KONSERDE — Ertuğrul Sevsay, 7.6.1985 günü Tonküstler Orkestrasıyla Müzikverein Büyük Salon'da. Viyana Kenti Kompozisyon Ödülü alan bestesi, “Sinfonietta alla Turca"nın ilk seslendirilişinde.
Viyuna’da ödül oldu A B D ’d ş ders
verecek
,
ülkesi ta n ım ıy o r ^
Ertuğrul Sevsay, tıp ve müzik öğrenimini
birlikte yürüttü. Viyana Kenti Kompozisyon
Ödülü'nü kazandı. Konserler verdi, eserleri
çalındı ve yayımlandı. Miami Üniversitesi
Müzik Okulu’nda öğretim üyeliğine başlayacak.
Ancak Türkiye’de kendini tanıtmak ve
kanıtlamak olanağına bir türlü kavuşamadı.
FİLİZ ALİ________________
Geçen yıl Viyana Müzik Oku lu Kompozisyon ve Orkestra Şefliği bölümlerini bitiren Ertuğ
rul Sevsay, “ Sinfonietta alla Turca” adlı eseriyle 1984 Viya
na Kenti Kompozisyon Ödülünü kazandı. Eser besteci yönetimin de, 7 Haziran 1985’te Musikve- rein Büyük Salonu’nda Ton- künstler Orkestrası tarafından ilk kez seslendirildi.
1954 yılında İstanbul’da do ğan Ertuğrul Sevsay, İngiliz Li sesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakülte si’ni bitirdi. Müzik çalışmaları nı Cemal Reşid Rey ve İhsan
Balkır’la yaptı. 1977’de arkadaş
larıyla kurduğu İstanbul Filar moni Oda Orkestrası’nı 1980’e kadar yönetti. i 980’de Viyana’- ya giden Ertuğrul Sevsay ,bir
yandan iç hastalıktan dalında ih tisas yaparken bir yandan da Vi
yana Müzik Yüksekokulu Ko mpozisyon ve Orkestra Şefliği bölümlerine devam etti. 1981 ve 1982’de Alban Berg Vakfı ko mpozisyon burslarını, 1983’te Avusturya Kültür Bakanlığı üs tün başarı bursunu, 1984’te de Viyana Kenti Kompozisyon Ödülünü kazandı. Viyana’da konserler verdi, eserleri çalındı ve yayımlandı. Eylül 1985’te ABD’nin Florida eyaletinde, Mi ami Üniversitesi Müzik Okulu’ nda öğretim üyeliğine başlaya cak olan Ertuğrul Sevsay’la ABD yolculuğuna çıkmadan he men önce kısa bir söyleşi yaptık ve Türk müzisyeninin sorunları nı tartıştık. Bu söyleşiden bazı bölümleri okuyucularımıza akta rıyoruz.
N ed en T ü rk iye’de değil?
— Sayın Ertuğrul Sevsay, 1984’te “Sinfonietta alla Turca” adlı bestenizle Viyana kenti kompozisyon ödülünü aldınız ve geçen haziran ayında Tonküns- tler Orkestrasıyla verdiğiniz bir konserde eserinizin ilk seslendi- rilişini yaptınız. Eserinizi ülke nizde seslendirmeyi hiç düşün mediniz mi?
E.S. — Elbette düşündüm. Bu
nedenle İstanbul Devlet Senfo ni Orkestrası ilgilileriyle görüş tüm, arzulan üzerine dilekçe yazdım. Ancak olumlu ya da olumsuz bir cevap bile vermedi ler.
— Oysa 1985 Dünya Gençlik Yılı, iyi bir fırsat olmaz mıydı? E.S. — Sorunun cevabım si
ze bırakıyorum. Gençlik yılı için ilginç bir öneride de bulunmuş genç bir kadroyla “Madame
Butterfly” ı yapmak istemiştim.
Salzburg’ta şan eğitimi gören ve şu sıralar Bayreuth Festivali’nde görevli olan soprano Efsun Taş
kın, Viyana Müzik Yüksekoku-
lu’nu bitirmiş ve halen Bern Operası’nda solist olan bariton
Bağdasar Baybertyan ve İstan
bul Operası solistlerinden tenor
Cemalettin Kurugüllü’den (her
üç sanatçı da İstanbul Devlet Konservatuvarı mezunlarıdır) oluşan bir kadroyla ülkemizde seslendirilen ilk operalardan olan bu güzel eseri İtalyanca ger çekleştirmek üzere, aklınıza ge lebilecek ilgililerden çoğuyla gö rüştüm. Hepsi “ Aslında çok iyi
olur ama...” diye başlayarak tu
tarsız mazeretler sıraladılar. Ne deni güvensizlik ve ilgisizlik. Eğer adlarımız Richard ya da
Susannea olsaydı hemen kabul edilirdik. Avrupa’dan solist ya da şef getirdik diye övünme ve silesi bile olurdu. Ancak bu du rum, dışardaki Türk müzisyen leri için yeni bir olay değil.
— Dışarıda yaşayan pek çok müzisyenimiz olduğunu biliyo ruz. Bu konuda söyleyecekleri niz var mı?
Çöp ten ek esi b oşaltan lar
E.S. — Belki bir orkestra ku racak kadar çok müzisyenimiz var dışarda. Ve ne koşullarda ye tişiyorlar, bir bilseniz. Para ka zanmak için loş kiliselerdeki or kestralarda 39 ateşle keman ça lanlardan tutun da, kış geceleri sokaklarda kar küreyenlere ya da çöp tenekesi boşaltanlara ka dar neler gördüm. Hepsi de mü zisyen, eğitimlerini sürdürebil mek için yapıyorlar bu işleri. Bü yük sıkıntılarla yetişiyorlar, ül kemizde bir şeyler yapmaya ça lışıyorlar, girişimleri sonuçsuz kalıyor. Mecbur kalıyorlar ya bancı ülkelere yerleşmeye. Pab-
lo Casals anılarında Katalonya-
lı şair Jean Maragall’m şöyle de diğinden söz eder: “ Göğe kadar
yükselmek isteyen, ayaklarını sağlam zemine basmalıdır. Bu zemin de vatan toprağıdır.” Bel
ki de boynuzun kulağı geçece ğinden korkanlar var.
— Genç müzisyenlerimizin ül kemizdeki geleceklerini nasıl de ğerlendiriyorsunuz?
E.S. — Gerçekten çok yete neklileri var, ancak tecrübe ka zanmak için yeterli olanaklara sahip değiller. Her yetişen mü zisyeni hemen solist ya da şef di ye orkestranın önüne çıkarmak yanlış, ancak bu konuda korkak olmak da aynı ölçüde hatalı. Bi zim ülkemizde ve özellikle bu alanda olanakların kısıtlı oldu ğu unutulmamalı. Başka bir hu sus da müzik dünyamızdaki te kelcilik. Kendilerini yegâne ida reci, vazgeçilmez patron, hatta kurtarıcı olarak görebilen, hep ön saflarda olmayı seven müzis yenler var. Yerlerine kimseleri yetiştirmedikleri ve “ ben gitsem
kim gelecek” havasını estirme
ye çalıştıkları için böylelerine şaşmamak elde değil. Ne hatır ladım biliyor musunuz? Birkaç yıl önce Viyana orkestralarından birinin birinci flütçüsü emekli olacaktı. Adama ısrar ettiler, kalsın diye. Verdiği cevap şu ol du: “Eğer isterseniz yalnız üçün
cü flütü çalmak koşuluyla misa fir olarak katılırım. Artık sıra genç meslekdaşlarmızda.”
D evlet dışı orga n iza syo n
— Biraz daha değişik bir so ru sorayım. Müzik konusunda devletin payına düşen nedir siz ce?
E.S. — Bu konu çok hassasi yet ister. Önce devlet dışı bir or ganizasyon gereklidir. Örneğin,
Romain Bussinne ve Saint-Saëns
Fransa’da bu amaçla yanılmı yorsam 1870’lerde Société Nati onale de Musique’i kurdular. Vi yana’da Brahms’ın başkanlık et tiği Gesellschaft der Musik aynı amaçla kuruldu. Bu kuruluşlar büyük işler yaptılar, hem de ço ğu zaman sadece üyelerinin ça balarıyla. Yalnız oralarda “ tek
adam, vazgeçilmez başkan” gi
bi prensipler yoktu. Kadrolar de vamlı gençleşti, eskilerin tecrü beleri, yenilerin dinamizmi ile birleşti. Bizde ne oldu? Ülkemiz deki çoksesli müziğin kurucula rından Cemal Reşid Rey, Filar moni Derneği’ni de kurdu ve ilk zam anlar gerçekten önemli adımlar atıldı, unutulmaz kon serler oldu. Ancak kadrolar he men hep aym kaldı ve koskoca Filarmoni Derneği eski gücün den çok şey yitirdi. Hele Afif
Tektaş’ın ölümünden sonra. Da
ha geçen gün Cemal Hoca’yı zi yarete gittiğimde, bizzat kendi si bu üzücü durumu dile getirdi.
— Son bir soru: Türk müzi ğinde yapılmak istenen çokses lilik girişimleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
E.S. — Çoksesliliği çalgı sayı
sını arttırmaktan ibaret sayan ki şilere göre çok iyi yoldayız. Kla sik Türk Müziği kendine has özellikleri olan bir müzik. Halk müziği ayrı bir değer. Özellikle son yıllarda yapılan deforme ve kalitesiz müzikler hakkında ko nuşmayı gereksiz görüyorum. Zaten konuşacak ne var? Kali tesizle uğraşmak, kötülemek ya da yasaklamak yerine kaliteliyi sevdirmek, yüceltmek için çalı şalım, yeter.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta ha T o ro s Arşivi