T A 8 V
I
f l 7 ARALIK 19ITf — — mtmmmemşmmmmıv^ r n m m m e e m ^ n ■ ' i W»» « ^ ^ B S S S m B S Z * . J * " ... ' ^ A U a : r r ? - _ * r . r , - : n r
Oner-Yücel dâvası karşısında
za ru rî bir açıklam a
Açıklamanın sebepleri.Humanisme cereyanı
hakkında-Eski Bakanın alâkası
-
Tahrikatın mahiyeti
-
1
-Yazan:
Dr. OSMAN TURAN
Ankara Üniversite Tarih
miimuMmm—w m w—“ — ■ —■ H H M U N n m tH IttttM M M
Eski Millî Eğitim Bakanının malûm dâva münasebetiyle, ha kikatte bir müdafaaname mahiye tini alan, dâvam adlı iddianame sinde (Broşür, s. 93; Ulus: 2/11/ 947 tarihli) bakanlık emrine alın mam hâdisesi: «.... Onu bakanlık emrine almaya saik olan hâdise 3 Mayıs nümayişi sıralarında d u r madan yapılan tahriklerin en ha raretli bir zamanında Atsız’ın fa külteye getirilerek kabul merasi mi yapılmasına, o zaman Asistan olan Osman Turan’m önayak ol masıdır. Türlü işleriyle şahsen a- lâkadaı- olarak kendisine yardım etmek istediğim Osman Turan tekrar vazifesine iade edilmiştir.» tarzında izah edilmekte ve bu ve sile ile de hakkımda teşekkür et mem gereken bazı takdirkâr söz ler söylenmektedir.
Bu ifadeyi okuyarak o zaman yaratılmış olan fırtınalı havayı hatırlayanlar benim sadece ba kanlık emrine alınıp tevkiften kurtulmuş olmamı, her halde, bir lütuf eseri telâkki edemiyecekle- rinden. yerinde olarak, bu ifade nin hakikate aykırı veya yanlış olacağını düşünebileceklerdir. Fil hakika iddianameye göre bu fa külteye geliş hâdisesi bir mera sim şeklinde gösterilmiş ve be nim tarafımdan . hazırlanmıştır; Atsız’ı bu maksatla fakülteye ge tiren ve kabul merasimine teşri fatçılık yapan da benim.
Bu vaziyette, fakültede yapıldı ğı ileri sürülen bu merasimin 3 Mayıs nümayişinin birinci safha sı olmak ve, nümayişe iştirak e- den talebeler arasında boyuna muharrik aranarak tevkif edilir ken, bunu hazırlayıcı mahiyette bir kabul merasimi tertip eden ve o zamanda iddianın hilâfına ola rak, Asistan değil Doçent olan bir kimse de birinci derecede bir mu harrik rolünü oynamış bulunmak icap eder. Bu takdirde benim tev kif edilenler başında olmasa dahi arasında bulunmayışım cidden i- zahı imkânsız bir keyfiyet olur. Bunu Haşan Alinin, ifadesinde ba na karşı belirttiği, bir teveccühün eseri olarak da telâkki etmek güç tür. O halde bana atfedilen bu rol sayuı vekilin yanlış bir istihbarat
veya kanaatinin neticesi midir? Filvaki nümayişin akabinde vilâ yette yapılan tahkikat sırasında benim bu mefrûz kabul merasi minde neler yaptığım, ne gibi nu tuklar söylediğim ve bu esnada Atsız’ın elini öptürmüş olduğum tarzında eski Bakan tarafından sualler sorulduğunu ve böyle bir şeyin vukubulmadığı tarzında ce vaplar alındığını o zaman sorgu ya çekilmiş olanlardan öğrenmiş tim.
Eğer Haşan Ali, iddia edildiği gibi, böyle bir merasime ve benim oradaki rolüme, yanlış bir istih barat dolayısiyle, inanmış ve bu inancını vilâyetteki soruşturma dan sonra da muhafaza etmiş idi ise bunu tahkik etmek imkânına elbette mâlik olurdu. Binaenaleyh hâdisenin bu tarzda izahı onun, bu ifade ile meydana çıkan tena kuzları farkedecek kadar üzerin den düşünememiş veyahut ga lip bir ihtimal olarak, bu bakan lık emri hâdisesinde kendisini mazur gösterecek başka bir yol bulamamış oynaşının bir neticesi olmak icap eder. Halbuki bu hâ dise sükûtla geçiştirilse veya b öy le bir ittihamı taşımıyan bir ifade kullanılmış olsa idi bizim böyle bir açıklamamıza lüzum kalmaz dı.
AÇIKLAMANIN SEBEBLERl
Gerçekten bizi bu açıklamaya mecbur eden saik, bir haksızlığı isbat veya hakikate aykırı bir i- fade.yi düzeltmekten ziyade bu i- fadehin şahsiyetim ve karakterim hakkında kötü bir zan doğuracak bir mâna taşımasıdır. Hayatta hak km ve hakimin daima muzaffer olacağına inandığım, bu inancın belirtilerini müsbet olarak her an gördüğüm ve beşeriyetin selâme ti bakımından yeni nesilleri bu i- nanışla terbiye etmenin biricik
kurtuluş yolu olduğuna kani ol duğum için, gaye mukaddes de o l sa, ona ancak meşru ve açık bir yolla varılacağını kabul eden bir insan sıfatiyle, hiçbir zaman kapa lı ve dolaşık yollara sapmıya te nezzül etmedim, lüzum görme dim. Bunun gibi insanlara ahlâ kî, İlmî ideolojik meziyetlerine göre ve bunları haiz oldukları nis- bette alâka, sevgi ve saygı gös termeyi seven ve cemiyetler için bunu baka şartlarından biri telâk ki eden insan isem de, kim olursa olsun, hiçbir kimseye teşrifatçılık yapacak ve yaranacak bir tavır takınmak zilletine de katlanma dım. Evet, memleketimizde kül tür sahasında atılan bazı adımla rın.’ bana göre, yanlış olduğunu göldüm ve acısını da duydum. Fakat tahriklere, gizli tertiplere kapılmadan, her fikir adamı ol mak isti.yen gibi, bu görüş ve du ruşlar vücudumu değil kafamı harekete geçirdi. Böylece en İlmî ve ciddî tenkidlerin bile mevcut olmadığı bir zamanda, zamanın şartlarım ve benim için doğura cağı güçlükleri müdrik olarak, Türk dilinin sürüklendiği buhran hakkında, vicdanımın sesine uya rak ve milletimizin mukaddera tındaki büyük rolünü düşünerek, görüş ve duyuşlarımı açığa vur maktan, bazı cahilane neşriyatı i- lim diye ilân etmenin memleketin İlmî gelişmesinde yaratacağı teh likeleri belirtmekten çekinmedim. Bu hususta uğrıyacağım maddî sıkıntıların içimdeki manevî hu zursuzluktan daha hafit geldiğini hissettim.
Bu maksatla 1941 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tartından, ma hiyeti resmî bir dille ve mevsuk olarak ifade edilmiyen, bir Hu manisme cereyanı yaratıldığı ve liselerin birkaçına, söylendiğine göre ileride diğerlerine de teşmil
edilmek üzere, lâtiııce dersleri ko nulduğu zaman bizim Fakültede bu mevzua dair açılan münakaşa lara, millî bir mesele olarak, k a tılmayı zarurî buldum; ileri sürü len tezi Türk kültürü bakımından tehlikeli bularak şiddetle ve fa kat İlmî bir zihniyetle tenkid et tim. Bunu yaparken de Bakanlı ğın bu cereyanı temsil ettiğinden ve fakültedeki faaliyeti, aydın e f kârı bir yoklama tarzında bir tel kinin eseri olarak yaratmamış ol sa dahi, yakından takibedeceğin- den asla gafil değilim. Nitekim bu tahminde isabetli olduğum mey dana çıktı.
HÜMANİZM CEREYANI HAKKINDA
Filhakika fakültenin okutueı. ve öğrenimlerinden müteşekkil geniş bir dinleyici huzurunda mü nakaşalı ve uzun bir tarzda verdi ğim konferans ekseriyetin anlayış ve duyuşlarına tercüman olduktan ve ileri sürülen şekilde, bir H u manisme cereyanının gayri ilmi ve gayri millî olduğu meydana çıktıktan bü-kaç gün sonra Bakan lığın emri üzerine dekanlıkça hak kımda bir tahkikatın yapılmakta olduğunu öğrendim. Tahkikatın mevzuu gûya mezkûr konferans ta «Türk kültürünü tahkir» etmiş olmam idi. Hatta bu cereyan hak kında aldığım tavır dolayısiyle Vekil hey’in benim için «geri fi kirli» demiş olduğunu da bir ar kadaş rivayet olarak bana bildir di. Ben o zaman, tahkikatı pek güzel idare eden ve iftiranın ço cukça olduğunu, hazır bulunanla rı n dinledikten ve bizzat millî ve İlmî hedefleri gözönünde tutan konferans müsveddelerimi oku duktan sonra, anlıyarak kapatan Dekan Mehmet Emin’e Humanis me cereyanında asıl maksadın fik rî münakaşa ve müsamahayı te min olduğunu, tezlerine aykırı ha reketten sarfınazar böyle menfi bir silâha sarılmanın ancak dâva larına inanmıyan, samimî olmıyaıı zayıf künselerin kârı olacağını, i- leri sürülen şekilde bu cereyanın temelsiz ve iflâs etmiş olduğuna bundan daha iyi bir delilin mev cut olamıyacağını söylemiştim.
Bundan başka, rivayeti nakle den arkadaşa da «ileri fikirli» li- ğin aklın ve ilmin metodlarına sa dakat, «geri fikirli» ligin de bun lardan gaflet, fikir ve tenkide ta hammülsüzlük olduğunu söyle dim. Bu zamanlarda henüz asis tan kadrosunda dahi değildim; sa rıldığım meslekimde iierliyebil- mek için zuhur edebilecek arızî güçlüklerden sakınma çarelerini de ihmal etmemem gerekiyordu. Fakat kanaatlarım. gençlik heye canlarım millî mevzularda başka türlü hareket etmeme veya pasif kalmama engeldi. Bununla bera ber hakkın ve onun ifadesi olan umumî efkârın muzaheretinden emin olmasam ve böyle bir inanış la sahip bulunmasam belki ben de başka türlü mülâhazaların tesi rinde kalabilirdim. Bunu söyle mekle karşılaştığım güçlüklerin ve hâdiselerin bir hikâyesini yap mak, Haşan Aliyi bunlardan me sul tutmak değil, sadece iddiana mede beyan edilen bir karakter de olamıyacağımı Haşan A li’nin dahi bildiğini meydana koymak tadır.
ESKİ BAKANIN A L A K A S I Bu ifade ile eski bakanın türlü işlerimle alâkası ve bana yardım etmek istemesi hususundaki söz lerine intikal etmiş bulunuyoruz. Filhakika gerek bazı meslekî iş ler, gerek tesadüfler ve gerekse kendisinin, herhangi bir sebeple, fakültedeki odama teşrifi dolayı* | siyle vukubulan görüşmelerimiz de bana daima çalışmalarımdan memnun olduğunu, teşebbüsle rimde bana imkânlar bahşedece ğini söyler ve bazan bu hususda emrindekilere sert ihtarlarda bu lunduğu da vâki olurdu. Fakat ben, uğradığım bazı haksızlıkların tamirinde, bu alâka veya tevec cühün en küçük bir tesirini hatır lamıyorum; taleplerim de hiçbir zaman hakkın temini veya haksız lığın tamirinden öteye geçmemiş tir. Bununla beraber uğradığım haksızlıkların burada bir hikâye sini de yapacak değilim.
Yalnız, yazdığım bir iki İlmî ma kaleden ürkenlerin hakkımda tat bik etmek istedikleri cezaî müey yideleri, ister alâka ifade etsin, ister siyaset olsun, bir ihtardan i- lçri götürmediğini kendisini teyit etmek ve bunu unutmadığımı b e lirtmek maksadile zikretmeliyim. Bu esnada, bu cins yazılar yaza cağım zaman, kendisini görmemi söyledi. Ben de bu hususta ver miş olduğum söze sadık kalarak bir daha bu maksatla onu görmek lüzumunu duymadım. Bu sada kati yazı yazmamak değil, yazın ca kendisini haberdar etmek mâ nasında anladığımı da ilâve etme liyim.
•Açıklamanın devamını ya-tıuki nüshan»,<1« •»■»»«.■vksuır/»