P A Z A R T E S İ K O N U Ş M A L A R I
Tabiat ve
S
ekiz, on yaşlarımı zın “Tabiat” içinde görebildikleri, bilhassa ye mişlerdir. Hele bahçemiz de ağacı varsa kiraz, bize renk ve şekil güzelliğinin ilk derslerini verir. Kayısı, çilek, kırmızı ve sarı erik ler, karpuz, kavun; çocuk için bütün bir “tabiat” tır, Armut, çok kerreler soluk yeşili ve eğri*büğrü şekli ile bu yemişlerin yanında pek sönük kalır. Küçükler arasında, bu gösterişsiz yemişin aldığı mâna ile sı tatlandırılmak, parlak ol- mıyan bir zekâya ibaret tir. Elma, armudun talih sizliğine uğramamakta bo yasına çok şey borçludur; portakal, mandalina, hattâ turunç gibi... Saymadıkla rım bana kırılmasınlar; maksadım, küçüklüğümüz deki tabiatın, ancak büyü me atılganlığivle peşin?' düştüğymüz yemişler ."de kendini bize tanıttığım söylemektir.Onaltı, onyedilere doğ ru gelince çiçekler ve a- ğaçlar, bizim için yavaş yavaş varolmıya * başlar lar. Bu yıllardan önce çi çekler, hemen hemen pek çoğumuz için mânasızdır ve ağaçlar, açık havada kurulmuş birer jimnastik âleti hükmündedirler. Hal buki onsekiz, yirmi yaşın da bir delikanlıva çiçek, önce kokusu, sonra rengi ye şekli, nihayet, topluluk içindeki vazifesiyle ne ka dar ehemmiyetli bir tabiat parçası olduğunu anlatır. Birkaçı bir araya gelip demet olduğu zaman, ka pısı çalınmış bir sevgilinin evi önünde, şiir ve ifade dolu bir mektup kadar mânalanırlar. Açık yaz penceresinden teklifsizce giren küçük iğde çiçekle rinin veya karşı cinsten bir arkadaş eliyle uzatıl mış üç beş manolyanın ev
içini dolduran kokusu, hu yaşlardaki gençleri, taze hayallerin sarhoşluğu ile başka dünyalara alın gö türür. Onlar için Kore’de harp bitmiş, hattâ başla mamış, dünya barışı ku rulmuş: ekmek beş, şeker otuz, et elli kurusa inmiş tir. ^
Ağaçlar... Onlar, hele bu çağlarda, beraber olabil miş çiftler için, her iki ta rafın tanıdıklarına ve ta nımadıklarına karşı en ca na yakın birer korucudur lar. Duyguların hararetiy le şakaklarda beliren ter leri, hangi ince bir mendii, geniş dallı ağaçların göl gesi kadar hissettirmeden emer?.. Sırasında bir çı nar, onlara bir saray em niyeti sağlar. İri ve katı gövdesi, nazlı bir sırt için kuş tüyünden daha yumu şak bir yastık-oluverir. G*- ziş, bir su kenarında ise salkım söğütler, birbirin den kaçırılan bakışlara, hu zur verici birer sığınaktır. Ağaçlar uhrevî libaslarına rağmen, sevişenlere hiç taassup göstermezler; bu karlar müsamahalı, onlar la bu kadar içten alâkalı dırlar.
Yeşil tarlalar, saplar- ararıp harmana düşen ba
[
Yazan: Hasan
-
Âli YÜCEL
şaklar, tirşe ot yığınları... Köy gençlerinin ‘tabiat” ı bunlardır. Kırlar, kucağın da sereserpe büyüttüğü gençliğe, en sır tutmıyan bir lâubalilikle kendini il' şâ etmekten çekinmezle:. Gündüzleri güneş, geceb' ri serinleşen mavi gök al tındaki yumuşak şakalaş malar; bu yeşil veya savi tabiatın ipek çevresi altın da, siyasetten en uzak mâ Hasında hürdür. Çehreler de açan güllerin kokusunu alacak kadar olgunlaşmış duyguları, akşam garipli ğinin hüznünde değil, gün düzlerin sıcağını eriten yaz gecelerinin yıldızlı bos luğunda bulabilirsiniz. Bu labilirsiniz, eğer siz de bu tabiatın genci iseniz... Ka sabalı iseniz, çarşıya; da ha büyük şehirli iseniz, asfalta veya başka bir ka labalık caddeye inmelisiniz ki bu kokuları duyabilesî- niz...
-TT abiatın dışı kadar
• içi ve mânası da
arka arkaya değişip durur. Çocuğa ve gence bu sırları fısıldıyan tabiat,-benim ga bi ellisini geçmişlere artık o tatlı cümleleri söylemez olur. Yemişler, bizim için, birer “Nature Morte” dur. Elma, hazma yarıyan bir ilâç, şeftali karaciğere ;vi gelen bir davadır. Çeyrek ■ asırlık bir zaman var ki, çocukluğumda ısırdığım bir elmanın dişlerime ver diği zevki, damağımda ve dimağımda b sarahatle tekrar edebilmiş değilim. Bugün tat duymakta za yıflamış olan tabiat şuu runu geriye döndürebiie- cek ne tabin, ne de tababet var. Bavramda görüştü ğüm eski bir hocam, bana
son zamanlardaki canlılı ğının sırrını açıklarken, kendisine yapılmış aşıdan ve yedirilen vitaminlerden bahsediyordu. Bunların te siri olduğu muhakkak. Fa kat yüzündeki çizgiler ne kadar azalırsa azalsın, be linin üstündeki gövde, öne doğru eğilmekten kendini alamamıştı, ihtiyarlığa ça re yok. Bütün iş, idarede... Demek artık vücut, kendi kendini yürütepı¡yor. Des teğe, onarılmaya, yardıma, yani her bakımdan idare edilmiye muhtaç...
Bu böyle olmakla bera ber bizim çağdaşlara te selli verecek taraflar da yok değil. Çocuklukta v gençlikte tabiat, kendin den ne kadarım vermişse o ke.dariyle yetinmiye ve avunmıya mecbur olan tec rübesiz insan, yaşlandıkça onun sakladıklarım da gö rür, bulur ve iradesiyle onları elde etmiye muvaf fak olur. Uzvî kuvvetleri nin yerini alan bu nazari ve fikrî kudret, yemişlerin lezzetinde renk, renklerin de koku, kokularında gıda keşfeder. Yeme hırsı, yaş landıkça başka istikame te, fakat durmadan artar. Çiçekler, ihtiyarların göz lerine bir tarih yaprağı ka dar manalı görünürler. Hî liralar, iyice açmış bir ka ranfilin tırtıllarına sığmı- yacak kadar girintili çıkın tılı: bir gülün katmerleri nin alamıyacağı kadar u- zundıır. Altında, dinlendi ği bir ağacın rüzgârla dile gelen dalları, bir vaşlı için ne kadar kenusgah. ne ka dar munistir; hazan en a rı geçmişleri açıktan söv
Ipvîn Jınf.ıH atarak k a d a r
zâlim olduğu gibi....
Ordulararası atletizm şampiyonası
( Bası 1 nci Sayfada)
3 — Orhan Portaç (Kr K.) £4.s.
4 — Hasaıı Erkılmış (k r. K.)
400 Metre Engelli :
1 — Ahmet Çomal 'H.O.) 61.7-10 2 — özdemir Karalım (Dz. K.) 67 1-10 3 — Mustafa Tim (Kr. K.) 69.s. 800 Metre : 1 — Abdullah Gökpınar (H. 0 . ) 2.1-10 2 — Âvram Tekine (Kr. K.) 2.3 3 — Kâmuran Onuraln (Dz. K.) 2.14.5-10 4 — Mehmet Turgut (Hv. K.) 5000 Metre : 1 — Zekâi Andaç (K ı. K.) 17 d. 16 5-10 2 — Hüseyin Aykut (Dz, K.) 19-d. 43 s. 3 — Rüştü Erdoğan (Kr. K.) Gülle Atma : 1 — Emin Tokgöz (Kı. K.) 12. m. 89 s
2 — Hayati Sezenler (H.O.) 12. m. 23 s.
3 ' — A.sım E rtü rk (Dz. K.) Iİ m. 22 s. •
Üç Adını :
1 — Sabri Sarıyer *H.O.) 13.35 2 — Nahit Varol (Kr K.) 13.26 3 — Hikmet Özlü (Hv. K.) 32.50 -Yüksek Atlama :
1 — Necmi Sezgin (H.O.) 1.65 2 — Münir Köseoğlu (Dz. K.) 1. :65 3 — Turgut Gökdeııi' (Gn. Kr. A.) 1.60 Mızrak Atma : 1 — ismet Uysal (Hv K.) •53 m, 38 s. 2 — Ntfri (HtO.) 51 m. 46 s. 3 — Tevfik Arkut (K ı. K.) 41 m. 64 s. 4X100 Bayrak : 1 — K ara Kv. Takımı 45.1-10 2 — Harp Okulu takımı 45.
5-10 3 — Hava Kv. takımı 46.2-10 4 — Deniz Kv. takımı 4X400 Bayrak : 1 — Harp Okulu 3.32.4-10 2 — Kara Kv. 3.42.5-10 3 — Deniz Kv. 4.03.
Müsabakalar bu suretle ne ticelenmiş puvan itibariyie Or. du takımları aşağıdaki de 'ecele ri almışlardır.
1 — H arp Okul« takımı 89 puvan
2 — K ara Kv. takımı 84 pu van
3 — Deniz Kv. takımı 54 puv van.
4 — Hava Kv. takımı 40 pu van.
Müsabakalardan sonra kaza nan takımlara kupa ve derece alan atletlere-m adalyaları Gen. Kur. Bşk. Nuri Yamut tarafın dan verilmiş ve müsabakalar a- çılışmda olduğu ¡¿ibi merasimle kapanmıştır.
Tezgâhtarlar Sendikası
Şehrimizdeki ’ tezgâhtarlar saat 10 da Halkevinde toolona- rak bir Tezgâhtarlar Sendikası kurmuşlardır.
Dünkü toplantıda yeni Kuru
lan sendikanın tüzüğü bazırlan- mıs ve idare Kurulu seçilmiştir.
¿2» u parça parça dü- şünceleri, kenarında oturup dinlendiğim Abanı gölünden aldım. Yataklı Vagonların tertibiyle pek ucuz ve pek rahat elde et tiğim bu fikirler ve ha yaller, gençken, adamın kalbine kolay kolay iner mİ? Biraz fazla serin su larına cesaret edip soka- madığım vücudüm, bu dü şüncelere dalan gözlerimin bakışlariyle gölün içir? dalmıştı. Ne kolay ve teh likesiz bir yüzüş? Eski den olsa, elimle tutup dost larıma ikram edeceğim alabalıkların, akşam yeme ğinde hisseme düşen kuy ruk tarafını tabağıma a- lırken gözlerim hep, ikinci yarımı olan gövdesini yi yeni aradı. Uçmuş zaman ların muziplikleri, şeytan lıkları: simdi birer nükte dir. lâtifedir. Nükte veya lâtife deyip geçmevin; an- lıyanlar için, bunlar, bir demet gülden daha az kıy metli görünmez ve bir por siyon balıktan daha çok lezzetlidir.
Yemekten sonra üç beş dakikalık bir yürüyüşle 1- çine daldığım çam ormanı, bana yalnızlığımı tatlı tat lı düşündürdü. Gecenin bü tün varlığı saran ıssızlığın da her şeyden sıyrılmış; etrafımdaki ağaçlar gib: köklerim toprakta, dalla rım göklerde, kendimi on lara karışmış hissettim. Yıllar var ki, göğsümü dol duran böyle saf bir havayı ciğerlerimin en derin yer lerine kadar alıp, huzur i- çinde tekrar dışarı verme mişimdir: Ooooh!.... Bu anda ne kadar hürrüm!... Tabiattan başka hiç bir şey içimde yok. Tabiata karışmak ve onunla var veya onunla yok olmak... Hakikaten ölüm, böyle bir duygu mu? Eğer böyleyse ne büyük hürriyet, ne em salsiz saadet!.. Faust’un 've Candide’in encamlarını dü şündüm. İkisinde de işe ve tabiata dönüşe varan bah tiyarlık, bu anda benim kalbimi dolduran bazdan başkası olamazdı.
Yazık ki bu hissim de çok uzun sürmedi, içinde hürriyetimi bulduğum ta biat, ya kendisi, ne kadar az hürdü? Siyasî ve ikti- sadî hürriyetinin bir görü nüşünü gerçekleştirmek istiyerek, varlığımı var lıklarına karıştırdığım bu sakin, bu masum çamların bağrına baltasını indirecek vatandaşlar, gözümün önü ne toplandılar. Çatırdıva- rak devrildiği zaman bü tün direnmesi kırılmış o- lan bu heybetli i’arhkların mutlak esaretinden kendi me hürriyet payı çıkar maktaki yamhşım bana öyle acı. öyle kırıcı gel di ki... Bir taraftan hil katin, öbür yandan in sanların koyduğu ka - nunlara boyun eğen bu ta biat parçalan ndan hür riyetimi dilendiğime icrim ice hayıflandım. Anladım ki. dışarda aradığım ve bul duğumu sandığım hürri yet, esaretten başka bir sev denilmişi Hürriyet, bir hayal bile olsa, o, an cak insanda v a r m ı ş ; sade
ce ihsanın içir de... Taha Toros Arşivi