• Sonuç bulunamadı

Ebu'l Huseyn İbn Fâris ve Es-Sâhibî kitabı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ebu'l Huseyn İbn Fâris ve Es-Sâhibî kitabı"

Copied!
124
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI ARAP DİLİ VE BELAĞATI BİLİM DALI. EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS VE ES-SÂHİBÎ KİTABI. Salih Zeki KEŞ YÜKSEK LİSANS TEZİ. Danışman Prof. Dr. Tacettin UZUN. KONYA – 2010.

(2) T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI ARAP DİLİ VE BELAĞATI BİLİM DALI. EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS VE ES-SÂHİBÎ KİTABI. Salih Zeki KEŞ YÜKSEK LİSANS TEZİ. Danışman Prof. Dr. Tacettin UZUN. KONYA – 2010.

(3) İÇİNDEKİLER Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................ Tez Kabul Formu ...................................................................................... Önsöz........................................................................................................ Özet .......................................................................................................... Summary .................................................................................................. Kısaltmalar ............................................................................................... iii iv v vii viii ix. GİRİŞ ……………………………………………………………………….. 1 İBN FÂRİS’İN YAŞADIĞI ABBÂSÎLER DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ …………………...…………………………………………...……... 1 1. ABBÂSÎLER DÖNEMİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ ………………... 1 1.1. Abbâsîler Döneminin Siyasî Karakteri ……………………………… 1 1.2. Deylemîler …………………………………………………………... 5 1.3. Büveyhîler ………………………………………………………….... 6 1.4. Abbâsîlerin Büveyhîlerle Münasebetleri …………………………..... 7 1.5. İdârî Teşkilât ……………………………………………………….... 7 1.6. Askerî Teşkilât ……………………………………………………..... 10 1.7. Adlî Teşkilât ………………………………………………………..... 11 1.8. İlmî ve Kültürel Hayat ………………………………………………. 13 1.9. Sosyal ve Ekonomik Hayat ………………………………………….. 14 2. ABBÂSÎLER DÖNEMİNDE ARAP DİLİ VE EDEBİYATIYLA İLGİLİ FAALİYETLER ……………………………………………….... 17 DİL BİLİM …………………………………………….………………... 17 2.1. Basra Ekolü …………………………………………………….……. 20 2.2. Kûfe Ekolü ………………………………………….……………….. 24 2.3. Bağdat Ekolü ……………………………………………………….... 27.

(4) BİRİNCİ BÖLÜM İBN FÂRİS’İN HAYATI VE ESERLERİ 1. İBN FÂRİS’İN HAYATI ……………..……………………………….. 33 1.1. Adı ve Lâkabı ……………………………………………………….. 33 1.2. Ailesi ve Doğum Yeri ……………………………………………….. 35 1.3. Tahsili ve Seyahatleri ……………………………………………….. 37 1.4. Mîzâcı ve Ahlâkı ……………………………………………………. 41 1.5. Dînî Mezhebi ……………………………………………………....... 42 1.6. Şiiri ………………………………………………………………….. 44 1.7. Vefatı ……………………………………………………………....... 49 1.8. İlmî Kişiliği ………………………………………………………..... 50. 2. İBN FÂRİS’İN ESERLERİ ……………………….………………….... 55 2.1. Dil ve Edebiyata Dair Eserleri ………………………………………. 55 2.1.1. Dile Dair Eserleri …………………………………………….... 55 2.1.2. Edebiyata Dair Eserleri ……………………………………….... 56 2.2. Nahiv ve Fıkhu’l-Luğa’ya Dair Eserleri …………………………...... 58 2.3. Fıkha Dair Eserleri ………………………………………………....... 61 2.4. Tefsire Dair Eserleri …………………………………………………. 61 2.5. Siyere Dair Eserleri ………………………………………………….. 62. İKİNCİ BÖLÜM İBN FÂRİS’İN “ES-SÂHİBΔ ADLI KİTABI “ES-SÂHİBΔ ADLI KİTABA GENEL BİR BAKIŞ …………………..... 63 1. Kitabın Üslûbu, Kitapta Ele Alınan Konular ve Çalışmamızda Takip Ettiğimiz Yöntem …………………………………………………………… 65 2. “es-Sâhibî”nin Arap Dili ve Edebiyatı Yönünden Değeri …….……….... 105 SONUÇ …………………………………………………………......... 107 BİBLİYOGRAFYA …………………………………………………. 109 Özgeçmiş ……………………………………………………………... 113.

(5) iii.

(6) iv.

(7) ÖNSÖZ İnsanların dilek ve arzularını, maksat ve gayelerini, düşüncelerini ifade ettikleri seslerden meydana gelmiş bir konuşma düzeni şeklinde tanımlanan dilin, toplumların hayatında çok büyük bir önemi vardır. Dil, insanlık tarihiyle başlayan ve sonuna kadar devam edecek bir olgudur. Günümüzde dil konusunda çok şey yazılmış söylenmiş ve bu sahadaki araştırmalar halen de devam etmektedir. Dil, insanoğlunun hayatında birçok nesneyle ilişkisini sürdürerek var olagelmiştir. Dil-din, dil-gelenek, dil-tarih ve dil-medeniyet v.s. gibi ilişkiler dilin önemi hakkında bize bazı hatırlatmalarda bulunmaktadır. İnsanlık tarihinin en eski ve uzun ömürlü dillerinden birisi de Arapça’dır. Arapça’nın da diğer diller gibi konularının incelendiği bilim dalları mevcuttur. Çalışmamızda, Arap dil bilimi alanında önemli gelişmelerin kaydedildiği, h.4/m.10. y.y.’da yaşayan ve Arap dili grameri öncülerinden sayılan, Kûfe ekolüne mensup, büyük filologlardan Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris’in Arap dili ile ilgili etütlerini ele aldığı “es-Sâhibî fî Fıkhi'l-Luğati’l-‘Arabiyye ve Mesâilihâ ve Suneni'l-‘Arab fî Kelâmihâ” adlı eserini tanıtmaya ve görüşlerini aktarmaya çalıştık. Bunu yaparken Ömer Faruk et-Tabbâ’ın tahkikini yaptığı, Maarif Yayınevi’nin (Beyrut/Lübnan) 1414/1993 tarihinde yayımladığı, 1.baskıyı esas aldık. İbn Fâris'in günümüze kadar ulaşmış olan “es-Sâhibî fî Fıkhi'l-Luğati’l‘Arabiyye ve Mesâilihâ ve Suneni'l-‘Arab fî Kelâmihâ” adlı bu eseri, Arap dili ve edebiyatı/belağatı sahasında oldukça büyük önemi haizdir. Söz konusu eser, yalnız Arap dili ve belağatı açısından değil İslami ilimlerden fıkıh, tefsir, hadis vs. alanları açısından da önemlidir.. v.

(8) Arap diline dair orijinal görüşleri bulunan İbn Fâris’in, bu sahada araştırma yapanların başvurmaktan geri duramayacağı derecede önemli olan eşsiz eseri es-Sâhibî, ele aldığı konuların çeşitliliği itibariyle de dikkat çekmektedir. es-Sâhibî’nin, Arap dilinin tek bir alanında değil, fıkhu’l-luğa, nahiv, sarf ve belâğat gibi birden çok alanında konuyu ele alıyor olması, dikkatimizi celbetmiş ve bizi üzerinde çalışmaya sevketmiştir. Çalışmamız bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde İbn Fâris’in yaşadığı dönem olan Abbâsîler hakkında detaylı bilgi verilmiş, bu dönemde Arap dili ve edebiyatıyla ilgili faaliyetler ve oluşan dil ekolleri üzerinde durulmuştur. Birinci bölümde ise hayatı ve eserleri anlatılmış, ikinci bölümde ise İbn Fâris’in söz konusu kitabı tanıtılmış, kitabın üslûbu ve ele aldığı konular incelenmiş. ve. kitabın. Arap. Dili. ve. Edebiyatı. yönünden. konumu. değerlendirilmiştir. Çalışmam esnasında değerli tavsiyeleri ve rehberliğinden ötürü, danışman hocam sayın Prof. Dr. Tacettin UZUN’a, yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Muhammet TASA’ya ve Doç. Dr. Seyit BAHCIVAN’a teşekkürü bir borç bilirim. Salih Zeki KEŞ KONYA - 2010. vi.

(9) Öğrencinin. Adı Soyadı. Salih Zeki KEŞ. Numarası. 084244072001. Ana Bilim / Bilim Dalı Temel İslam Bilimleri / Arap Dili ve Belağatı Tezli Yüksek Lisans X Doktora Programı Tez Danışmanı. Prof. Dr. Tacettin UZUN. Tezin Adı. EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS VE ES-SÂHİBÎ KİTABI. ÖZET EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS VE ES-SÂHİBÎ KİTABI Araştırmanın konusunu, hicri IV, miladi X. y.y.’da yaşamış ve günümüze, Arap Dili ve Edebiyatı alanında çok değerli eserler bırakmış olan İbn Fâris’in (ö. h.395/m.1004) “es-Sâhibî” adlı eseri teşkil etmektedir. İbn Fâris, dilin doğuşu, gelişimi, Arapçanın dünya dilleri arasındaki konumu v.b. konularda farklı görüşlere sahip bir şahsiyettir. Araştırmada, İbn Fâris’in, “es-Sâhibî” adlı eserinin, alanla ilgilenenlere tanıtılması amaçlanmıştır. Kitabın tanıtımında; müellifin, eserindeki konuları ele alışı ve görüşlerini bir kaynağa dayandırmasında izlediği yöntemler, uygulamalar ortaya konmuştur. “es-Sâhibî”nin incelenmesi sonrasında, İbn Fâris’in, sadece tahsilli insanların yararlanabileceği, seviyesi yüksek, anlaşılması zor olan bir yönteme sahip olmaması nedeniyle, eserden geniş çaplı bir kitlenin yararlanabileceği görülmüştür. Araştırma sonunda ulaşılan bir başka sonuç da; “es-Sâhibî”de, Arap Dili’nin alanlarından yalnız birisi üzerinde değil, fıkhu’l-luğa, sarf, nahiv ve belağat gibi, birden çok alan üzerinde, kısa, özlü, ancak yararlı bilgilerin okuyucuya sunulduğunun tespit edilmesidir.. Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24 http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/. vii.

(10) Student’s. Name Surname. Salih Zeki KEŞ. Number. 084244072001. Department Programme. Basic İslamic Sciences / Arabic Language and Balağat Post Graduate X Doctorage. Thesis Consultant. Prof. Dr. Tacettin UZUN. Thesis Name. EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS AND ES-SÂHİBÎ BOOK. SUMMARY EBU’L HUSEYN İBN FÂRİS AND ES-SÂHİBÎ BOOK The subject of the study is “es-Sâhibî” which is written by İbn Fâris (d.hijri.395/gregorian1004) who lived in Hijri IV, Gregorian X. Centuries and has precious works on Arabic Language and Literature. İbn Fâris has distinctive ideas on the birth and development of Arabic and its place in World languages. The aim of study is to introduce İbn Fâris’ “es-Sâhibî” to the ones who are interested in the subject. In the introduction of the book, I showed the author’s approach type to the subjects in the work and the methods he uses while he is basing his ideas upon sources. After the survey on “es-Sâhibî”, it’s seen that a large scale of people can utilize from the work since the work is not written in such a complicated way that it can only be understood by high intellectuals. Another result of the research is that, “es-Sâhibî” not only focuses on only one aspect of Arabic Language but it also gives short,concise and useful knowledge on many subjects like fıkhu’l-luğa, sarf, nahiv and balagat.. Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24 http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/. viii.

(11) KISALTMALAR a.g.e. a.g.m. a.s. b. bkz. bsk. c. c.c. Çev. DİA Edb. Fak. h. Hz. hk. İFAV İst. m. Mhk. ö. r.a. s. s.a.v. Thk. Trc. tsz. v.b. v.d. v.s. Yay.. : Adı geçen eser : Adı geçen makale : Aleyhisselam : Bin : Bakınız : Baskı : Cilt : Celle Celâluh : Çeviren : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi : Edebiyat : Fakültesi : Hicrî : Hazreti : Hakkında : İlahiyat Fakültesi Vakfı : İstanbul : Miladi : Muhakkik : Ölümü : Radıyallahu anh : Sayfa : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem : Tahkik eden : Tercüme eden : Tarihsiz : Ve benzeri, Ve benzerleri : Ve diğerleri : Ve saire : Yayınları. ix.

(12) GİRİŞ. İBN FÂRİS’İN YAŞADIĞI ABBÂSÎLER DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ İbn Fâris, hicri IV., miladi X. asırda yaşamıştır. Bu dönemde Abbâsî Halifeliği hüküm sürmektedir. İbn Fâris'in yaşadığı zaman dilimi ise 132656/750-1258 yılları arasında hüküm süren bu hilafetin III. asrına tekabül etmektedir.1 İbn Fâris’in hayatına geçmeden önce, yaşadığı dönem olan Abbâsî hilafetinin siyasî, idarî, askerî, adlî teşkilatlarından, dönemin ilmî ve kültürel, sosyal ve ekonomik hayatından kısaca, dil ve edebiyat faaliyetlerinden de konumuz gereği- uzunca bahsetmemizin faydalı olacağını düşünüyoruz. 1. ABBÂSÎLER DÖNEMİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ Abbâsîler, Hz. Peygamber (a.s.)’in amcası Abbas'ın soyundan gelen ve 132- 656/750-1258 yılları arasında hüküm süren hanedanın adıdır. Kurucuları, Ebu’l-Abbâs es-Seffâh diye bilinen Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdillah b. Abbâs b. Abdilmuttalib’dir.2 İsmini Hz. Muhammed (a.s.)’in amcası Abbas b. Abdülmutalib b. Haşim'den alan bu hanedana ilk atalarına nispetle “Hâşimîler/Hâşimoğulları” da denilmektedir.3 1.1. Abbâsîler Döneminin Siyâsî Karakteri İslam dünyasında Emevîler'in yerine Abbâsîlerin yönetimi ele geçirmesiyle idari, siyasi ve ilmi sahalarda çok büyük değişiklikler olmuş,. Abbâsîlerin. 1. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetu’l-Meʻârif, 1.bsk., Beyrut, 1966, X/38; Nuri Ünlü, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Marmara Üniversitesi İFAV Yayınları, İstanbul, 1984, s.121 2 İbn Kesîr, a.g.e., X/39 3 Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, I, İstanbul, 1988, s.31; Mustafa Fayda v.d.(Komisyon), Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul, 1986, III/15. 1.

(13) iktidara geldikleri 750 yılı, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmiştir. Abbâsîlerin iktidara gelmesi, Emevi idaresinden memnun olmayan grupların lider kadrolarının temsil ettiği ve öncülüğünü yaptığı yoğun bir propaganda ve teşkilatlanan büyük bir kitlenin faaliyeti neticesinde mümkün olmuştur. Emevî halifelerinin bir asır kadar devam eden idarelerinde benimsedikleri siyasî görüşler ve yaptıkları uygulamalar, geniş bir sahaya yayılmış bulunan İslam toplumu içinde çeşitli memnuniyet duymayan unsurların ortaya çıkmasına ve sonunda Emevî hanedanının yıkılmasına yol açmıştır.4 Hz. Muhammed (a.s.)’in kurduğu İslam Devleti'nin aslî unsurunu Araplar meydana getiriyordu ve devletin kurulduğu Arabistan'da pek az gayrimüslim yaşıyordu. Raşit halifeler devrinde yapılan fetihlerle Mısır, Suriye, Irak ve İran ülke topraklarına katıldı. Emevîler devrinde de devam eden bu fetihler sayesinde devletin sınırları Endülüs'ten Orta Asya içlerine kadar uzanmıştır. Arap fatihler, fethettikleri ülkelerin sakinlerine cizye ödemek şartıyla eski dinlerine bağlı kalma hakkını tanıdıkları gibi, İslamiyet’i kabul edenlere de kendileriyle eşit haklar tanıyorlardı. İslam'ın bizzat kendi bünyesinde bulunan bu düşüncenin raşit halifeler döneminde uygulandığı görülmektedir. Ancak Emevî halifeleri, İslam’ın öngördüğü devlet reisliği yerine, Arap asil sınıfına dayanan hükümdarlığı getirdiler. Böylece cihanşümûl İslam devleti yavaş yavaş etnik unsura dayalı bir devlet halini aldı. Emevîler zamanında giderek imtiyazlı bir sosyal sınıf durumuna gelen Araplar arazi vergisinden muaftılar ve ordugâh şehirlerini meydana getirmek için yalnız onlar silâhaltına alınmıyorlardı. Dîvâna kaydedilen askerlerin büyük bir kısmı Araplardan meydana geliyor her türlü tazminat ile fethedilen bölgelerden gelen ganimet ve para dışında ayrıca aylık ve yıllık alıyorlardı. Fethedilen yerlerde İslamiyet’i kabul eden Arap olmayan unsurlara (mevâlî) gelince; bunlar idarî, iktisadî ve sosyal bakımdan ikinci sınıf 4. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.31. 2.

(14) vatandaş muamelesi görüyorlardı. Teoride eşit haklara sahiptiler ama uygulamada hiç de böyle değildi. Emevî halifelerinin mevâlîye karşı takip ettikleri bu siyaset Halife Ömer b. Abdülaziz tarafından terkedildi ise de onun ölümüyle tekrar eski haline dönüldü.5 Emevî. hanedanının. zayıflaması. ve. ülke. çapında. yaygın. olan. memnuniyetsizlikten faydalanan Abbâsîler kısa zamanda Emevîlere karşı başlatılan harekete yön verir hale geldiler.6 Abbâsî propagandası ve yeraltı faaliyetlerinin merkezi Kûfe olup 718 yılında bu faaliyetleri yürüten bir teşkilat kurulmuştur. 28 Kasım 749’da, Abbâsîler hâkimiyetlerini ilan etmişler ve Ebu’l-Abbas'a biat etmişlerdir.7 Abbâsîler hilafeti ele geçirdiklerinde, genellikle Emevîlerin temsil ettiği “mülk-devlet” yerine, dine dayalı devlet şeklinde gerçek halifelik fikir ve idealini temsil eden kimseler olarak karşılandılar. Abbâsîler, hilafet merkezi olarak Suriye yerine Irak'ı tercih ettiler. Kısa bir müddet sonra merkez Enbar'a nakledildi, ikinci Abbâsî halifesi ve birçok bakımdan hanedanın kurucusu olan Ebû Cafer el- Mansur, Dicle kıyısında, Sâsânî imparatorluğunun eski başşehri olan yere, yeni bir şehir kurdu. Resmi adı Medînetusselâm olmasına rağmen burası Diyâr-ı Bağdat olarak tanınmıştır.8 Abbâsîler devrinde siyasî, iktisadi ve dini sebeplere dayanan isyanlara sık rastlanmaktadır.752'de Suriye'de Emevî hanedanının haklarına sahip çıkmak isteyen bir isyan olmuş ancak, isyan çabuk bastırılmıştır.9 Abbâsîler devrinde fetih amaçlı savaşlara pek az rastlanmaktadır. Yeni hanedan zaten çok genişlemiş olan sınırları daha da genişletmek yerine içinde refahı sağlama yoluna gitmiş ve bunda da oldukça başarılı olmuştur. Abbâsîler devrinde Bizans'a karşı düzenlenen seferlerin en büyüğü Mu’tasım tarafından 5. Aynı yer Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.32 7 Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.34 8 Aynı yer 9 Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.35 6. 3.

(15) yapılmıştır. 838 yılında büyük bir ordu ile Anadoluya giren Mu’tasım, Ankara üzerinden yürüyüp bugünkü Afyon yakınlarında bulunan ve Anadolu'nun en büyük şehirlerinden biri olan Ammuriyye’yi muhasara ederek zaptetti. Diğer yandan IX. yüzyılın ortalarından itibaren Abbâsî hilafetinin zayıflaması, Suriye ve el Cezire 'de yeni devletlerin ortaya çıkması üzerine, mücadeleler bu devletlerle Bizans arasında cereyan etmeye başlamıştır. Bilhassa Hamdanilerden Seyfu’d-Devle'nin gazaları büyük bir önem taşımaktadır.10 Diğer taraftan Moğollar Cengiz Han idaresinde Çin’e karşı yaptıkları başarılı akınlardan sonra l218 yılından itibaren batıya yönelerek islam dünyasını istila etmeye başladılar.. Harzemşahlar Devleti'nin ortadan kaldırılmasından sonra. İran ve Irak'ta Moğolların karşısında duracak kuvvet kalmamıştı. Moğollar Semerkant, Buhara, Taşkent, Harzem, Belh gibi şehirleri yerle bir ederek batıya doğru ilerliyorlardı. Cengiz Han'dan sonra onun torunu Hülâgû, İran'da son mukavemetleri kırarak 1258 yılının Ocak ayında Bağdat önlerine geldi ve şehri kuşattı. Bağdat Moğollara dayanacak güçte değildi. Barış girişimlerinden sonuç alınmayınca son Abbâsî halifesi Musta'sım devlet erkânı ile birlikte teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Hülâgû teslim olanların hepsini idam ettirdi. Beş asırdan beri İslam dünyasının başkenti durumunda olan Bağdat tahrip edildi. Camiler ahır haline getirildi, kütüphaneler tahrip edilip kitaplar yakıldı. Bu tarihten itibaren islam medeniyeti duraklamaya ve gerilemeye başlamıştır. 750-1258 yılları arasında hüküm süren Abbâsîler, İslam tarihinde Osmanlılardan sonra en uzun ömürlü hanedandır. İslam medeniyeti en parlak devrini bu hanedan zamanında yaşamıştır.11 Abbâsîler uzun müddet siyasî sahada hâkimiyeti ellerinde tutmuşlardır ve bir iki fâsıla hariç son günlerine kadar İslam dünyasının manevi liderliğini de sürdürmüşlerdir. Abbâsî hilafetinin. 10 11. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.36 Ahmed Hasen ez-Zeyyât, Târîhu’l-Edebi’l-ʻArabî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2004, s.153. 4.

(16) İslam tarihinde olduğu kadar dünya tarihinde de büyük bir yeri vardır.12 Abbâsîlerin, hilâfetleri boyunca ilişki içerisinde oldukları bazı hanedanlar vardı. Bu hanedanlarla olan ilişkileri kendilerini çoğu zaman sıkıntıya sokmuş hatta siyasî nüfuzlarını dahi tehdit eder hale gelmişti. Bu hanedanlardan birisi de Deylemî asıllı Büveyhîler idi. Abbâsîler'in, Büveyhîler'le olan ilişkisine geçmeden önce Deylemîler ve Büveyhîler hakkında kısaca bilgi verelim. 1.2. Deylemîler İran'ın kuzeyinde Gîlan eyaletinin bir bölümünü teşkil eden, Hazar Denizi’yle Kazvin arasındaki dağlık bölgenin ve bu bölgede yaşayan kavmin adıdır.13 Deylem'in sınırlarını tam olarak tespit etmek oldukça güçtür. Zira bu sınırlar Deylem halkının bu bölgeye sonradan ilhak ettikleri topraklar zaman zaman değişmiştir. Mesela, Büveyhîler'in zirvede olduğu IV./X. yüzyılda Deylem ismi, Hazar Denizi’nin güneyindeki bütün eyaletleri içine almaktaydı. Etnik menşeleri kesin olarak tespit edilemeyen Deylemlilerin adlarına yazılı kaynaklarda ilk defa M.Ö.II. yüzyılda rastlanır. Muhtemelen çok eski tarihlerden beri İran'da yaşayan fakat İranlı (Fârisi) olmayan bir kavme mensupturlar. Deylemliler'in Dabbe b. Ud adlı Arap kabilesinden olduklarına dair rivayetler de vardır. Buna göre Dabbe'nin oğlu Bâsil İran'a gitmiş orada İranlı bir kadınla evlenmiş ve doğan çocuklarına Deylem adını vermişlerdir. Ancak bu rivayet fazla kabul görmemiştir. İran kaynaklarında Deylem adı ilk defa Sâsânî hanedanının kurucusu Erdeşir'in (225-240) hayatından bahsedilirken geçer.14 Deylemîlerin kurduğu en güçlü hanedan Büveyhîler'dir. Büveyhîler 932– 1062 yılları arasında İran ve Irakta hüküm sürdüler ve 334/945’te Bağdat’ı zaptederek halifelerin hâkimiyetine son verdiler.15 12. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.37 Tahsin Yazıcı, “Deylem”, DİA, IX, İstanbul, 1994, s.263 14 Tahsin Yazıcı, a.g.m., s.264 15 Tahsin Yazıcı, a.g.m., s.265. 13. 5.

(17) 1.3. Büveyhîler 320-454/932-1062 yılları arasında İran ve Irak'ta hüküm süren, Ebû Şuca Büveyh tarafından kurulan, Deylem asıllı bir hanedandır.16 Hanedan, adını Sâsânî hükümdarı Behram-ı Gur'un soyundan olduğu rivayet edilen Buveyh b. Fena (Penâh) Hüsrev'den alır. Deylemîler önceleri Mecusi ve putperest bir kavimken IV./X. yüzyılın başında Ali evladından Hasan el-Utruş’un gayretiyle Müslüman oldular ve Şiîliği benimsediler. Daha sonra Abbâsî halifeliği dâhil Müslüman devletlerin ordularında büyük ölçüde yer aldılar. Ayrıca kendi bölgelerinde küçük beylikler kurdukları gibi güneye doğru inerek İran ve Irak'ta vuku bulan siyasî olaylarda da önemli rol oynamaya başladılar.17 Büveyhîler Fars eyaletini ellerinde bulundururken, Cibal bölgesine de sahip olmuşlar, daha sonra Kirman ve Huzistan'ı ele geçirmişlerdir. Böylece İran'ın batı ve güneyindeki en önemli bölgeler Büveyhîlerin eline geçmiş oldu.18 Büveyhîler kuruluşundan yıkılışına kadar sosyal, ırkî ve dînî bağlarla birbirine bağlı askeri bir güç idiler. Hanedan, varlığını tamamen askerî kudretine borçluydu. Büveyhî emirleri de ordunun başkumandanı idiler. Büveyhîler sünnî halka karşı meşruluklarını ispat etmekte güçlük çektiler. Bu meseleyi halletmek için İran asıllı bürokratlardan faydalanma yoluna gittiler. En güçlü oldukları dönemde devletin sınırları doğuda Rey, İsfahan ve Şiraz'dan batıda aşağı Fırat Çölü’ne kadar uzanıyordu. Ayrıca Uman da devletin bir parçasıydı. Yine kuzeyinde Irak ticareti için çok önemli olan Basra körfezi Büveyhîlerin kontrolü altındaydı. Diyarbekir bölgesinde hüküm süren Mervânîler de Büveyhîlere bağlı idiler. Hatta bir ara Adududdevle, Taberistan ve Cürcan'ı da işgal ederek hâkimiyet sahalarını Hazar denizine kadar genişletmiştir. Çok geniş bir alanda hüküm sürmelerine rağmen mahallî bir hanedan olarak kaldılar, ticareti geliştiremediler. Bunun sonucu olarak iktisadi açıdan zayıf kaldılar. Muhtelif 16. Erdoğan Merçil, “Büveyhîler”, DİA, VI, İstanbul, 1992, s.496; Nuri Ünlü, a.g.e., s.144 Erdoğan Merçil, a.g.m., s.496 18 Erdoğan Merçil, a.g.m., s.497 17. 6.

(18) yerlerdeki. isyanları. ve. hanedan. mensupları. arasındaki. mücadeleyi. önleyememeleri sebebiyle toprakları 1029’da Gazneliler, 1055’te Büyük Selçuklular, 1062’de de Şebankare Emirliği ve Kirmani Selçukluları tarafından zaptedildi. 1.4. Abbâsîlerin Büveyhîlerle Münasebetleri Abbâsî hilâfetini yıpratan hareketlerden birisi de Büveyhîlerle aralarında geçenler olmuştur. 945 yılında Büveyhîler'in Bağdat’ı işgal etmeleri kötü bir gelişmedir. İranlı ve Şiî bir hanedan olan Büveyhîler IX. yüzyılın ortalarına doğru Fas, Huzistan, Kirman ve Cibal bölgelerinde hâkimiyet kurmuşlardır.19 Abbâsî halifesi Müstekfî, Büveyhîler’den Muizzu’d-Devle Ahmed'e emirülümeralık payesi vermek zorunda kaldı. Böylece Abbâsî hilafeti, şiî bir hanedanın baskısı altına girmiş oluyordu. Büveyhîlerin Bağdat'a hâkim oldukları bir asırdan fazla zaman içinde halifeler onların kuklaları durumuna dönmüşler, bütün siyasî ve askeri otoritelerini kaybetmişlerdir. Buna karşılık Büveyhîler, merkezi hükümetin meşruiyet kaynağı ve dini liderleri olarak başlangıçta Abbâsî halifelerini desteklediler. Ancak istediklerini halife yaptılar, istemediklerini de hiçbir zorlukla karşılaşmadan bertaraf edebiliyorlardı. Artık Bağdat İslam dünyasının bir merkezi olmaktan çıkmıştır. XI. yüzyılın ortalarında Büveyhîler güçlerini kaybettiler. Bu dönemde Arslan el- Besâsîrî Bağdat'a hâkim olarak hutbeyi Fatimi halifesi adına okutmaya başladı.20. 1.5. İdârî Teşkilât Emevîler devrindeki gelişmelerin ardından Abbâsîler devrinde halife mutlak bir hükümdar, halifelik de verasete dayalı bir hükümdarlık şeklinde devam etti. Veliahtlık müessesesi de pratikte halifeliği Abbâsî ailesinin elinde 19 20. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.35 Erdoğan Merçil, a.g.m., s.498. 7.

(19) tutabilmek gayesiyle muhafaza edildi. Halifenin kudret ve kuvvetinin kaynağı ilahi bir temele dayanıyordu. Abbâsî halifeleri artık "Halîfet-u Rasûlillah" yerine "Halifetullâh" ve "Zıllullâh fi'l Arz" unvanlarını taşımaya başlamışlardı.21 Nitekim bu durum halife Mansur’un şu sözünde de görülmektedir: “Ben, ancak Allah’ın yeryüzündeki sultanıyım.” Bu anlayış, otoritelerini İslâm toplumundan alan Hulefayı Râşidîn devrindeki hilafet anlayışına zıttır. Hz. Ebû Bekir(r.a)’in halife seçildikten sonra söylemiş olduğu: “Eğer sizi iyi idare edecek olursam bana yardımcı olunuz, kötülük yapacak olursam beni doğrultunuz.” sözü ve Ömer b. Abdulaziz’in şu ifadeleri bu farkı göstermektedir: “Sizin herhangi birinizden daha hayırlı değilim; ancak içinizde omuzlarında en ağır yük olan benim.”22 Abbâsîler dönemini önceki dönemlerden ayıran bir durum da şuydu; Hulefayı Râşidîn ve Emevî halifelerine adlarıyla hitab edilir ve huzurlarına rahatlıkla girilirken, Abbâsî halifeleri bir saray hiyerarşisinin teşrifatı ve debdebesiyle halktan ayrılmışlardı. Halife nazari olarak şeriatın bütün hükümlerine uymak mecburiyetinde olmakla birlikte uygulamada hiç de böyle değildi. Hilafet düzenli askerî kuvvetlere dayanıyor ve iktidarını ücretli bürokrasi ile yürütüyordu.23 Abbâsîlerle birlikte devlet teşkilatında bazı yeni müesseseler ortaya çıkmıştır. Bunların başında Sâsâniler'den alınan bir müessese olarak vezâret gelmektedir. Vezir, halifenin vekili ve idari teşkilatın başı idi. Halifeden sonra gelen en önemli icra organı olması dolayısıyla geniş yetkilere sahipti. Zaman zaman "Mezalim Mahkemeleri" ne başkanlık eder, savaşlara karar verir, hazineden gerekli gördüğü harcamaları yapar, valileri tayin ve azledebilirdi.24 Merkezi idare, vezirlerin başkanlığında birçok divan, yani vezirlerden meydana geliyordu. Devletin çeşitli malî işlerine bakan Divânü'l-harâc, Divânu 21. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.38 H. İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, Kayıhan Yayınları, İstanbul, tsz., III/67,68 23 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 24 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 22. 8.

(20) beyt-i'l-mâl, para basma işlerini yürüten Divânü dâri'd-darb, askeri işlere bakan Divânü'l-ceyş (Divânü'l-cünd), resmi yazışmaları yürüten Divânü'r-resâil, Divânü't-tevki', Divânü'l-hâtem, posta ve gizli istihbarat hizmetlerini yürüten Divânü'l-berîd, idari haksızlıkların ve adlî hataların görüşüldüğü Divânü'lmezâlim bu divanların en önemlileridir. Başkent ve diğer büyük şehirlerde asayiş, şurta teşkilatı tarafından sağlanırdı. Her şehirde emniyet ve huzuru sağlamakla görevli bir askeri birlik bulunur ve bu birlik sahibü'ş-şurta'ya vekâlet eden bir kumandanın emrinde çalışırdı. Sâhibü'ş-şurtalar valiler tarafından tayin ve azledilirdi. Merkez teşkilatındaki diğer bir önemli memuriyet de hâcibliktir. Hâciblik halifeyi suikastlara karşı korumak ve halkın önemli işlerle uğraşan halifeyi meşgul etmelerini önlemek için kurulmuştu. Bundan dolayı halifelere, halkın kendileriyle görüşmesi için belli vakitler ayrılmış ve salonlar tahsis edilmiştir. Abbâsîler zamanında nazari olarak iki çeşit valilik vardı: İmaret-i âmme (istikfâ, umumi valilik) ve imaret-i hâssa (hususi valilik). Bölge valiliği, Abbâsî devletinin en önemli makamlarından biriydi. Bununla birlikte valilerin otoritesi şahsi kabiliyet ve başarısı, halifenin güçlü ve zayıf oluşu ve nihayet kendisinin başşehirden uzaklığıyla yakından ilgili bulunduğundan, valinin "umumi" veya "hususi" olarak ayrılması tamamen nazariyatta kalmıştır. Abbâsîlerin ilk devirlerinde başlıca eyaletler şunlardı: İfrîkiyye, Mısır, Suriye ve Filistin, Hicaz ve Yemâme, Basra, Sevad (Irak), el-Cezire, Azerbaycan, Irâk-ı Acem (Cibâl), Hûzistan, Fars, Kirman, Mukran, Sicistan (Sistan), Kûhistan, Kumis, Taberistan, Cürcân, Horasan, Hârizm, Fergana, Şâş (Taşkent), Suğd (Buhara, Semerkant).25. 25. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.39. 9.

(21) 1.6. Askerî Teşkilât Abbâsîlerin ilk dönemlerinde ordu, değişik milletlerden karışık oluşmuştu. Arap, fârisî ve diğer milletlerden askerler vardı. Ancak ordu komutanlarının büyük bir kısmı Arap idi.26 İdarî, malî ve kazaî işleri Dîvânü'l-ceyş tarafından yürütülen Abbâsî ordusunun esasını, murtazıka (ücretli) denilen nizamî ve daimî statüdeki muvazzaf erler teşkil etmekteydi.27 Bunlar yaptıkları askerî hizmet karşılığında devlet bütçesinden maaş alırlar ve her türlü ihtiyaçları devlet tarafından karşılanırdı. Bunların yanında, cihad davetine uyarak kendi istekleriyle orduya katılan, zekât ve ganimetten pay alan ikinci bir grup daha vardı ki bunlara mutatavvıa (gönüllü) denilirdi ve kendilerine hazineden herhangi bir ücret veya maaş ödenmezdi. Bu gönüllü kıtalar arasında bedeviler olduğu gibi köy, kasaba ve şehir halkı da vardı. Abbâsî ordusu şu beş gruptan oluşuyordu:28 1. Başkentte bulunan ve doğrudan halifeye bağlı olarak görev yapan muhafız birliği (haresu'l-halîfe). 2. Büyük devlet adamlarının emrinde görev yapan birlikler. 3. Vilâyetlerde bulunan kuvvetler. 4. Avâsım ve suğur adı verilen sınır garnizonlarındaki birlikler. 5. Yardımcı kuvvetler. Abbâsî ordusunda görev alan muharip sınıflar da şunlardı: Müşât ve reccâle (kılıç-kalkan ve mızrakla donatılmış piyade birlikleri), fursân (miğferli ve zırhlı olup mızrak ve savaş baltaları taşıyan süvari birlikleri), rumât (okçular), neffâtûn (neft ateşi atmakla görevli birlikler), mühendisler (kuşatma silahlarının yapımı ve onarımıyla ilgili teknik elemanlar), istihkâm (marangoz ve duvarcı gibi çeşitli zanaat erbabından oluşan) birlikleri. 26. Yûsuf el-ʻUş, Tarîhu Asri’l-Hilâfeti’l-Abbâsiyye, Dâru’l-Fikr, Dimaşk, 1990, s.44 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 28 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 27. 10.

(22) Ordu savaş sırasında beşli tertibi (el-hamîs) esas alırdı. Kalbü'l-ceyş (merkezde başkumandanın emrinde görev yapan birlikler), meymene (sağ kanat), meysere (sol kanat), talîa (mukaddeme de denilen zırhlı ve miğferli süvarilerden oluşan öncü birliği), sâka (artçılar). Savaşlarda kullanılan başlıca silâh, araç ve gereçler de kılıç, ok, yay, hançer, mızrak, topuz, balta, kalkan, zırh, miğfer, dikenli tel, merdiven, mancınık, arrâde ve debbâbeden ibaretti. Ordudaki rütbelere gelince, özellikle Türk birliklerinin hilafet ordusunun saflarına katılmasından sonra bazı değişiklikler olmuş ve Türklerdeki onlu sistem esas alınmıştır. Buna göre arîf 10 askere, halif 50 askere, nakîb 100 askere, kâid 1000 askere, emîr 10.000 askere kumanda ediyordu. Başlangıçta sırasıyla Araplar, İranlılar, Türkler, Zencîler ve Berberîler'den teşekkül eden ordunun etnik yapısında zamanla büyük değişiklikler oldu. Araplar idari kadrolarla birlikte ordudaki etkinliklerini de kaybedince, Halife Me'mun devrinden itibaren üstünlük yavaş yavaş Türklerin eline geçmeye başladı ve bu durum Büveyhîler'in Bağdat'ı işgallerine kadar devam etti.29 Abbâsîler kara kuvvetlerine olduğu kadar deniz kuvvetlerine ve denizciliğe de büyük önem vermişlerdir. Muhtelif şehirlerde kurdukları tersanelerde Bizans gemilerinden daha büyük gemiler inşa etmişlerdir. Her gemide bir subay bulunur ve askerin eğitimiyle yakından ilgilenirdi. Devlet deniz savaşları için lüzumlu her türlü araç, gereç ve mühimmatı temin ederdi. Donanma kumandalarına emîrü’l-ma' (veya emîrü’l-bahr) denilirdi. Bu kelime Batı dillerine admiralamiral şeklinde geçmiştir. 1.7. Adlî Teşkilât Adliye teşkilâtı mahkeme, mezâlim mahkemeleri ve hisbe teşkilâtından müteşekkildi.30. 29 30. Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.40. 11.

(23) Adliye Teşkilâtı: Abbâsî halifeleri yargı yetkilerini fakihler arasından seçilen kadılar vasıtasıyla icra ederlerdi. Başlangıçta eyaletlerdeki kadılar vali tarafından tayin ediliyordu. Ancak daha sonra halifeler merkezde ve eyaletlerde kendi adlarına görev yapacak kadıları bizzat tayin etmeye başladılar. Harûnü’rReşid devrinden itibaren ise kâdılkudâtlık (başkadılık) müessesesi ihdas edildi. Bu göreve ilk olarak İmam Ebû Yûsuf getirildi ve 795 yılına kadar bu görevde kaldı.31 İmam Ebû Yûsuf başkadılık görevine getirildikten sonra, kadılar başşehirde oturan kadılkudât tarafından tayin edilmeye başlandı. İlk dönemlerde her vilayette bir kadı bulunuyordu. Zaman zaman halifelerin kadıları kendi istekleri doğrultusunda hüküm vermeye zorlamaları sebebiyle bazı fakihler kadılık görevini kabul etmemişlerdir. Nitekim İmam-ı Azam Ebû Hanîfe, halife Mansur'un kadılık teklifini reddetmişti. Kadının başlıca vazifeleri davalara bakmak, yetimleri, mecnunları ve henüz ergenlik çağına ulaşmamış çocukları koruyup gözetmek, bunlara veli ve vasi tayin etmek, vakıflarla ilgilenmek ve şer'î kanunları ihlal edenleri cezalandırmaktan ibaretti.32 Mezâlim Mahkemeleri: Mevkî ve nüfuz sahibi kişilerin zulüm ve haksızlıklarına mâni olmak gayesiyle kurulmuş bir müessesedir. Kadıların bakmaktan âciz kaldıkları bu davalara sâhibü'l-mezâlim veya kâdı'l-mezâlim denilen görevliler bakar, halife veya vali adına hüküm verirlerdi. Bunların çok geniş yetkileri vardı. Zaman zaman halife ve valiler de mezâlim mahkemelerinde başkanlık ederlerdi. Bu mahkemelerdeki duruşmalarda muhafızlar, kadılar, fakihler, kâtipler ve şahitlerden oluşan beş grup görevlinin mutlaka hazır bulunması gerekirdi.33 Hisbe Teşkilâtı: Muhtesibin başkanlığında faaliyet gösteren bu teşkilâtın esas görevi iyiliği yaymak ve kötülükten vazgeçirmek (emr-i bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker) idi. Bu temel prensibe bağlı olarak toplumda sosyal huzuru sağlamaya yönelik pek çok işle meşgul olan muhtesib, genel ahlâk, asayiş ve 31. Clément Huart, Arab ve İslâm Edebiyatı, Çev. Cemal Sezgin, Tisa Matbaacılık, Ankara, tsz., s.234 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 33 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 32. 12.

(24) bazen de süratle sonuçlandırılması gereken davalarla ilgilenirdi. Zaman zaman kuvvet kullanarak meseleleri hallederdi.34 1.8. İlmî ve Kültürel Hayat Mescid ve camilerin İslâm eğitim ve öğretim tarihinde önemli bir yeri vardır. Camiler hem bir ibadethane, hem de birer eğitim ve öğretim müessesesi olarak kullanılmıştır. Zengin kitap koleksiyonlarına sahip olan camiler bu önemli fonksiyonlarını Abbâsiler'in ilk devirlerinde de devam ettirmişlerdir. Yüksek öğretim alanında ilk meşhur müessese, Halife Me'mûn (813/833) tarafından Bağdat' ta kurulan Beytulhikme'dir.35 Cündişapur Akademisi örnek alınarak kurulan bu müessese bir tercüme merkezi olarak faaliyette bulunmasının yanı sıra bir akademi ve halka açık kütüphane olarak da hizmet veriyordu. Hizanetu’lHikme ve Hizanetu’l-Kutub denilen kütüphaneler de birer eğitim müessesesi olarak kabul edilebilir. Fakat gerçek manada ilk yüksek öğretim müessesesi hiç şüphesiz, meşhur Selçuklu veziri Nizâmü’l-Mülk' ün Bağdat'ta kurduğu (1065– 1067) Nizamiye Medresesi'dir.36 Bu medrese İslam tarihinde ilk çekirdek üniversite olarak kurulmuştur. Nizamiye medreselerinde öğrencilerin iâşe (yeme içme) ve ibâte (barınma) ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bağdat Nizamiye Medresesi Avrupa’da kurulan ilk üniversitelere de örnek olmuştur. Nizâmu’lMulk' ün gayretleriyle kurulan bu ilk medreseyi diğerleri takip etmiş ve VI./XII. yüzyılda Bağdat'taki medrese sayısı otuza varmıştır. Abbâsîler devrinin ilk zamanları, İslam kültür ve medeniyetine damgasını vuran çok önemli bir çağdır. İslam dünyasında çeşitli müesseseler ve ilimler bu devirde şekillenmiş, zamanla gelişerek. modern. Avrupa medeniyetinin. doğmasında etkili olmuştur. İslam dünyasında filolojik, dînî, sosyal ve tabii ilimler sahasındaki ilk çalışmaların bir kısmı Emevîler devrinde başlamış 34. Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, Mektebetu’n-Nahda’l-Mısriyye, 7.bsk., Kahire, 1964, II/65; Clément Huart, a.g.e., s.274 36 Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer 35. 13.

(25) olmakla birlikte, bu çalışmaların sistemli bir şekilde ele alınarak müstakil birer ilim dalı haline gelmesi Abbâsîler devrinde olmuştur.37 Bu çalışmalarda, Süryaniceden Arapçaya çevrilmiş önemli bir toplam tutan Yunan eserlerinin rolü de göz ardı edilemez.38 1.9. Sosyal ve Ekonomik Hayat Abbâsîler'de İslam toplumu genel olarak havâs ve avâm denilen iki tabakadan oluşuyor, halifenin yakınları, vezirler, emirler, kadılar, âlim ve edipler, kâtipler birinci tabakaya mensuptu.39 Esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, askerler, köleler ve diğer gruplar da ikinci sınıfı teşkil ediyordu. Çok geniş bir alana yayılmış olan Abbâsî halifeliğinin sınırları içinde başta Araplar, İranlılar ve Türkler olmak üzere muhtelif kavimler ve çeşitli mezheplere mensup insanlar yaşamaktaydı. Zaman zaman etnik unsurlar arasında da kavga ve mücadeleler eksik olmazdı. Bu olaylar sırasında pek çok kişi öldürülür, dükkânlar yağmalanır, evler yakılıp yıkılırdı. Savaş esirlerinden meydana gelen köleler, toplumun önemli bir bölümünü teşkil ederdi. Kölelerin çoğu Salav, Rum ve Zenci idi. Mısır, Kuzey Afrika ve Kuzey Arabistan köle ticaretinin en önemli pazarlarıydı. Sosyal sınıflardan biri de Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan zimmîlerdi. Bunlar devletin himayesinde geniş. bir din hürriyetiyle rahat bir şekilde. yaşıyor ve ibadetlerini. yapabiliyorlardı. Refahın artmasına paralel olarak lüks ve konfor da artmış, muhteşem köşk ve saraylarda eğlence, musiki meclisleri tertip edilmeye başlamıştı.40 Halife, vezir ve diğer devlet adamları saray ve köşklerde, halk ise tek katlı evlerde yaşıyordu. Kerpiç, tuğla, kireç ve alçı kullanılarak yapılan evlerin tavanı hurma lifleri ve ağaç dallarıyla örtülüydü. Zenginlerin evleri harem-selamlık ve 37. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.41 Clément Huart, aynı yer 39 Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.46 40 Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.47 38. 14.

(26) hizmetçi odalarından oluşuyordu. Bu evler genellikle bir bahçe içinde yapılır, duvar ve tavanlar mozaikler ve renkli resimlerle süslenirdi. Halifelerin sarayları ise geniş köşklere, kubbelere, revaklara ve asma bahçelere sahipti. Dini bayramlara büyük önem verilirdi. Halifeler her iki bayramda da bayram namazlarını kıldırır ve yapılan törenlere katılırdı. Halifeler cuma ve bayram namazlarıyla diğer merasimlere hilafet alayı ile giderlerdi. Halife bu alaylarda siyah bir kürk alırdı. Başına uzun bir külah geçirir, elinde de Peygamberin kılıcını taşırdı. Abbâsîler'in iktidara gelmesiyle meydana gelen değişiklikleri İslam devletinin iktisadî hayatında da görmek mümkündür.41 Abbâsîler, iktisadi hayatın her alanında üretimin ve buna bağlı olarak refahın arttırılması hususunda büyük gayret saffettiler. İktisadi hayatın temelini ziraat teşkil ediyordu. Devlet gelirlerinin büyük bir kısmı tarıma bağlı olduğu için ilk Abbâsî halifeleri, ülkenin muhtelif yerlerinde, sulama ve kanal işlerinde uzman kişileri çalıştırdılar. Mu'tasım, Samerra için Çin'den çok sayıda su işleri mühendisi getirtti. Merv'de de sadece sulama işleriyle görevli bir divan (divanü'l-ma) vardı ve emrinde binlerce kişi çalışmaktaydı.42 Demir ve çelik sanayii de oldukça ileriydi. Musul'da demir zincirler, bıçaklar, kamalar, Harran'da ise laboratuvar ve rasathaneler için araç gereçler yapılmaktaydı. Demircilikte Bağdat ve Basra öndeydi. Iraklı marangozlar halifelerin saraylarını süsleyen nâdide kutular, sandıklar, divan ve sandalye yapımında şöhret kazanmışlardı. Dokuma sanayiinde perdecilik önemli bir yer tutmaktaydı. Musul bu endüstri kolunun merkeziydi. Devletin başlıca gelirleri zekât, haraç, cizye, öşür, fey, ganimetler ve vergilerden ibaretti. Elde edilen gelirler askeri ihtiyaçlara, yol, köprü ve sulama işlerine, halife, vezir ve diğer devlet adamlarının maaşlarına sarfedilirdi. Devlet gelirlerinin büyük meblağlara ulaşmış olması, aynı zamanda halkın yüksek bir. 41 42. Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer Hakkı Dursun Yıldız, aynı yer. 15.

(27) refah seviyesine eriştiğini de göstermektedir. Halifeler devlet hazinesini korumak ve bütçeyi denkleştirmek için büyük itina gösterirlerdi. 43. 43. Hakkı Dursun Yıldız, a.g.m., s.48. 16.

(28) 2. ABBÂSÎLER DÖNEMİNDE ARAP DİLİ VE EDEBİYATIYLA İLGİLİ FAALİYETLER Abbâsîler devri, Arap Dili ve Edebiyatı alanlarındaki çalışmalar bakımından çok verimli geçmiştir. Önceleri Kur’an-ı Kerim ve hadisin inceliklerini anlamak gayesiyle başlayan filolojik edebî araştırmalar, zamanla müstakil birer ilim dalı halini almış, çeşitli dilciler Arap kabileleri arasında dolaşarak Arap edebiyatına esas teşkil edecek malzemeyi toplayıp tespit etmeye başlamışlardı. Bu çalışmaları ve sonuçlarını şiir, kompozisyon ve hikâye türü, sözlük alıştırmaları, dil (nahiv), edipler, antoloji yazarları ve tabakat kitapları ile ilgili çalışmalar şeklinde ele almak mümkündür. Söz konusu çalışmalardan konumuzla ilgili olanları, dil bilim başlığı altında tahlil edeceğiz; DİL BİLİM İslam’da dil bilim, sürekli, teolojinin vazgeçilmez yardımcı bilimi ve Kur’an metninin doğru okunması yanı sıra okunan şeyin anlaşılması ve yorumlanması için zorunlu bir araç olarak değerlendirilmiştir. Geniş bir alana sahip olan bu araç, Arap Dilinin kurallarını ortaya koyma görevini üstlenmiştir ve iki bölümde ele alınmıştır: 1) Ilmu’n-Nahv ( gramer bilgisi); Bu da kendi içinde çekim (es-sarf) ve söz dizimi (en-nahv) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 2) Ilmu’l-Luğa (dil bilim); Bu da kelimelerin çeşitli kaynaklardan toplanması ve doğru kullanımlarının verilmesidir.44. 44. Ignace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, Çev. Azmi Yüksel, Rahmi Er, İmaj Yayınları, 1.bsk., Ankara, 1993, s.72. 17.

(29) Arap dil biliminin başlangıcı, İslamiyet’in ilk dönemine kadar geriye götürülebilir.. Kur’an’ın. doğru. okunması,. gramatik. fenomenlerle. ilgili. incelemelerin doğrudan hayata geçirilmesi için ileri derecede önemli ve vazgeçilmez bir gereksinimdi. Pek çok insanın Kur’an’ı yanlış bir telaffuzla okuduğu fark edilmez olmuş, halka bir tür rehber kitap temininin zorunluluğu ortaya çıkmıştır. İslamiyet’in sözlü olarak sadece Araplar arasında yayılmayıp ortaya çıkışının ilk on yılından itibaren milyonlarca Arap olmayan kimse (acem) tarafından da benimsenmesi dolayısıyla bütün bunlar daha acil hale gelmiştir.45 Araplarda gramer ilk olarak Ebu’l-Esved ed-Duelî (ö. 48/668-9) tarafından meydana getirildi. Kendisi de Basralı olan bu zat, Basra’da Süryaniceyi öğrendikten sonra cümle kuruluşlarını inceleyerek Arapça grameri meydana getirdi.46 İnsanlar, ed-Duelî’nin hem kendisinden hem de öğrencilerinden gramer bilgisi edinmişlerdir.47 Ebu’l-Esved ed-Duelî (ö. 48/ 668-9)’nin gramer konularını ilk kez ele alması, halife Hz.Ali’nin emriyle olmuştur. ed-Duelî, Irak’ta Kur’an’ın 9. (Tevbe) sûresinin 3. ayeti olan. &1 23  4 5 6 7%8  95  -  .  $ & /  0 

(30)  +* ,& '  )( (  & %$ # "!               

(31)     .6A 2  B A C< ' &D $

(32)   C( & / ! '  ,:;  <  & 2= 6 >- ? 0)@ 5 6 72(8   6 >-  (Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! Kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!) âyetindeki,  -  kelimesinin tehlike doğuracak şekilde yanlış olarak    “Rasulehu” veya     “Rasulihi” diye okunduğunu duyunca ürkmüş ve Vali 45. Ignace Goldziher, a.g.e., s.73 Namık Kemal, Büyük İslâm Tarihi, Hürriyet Yayınları, 1.bsk., İstanbul, 1975, s.452 47 Şevki Dayf, el-Medârisu’n-Nahviyye, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1968, s.17 46. 18.

(33) Ziyad’ın, çekimin ilk unsurlarını, üç harekenin (a.i.u.) doğru kullanmamanın kısaca anlatılması şeklindeki emrini hemen yerine getirmiştir. Bir başka rivayete göre Ebû’l-Esved bu işe, kızıyla arasında geçen bir konuşmanın neticesinde girmiştir. Kızının kendisine: “H +0 G  

(34)  G  F    ” demesi üzerine, ona; “I$ > “ (Yıldızlar) diye cevap vermiştir. Bu sefer kızı, ona sadece gökyüzünün güzelliğine olan hayranlığını ifade etmek istediğini açıklayınca, o da kızına, o zaman “!+J 0 G  

(35)  G  F    ” (Gökyüzü ne kadar da güzel!) demesi gerektiğini söylemiştir.48 Sebep ne olursa olsun ed-Duelî, gramerin en gerekli öğelerinin özetlenmesinin aciliyeti konusunda duyarlı hale gelmiştir. Emevîler döneminde yaşamış biri olarak o, Abbâsîler döneminde layık olduğu yere gelen bir araştırma dalının öncüsü olmuştur. Arap grameri üzerine yapılan çalışmalar, daha sonra, Irak’ın her biri, fetihten hemen sonra kurulmuş olan iki kentinde aynı zamanda devam ettirilmiştir. Bu kentlerden biri, Dicle ve Fırat nehirlerinin kesiştikleri noktada, nehir ağzından 60 mil uzakta, Şattu’l-Arab’ın sağ yakasında kurulmuş olan Basra’dır: Bu kent, Halife Ömer’in bir komutanı olan Utbe b. Gazvân tarafından, 15/636-7’de Irak’ın İran Körfezine doğru olan güney kısmını fethettikten sonra kurulmuştur. Diğer kent ise, Basra’nın kuzeyinde, Diclenin sağ yakasında, eski Ctesiphon (Medâin)’un yakınında bulunan Kûfe’dir. Bu kent, yine Halife Ömer’in bir komutanı olan Sa’d tarafından 17/638‘de kurulmuş ve daha sonra Ali zamanında halifenin ikametgâhı haline gelmiştir. Bu iki kent, farklı gelişim yolları izlemiştir: Kûfe, ilk önce devlet yönetiminde önemli rol oynamış, ancak halifelerin ikametgâhının Bağdat’a taşınmasıyla birlikte, ihtişamını tamamen kaybetmiş ve gitgide önemsiz bir kasabaya dönüşmüştü; buna mukabil Basra, İran Körfezinde yer alışından dolayı, dünya trafiğinin merkezlerinden biri haline geldi ve ticari önemini günümüze kadar korudu. Başlangıçta askeri amaçla 48. Ignace Goldziher, a.g.e., s.73. 19.

(36) kurulmuş olan kamplar, devlet memurlarının ve aydın kimselerin akın etmesiyle kısa sürede hilafetin kültürel, özellikle de bilimsel merkezleri haline gelmiş ve 2.Abbâsî halifesi Ebû Ca’fer el-Mansur tarafından Bağdat’ın yeni başkent yapıldığı 145 / 762- 3’e kadar bu şeklini korumuştur.49 Diğer çalışmaların yanı sıra gramer çalışmaları da bu iki kentte gelişmeye başlamıştır. Arap Dilinin kuralları bu iki kentte birbirinden farklı, hatta sık sık birbiriyle çelişen bakış açılarıyla ortaya konmuştur. Basra ve Kûfe ekolleri arasındaki görüş ayrılıkları daha sonra Bağdat’ta Nizamiye Medresesi hocalarından Ebû’l-Berekât Abdurrahman el-Enbârî (ö. 577/1181-2) tarafından bir araya getirilmiş ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Genelde Kûfeliler eskiye bağlı ve bedevî kullanımların taraftarıyken Basralılar daha mantıklı ve daha eleştirel düşünme yanlısıydı. Daha sonra Bağdat, bu iki ekol arasında uzlaştırıcı olmuş ve eklektisizmi (seçmecilik) temsil etmiştir. 2.1. Basra Ekolü ed-Duelî Kûfe'de doğmuş, ancak en verimli yıllarını Basra'da geçirmiş, dil bilim çalışmalarını orada başlatmıştır. Ancak bu alandaki eser yazımına II./VIII. yüzyıla kadar başlanamamıştır.50 Ebû Amr b. el-Ala' ve el-Asma'i'nin folkloristik etkinlikleri Basra ekolünden çıkmıştır. Bununla birlikte bu ekolün önde gelen kişisi, el-Halil b. Ahmed el-Ferâhidî (ö. 170/786-7)'dir.51 Onun tam manasıyla gramatikal çalışması daha ziyade büyük öğrencisi Sîbeveyh üzerindeki etkisinden bilinmektedir. el-Halil, ününü, çığır açan iki keşfine borçludur. Birincisi, eski Arap şiirine çalışırken, bu şiirlerin ahenk bakımından düzenliliğini ve farklı vezin türlerini keşfetmiş ve böylece daha önce hiç bilinmeyen bir disiplin olan aruzun (Ilmu'l-aruz) öncüsü olmuştur. Anlatıldığına göre o, ardı ardına gelen hecelerde bir ahenk birliğinin varlığını bir defasında tesadüfen. bakırcı. dükkânının. önünden. geçerken. çekicin. vuruluşlarını. 49. Ignace Goldziher, a.g.e., s.73,74 Ignace Goldziher, a.g.e., s.74 51 Şevki Dayf, a.g.e., s.30 50. 20.

(37) seyrettiğinde farketmişti. İkincisi, kelimeleri alfabetik sıraya göre değil de benzer seslerine göre verdiği bir Arapça sözlük meydana getiren ilk kişidir. Dolayısıyla bu sözlükte, başta gırtlaktan çıkan bütün harfler grubu, daha sonra da sırayla damaktan çıkan, ıslık sesi veren, dilden çıkan, dudaktan çıkan ve yarı sesli harfler diye organik benzeyişlerine göre gruplandırılan harfler verilir. elHalil'in eseri ayn harfiyle başladığı için, bu ilk Arapça sözlüğün adı, “Kitabu'lAyn” olmuştur. Henüz başlangıç aşamasındaki gramer çalışmalarının Basra'daki diğer seçkin öğrencileri şunlardı: İsa b. Ömer es-Sekafî (ö. 149/728-9), Ebû'l-Hattab el-Ahfeş (ö. 177/793-4) ve Yunus b.Habîb (ö. 98/100). Bunların çalışmaları, daha çok Sîbeveyh veya daha doğrusu Sîbûye(Farsçada "elma kokulu" anlamında) diye ünlü olan, Arap gramerinin babası Ebû Bişr Amr b. Osman (ö. 180/792-3)'ın eserinden bilinmektedir.52 Sîbeveyh sözcüğü ile ilgili çeşitli açıklamalar da vardır. İranlı olan Sîbeveyh yukarıda adı geçen üç bilim adamıyla çalışmak amacıyla 32 yaşında iken ülkesini terk edip Basra'ya gitmiş, ancak Kûfe ekolünden el-Kisâî ile ilmî tartışmada bulunmuş, bu tartışmalar sonucu öfkelenerek ülkesine geri dönmüş ve kısa bir süre sonra da ölmüştür. “el-Kitâb” adlı gramer kitabıyla adını ölümsüzleştirmiştir. el-Muberred bu kitabı övmüş ve: “Sîbeveyh’in “el-Kitâb”ı gibi bir kitap yazılmamıştır.” demiştir.53 Bu eser, 571 bölümde, seleflerinin eserlerine sürekli göndermeler yaparak, Arapça sarf ve nahvin bütün ayrıntılarını konu edinir. Bu eser Arapça gramer kurallarının toplu özetidir ve daha sonraki gelişim için bir başlangıç noktası teşkil eden temel bir eserdir. Gerçek şudur ki, Arap olmamasına rağmen Sîbeveyh Araplar tarafından kendi ana dillerinin kurallarını sistemleştiren ilk kişi olarak açıkça kabullenilmiş ve daha sonraki eserlerde, bu alanda en büyük otorite olarak sürekli kendisine müracaat edilmiştir.54 Bu eserin en büyük yararı kendi görüşlerini destekleyecek metin kanıtı (şevâhid) olarak kısmen Kur'an'dan, kısmen de eski Arap şiirinden 52. Ignace Goldziher, a.g.e., s.74; Mustafa Fayda v.d.(Komisyon), a.g.e., III/410 Şevki Dayf, a.g.e., s.60 54 Ignace Goldziher, Aynı yer 53. 21.

(38) 1050 adet alıntı yapmak suretiyle dilbilgisinin tartışmalı ve problemli noktalarını sistemli bir şekilde açıklamış olmasıdır. Onun gramer kitabı doğal olarak daha sonraki kuşaklar tarafından sık sık yorumlanmıştır. Bu yorumların en önemlisi yine İran asıllı bir kişi olan Hasen es-Seyrafî (ö. 368/978-9)'nin “Şerh”idir. Basra ekolünün dil bilimcileri gramerin sadece karmaşık problemleriyle uğraşmamışlardır; Arapça'nın zengin kelime hazinesini araştırmak da onlar için aynı derecede önemli ve ilginçti. Bu tür araştırmalar onların eski Arap şiirini derleme çalışmalarıyla bağlantılı olarak başlamıştır. Eski Arap şiirinin doğru yorumlanabilmesi için dil bilimciler cahiliyye dönemine ait linguistik kullanımları muhafaza eden çöldeki göçebe bedevîlere dönmüşlerdir. Dil bilimciler görüşüp yanıtlarını kayda geçirebilmek için ya bizzat çöldeki bedevî kabilelere ziyaretler yapmışlar ya da onları kente yanlarına çağırmışlardır. Çöl sakinleriyle temas kurabilmek için diğer fırsatları da hiç ihmal etmemişlerdir. Ebû Amr b. el-‘Âlâ gibi önemli halk bilimcilerin yanısıra diğer bilim adamları zengin linguistik malzemelerini aynı yolla toplamışlar ve bu malzemeyle Arapça sözlük yazımının temelini atmışlardır.55 Başlangıçta dil bilimciler bozulmamış bedeviler arasında kullanılan sözcük ve deyimleri toplamaktan ve bunları konularına göre üstünkörü gruplamaktan öteye. gitmemişlerdi.. “Kitâbu'l-Vuhûş”,“Kitâbu'1-Hayl”,. “Kitâbu'ş-. Şât”,“Kitâb-u Huluki'l-İnsan” gibi adlar taşıyan bu tür koleksiyonlar sadece adlarının içerdiği konularda çölde kullanılan, en ince detayına kadar, bütün linguistik malzemeyi ihtiva etmekle kalmıyor, düzenli olarak bu malzemeye ilişkin çok miktarda metin kanıtıyla da güçlendiriliyordu. Pek çok derleyicinin bir hobisi de az kullanılan (garîb) sözcükleri toplamaktı.56 Sözlük yazımıyla ilgili bu çalışmaların ikinci aşaması, konulara göre derlenmiş bu tür malzemenin sistematik büyük sözlükler haline getirilmesiydi. Bu tür çalışmalar başladıktan kısa bir süre sonra daha büyük amaçlara 55 56. Ignace Goldziher, a.g.e., s.76 Aynı yer. 22.

(39) yönelmişti. Bu durum Sicistanlı Ebû Hâtim'in öğrencisi olan Basra ekolünün önemli bir üyesi Bağdatlı Ebû Bekr Muhammed b. Dureyd (ö. 321/933)'in edebî eserinde de açıkça görülmektedir. Bir şair olarak sivrilmekle birlikte, aslında o bir sözlük yazarıydı. "Eyer ve gem, bulutlar ve yağmur" v.s. gibi konuya dayalı tabirleri gruplara ayırmaktan başka “Cemhere fi'l-Luğa” adlı büyük bir sözlük derlemiştir. Ancak bu eseri çok kullanışlı “Kitâbu'l-İştıkâk”‘ı kadar büyük bir şöhret yapmamıştır. “Kitâbu'l-İştıkâk” yalnızca bir derlemeden ibaret değildir. Çünkü yazar eski Arap kabile adlarıyla ilgili olarak bu adların kökeni üzerine rivayet edilen tarihi alıntıları kaydetmiş ve bu adların aslını etimolojik yönden de incelemiştir.. Tasnifi,. Arap. kabilelerinin. soylarındaki. dallanmalara. dayandığından bu eser, sadece Arapça'nın eski kullanımıyla ilgili çok önemli bir kaynak olmakla kalmayıp aynı zamanda Arap toplumunun soyu üzerine ortaya konmuş en güvenilir ve en ayrıntılı kılavuzdur. Etimoloji Ebû Ali el-Fârisî'nin bir öğrencisi olan Ebu'l-Feth Osman b. Cinnî (ö. 392/1001-2) tarafından daha sistemli hale getirilmiştir. İbn Cinni kelimeleri köklerinden türetmek demek olan “küçük etimoloji” (el-İştikâku'l-Asğar) ile kök sırasına bakılmaksızın aynı sesiz harflerden müteşekkil bütün bileşimlerin bir temel anlamdan türetilmesi olan “büyük etimoloji” (el-İştikâku'l-Ekber) arasında bir ayrım yapmıştır. İbn Cinnî, etimoloji üzerine yazdığı eserlerin yanı sıra çekim (tasrif) alanında da en büyük otorite idi. Onun kuramları, “Kitâb-u Sırri's-Sınâ'a ve Esrâri'l-Belâğa” ile “Kitâbu'l-Hasâis. fî. ‘Ilmi. Usûli'l-Arabiyye”. adlı. iki. büyük. kitabında. açıklanmıştır. Basra ekolünün ansiklopedik çalışmalar yapan en önemli temsilcilerinden biri Ebu'l-Abbas el-Muberred (ö. 285/898)'dir. Bağımsız düşünüyordu ve Sîbeveyh'in otoriteliğine bile tamamen katılmıyordu; hatta bir eserinde hiç çekinmeden büyük hocanın bazı görüşlerini reddetmiştir. Ününü “el-Kitâbu'lKâmil” adlı eseriyle yapmıştır. Bu kitap adıyla bağdaşır niteliktedir. Sadece Arap Dili alanında değil aynı zamanda şiir, eski tarih alanları yanı sıra Arapların gelenekleri ve görenekleri konusunda da ilgili her tür bilgiyi bünyesinde 23.

(40) toplayan gerçek bir hazinedir. Tarihi malzemesi özellikle Haricîler hareketi ve bu hareketin liderleriyle ilgili önemli bilgileri de içermek suretiyle Abbâsî döneminin başlangıcına kadar Emevî döneminin tümünü kapsamaktadır, elMuberred'in eseri sistemli bir eser değildir. Söze herhangi bir gramer konusundan veya şiir alıntısından başlayarak aklına gelen ve mümkün olan en geniş çağrışımlarla sadece kendi ünlü hocalarını değil aynı zamanda temas halinde olduğu çöl sakinlerini de sık sık referans olarak göstererek sürekli güvenilir kaynaklardan alınan en önemli ve en güvenilir kaynakları bir araya getirmiştir. Bu nedenle onun eseri edebiyata bir geçişi temsil etmekte ve edebiyatın başyapıtları arasında sayılabilmektedir.57 2.2. Kûfe Ekolü Basra ekolüne paralel olarak Kûfe'de de benzer türde bir edebî etkinlik vardı. Ancak Kûfe ekolü üyelerinin filolojik görüşleri, Basralı rakiplerinin görüşlerinden daha yüksek seviyedeydi. Basralılar katı genel kurallar ortaya koymuş ve bireysel üslup özelliklerini önerilebilecek örnekler olarak değil de göz ardı edilebilecek istisnalar olarak değerlendirmişlerken, Kûfe ekolü, bazı şairlerde görülen bu bireysel özelliklerin de benimsenebilecek kıyaslar olduğunu kabul etmişlerdir. İki ekol arasındaki fark, genel olarak, klasik filolojide kıyas taraftarı olanlarla istisna taraftarı olanlar arasındaki farka benzemektedir.58 Kûfeli dilcilerin büyük bir bölümü, çalışmalarına Basralı hocalarla birlikte başlamışlar, ancak çok geçmeden Kûfe'ye dönmüş ve çoğu kez Basralı hocaların fikirleriyle çelişen kendi görüşlerini bağımsız bir şekilde açıklamışlardır. Daha sonra bunların pek çoğu hocalık yapmak üzere Bağdat'a gitmiş ve içlerinden seçkinleri bilimlerin hamisi durumunda olan halifelerin saraylarına girebilmeyi de başarmıştır.59. 57. Ignace Goldziher, a.g.e., s.77 Aynı yer 59 Ignace Goldziher, a.g.e., s.78 58. 24.

Referanslar

Benzer Belgeler

Hanife'nin konuyla ilgili olarak Vasıyye'de istişhad ettiği ayetler de şunlardır. &#34;Onlar cennelliklerdir, orada ebedi

a) Metinde hareke li olarak esre ile gösterilen, ancak e ile i arasında kapalı e sesi olduğunu bildiğimiz sözcüklerdeki /e/ ünlüsünü /ė/ ile gösterdik: ėt-,

yılında Hans Lippershey tarafından bulunmuştur fakat ilk teleskop niteliği taşıyan alet, İtalyan asıllı olan Galileo Galilei tarafından icat edilmiştir. Nesneleri 30 kat

Bunlar ve farklı amino asid zincirlerindeki diğer gruplar, diğer gıda bileşenleri ile birçok reaksiyona iştirak edebilirler.... • Yapılan çalışmalarda

Araştırmacıların boy hesaplamalarında kullandıkları başlıca kemikler; femur (uyluk kemiği), tibia (baldır kemiği), fibula (iğne kemiği), humerus (pazu kemiği), radius

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

Bu çalışmada, aynı ekstrüzyon oranına sahip kalıplarla gerçekleştirilen ekstrüzyonda, kalıp giriş çapı, kalıp açısı ve kalıp kanal uzunluğu gibi kalıp

Bu çalışmada Türiye’yi çevreleyen denizlerden (Akdeniz, Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz) elde edilen Gadidae türleri (Merlangius merlangus euxinus