• Sonuç bulunamadı

Mevlana ve yaşama sevinci

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mevlana ve yaşama sevinci"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

TURh

mm

.

acfih/ö5

.

*

Mevlânâ’da Düşünce

9

Ahmet Kabaklı

M

evlâna’da düşünce bolluğu ve çeşitliliği, insa­ nı hayrete düşüren bir tufandır. Bu sayısız dü­ şünce unsurları bir de mecazlar, teşbihler, istiareler, tim saller, sem boller aleminden ses verir ki:

Bir yandan bu kadar fikri nasıl üretebildiğine, bir taraftan da bu fikirleri, nasıl bu kadar güzel söyleye­ bildiğine şaşarsınız.

Düşünce ve söyleyiş gücü ile Mevlâna, şairler üs­ tü ve insan üstüdür. Küçük değil, orta çapta olan bir yanı bile yoktur. Her sözü ile büyüktür ve benzersiz­ dir. Kendisi bu büyüklüğünün şuurundadır. Mevlâ- na’yı başka herhangi bir dünya şairi ile kıyaslamaya kalkarsak belki ancak Shekaspeare akla gelir. Ne var ki Shekespeare’ nin dehası, büsbütün başka tü r’lerde belirm iştir. Shekespeare, ayrıca şüphe adamıdır; derin bir inanç içinde kemâli bulmuş değil­ dir.

M

evlâna’da asıl hayret veren taraflardan biri „ de zaten hem alabildiğine inanmış bir müslü- man olması ile beraber hem de o kadar hür ve aykırı düşünceyi eserlerine yaymış bulunmasıdır. İnsan ancak Mesnevi veDîvân’ ı okuduktan sonra, K ur’an ve Hadis’in, (onlardan tek kelime, tek hece şaşma­ mak şartiyle) ne kadar geniş ve hür düşünceye elve­ rişli, kudsi kaynaklar olduğunu anlayabilir. Onlar­ dan kılpayı ayrılmamak, bir nebze sapmamak şartı ile Mevlâna, âdeta “ İmandan küfre... Küfürden im a­ na” kulaç atmaktadır.

Ta medrese vü minare viran ne-şeved Tâ imân küfr ü, küfr imân ne-şeved

Yek bende-i Hak, bihakk müselman neşeved.

(Tâ medrese ve minare yıkılmadıkça.. Tâ iman küfr ve küfür imân olmadıkça... Allahın hiçbir kulu hakkiyle müslüman olamaz.)

Mevlânâ’nın bu dedikleri, aslında bir kanaat değil ve dilek de değildir. Bu sözler sitemdir. Taassup, dar kafalılık, basit düşünceyi taşlamaktır ve beylik

(3)

yo-T Ü R K Ü M

rumları yıkmak savaşıdır. Çünkü M evlânâ’nın K ur’- an ve H adis’e hiçbir bakış ve yaklaşımı, beylik değil­ dir. Hepsine fikir çileleri, ruh burkuntuları, şüphe sar­ sıntıları ile ulaşmıştır.

Mevlânâ bizde ve dünyada, gerçi pek çok anılıyor ama, sanırım iyi tahlil edilemiyor, hakkiyle incelene­ miyor. Meselâ onun geçirdiği psikolojik haller, bilin­ m elidir. Buhranları ve sarsıntıları yalnız menkıbe ve rivayetlere bırakılmamalıdır. Nitekim, o buhranların hepsi arandığında, bilhassa “ Dîvân-ı K ebir” inde bu­ lunabilir. Mesnevî’sinde daha bir huzur, berraklık ve erm işlik vardır.

Mesnevî’yi ve çoşkunluklar eseri olan Dîvan’ ını bir değil birçok kere okumadıkça, fazla birşey anlam a­ yız: Çünkü bol düşünce ve mecaz sağnağı içinde kayboluruz esas fikirleri bulamayız. Onlarla kurulan manevi dünya belki eski “ M e sn e vi-h â n ” ların yap­ tıkları gibi, onları ezberlem ekle anlaşılır. Mevlânâ’- nın Fllıi Mâ-Fîh’i ‘Mektupları’ ve Mecalis-i Seba’sı

da, ayrı dikkatle okunmalıdır. Çünkü onlarda, diyalog ve çarpışan düşünceler daha çoktur:

B

u düşüncelerin birkaçını içine konulan aykırı dü­ şüncelerle beraber görelim:

Mevlânâ Buyurdu:

“ Birisi, bir gün içinde, yahut bir solukta Kâbe’- ye gider; bu, o kadar şaşılacak birşey değildir, kerâmet de değil. Sam yelinde de bu kerâmet var; bir günde, bir solukta dilediği yere gider. Ke­ râmet ona derler ki seni aşağılık bir halden yüce bir hale getirsin de bilgisizlikten akla, cansızlık­ tan canlılığa sefer edesin..’’

‘ ‘ Hz. İbrahim, Nemrud’a dedi ki: “ Benim Rab- bim ölüyü diriltir, diriyi de öldürür.” Nemrûd: “ Ben de yaparım bunu; dedi. Birini mevkiinden azlede­ rim, âdeta öldürürüm onu, birine bir mevki veri­ rim, âdetâ diriltirim on u .” İbrahim cevap vermedi; o sözü bıraktı, başka bir delile sarıldı, dedi ki:

GCflK/05

“ Rabbim güneşi doğudan doğurur, batıdan batırır. Sen bunun tersini ya p .”

Bu karşılıklı görüşlerin aslını M evlâna’ya sordular. O buyurdu:

H

z. İbrahim ’in sözü, başka bir örnekle aynen şöy­ le açıklanabilir. “ Ulu tanrı, ana karnındaki ço­ cuğu rahim doğusundan doğdurur mezar batı­ sında da batırır. Büyük Allah, insanı her solukta yeniden yaratıyor; onun için yeni yeni şeyler gönderiyor; öylesine ki ilki İkinciye benzemiyor. İkinci, üçüncüye benzemiyor. Fakat insanın ken­ disinden haberi yok. İnsan kendisini tanımıyor.”

T a sa vvu fu n “ Gönül kırmak, Allah incitm ektir” inancını, yaşayış haline getiren Mevlânâ, bunun tat­ bikatını bir roman sahnesi canlılığı ile anlatmaktadır:

“ Bir huyum var benim; hiçbir gönlün kırılması­ nı istemem. İşte şuracıktaki bir bölük halk, semâ ederkerr bana çarparlar. Bazı dostlar da onları menederler. Bu bana hoş gelmez.

Yüz kere söylemişimdir, benim için kimseye birşey söylemeyin. Ben razıyım ona.”

Mevlânâ, babasının gelmiş bulunduğu Horasan’­ da: “ Şiirden daha ayıp bir iş yoktur. O ilde kal­ saydık, ders vermek, kitaplar yazmak, öğüt ver­ mek.. gibi onların istedikleri şeylere sarılır­ dım .’ ’diyor.

K

onya’da ise, şiirin sevildiğini ve dostlarının hatırı için şiir yazdığını şöyle anlatıyor:

“ O kadar gönül yapmayı isterim ki, yanıma ge­ len şu dostların canları sıkılır korkusuyla şiir söy­ lerim. Onunla oyalanmalarını dilerim. Yoksa ben nerdeyim şiir nerde! Vallahi şiirden usanmışım ben; bence şiirden beter birşey yok..”

M evlâna’da bu düşünce çeşitliliği ve anlatışta eri­ şilmez olan gücü hemen her satırı ile zamanını aşı­ yor. Çağımıza geliyor, bizden sonraki çağlara da uzanıp ışık tutacağa benziyor.

Yalnız Kur’andan, Hadîs’ten süzülen şu söze bakı­ nız: “ Allah, bazı kullarını nim etle (malla, altınla, bey­ lik verm ek suretiyle cezalandırır.

Emîr Nâib Emineddin Mikâil dedi ki:

“ Bundan önce kâfirler putları öperler, putlara secde ederlerdi. Biz de şu zamanda onun tıpkısı­ nı yapıyoruz. Gidiyor Mogollara âdetâ secde edi­ yoruz, sonra da kendimizi müslüman sanıyoruz.

Bu sözler, içindeki ve dışındaki putları yıkamayan, ezeli insanoğlunu anlatıyor. Nitekim Mevlânâ, bütün bu putları kırmanın, ancak A lla h ’a olan “ aşk” ile mümkün olacağını şöyle açıklar:

“ O yana (puta, menfaate, hırsa) ne kadar yönelir gidersen, Sevgilinin bulunduğu taraf, senden yüz çevirir. Dünya ehliyle ne kadar uzlaşırsan o kadar sana kızar”

(Bütün metinler rahmetli Abdüibakı Gölpınârlı'nın “ Fihi mâ-Fih, Mektuplar ve mecâlin-i seba dan seçmeler” adlı

(4)

TÜRfifDM flTI

GCfWö5

Hz.Mevlânâ ve

Musikîmiz

Prof.Dr.Ayhcın Songar

Mesnevi şevkim eflâke çıkarmış nâyız

Haşre dek hemnefes-i Hazret-i Mevlânâyız

Yahya Kemâl Beyatlı

M

usikîmiz, binlerce yıllık kültür birikimini taşımakta­ dır. Türk toplumunu, zamanında koskoca bir imparatorluk ahalisinin her kesimini, her ferdini'içine alan bir müşterek duygu ve düşünce sistemidir..Tari­ hin en eski medeniyetlerinden birini kuran, ilk defa de­ miri işleyip atı ehlileştiren, böylece kudretle sürâti ve sanâtı meczeden Türkler, gündelik hayatlarını daima musiki ile birlikte götürmüşlerdir.

Milâttan 3 asır önce yaşamış olan Hun Türklerinde savaşa giden süvarilerin davula benzen çalgılarla teşcî edildikleri, Milâttan sonraki iki yüzyılda yaşıyan Gök- türklerin devrinde Baksı, Şaman, Ozan adı verilen şair- hekim-din adamlarının kopuz gibi âletlerle müzik icra ettikleri, dinî merâsimlerinde müzikle bir çeşit trans ha­ linin temin edildiği, kısacası, zamanın sosyal ve dinî hayatının, törenlerinin, musiki ile ayrılmaz bir bütün teşkil ettiği bilinmektedir. Eski Türk hakanlarının ordu­

gâhlarında “ gök” adı verilen besteler hergün bir tö­ ren düzeni içinde çalışır, OsmanlIlarda ise Mehter Ta­ kımı belli saatlerde “ Nevbet vurma" denen bir çeşit askerî müzik icra ederdi. İlk askerî bando’nun bundan 1500-2000 sene önce Göktürklerde kurulduğuna da ayrıca işaret edelim.

A

nnemizden doğduğumuz zaman kulağımıza Ezân-ı Muhammedi okunur, sonra hicaz makamında ninni ile uyur, büyürüz. Derdimizi, neş’emizi o musiki ile ifade eder, ibâdetlerimizde de onun nağmelerini ve seslerini kullanırız.

İşte, bu öz musikimiz, bu millî nağmelerimiz, Orta Asya’dan “ kopuz” un sapında sistemleşmiş olarak Anadoluya gelmiş ve koskoca bir imparatorluk ahalisi­ nin müşterek alt şuuru onunla şekillenmiştir.

Dinî hayatımızın içine musikinin girmesi de böylece, çok eski, çok köklü bir maziye sahiptir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslâm öncesi devrede Şâman ra­ hipleri Baksı âyinleri ile dinî törenleri idâre eder, hattâ hastalık tedavisinde dahi bu musikiyi kullanırlardı. Anadolu’yu ordulardan evvel velîler fethetti. Bir Hacı Bektaş-ı Velî, bir Hacı Bayram-ı velî, bir Yunus Emre, bugün Budapeşte’nin bir tepesindeki kabrinden Tu- na’yı seyreden Gül Baba, fetih ordularının öncüleri, manevî fâtihler değil de nedir? Onların etrafında biri­ ken, pervane gibi onların yaktığı aleve koşan gönül dostları İlâhîlerle, nefeslerle kalplerini yıkamışlar, içle­ rini dökmüşler, Allah’a yakarmalardır.

Klâsik musikimiz bilhassa dinî bestelerle, nefesler, İlâhiler, na’t-ı şerifler ve âyinlerle zenginleşmiş, büyük üstâdlara ve onların büyük eserlerine sahip olabilmiş­ tir.

D

inî musikimizin inkişafında da elbette en büyük pa­ yı Mevlevîlik alır. Bizzat Hazret-i Mevlâna da Mes­ nevisine

Bişnev in ney çiin şikâyet mî kiined Ez cüdâyihâ hikâyet mî kiined

(Dinle meyden çün şikâyet etmede Ayrılıkları hikâyet etmede...)

diye başlamıştır. O, ney’i şöyle tarif eder:

Ateşest în bânk-ı nây ve nîst bâd Her ki în âteş nedâred nîst

(Neyin çıkardığı sesler İlâhî aşkın ateşidir, içine üfürü- len maddî bir soluk, bir nefes değildir)

Ney harîf her ke ez yâr berîd Perdehâyeş Perdehâ-i mâ derîd

(5)

TÜRK TOİYflTI

GCflK/65

(Ney, yârından ayrı düşmüş olan herkesin derd arka­ daşıdır, onun ses perdeleri bizim hicablarımızı yırtınış­ tır)

ve, bir yerde, musikîyi tahrim eden ham-ervaha da şöyle seslenir:

Ger semâ-ı âşıkân’râ münkiri Haşr kerdî der kıyamet bâ segân Şehbâz-ı Cenâb-ı Zü’l-Celâlest semâ’ Firâş-ı kulûb-i ehl-i hâlest semâ’ Der mezheb-i âşıkân helâlest semâ’ Der mezheb-i münkirân harâmest semâ’

(Hak âşıklarının sema’ını inkâr edersen kıyamet gü­ nünde köpeklerle haşrolunasın. Semâ, Cenâb-ı Zü’l- Celâlin Şahbâzıdır. Semâ’ .vmanevî hâl sahibi kimsele­ rin gönülleri için döşektir. Âşıklar mezhebinde semâ’ helâldir, münkirler mezhebinde ise haramdır)

Men bende-i Kur’ânem eğer can-dârem Men hak-i reh-i Muhammed-i Muhtârem Eğen nakil küned cüz in kes ez güftârem Bîzârem ezû ve zân sühun bîzârem (Ben yaşadıkça Kur’anm bendesiyim

Ben Hazret-i Muhammed’in ayağının tozuyum Biri benden bundan başkasını naklederse Ondan da bîzârım, o sözden de bîzânm...)

diye Hazret-i Pîr, musikimize işte böyle gönül vermişti. O musiki ki, bir taraftan Itrî, Hammamîzâde İsmail De­ de, Şeyh Abdülbâkî Nâsır Dede, Nâyî Osman Dede gi­

bi büyük na’t-ı şerif bestekârları yetiştirmiş, Üçüncü Selim gibi, tarihin bir daha yetiştiremiyeceğı bir hükümdar-üstâd bestekâra sahib olmuştu. Onların hepsi Hazret-i Mevlânâ’nın, bu büyük Velî-nin açtığı kapıdan yürümüş ve seslerini asırlar sonrasına duyu- rabilmişlerdir. Medîne-i münevvere’de, Mescîd-i Nebe- vî’de, “ Makber ile Minber-i Sâadet arasında” on iki sü­ tun üzerine yazılı olup, OsmanlIlardan sonra yazık ki silinen, III. Selim’in Na’t-ı Şerifinden birkaç mısra ile bahsi bitirelim:

Es-selâm ey mehbit-i vahy-i mübîn Can ile âşık sana ruh-ul emin Asmâna fahr ider yerden göğe Câ-yı cism-i pâkin olmağla zemin Tâk-i gerdûne imâd-ı şevketin Oldu ma’nîde zihî rükn-i rekin Dest-gîri ol, Selim Hâmn, meded Kim kavim ola, kıyâm-ı Mülk U dîn

(Selâm olsun sana, vahy-i mübînin geldiği yer, Sana cibrîl aleyhisselâm gönülden âşıktır. Yeryüzü semâlara karşı gururlanıyor,

Zirâ senin tertemiz vücudun orada bulunmaktadır. Senin Heybetli Direğin,

Manâ âleminde gökyüzüne ne güzel bir sütun oldu. Selim hânın elinden tut, meded,

Ki, din ve devlet kuvvetli olsun.)

“ Kur’an’ın Kölesi’’Mevlâna

Mevlana ne bir “ aşk Peygambe­

redir, ne de “ keyfe ama yaşa” bir dinin müessisi.. O. Hz.Muhammed’e indirilen İlahî esasların (islamın) nâ- mütenâhi imkan ve noşgörüsünün insandaki tecellisidir. Aşk onda vası­ ta, kulluk miracdır. Ahlakını Kur’an’-dan, hoşgörüsünü “ ayağının tozu­

yum” dediği Muhammedîden (A.S.V.) almıştır. O, “Arabda doğ­

muş birlik güneşinin ‘Acem’ (1) de yansıyan parıltısıdır” "Gencine” sini

İslam’dan almıştır ve herkesi o “ miri m a ir’ndan yararlanmaya çağırır. Birlik ve beraberliğe çağırır ki o, Isla- mın rûhudur. Mevlanâ islamın en ol­ gun meyvelerinden biridir. Meyvenin hayatı ve neticesi yine ağacın aslına döner. Kendi ifadesi ile Mevlana:

“ Hayatım var oldukça Kur’an'ın

Mehmet Bilâloğlu

kölesiyim. Ben Seçilmiş Peygam­ berin (H.Muhammed’in) yolunun toprağıyım. Evvel ve âhir sözüm budur. Kim bu sözden başka, ben­ den bir şey aktarırsa, O sözden de, onu söyleyenden de bizarım, dâ- vâcıyım” der.

Artık onu, kendi heveslerince ve za­ aflarınca konuşanlar utansın. Evet Mevlâna, cihan-şümûl bir dâvâ ve dâ- vetin nefesidir. Feragat ve kurtu­ luşun nefesi, Tanrı erlerinin “ dün

gecesi" Hakkı arayanların sıcak so­

luğudur. “Beri gel daha beri, bu yol

vuruculuk nereye dek böyle. Bu

hırgür, bu savaş nereye dek böyle!” derken de. “ Gel, yine gel. Her ne

olursan yine gel. Bizim dergahı- mız’da ümitsizliğe yer yoktur. İster mecusi ol, ister kafir İster putpe­

rest. Yüz defa tevbe edip bozmuş­ san tevbeni yine gel (2) deyip çağı­

rırken de Mevlâna, müslümandır ve herkesi İslamın o sonsuzluk pınarına çağırmaktadır. Başıboşluğa,arkasın­ da ne emellerin gizli olduğu bilinme­ yen “ evrenselliğe” değil.

Sonuç olarak Mevlâna Müslümandır ve herkesi onun aydınlatıcı nuru­ na çağırır. Çünkü her an islamın gü­ zelliğini terennüm etmiştir.

1) Acem, “ Arabın” dışındakiler

anlamındadır, İranlı mânasında de­ ğil. Mevlana da Türk’tür. Bizzat ken­ disi “ Aslem Türkest eğerçi "H ind” guyem" (Farsça söylüyorsam da as­ lım Türk’tür) demektir.

2) Bu beyitlerin Mevlana’ya ait olup olmadığı tartışmalıdır. Fakat, biz de kavl-i meşhura uyarak Mevlâna’ ya ait gösterdik.

(6)

TÜRK « O T

<xıwe

6

Mevlânâ

Anadolu’nun tekmil Türk yurdu oluşundan sonra, Türk milletinin kül­ türünü, sanat duyarlığını, geleneğini, göreneğini, kısacası tarih şuuru için­ de madde ve mânâ olarak varlığını oluşturan gönül erlerinin başında Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’yi de görmekteyiz. Ahmet Vesevî’nin tu­ tuşturduğu gönül çorağının aydınlı­ ğında Horasan Erleri Hacı Bektaş-ı Velilerin, Hacı Bayram-ı Velilerin, Yunus Emrelerin ve Mevlânâ Celaleddin-i Rûmîlerin asırler öncesi sundukları birlik, beraberlik ve sevgi mesajı, çağları aşarak bu günün in­ sanlarına da gurur, sevinç ve ümit kaynağı olmaktadır.

Tarih boyunca milletler, yetiştirdik­ leri kahramanlar, âlimler, kültür ve sanat adamlarının zaferleriyle, eser­ leriyle soluk alırlar. Bu güçle gelece­ ğe daha güvenli, daha inançlı yürü­ me, yeni yeni başarılara ulaşma ça­ balarını içlerinde gururla taşırlar.

"Elfakru fahrî” (Yokluk benim

övüncümdür) buyuran Peygamberi­

mizin yolunda gönül ehli olan Mevlâ­ nâ, hayatı boyunca insanoğlunun maddî ve mânevî mutluluğu için di­ dinmiş durmuş, bütün eserlerini hiç bir ayırım yapmadan bütün bir insan­ lığa yepyeni bir sesle, Türk-İslâm dü­ şüncesine uygun bir tolerans sınırı içinde başarıyla sunmasını bilmiştir.

Ve Yasama Sevinci

“ Batı m addeyi

keşfetti. A d etâ

oau maaae

tarafından işgal

edildi. O artık

mânâyı arıyor.

Yakın bir

gelecekte aradığı

mânâyı bulmak

için doğunun

ayağına

gelecek

Fevzi Hal ıcı

Mevlânâ, ilk önce insanlara sevgi­ yi, gerçek aşkı, Hak ve hakikat yo­ lunda örnek bir insan olmayı, yaşadı­ ğı tpplumda her insanın mutlaka bir hizmetle görevli olduğu düşüncesini aşılamıştır.

"Ecel insana verilen şeyi alma­ dan verilmesi gereken her şeyi vermek gerek.’’ düşüncesiyle yola

çıkan Mevlânâ; “topluluk rahmçtti,

ayrılık azap.’ duyarlığıyla toplum

içinde, topluma hizmet etmenin kut­ sallığını vurgulamıştır: “Topluluğun

rahmet olduğunu duydum. Bu yüz­ den halka candan kul oldum.”

Mevlânâ on üçüncü yüz yılın ince esprisini sevgide ve aşkta bulmuş, sınırsız bir duyarlıkla bu iki gerçeği hâl, dil ve gönül ehli insanların kalp­ lerine maya maya sırlamıştır.

“ Canım canına karışmıştır, bir­ leşmiştir. Seni inciten her şey beni de incittir.” coşkunluğunu, heyeca­

nını bu yolda sebil etmiştir. “ Sefer

ettim, her şehre koştum. Aşk şehri gibi bir şehir görmedim.”

“ Mevlânâ bir gönül eğitimcisidir, öğretmenidir, kılavuzdur. Dürüstlük, fazilet, ahlâk; Hak yolunda olanların ilk vasıfları olmalıdır. İnsan bu yolda

“ Ya göründüğü gibi olmalı, ya ol­ duğu gibi görünmeli.” Mevlânâ'nın

eğitimci yönüne bir bakarsınız, aşk duyarlığının en doruk noktasına çı­

kar.. Her madde hareket halindedir. Her zerre “ Balıktan aya kadar” ışı­ ğın etrafında pervane kesilir.

Mevlânâ; “ Hareket ediyorum, o

halde varım” düşüncesiyle zaman­

lardan taşan bir semâ ile gerçek sev­ giliye vuslatı arzular; Bu sınırsız bir aşk, bu gerçek bir arayıştır. “ Ey ho­

ca, elin yoksa kendi içinde seyaha- ta çık! Çünki böyle bir seyahattan toprak altın madeni oluyor.” "Bir ayağım sımsıkı İslâm prensipleri üzerinde diğer ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum.” Bu heyecan­

la Mevlânâ serapa bir duyarlık şadır­ vanı, bir bengi - su kesilir ve konu­ şur: “ Bir canımız var neşeler tozut­

mada. Dünya yıkılsa yeniden bir dünya kurarız biz.”

Bu güçle, bu inançla Mevlânâ sa­ natın ince nakışlarına mısralarını emanet eder; ne kadar alımlı ne ka­ dar içten: “ Gönül gerçeğe, aşka

kavuşunca sesleri renk olarak gö­ rür. İşte on üçüncü yüz yılın sanat

gücü.. Beş duyguyu tek duygu hali­ ne getirebilme başarısı. Mutlak aşk­ ta, büyük denizde katre olma arzu­ su.. Mevlânâ’nın notalarla bezenmiş şiirine kulak verelim:

“ Yüz binlerce er bir kişide gizlidir, Yüzlerce yayla ok bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir.

(7)

T Ü R K tD M

Yüz binlerce harman bir havuç buğ­ daydadır.

Bir güneş bir zerre içinde gizlidir.”

Meviânâyı, Mevlânâ’nın düşünce­ lerini, mısralarını uzun uzun konuş­ mak, dile getirmek insana, manevî

G0WÖ5

bir haz veriyor.. Batılı bir dost profe­ sör, Anna Masala demiyor muydu ki;

“ Batı maddeyi keşfetti. Adetâ batı madde tarafından İşgal edildi. Batı insanı maddeyi kanıksadı.. O artık mânâ arıyor. Bu mânâ zenginliği doğuda, sizde var. Bir yakın za­ manda batı insanı aradığı mânâyı

bulmak için sizin kapınıza gelecek. Bu varlığınıza sahip olunuz!” Bu düşünceye sevgiyle katılıyoruz. Ta­ rih ve kültür değerlerimizi günün im­ kânları içinde, bütün dünyaya tanıt­ mak en kutsal görevimiz.. Mevlânâ sevgisinin, Mevlânâ düşüncesinin, kar kış demeden dünyanın dört bir köşesinden on binlerce insanı bu aralık ayında, bu vuslat töreninde bir araya getirmesindeki sebebi gururla görüyoruz. Konya Kültür ve Turizm Derneği'nin kendi arsasını hibe ede­ rek yapılan Mevlânâ Tetkikleri Ensti- tüsü’nün teknik bütün imkânlarla do­ natılarak hizmete geçmesi, en büyük

GÖLGELERİNDEN

KAÇTIM

SANA

B ir fırtınadır sende zaman sende hüzün H ep vecd içinde geçti gecenle gündüzün

arzumuz..

Senede bir milyonun üstünde yerli ve yabancı turisti bağrına çeken bu kutsal beldeye elbette bir kültür sa­ rayı yapılmalıdır. Gönül Mevlânâ tö­ renlerinin elbette çizgilerle bölün­ müş bir spor salonunda yapılmasın­ dan yana değildir.

Konya On bin yıllık bir kültür bel­ desidir. Türkiye Tarihinden Türk tari­ hine, Türkiye medeniyetinden Türk medeniyetine geçişte Konya’nın önemli rolü olmuştur. Mevlânâ’nın bütün insanlığı bir çığ gibi saran in­ san sevgisi ve aşk duyarlığı, Türk - İslâm düşüncesine getirdiği tole­ rans, bu muhterem, bu kültürlü top­ luluğu her yıl aralık ayında Mevlânâ- nın gönül safasında, Mevlânânın gö­ nül sohbetinde bir araya getirmekte­ dir. Bu, bir kültür-turizmi olayıdır. Bu olayı yaşamaktan, inanan ve sevpn gönüllere sunmaktan sevinç ve gu­ rur duyuyoruz. Mevlânâ'nın bir şiiriy­ le yazıma son vermek istiyorum.

“ Bu denizde ölmek yok bize,

Bu denizde no gam, ne dert, ne keder var..

Bu deniz alabildiğine muhabbet, Bu deniz iyilikten, cömertlikten iba­ ret.”

N a y”ınla beka yurduna eyledin sefer

Aşkınla o tılsımlı diyardan verdin haber Bilmezdik aşkı eğer üflemeseydin N e y ’i N akşetti hüznün perdeye gerçekle gölgeyi. Dünyada ölümsüzdür o anka ki m esnevi K ur’an ve Hadistir efsanesinin gerçeği E y çağının uşsakına serdarı, sermedi

Gittin de başka gönül sultanı gelmedi. Derdim budur ki şahım hüznümü açtım sana Senden ve senin gölgelerinden kaçtım sana Gel gör ki şimdi “ Kubbe-i Hadra” da neler var Gül bahçesinin hüsnüne bigâneler var.

Bildim evet reng ü nisâna hevasin yok . Yok, yok bilirim boş yere akmış nefesin yol Güya dediler, senden eser bir kuru “ afm ış E yvah ki ne eyvah bu bühtan, bu ne lâfmış

(8)

TÜRfí TOiTffl!

.,

:

GOW65

Mevlâna Kürsüsü

Mevlâna Hazretleri baş köşedeki mindere oturmuştu. Odayı çevrele­ yen sedirlerde yakınları bağdaş kurmuşlardı. Yerdeki minder ve ha­ lılara dervişler ve öğrenmeğe teşne gençler edeple çömelmişleröi. Oğ­ lu Sultan Veled el pençe divan ka­ pının yânında ayakta duruyordu. Sohbete katılan gençlerden birine Mevlâna şöyle diyordu:

- E vlâ t!.. Rintler derneğinde bu kadehi iç de Hak yolunda erler gi­ bi sevgiye adım at. Sen varlıkta takılı kaldıkça bütün nefis, bütün adsın. Denize git, nefsini de, adı­ nı da orada yok et. Evin damı ma­ dem kİ güneşin yüzüne perdedir. Hakkın aşk kazmasıyla onu ça­ buk aşağı indir.

Kendisine tıifab edilen genç: - Bana denize gir diyorsunuz. Ama ben yüzme bilmem ki..., dedi. Mevlana :

- Yürü, tez bir Tanrı dostu ara. Böyle yaptın mı Tanrı senin dos­ tun oiur, dedi. (Mesnevi, II, 20) Genç:

- Ben de huzurunuzdaki meclise irşatlarınızdan faydalanmak ve dost bulmak ümidiyle devam et­ mekteyim, deyince Mevlâna:

- Tanrı ile oturup kalkmak iste­ yen kişi veliler huzurunda otur­ sun. Velilerin huzurundan kesilir­ sen helâk oldun gitti. Çünkü sen

küfli olmıyan bir çüzisin, Tanrı bi­ rini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde bulunca başını yer, mah­ vedip gider. Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki şeytanın hile­ sinden ibarettir (Mes. 2158). dedi.

Genç dedi ki :

- Elimden geldiği kadar topluluğa katılmağa çalışıyorum. Yine de

10

N a ci Dilmen

dost bulmanın kolay olduğunu söy- liyemem. Gencin bu sözüne karşı­ lık Mevlâna :

• “ Ademoğlu dilinin altında g izlidir” dedi ve sözüne şöyle de­ vam etti:

• Kim olursa olsun, ister yaya, ister atlı, yol dostlarıyla buluşma­ yı, onların halini sormayı, hatırla­ rını ele almayı gerekli bil. Hatta o adam düşman bile olsa ihsan iyi­ dir. Çünkü ihsan yüzünden düş­ man bile adama dost olur. Dost olmasa bile hiç olmazsa kini aza­ lır. Çünkü ihsanda bulunmak ki­ ne adeta merhemdir. Bundan başka nice faydaları var ama ey iyi kişi sözü uzatmaktan korkuyo­ rum. Sözün özü şu : Topluluğa dost ol. Hatta bir dost bulamaz­ san put yapan Amad gibi taştan bir dost yon, onu sev. Zira kala­ balık ve kervan halkının çokluğu yol vurucların belini kırar, onları mahveder, (2150 Mesnevi). Mevla- na’nın bu sözleri üzerine genç :

- Yol vuruculardan bahsettiniz.

Lütfedip bu hususta bizi aydınlatır mısınız diye sordu. Mevlâna:

- İnsanların çoğu insan yiyici­ dir. Onların selâm vermelerine pek emin olma. Hepsinin de gön­ lü şeytan evidir. İnsan şeytanının lafına pek kulak asma.. Kötü dos­ tun işvelerine kulak verme. Yüz binlerce “ Lahavle” okuyan şeytanın haline bak Ey adem !.. İblisi gör, bak nasıl yılanda giz­ lenmiş. Dostunun postunu yüz­ mek için kasap gibi sana “ Ey Can, Ey Sevgili” diye hitabeder. Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların ayfonunu tadan ki­ şinin vay haline. Ağlatıp inlete­ rek kanını dökmek için kasap gibi ayağına başkor, sana hitaplarda bulunur. Arslanlar gibi kendi avı­ nı kendin avla. Yabancının yal­ taklanmasını da terket, akraba­ nın yaltaklanmasını da, (Mesnevi II, 250). Yürü kâfirlere karşı şid­ detli ol, ağyarın dostluğuna top­ rak saç. Ağyarın başına kılıç ke­ sil, kendine gel, tilkilik etme, ars- lan ol (Mes. II, 125). dedi. Genç :

- Gayret edeceğim efendim, ara­ dığım dostu da bulmağa çalışaca­ ğım, dedi. Mevlâna:

- Bir işe ciddi şekilde sarılan yanılmaz demişler. Madem ki gayretle aradın, dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın, elbette bulursun, (Mes.ll, 1965) dedi. Genç :

- Muhterem mürşidimiz, bu yolda yürürken sözleriniz güven verdi, yolumuzu aydınlattı, dedi. Mevlâna sözlerini şöyle bitirdi:

• Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hale Hak kapısının azizi olursa (Mes II, 955).

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

INTERNATIONAL CONFERENCE ON TURKISH- ROMANIAN INTERCULTURAL DIALOGUE with a special session on “Identity of Woman and Family”, 18-19 May 2011, Bucharest-Romania

Çığ malzemeleri Kar küreği Çığ kaytanı Çığ sondası Çığ hava yastığı  Çığ işaretçileri  Sinyal alıcı- vericiler  Pasif yanıtlayıcılar

Ayrıca dönüşümcü öğretim gibi liderlik davranışları müdahalelerle geliştirilebilir (Barling ve diğ., 1996) ve öğretmenlerin bu davranışları öğrenmesi

This stu dy indicates that rice bran inhibits colonic ACF formation, pro-inflammatory COX-2 protein e xpression of colonic mucosa and inhibits mucin alteration, suggesting that

başkanı, Çolpan Ilhan’a gönderdi­ ği mesaj): Türk edebiyaünın seçkin şair ve yazarlanndan, değerli in­ san, aziz dostum Attilâ Ilhan’ı kay­ betmiş olmanın

In this report, we present a rare case of multiple splenic abscesses with nonspecific clinical symptoms caused by S.Typhi in a previously healthy child and review the literature

Bireylerin internet kullaným özelliklerine (internet ortamýnda özgür hissetme, internet kullanýmýndan sonra piþmanlýk hissi ve internet ortamýndaki etkin- liklerde kimlik

Kaç, (2013) Rize bölgesinden alınan 19 çay varyetesinin genetik benzerliğini belirlemek için ISSR moleküler markör teknikleri kullanılarak çay varyetelerindeki