EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
"
Gençler Yaşamalı...
“ Mehmet A li’yi anası işe giderken doğurdu Savaş bitiminden üç ay önce
A z süt emdi Mehmet Ali ' '
A z ışık gördü Az ısındı
Duydu anasının yorgunluğunu Bol bol uyudu Mehmet Ali Çocukların bedava uykusunu Zeytin yağı ve ekmek kadar Kıttı özgürlük memlekette Büyüdüğü zaman akranları Mehmet A li’nin
Herşey bol olur elbette.”
ikinci Dünya Savaşı’nın ardından doğdu Mehmet Ali, derken Ahmet... Yıllar geçti aradan, tam kırk beş yıl. Memlekette ‘her şey bol’ oldu mu? Hele özgürlük?
Cahit Külebi’nin oğlu Ahmet Külebi, bir sabah yürek durma sından koptu yeryüzünden... Kırk üç yaşındaydı. Üniversitede yardımcı doçent. Bir çocuk babası. Süheyla ve Cahit Külebi’nin sevgili oğlu. Olaydan birkaç saat sonra öğrendim. Ne yapılır bu durumda? Açarsınız telefonu, ana-babaya başsağlığı dilersiniz. Ne zordur evladını yitirmiş bir anaya, babaya ‘oğlun gitti, ama sen yaşa, sen sağ kal’ demek, diyebilmek...
Kaç gün geçti, yapamadım bunu. Cahit Külebi en az yarım yüzyıllık dostum. Oğullarını da tanıdım. Yaşam serüvenlerini bil diğim insanlar. Ama açıp telefonu, 'Cahit, çok üzüldüm’ diye medim. Bazı acılar insanı susturuyor. Sözcük bulmak zorlaşı yor.
Baştaki şiirde adı geçen Mehmet Ali, Külebilerin büyük oğlu dur. 1950’de Ankara’da iken tanımıştım Mehmet Ali ile Ahmet’i. Dört beş yaşlarında idiler. C ebeci’de bir apartmanda oturuyor lardı. İki çocuk bahçede mi nerde oynuyorlarmış, bir ara konuk odasına geldiler. Zamanın gerilerinde kalan anılar bir masala dö nüyor...
O yıllarda yazdığı ‘S ’ adlı şiirinin bir yerinde Külebi, şöyle söz etmişti onlardan:
“On iki sene dile kolay
Bak İkimizin de ağardı saçlarımız Aldırma oynuyor ya sokakta iki erkek kedi gibi çocuklarımız.”
Eşi, çocukları Külebi’nin şiirlerinin başlıca konuları arasında dır. Gündelik sıkıntılar, üzüntüler içinden şöyle seslenmiştir on lara:
“ Sen her gün akşama kadar ağacığım Anaya hasret, babaya hasret
Ekmeğe, insan yüzüne Sokaklara hasret
Lavanta kokuları gelir uzaktan Yel estikçe sıra sıra kavaklar sallanır Bir fakirlik, bir yalnızlık, bir gurbet İnsan nasıl olsa katlanır
Türkiye uçsuz bucaksız, ağacığım Bu yerlerin havası bize yaramadı Kalkıp başka şehirlere gidelim artık Çare kalmadı.”
Kendi oğulları olsun, yurdumuzun tüm çocukları olsun hepsi birdir, hepsi değerlidir, hepsi ‘nazlı bir kuş’ gibidir şaire göre... ‘Ağacığım’ der onlara. Yine bir başka şiirinde şöyle seslenir:
“Ağacığım senin kaderin Bütün çocukların kaderi Neler etmedi yirminci asır Sabi sübyan demedi Bir nazlı kuşa benzer Çocuk dediğin Ev ister ekmek ister Öpülmek okşanmak ister Ağacığım şu dünyanın üstünde Bir sürü şehir vardır
Taşlanmış kuşlar gibi perişan Dolaşan çocuklardır.”
Herkes ölecek. Gününde saatinde. Ne var ki yaşamın orta sında kopmak dünyadan. Ananın babanın gözü önünde yitip git mek... Bu tür bir acının avuntusu var mıdır? Kim avutabilir o anayı babayı? Hele en duyarlı insan ise o ana baba; şairse, Külebi gi bi büyük bir şairse...
Telefonla arayamadım. Günler geçti. Elim telefon aracına git ti geldi. Olmadı, yapamadım. Açtım şiirlerini, bir şairi en iyi an latan dizeleridir, onlarda buldum Külebi’yi. Gencecik yaşında duy duğu, tattığı acıları, sevinçleri ile... Bir avuntu, bir dostça sesle niş mi bu yazı? Belki!