• Sonuç bulunamadı

Konya ili fasulye ekim alanlarındaki fitopatolojik sorunların tespiti ve tanılanması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Konya ili fasulye ekim alanlarındaki fitopatolojik sorunların tespiti ve tanılanması"

Copied!
90
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİNDEKİLER Sayfa No ÖZET...I ABSTRACT...III TEŞEKKÜR ... V İÇİNDEKİLER ...VI ŞEKİLLER LİSTESİ...VIII ÇİZELGELER LİSTESİ...XI 1. GİRİŞ ... 1 2. LİTERATÜR ÖZETİ ... 3 3. MATERYAL VE METOD... 23 3.1.Materyal ... 23 3.1.1.Bitki Materyali ... 23 3.1.2.Survey Alanı ... 23

3.1.3.Çalışmada Kullanılan Kimyasallar ve Çeşitli Laboratuar Malzemeleri ... 25

3.2.Metod ... 27

3.2.1.Sürvey Çalışmaları... 27

3.2.2. Laboratuar Çalışmaları... 29

3.2.2.1 Fasulye Bitki Kısımlarının Mikroskobik Olarak İncelenmesi ... 29

3.2.2.2. Hastalıklı Bitki Kısımlarından Bakteriyel Etmenlerin İzolasyonu ... 29

3.2.2.2.1.Yapraktan izolasyon... 29

3.2.2.2.2.Saptan izolasyon ... 29

3.2.2.2.3.Elde Edilen Bakterilerin Saflaştırılması... 30

3.2.2.2.4.Elde Edilen Bakterilerin Teşhisleri ... 30

3.2.2.3. Hastalıklı Bitki Kısımlarından Fungal Patojenlerin İzolasyonu ve Değerlendirilmesi... 33

3.2.2.4.İzole Edilen Fungal Mikroorganizmaların Tanılanması ... 34

3.2.2.5. Patojenisite Testleri... 34

4. ARAŞTIRMA BULGULARI... 38

4.1. Sürvey Sonuçları ... 38

4.1.1. Sürvey alanlarında fungal hastalıklara yakalanma oranları ... 38

4.1.2. Sürvey alanlarında bakteriyel hastalıklara yakalanma oranları ... 40

4.1.3. Sürvey alanlarında viral hastalıklara yakalanma oranları ... 41

4.1.4. Sürvey alanlarında patojen kaynaklı olmayan hastalıklara yakalanma.... 41

4.1.4.1. Besin maddeleri eksiklik ve toksisitesi ... 41

4.1.4.2. Baldheads (Kelkafalar) hastalığı... 42

4.2. Laboratuar Çalışmaları Sonuçları ... 43

4.2.1.Hastalıklı bitki kısımlarından fungal patojenlerin izolasyonu ve ... 43

4.2.2. İzole Edilen Fungal Mikroorganizmalar ... 45

4.2.2.1. Fusarium culmorum (W.G. Smith) Sacc. ... 47

4.2.2.2. Fusarium equiseti (Corda) Sacc... 48

4.2.2.3. Fusarium semitectum Berk. & Rav... 49

4.2.2.4. Fusarium solani (Mart.) Sacc. f.sp. phaseoli (Burk.) Synder & Hansen... 50

(2)

4.2.2.6. Rhizoctonia solani Kühn... 53

4.2.2.7. Macrophomina phaseolina (Tassi) Goidonich... 54

4.2.2.8. Alternaria spp. Nees ex Fr. ... 55

4.2.2.9. Pythium spp. Pringsh... 57

4.2.2.10. Pythium oligandrum Drechsler ... 58

4.2.2.11. Curvularia sp. Boedjin... 58

4.2.2.12. Ulocladium sp. Preuss... 59

4.2.2.13. Chaetomium spp. Kunze ... 60

4.2.2.14. Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) de Barry... 61

4.2.2.15. Gliocladium spp. Corda ... 62

4.2.3. Patojenisite Testi Sonuçları... 63

4.2.4. Hastalıklı Bitki Kısımlarından Bakteriyel Patojenlerin İzolasyonu ve Değerlendirilmesi... 67

5. TARTIŞMA ... 69

6. SONUÇ VE ÖNERİLER... 75

(3)

1. GİRİŞ

Fasulye (Phaseolus vulgaris L.) gelişmekte olan ülkelerin en önemli yemeklik tane baklagillerinden birisidir. Türkiye’de insan beslenmesinde fasulye çok önemli protein ve karbonhidrat kaynağıdır. Ülkemizde kuru fasulye yaklaşık olarak yılda 162 000 ha alana ekilmekte ve 250 000 ton üretilmekte ve dekara 154 kg verim alınmaktadır. Ekim alanları düşünüldüğünde fasulye tarımı en yoğun olarak Orta Anadolu bölgesinde yapılmaktadır (Çiftçi, 2004). Konya ili ve çevresinde ise ekim alanları toplamı 28 205 ha, yıllık üretim miktarı 53 845 ton ve dekardan elde edilen ürün miktarı yaklaşık 190 kg’dır (Çiftçi, 2004).

Protein kaynağı olarak kullanılan besin maddelerinin insan beslenmesindeki öneminin ne derece büyük olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir. Bir baklagil bitkisi olan fasulye tanelerinin %22-30 gibi yüksek oranlarda protein içermesi, karbonhidratlarca yeterli, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve fosforca zengin olması ayrıca çeşitli vitaminlere da sahip olması bakımından iyi bir bitkisel protein kaynağıdır (Akçin, 1988). Dünya genelinde düşünüldüğünde insan beslenmesindeki bitkisel proteinlerin %22’si, karbonhidratların %7’si, hayvan beslenmesindeki proteinlerin %38’i ve karbonhidratların %5’i yemeklik baklagillerden sağlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanlarımızın beslenmesinde gerekli olan proteini ve karbonhidratları karşılamak için özellikle son zamanlarda konserve ve dondurulmuş gıda sanayisinde de kullanılan fasulye önemli bir yer tutmaktadır.

Fasulye sadece insan beslenmesi bakımından değil, dolaylı olarak tarım ve hayvancılık alanlarında da kendine özgü bir yeri bulunmaktadır. Fasulye, baklagiller familyasına dahil olan bir bitki olduğu için köklerinde nodül isimi verilen yumrucuklar vardır. Bu nodüller içerisindeki nodozite bakterileri (Rhizobium phaeseoli) vasıtası ile havanın serbest azotundan yaralanmakta olup, toprağın azotça zenginleşmesini sağlamaktadır (Şehirali, 1988). Nodozite bakterileri aracılığı ile fasulye bitkisi bir dekar ekili alanda bir yetiştirme döneminde 3-5 kg saf azot fikse etmektedir. Bütün bunlara ilaveten, fasulye bitkisi ekim nöbetine girerek bölgenin mono kültür tarım yapmasından kurtulmasını sağlamaktadır.

Tarımla uğraşan birçok dünya ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de fasulye tarımı ve üretimi yıldan yıla artmaktadır. Buna paralel olarak Konya ve yöresinde de

(4)

bu artış gözlenmekle beraber gerek ekim, gerekse üretim olarak ta ülke içinde büyük bir potansiyele sahiptir (Çizelge 1.1). Konya ili tek başına Türkiye fasulye üretiminin % 21.5’ini karşılamaktadır (Çiftçi, 2004). Bu nedenle gerek insan beslenmesinde, gerekse ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan bu bitkinin gelişmesini engelleyen hastalık etmenleri ve diğer abiyotik etmenlerin tespit edilmesi ve buna göre mücadele stratejilerinin planlanması büyük öneme sahiptir. Dünya genelinde baklagiller tarımının yapıldığı alanlardaki hastalık, zararlı ve yabancı otların sebep olduğu hasat öncesi verim kaybı gelişmiş ülkelerde %17.2, gelişmekte olan ülkelerde ise %37.1 olduğu bildirilmektedir (Agrios, 1988). Bu etmenler arasında fitopatojen organizmalar önemli bir yere sahiptirler. Özellikle geniş üretim alanlarında yapılan üreticilik sırasında sprinkler ile sulama yapılması bakteriyel ve fungal hastalıkların yayılmasında önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, üreticilerin bir yıl öncesinden elde ettiği tohumları kullanması da tohumla taşınabilen hastalıkların yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır Bu çalışmada, Konya ili ve çevresi için yüksek ekonomik değere sahip tarım ürünlerinden birisi olan fasulye üretiminde, verim kaybına sebep olabilecek fitopatolojik sorunların tespit edilmesi ve bu etmenlerin yaygınlıklarının ortaya konulması amaçlanmaktadır.

Çizelge 1.1. Türkiye’de fasulye ekimi yapılan 10 ile ait 2002 yılı fasulye ekim alanı, üretim ve verim değerleri (Çiftçi, 2004).

Ekim alanı Üretim Verim

İller (ha) (%) (ton) (%) (kg/ha) Konya 28 205 15.7 53 845 21.5 1 909 Samsun 24 344 13.5 13.658 5.5 561 Kahramanmaraş 15 386 8.6 22 541 9.1 1 465 Erzincan 8 986 5 12 310 4.9 1 370 Karaman 8 918 5 24 863 10 2 788 Niğde 5 142 2.8 11 455 4.6 2 228 Kayseri 4 946 2.7 5 312 2.1 1 076 Kırşehir 4 916 2.7 6 156 2.5 1 252 Aksaray 4 845 2.7 7 458 3 1 633 Malatya 4 536 2.5 7 406 3 1 633 Toplam 110 224 61.2 165 004 66.2 1 498 TÜRKİYE 180 000 100 250 000 100 1 389

(5)

2. LİTERATÜR ÖZETİ

Fasulye bitkisinde; 31 adet fungal, 5 adet bakteriyel, 18 adet viral ve 2 adet mikoplazma benzeri organizma kökenli olmak üzere toplam 56 adet farklı hastalık tespit edilmiştir. Buna ilaveten çok farklı çevresel baskıların da (toksik kimyasallar, bitki besin maddesi eksiklikleri, kuraklık, sıcaklık. vs.) fasulye bitkisinde zarara sebep olduğu bildirilmektedir. Antraknoz, Fasulye Adi Mozayığı, Fasulye Adi Bakteriyel Yanıklığı ve Beyaz küf gibi hastalıklar yaygın ve çok büyük miktarlarda verim kayıplarına sebep olabildiklerinden dünya genelindeki fasulye ekim alanları için önemlidirler. Fasulye Altın Mozayığı ve Güney yanıklığı gibi diğer bazı hastalıklar bazı coğrafi bölgelerde lokal olarak öneme sahiptirler. Vahşi ateş gibi bazı hastalıklar ise ikincil öneme sahiptirler. Yıllık fasulye üretiminde hastalıkların sebep olduğu ürün kaybı yaklaşık %10 civarındadır. Hastalık yapma potansiyelindeki patojenin çokluğu, geniş alanlara yayılabilmeleri ve üründe şiddetli verim kaybına yol açabilme kapasiteleri göze alındığında, bu hastalık etmenleriyle mücadele edilmediğinde üründe meydana gelecek kayıp yukarıda ifade edilenden çok yüksek olacaktır (Hall, 1994).

Türkiye’de fasulye hastalıkları ile ilgili ilk çalışmalar Bremer (1948, 1954) ve Göbelez (1956) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmalarda bazı hastalıkların varlığından söz edilmiş, bununla birlikte detay verilmemiştir (Yiğit ve Turhan, 1998).

Günümüze kadar, Türkiye’nin farklı bölgelerinde fasulye hastalıkları ile ilgili, bir çok araştırma yürütülmüştür (Tekinel ve ark., 1969; Karahan, 1971; Özalp, 1971; Temizel ve Ertunç, 1992). Adana ve İçel fasulye ekim alanlarındaki kök çürüklüğü hastalığı ve yaygınlığı Soran (1981) tarafından çalışılmıştır.

Soran (1977), tüm Türkiye’de yetiştirilen yemeklik dane baklagillerde görülen fungal hastalıkların durumunu ortaya koymak amacıyla yaptığı bir çalışmada fasulye bitkisinde; Sclerotinia sclerotiorum, Macrophomina phaseolina, Sclerotium rolfsii, Rhizoctonia solani, Isariopsis griseola ve Phytophthora phaseoli gibi fungal kaynaklı etmenleri tespit etmiştir. Aynı araştırıcı Adana ve Mersin illerinin yoğun olarak fasulye ekimi yapılan ilçelerinde yaptığı bir başka çalışmada ise % 60.6 oranında Fusarium türleri izole etmiştir. En yaygın olarak Fusarium equiseti bulunmuş, bunu F. oxysporum izlemiştir.

(6)

Turak ve Arslan (1988), Erzincan ili fasulye ekiliş alanlarında kök çürüklüğüne sebep olan fungal etmenleri belirlemek amacıyla yaptıkları çalışmada; hastalığın bulaşıklık oranının I. sürveyde %90, II. sürveyde %100, hastalık oranının ise, %10.59 ile %18.62 arasında olduğunu tespit etmişlerdir. Yaptıkları patojenisite testleri neticesinde F. acuminatum, F. solani ve F. oxysporum türlerinin patojen olduklarını bildirmişlerdir.

Erzincan ilinde kök çürüklüğüne neden olan fungal etmenleri, bazı fasulye çeşit ve hatlarının bunlara karşı duyarlılıklarını belirlemek amacı ile yürütülen bir çalışmada, 1992-1996 yılları arasında Merkez ve Üzümlü ilçelerinde yapılan sürveylerde kök çürüklüğü hastalığının tüm alanlarda bulunduğu ve yoğunluğunun %7.5 - %41.5 arasında değiştiği saptanmıştır. Sürveyler sırasında alınan örneklerden yapılan izolasyonlardan elde edilen 97 adet fungus izolatının gruplandırılması sonucu bunların 8 farklı türe ait oldukları belirlenmiştir. Bu izolatların %88.53’ü Fusarium türlerine ait olup, bunlar F. heterosporum (%36), F. avenaceum (%26.8), F. solani (%17.5), F. equiseti (%7.2) ve F. oxysporum (%1.03) olarak tanılanmıştır. Diğerlerinin ise Alternaria teniussima (%7.2), Rhizoctonia solani (%3.0) ve Macrophomina phaseoli (%1.03) isimli funguslar olduğu bildirilmektedir (Turak, 1997).

Hatat ve Özkoç (1997) isimli araştırıcılar, Samsun ili fasulye ekiliş alanlarında yaptıkları çalışmada kök çürüklüğü hastalıklarının yaygınlık oranının % 92 ve ortalama hastalık şiddetinin % 63 olduğunu belirlemişlerdir. Ayrıca hastalıklı kök ve toprak örneklerinden çoğunlukla Fusarium spp., Rhizoctonia solani Kühn.ve Pythium spp.’ni izole etmişlerdir. Araştırıcılar, örneklerin büyük bir kısmında (% 59.4) iki ya da üç etmenin birlikte izole edildiklerini bildirmiştirler.

Biçici ve ark.(1995), GAP tarım alanlarında yaptıkları bitki hastalıkları sürveyinde fasulye üzerinde; Alternaria sp, Uromyces fabae Schroet, Fusarium acuminatum Ell.-Evert., F. oxysporum Schlecht., Fusarium sp., Ascochyta lentis Lib., Macrophomina sp., Phoma medicaginis pinodella (J.)Bo. ve Peronospora lentis Petrak isimli fungal patojenleri saptamışlardır. Bununla birlikte, bölge tarım alanlarında fasulye bitkisinde bakteriyel bir patojenin saptanmadığını bildirmiştirler.

Demirci ve Çağlar (1998), Erzurum ilinin dört farklı ilçesinden aldıkları 57 tohum örneğinde; %50.9 oranında Alternaria alternata, %47.4 oranında Aspergillus

(7)

spp., %3.5 oranında Botrytis cinerea, %63.2 oranında Cladosporium spp., %10.5 oranında Colletotrichum lindemuthianum, %1,8 oranında Fusarium acuminatum, % 50.9 oranında F. equiseti, % 3.5 oranında F. proliferatum, %1.8 oranında F. verticillioides, %91.2 oranında Penicillium spp., %1.8 oranında Phoma glomerata, %1.8 oranında P. medicaginis, %12.3 oranında Rhizoctonia solani, % 96.5 oranında Rhizopus stolonifer, %7.0 oranında Stemphylium botryosum, %5.3 oranında Trichoderma spp., %5.3 oranında Trichothecium roseum ve %5.3 oranında Ulocladium atrum ile bulaşıklık bulunduğunu bildirmiştirler.

1997 ve 1998 yıllarında Konya ili fasulye ekiliş alanlarındaki fasulye kök hastalıklarının yaygınlığını belirlemeye yönelik, bitkiler fide ve çiçek-bakla döneminde iken iki yıl üst üste yürütülen sürvey çalışmasında, 1997 ve 1998 yıllarında fide döneminde hastalık yüzdesi sırasıyla; %19.2 ve %23.5, çiçek-bakla döneminde ise sırasıyla %10.69 ve %14.5 olarak tespit edilmiştir (Yiğit ve Turhan, 1998).

Fasulyedeki tohum kaynaklı fungal hastalıklar Türkiye’de Maden ve İren (1984) tarafından ortaya konulmuştur. Dünya’da fasulye tohumlarıyla taşınan fungal etmenler arasında en önemlileri Turhan ve arkadaşları (2001)’de Claudiano ve ark. (1995)’a atfen Fasulye antraknoz hastalığı etmeni Colletotrichum lindemuthianum ile kök hastalıklarına neden olan toprak patojenlerinden Gupta ve ark. (2000)’na atfen Rhizoctonia solani, Songa ve Hillocks (1998)’a atfen, Macrophomina phaseolina, Dhingra ve Muchovec (1979)’e atfen Fusarium türleri, Koch ve Menten (2000)’e atfen Sclerotinia sclerotiorum, Rolim ve ark. (1990)’na atfen Alternaria sp. ve Chavez ve ark. (1999)’na atfen Sclerotium rolfsii olduğu bildirilmiştir.

Ege Bölgesi bakla, bezelye, fasulye ve börülce ekim alanlarında sorun olan bakteriyel hastalıkların belirlenmesi amacıyla 1985-1986 yıllarında yapılan bir survey çalışmasında fasulyede özellikle Balıkesir ilinde önemli oranda hale yanıklığı (Pseudomonas syringae pv. phaseolicola) ve Adi yanıklık (Xanthomonas campestris pv. phaseoli) enfeksiyonları saptanmıştır (Demir ve Gündoğdu, 1994).

Van ili çevresindeki fasulye hastalıklarının tesbiti amacıyla yapılan bir çalışmada bölgede hakim olan fungal etmenlerin; Alternaria alternata (%35), Fusarium solani (%25), Macrophomina phaseoli (%17.5), Drechslera sorokiniana (%10), Rhizoctonia solani (%5), Stemphylum sp. (%5), Botrytis cinerea (%2.5)

(8)

olduğu, virüs enfekteli örneklerde ise, mevcut etmenin fasulye sarı mozayık virusu (Bean Yellow Mosaic Virus-BYMV) olduğu bildirilmektedir (Temizel ve Ertunç, 1992).

Adana, Kahramanmaraş ve Antalya illerinde yapılan bir sürveyde fasulye kök çürüklüğü ve solgunluk hastalığının yaygınlık oranları sırası ile % 17.7-26.2, % 26.1-18.5 ve % 3-3.6 olarak tespit edilmiştir. Bu hastalıklara sebep olan yaygın Fusarium türlerinin ise F. solani, F. oxysporum ve F. acuminatum olduğu bildirilmektedir (Yücel ve Güncü, 1994).

Kırbağ ve Turan (2006) isimli araştırıcıların Malatya’da yetiştirilen bazı sebzelerde kök ve kök boğazı çürüklüğüne neden olan etmenleri ortaya koymak için gerçekleştirdikleri sürvey çalışmasında fasulyelerde; Rhizoctonia solani, Fusarium solani, F. oxysporum, Alternaria solani, A. alternata (Fr) Keissler Macrophomina phaseolina isimli fungusların patojen olduklarını tespit etmişlerdir.

Fasulyede tohumla taşındığı bilinen en önemli bakteriyel etmenler Turhan ve ark. (2001) tarafından Fahy ve Lloyd (1983)’a atfen Bakteriyel Hale Yanıklığı etmeni Pseudomonas savastanoi pv. phaeseolicola Fahy ve Persley (1983)’e atfen Fasulye Bakteriyel Yanıklığı etmeni Xanthomonas axonopodis pv. phaseolus ile Bakteriyel Kahverengi Benek etmeni Pseudomonas syringae pv. syringae ve belki daha az önemli olmak üzere Wilkie ve ark. (1973)’na atfen Pseudomonas viridiflava olduğu bildirilmiştir.

Virüs kaynaklı fasulye hastalıkları bir çok araştırıcı tarafından çalışılmıştır. Bu çalışmaların sonuçlarına göre Fasulye Adi Mozayık Virüsü (BCMV) ve Fasulye Sarı Mozayık Virüsü (BYMV) Erzincan yöresi ve Batı Anadolu’daki en yaygın ve zararlı viral hastalıklar olarak tespit edilmiştir (Açıkgöz ve Çıtır, 1986; Fidan ve Yorgancı, 1989). Diğer taraftan, Erdiller (1979) BCMV’nün farklı fasulye varyetelerinde verim üzerine etkisini araştırmıştır.

Yeni Zelanda’da 1989-1990 yıllarında bezelye, mercimek, bakla ve fasulye üretim alanlarındaki viral hastalıkları tespit etmek için gerçekleştirilen sürvey çalışmalarında fasulye bitkisinde Yonca Mozayik Virüsü (AMV), Fasulye Adi Mozayik Virüsü (BCMV) ve Üçgül Toprakaltı Kırmızı Yapraklılık Virüsü (SCRLV) isimli virüsler patojen olarak tespit edilmiştir (Fletcher, 1993).

(9)

Shahraeen ve Ghotbi (2005), İran’ın doğu Azerbaycan bölgesi fasulye üretim alanlarındaki virüs hastalıklarını tespit etmek için gerçekleştirdikleri sürvey çalışmalarında, hastalık belirtisi gösteren 300 bitki örneğinden yaptıkları izolasyon çalışmaları sonucunda bu bitkilerin; 155 tanesinde Fasulye Adi Mozayik Virüsü (BCMV), 105’inde Fasulye Adi Mozayik Nekroz Virüsü (BCMNV), 80’inde Fasulye Sarı Mozayik Virüsü (BYMV), 46’sında Fasulye Yaprak Kıvırcıklığı Virüsü (BLRV), 35’inde Güney Fasulye Mozayik Virüsü (SBMV), 15’inde Fasulye Kapsül Beneklilik Virüsü (SBMV) 30’unda Hıyar Mozayik Virüsü (CMV) ve 10’unda Yonca Mozayik Virüsü (AMV) saptandığını bildirmektedirler.

Habtu ve ark. (1996) isimli araştırıcılar, Etiyopya’nın farklı fasulye üretim bölgelerinde, yaptıkları hastalık sürveyi sonucunda; Antraknoz (Colletotrichum lindemuthianum Sacc.&Magnus), pas (Uromyces appendiculatus (Pers.:Pers) Urger), Köşeli Yaprak Lekesi (Phaeoisariopsis griseola Sacc.) ve Unlu Yaprak Lekesi (Mycovellosiella phaseoli (Drummond) Deighton) hastalıklarının yaygın olduğunu bildirmektedirler.

Kanada’nın Ontario eyaletinde yapılan bir çalışmada, fasulye parsellerinden en çok izole edilen funguslar Rhizoctonia solani (%65.1), Alternaria spp. (%61.1) ve Fusarium spp. (%18) olarak saptanmıştır (Tseng ve ark., 1995).

Güney Afrika’da tohumluk üretimi yapılan 682 ve ticari amaçlı üretim yapılan 81 tarlada yapılan hastalık sürveyi çalışmalarında; Adi Bakteriyel Yanıklığı hastalığının tohumluk ve ticari amaçlı tarlalarda sırasıyla %83 ve %85; Bakteriyel Hale Yanıklığının %10 ve %37 ve en yaygın hastalık olarak saptanan Bakteriyel Kahverengi Leke Hastalığının ise %83 ve %100 oranlarında bulunduklarını tespit etmişlerdir (Fourie, 2002).

Hagedorn ve Inglis (1986) adlı araştırıcılar, fasulye bitkisinde; 4 adet bakteriyel, 12 adet fungal ve 4 adet viral kökenli olmak üzere toplam 20 farklı patojenik hastalığın ve bunun yanında 5 adet patojenik olmayan hastalığın tespit edildiğini bildirmiştirler.

Hall (1994) isimli araştırıcı ise, editörlüğünü yaptığı “Compendium of Bean Diseases” adlı eserde, fasulye bitkisinde; 31 adet fungal, 5 adet bakteriyel, 18 adet viral ve 2 adet mikoplazma benzeri organizma kökenli olmak üzere toplam 56 adet

(10)

farklı patojenik hastalığın ve bununla birlikte 12 adet patojenik olmayan hastalığın tespit edildiğini bildirmiştir.

Wisconsin (ABD)’de 1979 yılında Aphanomyces euteiches’in bir strainin fasulyelerde şiddetli derecelerde kök ve hipokotil çürüklüğüne sebep olduğu saptanmıştır. Ve bu strain A. euteiches Drechs. f.sp. phaseoli W.F.Pfender&D.J.Hagedorn olarak adlandırılmıştır. Etmenin varlığı Wisconsin dışındaki fasulye üretim alanlarında rapor edilmemiştir (Schwartz ve ark., 2005).

Pfender (1994), isimli araştırıcı, A. euteiches f.sp. phaseoli’nin günümüze kadar sadece sulanan kumlu topraklarda bulunduğunu, fakat bu çevresel koşulların etmeni sınırlandırması konusunun tam olarak bilinmediğini bildirmektetir. Bununla birlikte aynı araştırıcı, bu tip topraklarda fasulye tarımının münavebe uygulanmaksızın yapılması halinde, Aphanomyces spp.’nin populasyonları 1-2 sezon gibi kısa süre içinde hızlı bir biçimde artarak şiddetli zararlar verecek seviyelere ulaşabildiğini bildirmiştir.

Aphanomyces spp. Wisconsin’deki tarlalardan alınan hastalıklı bitki örneklerinin hemen hemen tamamında Pythium ultimum ile birlikte bulunmuştur. Yakın miktarlarda inokulum içeren arazi topraklarının kullanıldığı kontrollü çalışmalarda A. euteiches f.sp. phaseoli’nin 20-28 °C sıcaklıklarda daha fazla zararlı olduğu, 16°C sıcaklıkta ise daha az miktarda zararlı olduğu saptanmıştır. İki patojenin kombine enfeksiyonlarında özellikle yüksek sıcaklık koşullarında hastalık şiddetinin sinerjistik olarak arttığı ve hasta bitkilerde artan miktarda ölüm görüldüğü bildirilmiştir (Pfender ve Hagedorn, 1982).

Fasulyede siyah kök çürüklüğü hastalığına Thielaviopsis basicola (Berk.&Broome) Ferroirs (syn. Chalara elegans Nag Raj.&Kendrick) isimli fungusun sebep olduğu ve hastalığın ABD, İtalya ve Almanya’da şiddetli epidemiler gerçekleştirdiği bildirilmektedir. Hastalığın, New York eyaletinde yüksek toprak nemi ve yüksek sıcaklığın olduğu mevsimlerde çok şiddetli zararlanmalara yol açtığı bildirilmiştir (Abawi, 1994).

Punja (2004), toprak kökenli bir fungus olan Thielaviopsis basicola’nın fasulye yapraklarına bulaştırılması neticesinde, yaprakta enfeksiyonu gerçekleştirerek, fasulye yaprağı hücrelerinde savunma mekanizmasının devreye girmesine sebep olduğunu bildirmiştir.

(11)

Fusarium Kök Çürüklüğü (Fusarium solani (Mart.) Sacc. f.sp. phaseoli (Burkholder) W.C. Synder&H.N. Hans.) hastalığının dünyadaki fasulye üretim alanlarının çok büyük kısmında görüldüğü ve genellikle stres altında olmayan bitkilerde çok az zarara neden olduğu bildirilmektedir. Buna karşın, kuraklık veya oksijen yetersizliği nedeniyle kök gelişiminin yetersiz kaldığı koşullar altında hastalığın hemen hemen fasulye üretiminin tamamen yok olmasına sebep olabildiği ve hastalığa karşı yüksek derecede dayanıklılık olsa bile, kısa bir süre (24 saat) bitki köklerinin su altında kalması veya oksijen yetersizliği çekmeleri durumunda patojenin bunun üstesinden gelme yeteneğine sahip olduğu bildirilmiştir (Burke ve ark., 1972; Burke ve Hall, 1994).

Roman-Aviles ve ark. (2004) Estevez de Jensen ve ark. (2002)’na atfen, hassas kidney fasulyelerinde kök çürüklüğü hastalığı sebebi ile verim kaybının % 50’den fazla olabileceğini bildirmiştirler.

Burkholder (1924), kök çürüklüğü hastalılığının üründe; yağışsız geçen bir sezonda %50, yağışlı geçen bir üretim sezonunda ise %10 verim kaybına neden olduğunu bildirmiştir.

Harveson ve ark. (2005) Steadman ve ark. (1975)’na atfen, kök çürüklüğü hastalığının Nebraska (ABD)’da, Great Northern fasulye çeşidi ve pinto fasulye çeşidinde sırasıyla %52 ve %42 oranlarında verim eksilişine neden olduğunu bildirmektedirler. Yine Colorado (ABD)’da hastalığın pinto fasulye çeşidindeki verim eksilişini ortaya koymak için yapılan bir çalışmada, 1971 ve 1972 yıllarındaki verim eksilişi sırasıyla; ortalama %27-62 ve bazı tarlalarda %66-89 oranlarında saptandığı bildirilmiştir (Keenan ve ark., 1974).

Otsyula (1998), Batı Kenya’da fasulye kök çürüklüğü hastalığına birincil olarak F. solani f. sp. phaseoli, R. solani, Pythium spp. ve Sclerotium sp.’nün sebep olduğunu bildirmektedir.

Fusarium solani f.sp. phaseoli’nin klamidosporları, topraktaki çok sayıda konukçusu olmayan bitki tohumları ve kökleri yakınında veya diğer organik kalıntılar yakınında çimlenebilir ve çoğalabilirler. Bu sebeple fungus bulaşık topraklarda süresiz olarak yaşamını sürdürebilir. Fungusun, bulaşık olduğu ve konukçusu olmayan bitkilerin 30 yılın üzerinde sürekli ekildiği tarlalarda, fasulye

(12)

ekilmesi durumunda kök çürüklüğü yapabilecek kadar yaşamını sürdürdüğü bilinmektedir (Burke ve Hall, 1994).

Fusarium solani f.sp. phaseoli’nin toprak, tohum veya baklalar üzerinde bulunarak yayıldığı düşünülmektedir. Bulaşık toprak ve organik materyal, aynı zamanda rüzgar ve su ile de yayılmaktadır. Fungusun Kuzeybatı Amerika’daki kumlu-killi topraklarda, fasulyenin 2-3 sezon ekilmesinden sonra pulluk derinliğinde uniform olarak dağılmış halde bulunduğu tespit edilmiştir. Buna ilaveten, münavebeye kaç kez konukçusu olmayan bitkinin sokulması dikkate alınmaksızın, etmen şiddetli kök çürüklüğü yapabilecek yoğunluğuna ancak tarlaya 3 kez fasulye ekildiğinde ulaşabilmektedir. Bu gözlemler bize F. solani f.sp. phaseoli’nin toprakta kendi kendine saprofit olarak yaşamını sürdürebileceğini, patojenik potansiyeline ise ancak fasulye üzerinde çoğalarak ulaşabileceğini göstermektedir. Hastalık serin ve nemli koşullarda daha şiddetli olmakta, fakat kurak koşullarda verimin baskılanması daha fazla olmaktadır (Burke ve Hall, 1994).

Hastalıkla mücadelede, yüzey ilaçlaması yapılması çok etkili olmamaktadır. Böyle uygulamalar, nadiren fasulye veriminin artışını sağlamaktadır. Fusarium’la bulaşık tarlalardaki fasulyelerin hipokotilleri ve ana kökleri hastalığa karşı tamamen korunsa bile kök sistemin geri kalanı bulaşık toprakta yayılacağından fasulyede verim artışı sağlanamamaktadır. Kök çürüklüğüne karşı yapılan tohum uygulamaları ve diğer lokalize kimyasal uygulamaları sistemik özellikte olmadıkça başarı sağlanamamaktadır. Chloropicrin ve methyl bromide gibi kimyasallarla yapılan toprak uygulamaları hastalığı kontrol edebilmektedir (Burke ve Hall, 1994).

Toprak koşulları, Fusarium Kök Çürüklüğünü önemli miktarlarda etkilediğinden kültürel uygulamalar hastalığı önlemek için kullanılabilir. Kök çürüklüğü problem olmasa bile, iyi bir gübrelemenin yapılması fasulye verimini arttırmak için önemlidir. Bununla birlikte, azot ve diğer besin elementlerinin miktarları ver formlarının tarlada hastalığı teşvik ettiği veya engellediği ortaya konulmamıştır. Bitkinin kök boğazının doldurulması, yan köklerin oluşumunu arttırabilir ve hastalığın bitki verimi üzerindeki olumsuz etkilerini azaltabilir. Seyrek ekim, hipokotil çürüklüklerini azaltır fakat toprak yüzeyini kapatacak yoğunlukta ekilen bitkiler genellikle yüksek miktarda tohum verir. Ilık (20 °C ve üzeri) ve

(13)

optimal su potansiyeline sahip topraklarda yetiştirilen fasulye bitkileri genellikle Fusarium kök çürüklüğünden çok az etkilenirler (Burke ve Hall, 1994).

Toprak sıkışmasının en aza indirilmesi, kök çürüklüğünün mücadelesinde muhtemelen en etkili yöntemdir. Bu münavebe ile, alt tabakaların gevşetilmesi veya ekim zamanında çizel ile toprağın işlenmesi ile, ıslak toprakların işlenmemesi ile, toprağın traktör ile sıkıştırılmasının engellenmesi ile sağlanabilmektedir (Burke ve Hall, 1994).

Tan ve ark.(1995), 30 cm derinliğinde yapılan toprak işlemesinin, kök çürüklüğü ile bulaşık alanlarda fasulye kök çürüklüğü şiddetinde önemli ölçüde düşmeye neden olduğunu gözlemişlerdir. Toprağın derince işlenmesi, sıra aralarının dar tutulması ve dayanıklı çeşitlerin tarımının yapılması da fasulyede F. solani f.sp. phaseoli ile bulaşık tarlalarda ürünü arttırmıştır. Bununla birlikte, bitki çıkışından 3 hafta veya daha sonraları yapılan toprak gevşetmeleri fasulye köklerine çok zararlı olabilmektedir (Burke ve Hall, 1994).

Hububat ve yonca gibi bitkilerin münavebeye sokulması sayesinde toprağa büyük miktarlarda organik madde ilavesi sağlanması ile sıkışma azaltılarak ve toprağın su tutma kapasitesi arttırılarak kök çürüklüğü önlenebilir. Yonca köklerinin çürümesi, fasulye köklerinin toprakta derinlere ilerlemesine imkan veren kanalların oluşumu sağlamaktadır. Buna karşın, bazen önceki yıllardan kalan parçalanmamış ürün artıkları fasulye köklerine toksik olabilmekte ve kök çürüklüğünü arttırabilmektedir (Burke ve Hall, 1994).

Fasulye genotipleri Fusarium’a hassasiyet yönünden farklılık gösterirler. Bunlardan hiç birisi dayanıklı değildir. Genel olarak, kısa köklü çalı tipi fasulyeler daha geniş ve kuvvetli kök sistemine sahip fasulyelere göre kök çürüklüğünden daha fazla etkilenirler. (Hagedorn ve Inglis, 1986; Burke ve Hall, 1994).

Summer (1994) Phymatotrichum omnivorum Dugar (syn. Phymatotrichopsis omnivora (Duggar) Hennebert) isimli fungusun fasulyelerde Phymatotrichum kök çürüklüğü hastalığına sebep olduğunu, etmenin 2000’den fazla dikotiledon bitkiyi hastalandırdığını ve tüm fasulye çeşitlerinin bu etmene karşı hassas olduğunu bildirmiştir.

Pfender (1994) fasulyede Pythium spp. enfeksiyonu sonucu tohum çürüklüğü, çıkış öncesi ve sonrası çökerten, sap çürüklüğü, kök çürüklüğü, yanıklık ve

(14)

bodurlaşmanın görüldüğünü, hastalık sebebiyle verim kaybının %100’e kadar çıkabildiğini bildirmiştir.

Bruchara ve ark. (2007), Afrika’nın merkezi ve doğusunda fasulyenin en yıkıcı hastalığı olan Pythium kök çürüklüğü hastalığına, farklı Pythium spp. (P. aphanidermatum, P. irregulare, P. myriotylum, P. ultimum)’nin sebep olduğunu bildirmiştir.

Pythium spp. fasulyede hastalık yapan patojenler içerisinde en önemli olanlarındandır. Bunlar morfoloji ve sıcaklık isteklerine göre iki gruba ayrılabilirler. İlk gruba küresel oosporlar ve küresel sporangiumlar üreten türler (P. ultimum, P. irregulare, P. paroecandrum gibi) girmektedir. ve izolatlar P. ultimum’a benzerdir fakat bu türlerde oospore oluşumu azdır. Bu grup üyeleri kuzey ABD’nin kuzey bölgelerinde önemli patojenler olarak bilinirler. Bu funguslar 25 °C altındaki sıcaklıklarda çok aktiftirler. Amerika’nın diğer bölgelerinde P. myriotylum ve P. aphanidermatum türleri baskındır. Bu türler lobate sporangiumlara sahiptirler ve 20-35 °C sıcaklıklar en aktif oldukları sıcaklıklardır. Fasulyede hastalık yaptığı bildirilen diğer Pythium spp. daha az öneme sahiptirler. Bunlar: P. acanthicum Drechs., P. anandrum Drechs., P. aristosporum Vanterpool., P. dissotocum Drechs., P. helicoides Drechs., P. mamillatum. Meurs., P. oligandrum Drechs., P. pulchrum Minden, P. rostratum E.J. Butler, P. spinosum Sawada ve P vexans de Bary isimli türlerdir. Antheridia ve oogonia’nın oluşturduğu küresel oosporların çapları türlere bağlı olarak 10-40 µm olabilmektedir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Pfender, 1994). Pythium hastalıkları çevresel koşullar uygun olduğu zamanlarda tüm sezon boyunca ortaya çıkabilmektedir. Bitkiler 20-30 cm boya ulaşana kadar hastalanabilirler. Fakat olgun bitkilerde oluşacak enfeksiyonlar yüksek nem koşullarının olmaması durumunda sınırlanabilmektedir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Pfender, 1994).

Pythium spp. daha çok Fusarium solani, Rhizoctonia spp., Thielaviopsis spp. ve Aphanomyces spp. ile birlikte hastalık oluşturmaktadır. Sinerjistik etkileşimler hastalık şiddetini arttırır. P. ultimum ile F. solani ve yine P. ultimum ile Aphanomyces spp. arasında sinerjistik bir etkileşim bulunmaktadır (Pfender, 1994).

Kültürel uygulamalar da Pythium kök çürüklüğünün yaygınlığını ve şiddetini etkilemektedir. Toprağın derince sürülmesinden sonra, toprağın hafifçe işlenmesine

(15)

nazaran hastalığın daha az çıktığı yönünde çalışmalar mevcuttur. Yapılan bir tarla denemesinde toprak işlemesiyle tohuma metalaxyl uygulaması kombine edildiğinde bu uygulamaların tek başlarına yapılması durumuna göre hastalık şiddetinin daha az olduğu saptanmıştır. Soğuk bölgelerde Pythium spp. daha yaygın olarak görülmektedir. Böyle yerlerde tohum ekimini ılık topraklara yaparak hastalıktan kaçılabilir. Buna karşın, hastalık diğer etmenlerin (yüksek optimum sıcaklığa sahip Aphanomyces spp. gibi) de oluşturduğu kompleks bir özellik gösteriyorsa bu uygulama çok etkili olamaz. Yüksek derecede kök çürüklüğü etmenleri ile bulaşık olan alanlarda üretim yapmamak başka bir kültürel önlem olarak sayılabilir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Pfender, 1994).

Rhizoctonia kök çürüklüğü hastalığının tüm dünyada yaygın olduğu ve fasulyenin en önemli kök ve hipokotil hastalıklarından birisi olduğu bildirilmektedir. Hastalığın ABD’de toprak işlemesi yapılan tarlalarda % 10’dan fazla, yeterince toprak işlemesi yapılmayan ya da hiç işlenmeyen tarlalarda % 20-30 oranlarında verim kayıplarına sebep olduğu, Brezilya’da ise Fusarium Kök Çürüklüğü ile ortak olarak verim kayıplarının % 60’ kadar çıktığı bildirilmektedir. Ayrıca, hastalığa sebep olan Rhizoctonia solani’nin AG-2-2 ve AG-2-4 anastomosis gruplarına ait olduğu bildirilmiştir (Hagedorn, 1994; 2005).

Rhizoctonia kök çürüklüğü hastalığının 15-18 °C sıcaklık koşullarında çok şiddetli olduğu, 21 °C’de ise muhtemelen bitkinin hızlı bir şekilde çimlenerek enfeksiyondan kaçmasından dolayı lezyon sayılarının önemli miktarlarda azaldığı ve bunun muhtemel sebebinin de sıcaklığın fungus üzerindeki direkt etkisi olduğu bildirilmektedir. Ayrıca toprak neminin hastalık şiddeti üzerine fazla etkili olmadığı bildirilmiştir (Hagedorn, 1994).

Bitki yaşı fasulyede Rhizoctonia Kök Çürüklüğünde epidemiyolojisinde önemli bir rol oynar. Fide ve genç dönemdeki bitkilerin hastalığa yüksek derecede hassas olmalarına karşın daha yaşlı bitkilerde hastalık nadiren bir sorun oluşturduğu bildirilmiştir (Hagedorn, 1994).

Hastalığa karşı dayanıklı varyeteler bulunmaktadır fakat ticari manada çok fazla ekonomik değildirler. Fasulye Kök çürüklüğü hastalığı (F. solani + R. solani + Pythium spp.) kompleksine karşı dayanıklı varyeteler elde etmek için yapılan bir çalışmada üzerinde çalışılan 125 adet kültür varyetesinden hiç birisinin dayanıklı

(16)

bulunmadığı ve bu ıslah hatlarından sadece 4 tanesinin hastalığa karşı güvenilir derecede tolerant olduğu bildirilmektedir (Hagedorn ve Rand, 1974). Bir takım fungisidlerin tohum ilaçlaması veya toprak ilaçlaması şeklinde uygulanması durumunda, genç fasulye bitkilerindeki Rhizoctonia Kök Çürüklüğünü kontrol edebildikleri bildirilmiştir (Hagedorn, 1994).

Hastalık derin olmayan ekim, konukçu olmayan bitkilerin münavebeye sokulması ve ılık topraklara ekim yapılması ile azaltılabilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Hagedorn, 1994).

Aynı etmenin; fasulyenin tüm toprak üstü kısımlarında görülebilen,. Latin Amerika’nın tropik ve subtropik bölgelerinde, yüksek nem koşullarının hakim olduğu bölgelerinde yaygın olan ve % 100’e kadar çıkabilen verim kayıplarına sebep olan ağ yanıklığı hastalığına da sebep olduğu bildirilmiştir (Schwartz, 1994).

Fasulyelerde Sclerotium rolfsii isimli fungusun sebep olduğu Güney yanıklığı hastalığının, özellikle dünyanın yağışlı zamanlarda sıcak olan tropikal ve subtropikal bölgelerinde ekonomik olarak önemli olduğu ve etmeni 500’den fazla sayıdaki monokotiledon ve dikotiledon bitkiyi hastalandırdığı bildirilmiştir (Summer, 1994).

Alternaria. alternata (Fr.:Fr.)Keissl. (syn. A. tenuis Nees), A. brassicae (Berk.) Sacc. f. phaseoli C. Brun ve A. brassicola (Scwein.) Wiltshire adlı fungusların, fasulyenin yeşil aksamında, özellikle yaprak ve kapsüllerde meydana getirdikleri hastalığın olgunlaşmaya başlayan bitkilerde görüldüğü, etmenin tohum ve kapsüllerde meydana getirdiği renk değişimi sonucu fiyat kaybına, dolayısıyla ekonomik kayba sebep olduğu ve snap fasulye çeşidinde % 12 verim kaybına sebep olduğu bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Tu, 1994).

Tu ve Park (1992), Tu (1989)’ya atfen Ontario (Kanada)’da üretilen kuru fasulyenin yaklaşık olarak %63’ünün Alternaria türleriyle bulaşık olduğunu, bunun da %56’sının A. alternata ile bulaşık olduğunu bildirmiştir.

Tesadüfi örnekleme metoduyla yapılan bir kuru fasulye örneklemesinde, renk değişimi gösteren tohumların % 88-94’ü, renk değişimi göstermeyen tohumların ise % 15-36’sının hastalıkla bulaşık olduğu saptanmıştır. Ontario (Kanada)’da yapılan geniş çaplı bir sürveyde ise 493 örnekten 296’sının renk değişimi gösterdiği saptanmıştır (Tu, 1994).

(17)

Hastalığa karşı iprodione etkili maddeli fungisidlerin kullanılması önerilmektedir. Beyaz çürüklüğe karşı yapılan benomyl ve chlorothalonil uygulamaları A. alternata’ya etkisiz olmasının yanı sıra hastalığın yaygınlığının önemli miktarda artmasına sebep olduğu bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Tu, 1994).

Tropik ve subtropik bölgelerde fasulyenin önemli hastalıklarından birisi olduğu bildirilen Köşeli yaprak leke hastalığı Phaeoisariopsis griseola (Sacc.) Ferrais isimli bir fungus tarafından meydana getirilmektedir ve hastalığın dünyada 60’tan fazla ülkede görüldüğü bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994; Sartorato, 2002).

Köşeli yaprak leke hastalığı özellikle ılık, nemli koşullara sahip bölgelerde inokulum kaynağının yoğun olması durumunda yıkıcı olmaktadır. Çevresel koşulların uygun olması halinde hastalığın fasulye veriminde %70 oranında eksilişe sebep olabildiği bildirilmiştir (Sartorato, 2002).

Fasulyenin toprak üstü kısmında görülen antraknoz hastalığı, eşeyli dönemi Glomerella lindemuthiana Shear olan, eşeysiz dönemi Colletotrichum lindemuthianum (Sacc.&Magnus) ismini alan bir fungus tarafından meydana getirilmektedir. Hastalığın tüm dünyada yaygın olduğu, fakat tropik alanlarda çok daha büyük verim kayıplarına yol açtığı bildirilmektedir. Hastalık sebebiyle oluşan ürün kaybının; bulaşık tohumların ekilmesi ve hastalık gelişimi için uygun koşulların bulunduğu durumlarda % 100’e ulaşabildiği bildirilmiştir (Schwartz, 1994).

Antraknoz hastalığının gelişimi, 13-26 °C sıcaklıklarda olmakla birlikte en iyi 17 °C sıcaklıkta gerçekleşir. Konidi çimlenmesi, inkübasyon ve sporulasyon gibi tüm gelişme dönemlerinin tamamlanması için orantılı nemin % 92’den yüksek olması gerekmektedir. Düzenli aralıklarla görülen hafif yağışlar ile özellikle rüzgar veya şiddetli yağışların buna eşlik etmesi durumunda şiddetli epidemilerin görülmesi muhtemeldir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Schwartz, 1994).

Antraknoz hastalığına karşı dayanıklılıkları ortaya konmuş çeşitlerin bulunduğu, bununla birlikte, etmenin izolatlarının patojenik açıdan çok büyük farklılıklar gösterdiği bildirilmiştir (Schwartz, 1994).

Fasulyenin toprak üstü kısmında görülen Ascochyta yaprak lekesi hastalığı Phoma exigua var. exigua Sutton&Watterson tarafından meydana getirilmektedir

(18)

Latin Amerika, batı Avrupa, doğu Afrika, Avustralya ve ABD’de hastalık görülmektedir. Hastalığın sadece serin ve nemli bölgeler için ekonomik öneme sahip olduğu ve bazı durumlarda % 40’ı aşan verim kayıplarına sebep olabildiği bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Schwartz, 1994).

Fasulyede küllü gövde yanıklığı veya kömür çürüklüğü hastalığına Macrophomina phaseolina (Tassi) Goidonich isimli fungus sebep olmaktadır. Dünyanın birçok bölgesi için ekonomik öneme sahip bir hastalıktır. Özellikle ılıman bölgelerde daha çok önemlidir. Hastalık sıklıkla Doğu ABD, Karayipler ve Amerika’nın merkezi ve doğusu için büyük bir problemdir. Hastalık, 1905 yılından bu yana bilinmektedir, fakat günümüze kadar hastalığa karşı etkin bir mücadele yöntemi geliştirilememiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Hagedorn, 1994).

Macrophomina phaseolina tohumlara ve toprağa bulaşır. Hastalık, bulaşık toprakla taşınabilir (tarım aletleri, sulama suyu, hayvanlar ve rüzgar ile taşınan toprakla). Fungus kışı; bulaşık topraktaki bitki artıklarında veya tohumlarda sklerot veya piknidyum olarak geçirir. Fungus hemen tohum kabuğu altında bulunabilir. Etmenin fasulye tohumlarında ve topraktaki bitki artıklarında canlılığını sürdürebilme yeteneğini ortaya koymak için yapılan bir çalışmada laboratuar koşullarında suni olarak etmenle bulaştırılan tohumların sterilize edilmeleri veya 6 ay süre ile tutulmaları sonucunda tohumların bulaşıklıkları % 50 azaldığı saptanmış, hastalık belirtisi göstermeyen bitkilerden alınan tohumlarda %2.5, şiddetli biçimde hastalık belirtisi gösteren bitkilerden alınan tohumlarda ise %13.5 oranında bulaşıklık saptanmıştır. Ayrıca etmenin tarla toprağı içindeki sklerotlarının yaşam sürelerini ortaya koymak için yapılan tarla çalışmalarında 21 ay süreyle tarla toprağındaki bitki artıklarında bekletilen sklerotların %30’a yakınının canlılığını sürdürebildikleri saptanmıştır (Songa ve Hillocks, 1998).

Kaliforniya’da yapılan gözlemler, fasulye küllü gövde yanıklığı hastalığının tarlada, günlük ortalama 27 °C ve üzerindeki sıcaklık koşullarının devam etmesi durumunda geliştiğini ortaya koymuştur (Hagedorn, 1994).

Sera çalışmaları da patojenin yüksek sıcaklık gereksinimini doğrulamıştır. Toprağın 2.5 cm üzerindeki sıcaklığın 22-27°C olması durumunda hastalığın gelişemediği, fakat 35-42°C sıcaklığın olduğu yerlerde çok iyi bir şekilde geliştiği bildirilmektedir. Olağan toprak nemi koşulları hastalığın başlamasına ve gelişmesine

(19)

izin verir. Fakat yüksek nem, konidyumların hava ile yayılması sayesinde enfeksiyona yardımcı olur (Hagedorn ve Inglis, 1986; Hagedorn, 1994).

Fasulyenin yapraklarında Chaetoseptoria wellmanii Stevenson isimli fungusun sebep olduğu Chaetoseptoria yaprak lekesi hastalığının; Meksika, Panama, Amerika kıtasının merkezi, Venezuela ve Batı Hindistan’da görüldüğü ve bitkinin tüm yapraklarının dökülmesine sebep olarak % 50’ye varan verim kayıplarına sebep olduğu bildirilmiştir (Schwartz, 1994) .

Phytophthora nicotianae Breda de Haan var. parasitica (Dastur) G.M.Waterhouse ve P. phaseoli Thaxt. isimli fungusların sebep olduğu Mildiyö hastalığının fasulye bitkisinin tüm toprak üstü kısımlarını etkileyebildiği, hastalığın Amerika’nın merkezi ve güneyinde ve Batı Hindistan’da görüldüğü ve hastalık sebebiyle bitkilerde nadiren ekonomik önemde verim kaybına saptandığı bildirilmiştir (Holliday, 1980; Schwartz, 1994).

Fasulyede Fusarium solgunluğu hastalığına Fusarium oxysporum Schlechtend.:Fr. f.sp. phaseoli J.B.Kendrick&W.C. Synder isimli fungus sebep olduğu, etmenin en az iki adet patojen ırkının tespit edildiği, bunlardan birisinin Avrupa ve Kuzey Amerika’da, diğerinin ise Brezilya’da görüldüğü bildirilmektedir (Hagedorn, 1994). Hastalık kuru fasulyelerde ilk olarak, 1929 yılında Kaliforniya’da saptanmıştır (Harter, 1929). Bu tarihten bu yana etmen; ABD, Amerika kıtasının güneyi ve iç bölgelerinde Brezilya ve Avrupa’da önemli bir patojen halini almıştır (Cross ve ark., 2000).

Cross ve ark. (2000), Salgado ve ark. (1995)’na atfen, fasulye üretiminde Fusarium solgunluğu hastalığının ABD’de en az %10 oranında verim kaybına sebep olduğunu bildirmiştirler.

Cramer ve ark. (2003) ise ABD’de uygun çevresel koşullar altında Fusarium solgunluğu sebebiyle fasulyede görülen verim kaybının %30’a yakın olduğunu bildirmektedirler.

Fusarium solgunluğu hastalığı nedeniyle İspanya fasulye üretim alanlarında %50 oranında verim kayıplarının ortaya çıktığı bildirilmiştir (Diaz-Minguez ve ark., 1996).

Fusarium oxysporum f.sp. phaseoli’nin toprak ve tohum kaynaklı bir patojen olduğu, bitkileri daha çok kök ve hipokotillerdeki yaralardan enfekte ettiği, iletim

(20)

demetleri boyunca gelişerek, iletim demetlerini tıkamasıyla yaprakların solmasına ve dökülmesine sebep olduğu bildirilmektedir. Hastalığın en iyi olarak 20 °C sıcaklıkta geliştiği ve aşırı toprak neminin, hastalığın gelişimi için gerekli olmadığı, ancak hastalık şiddetini etkileyebildiği belirtilmiştir (Hagedorn, 1994).

Tüm dünyada yaygın olan ve fasulye bitkisinin tüm toprak üstü aksamını hastalandırabilen külleme hastalığına Erysiphe polygoni D.C. isimli bir fungusun sebep olduğu ve patojenin, nadiren yaygın bir zarara yol açtığı, bununla birlikte çiçeklenmeden önce hastalığın görüldüğü Kolombiya’da %17-69 oranında verim kaybına sebep olduğu bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Schwartz, 1994). Fasulyenin bir başka önemli toprak üstü aksamı hastalığı olan Fasulye pası hastalığının, tüm dünyada görülmesine karşın nemli tropik ve subtropik bölgelerde daha sık olarak görüldüğü, hastalığa Uromyces appendiculatus (Pers.:Pers) Urger isimli Basidiomycotina üyesi bir fungusun sebep olduğu ve hastalık sebebiyle verimdeki azalışın, enfeksiyon zamanı ve şiddetine bağlı olarak %100’e kadar çıkabildiği bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Stavely, 1994).

Fasulyede Beyaz çürüklük hastalığına Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) de Barry isimli bir fungus sebep olmaktadır ve hastalık tarladaki fasulyenin tüm toprak üstü organlarını etkileyebilmektedir. Hastalık, aynı zamanda yeşil fasulyeyi nakliyat ve depolama sırasında etkileyebilir. Hastalık ılık, nemli tropik bölgeler dışında, dünyadaki fasulye yetiştirilen bölgelerin tamamında görülür ve genellikle yüksek miktarlarda zararlanmalara sebep olur. Verim kaybı % 100’e ulaşabilir. Hastalık epidemiyolojisinde önemli bir yere sahip olan sklerotların toprakta 5 yıl ya da daha uzun süre canlı kalabildikleri bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Hall ve Steadman, 1994).

Türkiye fasulye üretim alanlarında ciddi düzeyde kalite ve verim azalışına sebep olan bakteriyel kaynaklı hastalıklar hale yanıklığı hastalığı ile adi yanıklık hastalığıdır (Demir ve Gündoğdu, 1994).

Fasulyelerde Xanthomonas campestris pv. phaseoli Smith (Dowson) isimli bakterinin sebep olduğu bakteriyel adi yanıklık hastalığı, dünyadaki fasulye üretim alanlarının büyük bir kısmında görülen ve fasulyenin yaprak ve kapsüllerini etkileyen önemli hastalıklarından birisidir. Ilık ve nemli hava koşulların uzun süre hakim olduğu bölgelerde, hastalık yüksek derecelerde yıkıcı olabilmektedir ve hem

(21)

üründe verim kaybına hem de tohumluk kalitesinin düşmesine sebep olmaktadır. Adi yanıklık tipik olarak, hastalıkla bulaşık tohumların ekilmesi, daha önce hastalık görülen tarlada fasulye üremi yapılması ve sıcak ve nemli hava koşullarının sürekli olması durumunda ortaya çıkmaktadır. Araştırıcılar hastalık sebebiyle fasulye veriminin % 10-45 oranlarında azaldığını bildirmiştirler (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994).

Saettler (1989), hastalıkla kimyasal mücadelede sınırlı bir başarı elde edildiğini bildirmiştir. Yine aynı araştırıcı, hastalıkla mücadelede temiz tohumluk kullanımı, ürün münavebesini yapılması ve dayanıklı varyetelerin kullanılmasının gerektiğini bildirmiştir.

Dursun ve ark. (2002), Schuster ve Coyne (1981)’e atfen, ABD’de bakteriyel adi yanıklığı hastalığıyla mücadelede bakteriden ari tohumluk kullanımı, ürün münavebesi yapılması ve bulaşık ürünün toprağa karıştırılması gibi uygulamalardan başarılı bir şekilde faydalanıldığını bildirmiştirler.

Türkiye’de yetiştirilen kuru fasulye genotiplerinin, bakteriyel adi yanıklığına karşı dayanıklılık durumlarını ortaya koymak için yapılan bir çalışmada, çalışılan 22 genotipten sadece bir tanesinin (AG-7117) hastalığa karşı dayanıklı olduğu bildirilmiştir (Dursun ve ark., 2002).

Fasulyelerde Pseudomonas syringae pv. phaseolicola (Burkholder) Young et al. isimli bir bakterinin sebep olduğu bakteriyel hale yanıklığı hastalığının, fasulyenin yaprak ve kapsüllerinde zararlı olduğu ve tüm dünyada görülen bu hastalığın, özellikle ılıman bölgelerde yıkıcı zararlar meydana getirebildiği bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994).

Ertuğrul ve Güven (1998), Epton ve Deverall (1965), Guthrie ve Fenwick (1967) ve Patel ve Walker (1965) adlı araştırıcılara atfen, Pseudomonas syringae pv. Phaseolicola’nın ABD ve İngiltere’de 1 ve 2 nolu ırklarının bulunduğunu; (Anonymous, 1986)’ya atfen üçüncü bir ırkın CIAT (Centro International de Agricultural Tropical) tarafından yürütülen çalışmalar sonucu ortaya konduğunu bildirmiştirler.

Karaca (1977), hale yanıklığı hastalığının Türkiye’de ilk kez Karadeniz bölgesi ve Bursa yöresinde saptandığını bildirmektedir. Hastalığın aynı zamanda

(22)

Niğde, Nevşehir, Afyon ve Eskişehir yörelerinde %50’ye yaklaşan oranlarda verim kayıplarına neden olduğu bildirilmiştir (Benlioğlu ve Özakman, 1991).

Bulaşık tohumluk ve hastalıklı bitki artıkları etmenin inokulum kaynaklarıdır. Bakteri, bulaşık bitki artığından sağlıklı bitkilere yağmur damlalarının sıçraması veya toprak partiküllerinin rüzgarla taşınması ile bulaşır. Patojen bitkiye; yüksek nem koşullarında veya bitki yüzeyinde serbest su bulunduğu durumlarda, stoma ve hidatod gibi doğal açıklıklardan veya doğrudan yaralardan giriş yapabilir. Hale yanıklığı hastalığının düşük sıcaklıklarda daha iyi geliştiği düşünülmektedir. 18-22 °C sıcaklıklarda epidemi gerçekleştirme riski daha fazladır (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994).

Kahverengi leke hastalığına Pseudomonas syringae pv. syringae van Hall isimli bir bakteri sebep olmaktadır. Hastalık tüm dünyada görülen ve fasulyede ekonomik düzeyde öneme sahip olan bir hastalıktır. Etmenin konukçu dizini oldukça geniştir. Buna karşın, sadece fasulyeden izole edilen izolatların, fasulyede yüksek derece patojen oldukları bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994). Yapılan bir çalışmada, 16 farklı konukçudan alınan 81 adet Pseudomonas syringae pv. syringae izolatının leylak bitkileri, fasulye kapsülleri ve armut fidanları üzerindeki patojenisiteleri ortaya konulmuştur. Fasulye kapsülleri üzerinde, fasulyeden alınan izolatların tamamının ve diğer 52 strainin ise sadece 8 tanesinin tipik yeşil-sulu lezyonları meydana getirdiği görülmüştür. Bu çalışma bize patojenin strainleri arasında patojenik aktivite yönünden önemli farklılıklar olduğunu ve özellikle fasulye için konukçuya özelleşme durumu bulunduğunu göstermiştir (Yessad-Carreau ve ark., 1994).

Güney Afrika’da, 1992 yılı fasulye üretim sezonunda yapılan bir sürvey çalışmasında bakteriyel kahverengi leke hastalığı sebebiyle üründeki kaybın %55 oranında olduğu saptanmıştır (Serfontein, 1994).

Tütün bitkisinde vahşi ateş hastalığına sebep olan Pseudomonas syringae pv. tabaci (Wolf&Foster) Young et al. isimli bakterinin, Brezilya’da fasulyede de vahşi ateş hastalığına sebep olduğu bildirilmiştir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Saettler, 1994).

Fasulyede görülen virüs hastalıkları yıkıcı olabilmektedirler. Bunlardan bir kısmının tohum kaynaklı olmalarıyla birlikte büyük bir kısmı böceklerle

(23)

yayılmaktadırlar. Netice olarak, fasulyede görülen virüs hastalıkları vektör böcekler için uygun olan ılık, kuru iklime sahip koşullarda daha fazla şiddetli olmaktadır. Bu sebeple, vektörlerle mücadele, hastalıkla mücadele anlamına gelmektedir (Silbernagel, 1994).

Fasulyede görülen virüs hastalıkları taşınma şekillerine göre Provvidenti (1994) tarafından 6 gruba ayrılmıştır. Buna göre, afitlerle taşınan 13 adet, böceklerle taşınan 6 adet, yaprak pireleri ile taşınan 2 adet, nematodlar ile taşınan 2 adet, beyazsineklerle taşınan 4 adet ve 3 adet de vektörü belirlenmemiş virüsün fasulye bitkisinde patojen olduğu bildirilmiştir.

Fasulye adi mozayik virüsünün oluşturduğu hastalık, hemen hemen dünyanın tüm fasulye üretim alanlarında görülebilen bir hastalıktır. Üründeki verim kaybı, varyete ve enfeksiyon zamanına bağlı olarak % 6-98 arasında ortaya çıkmaktadır. Hastalık etmeni özellikle tohum ve afitlerle taşınabilmektedir.(Drijfhout ve Bos, 1977; Hagedorn ve Inglis, 1986; Drijfhout, 1994).

Drijfhout (1994), BCMV’nün, 10 farklı straini (pathovarı)’nin teşhis edildiği bildirmektedir. Yine aynı araştırıcı, fasulyelerde BCMV’ne dayanıklılık sağlayan I geninin bazı fasulye varyetelerinde var olduğunu, IVT 7214 ile IVT 7233 ıslah hatlarının etmenin 10 strainine de dayanıklı olduğunu bildirmiştir.

Sengooba ve ark. (1997), Spence ve Walkey (1995)’e atfen, BCMV’nün sebep olduğu hastalığın, dünyanın fasulye yetiştirilen tüm bölgelerin için önemli olduğunu ve bu hastalıklar sebebiyle Afrika’nın merkezi, doğusu ve batısında şiddetli verim kayıplarının ortaya çıktığını bildirmiştirler.

Fasulye üretimi için önemli olan başka bir virüs hastalığı Fasulye tepe kıvırcıklığı virüsü (BCTV)’nün meydana getirdiği hastalıktır. Hastalık en çok ABD’nin batısı ve Kanada’da görülmektedir. Özellikle kuru fasulyedeki verim kaybı yıldan yıla değişiklik göstermektedir fakat şiddetli de olabilmektedir. Etmen tohum kaynaklı değildir, pancar yaprak piresi (Circulifer tenellus) ile taşınır (Hagedorn ve Inglis, 1986; Silbernagel, 1994).

Hastalığa karşı dayanıklı birkaç tane fasulye varyetesi mevcuttur. Ancak bunlardan bazıları yüksek sıcaklık koşullarında dayanıklılıklarını kaybetmektedirler (Hagedorn ve Inglis, 1986; Silbernagel, 1994).

(24)

Fasulye altın mozayik virüsü (BGMV)’nün fasulyelerde meydana getirdiği hastalık Brezilya, El Salvador, Jamaika ve Guatemala’da büyük öneme sahiptir. Üründeki verim kaybı virüs strainine, varyeteye ve enfeksiyon zamanındaki bitki yaşına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Enfeksiyon bitkinin genç dönemlerinde gerçekleşirse verim kaybı %100’e yaklaşabilir. Enfeksiyon ekimden 3 hafta sonra olursa %50 veya daha fazla, 5 hafta sonra %25’ten az verim kaybına sebep olduğu bildirilmiştir (Haber, Maxwell ve Gilbertson, 1994).

BGMV, Tütün beyazsineği ile yayılmaktadır. En az 13 bitki türünün bu virusun konukçusu olduğu bilinmektedir. Tohumla taşınma bilinmemektedir. Etmenin mekanik olarak taşınmasının başarılı olabilmesi için ılık sıcaklıklar (24-30°C) gerekmektedir. Etmenin vektörü de 28°C civarındaki sıcaklıklarda çok etkili olmaktadır (Hagedorn ve Inglis, 1986; Haber, Maxwell ve Gilbertson, 1994).

Fasulye sarı mozayik virüsü (BYMV) tüm dünyada yaygındır. Virüsün bir tarladaki bitkilerin neredeyse tamamını etkileyerek, üründe %30-40 verim kaybına sebep olduğu bildirilmiştir (Provvidenti, 1994).

BCMV’nin aksine BYMV tohum ile taşınmaz. Bununla birlikte etmen mekanik olarak ve afit vektörleriyle diğer konukçularından fasulyeye kolayca taşınır. Sıcaklık ve nem koşulları afit vektörlerinin etkinliği açısından önemlidir (Hagedorn ve Inglis, 1986; Provvidenti, 1994).

Mikoplazma kaynaklı bir hastalık olan cadı süpürgesi hastalığı, Japonya’da yaygındır. Hasta bitkilerde kloroz, bileşik yaprak boyutlarında küçülme, sürgünlerde aşırı çoğalma ve çiçek organlarında phyllody (yaprak şeklini alması, yeşillenmesi) belirtileri görülür. Hastalık belirtileri vektör yaprak piresinin (Orosius orientalis) beslenmesinden 1 ay sonra görülür. Mücadelesi ve biyolojisi ile ilgili olarak çok az bilgi bulunmaktadır (Hall, 1994).

Mikoplazma kaynaklı başka bir fasulye hastalığı olan machismo hastalığı Kolombiya’da 1981’den bu yana görülmektedir. Hastalığın, 1981-1985 yılları arasındaki yaygınlığının % 1’den daha az olduğu bildirilmiştir. (Hall, 1994).

(25)

3. MATERYAL VE METOD

3.1.Materyal

3.1.1.Bitki Materyali

Çalışmanın ana materyalini 2006 yılında Konya ili ve çevresindeki fasulye ekim alanlarında yetiştirilen hastalıklı fasulye bitkileri oluşturmaktadır.

3.1.2.Survey Alanı

Çalışmanın survey alanını, Konya Tarım İl Müdürlüğünün 2005 yılı fasulye ekim alanları verilerine göre 1000 ha’ın üzerinde ekim alanına sahip, Konya ilinin bazı ilçeleri oluşturmaktadır (Çizelge 3.1) (Şekil 3.1)

Şekil 3.1. Sürvey alanı (1, 2, 3, 4, 5). 1

2 3 4

(26)

Çizelge 3.1. Konya ve ilçelerine ait fasulye ekim alanı ve üretim miktarları (Anonim, 2005). İlçe Adı Ekilen Alan (Hektar) Hasat Edilen Alan (Hektar) Verim (Kğ/Hektar) Kaldırılan Ürün Miktarı (Ton) Karatay 650 650 2.450 1.592 Meram 750 750 2.150 1.612 Selçuklu 80 80 2.100 168 Ahırlı 0 0 0 0 Akören 70 70 1.600 112 Akşehir 689 689 900 620 Altınekin 2.100 2.100 2.500 5.250 Beyşehir 360 360 1.200 432 Bozkır 30 25 1.500 38 Cihanbeyli 30 30 2.500 75 Çeltik 50 50 1.800 90 Çumra 4.500 4.500 2.500 11.250 Derbent 400 400 2.200 880 Derebucak 0 0 0 0 Doğanhisar 710 710 1.100 780 Emirgazi 0 0 0 0 Ereğli 985 985 2.000 1.970 Güneysınır 150 150 4.000 600 Hadim 10 10 900 9 Halkapınar 0 0 0 0 Hüyük 30 30 1.500 45 Ilgın 1.400 1.400 900 1.260 Kadınhanı 100 100 3.000 300 Karapınar 400 400 1.700 680 Kulu 0 0 0 0 Sarayönü 100 100 2.000 200 Seydişehir 100 100 2.000 200 Taşkent 10 10 3.000 30 Tuzlukçu 0 0 0 0 Yalıhüyük 0 0 0 0 Yunak 500 500 3.000 1.500 TOPLAM 14.204 14.199 29.693

Şekil 3.1’de görülen sürvey alanında Konya ili sınırları içerisinde bulunan Çumra ilçesinin 2005 yılı verilerine göre 4500 ha.’lık ekim alanıyla, toplam ekim alanlarının % 31,7’sini oluşturmaktadır. Altınekin ilçesi 2100 ha., merkez ilçeleri (Karatay, Meram , Selçuklu) 1480 ha., Ilgın ilçesi 1400 ha. ve Ereğli ilçesi 985

(27)

ha.’lık ekim alanlarına sahiptirler. Şekil 3.1’de görülen, sürveyin gerçekleştirildiği ilçelerin ekim alanlarının toplamı, Konya ili fasulye ekim alanlarının % 73,7’sini oluşturmaktadır.

3.1.3.Çalışmada Kullanılan Kimyasallar ve Çeşitli Laboratuar Malzemeleri Surveyin gerçekleştirildiği ekim alanlarından getirilen, hastalıklı fasulye bitkilerinden patojen mikroorganizmaların izolasyonu ve tanılanmaları için çeşitli laboratuar malzemeleri (petri kabı, beher, erlen, cam baget, lam, lamel, lam kutusu, cam tüp, pipet, piset, lam, lamel), kimyasallar (alkol, streptomisin sülfat, sodyum hipoklorit) ve patojen mikroorganizmaları kültüre almak için çeşitli besiyerleri (Patates Dekstroz Agar-PDA, Sakkaroz Nutrient Agar-SNA, Nutrient Broth Glikoz Agar-NGA, King-B) kullanılmıştır. Patojenisite testinde kullanılan patojenleri ise, hasta bitki kısımlarından izole edilen funguslar oluşturmaktadır.

Enfekteli fasulye köklerinden fungal mikroorganizmaların izolasyonu ve koloni gelişimlerinin sağlanması için çeşitli kimyasallar kullanılmıştır. Enfekteli köklerden fungal etmenlerin izolasyonu için Patates Dekstroz Agar (PDA) kullanılmıştır. Kullanılan besiyerinin içeriği şöyledir;

• Potato Extract 4,0 gr • D(+) glikoz 20,0 gr • Agar-agar(Merk) 15,0 gr • Destile Su 1000,0 ml

• pH 5,6

Enfekteli fasulye bitkisi kısımlarından, bakteriyel mikroorganizmaların izolasyonu ve koloni gelişimlerinin sağlanması için çeşitli kimyasallar kullanılmıştır. Enfekteli bitki kısımlarından bakteriyel etmenlerin izolasyonu için Nutrient Agar-NA, King-B ve MSP besiyerleri kullanılmıştır. Kullanılan besiyerlerinin içerikleri şöyledir;

(28)

Nutrient Agar (NA)

Beef extract % 0,1 (W/V) Yeast extract (oxoid) % 0,2 Bakteriyolojik pepton % 0,5 NaCl % 0,5 Agar % 1,5 pH 7,2-7,4. King-B Gram/Litre Proteose peptone (Difco no.3)

Veya oxoid 20,0 K2HPO4.3H2O 1,5 MgSO4.7H2O 1,5 Agar 15,0 Destile su 1000 ml Glycerol 10 gr pH 7,2. MSP Gram/Litre Sukroz 20,00 Peptone 5,0 K2HPO4 0,5 MgSO4.7H2O 25,0 Agar 20,0

Bu besiyerleri otoklavda 121 °C de 15 dakika boyunca sterilize edilip, sterilize edilen besiyerleri 55 °C’ye kadar soğumaya bırakılmıştır. Daha sonra (PDA için), bakteri gelişimini engellemek amacıyla önceden hazırlanan antibiyotikli solüsyon besiyerine ilave edilmiştir. 750 ml steril destile suya 1 gr Streptomycine

(29)

sulfate ilave edilerek hazırlanan antibiyotikli solüsyondan her bir 100 ml’lik steril besiyeri için 10 ml eklenmiştir (Johnston ve Booth,1983).

Bitki kısımlarından, fungal mikroorganizmaların izolasyonu için doku parçaları yüzeysel sterilizasyona tabi tutulmuştur. Bunun amaçla % 1’lik sodyum hipoklorit (NaOH) solüsyonu kullanılmıştır. Çalışma yaptığımız ortamın ve kullandığımız bazı malzemelerin yüzeysel sterilizasyonu için de % 70’lik Etil Alkol kullanılmıştır.

3.2.Metod

3.2.1.Sürvey Çalışmaları

Sürveyin yapılacağı alan fasulye tarımının yoğun olarak yapıldığı ve tüm Konya ve yöresini temsil edecek şekilde belirlenmiştir. Sürvey çalışmaları, Konya merkez ilçeleri (Karatay, Selçuklu ve Meram), Çumra, Altınekin, Ilgın ve Ereğli ilçelerindeki fasulye ekim alanlarında gerçekleştirilmiştir. Söz konusu her ilçede ekim alanının en az % 1’inde olacak şekilde örnekleme yapılmıştır. Buna göre yaklaşık örnekleme alanı; Çumra’da 450 da., Altınekin’de 210 da., Ilgın’da 140 da., Merkez ilçelerde 150 da. ve Ereğli ilçesinde 100 da. olarak tespit edilmiştir. Bu ilçelerdeki fasulye ekiliş alanları, incelenen tarla sayıları ve incelenen toprak alanı Çizelge 3.2’ de verilmiştir.

Çizelge 3.2. İlçelere ve tarla büyüklüklerine göre incelenen tarla sayıları.

İncelenen

İlçe Ekiliş Alanı (ha.) Tarla Sayısı Ekiliş Alanı (da.)

Merkez 1480 14 186

Çumra 4500 15 517,5

Altınekin 2100 14 386

Ilgın 1400 14 157

(30)

Bu çalışmada sürvey 2006 yılı üretim sezonunda; fasulyenin fide, çiçek ve bakla olgunluk gelişme dönemleri olmak üzere toplam 3 aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci sürvey, fasulye fidelerinin toprak yüzeyine çıkışı ile 2 gerçek yaprak dönemine kadar geçen zaman periyodunda (Haziran ayının ilk haftası), ikinci sürvey bitkilerde ilk çiçeklerin görüldüğü dönemde (Temmuz ayının 2. haftası) ve üçüncü ve son sürvey bitkilerde kapsül ve bakla oluşumu görüldüğü gelişme döneminde (Ağustos ayının 3. haftası) gerçekleştirilmiştir.

Tarla sürveylerinde, sayım yapılacak tarlada kontrol edilecek bitki sayısı, incelenecek tarlanın büyüklüğüne göre Çizelge 3.3’deki gibi belirlenmiştir.

Çizelge 3.3. İncelenecek tarlanın büyüklüğüne göre, kontrol edilen bitki sayısı.

Tarlanın Alanı (da.) Kontrol Edilen Bitki Sayısı

1-5 25 6-10 50 11-50 100 51-100 150

Sürveyler, sayım yapılacak tarlaya köşegenleri doğrultusunda girilerek, daha önce tarlanın büyüklüğüne göre belirlenen sayıdaki fasulye bitkilerinin makroskobik olarak incelenmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Fide sürveyinde, çökerten belirtisi gösteren, ölmüş veya ölmek üzere olan fideler, diğer iki sürveyde ise sararmış, solmuş, özellikle bakteriyel yanıklık hastalıkları için kapsül ve yapraklarında hastalığa özgü belirtileri gösteren ve kurumak üzere olan bitkiler, mozayik belirtisi gösteren bitkiler hastalıklı olarak değerlendirilmiştir. Yine, tüm sürveylerde bitkiler, besin maddesi eksikliği veya toksisitesi belirtisi göstermeleri durumlarına göre incelenmişlerdir.

Sürvey çalışmaları sırasında önce her bir tarla, sonra her bir ilçe ve daha sonra da ile ait, hastalık yaygınlık oranı ve hastalıkla bulaşık bitki oranı değerleri, tartılı ortalamaya göre tespit edilmiştir (Bora ve Karaca, 1970).

(31)

3.2.2. Laboratuar Çalışmaları

3.2.2.1 Fasulye Bitki Kısımlarının Mikroskobik Olarak İncelenmesi

Survey çalışmalarında tarlalardan alınan hastalıklı fasulye bitkileri polyethylen torbalar içerisine konulup, etiketlenerek laboratuara getirilmişlerdir. Laboratuvara getirilen örnekler önce musluk suyu altında yıkanmışlardır. Yıkanan örnekler kurutma kağıtları üzerine serilerek kurumaları sağlanmıştır. Daha sonra örnekler stereo binoküler mikroskop altında incelenerek bitki kısımları ve özellikle kökler üzerinde fungal yapılar (miselyum, spor, sklerot, furiktifikasyon organı v.b.) gözlenmeye çalışılmıştır. Gözlenen fungal yapılar, bir lam üzerine alınıp, üzerine bir damla steril destile su damlatılıp, lamel kapatıldıktan sonra mikroskop altında farklı büyütme gücüne sahip objektifler kullanılarak incelenmiştir. Mikroskobik gözlemler neticesinde bitki kısımlarında herhangi fungal yapıya rastlanılmayan fasulye bitkilerinin hastalıklı kısımlarından kesitler alınarak fungal izolasyonlar yapılmıştır.

3.2.2.2. Hastalıklı Bitki Kısımlarından Bakteriyel Etmenlerin İzolasyonu 3.2.2.2.1.Yapraktan izolasyon

Hastalık belirtisi gösteren fasulye yaprakları çeşme suyu altında yıkandıktan sonra, steril kurutma kağıtları üzerinde kurutulmuştur. Daha sonra bu yapraklardan, hastalıklı ve hastalıksız kısmı birlikte içerecek şekilde, steril bir bistüri ile parçalar alınarak, 3 farklı beherde bulunan steril saf suda durulanmıştır.

Kesilen hastalıklı yaprak parçaları, steril bir havan içerisinde, içerisine bir miktar steril saf su eklenerek, ezilmek suretiyle süspansiyon haline getirilmiştir. Daha sonra bu süspansiyondan steril öze vasıtasıyla, petrilere ekim yapılmıştır.

3.2.2.2.2.Saptan izolasyon

Hastalıklı bitki sapı önce çeşme suyu ile temizlenerek kaba pisliklerinden arındırılmıştır. Steril kurutma kağıtları üzerinde kurutulan bitki saplarından, steril

(32)

kabin içerisinde birkaç mm boyutlarında parçalar alınarak, % 6’lık peptonlu su içerisinde 30 dakika bekletilmiştir. Daha sonra, elde edilen bu süspansiyonların 10 4-107 derişimlerinde seyreltmeleri yapılarak, bu yoğunluklardaki bakteri süspansiyonlarından, steril drigalski spatülü yardımıyla, petrilerdeki besi yerlerine ekim yapılmıştır (Saygılı ve ark., 2006).

3.2.2.2.3.Elde Edilen Bakterilerin Saflaştırılması

Yukarıda anlatılan izolasyon şekillerinde petrilere ekim yapıldıktan sonra, bu petriler, 24-27 °C sıcaklıklara ayarlı olan inkübatörde inkübe edilmişlerdir. İnkübatöre koyulan petriler, bakteriyel kolonilerin gözlenmesi için günlük olarak kontrol edilmişlerdir. Petrilere ekimden, 24-48 saat sonra petrilerde yoğun bakteriyel koloni gelişimi gözlenmiştir. Fitopatojen olduğundan şüphelenilen kolonilerden saf kültür elde etmek amacıyla, steril öze vasıtasıyla besi yerlerine çizgi ekimleri gerçekleştirilmiştir. İlk ekim sonucu tek tek koloni gelişimi sağlanmamışsa, tekrar çizgi ekim yapılmıştır. Saflaştırılan kültürler, daha sonra genus teşhisleri yapılmak üzere % 15’lik gliserol çözeltisi içerisinde derin dondurucuya koyulmuştur (Saygılı ve ark., 2006).

3.2.2.2.4.Elde Edilen Bakterilerin Teşhisleri

Yukarıda anlatıldığı gibi saf olarak besiyerlerine izole edilen izolatların genus düyezinde teşhislerinin yapılabilmesi için Çizelge 3.4’te verilen biyokimyasal testler uygulanmıştır (Saygılı ve ark., 2006).

(33)

Çizelge 3.4. Biyokimyasal testlere verdiklere tepki yönünden bakteri genusları.

a: Pantoea citrea türleri ve P. agglomerans’ın bazı soyları genellikle beyazdır. b: Sporlu Clostridia hücreleri şişkindir, buna karşın Bacilli hücreleri şişkin değildir. c: Xanthomonas cassavae kolonileri ve X. campestris’in iki pathovarı beyazdır.

Genus düzeyinde teşhis edilen izolatlar, tür teşhislerinin yapılabilmesi amacıyla LOPAT testlerine tabi tutulmuşlardır. Aşağıda LOPAT testleri kısaca açıklanmaktadır.

a)Levan oluşumu

% 5 sukroz içeren nutrient agar ortamına çizgi şeklinde ekim yapılır. 3-5 günlük inkübasyondan sonra pozitif reaksiyon verenler beyaz mukoid, tümsek şeklinde koloni oluşturur.

b)Oksidaz testi

% 1 oranında glukoz içeren nutrient agar besiyerinde gelişen 24-48 saatlik kolonilerden, öze ile bir miktar alınır ve filtre kağıdı üzerine damlatılan % 1’lik Tetra methyl-p-phenylendiamine dihydrochloride (Sigma)’e iyice sürülür. Bu işlemin çok kısa sürede yapılması gereklidir. Bu işlemin sonucunda bakteri solüsyon karışımı;

(34)

60 saniye sonra maviye dönüşürse geç pozitif, 60 saniye sonra maviye dönüşmezse Negatif olarak değerlendirilir.

c)Patatesin pektolize olması

Pektolitik Erwinia ve Pseudomonas bakterilerin ayırımında bu testten yararlanılır. Aşağıdaki işlemler yapılır:

-Bu testte kullanılacak patatesler taze ve hastalıklı olmamalıdır. Önce patatesler soyulur ve %70’lik alkole batırılır ve hafif alevden geçirilir.

-Yüzeysel sterilize edilen patatesler steril bir bıçakla 7-8 mm kalınlığında dilimlere ayrılır, her dilim steril bir etriye konur. Bu dilimlerin ortası hafifçe oyulur ve dilimlerin yarı yüksekliğine kadar steril su konur.

-Bir gün önce eğik agara aşılanmış bakteri kültüründen öze ile alınarak, dilimde açılan çukura ekilir. Petri kapatılarak normal oda sıcaklığında bekletilir.

-Üç gün sonra kontrol edilir ve şu şekilde değerlendirilir.

-Bakteri aşılanan patates dilimi, serttir ve iğne şeklindeki öze batırıldığında kolayca batmaz, bu sonuç negatif olarak değerlendirilir.

-İğne kolaylıkla batar, dilimde bir yumuşama, hafif pis koku ve suda sararma oluşur. Bu durum pozitif olarak değerlendirilir.

d)Arginine dihydrolase testi

Bu testte Thornley 2A besiyeri kullanılmaktadır. İçeriği aşağıdaki gibidir:

Peptone (Difco) 1g NaCl 5g K2HPO4 0.3g Agar 3g Phenol red 0.01g L+HCL Arginine 10g Damıtık su 1000ml

Verilen miktarlar tartılıp, agar dışında erlende eritilir ve pH değeri 7.2’ye ayarlanır. Sonra agar üzerine dökülerek eritilir ve tüplere 3 ml konur, tüpler otoklavda sterilize edilir. Sonra tüplere, çubuk öze ile bakteri kültürü aşılanır ve tüplerin üzerine 2 ml steril parafin konulur ve 7-15 gün süreyle 27°C’deki inkübatöre konur. Gelişme pembe-kırmızı olursa pozitif, normal renk olan ten rengi (açık

Şekil

Çizelge 1.1. Türkiye’de fasulye ekimi yapılan 10 ile ait 2002 yılı fasulye ekim alanı,           üretim ve verim değerleri (Çiftçi, 2004)
Çizelge 3.5. Patojenisite testlerinde kullanılan fungal izolatlar.
Şekil 4.1. Konya ili ve sürvey yapılan ilçelerinde 2006 yılı üretim sezonunda fide       dönemindeki fasulye fidelerinin fungal hastalıklara yakalanma oranları
Şekil 4.2. Konya ili  ve sürvey yapılan ilçelerinde 2006 yılı üretim sezonunda çiçek       dönemindeki fasulye bitkilerinin fungal hastalıklara yakalanma oranları
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

The idiopathic inflammatory myopathies are defined by the combination of proximal muscle weakness, increased serum concentrations of enzymes derived from skeletal muscle,

John Marshall (1903–1980) was the first employee of the Division of the Humanities of the Rockefeller Foundation to visit the Near East.. Marshall worked in the Division of

Bir taraftan aslı itibariyle Zeydî bir muhitten gelen ve bu mezhebin telakkilerinin hâkim olduğu bir toplumda yaşayan, diğer taraftan ken- di ilmî yönelimini ve

“İtilaf kuvvetleri zulmün, haksızlığın en son derecesine varmışlardı ve bu zulmün önünde öncülük eden ve bu zulmü alkışlayan soysuzlaşmış Türkler göze

We start the discussion of simulation results on the level of retirement income (pension benefits) by comparing different investment strategies to assess the mag nitude of the

Daha düşük bant aralıklı bir polimer olan PCTDTBT’nin kullanıldığı asit muameleli TOP/OA kaplı CdSe QD’leri ile şu ana kadar ki CdSe küresel kuantum

Kain buna razı olmayınca Adem, bir kurban vasıtasıyla durumu Tanrı’ya havale etmiş, kimin takdimesi tanrı tarafından kabul edilirse Kain’in ikiz kız

AraĢtırmada, babası üniversite mezunu olan katılımcılara iliĢkin sosyal kaçınma, kritize edilme, değersizlik, toplam sosyal kaygı ve öznel iyi oluĢ