• Sonuç bulunamadı

Rivâyetler ve farklı yorumlar ışığında Rahip Bahîra olayı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rivâyetler ve farklı yorumlar ışığında Rahip Bahîra olayı"

Copied!
95
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANA BİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI

RİVÂYETLER VE FARKLI YORUMLAR IŞIĞINDA RAHİP

BAHÎRA OLAYI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. İSMAİL HAKKI ATÇEKEN

HAZIRLAYAN AHMET ERÇETİN

(2)

ÖZET

İslam Tarihindeki en tartışmalı konulardan birisi de şüphesiz ki Rahip Bahîra olayıdır. Hz. Peygamber'in, çocukluğunda amcası Ebû Tâlib ile beraber gerçekleştirdiği Şam seferinde meydana gelen bu olay, olağan dışı birtakım unsurlar ihtiva etmesi açısından fazlaca dikkat çekmiştir. Bu seferde Hz. Peygamber'in başından geçtiği iddia edilen bulutun ve ağaçların gölge yapması, peygamberlik mührünün görülmesi ve Hıristiyan bir rahip olan Bahîra'nın, Hz. Muhammed'in peygamberliğine dair kehanetleri, sonraları farklı bir mecraya çekilmiş, üzerinde birçok yorumun yapıldığı ve sözün söylendiği bir konu olmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Siyer, İslâm Tarihi, Tabakât, Ensab ve Hadis kitaplarında çeşitli rivâyetler aktarılmıştır.

Klasik İslâm kaynaklarından bazıları rivâyet mantığıyla olaya yaklaşmışlar bu sebeple sadece rivâyetleri vermekle yetinmişlerdir. Bazı müellifler ise bu hâdisenin tarihi gerçeklerle çelişmesi sebebiyle rivayetleri eleştirmişlerdir. Muhaddisler bu olaya biraz daha temkinli yaklaştıkları için Hadis külliyatındaki bilgiler yekün teşkil etmemiştir. Çağdaş araştırmacılardan olayı kabul edenler, bazen aşırı yüceltmeci bir tutumla olayı ele aldıkları için hiç olmayan şeyleri kıssanın aslından gibi anlatmışlardır. Kabul etmeyenler ise bu kıssaya tenkitçi bir metodla yaklaşmışlar metin ve senetteki kusurları ortaya koyarak bu kıssanın neden olamayacağını delillendirmeye çalışmışlardır. Batılı yazarların bir kısmı ise bu görüşmeden saçma sapan bir görüş olan ''Muhammed İslâm dinini Bahîra'dan öğrendi.'' iddiasını ortaya atmışlardır.

Bu çalışmada bu ve benzeri görüşlerin hepsi ortaya konularak konu değerlendirilmiştir.

ABSTRACT

One of the most contreversial subject in Islamic History is certainly the Monk Bahîra event. This case, which occured in the Sham journey that the prophet set out with his uncle Abu Talib in his childhood, attracted too much attention because of that it included some abnormal elements. The overshadowing a claude and trees, to be seen the prophethood seal and the predictions of the Christian Monk Bahîra about the prophethood of Mohammed, have been taken to

(3)

different conduits afterwards and became subjects which have been comment on and talked about many things. Several rumours quoted about this subject in Siyer, Islamic History, Tabaqat, Ansab and Hadith books.

Some classical Islamic sources have approached the matter with rumouring logic, so that they contended with giving only the rumours. But some authors criticized the rumours because of that they are in contradiction with realities. The contemporary researchers who admitted event explained things which did not happen as it happened due to their some excessive attitude of exalt. And they who did not admit that event approached this story with a critical method and put the defects inthe chain and text forward then tried to adduce proofs why this story couldn’t occur. However some western authors have brought up the scattering “Mohammed learnt Islam from Bahîra” claim.

In this study, all of this and similar thoughts have been put forward and appraciated.

(4)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER... III KISALTMALAR ... IV ÖNSÖZ... V

GİRİŞ... 1

ARAP YARIMADASI'NDA HIRİSTİYANLAR VE RAHİP BAHÎRA ... 1

1. Araştırmanının Metodu ve Kaynakları... 1

2. Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na Gelişi ... 4

3. Nübüvvet Öncesi Arap Yarımadası'nda Hıristiyanlar ... 9

4. Rahip Bahîra'nın Kimliği ve Nesebi... 12

BİRİNCİ BÖLÜM... 17

1. KLASİK İSLÂM TARİHİ ve HADİS KAYNAKLARINA GÖRE RAHİP BAHÎRA OLAYI... 17

1.1. Klasik İslâm Tarihi Kaynakları ... 17

1.2. Hadis Kaynakları ... 36

İKİNCİ BÖLÜM ... 42

2. SON DÖNEM ARAŞTIRMALARINA GÖRE RAHİP BAHÎRA OLAYI ... 42

2.1. Çağdaş İslâm Araştırmacılarının Olaya Yaklaşımları ... 42

2.1.1.Olayı Kabul Edenler ... 42

2.1.2. Olayı Kabul Etmeyenler ... 48

2.1.3. Olayla İlgili Farklı Yaklaşımda Bulunanlar ... 56

2.2. Batılı Araştırmacıların Olaya Yaklaşımları... 63

SONUÇ... 76

(5)

KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser

a.g.m. : adı geçen madde a.g.makale : adı geçen makale a.s. : aleyhisselâm

AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Atatürk ÜİFD : Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi bkz. : bakınız

byy. : baskı yeri yok

çev. : çeviren

DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi

Hz. : Hazreti

İA : İslâm Ansiklopedisi MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

s. : sayfa

sad. : sadeleştiren

s.a.v : sallallahü aleyhi vesellem

SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

thk. : tahkik

tsz. : tarihsiz

(6)

ÖNSÖZ

İnsanlık, her devirde içerisinden kalıcı eserler ve tesirler bırakan, yaptıklarıyla bir çağın kapanıp başka bir çağın açılmasını sağlayan, zihinlerde derin izler bırakan, gayretleri hem yaşadığı çağ da hem de çağlar ötesinde yankı bulan tarihî şahsiyetler çıkarmıştır. Bu büyük insanlar, ya bir peygamber ya bir devlet adamı ya bir âlim, ya bir komutan ya da bir dâhi olmuştur. Devlet adamı ve komutanlar bazen bir kurtarıcı bazen de zalim bir diktatör olarak insanlık tarihindeki yerlerini almıştır. Âlimler ise bıraktıkları eserler ile büyük kişiler olmuşlardır. Ama bunlar arasında en büyük tesiri bırakanlar şüphesiz ki peygamberler olmuştur.

İşte insanoğlu içerisinden çıkardığı bu büyük şahsiyetlerin hayatlarını incelemiş, onları tanıma ve tanıtma gayreti içerisinde olmuştur. Hayatı hakkında tarihte en çok eser yazılan ve doğumundan ölümüne kadar bütün yaşamı en ince noktasına kadar incelenen Hz. Muhammed (s.a.v)'den başka hiçbir kimse olmamıştır. Bütün hayatı çevresindeki insanlar tarafından gözlenmiş, yaşamının bütün detayları kayıt altına alınarak sonraki nesillere aktarılmıştır.

Hz. Peygamber'in, doğumundan ölümüne kadar olan zaman dilimindeki başına gelen bütün olaylar; doğumu, çocukluğu, gençliği, peygamberliği, savaşları, seyahatleri, beşerî ve siyasî ilişkilerin hepsi kayıt altına alınmış, hakkında çokca sözler söylenmiş ve söylenmeye de devam edecektir. 1860 yılında Paris'teki bir yayınevi anket düzenleyerek okuyucularından insanlık tarihinde en etkili olmuş şahsiyetin adını yazmalarını istemişti. Maksat bu şahsiyet hakkında bir kitap yayınlamaktı. Sonuç hayret vericiydi. Ankette başka herhangi bir isimle kıyas edilemeyecek derecede Hz. Muhammed'in ismini yazanların sayısı çok fazlaydı. Bunun üzerine ''Mahomet'' adlı bir eser neşredilmiştir.1 Bu ve benzeri çalışmaların sayısı Batı'da oldukça fazladır. Hz. Peygamber'in hayatı diğer din mensuplarının da dikkatini çekmiş, onlar da İslâm peygamberi hakkında çeşitli eserler ortaya koymuşlardır. Ancak bu eserlerin objektifliği tartışmaya açıktır.

Müslüman olan ve olmayan birçok kişi Hz. Peygamber'in hayatı hakkında çeşitli eserler ortaya koymuştur. Bütün hayatı incelenen Hz. Peygamber'in, çocukluğunda amcası Ebû Tâlib ile beraber gerçekleştirdiği Şam seferinde meydana gelen bazı olaylar olağan dışı birtakım unsurlar ihtiva etmesi açısından fazlaca dikkat çekmiştir. Bu

(7)

seferde Hz. Peygamber'in başından geçtiği iddia edilen, bulutun ve ağaçların gölge yapması, peygamberlik mührünün görülmesi ve Hıristiyan bir rahip olan Bahîra'nın, Hz. Muhammed'in peygamberliğine dair kehanetleri, sonraları farklı bir mecraya çekilmiş, üzerinde birçok yorumun yapıldığı ve sözün söylendiği bir konu olmuştur. Bu sebeple konu etrafındaki sis perdesinin rengi gri tondan bir türlü kurtulamamıştır.

Öyle ki Bahîra olayı bazen bir efsane havasına bürünmüş, gerçekle örtüşmeyen hususlar kendisini hissettirmiştir. Zaman zaman Hz. Peygamber'e beşer üstü vasıflar yükleyen O'nun şahsını ve hayatını insanüstü özelliklerle süslemeye çalışan rivâyetler ortaya çıkmıştır. Bazı Müslüman âlimler olayı ve rivâyetleri tenkit ve tahlile tâbi tutmadan olduğu gibi kabul ederken, bazıları da rivâyetlere akıl ve nakil merkezli yaklaşarak bazı noktaları eleştirmişlerdir. Sonraları ise bazı Müslüman yazarlar bu olay etrafında cereyan eden bazı hususlara süslemeci bir metodla yaklaşmışlar ve aslı olmayan şeyleri kıssaya karıştırmışlardır. Batılı yazarlar ise Hz. Peygamber'in bu seyahatte Bahîra ile görüşmesinden akla ve mantığa uymayan bir iddia olarak ''Hz. Muhammed, Bahîra ile görüşmesinde ondan Hıristiyanlığı öğrendi ve İslâm adı altında yeni bir din tesis etti'' görüşünü ortaya atmışlardır. Tabiî aralarında insaflı ve önyargısız kimseler çıktıysa da bunlar da sahip oldukları fikir taasubundan kurtulamamış ve doğru olan şeylerle beraber yanlış düşüncelerini de ifade etmişlerdir. Bu çalışmada bu ve benzeri görüşlerin hepsi ortaya konularak konu değerlendirilmiştir.

Çalışma, Giriş kısmı hariç iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında araştırmanın metodu ve kaynakları ile Arap Yarımadası'ndaki Hıristiyanlar ve Rahip Bahîra hakkında bilgi verilmiştir. Hıristiyanlığın Yarımada'ya girişi, nerelerde ve nasıl yayıldığı gibi hususlar üzerinde durulmuştur. Burada Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'ndaki durumu ile ilgili bilgi verilmesinin sebebi Bahîra'nın Hıristiyan olmasıdır. Gerçi onun Teyma'daki Yahudi bilginlerinden olduğu iddia ediliyorsa da bu iddia zayıftır ve doğrusu Bahîra'nın Hıristiyan olduğudur.

Birinci bölümde ise Klasik İslâm Tarihi kaynaklarının ve Hadis kaynaklarının konuyla ilgili yaklaşımları ortaya konulmuştur. Klasik İslâm Tarihi kaynakları olarak Siyer, İslâm Tarihi, Tabakât ve Ensab kitaplarının Bahîra olayına yaklaşımlarının nasıl olduğuna temas edilmiştir.

İkinci bölümde ise son dönem araştırmalarında Rahip Bahîra olayının ele alınışı incelenmiştir. Bunu yaparken Müslüman araştırmacılar ile Batılı araştırmacılar ayrı ayrı ele alınmıştır. Müslüman araştırmacıların, olaya yaklaşımları sınıflandırılarak incelenmiştir.

(8)

Çalışmalarım sırasında kendilerinden istifade ettiğim bütün hocalarıma, değerli görüşleriyle beni yönlendirerek ufkumu açan Sayın Prof. Dr. Ahmet Önkal ile Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar'a ve özellikle de danışman hocam Sayın Prof. Dr. İsmail Hakkı Atçeken'e teşekkürü bir borç bilirim. Gayret bizden, başarı Allah'tandır.

Ahmet Erçetin Konya/2008

(9)

GİRİŞ

ARAP YARIMADASI'NDA HIRİSTİYANLAR VE RAHİP BAHÎRA 1. Araştırmanın Metodu ve Kaynakları

Araştırmanın amacı bir iddianın savunuculuğunu yapmak değildir. Bu çalışmada Bahîra olayı hakkındaki rivâyetler incelenecek, bazen gerçek ile gerçek olmayanın birbirine nasıl karıştığı göz önüne serilecektir. Bu yapılırken de ilk dönemden başlayarak günümüze kadar yazılmış birçok çalışmadan istifade edilecektir. Bunun sebebi ilk dönem ile günümüzde bu olayın algılanmasının nasıl olduğunun daha iyi anlaşılmasıdır. Kaynaklarda konu hakkında geçen, ulaşılabilinen bütün rivâyetler verilecek daha sonra bunlar arasındaki farklar ortaya konulacak ve bu nakiller üzerinde değerlendirmeler yapılacaktır.

Bazen rivâyeti verirken eğer o nakil birçok kaynakta varsa o rivâyeti verip dipnotta kaynaklar verildi. Genellikle Siyer ve İslâm Tarihi kitaplarında uygulanan yöntem bu şekildedir. Özellikle kaynakların çoğunda geçen ''Ebû Mûsâ rivâyeti'' ile ''İbn İshak rivâyeti''ni devamlı yazmaktansa kullanım kolaylığı olması açısından bu isimler ile rivâyet ifade edildi. Ensab, Tabakât, Hadis külliyatından ise kaynaklar tek tek ele alınarak incelendi. Bunun sebebi bu kaynaklarda konu ile ilgili bilgilerin azlığıydı. Ulaşılabilinenler de tek tek incelendi ve aktarıldı.

Çağdaş araştırmacıların eserlerinde de aynı yöntem kullanılarak bu konuda kimin ne dediğinin görülmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda alıntılara sıkça başvurularak olay hakkındaki farklı yazarların fikirlerinin iktibas şeklinde verilmesi uygun görüldü. Ayrıca bazı hususların daha iyi anlaşılması için maddeler halinde verildi. Gerekli yerlerde bazı hususların daha iyi anlaşılması için dipnotlarda açıklayıcı bilgiler verildi. Ayrıca çalışmanın hacmini artırmamak için bazı yerlerde dipnotlarda ilgili sayfalara atıfta bulunuldu.

Hedefimiz objektif bir tutumla ilmî veriler ışığında konu hakkındaki değerlendirmeleri ortaya koymaktır. Tarafsız olmanın bir gereği olarak hem İslâm dünyasında hem de Batı'da yazılmış eserlere müracat edildi. Bunlardaki bazı rivâyetlerde nasıl süsleme ve uydurma şeylerle gerçeğin dışına çıkıldığını, iyi niyetin her zaman yeterli olmadığını, bazı hususlarda sadece kabulcü mantığın değil de tahlilci ve tenkitçi olunması gerektiği gösterilmek istendi. Diğer taraftan da art niyetin ve ideolojik saplantıların insana neler yaptırabileceği gösterilmeye çalışıldı.

(10)

Çalışma hazırlanırken başvurulan kaynaklar çeşitlilik arz etmekle beraber doğal olarak kullanılan ilk kaynaklar Siyer ve İslâm Tarihi kitapları olmuştur. Aslında konuların bölümlerde işlenişine göre başvurulan kaynaklar farklılık arzetmektedir. Çağdaş araştırmacılardan Cevâd Ali2, giriş kısmında yararlanılan temel kişi olmuştur. Cevâd Ali, Hıristiyanlığın tarihî seyri ve Arap Yarımadası'na girişi ve yayılması gibi hususlarda bize kaynaklık etmiştir. Ayrıca aynı kısımda, yakın zamanda yazılmış bazı kitaplardan ve ansiklopedi maddelerinden de yararlanıldı. Özellikle Diyanet İslâm Ansiklopedisi'nde ''Hıristiyanlık'' maddesinden sıkça istifade edildi. Aynı kısımda İslâm Ansiklopedisi'nde ''Nasârâ'' maddesinin bir kısmını yazan Tritton3 ve ilk dört asırda Hıristiyanlığın tarihî seyri ile ilgili müstakil bir eseri müşterek olarak neşreden Bihlmeyer ve Tunchle4 gibi Batılı yazarlardan da yararlanıldı. Ayrıca Muhammed Hamîdullah'ın ''İslâm Peygamberi''5, Günay Tümer ve Abdurrahman Küçük'ün beraber hazırladıkları ''Dinler Tarihi''6 eseri ile Şemseddin Günaltay'ın ''İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri''7 adlı eseri de yararlanılan diğer araştırmalardır.

Klasik İslâm Tarihi kaynaklarında istifade edilen kaynak yelpazesi çok geniştir.8 Bunlardan ilk dönem siyer müelliflerinden İbn İshak, İbn Hişam ve Taberî gibi âlimlerin rivâyetleri aktarıldı. İbn İshak'ın rivâyeti kendisi kaynak gösterilerek İbn Hişam, Taberî, Beyhakî, Süheylî, İbnü'l-Esîr, İbn Seyyidinnas, Zehebî, İbn Kesîr ve Suyûtî gibi müelliflerce aktarılmıştır. Hepsi de kaynak olarak İbn İshak'ı gösterirken sadece Ebû Nuaym, aynı rivâyeti ziyade bazı kısımlarla senetsiz olarak aktarmıştır. Biz bu rivâyeti kaynaklarıyla verdikten sonra üzerinde bazı değerlendirmeler yaptık. Aynı usulü ve yorumu Ebû Mûsâ rivâyeti için de yaptık. Bu rivâyetin değerlendirilmesinde İbn Hacer, Zehebî, İbn Kayyım ve İbn Seyyidinnas gibi tahlilci müelliflere sıkça başvuruldu. İbn Sa'd, İbnü'l-Esîr, İbn Asakîr, İbn Hacer ve Suyûtî'nin konuyla ilgili olarak eserlerine aldıkları farklı rivâyetler aktarıldı. Yine aynı şekilde son dönem müelliflerinden Diyarbekrî, Halebî ve Nebhânî gibi rivâyetleri tahlil ederek konu üzerinde fikir beyan eden müelliflerin eserlerinden de yararlanıldı.

2 Cevâd Ali, el-Mufassal fî Tarihi'l-Arab Kable'l İslâm, Bağdat, 1993 3 Tritton, A. S., ''Nasârâ'', İA (MEB), İstanbul, 1988

4 Bihlmeyer, K.-Tunchle, H., I-IV. Yüzyıllarda Hıristiyanlık, çev: Antun Göral, İstanbul, 1972 5 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, İstanbul, 1993

6 Tümer, Günay-Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara, 1993

7 Günaltay, Şemseddin, İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, sad: M. Mahfuz Söylemez-Mustafa Hizmetli,

Ankara, 1997

8 Klasik İslâm Tarihi ve Hadis kaynaklarının künyeleri, çalışmanın hacminin artırmamak için ileride yeri

(11)

Muhaddislerden San'ânî (Abdurrezzak), Tirmîzî, İbn Ebî Şeybe ve Hâkim Neysâbûrî'nin konu ile ilgili olarak eserlerine aldıkları rivâyetler aktarıldı. Bu müelliflerin tahlilsiz rivâyetleri zikredildi. Ayrıca Tirmîzî'nin Süneni'ni şerh eden Mubârekfûrî'ye Ebû Mûsâ rivâyetini değerlendirirken gerekli yerlerde başvuruldu. Çağdaş araştırmacılardan Abdurrahim Zapsu9, Muhammed Ebû Zehra10, Muhammed Rıza11, Zeynelabidin Rahnumâ12, M. Asım Köksal13 ve İhsan Süreyya Sırma14 gibi olayı olduğu gibi kabul eden araştırmacıların delilleri incelendi ve gerekli yerlerde açıklamalarda bulunuldu.

Mevlânâ Şiblî15, Mevdûdî16, Muhammed Hamîdullah17, Ali Rıza Sağman18, Ahmet Önkal19, İbrahim Sarmış20 gibi Bahîra olayını reddeden veya eleştiren araştırmacıların görüşleri aktarıldı.

Muhammed Gazâlî21, Hüseyin Algül22 ve Osman Güner23 gibi bazı müelliflerinde rivâyetlerin bazı noktalarına getirdikleri tenkitler zikredildi.

Batı da yazılmış eserlerden ise en başta bu konuda müstakil bir eser yazan Carra de Vaux24 gelmektedir. Bu kişinin ''Kur'an Müellifi Bahîra'' adlı eseri, konumuzun özünü teşkil etmesinden ötürü, birçok kısmının iktibas şeklinde verilmesi uygun görülmüştür. Ayrıca Hz. Peygamber'in Bahîra'dan doğrudan veya dolaylı yollarla etkilendiğini ifade eden Draper25, Emile Dermenghem26, Blachere27 ve Bernard Lewis28 gibi müsteşrikler ile Hz. Peygamber'in Bahîra'dan etkilenmesinin tutarsız olduğunu

9 Zapsu, Abdurrahim, Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, 1957

10 Muhammed Ebû Zehra, Son Peygamber Hz. Muhammed, çev: Mehmet Keskin, İstanbul, 1997 11 Muhammed Rıza, Muhammed Resûlullah, Kahire, 1975

12 Zeynelabidin Rahnumâ, Fahriâlem Hz. Muhammed'in Hayatı, çev: Hayati Aydın-Cemil Sönmez,

İstanbul, 2004

13 Köksal, M. Asım, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed (sav) ve İslâmiyet, İstanbul, 1981

14 Sırma, İhsan Süreyya, ''Hz. Muhammed (sav) Busra Seferi ve Rahip Bahîra'', basılmamış makale, 15 Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, çev: Ömer Rıza Doğrul, günümüz Türkçesine uyarlayan: Osman Zeki

Mollamehmedoğlu, İstanbul, 1977

16 Mevdûdî, Ebû'l-A'lâ, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber, çev: Ahmet Asrar,

İstanbul, 1983

17 bkz. dipnot: 5

18 Sağman, Ali Rıza, İslâm Tarihinde Rahip Bahîra Meselesi, İstanbul, 1959

19 Önkal, Ahmet, ''İslâm Tarihinde Tarafsızlık Problemi'', İslâmi Araştırmalar Dergisi, cilt VI, sayı: III,

Ankara, 1993

20 Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed'i Doğru Anlamak, İstanbul, 2007

21 Muhammed Gazâlî, Fıkhu's-Sîre, tahric: Muhammed Nasıruddin Elbânî, Dımeşk, 2006 22 Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, İstanbul, 1985

23 Güner, Osman, Resûlulah'ın Ehl-i Kitap'la Münasebetleri, Ankara, 1997

24 Vaux, Carra de, La Legende de Bahîra ou Un Moine Chretıen Auteur du Coran, Paris, 1898

25 Draper, J. W., Nizâ-i ilim ve Din-İslâm ve Ulum (iki eser bir arada), çev: Ahmed Mithat, İstanbul, 1313 26 Dermenghem, Emile, Hz. Muhammed'in Risaleti, çev: Ahmet Ağırakça, İstanbul, 1997

27 Blachere, Regis, Le Probleme de Mahomet, Paris, 1952

(12)

iddia eden Carlyle29, Dominique Sourdel30 ve Robert Mantran31 gibi müsteşriklerin eserlerinden de istifade edildi.

Ayrıca ülkemizde neşredilen bazı ansiklopedilerdeki ''Bahîra'' ve bazı ilgili maddeler ile Batı'da yazılmış olan ansiklopedilerdeki ''Bahîra'' maddeleri de incelenerek konu etrafındaki materyaller toplanmıştır. Diyanet İslâm Ansiklopedisi'nin ''Bahîra'', ''Hıristiyanlık'' ve Hıristiyanlığın mezhepleri ile ilgili bazı maddeleri, müsteşriklerin hazırlayıp Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı İslâm Ansiklopedisi'ndeki ''Bahîra'' ve ''Nasârâ'' maddesi, İngilizce neşredilip yine müsteşriklerin hazırladığı İslâm Ansiklopedisi'ndeki ''Bahîra'' maddesi ve Katolik kilisesinin hazırladığı ansiklopedideki ''Bahîra'' maddesi bunlardandır.

Oryantalizm ve Oryantalistlerin Hz. Peygamber ile ilgili iddialarına değinirken de ülkemizde ve Batı'da neşredilmiş bazı makalelerden yararlanıldı.

2. Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na Gelişi

Etimolojik olarak yağlanmış, yağ sürülmüş anlamına gelen 'Hıristiyan' kelimesi Grekçe 'Hristos' kelimesinden gelmektedir. Terim anlamı ise Mesih'e bağlı demektir.32 Bu isim Hz. İsa'ya inanlara, Antakyalı putperestler tarafından verilmiştir.33 İslâmî literatürde Hıristiyanlar için Nasrânî (çoğulu Nasârâ), Mesîhî (çoğulu Mesîhîyyûn) ve Îsevi; Hıristiyanlık için de Nasrâniyye ve Mesîhiyye adları kullanılmaktadır.34

Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na ne zaman girdiği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bu sebeple net bir tarih vermemekle birlikte, Hıristiyanlığın Sûriye ve Irak'tan bölgeye girdiği ileri sürülmektedir.35 Bazı kilise tarihçileri, Hıristiyanlığın Yarımada'ya giriş tarihini Hıristiyanlığın ilk yıllarına kadar götürseler de bu görüşleri sağlam ve kuvvetli delillere dayanmamaktadır.36 Kilise tarihçileri, bu iddialarını Havarilerden Pavlus'un Galatyalılara yazdığı bir mektuptaki pasajdan çıkartmaktalarsa da bu da mesnedsiz bir iddiadır.37

29 Carlyle, Peygamber Kahraman Muhammed, çev: Osman Yüksel Serdengeçti, Ankara, 1958 30 Sourdel, Dominique, İslâm, çev: Davut Dursun, İstanbul, 1985

31 Mantran, Robert, İslâmın Yayılış Tarihi, (VII-XII Yüzyıllar), çev: İsmet Kayaoğlu, Ankara, 1981 32 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 585; Tümer, Günay-Küçük, Abdurrahman, a.g.e., s.232; Demirci, Kürşat,

''Hıristiyanlık'', ''Giriş ve Tarih'', DİA, İstanbul, 1998, XVII, 328

33 Bihlmeyer, K.-Tunchle, H., a.g.e., s.19; Demirci, Kürşat, a.g.m., XVII, 328 34 Demirci, Kürşat, a.g.m., XVII, 328

35 Tritton, A. S., a.g.m., İA, IX, 77

36 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 586; Günaltay, Şemseddin, a.g.e., s.89

37 Seydişehrî, Mahmud Esad, Târihi Din-i İslâm, sad: A. Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul, 1995,

(13)

Hıristiyanlık, Arap Yarımadası'na ancak mîlâdî dördüncü asırdan itibaren kuzeyde Sûriye ve güneyde ise Habeşistan'dan iki yolla girebilmiştir. Sûriye yoluyla Arap Yarımadası'na giren Hıristiyanlar doğu kilisesinde ortaya çıkan ihtilaflar üzerine İmparatorluk topraklarında barınamayan muhalif gruplardı.38 Yarımada'ya bu dinin mîlâdî üçüncü asırda girdiği de iddia edilmektedir.39 Bundan farklı olarak Hıristiyanların Arap Yarımadası'na gelmeleri konusunda farklı yolları kullandıkları da söylenmektedir. Şimdi bu yolların hangileri olduğuna değinilmeye çalışılacaktır.

Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na girişi Yahudiliğin girişine kısmen benzemektedir. Bu bölgeye Yahudiler hicret ve ticaret yoluyla, Hıristiyanlar da misyonerlik ve ticarî faaliyetler yoluyla girmişlerdir.40 Özellikle Hicaz bölgesinde bu dinin taraftar bulmasında ticaretin büyük öneminin olduğu göze çarpmaktadır.41

Ticaret için Hıristiyanlığın bulunduğu Şam ve Hîre gibi bölgelere giden Araplar bu bölge insanlarıyla ilişkiler kurup onlarla tanışarak Hıristiyanlığı kabul etmişler, memleketlerine döndüklerinde de bu dini yaymaya çalışmışlardır. Ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan manastırların da Arap tüccarların Hıristiyanlığı tanımasında büyük rolü olmuştur. Arap tüccarları ticaret yolları üzerindeki bu manastırlarda istirahat etmişler, hayvanlarını dinlendirmişler, diğer ihtiyaçlarını karşılamışlar, bu arada kendilerine hizmet edenlerden Hıristiyanlığı öğrenmişlerdir.42

Hıristiyanlık, tabiatı gereği yayılmacı bir yol izlemiştir. Hz. İsa'nın ''Bütün dünyaya gidin, İncil'i bütün halka vaaz edin.''43 sözü ilk dönemden itibaren Hıristiyanları dinlerini yayma konusunda teşvik etmiştir. Bu amaçla Hıristiyanların birçoğu ilk dönemden itibaren dinlerinin yayılması için emek sarf etmiştir. Zaten her Hıristiyan normal olarak bir misyonerdir ve Hıristiyan başka insanlardan dolayı kendisini mesul bilir ve onların kurtuluşu için çaba sarf eder.

Yukarıda da ifade edildiği gibi mîlâdî üçüncü asrın başlarında Doğu kilisesinde çıkan ihtilaflar Hıristiyanları çeşitli gruplara ayırmış ve bu gruplardan her biri diğerini takip etmiş, bu takiplerden kaçanlar sığınacak yerler aramışlardır. Bunlardan bazıları da

38 Günaltay, Şemseddin, a.g.e., s. 90 (Seydişehrî bu konuda şu malumatı vermektedir: Mîlâdî üçüncü

asrın başlarında Şark kilisesinde çıkan ihtilaflar, Hıristiyanları çeşitli gruplara ayırdığı ve Hıristiyanlık ilerledikçe bu gruplardan her biri diğerlerini takip ettiği vakitler içlerinden çoğu Uzakdoğu şehirlerine sığınmıştı. Bu arada Arap Yarımadası'nın çölleri münzevîlerle doldu. Hıristiyanlık bazı mühim kabilelere yerleşti. Seydişehrî, a.g.e., s.256 )

39 Mevdûdî, Ebû'l-A'lâ, a.g.e., I, 586; Seydişehrî, a.g.e., s.256 40 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 587

41 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 588 42 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 56 43 Markos, 16/15

(14)

Arap Yarımadası'na gelmiş ve bunun neticesinde çöller münzevîlerle dolmuştur.44 Misyonerliği Hıristiyan olmanın bir gereği olarak kabul eden bu münzevî rahip ve keşişler karşılaştıkları zorluklara boyun eğmeksizin Araplar gibi yaşamışlar, onlarla birlikte çadır hayatı sürmüşlerdir. Bu sebeple onlar ''çadır papazları'' olarak adlandırılmışlardır. Rivâyetlere göre Basra Patriği'ne bağlı bu vasıfta yirmi papaz Arapların arasında yayılmıştır.45 Misyoner papaz ve rahipler Arap panayırlarına katılmış oralarda insanlara vaaz etmiş, ölümden sonra dirilmekten, hesap gününden, Cennet ve Cehennem'den bahsetmişlerdir.46 Misyonerlerin tıp, mantık ve diğer ilimlerle insanları ikna yollarını çok iyi bilmeleri de bu dinin yayılmasında etkili olmuştur. Bu gibi özelliklere sahip misyonerler Arap kabilelerinin liderlerini etkilemiş onların Hıristiyanlığı kabul etmelerini sağlamışlardır. Aynı zamanda bu misyonerlerin dualarla hastaları iyileştirdikleri ve kısır kadınların çocuk sahibi olmalarını sağladıkları da rivâyet edilmiştir.47

Arap Yarımadası'nda yaşayan kölelerin de Hıristiyanlığın yayılmasında etkili oldukları söylenebilir. Kölelik ve köle ticareti, o dönemde Arap Yarımadası'nda yaygın durumdaydı. İslâm'ın zuhuru anında Mekke'de yaşayan Hıristiyan cemaatin arasında misyoner ve tüccar grubuna ilave olarak kölelerin varlığı da kendini hissettirmekteydi. Köle sınıfı, zenci ve beyaz olmak üzere iki sınıftı. Beyaz köleler Avrupa, zenci köleler ise Afrika kökenli idi. Beyaz köleler, genellikle yerleşik kültürün bulunduğu yerlerden olmaları hasebiyle siyahlara nispetle okuma-yazma bilme ve anlayış bakımından da daha ileri seviyedeydiler. Onlar aynı zamanda kendi dinlerinin emirlerini, yaşadıkları zamanın gelişmelerini iyi bilmekteydiler. Bu sebeple sahipleri onlara zekâ, ustalık ve maharete dayalı işleri bırakmışlardı. Köleler de bundan istifade ile bilgisiz ve cahil olan efendilerine kendi dinlerini açıklamışlar, onlara dinî metinler okumuşlar ve hatırlarında kalan gezginlerin hikâyelerini anlatmışlardır.48 Bu köleler ve diğer misyoner Hıristiyanlar, ''Bismikellahümme'' gibi Araplarca bilinmeyen sözleri Arap diline sokmuşlardır.49 Okuma yazma bilen bu köleler, hem kendileri Tevrat ve İncil'i okumuşlar, hem de insanlara okuyarak Hıristiyanlığın yayılmasında rol oynamışlardır. Bu gibi faktörler Hıristiyanlığın yayılmasında ve bölgeye girmesinde etkili olmuştur.

44 Seydişehrî, a.g.e., s.256; Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, çev: Salih Tuğ, İstanbul,

1995, I, 96 (Hitti bu eserinde Arap Yarımadası'na gelenlerin zaten misyonerler olduğunu ve geliş tarihlerinin de meçhul olduğunu söyler. Aynı yer)

45 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 588

46 Ahmed Emîn, Fecru'l-İslâm, Beyrut, 1975, s.27 47 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 587

48 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 603 49 Ahmed Emîn, a.g.e., s.28

(15)

Yukarıda ifade edildiği gibi Hıristiyanlık Arap Yarımadası'na kuzeyde Sûriye ve Irak'tan, güneyde ise Habeşistan'dan girmiştir.50 Çeşitli yollarla bölgeye giren Hıristiyanlık, girdikten sonra burada bazı grup ve kabileler arasında yayılma imkânı bulmuştur. Yarımada'nın kuzey bölgesine baktığımızda Sûriye'de, Gassânîler arasında yayılırken, Irak'ta Lahmîler (Hîre halkı) arasında yayılma imkânı bulmuştur.51 Birinciler ikincilerden çok önce Hıristiyanlaşmışlardır. Çünkü Gassânîler, Bizans İmparatorluğu ile sıkı ilişkiler içerisindeydiler. Gassânîlerin Hıristiyanlığı mîlâdî 330 yılında kabul ettikleri tahmin edilmektedir.52 Zaten Araplar arasındaki Hıristiyanlık tarihinin Gassânîlerin bu dini kabul etmeleri ile başladığını söyleyebiliriz.53 Hıristiyanlık, Gassânîler ve Hîreliler yanında Tenûh, İyad, Lahm, Tağlib54 ve Kudaa gibi birçok Arap kabilesi arasında da geniş bir şekilde yayılmıştır.55

Hıristiyanlık bu bölgelerde yayılma imkânı bulsa da Yarımada'nın iç bölgelerine nüfuz edememiştir. Zira Yesrib ve çevresinde öteden beri bir Yahudi beldesinin bulunması Hıristiyanların Hicaz'a kadar girmesine mani olmuştur. Bu nedenle Nestûrî rahipleri Havran sahasından ileri geçememiş buralara inşa ettikleri tapınaklarda kalmışlardır. Aynı sebepten dolayı bu yolla Arap Yarımadası'na giren Hıristiyanlık en çok, Sûriye yöresine gelmiş olan Gassânîler ile Irak'taki Lahmîler arasında yayılabilmiş Hicaz kabileleri için meçhul kalmıştır.56

Bu arada dikkatimizi çeken bir husus da bu gruplar arasında Hıristiyanlığın farklı mezheplerinin benimsenmiş olmasıdır. Sûriye'deki Gassânîler arasında Yakubîlik57 mezhebi yayılırken Irak'taki Lahmîler arasında Nestûrîlik58 mezhebi benimsenmiştir.59

50 bkz. s.5

51 Tritton, A.S., a.g.m., İA, IX, 77 52 Mevdûdî, a.g.e., I, 587

53 Tritton, A.S., a.g.m., IX, 77 54 Cevad Ali, a.g.e., VI, 591

55Hasan İbrahim Hasan, Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, çev: İsmail Yiğit-Sadrettin Gümüş, İstanbul,

1985, I, 96

56 Günaltay, Şemseddin, a.g.e., s.90

57 Yakubîlik: Nestûrîlîk, kendisine bir tepki olarak doğan monofizitizmi ortaya çıkarmıştır.( Bu görüşe

göre İsa'da bulunan insanlık unsuru ilahlık unsurunun içinde erimiştir ve bundan dolayı İsa'daki tek unsur ilahlıktır.) Monofizitizm hareketinin esas mimarı olarak bilinen kişi ise Urfa piskoposu Jacob Baradaeus'tur. (Jacques Baradai, Süryanice Yakup Bar-Addai, Arapça'da Ya'kub el-Berdai ). Baradai, 542 yılından 578 yılına kadar süren misyon faaliyetleriyle monofizitizmi Anadolu ve Ortadoğu'da yaymış olup bu katkılarından dolayı Sûriyeli monofizitler Yakubî adını alır. Aydın, Mehmet, ''Hıristiyanlık'', ''Mezhepler ve Tarikatlar'', DİA, İstanbul, 1998, XVII, 355

58 Nestûrîlik: IV. yüzyılda ortaya çıkan bu mezhebin kurucusu Nestarius'tur. Nestarius, İsa'da Tanrılık ve

insanlık unsurlarının birbirine karışmadan bulunduğunu ve yeryüzünde yaşarken İsa'da baskın olan unsurun insanlık olduğunu ileri sürdü. Böylece Meryem'i de Theotokos (Tanrı taşıyan değil), antropotokos (insan taşıyan) olarak nitelendirdi. Nestorinzm'in görüşleri de Efes Konsili'nde (431) reddedilerek kendisi aforoz edildi. Aydın, Mehmet, ''Hıristiyanlık'', ''Mezhepler ve Tarikatlar'', DİA, XVII, 355

(16)

Gassânîlerin Melkitîlik60 mezhebini benimsedikleri de söylenmektedir.61 Hıristiyanlığın mîlâdî beşinci asrın ortalarında Melkît, Nestûrî ve Yakubî gibi birbirine rakip üç kiliseye ayrılması bu dinin yayılmasının önündeki en büyük engel olmuştur.62 Hıristiyanlığın geniş halk kitleleri arasında yayılmamasının bir sebebi de Arapların putperestliği millî bir din olarak benimsemeleriyle, hürriyetlerine bağlı oluşlarının tabiî bir sonucu olarak yabancı dinlere iltifat etmeyişlerini gösterebiliriz.63 Ayrıca Arapların büyük bir kısmı diğer bir mezhebe malik olma ihtiyacını hissetmezdi. Özellikle ''Bedevîler küfür ve nifak yönüyle daha şiddetlidir.''64 âyetinde de buyrulduğu gibi Arap olan serbest bedevîler tabiatları icabınca dine meyyal ve düşkün değildi.65

Hıristiyanlığın Yemen ve Güney Arap Yarımadası'ndaki durumu ise şöyledir: Bu dinin bu bölgelere girişi mîlâdî dördüncü asrın ortalarında olmuştur. Mîlâdî 343 tarihinde Roma İmparatoru Kostantinus, İran aleyhine bir ittifak kurmak üzere Yemen'deki Himyerîlere bir elçi heyeti göndermişti. Heyet üyeleri arasında bir piskopos ile çeşitli rahipler bulunuyordu. Yahudiler aynı zamanda dinî bir amaçla gelen bu heyetin faaliyetlerine engel olmaya çalışmışlarsa da bu girişimlerinde başarılı olamamışlardır. Piskopos, Himyer hükümdarından üç kilisenin inşâ edilmesi için izin almış, bu kiliselerden birini o dönemde Himyerilerin başkenti Zefar'de, ikincisini Aden'de, üçüncüsünü ise Basra Körfezi kenarında inşâ ettirmiştir.66 Güney Arap Yarımadası'na gelen Hıristiyanların çoğunluğunu kendi aralarındaki mezhep kavgaları sonucunda sürülen gruplar oluşturmaktaydı. Bunlar kuzey bölgesinden bilhassa Sûriye'den buraya sızmışlardır. Eziyet ve işkenceden geçen bu Hıristiyan misyonerler, bilinmeyen bir tarihte Yemen'e gelip yerleşmişlerdir.67

Necran bölgesinde de Hıristiyanlar oldukça yaygın sayılabilecek bir durumda idi. Buradaki Hıristiyanların bir bölümünü Bizans İmparatoru Justinyen'in (527-565),

60 Melkitîlik (Melkâiyye): İsa'daki insanlık ve ilahlık unsurların birbirine denk olduğu şeklindeki

Ortodoks diyofizit anlayışın teyit edildiği Kadıköy Konsili'nde (451) alınan kararları reddederek İsa'daki ilahî tabiatı ön plana çıkararak ve bu sebeple de monofizitler olarak adlandırılan Hıristiyanlar, kendilerinin çoğunlukta olduğu İskenderiye, Kudüs ve Antakya patriklik bölgelerinde yaşayıp da söz konusu konsilin kararlarını benimseyenlere, Kadıköy Konsili'ni destekleyen Bizans İmparatoru'nun taraftarları anlamında bu adı vermişlerdir. Anılan konsilde Hz. İsa'da iki tabiatın bulunduğu bu tabiatların kendi aralarında birleşme, bölünme ayrılma olmadığı ve değişikliğe uğramadığı kabul edilmişti.(Sinanoğlu, Mustafa, ''Melkâiyye'', DİA, İstanbul, 2004, XXIX, 84)

61 Özkuyumcu, Nadir, ''Asr-ı Saadet'te Hıristiyanlarla İlişkiler'', Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet'te İslâm,

İstanbul, 1994, II, 384

62 Günaltay, Şemseddin, a.g.e., s.91

63 Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara, 1982, s.19; Seydişehrî, a.g.e., s.260 64 Tevbe, 9/97

65 Seydişehrî, a.g.e., s.261

66Seydişehrî, a.g.e., s.256-257; Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, s.19; Günaltay,

Şemseddin, a.g.e., s.91-92

(17)

İmparatorluk dahilinde bulunan sapık Hıristiyanlara karşı başlattığı zulüm sırasında buralardan kaçıp Necran'a sığınan monofizit Hıristiyanlar oluşturuyordu.68 Genel olarak söylemek gerekirse Hıristiyanlık Necran'a Habeş hâkimiyeti döneminde girmiştir. Bizans İmparatorları da nüfuzlarını ve ticaretlerini genişletmek için Hıristiyanlığı bir araç olarak kullanmışlardır. Bu amaçla Necran'a papazlar göndermişlerdir. Bu misyoner papazların faaliyetleri neticesinde Güney Arap Yarımadası'nın muhtelif yerlerine kiliseler inşâ edilmiştir. Buradaki kiliselerin en meşhuru Belharis kabilesinin münferit kolu olan Benî Meddan kabilesinin yaptığı ''Necran Kabesi'' diye bilinen kilisedir.69 Necran'da Hıristiyanlığın yayılmasında Feymiyon isimli bir yabancı ile onun yerli yardımcısı Abdullah b. es-Sâmir'in faaliyetlerinin önemli katkısı olmuştur.70 Güney Arap Yarımadası bölgesindeki Hıristiyanlar ise Nestûrî mezhebinde idiler.71 Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na gelişi kısaca bu şekildedir.

3. Nübüvvet Öncesi Arap Yarımadası'nda Hıristiyanlar

Yukarıda da ifade edildiği gibi Hıristiyanlığın Arap Yarımadası'na girişi konusunda net bir tarih verilmemiştir ama kesin olan bir şey vardı ki farklı şekillerde Yarımada'ya giren Hıristiyanlık, misyonerlerin de yoğun gayretleri sonucunda kendisine taraftar toplamayı başarmıştır. Yarımada'nın muhtelif yerlerinde Hıristiyanların varlığı göze çarpmaktadır. Şimdi de Hz. Peygamber ile önemi iyice artan Mekke ve Medine şehirleri ile diğer bölgelerdeki Hıristiyan varlığına değinilerek onların bölgedeki durumlarının nasıl olduğu ifade edilecektir.

Yarımada'nın kuzey bölgesinde Sûriye ve Irak'tan, güneyde ise Habeşistan'dan bu bölgelere giren Hıristiyanlık tabiî olarak buradaki grupları etkilemiş ve birtakım gruplar Hıristiyanlığı benimsemişlerdir. Bunlara örnek olarak Gassânîler ve Hîre'deki Lahmîleri örnek gösterebiliriz.72 Bunun yanında Hıristiyanlık Tenuh, Iyad, Lahm, Cüzam, Tağlib

68 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 618

69 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 616; Mevdûdî, a.g.e., I, 587; Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a

Yayılışı, s. 19

70 İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/834), es-Sîretü'n-Nebeviyye, thk: Mustafa es-Sakka ve

diğerleri, Kahire, 1955, I, 31-35; Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târihu'r-Rusül ve'l-Mülûk, thk: Muhammed Ebû'l Fadl İbrahim, Kahire, 1968, I, 919-925; Cevâd Ali, a.g.e., VI, 608-610; Hitti, Philip K., a.g.e., I, 96; Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, s.96

71 Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, s. 19-20 72 bkz s.7

(18)

ve Bekr gibi birçok Arap kabilesi arasında da geniş bir şekilde yayılmıştır.73 Ayrıca Eyle, Dumetü'l-Cendel ve Teyma'da da Hıristiyanlar göze çarpmaktadır.74

Bölgenin güneyinde ise Necran mıntıkası dışında Hıristiyan topluluklarını geniş kitleler halinde bünyesinde bulunduran başka bir yer yoktu. Necran, Hıristiyanlığın yayılması zamanında olduğu gibi İslâmiyet'in ortaya çıktığı yedinci yüzyılın başında da Güney Arap Yarımadası'nda Hıristiyanlığın merkezi olma hususiyetini devam ettiriyordu. Necran Hıristiyanlarının büyük ekseriyetini teşkil eden kütle Mezhic'in bir kolu olan Benî Hâris b. Ka'b (Belhâris) kabilesidir. Ancak bu kabilenin hepsi Hıristiyan değildi hatta müşrik olanları daha fazla idi.75

Hicaz bölgesindeki Hıristiyanların durumu ise biraz daha farklılık arz etmektedir. Hıristiyanlık Mekke, Medine ve Taif'te yayılmamakla birlikte bilinmekteydi. Hicaz bölgesinin en önemli yerleşim yerlerinden birisi ve İslâm'ın doğduğu şehir olan Mekke'deki halkın büyük çoğunluğunda putperest müşrik bir inanç yapısı görülmekteydi. Hıristiyanlar burada pek nadir bulunmaktaydı. Asıl tahsilini Sûriye'de papazlar yanında tamamlamış olan ve elinde bazı yazma İncil parçalarını da bulunduran Varaka b. Nevfel ve eşraftan Osman b. Huveyris'ten76 başka buradaki Hıristiyanların hepsini köleler oluşturmaktaydı.77 Kaynaklar, eşraftan Hıristiyanlığı kabul eden kimselerin yanında kölelerden de Hıristiyan olanların çoğunu ismen zikretmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: Selmân, Yesâr, Cebr, Yeiş, Belam, Nastas (Anastas), Mina ve Yuhanna.78 Bunlardan ayrı olarak Mekke'de ''Ehâbiş'' ismi verilen çoğunluğunu Hıristiyanların oluşturduğu bir köle grubu daha bulunmaktadır.79 Bu Hristiyan köle topluluğundan ayrı olarak Mekke'de ''Ehâbiş'' adı ile bilinen ayrı bir kabile topluluğu daha vardır. Bu kabile kümesi özellikle kuzey ve güney bölgesinde olmak üzere Mekke çevresinde yaşayıp Kureyş'in müttefiki durumundaydı. Bu kabile topluluğu Kureyş'in Hz. Peygamber ile yaptığı Uhud ve Hendek savaşlarında Kureyş'in müttefiki olarak yer almıştır.80 Kabile adının şekli benzerliğinden başka bunların Habeşlilerle hiçbir ilgisi yoktur.81 Mekke'deki Hıristiyan varlığına delalet etmesi açısından Kâbe'nin duvarlarına

73Tritton, A.S., a.g.m., İA, IX, 77; Cevâd Ali, a.g.e., VI, 591; Seydişehrî, a.g.e., s.257

74 Tritton, A.S., a.g.m., İA, IX, 77 (Meselâ bunlardan Eyle piskoposu Pierre, İznik Konsili'nde

bulunmuştur. Hatta daha sonraki dönemde Hz. Peygamber, buranın Arap asıllı piskoposu Mar Yuhanna'ya bir davet mektubu göndermiştir. Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 339-340)

75 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 618-619

76 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 590; Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 60 77 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 617

78 Cevâd Ali, a.g.e , VI, 603-605 79 Cevâd Ali, a.g.e., VI, 606

80 Kapar, M. Ali, ''Ehâbiş'', DİA, İstanbul, 2004, IXXX, 496-497 81 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 279

(19)

çizilmiş İsa ve Meryem tasvirleri82 de bize Mekke'de bir Hıristiyan cemaatinin varlığı konusunda fikir vermektedir.

Medine'de ise Hıristiyanların sayısı hemen hemen yok denecek kadar azdı. Evs kabilesinde Resûlullah'ın kendisini fâsık diye nitelendirdiği Ebû Âmir83 adındaki birinden bahsedilir ki bu şahıs önce Hıristiyan dinine girmiş sonra da rahip durumuna yükselmişti. İslâm'a düşman kesilen Ebû Âmir Medine'yi terk etmiş ve Mekkeliler safında İslâm'a karşı savaşmak üzere yanında elli kadar adamıyla Uhud savaşına katılmıştır.84

Cevâd Ali, Hassan b. Sabit'in bir şiirindeki ''Medine'nin Yahudileri ve Hıristiyanları sevinsin'' mısrasından hareketle Medine'de bir grup Hıristiyanın olduğunu ve bunların ''Sûk en-Nabat'' isimli bir yerde oturduklarını söylemektedir.85 Ancak Medine Vesikası'nda Hıristiyanların açık olarak zikredilmemesi86 bu bölgede yerleşik bir Hıristiyan varlığı olmadığına işaret etmektedir.

Tâif çevresinde de kölelerden bir grup Hıristiyanın bulunduğu kaynaklardan bize ulaşmıştır. Meselâ Addas isimli köle bunlardandır.87 Ancak şunu ifade edelim ki bölgede yerleşik Hıristiyan varlığı konusunda kaynaklarda açık bir malumat yoktur. Vâdi'l-Kura bölgesinde de rahiplerden bir kısım kimselerin varlığından bahsedilmekteyse de buranın halkının çoğunun putlara tapmakla maruf oldukları söylenmektedir.88

82 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 26 ve 70

83 Evs kabilesinin Dubayoğullarından olup asıl adı Ebû Âmir Abd-i Amr b. Sayfî'dir. Ebû Âmir, cahiliye

devrinde kaba bir elbise giydiği ve ara sıra inzivaya çekildiği için ona ''Rahip'' derlerdi. Ebû Âmir İbrahim'in dinine bağlı olduğunu söylerdi; bu şekilde Yesripliler arasında prestij ve dinî otorite kazanmıştı. Medine'de kendi kendine, peygamber olmayı tasavvur eden Ebû Âmir, Hz. Peygamber, Medine'ye hicret edince ona karşı derin bir kıskançlık duydu. Medine'de fazla barınamayan Ebû Âmir, Mekke'ye giderek orada Kureyş müşrikleriyle daima işbirliği yapmış ve onların safında Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı savaşmıştır. Ebû Âmir Mekke'nin fethinden sonra Şam'a kaçmış ve orada kovulmuş, garip ve yapayalnız bir halde ölüp gitmiştir. Köksal, M. Asım, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed (sav) ve İslâmiyet 'Medine Dönemi', İstanbul, 1981, I, 309-310

84 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 617 85 Cevâd Ali, a.g.e.,VI, 602

86 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 206-210

87Cevâd Ali, a.g.e., VI, 607 (Addas hakkında şu malumatı vermekte fayda mülahaza ediyoruz:

Mekkelilerin başlattığı boykot hareketinin getirdiği mahrumiyetlerin bir sonucu olarak Hz. Hatice ve Ebû Tâlib vefat etti. Bunların arkasında ailenin başkanlık mevkiine Ebû Lehep oturunca Resûlullah'ı cemiyet dışı ilan etti, ve O da doğduğu şehri terk edip Zeyd b. Harise ile birlikte Taif'e gitti. Burada şehre girmeden önce eman almak için söz sahibi üç başkan ile görüştüyse de bir sonuç alamadı. Onlar daha da kötüsünü yaparak şehrin ayak takımına ve çocuklara O'nu taşlattılar. Hz. Peygamber kendisini Taif dışında Mekkelilere ait bir üzüm bahçesine zor attı. Burada kendisine sığınılacak bir yer hatta dostluk buldu. Üzüm bağının sahibi, Ninovalı bir Hıristiyan olan kölesi ve bağının bekçisi ile üzüm göndermiştir. İşte bu köle sözünü ettiğimiz Addas'tan başkası değildir. Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 487)

(20)

Dûmetü'l Cendel bölgesinde ise yaşayan halkın dinî inançları heterojen bir yapı arz etmekle beraber burada da Hıristiyan varlığı göze çarpmaktadır. Hatta buranın halkı Hz. Peygamber ile cizye karşılığında bir antlaşma yapmıştır.

4. Rahip Bahîra'nın 89 Kimliği ve Nesebi

Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatında bir yer etmesinden dolayı önem kazanan Rahip Bahîra'nın kim olduğu nerede ve ne zaman doğduğu, nerelerde yaşadığı, öğrenimini ne şekilde yaptığı, hangi dine mensup olduğu, vb. soruların çoğu ya cevapsızdır, ya da hakkında çok az bilgi vardır. Aslında bir kişinin biyografik bilgileri verilirken bu soruların cevapları, konunun olmazsa olmazlarıdır. Fakat gerek Müslüman âlimlerin yazdıkları eserlerde, gerekse Müslüman olmayan yazarların yazmış olduğu eserlerde Bahîra hakkında detaylı bir bilgi yoktur. Kaynaklar Bahîra ismine sadece Hz. Peygamber'in Şam seferi sırasında Busra'daki manastırda geçen diyalog söz konusu olunca yer vermişlerdir. Ayrıca Bahîra adı başka vesilelerle de olsa Hz. Peygamber'in sonraki dönemlerde yaptığı seferlerde de anılmaktaysa da bu kimselerin farklı kişiler olduğu kanaatindeyiz. Bu seferler hesaba katıldığında dahi Bahîra ismine çok az rastlamaktayız. Doğal olarak bu da onun hakkındaki bilgilerin az ve muğlak olmasına sebep olmuştur. Şimdi ulaşılabildiği kadarıyla Bahîra hakkındaki bilgiler ifade edilecektir.

Bahîra, Aramî dilinde ''seçilmiş'' anlamına gelen ''Behîre'' kelimesinden gelmektedir.90 Asıl adı Cercis idi.91 Sercis de92 denir.93 Feliks olarak söylendiği de

89 Bu kelime iki şekilde okunabilir. Birincisi Buhayra, diğeri ise Bahîra şeklindedir. Beyhakî, Ebû Bekr

Ahmed b. el-Huseyn (458/1066), Delâilü'n-Nübüvve ve Ma'rifeti Ahvâli Sahibi'ş-Şerîa, thk: Abdulmutî Kal'acî, Beyrut, 1985, II, 24; Mubârekfûrî, Ebû'l-A'lâ Muhammed b. Abdurrahman b. Abdurrahim, (1353/1934), Tuhfetu'l-Ahvezî bi-Şerhi Câmii't-Tirmîzî, thk: Abdurrahman Muhammed Osman, Medine, 1967, X, 90

90 Muhammed Rıza, ag.e., s.35; Wensinck, J., ''Bahîra'', İA (MEB), İstanbul, 1979, II, 228; Fayda,

Mustafa, ''Bahîra'', DİA, İstanbul, 1991, IV, 486

91 İbn Hişam, es-Sîre, I, 180; Halebî, Ali b. Burhaneddin (1044/1634), es-Sîretü'l-Halebîyye, thk:

Mektebetü'l-İslâmiyye, Beyrut, tsz., I, 118; Dahlân, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Zeynî (1304/1886), es-Sîretü'n-Nebeviyye ve Âsârü'l-Muhammediyye, Kahire, 1310, s.48; Nebhânî, Yusuf b. İsmail (1350/1932), Huccetullâhi Ale'l-ÂlEmîn fi Mucizâtı Seyyyidi'l-Mürselîn, Diyarbakır, tsz., s.157; Ahmed Cevdet Paşa (1312/1895), Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, Hazırlayan: Mahir İz, İstanbul, 1972, I, 67; Muhammed Rıza, a.g.e., s.35; Wensinck, J., a.g.m., İA, II, 228

92 İbn Hişam, es-Sîre, I, 180; Mes'ûdî, Ebi'l-Hasen Ali b. Hüseyin b. Ali (346/957), Murûcu'z-Zeheb, thk:

Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd, Beyrut, 1988, I, 75; Süheylî, Abdurrahman (581/1185), er-Ravdu'l-Unuf fî Şerhi's-Sîretin-Nebeviyye li İbn Hişam, thk: Abdurrahman el-Vekil, byy, tsz., II, 220; İbn Kesîr, Ebû'l Fida İsmail (774/1373), el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1966, II, 286; Diyarbekrî, Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan (990/1582), Tarihu'l-Hamîs fî Ahvali Enfesi Nefîs, Beyrut, 1283, I, 257; Halebî, es-Sîre, I, 118; Dahlân, es-Sîre, s.48; Muhammed Rıza, a.g.e., s.35

(21)

olmuştur.94 Wensinck, İbn Hişam'ı kaynak göstererek rivâyetlerin en eskisinde rahibin isminin olmadığını bu adın sonraki İslâm ve Hıristiyan kaynaklarında geçtiğini söyler.95 Künyesi Ebû Addas olan rahibin tam ismi Cercis b. İskender'dir.96 Babasının adı Yunus b. Sa'lebe'dir.97 Hıristiyanlığı benimsemiş ve bu dinin bilginlerinden olan Bahîra, Abdülkays kabilesine mensuptu.98

Bahîra'nın, daha evvel Yahudi hahamı iken Tevrat ve Tevrat'a ait bütün risaleleri okuyan ondan sonra İsa (a.s) 'ın peygamberliğini tasdik ederek o zamanki hak üzere bulunan İsa (a.s) 'ın dininde büyük bir rahip olduğu söylenmektdir.99 Bahîra, Eski Şam da denilen Busra'ya100 altı millik mesafede bulunan Kefr kasabasında yaşardı. Deyr-i Bahîra denen yer de orasıdır.101 Başka bir rivâyette ise onun Belka'da Zirâ denen yerin arkasında ''Menfaa'' denen bir köyde yaşadığı söylenmektedir.102

Süryânî rahiplerinden olduğu da söylenen Bahîra zamanın ulum ve fünuna vakıf ve bilhassa ilm-i nücumda mütehassıs bir zat idi. Bu sebeple cahil rahipler kendisinden hoşlanmazdı. Bu rahip Hz. İsa'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ''Ümmullah'' yani ''Tanrı annesi'' olduğunu inkar, ayrıca o zaman Hıristiyanlar arasında yaygın olan ''Baba-Oğul-Ruhü'l Kudüs'' tarzındaki inancı reddediyordu.103 Bir Allah'a inanmayı telkin etmesi sebebiyle Hıristiyan mezhepleri arasında en sağlamı sayılan Arius104

94 Seydişehrî, a.g.e., s.336 95 Wensinck, A. J., a.g.m., II, 228

96 Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-Isbehânî (430/1039), Delâilü'n-Nübüvve, Haleb, tsz., s.125;

Seydişehrî, a.g.e., s.336

97 Seydişehrî, a.g.e., s.336 (dipnot 21)

98 Mes'ûdî, el-Murûc I, 75; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 286; Muhammed Rıza, a.g.e., s.35 99 Halebî, es-Sîre, I, 118

100 Busra, Şam'ın 90 km güneybatısında ve Kudüs'ün 130 km kuzeybatısında bir yerdir. Milattan sonra

Hıristiyanlığın en meşhur merkezlerinden birisi olup cesim kiliseleri ihtiva eden mamur bir şehir idi. Hâlid b. Velîd tarafından feth olunup İslâm'la tanıştıktan sonra bir kat daha mamur ve medeni bir şehir olduğu halde Kurun-i Vüsta'daki zelzele ile harap olmuştur. Bugün eski Şam diye de bilinir. (Zebîdî, Zeyneddin Ahmed (893/1488), Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, çev: Kâmil Miras, Ankara, 1981, VI, 526 ) Busra adı altında iki yer vardır. Bunlardan biri Şam'a yakınken diğeri ise Bağdat'a yakın bulunmaktadır. Bizim söz konusu ettiğimiz Şam'a yakın olan Busra'dır. Yâkut el-Hamevi, Şihabuddin Ebî Abdillah (626/1229), Mu'cemü'l-Büldân, Beyrut, 1986, I, 441

101 İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 230; Diyarbekrî, Târîh, I, 237; Halebî, es-Sîre, I, 118 102 İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 230

103 Ebû Nuaym, Delâil s.125; Zebîdî, Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi, VI,

525-526; Şehbenderzâde Filipeli Ahmet Hilmi, İslâm Tarihi, notlar ve edisyon: Cem Zorlu, İstanbul, 2005, s.140; Seydişehrî, a.g.e., s.336; Algül, Hüseyin, a.g.e., I, 155

104 Arius(Arianizm): Arianizm İskenderiye'de papaz olan Arius (336) tarafından kurulmuş, kristolojik

meseleler konusunda kiliseyi bir hayli sarsmışsa da fazla sürmemiştir. Arius, Kitab-ı Mukaddes'i literal olarak yorumlayan Antakya ekolünün temsilcisidir. Genellikle Arianizm teslisi kabul etmeyen ekol olarak bilinir. Buna göre Mesih Tanrı ile aynı özden O'nun oğlu olmayıp yalnızca bir insan ve Tanrı ile insanlar arasında bir aracıdır. Arius'un savunduğu bu fikirler İznik Konsili'nce (325) reddedilerek kendisi aforoz edildi ve Mesih'in Tanrı ile aynı özden olduğu yönündeki klasik telakki temel akide olarak kabul edildi. Bu tepkiye rağmen Konstantin'in 337'de ölümünden sonra oğlu Konstantius, Arianizm'i benimsedi. Böylece mezhep VI. yüzyıla kadar imparatorluğun özellikle batı bölgesindeki barbarlar arasında kabul gördü. Aydın, Mehmet, ''Hıristiyanlık'', ''Mezhepler ve Tarikatlar'', DİA, XVII, 355-356

(22)

mezhebindendi.105 Bu sebeple bulunduğu kilisenin başkanı tarafından kovulmuştu. İlk önce Tûr-i Sîna'daki kiliseye sonra da Arap Yarımadası'na Şam taraflarına gitmiş ve yol üzerinde bir manastır edinmişti. O, burada oturup gelip geçenleri Allah Teâla'nın birliğine davet eder, Arapları putlara tapmaktan alıkoymaya çalışırdı.106

Draper ise Hz. Peygamber'in kervanın uğradığı manastırdaki rahiplerin Nestûrî olduklarını söyler. Ayrıca Bahîra'nın Nestûrîliğin esaslarını Hz. Peygamber'e öğrettiğini dahi iddia etmektedir.107 Müsteşriklerden Emile Dermenghem de Bahîra'nın Nestûrîmezhebinden olduğunu söyler.108Ali Rıza Sağman da müstakilen bu konuyla ilgili olarak yazdığı eserinde Bahîra'nın Arius değil, Nestûrî mezhebinden olduğunu söyler.109

Şunu ifade edelim ki kanaatimizce Bahîra'nın Hıristiyanlığın Nestûrî veya Arius mezhebinden hangisine mensup olduğu hususundaki ihtilafın sebeplerinden birisi de Hz. Peygamber'in ticaret için 25 yaşında Şam'a ikinci defa gitmesi ve burada başından geçenlerdir. Mevzu bahis olan olay şu şekilde gerçekleşmiştir:

Mekke'de Kureyş'in itibarlı kadınlarından olan ve ticaretle uğraşan ve o sıralarda 40 yaşında olan Hatice bint Huveylid, Hz. Peygamber'i kölesi Meysere ile birlikte ticarî işleri için Şam'a göndermiştir. Hz. Peygamber bu defa da Şam'a gitmemiş ve mallarını Busra'da satmıştır. Bunun sebebi Bahîra'nın yerine Busra'daki manastırın reisi olan rahip tarafından Şam'a gitmemeleri için uyarılmış olmalarıdır. Bu rahip sıcak bir günde güneşin hararetinden iki meleğin Hz. Peygamber'i koruduğunu görmüş ve Meysere'ye de göstermiştir. Diğer taraftan bu rahip bir ağacın altında Hz. Peygamber'in oturduğunu görmüş O'nun kim olduğunu sormuş ve Meysere'ye ''Bu ağacın altında nebilerden başkası oturmadı.'' diyerek onları Şam'a gitmemeleri için uyarmıştır. Çünkü kendisinin bildiğini diğer ehl-i kitap mensupları da bilirse O'nu öldürebileceklerini Meysere'ye söylemiştir. Bunun üzerine onlar da malları Şam'a gitmeden Busra'da satmış ve hemen Mekke'ye geri dönmüşlerdir.110 İşte söz konusu bu rahibin isminin Nestûrâ olduğu söylenmektedir.111

105 Ebû Nuaym, Delâil, s.125; Seyişehri, a.g.e., s. 336; Muhammed Rıza, a.g.e., s.35; Algül, Hüseyin,

a.g.e., I, 155

106 Seydişehrî, a.g.e., s.336; Muhammed Rıza, a.g.e., s.35 107 Draper, J. W.,a.g.e., s.343

108 Dermenghem, Emile, a.g.e., s.131 109 Sağman, Ali Rıza, a.g.e., s.7

110 İbn İshak, Muhammed b. İshak (151/768), Sîreti İbn İshak, thk: Muhammed Hamîdullah, Konya,

1981, s.59; İbn Hişam, es-Sîre, I, 187-189; Taberî, Târîh, I, 521; Ebû Nuaym, Delâil, s.131-134

111Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf I, 88; İbn Seyyidinnas, Ebû'l-Feth Muhammed b. Muhammed (734/1334),

Uyûnu'l-Eser fî Funûni'l-Meğâzî ve'ş-Şemâil ve's Siyer, Beyrut, tsz., I, 115; İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed (808/1406), Târihu İbn Haldun, Beyrut, 1971, II, 5

(23)

Bu rivâyete göre Hz. Peygamber, Busra'da daha önce Bahîra ile karşılaştığı manastırda yine bir rahip ile karşılaşıyor. Kanaatimizce, Bahîra ve Nestûrâ'nın Hz. Peygamber ile aynı yerde fakat farklı zamanlarda karşılaşması karıştırılmış ve rahibin Nestûrâ olan ismi Bahîra'nın mezhebi gibi algılanmıştır. Bunun neticesinde Bahîra'nın Nestûrî mezhebinden olduğu ifade edilmiştir.

Zührî'nin siyerinden nakilde bulunan Süheylî ise Bahîra'nın Teyma'daki Yahudilerin bilginlerinden olduğunu söyler.112 Ancak bu görüş diğer görüşlerin yanında zayıf kalmaktadır. Zira kıssanın devam ve siyakında da anlaşılacağı üzere Bahîra Hıristiyan bir rahiptir.

Gerçekten de Bahîra, manastırda yaşayan şöhretli bir kimse idi. Hıristiyanlık ilmine sahipti. Bu manastırda Hıristiyan rahipler hiç eksik olmazdı. Yanlarında birinden diğerine miras yoluyla geçen içinde kıymetli bilgiler olan bir kitap vardı.113 Belki de Resûl-i Ekremin bütün ahval ve vasıfları bu kitapta yazılıydı. Deniliyor ki bu kitap ''el-Enbâ'' ünvanıyla bıraktığı rivâyet edilen bir kitap olacaktı. Başlıca konusu yakında Arap Yarımadası'nda bir nebinin zuhur edeceği ve tevhid itikadına davet ve putlara ibadetten nehy edeceği konusu etrafında toplanıyordu.114 Hatta Bahîra, talebelerinden Müzehheb adındaki şahıs için bu ''el-Enbâ'' adlı kitabında İsmail Peygamber'in soyunun yakında ilâhî hidayete ulaşacaklarına dair konular yazmıştır. Adı geçen Müzehheb de son peygamberin Sevr burcundan olacağını ve Zühre'nin, Müşteri ve Zuhâl'e yaklaşması sırasında doğacağını, İsmailoğullarını irşat ederek yakında içlerinde kuvvet kazanacağını Bahîra'dan rivâyet etmiştir.115 İbn Nedîm ise Bahîra'nın elindeki dinî metinlerin suhuf tercümeleri olabileceğini söyler.116

Hz. Peygamber, tebliğine başladığı sırada Bahîra'nın sağ olup olmadığı hususu tam tespit edilememekle birlikte; bi'setten sonraki dönemde Bahîra ismine

112 Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf, II, 220; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Abdurrahman (597/1201), Sıfatü's-Safve,

thk: Mahmud Fahuri, Beyrut, tsz., I, 66; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 286; Diyarbekrî, Târîh, I, 257; Halebî, es-Sîre, I, 118; Dahlân, es-Sîre, s.48 (Teyma ismini kullanmadan sadece Yahudi bilginlerinden olduğunu söyler.)

113 İbn İshak, es-Sîre, s.53; İbn, Hişam, es-Sîre, I, 181; İbn Sa'd, Muhammed (230/844),

et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut, tsz, I, 154; Taberî, Târîh, II, 277; Beyhakî, Delâil, II, 27; Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf, II, 216; İbnü'l-Cevzî, Ebû'l-Ferec Abdurrahman (597/1201), el-Vefâ bi Ahvâli'l-Mustafa, thk: Mustafa Abdulvahid, byy, tsz, I, 132; Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), Târihu'l-İslâm ve Vefayatü'l-Meşâhir ve'l-A'lam,''es-Sîretü'n-Nebeviyye cildi'', thk: Abdusselam Tedmürî, Beyrut, 1994, I, 58; Suyûtî, Celaüddin Abdurrahman b. Ebû Bekr (911/1505), el-Hasâisü'l-Kübrâ, thk: Halil Herras, Beyrut, 1985, I, 208; Diyarbekrî, Târîh, I, 257; Halebî, es-Sîre, I, 118; Dahlân, es-Sîre, s.48

114 Zebîdî, Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi, VI, 526 115 Seydişehrî, a.g.e., s.336 dipnot 23

(24)

rastlayamamız onun hayatta olmadığı kanısını kuvvetlendirmektedir. Zaten öğrencisi olan Müzehheb de O'nun Yahudi eşkıyalarının desiseleriyle öldürüldüğünü söyler.117 Bahîra'nın, Hz. Peygamber'in beklenen ahir zaman olduğunu dair kesin beyanı akla uzak bir ihtimal olsa da; kanaatimizce Bahîra, yaşadığı dönemin cehaletinden uzaklaşıp insanların itikatlarını düzeltmeye çalışan abid ve zahid bir kimseydi. İbn Kuteybe'nin el-Maârif adlı eserine aldığı şu rivâyet Bahîra'nın hayır sahibi bir kimse olduğu şeklindeki kanaatimizi güçlendirmektedir. Rivâyet şu şekildedir: ''İslâmiyet'in gelişine çok az bir zaman kala cahiliye devrinde hâtiften şöyle bir ses duyulmuştur: Bilesiniz ki yeryüzü halkının hayırlıları üç kişidir. Biri Bahîra, diğeri Riab b. Bera eş-Şeni üçüncüsü ise henüz dünyaya gelmemiştir. Fakat gelişi beklenmektedir. Gelişi beklenen kişi ise Resûlullah'tır.''118

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki Bahîra hakkındaki bilgiler az ve yetersizdir. Bu da onun hakkında, birbirinden farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kanaatimizce hayır sahibi bir münzevi olarak manastırda hayatını sürdürmüş olan Bahîra, Hıristiyanlık dinine mensup, ilim sahibi bir rahip olup, bi'setten önce vefat etmiştir.

.

117 Muhammed Rıza, a.g.e., s.35

118 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, el-Maârif, thk: Muhammed İsmail

(25)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. KLASİK İSLÂM TARİHİ ve HADİS KAYNAKLARINA GÖRE RAHİP BAHÎRA OLAYI

Bu bölümde Klasik İslâm Tarihi kaynaklarının ve Hadis kaynaklarının Bahîra olayı hakkındaki yaklaşımlarının nasıl olduğu ifade edilecektir. Klasik İslâm Tarihi kaynakları olarak Siyer, İslâm Tarihi, Tabakât ve Ensab kitapları incelenecektir. Ensab ve Tabakât kitaplarında tarih ve Siyer kitaplarındaki kadar çok fazla malumata ulaşılamamıştır. Özellikle de Ensab kitaplarından Belâzürî'nin Ensâbü'l-Eşraf'ından başka kaynakta karşımıza bir bilgi çıkmamıştır. Tabakât kitaplarından ise özellikle İbn Sa'd'ın et-Tabakâtü'l-Kübra'sı ve İbn Asâkir'in Târîhu Medineti Dımeşk adlı eserinden istifade edildi ki İbn Asakîr eserinde bu konuyla ilgili olarak aynı metni farklı senetlerle aktarmıştır. Ayrıca İbnü'l-Cevzî'nin Sıfatü's-Safve adlı eserine de başvuruldu. Ayrıca Rical kitaplarını da, Tabakât kitapları içerisinde addederek oradaki bilgileri burada vermek uygun görülmüştür.

Hadis kaynakları farklı bir başlık altında incelenecektir. Bu kaynaklarda konuyla ilgili yer alan bütün rivâyetler aktarılacak daha sonra ise bu rivâyetlerdeki ortak ve farklı kısımlar tespit edilip ihtilaflı yerlerde gerekli açıklamalar yapılacaktır.

1.1. Klasik İslâm Tarihi Kaynakları

Konuya giriş yapmadan önce rivâyetlerin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi için Hz. Peygamber'in bu seferde kaç yaşında olduğu hakkındaki nakiller verilecektir. Kaynaklar, Hz. Peygamber'in bu seferde kaç yaşında olduğunda ihtilaf etmekle birlikte, ortak olan nokta çocuk olduğudur. Peki Resûlullah bu seferde kaç yaşındaydı? Konu hakkında fazlaca malumat vardır. Ulaşılabildiği kadarıyla bunlar aktarılacaktır. Değerlendirmelerin beş grupta toplandığı görülmektedir:

- 9 yaşında119 - 10 yaşında120 - 12 yaşında121

119 Taberî, Târîh, II, 277; Mes'ûdî, el-Murûc, II, 293; Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf, II, 221; İbnü'l-Esîr,

Ebû'l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1233), el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, 1965, II, 37; İbn Seyyidinnas, Uyûn, I, 105; Nebhânî, a.g.e., s.156; Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 47

120 Ebû Nuaym, Delâil, s.124

121 İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 121; Mes'ûdî, Murûc, I, 75; İbnü'l-Cevzî, Vefâ, I, 131; İbn Kayyım

el-Cevzîyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr (751/1350), Zâdu'l-Meâd fî Hedyi Hayri'l-İbad, thk: Şuayb el-Arnavud-Abdülkadir el-Arnavud, Beyrut, 1986, I, 70

(26)

- 12 yaş 2 ay ve 10 günlük122 - 13 yaşında123 idi.

Birinci Rivâyet:

Burada kaynakların kendisinde nakilde bulunduğu en eski siyer kaynaklarından birisi olan İbn İshak rivâyeti aktarılacaktır.124 Rivâyet şu şekildedir:

Ebû Tâlib bir kafile ile birlikte ticaret amacıyla Şam'a gitmek istedi. Yola çıkmak için hazırlanıp yolculuğa karar verdiği zaman Hz. Peygamber üzülüp ona sarılarak kendisinden ayrılmak istemedi. Bu duruma dayanamayan Ebû Tâlib:

''Allah'a yemin ederim ki O'nu benimle birlikte götüreceğim. O benden ayrılmayacaktır, ben de asla ondan ayrılmayacağım'' dedi.

Veya buna benzer şeyler söyledi. Böylece O'nu yanında götürdü. Kafile Şam topraklarında bulunan Busra'ya geldi. Burada Bahîra adlı bir rahip manastırda yaşardı. Bu rahip Hıristiyanlar arasında en bilgili bir kimse idi. Eskiden beri bu küçük tapınakta bulunan bir kitap burada yaşayan rahiplere geçtiği için eline bu kitap geçmiş olan her rahip Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu. İddia ettiklerine göre rahipler bu kitabı biri diğerine aktarmak sûretiyle devralıyorlardı.

İşte bu sene de Kureyş'in ticaret kervanı Bahîra'nın yanına vardılar ki bundan önce de Kureyşliler Bahîra'nın yanına birçok kez uğramıştı. Fakat Bahîra onlarla hiç ilgilenmez ve konuşmazdı. Söylendiğine göre bu sefer Kureyşliler yanına uğradığında tapınağından bakıp gördüğü bir şeyden dolayı onlara yemek verdi. İddia ettiklerine göre rahip tapınağından kafilenin gelişini seyrederken bir bulut Hz. Peygamber'i gölgelendirmekte idi. Kafile gelip ona yakın bir ağacın altına kondu. Bahîra bulutun ağacın üstüne geldiğini ağacın dallarının Hz. Peygamber'in üstüne eğilip O'na gölge ettiğini gördü. Bahîra bunu görünce manastırdan indi ve kafileye bir adam göndererek onlara dedi ki:

''Ey Kureyş topluluğu size yemek yaptım. Bu yemeğe hepinizin büyüğünüzün-küçüğünüzün, kölenizin-hürünüzün gelmesini arzu ederim.'' Bunun üzerine onlardan biri:

''Ey Bahîra, Allah'a and olsun ki bugün sende bir hal var. Biz sana her zaman uğradığımız halde sen bize böyle bir şey yapmazdın. Bugün sendeki bu hal nedir?'' diye sordu.

122 İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, I, 66

123 Mes'ûdî, el-Murûc, II, 293; İbn Haldun, Târîh, II, 5; Seydişehri, a.g.e., s.335

124 Bu rivâyet de ileride sık sık karşımıza çıkacağı için bir çok defa aynı rivâyeti yazmaktan ziyade,

(27)

Bahîra da:

''Evet doğru söyledin fakat ne de olsa siz misafirimizsiniz. Bunun için sizi ağırlamak, yemek vermek istedim. Bu yemekten hepiniz yiyiniz.'' dedi.

Bütün Kureyşliler yemek yemeğe geldiler. Hz. Peygamber yaşı küçük olduğu için ağacın altında eşyaların başında kaldı. Bahîra gelenler arasında O'nu ve aradığı alameti göremeyince şöyle dedi:

''Ey Kureyşliler sizden hiçbiriniz yemeğinizden geri kalmasın.'' Onlar da ona dedi ki:

''Ey Bahîra gelmesi gereken herkes geldi. Ancak aramızda en küçük yaşlımız olan çocuk eşyaların yanında kaldı.'' Bunun üzerine o da dedi ki:

''Hayır böyle yapmayın sizinle birlikte O da yemekte bulunsun.'' Bunun üzerine Kureyşlilerden bir adam125 şöyle dedi:

''Lat ile Uzza'ya and olsun ki Abdulmuttâlib oğlu Abdullah'ın oğlunun bizimle birlikte yemekte bulunmayışı bizim için bir ayıptır.''

Sonra yanına gitti ve elinden tutarak cemaatle birlikte O'nu da oturttu. Bahîra çocuğu görünce O'na çok dikkatli bakmaya, vücudunda daha önce bildiği şeyleri kontrol etmeye başladı. Nihayet topluluk yemekten kalkıp dağıldıktan sonra Bahîra çocuğa doğru gelip şöyle dedi:

''Ey çocuk Lat ve Uzza hakkı için sana soracağım şeylerin cevabını ver.'' Bahîra Kureyşlilerin bu iki put için and içtiklerini duyduğu için çocuğa böyle söyledi. İddia ettiklerine göre Hz. Peygamber ona şöyle dedi:

''Lat ve Uzza adına benden bir şey isteme. Allah adına yemin ederim ki onlardan nefret ettiğim gibi hiçbir şeyden etmem.'' Bunun üzerine Bahîra şöyle dedi:

''Peki Allah hakkı için sana soracağım soruların cevabını ver.''

Bundan sonra Bahîra çocuğa uykusunun durumunu, bunlardan başka hallerine ve işlerine dair sorular sormaya başladı. Hz. Peygamber bu soruların cevabını verdi. Hepsi de Bahîra'nın önceden bildiği sıfatlara uyuyordu. Bahîra son olarak da çocuğun sırtına baktı ve iki omzu arasında daha önce bildiği peygamberlik mührünü gördü. Bahîra sorularını bitirdikten sonra çocuğun amcası Ebû Tâlib'in yanına gelip ona:

''Bu çocuk senin neyin olur?'' diye sordu. Ebû Tâlib:

125 Bazı kaynaklar bu kişinin Hz. Peygamber'in amcası Haris b. Abdülmuttalip b. Abd-i Menaf olduğunu

söylerler. bkz. Ebû Nuaym, Delâil, s.127; Diyarbekrî, Târîh, I, 258; Dahlân, es-Sîre, s.48; Nebhânî, a.g.e., s.158

(28)

''Oğlumdur'' dedi. Bahîra:

'Hayır O senin oğlun değildir. Bu çocuğun babası sağ olmamalı'' dedi. Ebû Tâlib:

''Doğru O benim kardeşimin oğludur'' dedi. Bahîra:

''Peki babasına ne oldu?'' Ebû Tâlib:

''Annesi bu çocuğa hamile iken babası öldü'' dedi. Bunun üzerine Bahîra:

''Doğru söyledin yeğenini hemen memleketine geri götür. O'nu Yahudilerden koru. Allah'a yemin ederim ki Yahudiler çocuğu görüp benim bildiğim şeyleri bilirlerse O'na kötülük yaparlar. Çünkü senin bu yeğeninin ileride büyük bir şanı olacaktır. Sen O'nu hemen memleketine geri götür.'' dedi.126

Bunun üzerine Ebû Tâlib Sûriye'deki ticarî işlerini bitirdikten sonra hemen Mekke'ye geri döndü. Söylendiğine göre Ehl-i Kitap'tan olan Zübeyr (Züreyr), Temmam (Semâm) ve Düreys (Deris) adlarındaki kimseler Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib ile birlikte yaptığı bu seyahatte Bahîra'nın gördüğü şeyleri görmüşlerdi. Bu üç adam o şeyleri gördüklerinde çocuğa kötülük yapmak istemişler fakat Bahîra onların bu niyetlerine karşı gelmiş çocuğun adının sözü geçen kitapta anıldığını ve sıfatlarının sayıldığını onlara hatırlatmış ve eğer O'na dokunmak isterlerse bu işte başarı elde edemeyeceklerini söylemiştir. Böylece bu üç adam Bahîra'nın söylediklerini tasdik ederek onun yanından ayrılıp gittiler.127 Bazı kaynaklarda bu rivâyette sayı verilmeksizin Yahudilerden bazı adamların da Hz. Peygamber'i gördükleri ve ondaki peygamberliğe ait hususları bildikleri; ancak Bahîra'nın onları bu işten vazgeçirdiği rivâyet edilmektedir. 128

126 İbn İshak, es-Sîre, s.53-55; İbn Hişam, es-Sîre, I, 180-183; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 153-155; Belâzürî,

Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd (279/892), Ensâbü'l-Eşrâf, thk: Muhammed Hamîdullah, Kahire, 1959, I, 96-97; Taberî, Târîh, II, 277-278; Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf , II, 216-218; İbn Asâkir, İbn İshak hadisini İbn İshak'tan olduğu gibi aktarmış ancak Ebû Tâlib sefere çıkacağında Hz.Peygamber kendisine yapışarak ''Amcacığım beni kime bırakıp gidiyorsun ne annem ver ne de babam.'' ilave kısmını da vermiştir. İbn Asâkir, Ebü'l-Kâsım Sikatüddin Ali b. Hasan b. Hibetullah (571/1176), Târîhu Medineti Dımeşk, thk: Muhibüddin Ebû Saîd Amrevî, Beyrut, 1995, III, 10-12; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 38; ez-Zehebî, Târihu'l-İslâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye cildi, s.57-60

127 İbn İshak, es-Sîre, s.53-55; İbn Hişam, es-Sîre, I, 180-183; Ebû Nuaym, Delâil, s,125-129; Beyhakî,

Delâil, II, 26-29; İbn Asâkir, Târîh, III, 10-12; Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf, II, 216-219; İbnü'l-Cevzî, el-Vefâ, I, 131-133; İbn Seyyidinnas, Uyûn, I, 40-42; Suyûtî, el-Hasâis, I, 208-210

Referanslar

Benzer Belgeler

Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) kutlu doğumunu idrak ederken bugün bir kere daha onun ümmeti olmakla her zaman şerefyâb olan bizler, bütün insanlık için en güzel örnek

Gençlerin zararlı akımlardan kendilerini korumaları ve bu dünyada mutlu ve huzurlu bir hayat sürüp ahirette ebedi kurtuluşa erişebilmeleri için ibadet

lik kazanmalarına yardımcı olmak, eğitim ve öğretimleriyle ilgilen- mek, öz evlatlar için reva görülenleri yetimler için de reva görmek olarak ifade edilebilir. İyi bir

Peygamber’in üstünlüğüne, mükemmelliğine işaret edilen bir diğer husus da kültürümüzde “temmet”i yani bitişi, sona ermeyi gösteren “mim” harfinin

Kaynak: Koç, Din Eğitiminde Etkili İletişim; Köylü, Psiko-Sosyal Açıdan Dinî İletişi; Hasan Tutar vd., Genel İletişim, Kavramlar ve Modeller (Ankara: Seçkin

13 Allah’ın varlığı hakkında (O’nu kim yarattı? Nasıl oluştu? vb) 11 Allah'ın varlığının kanıtının olup olmadığı hakkında (Somut delil) 11 Cinlerin musallat olup

6 Bu ayette ifade edilen “nazar” eyleminin eğitsel açıdan taşıdığı değere dair ayrıntılı bilgi için bkz.. peygamber haricindeki kişilerin söz

dınları kapsayacak şekilde kullaruldığı halde seby erkekler hak- kında kullarulmaz. İslam hukuk kaynaklarında da bu iki kelime an- lam farkları muhafaza edilerek