• Sonuç bulunamadı

Anadolu Mecmuası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Anadolu Mecmuası"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

[Anadolu Mecmuası, (Haz. Arslan Tekin - Ah-met Zeki İzgöer), Türk Tarih Kurumu Bası-mevi, Ankara, 2011, XXXIII+500 s.] II. Meşrutiyetten sonra sistemli olarak ortaya çıkan Türkçülük ve büyük ölçüde onun ede-biyattaki uzantısı olan Milli Edebiyat Türkle-rin kendi kaynaklarına yönelmesini esas alan hareketlerdir. Bu hareket özellikle 1911’den 1918’e kadar hem yayın faaliyetleriyle hem de edebiyat ve fikir adamlarıyla oldukça etkili olmuştur.

Türkçülük başlangıçta bir dil ve kültür mil-liyetçiliği olarak ortaya çıkmış, daha sonra özellikle Türk Dünyasından İstanbul’a gelen bazı aydın ve yazarların da etkisiyle siyasî bir nitelik de kazanarak nihai ülkü olarak Turan-cılığı esas almıştır.

Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Milli Müca-dele’nin başlamasıyla birlikte gerek Türkçülük gerekse diğer fikir adamlarının mensupları anavatan mahiyetindeki Anadolu’nun kurta-rılması gerektiği düşüncesiyle Milli

Müca-dele saflarında yer aldılar. Milli Mücadele’nin yapıldığı bu yıllar-da Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in öncülüğünde ya-yımlanan Dergâh mecmuası da bu dönüşümün siste-matize edildiği bir yayın olarak fikir hayatında yerini

alır. Özellikle Yahya Kemal’in Fransa’da eği-tim görürken tarihçi Camille Julian’in “Fran-sız milletini bin yılda Fran“Fran-sız toprağı yarattı.” fikrinden yola çıkarak Türk tarihini, Türklerin Anadolu’ya geldiği tarih olan 1071 Malazgirt Savaşı ile başlatma düşüncesi, hem bu yıllar-da hem de Cumhuriyet’in hemen sonrasınyıllar-da aydınlar üzerinde etkili olmuştur.

İşte bu etkilerin en önemlilerinden biri de Ana-doluculuk görüşüdür. Bu görüş Anadolu’nun

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 9, Nisan 2014, s. 269-272

ANADOLU MECMUASI

Esra Dinçay

*

THE ANADOLU MECMUASI

(2)

270 ESRA DİNÇAY

asırlardan beri ihmal edildiği ve bu coğrafya-nın her yönüyle araştırılması gerektiği düşün-cesini savunur. Bu amaçla ilk olarak Anadolu Komandit Neşriyat Şirketi kurulur. Adından da anlaşılacağı gibi bu şirket bir yayın kuru-luşuydu ve amacı ‘‘Anadolu tarihine, Anadolu coğrafyasına, hasılı Anadolu’ya taalluk eden ilmî, edebî, fennî, iktisadî hususata dair kitap neşretmek’’ti.

Bu şirketin ilk önemli faaliyeti, ilk sayısı Nisan 1924’te yayımlanan ve 12 sayı neşredildikten sonra Şubat 1925’te yayın hayatına son veren Anadolu Mecmuası’dır. Derginin 9., 10. ve 11. sayıları birlikte basılmıştır. Anadolu Mecmuası Mehmet Halit (Bayrı) tarafından yayımlanmış olup mesul müdürü Haydar Necip’tir. Her sa-yısı 40 sayfadan oluşan dergi adıyla paralel olarak Anadoluculuk görüşünü savunan ide-olojik karakteri de olan bir dergiydi. Derginin yazarları arasında Mükrimin Halil (Yınanç), Hilmi Ziya (Ülken), Hamit Sadi (Selen), İs-mail Nami, Mehmet Şeref (Aykut), Mehmet Halit (Bayrı), Reşat Şemsettin (Sirer), Necip Asım, Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu), Hasan Cemil (Çambel), Mehmet Emin (Erişirgil) gibi düşünürlerin yanı sıra Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Ömer Bedrettin (Uşaklı), Necmettin Halil (Onan), Necip Fazıl (Kısakürek), Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılar da vardır. Bu yazarların önemli bir kısmının daha önce yayımlanan Dergâh dergisinin de yazarları arasında bulunduğu göz önünde bulundurulur-sa Anadolu Mecmuası’nın Dergâh hareketini bazı farklılıklar taşımakla birlikte kendisinden sonraki Anadolucu görüşlere taşımak gibi bir işlevinin olduğunu da söylemek mümkündür. Dergideki yazıların başlıkları bile, onun Ana-dolu ve AnaAna-dolu araştırmalarıyla ilgisini ortaya koymaktadır: İznik, Anadolu Örfü ve Des-tanlar (2 tefrika), Mehmed-i Rabi Zamanında Anadolu, Diyarbekir’e, Anadolu’da Merzagî Sahalar, Anadolu’da Maarif Nasıl Ta’mim Edilir, Konya’da Yeşil Kubbe (3 tefrika),

Anadolu’ya, Anadolu İklimi (5 tefrika), Ana-dolu İnkılabı, AnaAna-dolu Kadını, AnaAna-dolu’nun Fethi (3 tefrika), Anadolu Madenleri, Anado-lu Kadınlığı (2 tefrika)… Bunların dışında başlığında Anadolu kelimesi olmayan, fakat Anadolu’yu ilgilendiren çok sayıda yazı da mevcuttur.

Tarih görüşü derginin dikkat çekici ve en önemli yanıdır. Bu yüzden derginin fikrî yö-nünü ortaya koymak için bu konuyu açmak düşüncesindeyiz. Bunun için de özellikle der-ginin önemli isimlerinden Mükrimin Halil’in (Yınanç) yazılarından istifade edeceğiz. Yaza-rın “Millî Tarihimizin İsmi”, “Millî Tarihimi-zin Mevzuu” ve “Anadolu’nun Fethi” başlıklı, âdeta birbirinin devamı niteliği taşıyan yazı-ları derginin tarih anlayışını veren en önemli yazılardır. Mükrimin Halil, Türklerin dünya coğrafyasında yer aldığı bölgeleri göz önünde bulundurarak günümüzde tartışılabilecek şu sonuca ulaşıyor:

Görülüyor ki Osmanlı hanedanının zaman-ı hakimiyetinde aktar-ı cihanı fethedenler, Ru-meli’ye geçip iskân edenler, Suriye’yi, Mı-sır’ı ve Berberistan’ı istila edenler Anadolu Türkü’dür. O halde tarihimizin ismini de şu suretle söyleriz: Anadolu Türkleri tarihi veya sadece Anadolu tarihi. (s. 8)

Mükrimin Halil iki sayı süren “Millî Tarihimi-zin Mevzuu” adlı yazısında “millî tarihimiz”in başlangıcının “Türklerin Anadolu’ya vüruduy-la” açıldığını söyler ve bu dönemi beş büyük devreye ayırır:

1. Hulefa-yı Abbasiye zamanında Anadolu’da Türk emâretleri. Eski müverrihlerin tabiri vechile Şügur [hudut] Valileri devri 2. Âl-i Selçuk devri

3. Tavaif-i Müluk devri 4. Âl-i Osman devri 5. Cumhuriyet devri.

Bunlardan birinci dönem, Türklerin Anado-lu’da müstakil devlet kuran bir devletin

(3)

üye-ANADOLU MECMUASI 271

lerinden ziyade, halifenin askerleri olarak ora-ya gelen bir topluluk oldukları ve dillerinin Arapça olduğu şeklindedir.

Yazara göre ikinci dönemde “Anadolu vatanı” artık oluşmuştur: “Anadolu’nun garbında bir asır devam eden ehl-i salib ve Bizans muha-rebatı, cenupta Antakya prensleriyle, Suriye sultanlarıyla, şarkta Gürcülerle ve Azerbaycan Türkleriyle vuku bulan mücadelat Anado-lu’nun hudutlarını vücuda getirmiş, vatanın haritasını çizmiştir.” (s. 63)

Bu dönemin bir önceki dönemden farkı Türk-lerin “müstakil bir millet” haline gelmesi, di-ğer Türklere göre oldukça gelişmiş bir devlet kurmaları ve bir merkez etrafında kuvvetli bir medeniyetin temelini atmalarıdır.

Dördüncü dönem, Anadolu’da Osmanlı haki-miyetini kapsamaktadır. Mükrimin Halil (ve diğer Anadolucular da) bu dönemi ikiye ayırır. İlk dönem Fatih dönemine kadar olan zama-nı içine alır ki, bu devirde “devletin idaresi her biri bir boyun beyi, bir aşiretin reisi olan Anadolu asilzadelerine, Oğuz beyzadelerine muhavvel idi.” Ancak yazara göre Fatih’le birlikte bu durum değişmeye başlamıştır: “Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra umur-ı idare-de mühim tebeddüller husule geldi. Çandarlı hanedanı vezaretten kovuldu ve Hıristiyan dönmesi olan bir kul bu makama getirildi. Yavaş yavaş Türk’ün beyleri âbâ ve ecdatla-rından tevarüs eyledikleri mansıplardan kovul-maya ve mevkilerini padişahların kölelerine terk etmeye başladılar.” (s. 99)

Mükrimin Halil, Fatih’in ülkenin sınırlarını genişletmesine karşılık Türk idare usulünü bozduğunu ileri sürer ve şu radikal sonuca varır:

“Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Anadolu beyleriyle müştereken devleti idare eden bir millet reisi, bir Türk hakanı değildir. Bilâ kayd u şart bütün kuvvetleri nefsinde cem eden, yalnız başına saltanatı idare eyleyen müstebid

Roma imparatorudur. İlk evvel istibdadı ve mutlakiyeti tesis eden Fatih, Türk’ün köle-lerini Türk ile bir tutarken mevki-i emarete kendi şahsına daha fazla sadık olanları, her türlü emrine bilâ-kayd u şart ser-fürû edenleri getirmişti. Bunlar ancak köle ve devşirme ve ecnebi makûlesi insanlar olabilirlerdi.” (s. 99) Kanuni Sultan Süleyman döneminde bu du-rumun daha ileri bir hal aldığı ve artık devlet idaresinde hiçbir “Türk rical ve ümerâ”sına rastlanmadığı, artık devletin tamamen “muh-tedîler ve kapıkulları” tarafından yönetilmeye başlandığı makale yazarı tarafından ileri sü-rülür. Ona göre benzer durum padişahların ve onların ailelerinin evliliklerinde de görülmek-tedir. O zamana kadar genellikle Müslüman hükümdarlardan kız alınırken ya da kızlar veya kızkardeşler “İslam ve Türk hanedan-larına mensup prenslerle evlendirilirken bu âdetlerin bırakıldığı” iddia edilir. Padişahların kızlarını ve kızkardeşlerini “kendi kölelerine, cellatlarına, devşirme çocukları”na vermeleri bir “bayağılaşma” olarak nitelendirilir. Bu durum bir süre sonra “bütün imparatorluğun fatihi olan Türk”ün devlet kapısından uzak-laşmasına ve aynı şekilde Anadolu’nun da imparatorluğun anavatanı olmasına karşılık âdeta bir sömürge muamelesi görmesine yol açmıştır.

Mükrimin Halil, sarayda görülen bu değişik-liğin orduda da meydana geldiğini belirtir. Başlangıçta az sayıda olan (11 bin) Yeniçe-rilere karşılık birkaç yüz bine ulaşan Türk tımarlı sipahilerinin oluşturduğu ordu da bu değişimden nasibini alır:

“Sipahiler azalmaya başladı, köle çoğaldıkça çoğaldı ve nihayet imparatorluğun her tarafı bunların eline geçti. Türklerden terekküb eden ordu azaldıkça ve intizamsız devşirme askeri çoğaldıkça inhizamlar baş gösterdi. Türk un-surunun bu kadar asırlar zarfında kan dökerek zapt etmiş oldukları memleketler birer birer zayi oldu.” (s. 101)

(4)

272 ESRA DİNÇAY

Dergide Osmanlı yönetiminin Anadolu’ya ve Türklere olan bu olumsuz bakışıyla ilgili başka yazılar da mevcuttur.

Mükrimin Halil, muhtemelen henüz başlan-gıcında olduğu için, Cumhuriyet’i kapsayan beşinci dönemden bahsetmemiştir.

Dergide tarihin dışında edebiyat (özellikle halk ve tasavvuf edebiyatları), sağlık, kadın, coğrafya, felsefe konularında da yazılar vardır. Her biri ayrı araştırma konusu olan bu konuları bir kitap tanıtma yazısının sınırlarını aşmamak için şimdilik sadece zikrediyoruz.

*

Yukarıda sözünü ettiğimiz eski harflerle ya-yımlanan Anadolu Mecmuası, Arslan Tekin ve Ahmet Zeki İzgörer tarafından oldukça başarılı bir şekilde günümüz yazısına akta-rılarak hem fikir hem de edebiyat tarihimizin önemli kilometre taşlarından biri, okurların ve araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Böylece gerek bu dergi gerekse bu derginin sonraki dönemlere etkisi konusunda daha fazla çalışmaların yapılması kolaylaşmış olacaktır.

Çalışma Arslan Tekin’in dergi hakkında kale-me aldığı “Giriş” bölümünde hem dergi hem de metin neşrinde uyguladıkları metot hakkın-da bilgi vermiştir. Yine bu bölümün sonuna koyduğu dergi yazarlarına ait biyografik bilgi de önemlidir. Çünkü bu yazarların birçoğu günümüz okurları, hatta üzülerek söylemek gerekirse birçok araştırmacı tarafından bilin-memektedir. Bu açıdan bu kısa ve özlü bilgiler, bu alanda çalışanlara yol gösterici olacaktır. Çalışmanın sonuna sadece isimlerin yer aldığı bir “Dizin” eklenmiştir. Bu dizinde yazar adla-rının yanında eser, gazete ve dergi adlaadla-rının da yer almasının daha iyi olacağı kanaatini taşıyoruz. Hatta derginin ideolojisinin bir coğ-rafyaya dayalı olması bakımından bir yer adları dizininin de bu çalışmada gerekli olduğunu düşünüyoruz. Sonraki baskılarda bu ilavelerin yapılması çalışmayı daha istifade edilebilir zenginliğe kavuşturacaktır.

Bu çalışmayı yayın hayatımıza kazandıran Arslan Tekin ve Ahmet Zeki İzgörer’i bu zor işi titizlikle yerine getirmeleri açısından kut-luyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

myomectomy 122.6 minutes; laparoscopic myomectomy requires an average of 3.2 days of hospital stay, and open myomectomy 5.5 days; and finally, laparoscopic myomectomy causes

Bu iş için özel tasarlanmış bir Wi-Fi alıcısı sayesinde, alıcıya bağlanan telefonların gön- derdiği kanal durum bilgisi (Channel State Information - CSI)

Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulu Konyaaltı Hayme Ana Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi bünyesindeki İmam Hatip Ortaokulu için yapılacak olan yazılı sınava başvuru yapacak

Neolitik devirden Hristiyanlığın ortaya çıkışına kadarki süreçte Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün varlığı ve önemi, arkeolojik kazılarda ortaya

Çalışmayanlar durumlarını belgelendirmeleri kaydıyla (SSK-BAĞKUR- EMEKLİ SANDIĞI) EK-1’i Mahalle Muhtarına, çiftçi geliri olanlar Köy/mahalle muhtarına, ücretliler

Bilnck ve Mc Kercba- (4), SJlrr adeoovirua enfebiyonumın teabitinde uyıuJaoacak te- rum OOtraJ.iıuyon testinde, serum örneklerinin 1110 OnIUILıda sulmdınlmumı, 1110 ve

Mevlana ve Anadolu İnsancılığı, International Journal Of Eurasia Social Sciences, Vol: 6, Issue: 19, p.. Dr., Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe

yüzyılın sonundan itibaren çökmeye başladığını yazıyorsa bile Osmanlı İmparatorluğu’nun sözü edilen dönemden itibaren (ki çoğun- lukla III. Murad’ın