• Sonuç bulunamadı

[Ahmet Süheyl Ünver ile Türk süsleme sanatı üzerine röportaj]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Ahmet Süheyl Ünver ile Türk süsleme sanatı üzerine röportaj]"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

f s ' a ' y T a ...T |

■K *

7 Ş U B A T 1 9 7 2

L

her ;h afta

b l

r SOhb©t ••

Hazırlayan: ABD İ İPEKÇİ

bu haftaki k o n u ğ u m u z :

Ord. P ro f.S Ü H E Y L Ü N V E R

mmmm.

Türk tezyini sanatında 12 nci asırda

başlayan gelişme 15 ve 16. asırlar ara­

sında en olgun dönemine ulaşmıştır. 19

uncu asırdan sonra da gerileme, soysuz­

laşma başlam ıştır...

- mKmmmmmmmımmmmmsiimmecamasciec.:

Her millet rönesansmı, yeniden doğuşunu

kendi mazisinden yapar. Türk tezyini sa­

natının reformu da mazideki güzel örnek­

lerden istifade ederek, onları yeni kompo­

zisyonlarla canlandırarak gerçekleşir...

İ P E K Ç İE fe n d im tezyini sanat,

süslem e sanatı ne dem ektir? Bunu açıklamanızı rica edebilir m iyim ?

Ü N VER — İnsanların süsleme İhtiya­ cı doğuşundan haşlar. İnsanlar dünyaya geldiği zaman herşeyle ilgilen ir. Gökyüzü­ ne bakar yıldızları görü r toprağa bakar çi­ çekleri insanları görür... V e bunların ço­ ğunu da beğenir. Beğenm edikleriyle ilgili değildir. Beğendiklerine sahip olmak ister. İnsan herşeye sahip olamaz. Ama hiç ol­ mazsa onun b ir benzerini yapayım der. Onlan çizmeye gayret eder, insanlığın ilk çağında iptidaî olarak başlıyan hu ihtiyaç terakki ede ede olgunlaşmış ve nihayet bi­ rer ekol haline girm iştir. Tezyin sanatı es­ ki milletlerde de var. H itit sanatı diyoruz, Sümer sanatı diyoruz...

İ P E K Ç İE fendim , bu tezyini sa­

vatlar, süsleme sanatı Türklerde ne zaman gelişm eye başlam ıştır v e belirli örneklerini hangi sahalarda verm iştir?

Ü N V E R —- Pek eski zamanlarda m illet­ ler karışık vaziyetteydi. Bu bakımdan o kısma girmivelim. K endi vatanımız çevre­ sinde konuşmayı sarih olarak yapabiliriz. B ir Türk hüviyeti, b ir Selçuk hüviyetimiz, sonra da OsmanlI hüviyetim iz var. Anado­ lu Selçuklannm bütün hayatları buhranla geçmiştir. Buna rağmen, sanatkârlar hima­ ye görmüştür. B öylece m em leket muaz­ zam sanat eserlerine sahip olmuştur. Bu sanat eserlerinin tebarüz ettiği 12. asır baş­ larında çok sade ve olgun b ir süsleme uslûbu vardı. 13. asırda eserlerin çoğalma- siyle çok mütenevvi şekiller karşım ıza çık­ maktadır, 14. asırda artık olgunluğun zir­ vesine varılmıştır. 15. asırda —ki Osman­ lIların da Selçukluların bir feodalite bey­ liği olduğunu unutmıyacak olursak— on­ lar bu idari birliği temin ederlerken, bir Türk mimarisi, bir Türk sanatı diye or­ taya bir esas konmuştur. V e bu esas 15. asırda çok tekemmül etm iştir ki. en mü­ kemmel eserlerini de Fatih’in hususî kü­ tüphanesinde görüyoruz. N e var ki, bu gibi eserler bugün Osmanlı devletine iza­ fe edilmez. Çünkü Şark’ta, İslâm âlem in­ de ilim dili arapçadır. Edebiyat dili fars- çadır. Arapça olan bu kitaplar ve onların süslemeleri, çoğu Türkler tarafından ya­ pıldığı halde Araplara izafe edilir. Farsça eserlerin, evet İranlIlara taallûk eden kı­ sımları inkâr olunamaz. Ama bu arada farsçavı öğrenip de eser veren Türkler de vardır. Bunların biz m em leketimize ait olanlarını ancak benimseyebiliyoruz. Fakat bunu başka m em leketler kendileri­ ne ait farzettikleri için” sanat tarihleri bugün maalesef bu yanlış kanaatların yo­ lunda gittiği içindir ki, itimada şayan de­ ğildir. Bizim için en büyük zarar bunların aranmaması ve araştırılmamasıdır. Bun­ ları muhafaza edenler de. bunlarla ilgi­ lenmemekte ve tanımamaktadır. Ve tanı­ yanları da daima tuhaf bir şekilde telâk­ ki etmektedirler. Yani her hangi birşeyi böyle Türk diye tanıttınız mı, şüphe ile karşılamaktadırlar. Bu şüphe garbe gir­ miştir. Bugün Avrupa’da ve garpte, bu kaçlılık ruhunu taşıyanların tesiriyle bu­ gün halâ Türklere sanat eserleri nokta­ sından (beş on kişiyi istisna ederseniz, onlar hakşinas m illetlerdir) bahsedilme­ diğini görürsünüz. O kadar ki, müzelerde Türk eserleri bile teşhir edilmemekte, Or­ ta Şark, Asie Mineur, Klein Asia diye eti­ ketlenmektedir. Yani bu işi bugüne kadar ecnebiler yapmış ve onlardan doğru - yan­ lış biz almışız. Literatürde bunlar yer alı­ yor. Fakat memleketimizde kütüphaneler­ de mevcut olan ve gittikçe arttırılan zor­ luklardan dolayı b iz kendi membalarımı- za gidemiyor, tamyamıyoruz.

İ P E K Ç İŞu halde efendim,

Türklerde tezyini sanat 12. asırdan iti. baren gelişm eye başlamış. 15. asırda en olgun dönem ine gelmiştir. Fakat ye­ teri derece araştırma yapılamamasın­ dan v e yabancı tarihçilerin meseleye bir kaçlılık zihniyetiyle bakmalarından dolayı o dönemdeki Türk tezyini sa­ natları, Türklere mal edilmemiş, dün­ yaya iyi tamtılmamıştır. B u dönemde, yani 13. ve 15. yüzyıl arasında ortaya konan tezyini sanatların örnekleri ne­ lerdir, hangi alanlarda tezyini sanatlar gelişmiştir ve bunların hususiyetleri nelerdir?

Ü N VER — Selçuklular zamanım ala­ lım ve ordan başlıyalım. Şimdi dirhem ­ ler yok mu? Selçuklu dirhemlerinden beş altı tanesini gördüm. K u r’am K erim tez­ hip eder gibi üzerini süslemişler. Nihayet tartı bu. Sonra çini tabakları ve kitap­ ları süslüdür. Y ere serilen halılar. Selçuk eserlerinin m im arî süslemelerine ne ka­ dar önem veriyoruz ve ne kadar haz du­ yuyoruz. Ama onların bir de kendilerine göre süslenmeleri var. Halısı süslü, ki­ tapları süslü, kitap rahleleri süslü... Süs­ lü olmıvan hiç birşeyi göremezsiniz. Ve bununla aileler geçinmiş. Ve bunlar sa­ natta çok ileri gitmişler. O devirdeki Türk sanatının esaslarından biri de, bir yaptığını bir daha yapmamaktır. Taklitçi­ lik değil. 10 tane tabak alın, onu da b ir­ birine benzemez. 100 tane kitap alın, K u r’anı K erim ’ler olsun, kitapları olsun. Tezyinatına bakın birbirine benzemez. Ve bunların eğer ben yanlış anlamıyorsam, her dilin bir grameri olduğu gibi, her mu­ sikinin bir notası olduğu gibi, bunların da ker.di'eriııe göre bir usulü, grameri var.

İ P E K Ç İNedir o gram er?

ÜNVER — Bu zevke taallûk eden bir- şeydir Simdi bunları o kadar stilize et­ mişler ki. kuş kanatlarını alalım. Selçuk­ luların amblemi vardır biliyorsunuz: K ar­ tal. Şimdi Ira Kartal'ı stilize etm işlerdir. Mezar taşlarından tutun da ne örnekler vardır. Bunlar, ekipler tarafından aran­ sa, tesbit edilmiyecek derecede çoktur. Memleketin her tarafı süsle doludur. Ama bunları birer birer çıkarıp m onografiler­ le neşretmek lâzım.

SELÇUKİ SAN ATINDA BİR YAPTIĞINI, BİR DAHA

YAPMAMAK VARDIR, ON TABAK ALIN

ONU DA BİRBİRİNE BENZEMEZ

|g Fatih bu sanata büyük

değer vermiştir. Devrin

en meşhur üstadı Baba Nak-

kaş'ı kurduğu Nakışhane'nin

başına getirmiştir. Ama öl­

dükten sonra ¡kinci Beyazıt

Amasya'dan getirdiği sanat­

kârlarla yeni bir tezyin

m

ekolü açmıştır...

#

İ P E K Ç İBiraz önce Selçuklular

devrinde başlıyan süsleme san’atınvn nasıl geliştiğini örnekleriyle verdiniz. Osm anlı dönem inde bunların hususi- liçtteHnde bir değişiklik oluyor mu, yahut hangi örneklerde kendini daha iyi belli ediyor süsleme sanatı?

Ü N V E R — Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra bir Nakishane kurmuş; devrin en meşhur Türk sanat üstadiarından Özbek asıllı Baba Nakkaş’ı da. o Nakişhanenin başına kovmuş. Bu Nakişhanede 40-50 ki­ şi çalışır. Hattatı var. mücelliti var, cet­ vel çekenleri var. Fatih devrinin en güzel eserlerini vücuda getirmişler. Saray’da bir yer süslenecek. Nakişhaneden geçmiş­ tir. Bakın nakışçılık bu kadar tenevvüyle beraber ne kadar ilerlem iş bulunuyor. O devirde Şarkta bir an’ane vardı. Padişah değişti mi bütün etrafındakiler de değişi­ yor. Padişah’m yerine kim geçti? B ir şeh­ zade geçti. O şehzade de, hükümdar ola­ caksa şehzadeliğinde ona göre yetiştiril­ miş. Fatih devrinin Nakişhanesi, Fatih ölünce, dağılıyor. Daha doğrusu herkes ordan çekiliyor. Yaşiı olanlar tekaüt olu­ yor. Diğerleri, kendileri hususi çalışıyor­ lar. 2. Beyazıt Amasya’dan gelirken, mai­ yetinde bir sürü sanatkârla geliyor. Onlar Fatih’in Nakişhanesinde yerini alıyorlar. Bugün bu iki mektep arasında çok büyük farklar var. Demek ki, Amasya’da da bir tezyinat ekolü var. Ona müntesip olanlar var. İşte buyurun Fatih devrinin diye k ro­ nolojik olarak ayırıyoruz. Fakat 2. Beya­ zıt geliyor. O geldiği zaman babasının an’anesi yürümüyor. Biz bunu ancak asır­ larla böyle tetkik edebiliyoruz. Yani aynı asırda bile, aynı memlekette muhtelif ekoller teessüs ediyor ve hu muhtelif ekoller kendi sahalarında devam ediyor. B ir memlekette san’atm ilerlem esi için ekollerin kurulması lâzım. Bu ekoller­ den Baba Nakkaş ekolü Fatih’in ölümüy­ le gidiyor. Amasya ekolü onun yerine ka­ im oluyor. O da devam ediyor. Fakat bir yazı ekolü vardır bugüne kadar devam ediyor, bozulmadan geliyor. Fakat tezyi­ natta ekol tesis edemiyor. Bir sanatkâr öldü mü onnn etrafındakiler dağılıyor.

İ P E K Ç İEfendim , dediniz ki,

12. yüzyılda başlıyan gelişme, 15. yüz­ yılda en olgun dönem ine erişmiştir. Ondan sonra bir gerileme, b ir düşme m i oluyor?

Ü N V E R — 16. asırda en güzel eser­ lerini veriyor. Çünkü Kanunî Sultan Sü­ leyman da buna meraklı. V e onun devri­ nin eserleri pek çok. Artık klâsik devir diyoruz buna. Ondan sonra yavaş yavaş 17. asırda, 16. aşırın tesiri devam etmek­ le beraber, bu duraklama başlıyor. Çünkü bu tür sanatları devletin başında bulu­ nanların himaye etmesi lâzım. Himaye zayıflayınca tabiî o işe heves edenler aza­ lıyor. Ayrıca 17. asırda zevklerde bir de­ ğişiklik oluyor. Avrupa ile temasımız sık­ laşıyor. Ve oradan gelen eserler, sonra burdan sefarete gidenler, garp tezyinatı ile temasa geçiyorlar. Ve bizde garp te­ siri başlıyor. Bu tesir 18. asırda zirvesine varıyor, tki devresi var bunun: Birisi doğrudan doğruya bizim klâsik tezyinatla karışık olan devre, diğeri de doğrudan doğruya garp tesiriyle yapılan rokoko. Buna Türk rokokosu diyoruz.

İP E K Ç İR ok ok o nedir?

ÜNVER — Rokoko, Avrupa’daki tez­ yinatın bir nev’i.. Bunun en güzel misal­ lerini ben Avrupa’nın muhtelif yerlerinde gördüm. İstanbul’dakilerî de geldikten sonra gördüm. Bir mukayese yaptım. Biz bir rokoko ekolü yapmışız.

İ P E K Ç İYa ni aynen kopya et­

m em işiz?

Ü N V E R — Aynen etmemişiz. H iç Türkiye’de aynen kopya yok. Ama her m illet aldığına göre biz de almışız, başka milletlerden... Bu ayıp değildir. Fakat onu taklitle bırakmamışız, kendi şahsiye­ tim izi hüviyetimizi vermişiz. Şimdi garp, bir Türk rokokosu olduğunu bilm iyor. İş ­ te biz onlardan alm ışız öyle farzediyor. Efendim sanat tarihi ile meşgul olan in­ sanlar, beş on kitap karıştırır birşey ya­ zar. O sanat tarihi olmaz. Bu eserlerle temas edecek. Ben her ikisiyle de muka­ yesesini yapabildiğime göre, toplamakla beraber, bir Türk rokokosu kurmuş olu­ yorum. Bu da gösterir ki, her yeni ha­ reketlerden bizler de geri katmamışız. B izler de birşeyler koymuşuz. Bu en gü­ zel misallerden birisi.

İ P E K Ç İB u 18. yüzyılda olan.

Ondan sonra ne oluyor?

Ü N V E R — Ondan sonra artık bu işin başı kalmıyor. Artık tek tük sanatkârlar var. İsim lerini vermiyorum. Fakat bun­ lar muayyen bir kaç talebe yetiştirmekte, böyle birer münferit topluluklar halinde çalışıyorlar ki. bugün de bu vaziyet böy­ le Tezyinat bu suretle 19. asırda gerile­ meye, soysuzlaşmaya, dejenere olmaya başlıyor. Bu işi dejenere eden ve bu işi bilmiyerek biliyorum gibi hareket eden sanatımızı çok küçük düşüren ellerde bu tesir maalesef bugüne kadar da devam etmiş bulunuyor.

İ P E K Ç İŞu halde 18. yüzyıldan

itibaren başlıyan bir soysuzlaşma var Türk tezyini sanatlarında. B u soysuz­ laşmayı gidermek için ne yapmak lâ­ zım?

Ü N V E R — Çok sevdiğim Prof. Sıddık Sami Onar’m dediği gibi, her m illet rö- nesansmı, yeniden doğuşunu, mâziden yapar. Ve biz bugün rönesansımızı mazi­ den kendi mazimizden yapmamanın ızdı- rabım çekiyoruz ve yanlış bir yolda gidi­ yoruz. H er m illet rönesansmı kendi ma­ zisinden yapacağına göre, bizim de mazi­ mizin en güzel tarafını rönesanscılarda bunu görüyoruz, toplayıp onlardan yeni kompozisyonlar yapmak. tşte rönesans budur. Bunlar yapılabilir. Aynı zamanda bunu iyi anlayan talebemden sekiz on kişi de buna hak verdiler ve o yolda ça­ lışmaya başladılar ki, bunların hir tane­ sini daima iftiharla söyleyebilirim. Azade Akar hanımdır. Ve kendisinin böyle ye­ tiştirdiği bir grup vardır. Bu suretle yeni bir Türk tezyinatı rönesansmm başında bulunduğumuzu anladık ve o nokta üze­ rinden yürüyoruz. Artık biz tezyinatımız­ da yeni bir reform yapabiliriz. Ben bu­ na inanmışımdır. Bu şimdiye kadar ya­ pılmamıştır. Faraza 14. asırda bir Selçuk münhanisi vardır. O Selçuk münhanisi ile yapılmış olan eserler meydanda. Birer kopyalarım yaptık duruyor. Ama onlaı-ı sanat eserleri diye teşhir etmiyoruz. Bun­ lar bize öğretiyor... Ama her hangi bir münhaniyi almakta onu çoğaltmakta dünya tezyinat âlemine dc malolacak yeni Türk tarzında fevkalâde mükemmel eser­ ler vücuda getirebilir, ben buna inanan­ lardanım.

İ P E K Ç İŞu halde efendim,

özetlem ek gerekirse, 12. asırda başlı- yan T ü rk tezyini sanatı, 15., 16. asırlar­ da en olgun devresini yaşamıştır. On dan sonra batı tesiri başlamıştır. Ger- çi bu arada Türk rokokosu gibi kendi özelliği bulunan bir takım gelişmeler gerçekleştirilmiştir ama genellikle, 17. yüzyıldan günümüze kadar bir soysuz­ laşma, bir dejeneresans başlamıştır. B u g ü n bu Türk tezyini sanatını yeni den canlandırmak için bir rönesans hareketine, bir yeniden canlandırma hareketine ihtiyaç vardır. B u hareket de ancak mazideki örneklerden istifa­ de ederek, onların güzel örneklerinden istifade ederek, onları yeni kom pozis­ yonlarla canlandırarak gerçekleştirile­ bilir ve bugün bunu başarmak için bir takım çalışmalar yapılmaktadır, dedi niz. O çalışmalar hakkında daha esaslı bilgi rica edebilir m iyim ? Nasıl ça­ lışmalar yapılıyor, kim ler yapıyor ve ne neticeler almıyor?

%

Ü N V E R —- B ir defa Türk tezyinatı­ nın hakikaten esaslarını gösterecek bir ekolümüz olm alıdır. Ve bu işe vakıf olan­ lar çalışmalı ve örnek eserler verm elidir. Bu olmazsa herkes bildiği gibi yapar. Sa­ natın tezyinatta bilhassa iki kolu vardır; birisi soylu, birisi soysuz. Ama bunun soy­ lusu hangisi, soysuzu hangisi? Bizim mem­ leketimizin bu sahada yeni yapılmış ya­ yınlan vardır ki, eski budur, yeni bu ol­ m alıdır diye onlan takip etmek lâzım. Bunlar takip olunmazsa bu iş ilerlemez. Sonra herkes şimdi kendi başına buyruk. B ir şeyin İddiasında değiliz ama bunun doğru tarafı budur.

Şim di bunu öğreten resm î m ektebi­ m iz de yok. Ben 1936’dan 1955’e kadar Gü­ zel Sanatlar Akademesi, Türk Minyatürü ve Süslemesi hocasıyım. ik i atelyem var­

dı. B iri Akadem i’de, diğeri Topkapı Sa­ rayında. Nihayet ben oradan 19 sene son­ ra çekildim ve tamamen kendimi artık Üniversiteye verdim. Topkapı Sarayındaki atelye devam etti. Şimdi aynı atelyeyi Cerrahpaşa’da açtım. Arzu edenler var, öğrenmek isteyenler var. Çünkü bu benim yanımda yetişenler dağıldı her tarafa. Bu­ nu sen kimden öğrendin? İşte onların tav­ siyeleri üzerine, sonra benim bir huyum var, bir insan bir şey öğrenmek istiyor mu kendi kendini denemeli. Efendim, sen kabiliyetin var, sen yaparsın, yahut kabi­ liyetin yok yapamazsın, ben seni almam, böyle şey olmaz. Herkes gelsin denesin.

İ P E K Ç İö n c e Akademide başla--

dığm ız b ir çalışma vardı tezyinat sa­ natı ile ilgili olarak. Şim di bunu C er­ rahpaşa’da devam ettiriyorsunuz...

Ü N V E R — Beyazıt’taki Enstitüden, Cerrahpaşa’daki Enstitüye naklettim. Se­ bebi, çok talep karşısındaydım. O kadar talepler çoğaldı ki, Cerrahpaşa’ya çoğu da gelemiyordu. Çarşıkapı’da da bir şube aça­ lım diye İstanbul Fetih Derneği Başkam Ekrem Hakkı bey rica etti. Arkadaşları­ m a söyledim. Ben bu defa bu işle meş­ gul olamam, siz kabul eder misiniz dedim. Kabul ettiler. Ve ben de kendilerinden fe­ yiz almak maksadiyle çalışma günlerinde gidiyorum. Ve çok mükemmel çalışıyor­ lar. Fakat yer ufak, mahdut. Bu suretle Şişli Terakki Lisesinden de arzu ettiler. Derken, Ankara’da Ev Kadınları Derneği b iz de yapalım, dedi. İstanbul Çarşıkapı’- dakiııi İstanbul Ev Kadınları Derneği hi­ mayesine aldı, Ama bunlar hep fahri ola- .-ak gidiyor. Çok pratik, çok kısa zaman­ da öğreniyorlar.

İ P E K Ç İŞu halde efendim, Türk

tezyini sanatlarını tekrar canlandırmak sizin deyiminizle rönesansm ı gerçek­ leştirmek için bugün özel olarak yapı­ lan bazı çaltşmalar var. Bunun birini siz Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde baş­ lattınız. Sonra orada yetiştirdikleriniz Çarşıkapı’da ve Şişli Terakki Lisesin­ de benzer çalışmaları yürütüyorlar. Ay­ nı zamanda Ankara’da da teşebbüse ge­ çen bir grup var. B u çalışmalar tama­ m en kişisel gayretlerle oluyor. B un­ ları halka intikal ettirmekte, tanıtmak­ ta herhangi bir problem iniz oluyor m u? Nasıl intikal ettiriyorsunuz hal­ ka?

Ü N V E R — Piyasa Türk m otifi diye, o kadar çok yanlış m otiflerle tebrik kartla­ rım ihtiva ediyor ki, ama bu arada benim gruba dahil olan arkadaşlarımdan beş altı kişi, onların da böyle bazı eserleri basılı­ yor. Ve onlar çok tutuluyor. Bize maddî bir menfaat sağlamıyor. Daima bunlar pa­ halı matbaa işleri olduğu için, ancak ken­ dilerini kurtarabiüyorlar ve çoğu da bun­ ların satılmıyor. Fakat bunlar şimdi o ka­ dar çoğaldı ki. bir iki firm a var ki. on­ ların yaptıkları, ha bunlar doğrudur, bu suretle vaniış Türk m otifidir diye çalışıp eser verenlerin de bu suretle artık tutul­ madıkları ve bunu daha ileri götürmüş olaniarınkini daha iyi karşıladıklarını gö­ rüyorlar ve biz de bundan memnun olu­ yoruz Yani halka güzel eser verirseniz, halk güzel eseri anlıyor Ecnebiler de bu­ na çok meraklı ve aynı zamanda çok iyi anlıyorlar.

İ P E K Ç İŞim di efendim bu atöl­

yelerde yapılan çalışmalarda eski m o ­ tiflerden yararlanarak Türk tezyini sa­ natları canlandırılmaya çalışılıyor. B u nasıl yapılıyor? Tebrik kartlarından bahsettiniz. Tebrik kartlarında m ı kul­ lanılıyor motifler, sergileniyor m u? Yani atelyelerde yapılan çalışma ne­ dir v e ne gibi sonuçlar almıyor?

Ü N V E R — Bir defa yayınlarımızla, is­ tiyoruz ki tarihte neler yapılmış onu or­ taya koyalım. Nihayet atelyelere müracaat »diyorlar Filân minyatürün kopyasını ya­ par mısınız? Parasını veriyorlar, yapıyo­ ruz. Biz örneklerimizi topladık. 5000 tane örneğimiz var. O zaman ufak tefek sipa­ rişler oluyor.

İ P E K Ç İB u çalışmalar şu halde

minyatürlerin kopyaları, tebrik kart­ larının süslenmesi Başka?

Ü N V E R — Sonra minyatürlerden de kompozisyonlar yapıyoruz Sonra takvim­ lere örnekler hazırlıyoruz.

İ P E K Ç İBu çalışmalar sergileni­

yor m u efendim? Türkiye’de ve Tür­ kiye dışında?

Ü N V E R — Ben hayatta hiç bir za­ man kendimi empoze etmem. Yani kendi eserlerim i teşhir yoluna gitmedim. Fakat Avrupa’da ve Amerika’da her fırsattan faydalanarak sergiler açtım Çiinkii benim buradaki ismim Süheyl Ünver. Ama benim Garp’teki ismimi size söyliyeyim: «Tü rk» Ve Mç bir sergiye de kendi ismimi ver medim. Türk Sanat Tarihi Sergisi. • Ve bunlar çok tutuldu. 62 tane yalnız Birle­ şik Amerika'da açtım

< :.V.':7 , \ v . ... . , A i . - v „ .. ¿. .. r-.— Ü t

k o n u m u z :

>•

JR K SİİSI EME J A HAT I

İ P E K Ç İH alen çalışmakta olan

atelyelerde ortaya getirilen eserler de sergileniyor mu?

Ü N V E R — B ir tanesi geçen y ıl şubat’, ta Galatasaray Yapı ve K redi Bankası ser­ gi galerisinde teşhir edildi ve çok büyük ügi gördü, çok beğenildi, çok sevildi ve Türk sanatının mahiyeti bu suretle daha iyi anlaşılmaya başladı. Şimdi arkadaşları­ mızın işte Azade Akar hanımın grubu, bu­ radaki sergi gibi iki sergi daha hazırlıyor­ lar. B irisi Türk süslemesi ve Türk resmi, yani minyatürü. Bu sergi Ankara’da bu ayın ortalarında Yapı ve Kredi Bankasının orada yeni yapılan şubesinin galerisinde açılacak. M art’tan sonra bir sergi daha ha­ zırlıyorlar. O da mezar taşları üzerine... Mezar taşlarındaki m otifler. Efendim bir Karacaahmet— Bu bizde mezarlıklara asla itina etmek yok. M ezarlıklar aynı zaman­ da bizim tezyinatımızın ana kaynakların- dandır. Arkadaşlarım yalnız müzelerde, kütüphanelerde değil, m ezarlıklarım ızın da bir kaynak olduğunu anladılar ve onları da topladılar. Mezar taşlarındaki m otifleri de topladılar ve onları kompozisyon yap­ mak için, onlardan faydalanılarak gayet güzel eserlerle ilk defa Türkiye’de değil, dünya yüzünde böyle sergi açacaklar. Yahya K em al’in Varşova’daki sefirliği es­

nasında ona bir sual sormuşlar. Demişler ki, «T ü rkiye’nin nüfusu ne kadar?» Ce­ vap vermiş: «80 m ilyon..» Biraz belki ça­

kır keyif imiş. «Aman efendim » demişler, «S izin memlekette yeni nüfus sayımı ya­ pıldı, 15 milyonmuşsunuz» demişler. «E- v e t» demiş, «ö yle. Ama biz ölülerim izle beraber yaşarız . » Karacaahmet’te olsun, İstanbul m ezarlıkları olsun türbeleri ol­ sun, diğer kabristanlar olsun, namütenahi her ası-ın hususiyetini gösteren tezyinatı­ m ız olduğu halde, bu memlekette bugün

¿ 8

^ Selçukîler çok buhranlı

bir devir yaşamalarına

rağmen sanatçıları himaye et­

miştir. Bu yüzden, bir »

çok eserler kalmıştır... #

Yukarıdaki m otif Fatih’in hususî kitaplığı için yapılmış bir kaptır. Halen Süleyma- niye Umumi Kütüphanesinde bulun­

maktadır...

1

Türk sanatı diye uydurmalara rönesans diyor ve aynı zamanda onları lanse etmeye çalışıyorlar. Olm az böyle şey...

İ P E K Ç İE fendim , gönüllü ola­

rak kurulm uş heyetlerin bu Türk tez­ yini sanatım canlandırmak, rönesansı gerçekleştirm ek üzere çalışmalarda bulunduğunu söylediniz. B u gönüllü kuruluşlar gereken m ali ihtiyaçlarını nasıl tem in ediyorlar?

Ü N V E R — Efendim , kendi şahıslan ile... Bunun da bir an’anesi var; Türkiye biliyorsunuz ki fakirlikle yükselmiş ve bir fakirlik medeniyeti kurulmuş. Bu tezyini sanatlarda çalışanlar hep fakirlerdir. V e bunlar hususi kolaylıklar görmüşlerdir. Faraza bunlar şahsî him ayelere mazhar olmuşlardır. Yoksa bunları böyle devlet­ ler, teşekküller o kadar tutmaz.

İ P E K Ç İTutsa faydalı olmaz

mı? Daha kolay, daha iyi gelişm e im ­ kânı?

Ü N V E R — Bunların köprübaşlan var­ dır. Şimdi bu köprübaşlan tutulmuştur. Ben sanat tarihçisiyim der, ben sanatkâ­ rım der, ona bir çok şeyler yaptırırlar, yaparlar. Yani bu işin maddi bir menfaat temin etmesi bence mümkün değildir.

İ P E K Ç İ — Hayır, ben menfaatten bah setm iyoru m ...

Ü N V E R —- Mezun olanlar bile iş bu­ lamamaktadır.

İ P E K Ç İHayır, ben çıkanların

tem in edecekleri maddî menfaati dü­ şünm ü yorum efendim. B u atelyelerin kurulması, bu çalışmaların yapılması ve sizin özlediğiniz şekilde bir röne- sansın gerçekleştirilm esi için bazı ya­ tırımlar yapmak lâzım, bazı masraflar yapmak lâzım herhalde değil m i efen­ dim? B unun gerektirdiği malî ihtiyaç gönüllü olarak karşılanabiliyor mu, yoksa D evletin desteği v e yardımı m ı gerekiyor?

Ü N V E R — Bendenize hem bir sual sordunuz, hem de eksik olınayuı, beni bu müşkül mevkiden kurtararak benim ceva­ bımı verdiniz, işte ben kurulacak olan bir miiessesenin yerini gösterdim ve şöyle bir bina olabilm eli, dedim. Ama onun mahi­ yetinin ne olabileceğini siz ortaya koydu­

nuz. Ben şimdi bu söylediklerim le bunun lüzumunu anlatabilir, bir esası kabul et­ tirebilirsem bu kendiliğinden olur. V e si­ zin arzu ettiğiniz şekilde olur.

İ P E K Ç İPeki efendim. Bugünkü

şekliyle yapılan çalışmalar sizin özle­ diğiniz, belirttiğiniz rönesansı gerçek­ leştirm eye ne derece yardımcı olur? Yani böyle bir rönesans bugün yapıl­ mış mıdır?

Ü N V E R — Yapılm aktadır. Zaten çok insanlarla bn rönesansı yapmaya lüzum yok. İtalyan rönesansının en yüksek üç siması vardır. B irisi Mikelanj, birisi Leo- nard da Vinci ve Rafael. Yani bunları siz sayabilirsiniz. B ir insan düşünün ki yarım asırdan fazla ömrünü buna hasretmiş. Ve bunun nasıl olabileceğini de telkin yapa­

bilmiş. Artık bu iş yürür.

İ P E K Ç İŞu halde bu tezyini sa­

natları 15. yüzyıldan beri gerilemekte olan Türk tezyini sanatlarım bugün canlandırmak için çalışmalar vardır. B u çalışmalardan bugüne kadar üm it verici sonuçlar alınmıştır v e siz bu işin geleceğini iyim ser olarak görebili­ yorsunuz öyle mi?

Ü N V E R — O arzu ettiğim iz inkişafın içinde olduğumuzu size söyliyebilirim. Çünkü çok kuvvetli elemanlarımız yetiş­ miştir. Ama işte buna mütekabil sizin bu suallerinizden de çok faydalandım. Size ayrıca teşekkür ediyorum. Sizin ihatanı­ zın derecesini idrak etmekle iftihar duyu­ yorum. Kendimi hiç bir zaman aldatma- mışımdır. Sevgi başkadır, hakikati ifade etmek başkadır. Fakat efkârı ıımumiyeyi gazetelerin de. neşriyatın da olgunlaştırma­ sı lâzım gelir. Bunların ne suretle olabile­ ceğine ait sizin sualleriniz birer tohumdu ve bu tohumlan benim bu sözlerim le bir sahaya elemiş bulunuyorsunuz. Elbette ki bu bir gün olumlu neticeyi verecektir. Onun için ben bundan ümitvarım.

İ P E K Ç İTeşekkür ederim.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğretmen görüşlerinin cinsiyete göre değişip değişmediğini test etmek amacıyla yapılan “t-testi” (p&lt; .05)’ten büyük olduğu için sonuç anlamlı

İzm irden bildirildikjo» göre Ege böl- gatiude hararetli bir P arti faaliyeti

[r]

Birçok defa da, Ziya Kalkavan ya da Kakavanlardan biri, ka-i çakçılıkla suçlanmış, haklarında davalar açılmış, hatta tutuklan­ mışlardı. Ziya Kalkavan,

İlk soruyu, Ruşen Eşref yerine, Sezai., bu, adeta ök­ sürüklü ihtiyar sorar: “Hiç Avrupa’da bulundunuz mu?”.. Ama Diyorlar ki yazarının eski

Bir sanatçı kendi kendine var değildir, bir kültür toplulu ğunun içinde sürekli bir varlık kazanabilir, kendisi öldükten sonra gelecek kuşaklar onur: sesine

Cevad paşaya gelinceye k a d ar A bdülham id devrinde m ütercim Riiştü, M ithat, Ethem, Ham di, Vefik, Sadık, Saffet, Tunuslu H ayreddin, A rifi, Küçük Said,

Meselâ şer’an içki memnû, te­ settür mecburîdir: Fakat bu memnu- iyetle bu mecburiyete her zaman her yerde ve ayni nispette riâyet edilmiş de­ ğildir; misal