• Sonuç bulunamadı

Ressamın son evi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ressamın son evi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ressamın son

ÇELİK GÜLERSOY____________

Dostum Prof. Sencer Divitçioğlu, 15 yılı aşkın zamandır Yalıköy’e yerleşti. Burası İs­ tanbul’un Karadeniz kıyısında son köyü. Eski adı, Podima idi. Bunu fazla Rumca bulan yetkililer, Yalıköy olarak değiştirmiş. Kilyos’- un, Kumköy; Terkos’un Durusu yapılması gi­ bi. Kilyos’ta beton bloklarla naylon çöpleri yakında kumlardan hayır bırakmayacak. Ter- kos da ne derece “ duru” sayılır, şüphedeyim. Çünkü 14 köyün lağımı içine aktığı gibi, ölen davarlarla beraber, arasıra zuhur edebilen ci­ nayet olaylarında da son durak, yine bu göl oluyormuş. Çok kötümser bir günümde ol­ duğumu söylemezseniz, yalı kelimesinin de yi­ ne Rumca olduğunu, yani Podima adının boş yere değiştirildiğini, eklemek zorundayım.

Her ne hal ise işte bu Yalıköy’den telefon eden dostum, Beyazıt’ta ressam Feyhaman Duran’ın son yaşadığı evi, eşyaları ve resim­ leriyle beraber üniversiteye vasiyet ettiğini, üniversitenin de coğrafi yetki alanı dolayısıyla olsa gerek, burayı iktisat fakültesine devret­ tiğini bildirerek, buraya bizim kurumun bir fonksiyon verip veremeyeceğini incelemem di­ leğinde bulundu.

Boş bir günümde kalkıp gitim. Üniversi­ tenin yan arka sokağında yükselen bloklar

evi

arasında, neredeyse kaybolmuş bir eski za­ man evi. Küçük bir bahçesi var. Çıngıraklı kapısını bekçiye açtırıp, içeri adım attığım­ da, betonlaşmış İstanbul’un bütün tekdüze­ liğinin, sevimsizliğinin ve soğukluğunun dı­ şarıda kaldığını, iliklerime kadar hissettim. Fazla süslü ve özentili olmayan, eski deyim­ le “ mahviyetkâr” bir iç avludaydım. Sağda çirkin bir beton oda var. Yerden biraz yük­ sek. Solda ise, bahçe kadar sevimli, onunla, haşır neşir, küçümencik bir ahşap ev. Güya iki katlı, ama ikisi yüksek tavanlı tek ev ka­ dar.

Burası Feyhaman Bey’in eşi, Güzin Ha- nım’ın, vaktiyle dadılarına armağan ettikle­ ri yuvaymış. Feyhaman Bey ile yine ressam olan eşi, ömürlerinin sonunda buraya “ ilti­ ca etmişler.”

Karagöz’ün evi ölçülerine sahip olan, şirin yuva, yaşlı bir dadı ile muhteşem bir ressa­ mın bütün özelliklerini, peteğini ve mumu­ nu içinde eritmiş bir bal kâsesi gibi, beraber yaşatıyor ve ziyaretçiye beraber sunuyordu. Tavanların alçaklığı, ilk girilen taşlığın loş­ luğu ve serinliği, sözüm ona üst kata çıkan tahta merdivenin gıcırtısı, üst kattaki nohut oda bakla sofanın ıssızlığı, hüznü, masayı ör­ ten hah, duvardaki ahşap saat, patiska per­ deler, yaşlı dadının dünyasının dekorlarıydı.

Rafları, masaları dolduran Türkçe ve Fran­ sızca kitaplar, sağda solda kalmış eskizler, du­ varları süsleyen karakalemler, portreler ve de­ senler ise olağanüstü bir yetenek olan Feyha­ man Bey’den kalmış ve oraya buraya ser­ pilmiş, altın tozlarıydı. Boğazıma bir şeyler tıkandı, bir sandalyeye iliştim. Sayısı az ka­ pılardan biri açılacak ve Feyhaman Bey çı­ kıp gelecek, bana kulpsuz bir fincanla kah­ ve ikram ederek, bütün terk edilmişliğini, ha­ yallerinin, olanca kırıklığı ve yıllar sürmüş olan serabını, usul usul ve kesik kesik, an­ latmaya başlayacak gibi geldi.

Bir süre sonra tekrar kalktım, küçük bah­ çeyi geçerek, karşıki beton kulübeye gittim. Burasını üstat ahir zamanda kendisine atöl­ ye olarak yaptırmış. Sanatçıların mucizeler ortaya koyarken beceremedikleri şey, bu dün­ yanın en basit, en sıradan işleridir. Burada da Rum bir kalfa, kendi ölçüsüyle kazık ata­ rak, felaket bir yapı oturtmuş. Güya damın­ dan ışık alacak. Onun yerine, gökyüzünün yağmurunu aktarıyor. Buraya ressamın bü­ tün son eserleri rasgele yığılmış. Çerçevesiz tuvaller, dikine istifli.

Bu tuvallerde kimler yoktu ki? Üniversi­ tenin 1940’h yıllara ait ünlü simaları, bilim cüppeleri içinde (çoğu hayatta olduğu gibi,

* f ' S.

İ f t f

/ » ■ ( >

birbirlerine kırgın ve küs) sırt sırta diziliydi­ ler. Bütün bu şöhretlerin tasvirlerine ortak bir kâder biçilmişti: Hepsi rutubet içinde çürü­ yorlar.

Bunları yukarıdan yoklayarak görmeye ça­ lışırken, büyükçe boy bir tanesi karşısında adeta itildim: Bu, benim kitaplardan tanıdı­ ğım ve bir sergide hayran kalarak seyrettiğim portre idi: Salahor Hanım. Güzel, çok alım­ lı ve de biraz çalımlı, orta yaşlı bir hanıme­ fendi. Kürklü giysisini omuzlarından devir­ miş. Benim ölçümle Louvre’a girecek kırat­ ta bir eser. Zaten üstat bence, peyzajlarından çok portrelerinde kanatlanan bir fırçaya sa­ hipti.

Ne var ki, Salahor Hanım’ın haşmetiyle, içinde bulunduğu durum ve ortam, tam bir çelişki sergiliyordu. Emsalsiz portre, rutubet­ ten, yarı yarıya elden çıkmıştı.

Üstad Feyhaman, ülkemiz için, “ resmin mezarı” dermiş. Bunu yine merhum olan Nu­ rullah Berk’ten duymuştum. Resmin bizde ilk boy gösterdiği o yıllarda, bu benzetme belki uygun düşebilirdi. Şimdi durum artık çok de­ ğişti.

Fakat Rum kalfanın beton kalıbının, üs­ tadın son eserlerine gerçek bir mezar oldu­ ğuna şüphe yok.

Referanslar

Benzer Belgeler

Şimdiye kadar verdiği muh­ telif resitallerde Virtiyozluk dehasını ispat etmiş bulunan sayın profesör, bu sefer karşı­.. mıza yepyeni bir hüviyetle çıkmış,

Çalışmamızda yüksek değerin daha kötü yaşam kalitesini gösterdiği SGRQ skoru ile toplam yatış günü sayısı arasında pozitif korelasyon saptanmış, hastanede yatan

fold capillaroscopy in healthy controls reveals regularly arranged, hairpin or U-shaped capillary loops, but in patients with rheumatic disease accompanied by Raynaud's

飲食、肥胖、女性、年齡有關;而色素結石則以亞洲國家、慢性溶血病、酒精性肝硬化、

İşret müptelâlarının ve meyhane müdavimlerinin şarap sıkıntısı İkinci Mest Selimin cülsuna kadar on İM sene sürdü.. Sultan Selimin şarap müsaadesi

Milliyet , ırfc, insanlık gibi konular üzerinde ileri sürülen gelişi güzel düşünüşler ortalığı kapladı... Wallon, Les origines du Ca­ ractère chez

dergisi sahibi Necip Fazıl’m, ‘şair’ Necip Fazıl’ dan çok daha başka bir insan olduğunu anladık, kendisiyle ilgiyi kestik.. 1945’ten sonra hızla,

Davanın konusu, dört yılda bitmesi ge­ reken filmin dokuz yılda bitmesi, bu nedenle Adalet Ağaoğlu ile filmin yapımcıları arasın­ daki sözleşmenin feshi.... Dava