I
-TT'5J/5>b
'Emin*Yalısı bahçesinin şimdiki manzarası — Emin Bey kimdi?
Yalıdaki kiracı
= haıaşolar — Çubuklunun elverişli cihetleri — Tekrim e nine ve bostanı — Çu-
: buklu gazinosuna o zaman ki rağbet — Cuma, pazarla rı ardı arkası kesılmıyen
İ misafirlerden çektiğimiz çile — Hıdiv İsmail Paşanın kasrı
Kasrın elektrik e-
:
poz itosu, ustabas^ıs^ s^artH)Şı
Yazan:
* takım taklavat damlardı.(Kaynananız seviyormuş!) larla yemeğe buyur ederiz. Kıt Geçen pazartesi biraz gezip
hava almak, Boğaziçinin ne za mandır semtine uğramadığım Anadolu kıyısını görmek için Beykoza kadar uzanıp aynı va purla Köprüye dönmüştüm. Çu bukludan geçerken, vaktiyle i- einde bir yaz geçirdiğimiz, er tesi yıl yanıp kül olduğunu i- şittiğimiz Emin Bey Yalısının yerinde yeller esişine inan olsun yüreğim sızladı.
Binanın kagir temellerinden bile eser kalmamış; bahçenin yetişilin camları, ağaçları kuru muş/ortalığı yabani otlar, di kenler, ısırganlar bürümüş; çi çek tarhları, lâvantinler, defne ler darmadağan; duvarlar, de mir parmaklıklar yıkık.
1923 yazında bu yalının ze min katını kiraladık, üç dört ay oturduktu. 27 yıl evvelki günler zihnimde birer birer canlandı
... — - Yazan:
[Sermet Muhtar ALUS]
Emin Bey, Sultan Abdülmecit devri vezirlerinden Rifat Sadık Paşanın damadı, torununun ko casıydı. Paşa liyakatli zevattan- mış. Viyanada elçilikte, Harici ye Nazırlığında, 1850 de açılan (Encümeni Danişh-in âzalığın- da' bulunmuş. Okuı yazar idli- ğünden müteaddit eserler, K ı nam Harbine ait hâtıralar, <Ri-
salei ahlâk) ismiyle bir kitap da bastırıp risalesi ilkmektep- lerde okutulmuş. Çubukluda ge niş arsalar satın alarak kendi ne, taallukatına ayrı ayrı say fiyeler kurdurmuş.
Oturduğumuz yalı bunlardan biriydK Çalgılı gazinoya bitişik,
yolunda bir ihtiyardı. Yalı kom şumuz .Âsarı atika müzesi mü dürü Halil Ethem Bey her geçi şinde onu çağırır, alışverişten sonra karşısına oturtur, yâren lik ederdi.
Ninenin yarım saat ötede, Ki- remitderedeki bostanına arası- ra giderdik. Kadıncağız bizi se vinçle karşılar, asma çardağın dan salkım salkım üzüm kopa rır, küçük kızıma masallar söy ler eve döneceğimiz sıra üzümle doldurduğu sepeti elimize da yar:
— Afiyetle yiyin evlâtlar! di yerek bizi uğurlardı.
O tarihte Anadolu yakasının Göksu, Kücüksu, Sultaniye Ça yırı, Beykoz Çayırı âlemleri çoktan tavsamış; Çubuklu Ga zinosuna rağbet eden edene.
Gazinonun Çubuklu suyu nun, gazoz fabrikasının sahibi, Kâraköy börekçisi-’ Haşan Bey zade İbrahim Beydi. Mailim a, mesiregâh iskelenin pek yakı nındadır. Aşağısı düzlük,-- gerisi set settir. . Düzlük .erkeklere, setler hanımlara mahsus. Cunia ve pazarları müntehap bir ince saz icrayı ahenk eder; delikanlı kemani Cevdet, udi Şevki, ka nuni Âma Saim, neyzen İhsan, hanende AksaraylI Hafız Yaşar ve bilmem kimler takıma işti rak eylerdi.
Saz öğleden İki saat sonra ahşap, Iseyaz boyalı koskoca bir j başlar. Vapurlardan boşalan, kâşane. Emin Bey haremiyle bir civarlardan sandalla gelen halk kısmında barınır, mütebakisini gazinoya dolar. Yanlarında ne- bölük bölük, oda oda ehven fl- vale çıkınları, paketleri. Boğaz atle kiraya verirdi. Oseneki ki- havası bu; üstelik âbı hayat gi- racıların bizden gayrisi Beyaz bi su; gırtlağına kadar.tıkmmış-Ruslar, ekserisi harâşo’lardı.
Kadınlar bütün gün bahçede, sere serpe şezlonglara yayılır lar; sırtlarında tiril tiril fistan, hattâ kombinezon; göğüsler, kollar, bacaklar fora, kimseye aldırış etmeden sabah kahvaltı larını, öğle ve akşam yemekle rini ağaç altlarında yerler; ma yolar giyerek çimlere yatıp gü neş banyosu yaparlardı. O
za-lar bile acıkır; açlıktan gözler mi kararsın?
Âdet yerini bulsun diye bir. kahve, veya çay. yahut gazoz getirtilir; çıkınlar, paketler a- çılıp karın doyurulur; cebi yuf ka gençler yarım papele bir şişe Bomonti birası açtırır; dolgunca keseli ehli zevkler, maa meze şişesi liraya, Îstafilî- na ısmarlar, tiiekinlnce
yenisi-lıktan çıkmışçasına olanı bite ni silip süpürürler. Sofradan kalkar kalkmaz bir kafile daha sökün eder. Meselâ dayımın oğ lunun bacanağı, karısı, baldızı, kaynanası; Beylerbeyinden gel mişler; " elbette karınları aç, kahvaltı çıkarmak..lazım. Tep siyi hazırlatırız.
Ardından üçüncü kafile se- lâmün aleyküm der. Kimler di ye sorarsanız, eski kalfalardan rahme^İi Ârâmıdil bacının üvey kızı, Feshanede tornacı kocası, görünmesi, görümce hanımın boy boy dört veledi. Onlar da hazır yemeğe, yani peynir ek meğe sıvanırlar; veletler ele a- vuca sığmaz, bahçede kaydırak, çelik çomak oyununa kalkışır, haraşoları çileden çıkarır, tor nacı efendi çocukları tokatlar; dilli düdük karısı açardı ağzı:
— Elin şıllıkları için yavru cakları mı dövüyorsun ha! Artık vallahi senin nikâhında durma yacağım. Şimdi, şuracıkta be- j ni boşayacaksın; eğer boşamaz san yolunu bilirim ben!
Arbdeyi yatıştırıncıya; tatlıya bağlayıncıya kadar akla karayı güç seçerdik.
' Böyle tâ nerelerden gelişin sebebi, elâ gözlerimiz için değil, bitişiğimizdeki saz için. Gazino ile yalının bahçesi arasında al çak bir duvar vardı. Öbür tara ra geçmeğe lüzum yok; duva rın berisine otur, fasılları din le; setlerdeki hanımları seyret; akşamleyin denizde’ sandalla, rıhtımda yayan piyasa edenle ri temaşa kıl.
O vakit Çubukludan kon va pur alaca karanlıkta kalkar, beş dakika .evvel düdüğü ötünce çalgı mayna oluı, çalgıcılarla beraber gazino halkı iskeleye, koşup vapura dolar; misafirle rimizin kimi gider, kimi gece yatısına kalıp yine başımıza ek- şirdi.
manlar plâj modası, kumlara ı ni getirtir, kör kandil olup çı- sedilip vücudu yakma âdeti da- j kardı.
ha türememiş. Bu lâübaiiliğl. a-
çık saçıklığı önce yadırgadık deniz, ileride Beykoz koyu, Yu-15 - 20 adım ötede şıpır şıpır amma bize ne? (Hayâsızdan- i r - , şa tepesi. Kını farkında? Bey-zını satın al!) deyip geçerken
alıştık.
Çubuklunun elverişli cihetle ri çoktu: Mevkii mükemmel; fazla poyraz vurmadığınd m
s !
lcrin hepsi, o manzaralara ar kaları dönük, boyuna sellerdeki tazelere dikizdeler; gazeller, medetler, şarkılardan da biha berler...
havası sert değil; suyun enfesi
burun dibinde; bakkal Rizeli
J
Çubuklunun âbü havasına Mustafa efendide Trabzon ya- i çaışı pazarına, civcivliliğine in ginin, Ayvalık zeytinyağının. ! yar yoktu: semtten”-g&yet mem-Tosya pirincinin âlâsı: kasap nündük. Her nimetin külfetio-Sırtta kâin şeddacfk;-kasra, Hıdiv Abbas Hilmi Paşanın
altın para 150 bin lira harcadı ğı, kasrın derünundaki zib-ü zinetin, şatalatın fevkalâde şa hanelisi, Yıldız sarayının Me rasim dairesinden üstünlüğü ri vayet edilirdi. İçine girmek na- sib olmadı.
_ Gûya salon tavanları,.duvar ları. kapıları 22 ayar altın yal dızlı nakışlarla bezeli imiş. Merdiven parmaklıkları, küpeş teleri, trabzan babalan, kapı tokmakları halis kristalmiş; ci- hannüıiıasından Marmara bile görünürmüş.
Sahilde bulunan kışlamsı
bi-Şemsi efendide kıvırcığın hali- lur a. her cuma, pazar m isafir-; nalardan biri elektrik depozito- elektrikle tenvir eden Hıdiv pa-si. Eşekle dolaşan Tekrime ,ıi- den yaka kurtaramaz, dât b ir, sudur, derlerdi. Pencerelerinden şadır.
nede sebzenin -türlüsü; tavuk, feryat iki çekerdik. Hısım ak- görürdük. Kaç tane dinamolu, Depozitonun ustabaşısı kart, piliç, giinliik yumurta iste, de.r-, raba. eş dost şöyle kalsın, a z ( motörlü, enikunu bir fabrika, yüzü gözü pancar, tıkız Fransız. hal oğlu ile göndersin. ' I buçuk tanıdıklaı bile, sanki ( Elektrik nam nesneyi Boğaziçi-j Hiç ayık durmaz, daima şarap
Tekrime nine Karadenizli. 70 can ciğer ahbapmış gibi, -tam ne ilk şokan, Çubuklu camisini, içer, zerre kadar, yalpalamaz, lik, dinç, açıkgöz, sözü sohbeti sofraya oturacağımız dakika, iptidaiye mektebini, bazı evleri fakat dilinde metelik dönmezdi.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi