\ L l
M
SAYFA
12
CUM HURİYET
DİZİ YAZI
O
zanıan. her öğretmen adayının atan mak üzere üç ili isteme hakkı vardı. Ancak bakanlık, buna uymak zo runda değildi. Ben. üç il yerine,“ Hakkâri, Hakkâri. Hakkâ-
yâzdım. Hakkâri’yi niçin iste miştim? Birkez. Köy Enstitülülük ruhu vardı: “Gi dilecek köyler kalkındırılacak, en zor koşullar altında da çalışılacak. Çünkü, biz köylüyüz. Oradan çıktık geldik.” Ortak tema buydu.
Bir başka neden daha vardı. O yıllarda izlediğim Varlık dergisinde, Hakkâri İlköğretim Müfettişi Se- lahattin Şimşek. Yayla Notları başlığı ile göz lemlerini yazıyordu. Bir gün öğretmenimiz Hacı
K üçükkaracaağlayarak, Selahattin Şimşek’in Zap Suyu’na düşerek öldüğünü, cesedinin bulunamadı ğını söyledi. Bu olay, beni çok etkiledi. Şimşek’in yazıları, daha sonra “Hakkâri Dedikleri”adıyla
kitaplaştırıldı. Kitapta, yazarın ölümü üzerine do kunaklı düşünceler yazılmıştı. Selahattin Şimşek’in ölümü üzerine çok söylentiler çıktı. Ancak bugüne değin tam aydınlatılamadı, cesedi bile bulunama dı. Kimine göre Şimşek’i, tarlasına okul yaptıran ağalar öldürtmüştü. Kimine göre, ailevi sorunlar nedeniyle intihar etmiş ya da ülkeyi terk etmişti. Ki mine göre ise, olağan bir k aia sonucu ölmüştü.
Hakkâri yollarında
Serde idealistlik vardı. Hakkâri’yi seçtim. Buna kimi öğretmenler övgüyle kimi de kaygıyla tepki gösterdi. Kimbilir. belki maceracı olduğumu düşü nenlerde olmuştur. O yıl. Gönen İlköğretmen Oku- lu’ndan 101 kişi mezun olmuştuk. İstediği yere ata- nabilen tek kişiydim. Atandığım yeri öğrenenler genellikle kaygı ifade ederken, babam tek destek- çimdi. Van’da askerlik yapmıştı ve ona göre,
“Adam olan, her yerde sevilmesini bilirdi.”
Ancak, bir soru aklımı fena halde kurcalıyordu. Hakkâri’ye nasıl gidecektim? Param yoktu. Me zunlara. 1926 yılında verilmeye başlanan 80 lira do natım bedeli, hiç değişikliğe uğramadan 1962 yı lında da aynı düzeyde veriliyordu. Hakkâri'ye git memi destekleyen babam, öğrenciliğimde olduğu gibi yine yaşlı bir inek satıp bana harçlık verdi. A- ma bu para beni Hakkâri’ye götüremezdi. Babam dan büyük bir halam vardı. Kocası vurulup öldü rülmüştü. Çoluğu çocuğu da yoktu. Ara sıra kimi işlerini görürdüm. O bana harçlık verdi de Hakkâ ri'ye gidip göreve başladım.
Hakkâri’ye dört günde ulaşabildim. Okulların açılışına iki ay vardı. Geri dönüp babamın yarım ka lan harman işlerini hallettim. İlk aylığım geldi. Yüz de 2 5 ’i Emekli Sandığı'na kesildiği için, kalan pa ra beni Hakkâri’ye zor iletecekti. Öyle de oldu. Neyse ki. yeni aybaşı gelmişti.
Öğrencisiz okul
Tonguç'un öğütleri
► Öğretmen olmak için üç ili isteme
hakkımız vardı. Ben, “ Hakkâri,
Hakkâri, Hakkâri” diye yazdım. Gönen
İlköğretmen Okulu’ndan 101 kişi
mezun olmuştuk. İstediği yere
atanabilen tek kişiydim. Atandığım
yeri öğrenenler kaygılarını belirtirken,
babam tek destekçimdi. Van’da
askerlik yapmıştı, ona göre, “Adam
olan, her yerde sevilmesini bilirdi.”
Köy Enstitüleri geleneğinden bize az
çok bulaşan yaklaşımlar, çok işime
yaradı.
İsparta Halk Sineması’nda öğretmen okullarının 114. kuruluş yıldönümü töreni
öncesi arkadaşlarla birlikte (16 Mart 1962).
• Köye keser, testere, eğe, rende ve
birkaç ilkyardım malzemesi alıp
gitmiştim. Köyün yapı ve onarım
işlerini, yazın Siirt tarafından gelen
seyyar ustalar yapıyordu. Siirtli usta,
sepet ve küfe de örüyordu. Büyük
eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’un,
“ Köylüye bir şey öğretebilmek için,
ondan birçok şey öğrenmek gerekir!”
sözü aklıma geldi. Usta gittikten sonra
sepet örüp köylülere dağıttım, kapı
onardım, duvar ördüm. Bu içli dışlı
ilişkilerle 40 kadar öğrenci buldum.
Atandığım köy, Hakkâri’ye yaya olarak 13 saat lik uzaklıktaydı. Eski adı “Kotranis”, yeni adı
“Ördekli” olan bu köyde, bir öğretim yılı kaldım. Okul açılalı 15 yıl olmuş, ancak bu sürenin yarısı kadar bile öğretim yapılmamıştı. Bina yıpranmış tı. hiç sıra, masa yoktu. Köylüler henüz yayladan inmemişlerdi. Bir ay gecikmeyle okulu açabildim. Köy muhtarının çadırında konuktum. Muhtar köye gelince, okula taşındım. Yanıma yatak yorgan al mıştım, ama iş bununla bitmiyordu.
Muhtarın üvey anası, “Sultan Ana”, her gün yemek ve çay gönderiyordu. Sultan Ana. çat pat Türkçe biliyordu. Türkçeyi, zaman zaman gelip gi den öğretmenlerin ve karakol komutanının ailesin den öğrenmişti. Törelere göre bana bakmak zorun daydı. Evde, 29 nüfus vardı. Yeryüzündeki oda ise misafir odasıydı. Kış yaklaşınca okulda kalamaya cağımı anladım. Sultan A na’nın önerisini kabul et miş. ben de aileden biri olmuştum. Muhtarın konuk odası, aynı zamanda cami görevi görüyordu. Her gün cemaatten az çok Türkçe bilenlerle konuştuk tan sonra kitap okuyor, ders planlan yapıyor, bol bol mektup yazıyordum. Okula çocuk gelmiyordu. Hiç sıra olmayan okula Hakkâri'den 12 tane kullanılmış sıra sağlamıştım. Ara sıra avare kalmış üç beş ço cuk geliyor, sonra kayboluyordu. Muhtar, “Gelir ler, gelirler” diyor, ama gelen olmuyordu. Türkçe bilinmediği için söylenecek güzel söylerde para et miyordu.
dan kapısı kopanın kapısını onarmaya, duvarı yıkı lanın duvarını örmeye başladım. Ara sıra hastala nanlara aspirin veriyor, yarası beresi olanlara ten türdiyot sürüyordum. Genç köy imamının kışın ço cuğu olmuştu, ancak eşinin sütü kesikti. Ona sütto zu yardımı yaptım. Bu içli dışlı ilişkilerle 40 kadar öğrenci buldum. 4-5 tane kız öğrencim bile oldu. Türkçe bilmemelerine karşın birçoğu okuma yaz ma öğrendi. Ancak geç geldikleri için zaman yeter li olmadı. Yıl sonu geldi. 23 Nisan Bayramı'nı kut layıp, okulu kapattık. Köylüler, bayramı çok sevdi ler. Yaklaşık beş aydır kente inmemiştim. Üç saat yürüdükten sonra Hakkâri yoluna ulaştım. Bir yük kamyonu, içinde yolcular ve hayvanlarla geliyordu. Sürücü. “Beyim” dedi. “ Kamyonun içi berbat, arkadan karayollarının kamyoneti geliyor. Ona bin.” Acelem olduğunu, kamyona bineceğimi söy ledim.
Hakkâri’ye geldikten sonra duyduk ki, arkadan gelen kamyonet Zap Suyu’na uçmuş, içindekiler de kaybolmuş. Mayıs ayı. Zap'ın en azgın dönemi dir. Kente gelince, ne göreyim? Asker olmuşum. Yetkililere, “ Etmeyin, yapmayın” dedim sedeça- re yoktu.
I960’tan sonra lise ve dengi okul mezunlarının
yedeksubaylık hakkı kaldırılmıştı. I960’a kadarki mezunlar, 27 Mayısçılar tarafından formasyonuna bakılmaksızın “yedek subay öğretm en” yapılmış- tı. Biz de “er öğretmen” olduk. 24 aylığına kıta ya gönderildik. 21 Mayıs 1963 olaylarına karışıp, erken kıtaya gönderilen kafatasçı bir teğmen komu- tasmdayız. Bizlere, Köy Enstitüsü kalıntısı olduğu muz için daha çok eziyet ediyor. Derken, öğretmen kökenli Tunceli Milletvekili M ehm et Ali Demir in bir önergesi yasalaştı da. dört ay eğitimden sonra askerliğimizi kıtada ya da köylerde öğretmen ola rak yapmamız sağlandı. Kıtada, erlere okuma yaz ma öğretmek üzere bırakıldık. Bazdan köylere gön derildi. 12 ay köylü gençlere okuma yazma öğret tim. 1964 Eylül ayında, kendi ilçemin (İsparta’nın Sütçüler ilçesi) Sagrak köyüne atanıp iki yıl öğret menlik yaptım. Okulda hiç işe yarayan sıra yoktu. Köy, ustalar köyüydü. Ancak o mevsimde başka yerlerde çalışıyorlardı. Çaresiz 20-25 sıra yaptım. 70öğreııcim için. Çocukların morali ve yazıları dü zeldi.
Çok uzak köylerden öğrencilerim vardı. Karlı günlerde, selde, yağmurda gelmemelerini söyler dim. dinlemezlerdi. O günkü öğrencilerimden biri
Haşan Ali Göksoy. okudu, öğretmen oldu.
Köy Enstitüleri geleneğinden bize az çok bula şan yaklaşımlar, çok işime yaradı. Köyde hiç keser, testere, eğe. rende yoktu. Köye, bunları ve birkaç ilkyardım malzemesini alıp gitmiştim. Köyün ya pı ve onarım işlerini, yazın Siirt tarafından gelen seyyar ustalar yapıyordu. Ben onlara göre daha iyi araç kullanıyordum. Siirtli usta, sepet ve küfe gibi gereçler de örüyordu. O günlerde büyük eğitimci miz İsmail Hakkı Tonguç’un “ Köyde Eğitim” ve
“ Canianlandırılacak K öy” kitaplannı okuyor dum. Tonguç’un ünlü bir sözü aklıma takıldı:
“ Köylüye bir şey öğretebilmek için, ondan bir çok şey öğrenmek gerekir!” Siirtli usta gittikten sonra sepet örüp köylülere parasız dağıttım. Ardın
Gazi Eğitim Enstitüsü Eğitim Bölümü’ne girme koşullarını tamamlamıştım. Sınavlara girdim, an cak yedeğe kaldım. O yıl bölüme 40 öğrenci alına caktı. Kırkıncı için 9 adayın puanları eşitti. Diplo ma derecelerine bakıldı, akrabam olan Ahmet Ali Kök ile bitirme derecemiz “ Pekivi” ydi. Böylece öteki arkadaşlar elendi. A hm et’in babası öldüğü için yönetmeliğe göre o seçildi. Bizler istersek
“gündüzlü” öğrenci olabilecektik. Ancak benim hem okuyup hem babama ve kardeşlerime bakmam gerekiyordu.
Sözlü sınavlar, her zaman öznelliğe ve keyfiliğe açıktır. Komisyondaki rahmetli hocamız Orhan Çaplı şöyle bir soru sordu: “ Boş zamanlarında ne yaparsın?” Ben. “ Boş zamanım yok” dedim.
“Yazın ne yapıvorsun” diye üsteleyince, “ Baba ma ev yaptırdım, orada çalıştım” yanıtını ver dim. Orhan Bey’in istediği yanıt, bu değildi. “ Boş zaman değerlendirme” Amerikancadan çevril miş bir kavramdı.
Yanıt, “Spor yaparım, balık tutarım, kitap okurum” gibi şeylerolmaiıydı. Orhan Bey, “John- son’u tanıyor musun?” diye sordu bu kez. "Tür kiye’nin işlerine burnunu sokan Amerikan Cumhurbaşkanı” deyince. Çaplı gerildi. Doğan Ergun hocamız, bu yanıttan pek hoşlandı. İsmet Sayın hoca da. “İşlerimize burnunu sokmaması için ne yapmak gerekir?” diye sordu. Ben de, ABD Başkanı Johnson’a, o günlerde Başbakan İs met Paşa’nın, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun üzerindeki yerini alır” yanıtını aktardım. Sonuçta, asil yatılı öğrenci olamadım. Köye, göre vime döndüm.
TÖS Başkanı Fakir Bavkurt’a durumumu an latmıştım. Enstitünün Türkçe öğretmeni, Emin Öz- demir, benimle görüşüp nasıl yardım edebileceği ni sordu. Okulda yatabilirsem, öteki sorunları çö zebileceğimi söyledim. Bir gün sonra bölüm baş- kanımız Hazmı Ayatar, beni çağırıp yatak işinin tamam olduğunu belirterek, “Sana sosyal yardım fonundan da yardım edilecek. Lütfen onur me selesi yapma”dedi. Çok duygulanmıştım. “ Başka yardım kabul edemem. Yoksul çocukların hak kını alamam, ben öğretmenlikten geldim” de dim. Okulda yatmaya başlamıştım. Yemeğe gitmi yordum. Zil çalınca yatılılar yemekhaneye, biz de Gazi Mahallesi 'ne kuru fasulye yemeğe gidiyorduk. Sınıfımızdaki dört kız arkadaştan Göksel Ergin, bi zi yemekhaneye sürükledi. Bugün bile unutamadı ğımız bir kardeşlik yaptı. O yıl başarılı olduğumuz için ertesi yıl yatılıya geçirildik.
Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencileri Niyazi Altunya, Kaya İnan ve Göksel Ersin.
Yarın: ilköğretim müfettişliği
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi