İMİ, «Bisikletin vatanı eski Ç in' dir» der. Kimi Fransa'da 1640 yılında bugünkü bisikletin ilk emekleme devrini yaşadığını id dia eder. Sîzler ilk bisikleti görseniz, güler ve bu acayip nesneden, bugünkü bisikletin çıkabileceğine güç akıl erdirirsiniz. Çünkü bisikletin atası öylesine kaba - sabadır. Basit aletlerle meydana getirilmiş olmanın âdeta utancı içindedir.
Fakat bu gerçek «Şeytan arabası» nın ardından, bu gün bizim anladığımız mânadaki bisikleti ilk defa 1865- 70 yılları arasında yapmışlar, «ik i çember» mânasına gelen bir adla da vaftiz edivermişler. Bicycle deyip, çıkmışlar.
Demek kİ modern anlamda bisikletin tarihi bir asrı doldurmuş durumdadır.
«MEMALİKİ ŞAHANEDE» BİSİKLET
Bisiklet, bizim memleketimize ilkin, yarı İtalyanca, yarı Lâtince olan, karma bir adla geldi. «Çabuk giden ayak» mânasına Velosipet adı, İstanbullu amatörlerin ağzında «velespit, filispit» oldu! Halk ise, bu yeni de yimleri doğru dürüst söyleyemediği için, o Doğulu kurnazlığı ile ona «Şeytan arabası» adını yakıştırdı. Eh... yanlış da değildi hani!... Ancak şeytanlara has bir durum vardı ortada... İki tekerlek dönüyor, hem de üstündekinl düşürmeden, dilediği yere kadar gö türüyordu.
Yalnız şunu açıklamak lâzımdı ki, İstanbul'dan çok evvel, bu Velosipet'i o zamanki Memaliki Şahane sı nırları içinde bulunan Selânik şehri gördü.
Yıllarca Bisiklet Federasyonu Başkanlığında bulun muş ve memlekete gerçek değerde birçok amatör ve profesyonel bisikletçi yetiştirmiş Muvaffak Menemenci- oğlu, daha 1 8 8 9 -1 9 0 0 yıllarında Selânik'te bir Vo- ledrom bulunduğunu bir konuşmamızda bize açıkla mıştı.
«... Burası, diyordu, Abdülhamit’ln bir zamanlar göz altında tutulduğu Alâtini Köşkü'nün az daha Mersin de idi ve "Depo Harici' de denirdi. Şehrin banliyösü sayılırdı. Tahminen 400 metre kare üzerinde, ahşap yapılmıştı. Bir tribünü vardı. Kesin virajlı, toprak pistli idi. Velospitciler burada güçlü yarışmalar tertiplerlerdi. Hatırladığıma göre, ilk yarışçılar arasında, bir başka Enver Paşanın oğlu Mustafa, Fransız öğretmen Noblle, Paraskevopulos; bilhassa velodrom yarışmalarında şöh ret yapmışlardı.
»
İstanbul'da görü n d ü ğü günlerde, azılı konak
beygirleri şaha kalkıyor, kadınlar korkudan
bayılıyor, çocuklar ağlıyor, seyran yerleri
feryat, figan, birbirine giriyordu. Ya k ö p e k
ler! Akılları başlarından gitmişti! Bütün b u n
lara sebep, d ö n e n bir çift tekerlek üzerinde
kendi kendine giden alelâcayip bir taşıttı.
İLK AĞAÇ BİSİKTET — Şeytan Baron adı ileanılan von Drais, 1817' de bu bisikleti yapmıştı.
TL R E D E Ut. — 17 eyliil 192b' da çekilen bu jotoğra/, İstanbul da yapılan ilk büyük yarışmalardan birine aittir. Diğerinde. 1895-96 yıllarının mukavemet yarışçılarından Mustafa Süleymanoviç görülüyor.
Gösterdi ama bir kıyamettir koptu. Zilini çıngırdatarak «vız!» diyerek arabaların arasından kayıp geçti mi, ne kadar hayvan varsa hepsinde bir ürkme... Azılı konak beygirleri şaha kalkıyorlar, gemi azıya alıyorlar, oku, dingili kırıyorlar, seyisler düşüyor, kadınlar bayı lıyor, çocuklar ağlıyor, simitçi tablaları, helvacı kutu ları, dondurma takımları devrilip seyran yerlerinde bir feryat, bir figan, bir ihtilâl kİ maazallah! Ya köpek ler? Akılları başlarından gitti; boğulurcasına hayvan lar, hem koşarlar, hem kaçarlar, hem ulurlar...
«Oğluna müsaade ettiğinden dolayı kerliferli ah baplar babamı hep ayıpladılar: Ricali devletten birinin evlâdına böyle iki tekerlek üzerine binip, kamburu çık mış, kan ter içinde gezmek, elâlemi telâşa düşürmek yaraşır m ıydı? Ahırımızda hamden, binek; araba, her cins at vardı...
«Peder bu lâfları dinlemedi; ve, üç aya kalmadı İstanbul'un içi şeytan arabalarıyla doldu. Artık atlar ürkmüyor, köpekler havlamıyor, yaşlılar kızmıyordu, ona da alışılmıştı...»
1920 YILINDAN SONRA OLANLAR...
O günden sonra bisiklet sevgisi ve yarışma zevki de
memleketimizde hızla gelişti. İlk günlerin tahta jantiı, vitessiz, geçme lâstikti bisikletlerinin yerini gitgide yeni zamanların mükemmel, hafif bisikletleri aldı.
1 9 2 0 -2 4 yılları arası Kadıköy'ünde, şimdiki Fener bahçe Stadı'nın bulunduğu yerde yarışmalar düzenlen di. Fahri, Raif, Fevzi, Haydar, İbrahim, Cavit gibi, Türk bisikletçiliğinin gerçek yarışçıları kendilerini gösterdi ler. Sonradan bilhassa Cavit Cav, Talât Tunçalp klâs birer bisiklet yarışçısı oldular ve birçok birincilikle birlikte, memleketimizi dışarıda da şerefle temsil ettiler.
İstanbul yakasında ise, Zincirlikuyu ile Büyükdere arasında bisiklet yarışları yapılmaya başlanmıştı. Bun lardan bazılarında Şişi ¡'deki Mezarlıkbaşı'ndan çıkışa geçilir, Tarabya'da bitirilirdi. Gidiş - geliş 32 km. olan bu yarışların bisikletlerinde Alsyon - Pejo markalan çoğunluğu teşkil ederdi.
Bu arada, Güihane Parkı da, kronometrajlı bisiklet, hattâ otomobil yarışmalarında bir çeşit velodrom öde vini görmüştü.
Şimdi bisiklet 100 yaşını dolduruyor. İnsanlar bisik letle nasıl yarışırsa, bisiklet de, zamanla yarışıyor. Ba kalım, bu yarışma ne vakte kadar devam edecek?
BİSİKLETTE EKONOMİ — 1928 yılında, 10 kişinin beraber bindiği bisikleti İngiltere'de yapmışlar dı. O sıra, bilhassa İskoçya’daki ekonomik krizde bu vasıla, çok ilgi görmüş, ortak olanlar çıkm ıştı...
Y A Z A N : T U R G U T E T İ N G Ü T T m m m t T T t T m f H T T T T r m m
gid iş-gelişi hemen hemen bir hâdise teşkil etmişti, neden? Orasını anlatmadan evvel velosipeti ilk gördü ğüm güne ait hâtıramı nakledeyim:
«O akşam, bir yaz akşamı, koca incire asılmış, iri bir fenerin altında (lüks lâmbaları daha icat olunma mıştı, elektrik de yasak) ailece telâş içinde bir şey bek leniyordu.. Geciken, kendisini merak ettiren bir şey... Bu şey ne idi? Adını bile pek dürüst söyleyemiyorduk. İki tekerlek üzerinde yürüyen, yürüyen değil koşan, hattâ uçan bir araba I At İle, eşek ile gitmiyor, ayak larını oynattın mı, yallah... Biraz daha gayret... Pırrrr! diye kuş misali nerede ise havalanıyorsun; arkadan sa pan taşı değil, ok, kurşun, yetişemiyor. İşte bu harika «Sonraları gene Seiânik'te, kışla önünde yapılan ya
rışlarda da büyük başarı gösteren Enver Paşazade Mus tafa, bir ara İstanbul'da düzenlenen koşulara da katıl mış, devrinin en iyi bisikletçisi olduğunu çevresine ka bul ettirmişti.»
REFİK HALİT KARAY'IN BİR HÂTIRASI
İstanbul şehri ilk bisikleti 1 8 9 2 -9 4 yıllarında gör dü. Onun hikâyesini de Üstat Refik Halit Karay'ın ka leminden okuyalım:
«Velosipet, İstanbul'a beş yaşında ya vardım ya yok tum, o zaman girdi. Şimdi bize şaşılacak hiçbir mari feti ve fevkalâdeliği olmayan bu basit iki tekerleğin
o akşam ilk defa olarak İstanbul'a hem de bizim eve geliyordu.
«Ortanca birader Avrupa'ya ısmarlamış, güç belâ gümrükten girmesine izin alınmış; kavuşmak üzere idik. Buhar ve elektrik gibi, dış bir kuvvete ihtiyaç göstermeyen bu Frenk icadının memlekete girmesinde Saray bir mahzur görmemişti.
«Derken yolun üst başında bir öküz arabası gıcır tısı sesler, müjdeler işitildi: Velosipet sağ salim gel mişti. Bugün Avrupa'da, küçük sandıklar içinde pek kolay düzenlerle gönderilen bisiklet nerede, o nerede? Kocaman bir sandığı dört kişi bin itina ile tutarak güç hal ile taşıyorlardı. Aman bozulmasın, bir yeri sakat lanmasın, incinmesin diye — sanki dibinde Üç Turunç masalındaki uyuyan sultan yatıyormuş gibi — korka korka öyle endişelerle açıldı ki bana, çocukluk bu ya, içindeki alet, demirden değil, avize gibi hillûrdan ya pılmış hissini verdi. Hoş avize bile olsa ancak öyle sarılıp sarmalanırdı. Talaşlar, mukavvalar, sargılar; ne ler de neler!
«Nihayet velosipet göründü. Herkeste bîr heyecan... Ben, ikide bir, halkın bacakları arasından yol bulup yaklaşıyorum, farkına varıyorlar; dokunurum, koparı rım diye hemen uzaklaştırıyorlar. Hulâsa, velosipet çık tı. Saatlerce seyir ve temaşa, tetkik ve tetebbu edildi; ben uyuyakalmışım. Sabahleyin pencereden bahçeye baktım: Ağabeyim, bahçıvanla uşağın arasında iki te kerleğin ortasındaki el ayası kadar ufak bir yaylı me şin üzerinde oturumş, orsa baca, düşe kalka, yalpalaya, sendeleye talimlere başlamış. Hatırımda kaldığına göre çok sürmedi, bir, iki yara bereye mal olduktan sonra, haftasında velosipet yaz mesirelerinde kendini gösterdi.
1895’ TE BİSİKLETLİ P İK N İK — Bu kır gezin-tisinden sonra geçen zaman zarfında; insanların, va sıtaların., hattâ dekorların ne çok değişmiş olduğu nu yandaki hu resimden anlamak mümkündür.
|
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi