi” Bursa’ya gidiş, çiftlik yaşam ı... Bir bakım a

“ dramatik” bir olay... 1935’te Ankara. Bu kez A tatürk’ün çev­ resinde çok harekeli bir yaşam. Kılıç Ali’yle (Ali Kılıç) evli... “ 40” iarın başında Vatan gazete­ sinde m üzik e le ş tirile r i... 1947-48’de sanatoryum ve 1954’te sanatı evliliğe yeğleyiş...

Füreya, çok okuyan sanatçılar­ dan. Gazete ve dergilerin yanı sı­ ra iki üç kitaba birden başlıyor. Görüştüğümüzde Kundera’nın ve Adalet Ağaoğlu’nun son roman­ ları ile kadın psikanalist Salome’- nin yaşamını konu alan bir kita­ bı okuyordu. “ Birikimsiz olmaz” diyor. “ Mutlaka bir şeyler alma­

nız, bir şeyler görmeniz lazım. Bir kültür lazım. Sanatın bir dalında yetişince başarılı olmaya imkân yok. Sanat bir bütündür.”

Bir ay önce, teyzesi Fahrelnisa Zeid’in sergisi dolayısıyla gittiği Almanya’dan izlenimlerini uzun uzun anlatıyor Füreya:

“ Korkunç önem veriyorlar sa­ nata, sanatçıya. Halkı eğitmeye de. istediğiniz kadar kitap oku­ yun, istediğiniz kadar röprodük- siyon görün, asıl eseri görmeden olmaz. Bunun içinde yetişiyorlar. Anneler babalar, beş alb yaşında, sekiz yaşında çocuklarını getiri­ yorlar müzeye. Diyeceksiniz ki, ne anlar? Böyle yetişiyor. Ondan sonra da sanata saygı duyuyor.”

Küçük kaplıca kenti Aachen’- de eski bir hamamı kendi adıyla anılan koskoca Sammlung Lud­ wig Müzesi’ne dönüştürmekle ye­ tinmeyip bu ay açılacak daha bü­ yük bir müze yaptıran, Köln’de de yine kocaman bir müze açtıran koleksiyoncuyu anlatıyor Füreya. Müze çalışanları ve sanatçılar için lojmanlar da hazırlatan Ludwig, sanatçılara bir yıllık, altı aylık burslar veriyormuş... Berlin’deki müzeler, kıskanılacak güzellikte: Nefis İslam yapıtlarının yer aldı­ ğı Darlem Müzesi, Nefertiti’nin büstünün bulunduğu Mısır Sanatı Müzesi, Bergama’dan taşman Ze­ us Tapınağı’nın pırıl pırıl sergilen­ diği müze... Yalnız ressamlara de­ ğil, yazarlara, şairlere de burslar veriyorlar...

“ Bizim bir tek modern sanat müzemiz yok. Devlet ya da bele­ diye önayak olsa, birkaç işadamı­ nın da yardımıyla yapılır.”

“ Bir başka eksiğimiz de" diyor Füreya, “ Eleştiri. Artık pek çok

sergi açılıyor. İnsanlar şaşkına dö­ nüyorlar. Hangisi değerli, hangi­ si değil... Eleştiri olmadan anla­ şılmaz. Bunun için de plastik sa­ natlara geniş yer veren dergilere ihtiyaç var.”

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

The purpose of this research is to study the fatigue level and its related factors of the lung cancer patients during the chemotherapy and the strategies to cope with.. A

liposome system; to improve curcumin skin penetration; to minimize skin absorption of oxybenzone; and to evaluate a new formulation of curcumin loaded solid lipid

TPAB çerçevesiyle oluşturulmuş programlama öğretiminin öğrencilerin akademik başarısına, problem çözme becerisi algılarına, bilgisayarca düşünme beceri

Tablo 5.1’de gösterildiği gibi karışık cezaevlerinde kadın ve çocuk için bölümü olan cezaevleri zamanla gelişerek ceza mimarlığı açısından mimari planlamaya

Çaç (Taşkent) bölgesindeki Eski Türk sikkelerine dair çalışmalarımız sonucunda, bölgede bastırılan sikkelerin çoğunluğunun Eski Türklere ait olduğu‚ bir

O zamanlar babı hümayunun üs­ tünde odalar ve daireler vardı: Fati­ hin nefsine mahsus ufak bir daire, kapı arası hazinesile defterdarlara mahsus bir yer.... Alt

Ve bu arada Peter Ustinov sah­ neye çıktı, Maximilian Schell İnö­ nü Stadı’nda futbol oynayıp bir gol attı, Prenses Süreyya ise, Amavut- köy Karakolu’nda

Sonra etrafında bu k ad ar ya­ zılar yazılan, karikatürler yapı­ lan, «efendim akşam ın bu saatin­ de de jim nastik olur mu?.» diye itirazlar yükselen bu