Üç devire, üç padişaha ve üç
lidere aid bilmediğiniz şeyler
İlk Meclisi Mebusan Reisi
; Âhmed Rıza
Bey
I
in
hat ı ral ar ı
Hâtıraları tanzim ve takdim eden: Halûk Y . Şehsuvaroğlu
İlk Meclisi Mebuscm Reisi
AHMET RIZA
HATIRALARI
Paristeki hayatım
Babam beni Parise ziraat tahsi line göndermişti. Üç sene sonra im tihanlarımı geçiyordum. Babamın vefatı haberini aldım. İstanbula av detimde kendime bir iş aradım. Kimse beni ne çiftliğine aldı, ne de bir sermaye koyarak bir çiftlik iş letmek istedi. Nihayet hiç arzu et mediğim halde hükümet işine gir meğe mecbur oldum. Ziraat Nazırı Arab Hakkı Paşaydı. Nezarette ba na bir iş olmadığını söyledi. Fran- sada bir ziraat darülfünunu ve üç büyük ziraat mektebi var, her se ne yüzden fazla talebe çıkıyor, hepsi de iş buluyor. Bizim memle ketimizde ise ziraate dair bir şey yapılmadığı ve yapılacak bir çok ış bulunduğu halde, kendi parasile tahsil etmiş, gelmiş bir adama iş yok deniliyor.
Maarif Nezaretine müracaat et tim. 2400 kuruş maaşla bana Bur- sada İdadi-i Mülkî mektebi müdür- liğile kimya dersini verdiler. Ka bul ettim. Bursa Maarif müdürü Veli Efendi namında bir sarıklı idi. Sekiz ay sonra Nazır Münif Paşa benden beyanı memnuniyet ede rek iiç bin kuruş maaşla Bursa Maarif müdürü yaptı. Bir de ders verdi.
Bir buçuk sene zarfında devlet işlerini yakından gördüm. Bu işlerin ne kadar berbad olduğunu ve bu gidişle maarife değil, hiç bir şeye hizmet mümkün olamıyacağını an ladım. Parise giderek oradan avazı şikâyetimi refetmeyi düşündüm, imtihanlar olmuştu, izin istedim, istanbula geldim. Münif Paşaya: «Bana bir ay izin veriniz. Ben bu müddeti mezuniyetimi Paristeki exposition’u seyre hasredeceğim. Bir mâni yok ya» dedim. «Nasıl yok! Siz fermanlı memursunuz, sa raydan izin almak lâzımdır. Bilmem kimler de gideceklerdi. Exposition Menoîution tarihine tesadüf ettiği için saray kuşkulanıyor. Bu böyle kalmaz geçer, siz gene Bursaya gi diniz, iki ay sonra ben size izin ve ririm, o vakit gidersiniz» dedi. Bir hafta, on gün bekledim. Nihayet Nazıra: «Benim sarayla alış veri şim yok. Benim âmirim sîzsiniz, si ze söylüyorum» dedim, «Öyle ise bana da bir şey söylememiş olunuz, sıvışıp gidiniz» dedi.
Parise geldikten sonra Nezarete bir mektubla istifamı gönderdim. Bir ay geçti, bir gün sefaretten bir mektub aldım, «Bankada namınıza gelmiş bir para var, gidip, alınız» diyordu. Bursada Maarif müdürü iken kız rüşdiye mektebi kabristan içinde bir odadan ibaret kötü bir yerdeydi. Maarif Nezaretine defaat- le yazdım. Nihayet bedeli icarını kendi kesemden vererek bir yer
dığı talimatı, resmî sözleri söyle dikten sonra, «Şimdi namusunuza, hamiyetinize hitab ediyorum. Ben pederinizin dostu idim. Tuttuğunuz meslek doğrudur. Âvâzı iştikâmzı alenen söylemek, bu halden mille tin memnun olmadığını âleme du yurmak lâzımdır, devam ediniz» dedi. Ziya Paşa ile birlikte gelen Ebüzziya Tevfik Bey de resmî tek
liflerini söyledikten sonra, (Bu vatanperverane yolda devammızı temenni ederim) dedi ve beni al- nımdan öptü.
Meşveretin çıkarılması Padişaha takdim ettiğim lâyihayı ve Sadrıazama yazdığım mufassal mektubu bastırdıktan sonra nöbet gazeteye gelmişti. Pariste ciddî bir gazete çıkarmak lüzumunu hisset tiğim zaman İrlandâda millet ta raftarlarının reisinin yeni bir ga zete neşretmek için bir müyon iki yüz elli bin lira sermaye topladığı nı okumuştum. Benim ise beş pa ra sermayem ve bir muavinim yok- tu. Bulgar hükümeti Makedonyada
propaganda yapmak için Kirila ce miyeti marifetile senede, bir mil yon, Sırb hükümeti Sabba cemiye ti vasıtasile sekiz yüz bin lira sar- fediyordu. Bizim İttihad Cemiyeti nin parası yoktu. Sarfiyatı hiç nis- be tindeydi.
Gazete çıkaracağımı İstanbula, cemiyete haber verdim. Gazetenin ismi, hattâ cemiyetin bile ismi he nüz takarrür etmemişti. İstanbul, İttihadı İslâm diyordu. Ben bütün OsmanlIların menafiine çalışacağı için İttihad ve Terakki unvanını daha münasib gördüm. Öyle kabul edildi. Gazetenin ismini de «Meş veret» koydum.
Gazete, Osmanlı İttihad ve Te rakki Cemiyetinin vasıtai neşriyat) olacaktı. Devam ve intizamı için maddî sermaye isterdi. Cemiyet bunu temin edemedi. Gazetenin hamiyeti milliye ve 'gayreti vata- niyeden başka sermayesi olmadığı anlaşıldı. Arasıra gönderilen beş ilâ otuz frank abonelerle iktifa o - lundu.
Meşveretin para kuvvetile neş- redilmediği, ümidle yaşadığı, ça lıştığı malûm oldu. Nakden züğürd ve manen vazifeden başka eğlence bilmez; vatanın ahvalinden cidden müteessir, bir adamla birlikte ça lışmak, bir nizam ve intizam altın da çalışmak istemiyenler, makamı mazerette bir takım yalanlar, büh tanlar uydurmağa lüzum gördüler. Neşriyatta benim menfaati zati- yeye hizmet ettiğim söylendi. Bu bana pek acı bir iftira idi. Men faati zatiyeye, her neye hizmet o - lursa olsun ben gene bir şey ya pıyordum. Bir iş görüyordum. Menfaati zatiyeye hizmet etmiyen- ler acaba ne yapıyorlardı? Vataıış bir iyiliği dokunan var mıydı? Bir kitab yazana, bir iş görene mıjtlak bir garaz ve ivaz için yapıyor dene cek olsa, insanın her hal ve hare ketinde bir maksad bulunsa o hal de hiç bir iş görmiyenlerin garazı kendilerine, kayıdsız, hamiyetsiz dedirtmek midir?
(Arkası var)
tuttum. «Nezaret kabul ederse be nim paramı verirsiniz» dedim. Beş ay devam eden o kira bedelile ma aşımdan dokuz günlük alacağım kalmıştı. Onu göndermişler san dım. Bankaya gittim, iki yüz lira gelmiş olduğunu haber alınca bir yanlışlık olmalı dedim, almadım. Bankadan bir ay sonra aldığım bir mektubda o paranın lütuf ve ihsanı tâcidarî olduğu bildirilmişti. Alma dım.
Pariste 1889 exposition’unu iyice gezip gördükten sonra tahsile ve kitab, gazete çıkarmak için lâzım gelen şeyleri hazırlamağa başladım Bir taraftan nafakamı temine, di ğer taraftan tahsile çalışıyordum. Hergün kütübhaneye ve akşamlan konferanslara giderdim.
Bir müddet sonra birinci lâyiha mı padişaha takdim ettim. Nazarı dikkate alınmış ve bu yoldaki se- merei tahsilimi böyle risale şek linde atebei ulyaya arz ile bir şey bastırmamaklığım ferman buyurul- muştu. iki bin lira da mükâfat gönderilmişti. Parayı almadım. «İh sanı şâhane reddolunmaz. Mutlaka alınmalıdır» diye cevab geldi. Gene reddettim, almadım.
Bir kaç ay fasıla ile altı lâyiha takdim ettim. Başka hiç bir habeı zuhur etmedi. Maksadım haber al mak değil, lâyihalarımdaki maru zatımın icra edilmesi idi. Hiç bir şey yapılmadığını görünce Sadrı- azama hitaben uzun bir mektub yazdım. Ondan da bir haber çıkma yınca ilk lâyihamı bastırdım, da ğıttım. Onu müteakıb mektubu da bastırdım.
Bu iki eser beni Istanbulda ta nıttı, mektublar almağa başladım. Padişah, telâş etmiş olacak ki beni kandırmağa memur şevketti.
Münir Paşa daha o zaman beydi. Benimle görüşmek istediğini bildir di. Odeon tiyatrosunda bir loca tutmuş, orada buluştuk. Daha Meş vereti neşretmemiştim. Gazetelere arasıra makale yazıyordum. Beni iknaa çalıştı. Memuriyet olmadığı halde toptan bir para teklif etti. Hiç bir şey kabul edemiyeceğimi kat’iyyen söyledim. Yirmi gün son ra Şanzelizedeki restoranların oi- rinde gene birleştik, yeniden aldı ğı talimatı söyledi. Ben de ilk ver diğim cevabımı tekrar ettim. Para ya filâna hacet yok. Meclisi Mebu- sam açsın, padişahın başlıca med dahı ben olurum; dedim.
Aradan biraz daha geçti. Kuyum- cubaşı geldi, huzutu şahaneye cel- bedilmiş, talimat almış, bir çok dil ler döktükten sonra kaç bin lira taleb ettiğimi sordu. O vakte ka dar sükûtla dinlemiştim. Red ce vabı verince, yahudinin gözlıri hayretle açıldı nasıl olur, dedi. ! Londra sefiri Kostaki Paşa da
İ
Londraya geçerken Pariste benimle konuşmağa memur edilmişti. Al-Kişlsel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi