(7) Mavi!
tümcesini elde ederiz. (7) tümcesi (2) ve (6) tümceleri gibi belli bir konum ve
ana ilişkindir. Gerek konum gerek an bu tek-sözcüklü önermeyi kullanan kim
senin kullanma anında kastettiği konum ve andır. Görüldüğü gibi, empirik
temel-önermelerinin (2) biçimindeki (şimdiki zaman fiil çekimindeki) birer
tümce ile dile getirilmesi sakıncalıdır. Nitekim, biz bu türlü önermeleri zorunlu
olarak şimdiki zamana ilişkin olmıyacak şekilde yorumluyoruz.
İmdi, (6) veya (7) gibi bir tümce ile dile getirilmiş bir empirik
temel-önerme şimdiki anda bir mavilik algılamam sureti ile dolaysız olarak belgele
nebildiği gibi, bir de daha önceki bilgilerime dayanarak dolaylı (çıkarımsal)
olarak ta belgelenebilir. Örneğin belli bir anda göğe baktığımı ve bütün gök
yüzünün bulutsuz mavi olduğunu gördüğümü, ondan sonra da bir kaç dakika
gözlerimi kapadığımı düşünelim. Böyle bir durumda gözlerimi açtıktan sonra
yeniden bir mavilik göreceğimi (gözlerim kapalı iken) bilirim. Gözlerimi aç
mak niyetinde olduğum an t olsun. O zaman " m a v i ! " tümcesi ile kastettiğim
an t ise, bu tümcenin doğruluğunu bildiğimi söyleyebilirim. Ancak, böyle bir
bilgi, dolaysız bir belgeleme ile (yani t anında maviliğin kendisini algılamamla)
değil; "biraz önce gök açık ve bulutsuzdu, dolayısı ile t anında da göğün aynı
durumda olması pek olasıdır, şu halde t anında gözümü açtığımda bir mavilik
göreceğim" türünden bir çıkarıma dayanan dolaylı bir belgeleme ile
temel-lendirilmiştir.
Şimdi de (4) gibi bir objektif empirik önermenin belgelenmesini inceleye
lim. Böyle bir önermeyi dolaysız olarak bir tek gözlemle belgelemek imkân
sızdır. (4) önermesi ancak dolaylı olarak belgelenebilir. Bu ise iki biçimde ola
bilir:
a) Önermemiz daha genel olan başka önermelerden (örneğin ısının kine
tik teorisinden) çıkarılabilir.
b) Önermemiz empirik bir genelleme yolu ile
(8) (a1 madeni ısıtıldı) (a1 genleşti)
(a2 madeni ısıtıldı) (a2 genleşti)
( a
n madeni ısıtıldı) (an genleşti)
2 . Dolaylı veya asıl konu: Bu konu, dolaysız konuyu meydana getiren
önermelerin sözünü ettiği "dil-dışı nesneler" den ibarettir. Buna sorunun
"dil-dışı konusu" da diyebiliriz. Bir felsefe sorununu çözmekte güdülen (asıl)
amaç, sorunun dolaysız (dilsel) konusu hakkında değil de, dolaylı (dil-dışı)
konusu hakkında (güvenilir, öndayanaksız) bilgiler sağlamaktır. Şu halde,
herhangi bir felsefe sorununun asıl konusunun dolaysız konusundan değil,
dolaylı konusundan ibaret olduğunu söyliyebiliriz.
İmdi, felsefenin tek başına dil-dışı nesneler hakkında hiç bir bilgi
sağlıya-madığını, ancak bilimin bu nesneler hakkında (öndayanaksız) bilgi sağlama
sına yardım ettiğini görmüştük. Şu halde herhangi bir felsefe sorununun çö
zülebilmesi, önünde sonunda bu sorunun asıl konusu olan dolaylı konusu hak
kında bilim tarafından (hiç olmazsa ilkece) bilgi sağlanabilmesine bağlıdır.
Buna göre, her "çözülebilir" felsefe sorununun asıl konusunun aynı zamanda
"bilimin" de konusu olması gerekiyor. Yalnızca felsefeye özgü olan bir konu yok
tur.
Şimdi de verilen herhangi bir felsefe sorununa sözü geçen yöntemin (yani
sorunun kurulu olduğu önermelerin ilkel terimlerinin aydınlatılması işleminin)
nasıl uygulandığını kısaca açıklıyalım: Felsefe sorunları genel olarak tartışma
konusu olan önermelerden kuruludur. (Felsefe sorunlarının "tartışma konusu"
olan önerme sınırlandırılması, felsefenin "evrenselliğini" hiç te azaltmaz.
Nitekim her önerme, ne kadar apaçık olursa olsun, felsefeciler arasında bir
tartışma konusu olabilir. H a t t a bunun böyle olması gerektiğini savunuyoruz.)
Buna göre; K1 ve K2 gibi iki kullananın Ö gibi bir önerme veya önerme kü
mesi konusunda anlaşamadıklarını, K
1
kullananının Ö nün doğruluğunu, K
2
kullananının ise Ö nün yanlışlığını kabul ettiğini düşünelim. Ö analitik veya
empirik bir önerme olsaydı, K
1 ile K2 kullananlarından hangisinin haklı,
hangisinin haksız olduğunu salt bilimsel (matematiksel veya empirik) yollarla
tesbit etmek (hiç olmazsa ilkönce) mümkün olacaktı. Böyle bir durumda ise
Ö nün bir felsefe sorununu değil, bir bilim sorununu dile getireceği besbellidir.
Şu halde, Ö nün bir "felsefe sorunu" nu dile getirmesi için Ö nün ne analitik
ne de empirik olduğunu kabul etmek gerekiyor.
İmdi, gerek sıradan adamın, gerek bilim adamının gerekse metafizikçinin
öne sürdüğü önermelerin pek çoğunun ne analitik ne sentetik (dolayısı ile "ne
analitik ne empirik") olduklarını söyleyebiliriz. Bu iddiamızı şöyle bir örnekle
belgeleyebiliriz:
değillerdir. Gözlem ve deney verilerine dayanarak, yavaş yavaş değişebilirler.
En çok rastlanan niteliklere daha büyük bir ağırlık verilir. Böylece
analitik-sentetik ayrımının pek çok önermeye uygulanamadığını görüyoruz. Oysa ne
analitik ne sentetik olan önermelerin doğruluk-değerleri salt bilimsel yollarla
(öndayanaksız bir şekilde) belgelenemezler. Herhangi bir önermenin
öndayanak-sız olmayan bir şekilde belgelenememesinin ayracı, salt bilimsel yollarla
sonuç-landırılamıyan bir tartışmaya konu olabilmesidir. Gerçi (1) örneğinde olduğu
gibi günlük yaşayışa veya bilimlere ait bir çok önermenin - ne analitik ne de
sentetik olmamalarına rağmen - gerçekte hiçbir tartışmaya yol açmadıklarını
görüyoruz. Ancak bunların gerçekte tartışmaya konu olmamaları, sadece
böyle bir tartışmaya değer sayılmamalarından ötürüdür. Felsefecilerin günlük
yaşayışa veya bilimlere ait "tartışmaya değer" bütün önermeler üzerinde tar
tıştıklarına, üstelik bu tartışmaların hiçbir zaman salt bilimsel yollarla sonuç
landırılamadığına felsefe tarihi tanıktır.
İşte biz bu bitmez tükenmez tartışmaların, tartışılan önermeler analitik
veya sentetik (empirik) bir biçime dönüştürüldükten sonra salt bilimsel yol
larla sonuçlandırılabileceğini, modern analitik felsefenin görevinin de böyle
bir dönüştürmeyi sağlamak olduğunu savunuyoruz.
İlkel terimlerin tanımlanmasına dayanan böyle bir dönüştürme geniş
mânada bir "mantıksal analiz" (çözümleme) sayılabilir. Bu bakımdan böyle
bir işlem yardımı ile analitik veya empirik bir önerme biçimine dönüştürülen
bir önermeye "çözümlenecek önerme" (analysandum), dönüştürme sonucunda
elde edilen önermeye de "Çözümlenmiş önerme" (analysans) denir. Buna göre,
analitik felsefe açısından, her felsefe sorununun belli bir takım çözümlenecek
önermelerden kurulu olduğunu, sorunun çözümünün de bu önermelerin kar
şılığı olan "çözümlenmiş önermeler"den ibaret olduğunu söyliyebiliriz.
Şimdi Ö gibi bir önerme veya önerme kümesinden kurulu bir felsefe so
runu üzerinde tartışan K, ile K2 kullananlarını yeniden göz önüne alalım.
Analitik felsefe K
1 ile K2 kullananları arasında yan t u t m a y a n bir hakem gö
revindedir. Nitekim felsefecinin işi K, ile K2 den hangisinin haklı hangisinin
haksız olduğunu tesbit etmek için, her ikisinin de kabul ettiği "anlam postü
latlar"ını ortaya çıkarmaya dayanır. Söz konusu anlam postülatları, çözüm
lenecek Ö önermesinin (veya önermelerinin) ilkel sembollerinden kurulu olup
doğruluğu hem K1 hem K2 tarafından kabul edilen önermelerdir.
Felsefecinin görevi, her iki tarafın kabul edebildiği anlam postülatlarını
ortaya koyduktan sonra, aksiyomları bu anlam postülatlarından ibaret olan
bir "formel sistem" kurarak, bu formel sistemi gene her iki tarafın kabul ede
bileceği semantik ve tekabül kuralları yardımı ile bir (tam veya yarı) "yorum
lanmış sistem" biçimine sokmaktır.* Böyle bir sistemi " S " ile gösterelim.
İmdi, Ö önermesi S sistemi dışında analitik veya empirik olmamakla
birlikte, S sistemi çerçevesi içinde analitik veya empirik olabilir. Böyle bir
halde ise Ö nün S sistemi çerçevesinde "çözümlenmiş" olduğunu söyleyebiliriz.
Böyle bir "çözümlenmiş" önermenin doğruluk değeri artık salt (deduktif veya
empirik) bilimsel yollarla tespit edilerek, K1 ile K2 den hangisinin haklı han
gisinin haksız olduğu meydana çıkarılabilir.
S sisteminin aksiyomları - yani gerek K1 gerek K2 tarafından kabul edi
len anlam postülatları - A
1, . . . , An önermeleri olsun. O zaman A1, . . . , An
önermelerinin her birinin S sistemi çerçevesi içinde ("analitik" teriminin tanı
mı uyarınca) "analitik" olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu önermelerin S
sistemi içinde analitik olması bunların sistem dışında da analitik olmasını
hiç gerektirmez. Tam tersine, söz konusu anlam postülatlarının S sistemi
çerçevesi dışında ne analitik ne empirik olduklarını kabul etmeliyiz. Yoksa,
S sistemi çerçevesi içinde (yani A
1
, . . . , A
n
in doğruluğunun belgelenmesine
dayanarak) analitik veya empirik olan Ö önermesi S sistemi dışında da anali
tik veya empirik olacaktı. Oysa Ö nün S sistemi dışında ne analitik ne empirik
olduğunu kabul etmiştik.
Şimdi de Ö önermesinin (veya önerme kümesinin) yalnız S sistemi dışında
değil, S sistemi çerçevesi içinde bile ne analitik ne empirik olması halini in
celeyelim. Böyle bir durumda Ö nün (gerek K
1
in gerek K
2
nin kullanıldıkları
ortak dilin semantik kuralları gereği) hiç bir doğruluk değeri olmadığını söy
leyebiliriz. O zaman da Ö nün ya "belirsiz'' ya da "anlamsız" olduğu meydana
çıkar. Ö tümcesinin kurulu olduğu sembollerin (ilkel sembollerin) "belirsiz"
(vague) olduğunu kabul ederek, bu sembolleri içine alan bazı (bildirsel) tüm
celerin doğruluk değeri olmadığını, Ö nün de böyle bir tümce olduğunu söy
leyebiliriz. Ö nün kurulu olduğu ilkel sembolleri içine alan bazı tümcelerin,
örneğin A
1
, . . . . , An aksiyomlarının belli bir doğruluk değeri ("doğru" değeri)
olduğundan, Ö tümcesinin "anlamsız" değil de, (içine aldığı belirsiz sembol
lerden dolayı) "belirsiz" olduğunu kabul etmenin en elverişli bir t u t u m olduğu
kanısındayız. Ancak hiç bir doğruluk değeri olmıyan bir Ö gibi bildirsel bir
tümcenin sentaktik açıdan "düzgün" olmadığını, dolayısı ile Ö nün belirsiz
değil, düpedüz "anlamsız" olduğunu öne sürmek te pekala mümkündür.
* Bk. Grünberg "Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme", Felsefe Arkivi 15, s. 135-136,
138-140.
En sonda da K1 ile K2 nin birlikte kabul edebilecekleri anlam postülat
larının bulunmaması halini inceleyelim. Böyle bir durumda her iki kullananın
da kabul ettiği S gibi bir sistem kurulamıyacağından dolayı, kimin haklı
kimin haksız olduğunun (salt bilimsel yollarla) tesbit edilemiyeceği meydan
dadır. Ancak K1 ile K
2nin anlam postülatları üzerinde anlaşamamaları, bu
iki kullananın Ö önermesinin ilkel terimlerini aynı anlamda kullanmamaları,
h a t t â aynı anlamda kullanmamakta direnmeleri demektir. Böyle bir durumda
Ö önermesinin ilkel terimlerinin "kaypak" olduğunu söylüyoruz. Oysa kaypak
terimleri olan bir önermenin bir kullanan için "doğru", başka bir kullanan
için "yanlış" olması tabiidir. Burada hiç bir çelişme yoktur. İki kullanan ara
sındaki anlaşmazlık "olgusal" (factual) değil, salt "dilsel" dir. K
1
ile K
2
aynı
Ö önermesini kullanmakla birlikte, aynı "dili" kullanmıyorlar. Her ikisi aynı
sözcük veya sembolleri kullandıkları halde, kabul ettikleri (dile getirilmiş veya
getirilmemiş) semantik kurallar farklıdır.
Yukardaki incelemelerden, K
1
ile K
2
gibi iki kullananın Ö gibi bir öner
menin doğruluk değeri üzerinde tartışmaları halinde şu dört hali
ayırdedebi-leceğimizi görüyoruz:
(I) Ö önermesi, felsefi çözümlemeden önce analitik veya empiriktir. Böyle
bir halde, K1 ile K2 arasındaki anlaşmazlık "olgusal" olup analitik felsefeye
başvurmaksızın salt bilimsel yolla çözülebilir. Şu halde K1 ile K2 den hangisi
nin haklı hangisinin haksız olduğu felsefe yardımıyla değil, sadece "bilim"e
dayanarak tesbit edilebilir. Böyle bir durumda Ö bir felsefe sorununu değil,
salt bir bilimsel sorunu dile getirir.
(II) Ö önermesi felsefi çözümlemeden önce ne analitik ne empiriktir.
Analitik felsefenin yardımı ile hem K1 in hem K2 nin kabul edebildiği S gibi bir
"yorumlanmış formel sistem" kurularak, Ö nün S sistemi çerçevesi içinde anali
tik veya empirik olduğu ortaya çıkar. Böyle bir durumda Ö halis bir felsefe
sorununu dile getirir. Böyle bir felsefe sorununu çözmek, "çözümlenecek" Ö öner
mesini "çözümlenmiş" analitik veya empirik bir önermeye dönüştürmek de
mektir. Bu halde, K
1 ile K2 arasındaki anlaşmazlığın olgusal olduğunu, ancak
kimin haklı kimin haksız olduğunun tek başına bilimsel yollarla
belirlenemi-yeceğini görüyoruz. Ama analitik felsefe yolu ile S sistemini kurduktan sonra
analitik veya empirik bir biçime giren Ö önermesinin doğruluk değerini artık
salt bilimsel yollarla belgelemek mümkün olduğundan, anlaşmazlık önünde
sonunda gene de bilim yoluyla ortadan kaldırılıp, kimin haklı kimin haksız
olduğu belli olacaktır.
constant or a spatiotemporal position, as was done for ' P ' by means of (1)
and (4).
II. Basic Definitions
We consider only simple universal hypotheses, i . e . hypotheses of the
form (6). We assume t h a t t h e user U is weighing at time t his evidence for
some hypothesis H of the form (6). We can then define the following
pragma-tic concepts by means of t h e predicate "T" as defined by (1). (We assume t h a t
- ' A ' and ' P ' being observation predicates - t h e user U knows at time t
whet-her a physical object x which he has tested before t has t h e properties P or
Q.)
Df.1 a is a positive instance of H for U at t =
D f 'TaAapa' is true in L
Df.3 a is an undetermined instance of H for U at t =
D f is true
in L
We can show t h a t
(13)
i . e ., a is an undetermined instance of H, if and only if a is an element of ext(A)
(i . e . t h e extension of 'A'), and a is neither a positive nor a negative instance
of H .
Df.4 The evidence class of H for U at t, evcl
U t (H), is t h e class of all
positive instances of H for U at t.
Df.5 The projective class of H for U at t, prjcl
U t (H), is the class of all
undetermined instances of H for U at t.
The hypothesis
(14)
is t h e contrary of hypothesis H. Then evclU t is t h e class of all negative
instances of H for U at t. We have also:
(15) ext(H) = evclU t (H) U evlcU t U prjclU t )H
(16) prjcl
U t (H) = prjclU t
Df.6 H is supported for U at t =
Df evclU t (H)
Df .16 Given t h a t H and K are hypotheses,
Df .17 Given t h a t H and K are hypotheses,
Df.18 Hypothesis H overrides hypothesis K for U at t, or
CprU t (H)CprU t (K) ( H / K )
(J/K)}
Df .19 Hypothesis H is projectible for U at t =
D f
Definition 18 can be re-stated in ordinary language in the following way:
Hypothesis H overrides hypothesis K for U at t, if and only if H and K could
be projected by U at t, H and K conflict with each other, H is much better
entrenched t h a n K for U at t, and H conflicts with no still better entrenched
hypothesis.
Df .20 Hypothesis H is overridden for U at t, or Ovr
Ut (H) =D f
H)
Using Df. 20, we obtain from Df. 19 the following simpler definition of
projectibility:
Df .21 Hypothesis H is projectible for U at t =
D f
CprU t (H) K [CprUt ( K ) ( K / H ) O v r
U t
( K ) ]
i .e ., H is projectible for U at t, if and only if H could be projected by U at
t, and every hypothesis K which could be projected by U at t and conflicts
with H is overridden for U at t.
(18) H [OvrU t (H) (H is not projectible for U at t ) ]
Proof: Ovr
U t (H) if and only if , i . e .
(19)
On t h e other hand H is projectible for U at t if and only if
CprU t (H) AK [CprUt (K) ( K / H ) OvrU t ( K ) ]
i . e .
(20)
Now we can show t h a t (19) and (20) are logically incompatible. Indeed
for-mula (19) logically implies
(21)
whereas formula (20) logically implies
(22) K {CprUt ( K ) ( K / H ) J [CprUt (J) ( J / K ) (J >U t K ) ] }
B u t (21) and (22) are contradictory in t h e sense t h a t each of t h e two is
logi-cally equivalent to t h e negation of t h e other one. It follows t h a t (19) and (20)
are indeed logically incompatible. Hence (18) is proved.
We shall abbreviate the expression 'H is projectible for U at t' by ' P r o jU t
(H)' We shall introduce also t h e following concept:
Df .22 Hypothesis H is safeguarded for U at t, or for short
We can then define t h e concept of projectibility in t h e following way:
Df.23 P r o j
U t (H) =D f CprU t (H)SgU t (H)
It follows t h a t :
(23)
(24)
The proof of (18) is at t h e same time a froof of:
(25) OvrU t (H) SgUt (H)
We have also
(26) CprUt (H) P r o jU t (H)
and
(27) SgU t (H) P r o jU t (H)
Hence a hypothesis H is not projectible, if H could not be projected (i . e . H is
unsupported, or violated, or exhausted), or H is non-safeguarded, or H is
overrid-den.
Df.24 Hypothesis H is unprojectible for U at t, or for short
U n p r o j
U t (H) =D f CprU t (H) OvrU t (H)
Df .25 Hypothesis H is nonprojectible for U at t, or for short
NonprojU t (H) =
D f CprUt (H) OvrU t (H) SgU t (H)
(29) UnprojU t (H) P r o j
U t (H)
Indeed, (29) is equivalent to
(28) OvrU t (H) P r o j
U t (H)
Let us take the contraposition. We get then
CprU t (H)SgU t (H) C p rU t
( H ) OvrU t (H)
The latter is valid by virtue of (25).
(30) NonprojU t (H) P r o j
U t (H)
Indeed, (30) is equivalent to t h e following logically valid formula:
C p r
U t
( H ) O v r
U t
( H ) SgU t (H) [ CprU t (H) SgU t
( H ) ]
Let us remark t h a t neither of U n p r o jU t (H) and NonprojU t (H) imply
the other one.
Let us make now t h e following abbreviations:
C =Df CprU t (H), O =
D f OvrU t (H), S =Df SgU t (H)
Then we can investigate systematically all possible alternatives with
respect to t h e components C, O, S by means of t h e following t r u t h table:
C
o
o
o
o
1
1
1
1
O
o
o
1
1
o
o
1
1
S
o
1
o
1
o
1
o
1
implies V O
" V O
V O
(impossible case)
implies CS
" V O
(impossible case)
i . e .
"
"
"
"
"
U n p r o j
U t (H)
U n p r o jU t (H)
UnprojUt (H)
NonprojU t (H)
P r o j
U t (H)
U n p r o j
U t (H)
Let us remark t h a t OS is impossible, since 0 and S are incompatible by
virtue of (25).
It follows from t h e above-mentioned truth-table, t h a t every simple
uni-versal hypothesis has one and only one of t h e following properties: Either it .
is projectible (for U at t ) , or it is unprojectible (for U at t ) , or else it is
nonpro-jectible (for U at t ) . In other words, these three properties form a complete and
mutually exlusive set. It follows t h a t :