MESİRELER
Uğur GÖKTAŞ stanbul halkının rağbet ettiği
eğlence yerlerinin en
önemlilerinden biri mesirelerdir. İlkbaharın gelmesiyle birlikte
tabiattaki canlanma, İstanbul halkını da harekete geçirir ve şehrin değişik semtlerinde bulunan mesireler, adeta akına uğrardı.
Mesirelere geniş rağbet II. Mahmut döneminde başlamış, Abdülmecit döneminde genişlemiş, II. Abdülhamit döneminde ise daha da yaygınlık kazanmıştır. Şirket-i Hayriye'nin faaliyete geçmesiyle beraber
Boğaziçi mesireleri, diğer mesirelere göre tercih edilir olmuştur.
Mesirelerin hepsinin kendine ait özellikleri bulunurdu. Kimisine sularının güzelliği için, kimisine de manzarası için gidilirdi.
Bazı kişiler, mesirelerin zevkine varabilmek için bir günde üç hattâ dört mesireyi dolaşırlardı. Bu
mesirelerin birinde öğle yemeği yenir, diğerinde ikindi gezintisi yapılırdı. Üçüncüsünde de akşam yemeği yenildikten sonra sandalla mehtap gezintisine çıkılırdı. Gezinti yerlerinde erkekler ağaç altlarında, su
başlarında otururlardı. Kadınlar daha çok arabayla etrafı
gezerdi.
İstanbul halkının en çok rağbet ettiği mesirelerin başında şüphesiz ki Kağıthane gelmektedir. III. Ahmet'in saltanatında yani Lâle Devri'nde Kağıthane Mesiresi, İstanbul'daki eğlencelerin merkezi haline gelmiştir. Patrona İsyanı ile buradaki eğlence dönemi kapanmış, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde tekrar şenlenmeye başlamıştır. Kağıthane Mesiresi'ne en çok ilkbahar
mevsiminde gidilirdi. Buralardaki eğlenceler birkaç hafta devam ederdi. Sıcakların bastırmasıyla bu mesire, adeta cehenneme döndüğünden artık tercih edilmezdi. Kağıthane Mesiresi halkın sevdiği bir mesire olmanın yanı
sıra resmi ziyaretlerin, toplantıların ve düğünlerinde tertip edildiği bir yer olmuştu. İstanbul halkının üçte birini içine alacak genişliğe sahip olan Kağıthane Mesiresindeki eğlenceler, bilhassa dönüşte de devam ederdi. Göksu Mesiresi, II. Abdülhamit dönemine kadar yüksek rütbe sahiplerinin, şehzâdelerin ve aristokratik kesimin eğlence yeri olmuştur. II. Abdülhamit döneminde umumileşmiştir. Evliya Çelebi,
Göksu'dan bahsederken buranın âb-ı hayat misali bir nehir olduğunu ve yüksek ağaçlarla süslü bulunduğunu söylemektedir. Göksu'nun mevsimi, Kağıthane'nin aksine yazın sıcak aylarında başlayıp sonbahara kadar devam ederdi.
Göksu Mesiresi'nin en meşhur dört unsuru ise mısırı, patlıcanı, testisi ve panayırı idi. Çayıra sıra sıra kurulan kazanlarda mısırlar kaynatılır, uzun maşalarla çekilip tuzlanarak bilhassa çocuklara satılırdı. Çayırın gerisindeki salaş tiyatrolarda Cuma ve Pazar günleri Komik Şevki'nin, Küçük
İsmail'in, Şeyh Hakkı'nın tuluat
kumpanyaları oyunlar oynar, bazen de meydanda Kavuklu Hamdi'nin
ortaoyunu izleyicilere hoşça vakit geçirtirdi. Çayırın ilerisindeki "Dörtkardeşler" adındaki külüstür kahve, aslında bir iki kadeh içmek isteyenler için gizli bir meyhane görevini üstlenirdi.
Göksu Mesiresi, II. Abdülhamit
devrinin sonundan itibaren bozulmaya başlamış ve Meşrutiyet'in ilanıyla beraber eski güzelliğini kaybetmiştir. Küçüksu Mesiresi, Göksu'nun bir devamı olarak kabul edilirdi. Akşam yaklaşınca, Göksu'daki kalabalık olduğu gibi Küçüksu'ya geçerdi. Bazı kişiler, Küçüksu'daki Hünkâr
Köşkü'nün önünden kalabalığı seyre derek vakit geçirirdi. Buralardaki âlemlere halkın yanısıra edebiyatçılar ve sanatçılar da katılırdı. Sami
Paşazâde Sezâi nârin kayığıyla Vaniköy'den, Nigâr Hanım Rumeli- hisarı'ndan, Recâizâde Mahmut Ekrem lâcivert sandalıyla İstinye'den gelip eğlencelere katılırlardı.
Beykoz Mesiresi'nin kuruluşu Fatih dönemine kadar uzanır. IV. Murat da burada cirit oynamayı ve avlanmayı çok severdi. Çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa yükselmeyi sembolize eden "peştemal kuşanma" törenleri de uzun yıllar bu mesirede yapılmıştır. Temmuz ve Ağustos aylarında, mesirenin önemli bir bölümü olan Yuşa Tepesi'ne ziyaret ve gezme maksadıyla çıkılırdı. Çırpıcı Mesiresi, eğlence ihtiyacı içindeki esnaf ve hovardalar tarafından tercih edilirdi. Her
mesirenin senenin belirli zamanlarında kalabalıklaştığı gibi Çırpıcı da
Arapların ot toplama eğlencesi yaptıkları Mayıs'ın ilk günü büyük bir izdiham yaşardı. Burada toplanan zenciler, kendilerine göre
düzenledikleri eğlencelerde vakit geçirirler, yanlarına sokulan yabancılara da sopalarla hücum ederek saldırmaktan çekinmezlerdi. Çırpıcı Mesiresi'ne gelen çapkın İstanbul delikanlıları, kaş, göz, el işaretleriyle ya da bir medil, çiçek
vasıtasıyla kadınlarla anlaşma, görüşme yoluna giderledi.
Büyükdere Mesiresi, Evliya Çelebi'nin belirttiğine göre II. Selim zamanında bir mesire halinde halkın
hizmetindeydi. Bu mesire, daha çok yabancıların dikkatini çekmiştir. İstanbul'a gelen bütün seyyahlar, bu mesireyi muhakkak ziyaret etmişlerdir. II. Mahmut, 1829 yılındaki Kurban Bayramı Muayedesini bu mesirede gerçekleştirmiştir. Şirket-i Hayriye vapurları, Cuma ve Pazar günleri bu mesireye akın akın insan getirirdi. Sonraki yıllarda halkın gezip eğlendiği bu mesirelerin arazilerine köşkler, binalar yapıldığından burası mesire olma özelliğini kaybetmiştir.
Beşiktaş Mesiresi, İstanbul halkının eskiden beri uğrak yeri olan bir yerdir. Şehrin merkezinde olduğundan her sınıf insan tarafından ulaşım zorluğu olmadan kolayca gidilebilecek yerler arasındaydı. Evliya Çelebi, buradan bahsederken mesirenin çınar, sakız, söğüt ağaçlarıyla dolu
bulunduğundan ve güneş ışığını
engelleyecek kadar sık olduğundan bahseder. Tatil günlerinde yârân-ı satanın buraya geldiğini taraf taraf oturarak sohbet ettiklerini da yazar. 19. asırda Beşiktaş Mesiresi'nin yanında bulanan Ihlamur Mesiresi de sevilen yerler arasına
girmiştir.
Sarıyer Mesiresi, eskiden boş arsa ve tepelerden ibaret bir yerdi. Boğaziçi sularının toplandığı bu yere yazları birçok ziyaretçi gelirdi. En güzel bağ ve bahçelerin bulunduğu bu yeri IV. Murat çok beğendiğinden arazi sahibi tarafından kendisine hediye edilmiştir. Sarıyer Mesiresi'nde toplanan ve birçok dertlere deva olan sular, Hünkâr, Şifâ, Fındık, Kestane, Çırçır suları olmak üzere beş tanedir. Bilhassa Çırçır suyuna, yaşı geçkin, saçı başı ağarmış kişilerle Kumkapı ve Samatya’da oturan kuyumcular, evde kalmış kızlar gelirdi. Yenimahalle üstündeki Fırıldak Bahçesi'yle Büyükdere üstündeki Fıstık suyu ve çayırın nihayetindeki Sultan Suyu da mesirenin en önemli
bölümlerindendi.
Büyük Çamlıca mesiresi, Pazar günleri gidilen bir mesireydi.
Ziyaretçiler önce Çamlıca'ya gelirler, buradan Bağlarbaşı bölgesine arabalarla inerlerdi. 1867 yılında Bağlarbaşı'nda açılan Belediye Bahçesi, halkın en çok uğradığı yerler arasındaydı. Geceleri bahçenin yanan fanuslarıyla etraf gündüz gibi
aydınlanırdı. Mısırlı Fazıl Mustafa, bu bahçenin tanzimiyle devamlı olarak ilgilenirdi. Kayışdağı, Alemdağı, Taşdelen, Üsküdar halkının sevdiği mesirelerdendi. Alemdağı'na gelmek isteyen semt halkı, tellal tutarak etrafı da bu eğlenceden haberdar ederdi. Bu mesirede eğlenceye katılmak
isteyenler, araba tutar, güneş doğmadan iki saat evvel Muhacir Köyü'nde toplanmaya başlarlardı. Dudulllu'ya varıldığı zaman güneş henüz doğmamış bulunurdu. Öğle zamanı Alemdağı'na varılır, herkes oturacağı yeri seçerdi. Yemekler yenip çeşitli eğlenceler yapıldıkta sonra tekrar aynı yoldan geri dönülürdü. Haydarpaşa Mesiresi, Duvardibi'nden demiryoluna, istasyona, İbrahim Ağa
çayırına kadar olan bölgede
bulunurdu. Burada kurulan büyüklü küçüklü çadırlarda, tahta barakalarda pehlivan güreşleri, ortaoyunları, kukla gösterileri yapılır, saz heyetleri fasıllar geçerdi. Seyyar satıcılar, gerek gösteri yapılan yerlerde gerekse açık alanda mallarını satarlardı. 1844 yılında İstanbul'a gelen balon göstericileri, ilk kez Haydarpaşa'daki seyircilere marifetlerini sergilemişlerdir. Mütareke yıllarında işgalci İngiliz askerleri, burada hokey oynarlardır. Bu mesirenin yeri, Devlet Demiryolları tarafından alındıktan sonra bahset tiğimiz faaliyetler da tarihe karıştı. Kuşdili Mesiresi, II. Mahmut döneminde halkın ilgisini çekmeye başlamıştı. Başta padişah olmak üzere imparatorluk içindeki değişik sınıf ve dinden olan halk, öküz arabaları ya da kayıklarla buraya gelmeye başlamışlardır. Dar pantolonlu, sivri burunlu kanarya sarısı iskarpinleriyle gençler, mesire yerinde piyasa yaparlardı. Yine piyasaya çıkacak hanımlar da Halep ve Bağdat işi ipek maşlahlar giyer,
önü ipek dantelli başörtüleriyle gönülleri çekmeye uğraşırlardı. 1860 ve 1883 yılları arasındaki yangınlar bu mesireye ilgiyi söndürmüştü. Kuşdili Mesiresi ve eğlenceleri 1920 yılından sonra da tamamen unutulmuştur.
Makalemizin görüntülerin oluşturan kartpostallar ise mesirelerin revaçta olduğu 1900-1910'lu yıllarda
çekilmiştir. Bilhassa Kağıthane, Göksu ve Küçüksu bu kartpostallarda bütün haşmetiyle gözler önüne seriliyor.
BİBLİYOGRAFYA:
BALIKHANE NAZIRI ALİ RIZA BEY, Bir
Zamanlar İstanbul, s.115-120
ALUS, Sermet Muhtar, "Eski Boğaziçi ve Mesireleri", Yeni Mecmua, Sayı:15, 11. Ağustos 1939, s. 26-27.
ALUS, Sermet Muhtar, "Göksu ve Alemleri",
Resimli Tarih, Sayı:22, Ekim 1951, s.1032-
1036.
AYVERDİ, Semiha, Boğaziçi'nde Tarih, İstanbul 1976, s.301-316.
AYVERDİ, Semiha, "Çırpıcı", İstanbul
Geceleri, İstanbul 1977, s. 87-92.
BİRSEL, Salah, "Göksu Şemsiyeleri", Boğaziçi
Şıngır Mıngır, Ankara 1981, s. 219-232.
DELEON, Jack, "Boğaziçi Mesireleri", Bir
Tutam İstanbul, İstanbul 1993, s.43-46.
ERCÜMENT EKREM, "Geçmiş Zaman Olur Ki: Göksu ve Küçüksu", Yedigün, Sayı:328, 20. Haziran. 1939, s. 10-11
GİZ, Adnan, "Çayırlar", Bir Zamanlar
Kadıköy, İstanbul 1988, s.60-69.
"KUŞDİLİ", Tercüman Kültür Sanat
Ansiklopedisi Cilt:4, s.2080
MAHİR, Ali, "Geçen Asırda Teferrüç Yerleri
ve Kadınlar", Resimli Tarih, No:67, Temmuz
1955, s.3945,3947.
SADRİ SEMA, "Hıdırellez" Eski İstanbul'dan
Hatıralar, İstanbul 1991, s.131-133.
SERMET MUHTAR, "Bir Varmış Bir Yokmuş: Bir Alemdağı Alemi", Yedigün, No:82, 3. Birinci teşrin. 1934, s.12-13.
SERMET MUHTAR, "Sulara Gidiş", Yeni
Mecmua, Sayı:15, 11 Ağustos 1939, s.25-26.
SERMET MUHTAR, "Kuşdili Piyasaları", Yeni
Mecmua, Sayı:18, 29. Birincikanun. 1939,
s.35-36.
SEVENGİL- Refik Ahmet, "Eski Gezinti
Yerleri, Eski Gezinti Alemleri", Eğlence,
S:109-110.
SEHSUVAROĞLU, Haluk, Asırlar Boyunca
İstanbul, s.94.
29
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi