HALDUN TAN ER
"O , sekiz yaşında bir çocuktur. Onu öyle kabul edeceksiniz.”
Bir tartışma sırasında eşi söylemişti bunu. “ Bizim Tiyatro” diye bir girişimi miz oldu bir zamanlar.
Kendini dağıtan Münir’i
yeniden tiyatroya ısındır mak için üç kuruculu bir topluluk düşünmüştük. Çe tin îpekkaya, Münir ve ben, sık sık toplanıp konu şuyorduk. ilk oyunla tiyat royu tutturduktan sonra onu Münir’e bırakıp zaten başımızdan aşan kendi işle rimize dönecektik. O sıra lardaki bir tartışma sırasın da Münir’in yine bir kaprisi
tuttu. Eşinin bu sözü,
sanırım o vesile üe söylen mişti:
“ O, sekiz yaşmda bir çocuktur. Onu öyle kabul edeceksiniz.”
Bu söz üzerine sonraları çok düşündüm. G aliba, Münir’in büyük yeteneğinin sun da bu cümlede yatıyor du.
Türkçe’de -sade Türkçe - de mi- en güzel çocuk şiirlerini de yazmış olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, ço cuklara yaklaştıkça insan sanatın özüne daha yaklaşır mealinde bir söz söylemişti bana. Ne kadar haklı. Mü nir’in her yaşta her smıf çocuğu kavrayışı da galiba yine bundandı. Batıkların Clowherie, bizim palyaço luk dediğimiz apayrı bir güldürü türü vardır. Aslın da bana mısın diyen sanatçı clown olamaz. Am a istese, Münir, Dr. Grock, Fratelli- ni, Oleg Popov kıratında uluslararası bir clown da olabilirdi.
M ü n ir’le ta n ışık lığım ız hayli eskilere uzanır. Kah
metli Turan Göker’in yönet tiği Bakırköy Halkevi sah nesinde başlamış sahne ya şamı, sahneye çıkar çıkmaz da daha kavramış halkı. Ses Opereti’nde sürdürdü bu sevimli çıraklık devrini. Da ha sonra her yeteneği fark edip, en büyük şansları veren Muhsin Hoca, onu 1950’ de kurduğu küçük
sahnesine aldı. O güne
kadar şeytan tüylü, sahneyi ısıtan, sevimli bir oyuncu olarak bellenen Münir’in derinlemesine boyutu da işte o sıralarda meydana çıktı. “ Karakol” daki rolünü daha sonra ünlü bir sinema ve tiyatro sanatçısının oy- .nadığı filmde de gördük. Münir’in klası ondan iyi idi. Bu dönemde en unutulmaz başarısı “ Arpa Am ban” n- daki Auguste rolü oldu. Heyecan Başaran'la birlikte oynadıkları bu oyunun hele ikinci perdesinde tiyatrose-
verlere unutamayacakları
Avrupa kalitesinde bir ya şantı sağladılar. Münir, da ha sonra Şehir Tiyatrosu’- na, Devlet Tiyatrosu’na gir di. Kendi adına bir Bulvar Tiyatrosu kurdu. Batırdı. Alkol komasına girdi, yete neğinin silikleştiği, kişiliği ni dağıttığı karanlık bir beş yıl geçirdi. Uzun tedavüer- den geçti, bu mutsuz günle rini onunla candan paylaşan eşinin desteği ve kendi iradesi ile, geç de olsa, bu buluttan çıkmasını bildi. Alkolü bıraktı. Tedavi yılla rının onda başka bir kazancı da psikanalizin, bilinçaltı âleminin doğrudan doğruya içine girme olanağı bulması oldu, tnsan ruhuna ait her şeye büyük bir tecessüs açlığı duyan Münir, geçirdi ği rahatsızlıklar döneminde kendi şahsına dair birçok yeni şeyler öğrendi. Başka ları için bir maraz sayılan şizofreni eğiliminin bir ak tör için bazen verimli bir
yam olduğunu gördü. Mü nir, aşın duygulu her sanat çı gibi zaman zaman umut suzluk dönemlerine, depres- sionlara girer hâlâ. Bütün ünü, başarılan, bu dönem lerde onu yüreklendiremez olur.
Herkesin başından za man zaman böyle depressi on dönemleri geçebilir. Ben ne zaman biraz hasta veya dertli olsam, onu ve eşini hemen yanımda buldum. Onlann anlayışlı yakınlığını gördüm. Candan dostluklar bazen insana ilâçtan da yararlı oluyor. Yıllar yılı aramızda yoğun bir ağabey - kardeş bağı örüldü. Bugün de ben ona her şeyimi açanm, o da bana. Buna güvenerek, ondan habersiz, onun bazı bunalım larını Türkiye’ye misafir gelen ve benim de tesadüfen tanıdı
ğım ünlü bir psikiyatra
açıp fikrini almak istedim. Kadm, bütün ayrıntıları üe açıkladığım Münir özk u l’- un psişik radiyoskopisini dikkatle dinledi:
— Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz, dedi. Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler On ları iyi edersek ortada sağ lıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin. Şimdi mutsuzlukları içinde mutludur, iy i olursa büsbü tün mutsuz olur.
Münir, alkol zehirlenmesi krizlerinden sonra muayene edüdiği zaman karaciğeri, akciğerleri, böbrekleri, da marları şaşılacak derecede sağlıklı bulundu. Alkol sa dece belleğini biraz zedele mişti. Eskisi kadar kolay rol ezberleyemiyordu. Sine maya kayışının bir nedeni, orada bellek zorlaması ol madığı içindir.
Tabii, çocuk ruhlu Mü nir’in popülarite hevesini de
unutmamalı. Sinema, kabul etmeli ki, ona tiyatrodan daha yaygın ve kolay ün sağladı. Am a Münir orada bile, her şeyin en kolayına kaçıldığı, ilk bulunan fikrin hemen uygulandığı en kolay beğenir ortamda bile, rolü
ne kadar küçük olursa
olsun, ona kendi kalitesinin damgasını vurmayı bildi; hattâ sinemada bile kolay unutulmayacak bazı büyük kompozisyonlar yaptı. Si nema onun zorunlu tutkusu oldu, üstelik de geçim yolu. Bir ara gazinocuların baskı sı ile show’a da, istemeye istemeye, çekine çekine çık tı. Sıcaklığı ve sevimliliği ile başardı. Am a çabuk ayrıldı.
Münir’in antika merakın dan, ince sanat eserlerine vurgunluğundan da uzun uzun söz etmek mümkün. Bu “ hobby” sinde sanatçı ve duygusal yaratılışının olduğu kadar, çok hayranı
olduğu Behzat Baba’mn
antika merakını model ola rak alışının da bir payı olsa gerek. Münir’in başka hay ranı olduğu bir sanatçı da esprili ve kültürlü insan, virtüöz dublajcı Ferdi Ta y fur’du. Sait Faik de hayran oldukları arasındadır. Ço ğunu görmemiş olmasına karşın eski halk komikleri miz, başta Naşit Bey oldu ğu halde, onun değer yargı sında baş yeri tutarlar. Dümbüllü İsmail’in Münir’i kendi halefi olarak görüp, ona kavuğunu hediye edişi Münir’in en övündüğü ar mağan olmuştu.
Zaman zaman alaturka bir halk komiği olmak ülkü süne kapılır. Oysa Tann kendisine bir halk komiğini de aşan yetenekler vermiş tir bol bol. Onlan kullan mak işine gelmez, zoruna gider. O ne bir film artisti, ne bir showmen, ne bir halk komiğidir. Eminim, bunu, onun en yakınlan, Sadık Şendil ve Ertem Eğilmez de bal gibi bilirler. Bilirler de, yine de sinemada küllenme- sini önlemezler.
Bence Münir gelmiş geç miş Türk komedyenlerinin en önde gelenlerinden biri ve şahsî kanımca en iyisi dir. En büyük avantajı sesi, sesinin kadife yumuşaklığı ve Münir’in bu materyeli şaşılacak zengin bir skala içinde kullanabiliş yeteneği dir. Bir başka büyük avan tajı yukarıda belirttiğim şizofrenik eğiliminin role girmede ona bambaşka bo yutta bir yaratma gücü ve z e n g in liğ i k azandırışıdır. “ Sersem Kocamn Kurnaz Karısı” ndaki Tomas Fasul- yeciyan rolüne nasıl girdiği ni adım adım izledim. Eseri yazdığım iki ay boyunca her hafta eşi ve Çetin îpekkaya ile bana, Abant’a kadar geliyor, iki gün kalıp dönü yorlardı. Ben onlara bir hafta boyu yazd ık la rım ı okuyordum, üzerinde konu şuyorduk. Bu çalışma tarzı nı eşinin tavsiyesine göre uygulamakta idik. O, Mü nir’in gerek oyunun havası na, gerekse Tomas
Fasulye-ciyan’ın rolüne, böyle yavaş yavaş daha iyi gireceği kanısında idi. Oysa Münir, bütün bu konuşmalarda pek ilgili görünmüyordu. Abant kıyısında otları yolup onlar la oynar görünüyordu. Da lıp dalıp gidiyordu, çabuk yoruluyordu. Provalar baş ladıktan sonra da iniş ve çıkışlar içinde idi. Am a ilk gece karşımıza öyle bir sahne devi çıktı ki, hepimiz şaşakaldık. Tomas Fasulye- ciyan mezarından kalkıp gelse, Münir’in sunduğu bu
oyuna bakıp ben bunu
olmak isteyip de olamamı şım diye hayıflanabilirdi. Rolün, en ince nüanslarına göre yazıldığım söylemek zorundayım. Am a Münir, bu nüanslara kendiliğinden yeni nüanscıklar kazandır
mıştı, dallı budaklı bir
kom pozisyon ya ra tm ıştı. Rol, Fasulyeciyan 4- Münir karışım ı, bambaşka bir renk kazanmıştı. Onun için de LCC salonunda alkışın sonu gelmemişti. V e Münir,
Türk seyircisine büyük ve erişilmez gücünü belgele
mişti. Ağlayanlar vardı.
Başta Adalet Cimcoz olmak üzere salondan sahneye at layıp ona sanlanlar vardı. Rejisör Çetin îpekkaya ağ lıyordu, bu oyunun o oyna nışının video teybe alınma mış olmasma çok acırım. Bereket versin, bir hayli sonra televizyoncular son tiradı çektiler ve birbuçuk yıl boyu tiyatro saati yayın
larının sonunda amblem
olarak muntazaman yayın ladılar. Sonraları çok beğe nilen bu tiradı, oyunun onuncu temsüinden sonra bir sabah Kadıköy vapu runda bir sigara paketinin arkasına karalamış ve tiyat roda Münir’e okumuştum, îlk tepkisi yine silik oldu, “ Bir deneyelim” dedi.
ilk üç akşam tiradın pek içine de giremedi, dördüncü
akşam boynuma sarıldı.
“ Ben dalgaya geldim, anla madım” diye özür diledi.
O gece sıra tirada gelip de
“ Hepsi öldüler, kulunuz
Tom as Fasu lyeciya n da dünya deniştirdim” derken sesi boğum boğum ağla maklı idi. Sanki kendi me zarının başında kendine bir ağıt okur gibiydi. O gece den sonra o tirad Münir’in bir parçası oldu sanki, onu tâ yüreğinin içinden verme sini bildi.
“ Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fisıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağanr, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine ka çışır. Perde.”
Kendi yazdıklarımı bir daha okumaktan hiç hoş lanmamama karşın, bu tira dı on kere, yirmi kere, yüz kere dinleyebilirim bıkma dan, Münir onu bu kadar güzel yansıtıyor diye.
Münir özkul gibi safkan bir sanatçı ile birlikte çalış mış olmaktan, ama asıl onun gibi bir dostum olma sından övünüyorum.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi