• Sonuç bulunamadı

Gerçek bir Türk dostu Profesör Albert Gabriel'i kaybettik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gerçek bir Türk dostu Profesör Albert Gabriel'i kaybettik"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

8

G E R Ç E K B İ R

Profesör Albert

Gabrie!'i kaybettik

Türklerin gerçek dostu, ömrünün 51 yılını, eşsiz anıtla­ rımızın tanıtılm asına harcayarak Türk mimari sanatını dünyaya tanıtan Prof. Albert Gabriel, kısa bir süre ön­ ce, Fransa’da 90 yaşında öldü. Albert Gabriel’in bu ikinci, fakat gerçek ölüm haberidir. Üç y ıl önce Paris'te öldüğü haberi Türkiye’ye gelm iş, onu yakından tanı­ yanlar ve hizm etlerini bilenler, büyük üzüntü duymuş­ lardı. Hatta, Gabriel’in hatırasını anmak için bir tören hazırlığına bile geçilmişti. Sonradan, ölenin büyük Türk dostu Prof. Gabriel değil, onun kardeşi, Paris’in ünlü avukatlarından Gabriel olduğu anlaşılmıştır. Bu defa Prof. Albert Gabriel, gerçekten dünyamızdan ayrılmış

bulunuyor.

T a h a T O R O S

M

E YAZIKKÎ, bu Türk dos­tunu geniş halk kitlesi ta­ nımaz. Prof. Gabriel, bir ro­ mancı, bir şair değil, eski Türk abidelerini ve sanatını yüze çı­ kartıp ondaki medeniyeti dün­ yaya yansıtan bir bilgindir. E- serleri, roman gibi okunup atı­ lacak cinsten değil, Türk anıt­ larının birer tapusu gibi, dün­ ya müzelerinin raflarını süsle­ mektedir.

Gösterişi sevm eyen, propagan­ dasını yapm ayan, topluma pek girmeden çalışan ciddi bir ilim adamı tipini taşırdı. Pek gül­ meyen bir yüzü, heykel gibi bir boyu, bembeyaz saçları ile ve- karlı bir gösterişi, fakat arı gi­ bi çalışan bir tutumu vardı.

Hayatta tek amacı, ilm e hiz­ m etti. Anıtlara, arkeoloji eser­ lerine derin bir aşkla tutkun­ du.

Uzun yıllar sıkı çalışmaların­ dan vakit bulup evlenememiş- ti. Kendisi gibi evlenm em iş hem şiresi ile uzun yıllar, İstan­ b u l’daki Fransız Büyükelçiliği avlusundaki Enstitü binasında yaşadı. Hemşiresinin ölümü ü- zerine, yalnızlığın verdiği tasa, ondaki dev gücü hayli sarstı. Bu bakımdan, yıllarca raflar dolusu ilm i eserlerinden sonra, son günlerini Paris’te, Türkiye hatıralarını yazmakla tamam­ lam ak istiyordu.

Fantaziden ve reklâmdan ka­ çan bir ilim adamı örneği ola­ rak y aşad ı: bu niteliği ile ta­ nındı ve öldü.

KİMLİĞİ

Prof. Albert Gabriel’in kim­ liği hakkında Türk basınında, vaktiyle hayli yazılar çıkmıştı. Bunların bir kısm ı, İstanbul üniversitesine profesör olduğu, bir kısmı Fransız Arkeoloji Ens­ titüsünü kurduğu, en önemli­ leri ise emekli olup Türkiye’den avrıldığı günlere rastlar.

îk i yıl evvel, Paristekl evine veda ettiğim zaman, Türklere hayranlığını, bu arada, hayat hi kâyesini - bir kere daha - ken­ di ağzından şöyle dinlemiştim:

«Bugünlerde ömrümün 88. yı­ lını sürüyorum. Bar-sur-Abe’da doğdum. Babam mimardı. Öte­ ki kardeşimi avukat, beni ken­ di mesleği olan mimar yapmak istedi. Sorbon’da mimarî tahsili yaparken, Güzel Sanatlar Oku­ lunda da resme çalıştım. Yük­ sek tahsilimi bitirince, ilk gö­ reve, 190i yılında, Yunanistanda arkeoloji kazıları ile başladım. Türk eserlerine hayranlığım, da­ ha sonra, bulunduğum Rodos ve Kıbrısta filizlendi. Türk sa­ natına olan sevgim, beni Tür- kiyeye çekti. 1908 yılının başla­ rında vazife ile Türkiyeye git­ tim. Bu güzel ülkeden - ikinci vatanım saydığım m em leketten- 1959 yılında, tam 51 yıl sonra, ayrıldım. Istanbula gittiğim za­ man. ilk günlerdeki duyguları­ mı hâlâ hatırlarım. O heybetli cami kubbeleri, ince zevkli mi­ nareler, boğaziçi yalıları, o sa­ nat dolu sihirli türbeler, içimi büyülemişti. 1926 senesinde, İs­ tanbul Üniversitesine profesör oldum. Bu görevim 6 sene ka­ dar sürdü. Daha sonra, büyük bir arzumu gerçekleştirerek Is- tanbulda, Fransız Arkeoloji Ens­ titüsünü kurdum. Bu binanın üst katında hemşiremle birlikte Türkiyeyi kendime ikinci vatan yaparak, yülarca yaşadım. 1931 den 1959 yılma kadar Fransız Arkeoloj Enstitüsünün müdür­ lüğünü yapmakla beraber, Ana- doludaki Türk âbidelerini, se­ nelerce inceledim. Millî Eğitim Bakanlığı ve Vakıflar idaresi ile işbirliği yaparak, bu

ölüm-süz sanat eserlerinin ayakta tu­ tulmasına çalıştım. Kanaatimce, bu bir medeniyetin ayakta tu­ tulmasıdır. Çünkü Türkiye, âbi­ deleri ile bir hazinedir. Türk eserleri, dünya’da bir eşine rast lanmayan zevk ve sanatla ya­ pılmışlardır.»

Gabriel, Türklerle iftiharım, şöyle dile getirmişti:

«Anadoludaki incelemelerimi kapsayan eserlerim, Batıda, Türklerin sanat sahasındaki öl­ mez medeniyetini tanıtıyordu. Bu sebeple. College de France Profesörlüğüne ve Fransız Ens­ titüsü âzalığma seçildim. Fakat beni, bu İlmî çalışmalarımdan, dolayı verilen payelerden çok, Bursa ve İstanbul şehirlerinin bana verdikleri hemşehrilik pa­ yeleri sevindirmişti. Bunlarla iftihar ederim.»

TERBİYE

Prof. Gabriel Türk köylüsünü şöyle yansıtırdı:

«Anadoluda arkeoloçik çalış­ malarım sırasında, Türk köylü­ lerinden gördüğüm dostluğu unutamam. Onlarla birçok za­ man, dizdize oturup, peynir ek­ m ek yemişimdir. Onlar benim halis dostlarımdı. Öyle sanıy> m m ki, o mert ve misafirsevar köylüler, hiçbir yabancıyı, be­ nim kadar sevmemişlerdir. Hiç­ bir yabancı da onları, benim kadar anlıyamamıştır. Kalbi­ min her atışında, onların sev­ gileri vardır. Her zaman tekrar larım: Köylüleri bu kadar ter­ biyeli ve geleneği bu kadar kök­ lü bir m illet görmedim.»

SANAT

Prof. Albert Gabriel iyi bir manzara ve eski eserler ressa­ mıydı. Istanbuldaki Türk dostla rının çoğunda, suluboya eserleri vardı. Çok yönlü Gabriel, klasik Türk musikisine içtenlikle bağ­ lıydı. Türk musikisinin türlerine,

âşinalığı hayret uyandıracak ka dar derindi. Gabrielin bir yönü de, Türk tarihine ve edebiyatına vukufudur. Türk tarihini bir ta­ rihçi kadar, divan ve tanzimat edebiyatmı, bir edebiyat öğret­ meni kadar bilir ve son Türk şiirleri üzerinde rahatlıkla ko­ nuşabilirdi. Millî edebiyat

içeri-CUMHURÎYET

10 Ocak 1973

T Ü R K D O S T U

Prof. Albert Gabriel’in son fotoğraflarından biri. Türki­ ye’den ayrılıp Fransa’ya gittikten sonra bile CUMHURİ­ YETİ okuyor, Türkiye’de olup bitenleri gazetemizden

izliyordu. sinde, üstad olarak tanıdığı iki

şair dostu vardı: Yahya Kemal Beyatlı ile Ahmet Hamdı Tanpı- nar...

Bu iki şairimizi o kadar takdir ederdi ki, hayran olduğa şiirle­ rini, aynı kuvvetle, Fransızcaya çevirmişti. Bunlar Yahya Kema­ lin (Hayal Şehir - Üsküdar) ile, Ahmet Hamdi’nin (Bursa’da Za­ man) adlı şiirleriydi.

Prof. Gabriel, eski harfleri mü kemmel olarak okurdu. Türk gramerini hazmetmişti. Ancak, herkesin yanında, Türkçe konuş mazdı. O münhasıran, köylerde incelemeler yaparken, köylüler­ le, OsmanlIca konuşur ve onlar­ la çok kolay anlaşırdı.

Bana, Türkiyedeki son arka­ daşlarını şöyle anlattı:

«— Benim bir bahtiyarlığım da, Türkiyedeki münevver kitlenin kalbini kazanmış olmamdır. Bun larm başında — artık bugün yok olan — Doktor Nihat Reşat, Şair Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Hamdullah Suphi, Mustafa Şekip, Reşit Saffet, Köprülü Fuat ve şair Ahmet Hamdi gelir. Yakın dostlarımdan olarak hayatta tek kalan — Türk sanatını Türkçe ve Fransızca yazdığı eserlerle ta nıtan — değerli bir Türk kadı­ nı, Melek Çelâl’dir. O da bugün, yurdundan uzak, Münihte yaşı­ yor.»

HATIRALAR

ken sık sık buluştuğu Yahya Ke maile, son yülarda tek konu üze rinde, felsefî yönden, tartışmalar yaptığı bilinmektedir. Yaşlanma­ ya yüz tutan fıkır ve kalem a- damlarının, ara sıra tartıştıkları fakat, bir türlü sonuç alamadık ları bir meçhulü, Gabriel bu­ ğulanmış gölükleriyle şöyle an ¡atmıştı: Acaba, insanlar öldük­ ten sonra, başka bir hayata ka­ vuşacaklar mıdır? Bir nazariye- ye göre, insan öldükten sonra, müteaddit defalar, başka âlem­ lerde dirilir, yaşar ve tekrar ö- lürler. Yahya Kemalle Gabriel bu konuyu çok eşelemişler, fa­ kat bir noktada birleşememişler- dir. Büyük şair Beyatlı, son yıl­ larında, Cerrahpaşa Hastane­ sinde yatarken, Prof. Gabriel’e gönderdiği iki mektupta, bu ko­ nuya değinmiştir. Gabriel. kü­ tüphanesinde bulunan, Türkiye- den gelen mektupları karıştırır ken şöyle konuşmuştu:

«— Yahya Kemalin, Parise ge leceğine çok sevindim. Burada kendisini tedavi ettirmek istiyor­ du. Fakat sonunda, sihirli şiirle­ rinde yaşattığı Boğaziçindeki son yuvasına gitti. Öyle sanıyorum ki bu ebedi gidişin, bir dönüşü olmadığını anlamıştı. Onun son sesi şöyle idi:

Evvelce, dünya’ya gelip gittim mi? bilmiyorum - Bildiğim bir şey varsa, bu gidiş, son gidişim- dir...

YÜREKTEN

Prof. Gabriel, Türklere, yüzden değil, yürekten dosttu. Türklerin sanatını, âbidelerini değerlendir­ mek, muhafazasını sağlamak ve ilim dünyasına bunları tanıtmak için, ömründen yarım asır veren tek insandı. Fransızlardan, geç­ mişte Türklerin dostu ve hay­ ranı olan birçok yazarlar, şairler ve tarihçiler vardı. Ne var ki Prof. Gabriel gibi, Türkiyeyi

ikinci vatan yaparak, Türk mi­ marî sanatını en ince detayına kadar dünyaya aksettireni, Türk halkına candan bağlı olarak, ka­ ra günlerinde kalemiyle onu ez­ mek isteyenlere karşı çıkanı pek azdı.

Prof. Gabriel, Piyer Loti gibi, çok kere yaptığını hayale ve fan taziye kaçmadan, bir matematik çi gibi ölçüp biçerek, bir arkeoloğ ve mimar olarak gerçeklerin de­ rinliğine inmiş ve bulduklarını

(Devamı 7 inci sayfada) Prof. Gabriel’in

(2)

Istanbulday-Profesör Albert

(Baştarafı 6 ncı Sahifede) büyük bir hayranlıkla yansıtma­ sını bilmişti. Anadoluda kendine özgü bir medeniyet içerisinde ya şamış, evinden çeşmesine, ibadet­ hanesinden mezar tabına kadar mimarlık sanatında, geniş zevk ve ustalık kullanmış bir milletin küçük büyük bütün anıtlarını yıllarca incelemek ve onların ba i ha biçilmez değerini ortaya çı­

karmak şerefi, biraz da Gabriel’e aittir.

Mimaride, dağları görerek İl­ ham alan ve ilk kubbeyi yapan Türkler olduğunu isbatlayan Gab riel’dir.

Osmanlı mimarisinin bir taklit eser olmadığını, daha evvelki medeniyetlerin kalıntılarından elbette faydalandığını, fakat ken dine has bir sanat türü olduğu­ nu, Gabriel daima savunmuştur. Gabriel'e göre, Türk mimarisi, Orta Asyadan, hatta tarih ön­ cesi zamanlardan bugüne kadar değişik şekilleri ile devam etmiş ve eserler vermiş bir medeniyet parçasıdır. Ona göre, Türkler inançlarını, kıvançlarını, taşa, demire, tahtalara ve çiviye şekil ve renk olarak işlemişler, eşsiz eserler yaratmışlardır,

MUM IŞIĞI

Albert Gabriel, tamamen bir ilim adamı, bir arkeolog, bir mi mar olmakla beraber, Piyer Lo- ti gibi Türklerin kara günlerin­ de kalemini onların davası uğ­ runda kullanan bir kişidir. Trgb lusgarp ve Balkan ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sırasında verdiği konferanslarla, muhtelif gazetelerde yazdığı makalelerle, Türklere yapılan haksızlığın kar­ şısına çıkmış olanlardandır. En mühim yazısı 1912 yılında J. Jauris’in yayınladığı (Revue So cialistelde yayımlanmıştır. Ken­ disi, bu hizmetini bir mum ışığı olarak nitelerdi.

BİR ÖĞÜT

Prof. Albert Gabriel’in Türk âbidelerini yaşatmak, tanıtmak uğrundaki hizmetlerini, Millî Eği tim Bakanlığı ile Vakıflar İda­ resi zaman zaman değerlendir­ mesini bilmiştir. O, bugün bir kısmı malî yeteneksizlik dolayı- siyle harabolmakta bulunan de­ ğerli anıtların, ilim yönünden bir bekçisiydi. Prof. Mustafa Şe kip Tunç verdiği bir konferans ta, Türk gençlerine şöyle seslen

mişti: «Siz de Fransız Gabriel gl bi, bu memleketin taşını, topra ğını seviniz. Bu memleketin me deniyet tarihine hediye ettiği sa nat eserlerini, onun gibi, koru­ yunuz ve dünyaya tanıtınız...*

ESERLERİ

Prof. Gabriel, ilk kazısını Osmanlı İmparatorluğu devrin­ de 1909 yılında Rodos'ta yaptı. 1910-1913 arasında Kıbrıs’ta, Mısır’da Faustat kazılarında ça lıştı. Daha sonra, İran ve Su­ riye’de, Anadolu’nun her sem ­ tinde incelemelerde bulundu. Eserlerinin hepsi tamamen Fransızcadır. Şunu belirtelim ki, son eseri olan (Bursa) ki­ tabı, bugün Paris piyasasında bile 450 franka —yaklaşık ola­ rak 1200 liraya— bile bulun­ mamaktadır. Bu kitap, bir da­ ha üzerinde hiçbir etüd yapıl­ maya ihtiyaç göstermeyen, ilmi bir değer taşımaktadır.

Gabrıel’in ilk eseri 1927’de yayımlanmıştır. Konusu, Istan bul camileridir. 1928 yılında Is tanbul’da bir el yazısı eserin­ deki Türk minyatürlerini ya­ yımlamıştır. Mühim eserlerin­ den biri de Anadolu’da Türk anıtlarıdır ki, üç cilt halinde hazırlanmıştır. Bu ciltler içeri­ sinde Kayseri, Niğde, Amasya, Sivas, Tokat, Mardin, Diyarba­ kır, Silvan, Ahlat, Bitlis, Urfa bütün eski eserleri ile yer al­ maktadır. Ayrıca Mimar Si­ nan’ın eserleri ile Ege havali­ sindeki eski eserler, Antalya, Fethiye ile Bodrum’daki tetkik leri eşsiz, bilinçli bir çalışma mahsulüdür. ( Boğaziçi Şatola­ rı) adı gibi, güzel eserlerinden

biridir.

Gabriel arkasında, Türk sa­ natını ve Türk medeniyetini dünyaya tanıtan koca ciltler bı rakmıştır. Türk sanatının var­ lığını ve orijinalliğini dünvaya tanıtan Gabriel’dir. Türkler) keşfeden bir insan gibi, takdir le anılacak kişilerdendi

(3)

- ¿ v f r ^ .

f

M

E TAZIKKİ, bu Türk dos­tunu geniş halk kitlesi ta­ nımaz. Prof. Gabriel, bir ro­ mancı, bir şair değil, eski Türk abidelerini ve sanatını yüze çı­ kartıp ondaki m edeniyeti dün­ yaya yansıtan bir bilgindir. E- serleri, roman gibi okunup atı­ lacak cinsten değil, Türk anıt­ larının birer tapusu gibi, dün­ ya müzelerinin railarını süsle­ mektedir.

Gösterişi sevm eyen, propagan­ dasını yapmayan, topluma pek girmeden çalışan ciddî bir ilim adamı tipini taşırdı. Pek gül­ meyen bir yüzü, heykel gibi bir boyu, bem beyaz saçları ile ve- karlı bir gösterişi, fakat arı gi­ bi çalışan bir tutumu vardı.

Hayatta tek amacı, ilm e hiz­ m etti. Anıtlara, arkeoloji eser­ lerine derin bir aşkla tutkun­ du.

Uzun yıllar sıkı çalışmaların­ dan vakit bulup evlenememiş- ti. Kendisi gibi evlenm em iş hem şiresi ile uzun yıllar, İstan­ b u l’daki Fransız Büyükelçiliği avlusundaki Enstitü binasında yaşadı. Hemşiresinin ölümü ü- zerine, yalnızlığın verdiği tasa, ondaki dev gücü hayli sarstı. Bu bakımdan, yıllarca raflar dolusu ilm i eserlerinden sonra, son günlerini Paris’te, Türkiye hatıralarını yazmakla tamam­ lam ak istiyordu.

Fantaziden ve reklâmdan ka­ çan bir ilim adamı örneği ola­ rak yaşadı: bu niteliği ile ta­ nındı ve öldü.

(4)

KIMLIGÎ

l i i b lk t a Gabriel’in kim- vakt v t h K TÜrk basl” mda, B nnil v yIİ yazıIar çıkmıştı, ü n . i t ^ k,Sm’’ İstanbul Üniversitesine profesör olduğu

ir kısmı Fransız Arkeoloji En». Muşunu kurduğu, en önemli: ,

" y ^ m e k l; oIup T ürk iy e'den !

- lId,gI Cimlere rastlar, I ' L

V * J L lU

.

ilx ^ A ı^ A ^ y ^ A /^ M rı^ r~ / 3 & ( cLo-İ-j*~ .y î^ r j ^ o ^ . / / 6 ^ — ( f & f ^ J /j£ fc ztsxrtcL *.

-e^ivu«-

su şs^ a s^ '

H Z i ı A y j İ ^

^

clkc

^ V U s £ d z_

/ X ^ u / ~ £ w .

/

' Î ' d i

v

/ s f o ^ L ^ , , , d »• . l / ş Â ' j d j A & t t U ^ A . / u * ^ a _ / J ^ y J f ! j j .,' /,-ry,Lr^/, ^ A .

lmi sS o ^ m ° ' ^ irrnün 88

yı-doğdum. Babam ,r'sur-Abr- 'da

£ t a r * 5 im i a v u S ^ r 01- 0 te ‘ d mesleği olan m, ^ beni ken- tstedi. S o rb o n U a^ T ’2'' yapmak

yaparken. Güzel ~ ,marî tahsili ^ Pda da resme rnajna*i,ar

°ku-*elt tal,silimi bit-'rtn5 m - Yük-reve, 3901 vıl,nrtİtjÎ Ce' i;k S0. arkeoloji k a z y ^ ’ ^ nanistan<îa YurJt eserlerine h=, 0 baS!a* m . ha sonra, bulun* yJ anll&lrn, da-

ve Kıbnafa " E “^ m „Rodos

«atına olan sevs imd l'bJ Urk sa- kıyeye çekti. ıg n » ” ', benı Tür- rm da vazife y e J ? 1™111 ba?Ia- hm. Bu çüzel ülJedpkjyeye « it

batanım savdıihm den ' ikinci

i 959 yılında, fam ? ,enı!eketten - ayrıldım. j Sfsn , 51 yd sonra » « . tik Î S S S i l^ * ® « £

hâlâ C S * > B l a n .

camı kubbeleri° ° heybetli

«areler, boğaz,m nce zevkli mi- i . at «Olu sihir f j all,an , o sa. hüyüjamijfi i996 turbeJer- içimi

•»■ * ™ " 5 5 P » ♦ S ' £ f b ,r arzumu *em L ?°n ra’ büyük tanbulda F ran Ç k!estirerek r f

* ? * * * £

Tf. ' haim da hemşire ^ıU binamn Turkıygyi kenri- ^lrepde birlikte yaparak, y Î j” * 1"® ikinci vatan

* r « » S İ “, ” 5“ » , m î

. ^ f o i o j E n stitü sü n ü Prap* z u|ünıi yapmakla S ” müdür- doludaki Tiirk , , beraber,

Ana-«ŞSiySySRtS I

;E! /

(5)

bu bir medeniyetin ayakta tu-“ m « .a .r , Ç O » «

deleri ile bir hazinedir, tu™, eserleri, dünya/da bir i m e ı £ lanmayan zevk ve sanatla y Dilmışlardır.»

G abriel, T ürklerle iftiharım ,

söyle dile getirm işti:

„ ' “ '“S İ " .

Bu sebeple, College

Profesörlüğüne ve Ftans!z E n

titü s ü âzalığına seçildim . F ak at S Bu ilmi Ç - M ™ - " ™ “ “

dolavı verilen payelerden çok, B u rJa ve İstan b u l şehirlerinin

bana*verdikleri hem şehnhk: p a ­

yeleri sevindirm işti. B unlarla iftihar ederim.»

TERBİYE

prof. Gabriel Türk köylüsünü

SSS

unutamam. Onlarla birçok za

’SSSfâffZ

man dizdize oturup, peynir ek

yemisimdir. Onlar benim halis dostlarımdı

rum ki, o mert ve mısatırsev„r köylüler, hiçbir yabancıyı, be­ nim kadar sevmemışlerdir. H

bir yabancı da on,^r ’ Kalbi.

kadar anlryamanruştır Ka'h^ min her atışında, onların s.v S e r i vardır. Her zaman tekrar farım: Köylüleri bu kadar ter- biyeli ve geleneği bu kadar

İÜ bir millet görmedim.»

SANAT

Prof. Albert Gabriel iyi bir manzara ve eski eserler ressa­ mıydı. Istanbuldakı Türk dostla rının çoğunda, suluboya eserlen vardı. Çok yönlü Gabriel, klasik Türk musikisine içtenlikle bağ­ lıydı. Türk musikisinin türlerine,

de Türk tarihine ve edebiyatına ^ S L . T ü A U ^ b m * . -• Vadar divan ve tanzımat

Beyatlı ile Ahmet Hamdı Tanpı-Bu iki şairimizi o kadar takdir ederdi ki, hayran olduğu, şiirle­ rini, aynı kuvvetle, Fransızcaya çevirmişti. Bunlar Yahya Kema­ lin (Hayal Şehir - Üsküdar) ile, Ahmet Hamdi’nin (Bursa da Za­ man) adlı şiirleriydi.

Prof. Gabriel, eski harfleri rnu kemmel olarak okurdu. Türk gramerini hazmetmişti. Ancak, herkesin yanında, Türkçe konuş mazdı. O münhasıran, köylerde incelemeler yaparken, köylüler­ le, OsmanlIca konuşur ve onlar­ la çok kolay anlaşırdı.

Bana, Türkiyedeki son arka­ daşlarını şöyle anlattı:

Benim bir bahtiyarlığım da, Türkiyedeki münevver kitlenin kalbini kazanmış olmamdır. Bun ların başında — artık bugün yok olan — Doktor Nihat Keşat, Şair Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Hamdullah Suphi, Mustafa Şekip, Reşit Saffet, Köprülü Fuat ve şair Ahmet Hamdi gelir. Yakın dostlarımdan olarak hayatta tek kalan — Türk sanatını Türkçe ve Fransızca yazdığı eserlerle ta mtan — değerli bir Türk kadı­ nı. Melek Celâl’dir. O da bugün, yurdundan uzak, Münihte yaşı­ yor.» ^

(6)

•V ? I J& -)

U

ıJU!fy^,

t

İmHT sık ‘îk buluştuğu Yahya K<-

maile, son yıllarda tek konu üzt rinde, felsefi yönden, tartışmalar yaptığı bilinmektedir. Yaşlanma­ ya yüz tutan fikir ve kalem a- damlarınm, ara sıra tartıştıkları fakat, bir türlü sonuç alamadık la n bir meçhulü, Gabriel bu­ ğulanmış gözlükleriyle şöyle an latmıştı: Acaba, insanlar öldük­ ten sonra, başka bir hayata ka­ vuşacaklar mıdır? Bir nazariye- ye göre, insan öldükten sonra, müteaddit defalar, başka âlem­ lerde dirilir, yaşar ve tekrar ö- lürler. Yahya Kemalle Gabriel bu konuyu çok eşelemişler, fa­ kat bir noktada birleşememişler- dir. Büyük şair Beyatlı, son yıl­ larında, Cerrahpaşa Hastane­ sinde yatarken, Prof. Gabriel’e gönderdiği iki mektupta, bu ko­ nuya değinmiştir. Gabriel. kü­ tüphanesinde bulunan, Türkiye- den gelen mektupları karıştırır ken şöyle konuşmuştu:

«— Yahya Kemalin, Parise ge leceğine çok sevindim. Burada kendisini tedavi ettirmek istiyor­ du. Fakat sonunda, sihirli şiirle­ rinde yaşattığı Boğaziçindeki son yuvasma gitti. Öyle sanıyorum ki bu ebedi gidişin, bir dönüşü olmadığını anlamıştı. Onun son sesi şöyle idi:

Evvelce, dütıya’ya gelip gittim mi? bilmiyorum - Bildiğim bir şey varsa, bu gidiş, son gidişim- dir...

(7)

MUM IŞIĞI

i Aîbert Gabriel, tamamen bir I ilim adamı, bir arkeolog, bir mi j mar olmakla beraber, Piyer Lo- ti gibi Türklerin kara günlerin- ! de kalemini onların davası uğ­

runda kullanan bir kişidir. Trab "lian ü y Ve Halkan ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sırasında verdiği konferanslarla, muhtelif gazetelerde yazdığı makalelerle. Türklere yapılan haksızlığın kar­ şısına çıkmış olanlardandır. En mühim yazısı 1912 yılında J. Jauris’ln yayınladığı (Revue So cialistelde yayımlanmıştır. Ken­ disi, bu hizmetini bir mum ışığı olarak nitelerdi.

/f) fl

Prof. Albert Gabriel’in Türk , âbidelerini yaşatmak, tam toak j uğrundaki hizmetlerim, MılU Egı tim Bakanlığı ile Vakıflar İda­ resi zaman zaman değerlendir­ mesini bilmiştir. O, buğun bir 1 kısmı mali yeteneksizlik dolayı- siyle harabolmakta bulunan de­ ğerli anıtların, ilim yönünden bir bekçisiydi. Prof. Mustafa Şe kip Tunç verdiği bir^ konferans ta, Türk gençlerine şöyle seslen misti: .Siz de Fransız Gabriel gi bi bu memleketin taşını, topra ğını seviniz. Bu memleketin me deniyet tarihine hediye ettiği » nat eserlerini, onun gibi, koru­ yunuz ve dünyaya tanıtınız...»

r c r m .TT.'Rİ

Prof. Gabriel, ilk kazısını OsmanlI İmparatorluğu devrin­ de 1909 yılında Rodos ta vaptı. 1910-1913 arasında Kıbrıs ta, Mısır’da Faustat kazılarında ça iıştı. Daha sonra, Iran ve Su­ riye’de, Anadolu’nun her sem­ tinde incelemelerde bulundu.

Eserlerinin hepsi tamamen Fransızcadır. Şunu belirtelim ki son eseri olan (Bursa) ki­ tabı, bugün Paris piyasasında bile 450 franka —yaklaşık ola­ rak 1200 liraya— bile bulun­ mamaktadır. Bu kitap bir da- ' ha üzerihde hiçbir etüd yapu- maya ihtiyaç göstermeyen, ilmi bir değer taşımaktadır.

Gabriel’in ilk eseri 1927 de yayımlanmıştır. Konusu. Istan bul camileridir. 1928 yılında İs tanbul’da bir el yazısı eserin­ deki Türk minyatürlerini ya­ yımlamıştır. Mühim eserlerin­ den biri de Anadolu’da Türk anıtlarıdır kİ, üç cilt halinde hazırlanmıştır. Bu ciltler içeri­ sinde Kayseri. Niğde, Amasya, Sivas. Tokat, Mardin, Diyarba­ kır, Silvan, Ahlat, Bitlis, Urfa ¡bütün eski eserleri ile yer al­ maktadır. Ayrıca Mimar S i­ nan’ın eserleri ile Ege havali­ sindeki eski eserler, Aıiftaly a, İFethiye ile Bodrum’daki tetkik feri eşsiz, bilinçli bir çalışma mahsulüdür. (Boğaziçi Şatola­ rı) adı gibi, güze) eserlerinden biridir.

Gabriel arkasında, Türk sa­ natını ve Türk medeniyetini dünyaya tanıtan koca ciltler di

-akmıştır. Türk sanatının var­ lığını ve orijinalliğini dünyaya tanıtan Gabriel’dir Türklen ceşfeden bir insan gibi, takdir

(8)

büyük bir hayranlıkla yansıtma- sım bilm işti. Anadoluda kendine özgü bir medeniyet içerisinde ya çamış, evinden çeşmesine, ibadet­ hanesinden mezar taşma kadar mimarlık sanatında, geniş zevk ve ustalık kullanmış bir milletin küçük büyük bütün anıtlarını I yıllarca incelemek ve onların ba I ba biçilmez değerini ortaya çı-

j

karmak şerefi, biraz da Gabriel’e | aittir,

| Mimaride, dağları görerek il­ ham alan ve ilk kubbeyi yapan Türkler olduğunu isbatlayan Gab riel’dir.

Osmanlı mimarisinin bir taklit eser olmadığını, daha evvelki medeniyetlerin kalıntılarından elbette faydalandığını, fakat ken dine has bir sanat türü olduğu­ nu, Gabriel daima savunmuştur. Gabriel’e göre, Türk mimarisi, Orta Asyadan, hatta tarih ön- cesi zamanlardan bugüne kadar j değişik şekilleri ile devam etmiş

ve eserler vermiş bir medeniyet parçasıdır. Ona göre, Türkler inançlarını, kıvançlarını, taşa, demire, tahtalara ve çiviye şekil 11 ve renk olarak işlemişler, eşsiz I i eserler yaratmışlardır.

_ t rabriel* T ü rk ler e, yüzden

Prof. Gabrıeı, Türkler m

staSrsSrss

için, öm ründen yarım asır

* * * £ % ? £ * *

FrofarG a C r aS.bi, Türkiyeyi -v Türk tni- ikinci « » * * £ * £ .

^

— ,ırenU

-ikinci en ince ^iirk.

m arî ^ „ ' a v a aksettireni. *

halkına ° nU

s j r t s & s

•fU

r'ınVı|ine mmı§ ve _

-Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

QRS-T açısının frontal, horizontal ve sagittal aks değerlerinin cinsiyete ve yaşa göre farklılaşıp farklılaşmadığını incelemek için İki Yönlü

sanayide şahsî teşebbü­ sün gelişmesiyle ve şimdiye kadar bu partinin 1945 Toprak Kanununu tatbik etmediğine göre büyük topr«k sahibi sınıfla, kısacası

Eminönü Belediye Başkanı Ahmet Çetinsaya, bir süre daha bekleyeceklerini beliterek, “Vakıflar İdaresi'nden yanıt alamazsak, sebilleri kiralayan kişilerin

Yasaklara bu organlar tarafın­ dan riayetsizlik halinde, yasağa ri­ ayetsizliğin üzerinden iki yıl geç­ memiş ise, Cumhuriyet Başsavcısı bu fiili işleyen

İşte birincisi: Uzun zamanlar Türk gençliğinin zihnî terbiyesini, ruhî temayüllerini ve haslatlarile seciyye husu­ siyetlerini yakından takib etmiş olanlar

Python 5000, derinliği 60 cm’ye kadar olan çukurları bir kaç dakika içinde, sürücü dışında kimseyi gerektirmeden dolduran bir araç.. Kasasında 5 ton soğuk veya

A ALTEMUR K IL IÇ (45) köklü bir ailenin ço­ cuğu ve bizim kuşa­ ğın da değerli gazetecile­ rinden biridir, Genç yaşta muhabir olarak mesleğe atılmış,

Bu çalışmada Griggs yöntemi ile açtığımız 52 perkütan trakeostomi olgusunu retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık.. GEREÇ