• Sonuç bulunamadı

Tanımadığımız meşhurlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tanımadığımız meşhurlar"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

\ Û

l.U u

TANIMADIĞIMIZ MEŞHURLAR:

Hiç bilmediğimiz bir fikir

devi: Şemseddin Sami...

Şemseddin Sami petrol lâmbasından nefret ederdi. Bü­

tün eserlerini mum ışığında yazmıştı. Hayatında evine

gaz lâmbası girmemişti. Sandık sandık jnum gelirdi

g ¡¡assa.

Kırmızı yer minderi — Güneş doğmadan önce yazı — Mavi

kâğıt ve dökülmez hokka — Üç renkli mürekkep — Yazıdan

sonra konyaktı çay —~ “ Odanın tozunu almayınız!,,

Dil kurultayı, dil çalışmaların­ da onun eserlerinin esâs tutyl-

uasına karar vabnişti.

Bir edebiyat anketinde İsmail Habip şöyle demişti: «Bazan 40 - 50 kişilik akademilerin uzun se­ neler çalışarak yapamadıkları işi bir Şemseddin Sami çıkar, dev­ ler gibi çalışarak başarır...»

Kütüphanemizde, masamızın tünde, elimizin altında, müş- lümüze cevap vermek için du­ ran hâlâ onun eserleridir. Kırkı geçen bu kitapların hepsi de «ana îr» denilen cinsten ve her za- m kendilerine müracaat edi­ len, her vakit bakılan muazzam

•er çalışma mahsulüdür. ' Türk kütüphanesinin en ön üândaki raflarına, en kıymetli eserleri dizen büyük fikir devi­ nin, Şemseddin Saminin ölümü üzerinden hemen 40 sene geçti. Onun, hayal mahsulü romanları gölgede bırakacak hayatı, çalış­ ma tarzı, idealleri, zevkleri, bil­ hassa ev hayatı hakkında ne bi­ liriz?,.

İşte hiç tanımamakla memle­ ket ilmi, memleket irfanı namı­ na affedilmez bir hatâ işlediği­ miz büyük bir insan daha!.. Ya­ rın; bizden, Türk fikir hayatına ana eserleri kazandıran bu insa­ nın her şeyini birer birer sora­ caktır. Bu itibarla ona dair bü­ tün hususi malûmatı «unutul­ mak yangım» ndan kıymetli eş­ ya kaçırır gibi titiz bir itina ile tesbit ettik. Şemseddin Samiyi yakınlarından fakat bilhassa en büyük kızı sayın Samiye Erer­ den dinledim. Altmış yaşında ol­ duğu halde tamamile 20 yaş hâfı- zası taşıyan, babasının nezake­ tinden dil bilgisine kadar birçok mânevi zenginliklerine tevarüs etmiş bulunan bayan Erer bana Şemseddin Sami hakkında kıy­ meti ölçülmez bir takım malûmat vermek nezaketini gösterdi. Ya­ şının müsaadesi, 2.0 seneden fazla babasının yanından bir gün ay­ rılmamış oiması do'.ayısile büyük mütefekkiri ondan iyi tanıyan bugün kimseyi bulamazdık. Şem­ seddin Saminin hayat romanını

iyîe tesbit ettim:

Vîum ışığında dünyalar

yaratan adam...

Elli sene önce bir sabah vakti.. enüz güneşin doğmasına epey- 3 zaman var. Bütün Erenköyü, ıddebostanı karanlık içinde, ve erkes tatlı uykusundadır. Yal­ ız Caddebostan camisinin tam arşısmdaki kuleli köşkün ikinci atındaki ön odada titrek bir ışık rr... Şemseddin, Sami’nin evi, emseddin Saminin odası... Ve emseddin Sami çalışıyor!..

Onun şaşmaz âdeti budur. Bü- in hayatında böyle çalışmıştır, afaktan çok önce, kalkar. Güneş ağuncaya kadar yazılarını ta- lamlar, hazırladığı tashihlerini âla ile matbaaya gönderdikten mra tekrar yatar. Şimdi yazı ususiyetlerini daha yakından örmek için odasına kadar ¡relim. Köşkün içinde çıt yok. İra Şemseddin Sami kimseyi yandırmamıştır. İkinci kattaki lanın kapısını yavaşça açıp içe- ye girerseniz evvelâ hiç bir şey eremezsiniz. Yalnız yerde yığın gın kitap!.. Gözlerinizi ayarlar­ ınız kitapların arkasında hey- îtli bir baş, uzuc bembeyaz bir ıkal. Ve bir kalem cızırtısı... Du­ nlarda mum ışığının mütema- yen oynattığı gölgeler... Bilhas- , büyük, muntazam bir başın, um heybetii bir sukalm ihti­ mali gölgesi... Burada Şemsed- n Saminin ilk hususiyeti ile ırşılaşıyoruz. O, geceleri bütün erlerini mum ışığında hazırla­ t t ır . Petrol lâmbasında tek sa- r yazmış değildir. Gaz lâmbası ıun «zıddı ekberi» iri. Mum

ışı-Sami beyin 1884 yılında zevcesi il ğında ilim düııyaian yaratmıştır. Petrol’ün ışığından da, lâmba­ sından da, kokusundan da nefret ederdi. Zaman, petrol lâmbaları­ nın en parlak devri ve Şemseddin Sami en ileri mizaçlı insanlardan olduğu halde, hayatında Cadde- bosrtanmdaki köşke petrol lâmba­ sı girmiş değildir. Bunun yerine ikide bir köşke, her türlü cinsten, sandık sandık mum gelirdi.

Yer minderinin üstüne

cturup kâğıdı dizine

dayar ve...

Mum ışığına gözlerimizi iyice uydurduktan sonra şimdi etrafı­ mıza daha iyi bakalım. Şemsed­ din Sami daima küçük bir sediri andıran ve ancak bir kişi otura­ bilecek büyüklükte bir yer minde­ rinde çalışırdı. Onun çalışma kol­ tuğunun bir takım hususiyetleri vardı. Meselâ bu yer minderi yay­ lı idi. Üzeri de vişne çürüğü çuha kaplı, idi. Bunun üzerine oturur, katiyen arkasını bir yere daya­ maz, iki büklüm bir vaziyette mü­ temadiyen çalışırdı. Kâğıdı bir tarafından kıvırıp dizine dayardı. Aynı zamanda pek çok kitaplara birden müracaat ettiği için ken­ disine gayetle hususî bir tarzda yine kendi plânı ile bir rahle yap­ tırmıştı. Bu gayet uzun, muhtelif çekmeleri, açıldığı zaman uzayan rafları bulunan bir san rahledir. Onun üzerinde bakılacak, müra­ caat edilecek, bazen altı yedi ay­ rı dilde kitap açık dururdu. Bu rahle şimdi büyük kızında, oldu­ ğu gibi muhafaza ediliyor. Rahle­ nin karşısında bayan Samiye Erer şunları söylüyor:

— Fakat okuyacağı kitaplar için bu da kâfi gelmezdi. Odanın her tarafında yükselen kitap yı­ ğınları içinde âdeta kendisine bir yuva, bir yer ayırmıştı. Bu yığın­ ların kenarından, üstünden âde­ ta atlıyarak, ayağını geçirerek ortadaki bu başluğa son derece­ de hafif vücudu ile sığınır, çalış­ mağa başlardı. Odaya girdiğiniz zaman boynundan aşağısını gör­ mezdiniz. Ve daha ilk adımda o- dasında tamamile kendisine mah sus bir koku, «kitap kokusu» derhal burnunuza çarpardı.

Bayan Samiye Erer dalgın ve bulutlu gözlerle onun bütün bir ömrünü karşısında geçirdiği rahleye bakarak ilâve ediyor;

— Şimdi bir eski kitap açınca, bir kitap kokusu duyunca baba­ mın kokusunu duyuyor gibiyim!.

: birlikte çektirdiği bir fotoğraf

Üç renkli mürekkep —

yazıdan sonra konyaklı

çay-.

Rahlenin iki tarafında iki seh- ba bulunurdu. Bunlarda da üs­ tadın kâğıtları, müsveddeleri, hokkası, kalemi dururdu.

Işık daima arkasından gelirdi. Bunun için, mum koymağa mah­ sus rafcıklar yaptırmıştı. Arka-; daki rafta üçüzlü bir şamdan du­ rurdu. Sehpalarda ise birer mum. Üstat bunları ihtiyaca göre ora­ ya buraya, sağa, sola çekerdi. Daha kocaman kitapları açmak icabedince masasına giderdi. Mum tertibatı arkada yapılan raflarla orada da aynen göze çarpardı. Daima uzun, koyu ma­ vi kâğıtlara yazardı. Bu kâğıt­ ların kenarlarının mühim bir kısmını kıvırır ve haşiyeler, ilâ­ veler, tashihler için daima boş bırakırdı. Düz yazılarda sade bir siyah mürekkep kullanırdı. Fa­ kat meselâ üç metinli eserlerde, metinlerin birbirine karışmama­ ları için kırmızı, mavi, yeşil gibi üç ayrı mürekkep kullanırdı. Lâ­ kın kâğıdın mavi rengi, büyük bir mecburiyet olmayınca değiş­ mezdi. Bütün hayatında bu renk­ te kâğıt kullanmıştır.

Daima kamış kalemle yazardı. Kalemlerini büyük bir itina ile önceden yontup, inceli, kalınlı olarak hazırlardı. Kalem yont­ maktan zevk duyardı. Hokkası, en ucuz cinsten devrilince dökül­ mez camdan mektep hokkası idi. Bütün o muhteşem eserlerini bu beş paralık hokkaya bandığı ka­ lemi ile yazmıştı.

Çalışırken yanma kimsenin girmesine tahammül edemezdi. Fakat işi bitince yaptığı bir şey vardı. Tashihler hemen yola çık­ tıktan sonra ellerini birbirine üç kere vururdu.

Bu üç kere el vuruşun tek bir işareti vardı: Bitişik odada yatan büyük kızı Samiye Ereri çağır­ mak!..

Üç kere el sesini işitince genç kız yatağından fırlar, terli de ol­ sa babasının yanma, çalışma o- dasma koşardı.

İşte o zaman annesinden 6 yaşında öksüz kalan genç kızla, babasının en iyi saatleri olurdu. Şemseddin Sami kitaplar arasın­ dan, o pek genç yaşında kendisini yakalıyan siyatikli bacaklarını tutarak kalkardı. Cok uzun ve narin vücudu, büyük kar gibi sa-j

kah ile mum, ışığında yeleli, za- |yıf bir aslanı andırırdı.

Babanın bu serin sabah saa­ tinde mühim bir zevki vardı: Konyak, limon ve çayla kendi tertip ettiği bir punç hazırla­ nmak... Çayı mutlaka elile haşlar-

dı. Baba kız bu konyaklı çayı fincan fincan içerlerken Şemsed­ din Sami gayet güzel hikâyeler anlatırdı. Sonra genç kız, Şem­ seddin Samiye:

— Allah rahatlık versin baba­ cığım!.. diyerek odadan çıkardı. Çünkü büyük âlim müsveddeleri­ ni gönderdikten sonra tekrar ya­ tar, uyurdu.

«Odamın tozunu

almayınız...»

Son derecede muntazam bir insan olmasına rağmen odasının, masasının üstünün rahlesinin tozunun alınması, kâğıtlarının kaldırılarak yerleştirilmesi dün­ yanın en sakin erkeği olan Şem­ seddin Samiyi fevkalâde sinirlen­ dirirdi. Zira bir kâğıdın yerin­ den kalkması, bir kitabın sahne­ lerinin çevrilmesi bile onun işine sekte vurabilirdi. Bunun için o- 'dasınm tozunun alındığım gö­ rünce:

— Gene mi kitaplarım, müs­ veddelerim karımış!., diye sorar­ dı. Halbuki kendisi şaşılacak de­ recede sıhhatsiz ve her türlü has­ talığa elverişli bir bünye sahibi idi. Bu itibarla odasının tozunun alınması, havalandırılması el­ zemdi.

Bunun için kızı bir kolayını bulmuştu. Küçük küçük zarflm tedarik etmişti’. Müsveddeleri, kâ­ ğıtları, notlan ayrı ayrı bunların içine koyuyor, en küçük bir par­ çanın bile kaybolmasına meydan vermiyordu.

Gelecek yazılarımızda Şemsed­ din Saminin fevkalâde entere­ san olan ev hayatını tetkike de­ vam edeceğiz.

(2)

TANIMADIĞIMIZ MEŞHURLAR;

Hava kararırken

Şemseddin

Samiye gelen m isafirler...

Şemseddin Sami sakalım hiç kesmemişti. Berbebere git­

mez onu kendi elile düzeltir, her sabah da sabunla yıkardı.

r

İki buçuk s aa t süren yemek — Şemseddin Sami ağzına zerzev at koymazdı

K ar altın d a, köprü üstünde bir saat dinlediği dilenci — 7 dilden yazılan

m ektuplar... En çok mektup alan insan — Tevkif edilen postacı..

Şemseddin Saminin evinde ak­ şam yemeği. Büyük âlimin gün­ delik hayatının en mühim fasıl­ larından birini de bu teşkil eder­ di. O zamanlar belki hiç kimsenin evinde sofrada bu kadar oturul­ mazdı. Şemseddin Saminin ak­ şam yemeği bazan iki, bazan iki buçuk saat sürerdi. Üstat sofrada en güzel hikâyelerini, Trablus- garptakl sürgünlük hâtıralarını, en neşeli fıkralarını anlatırdı. Şemseddin Samiye «peygamber» adım veren ahçıbaşımn bütün meharetini gösterdiği zaman ek­ seriya akşam yemekleri idi. Ev­ velâ mutlaka çorba ortaya gelir­ di, sonra ekseriya balık... Şem­ seddin Sami ağzına zerzevat koymaz, bunlara «bir takım ot­ lar!..» derdi. Zeytinyağlı katiyen yemezdi. Böreğini, bilhassa ispa- naklı, pazılı pideyi, süt pidesini pek severdi. Buna mukabil pilâv­ dan âdeta nefret ederdi.

Kışın dışarda lâpa lâpa kar yağarken sofraya ilk gelen ye­ mek ekseriya büyük porselen çor­ ba kâsesi içinde, buram buram dumauları ile, kırmızı biberli tar- hane çorbası olurdu.

İki buçuk saat süren yemekten sonra yarım saat kadar oturu­ lur ve gecenin en erken saatinde derhal yatılırdı. Zira güneşten çok erkence kalkmak lâzımdı. Yatarken karyolasının baş ucuna şamdanı ve üç ayaklı sehpası ko­ nulur. Bu sehpanın üstüne de yine blı- dökülmez hokka, bir ka­ mış kalem, bütün hayatında kul­ landığı kocaman saati ve müs­ veddelik koyu mavi kâğıtlar bı­ rakılır, «Allah rahatlık versin efendim!..» denilerek kapısı çeki­ lirdi.

Akşam üstü

Hindistan-dan gelen misafirler..

Lâkin çok defa iş böyle olmaz, alaturka saat 11 buçukta iken meselâ çat çat kapı!.. Bir de ba­ karlardı ki 6 kişiük, âdeta bir he­ yet halinde ta Afganistandan gel­ miş bir mifasir grupu. Zira dil âlimi bütün Şark dünyasında çok iyi tanılır, onlarla her dilden dai­ ma mektuplaşırdı. Ve Afgams- tandan, Hindistandan, diğer memleketlerden gelen münevver seyyahlar, Şarklı mütefekkir, Bu- harah, Semerkantlı âlimler, hattâ Çin müslüman âlimleri İstan- bula yolları düşünce hiç bir otel ismi sormadan doğru ta memle­ ketlerinde iken ismini işittikleri, kendisi ile mektuplaştıkları Şem- seddn Saminin köşkünün kapısı­ nı çalarlardı. Hangi saat olursa olsun!.. Halbuki Şemseddin Sa­ minin ne müthiş bir para sıkın­ tısı içinde olduğunu daha sonra­ ki yazılarımızda anlatacağız. Bu­ na rağmen alaturka saat 11 bu­ çuk bile olsa derhal yeniden sof­ ralar kurulur, ta Hint, Çin, Af­ gan diyarlarından gelen âlim mi­ safirler son derecede mükemmel bir tarzda ağarianırdı. Hattâ ba- ; zan iki, üç ayrı memleketlerden- gelmiş iki, üç grup misafirin aynı zamanda evde birleştikleri bile olurdu. Böyle vaziyetlerde he­ men evde yanan şamdanlar ço­ ğaltılır, yataklar yapılır, misafir­ lerin odalarına mangallar gider­ di.

Evde Şemseddin Sami onlarla ayrı ayrı kendi lisanları ile, pek fasih bir surette konuşurdu. Onun bildiği diller Türkçe, eski Yunanca, Lâtince, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Arapça, Acemce, Rumca idi. Muhtelif Hint lehçelerinden anlardı.

Uzak diyarlardan gelen âlim­ lerle konuşmaktan pek zevk alır ve onları bazan haftalarca, hattâ bazan da — Tunuslu Mesut efem di gibi —■ daimî surette kendisine misafir ederdi.

Yedi ayı l dilden yazılan

mektuplar

Yalnız misafirleri değ'il,

mek-Şemsddin Sami (ortada) tupları da pek enteresandı. Üs­ tat zamanının en çok mektup alan insanı idi. O kadar ki aldığı mektupların adedi bugünkü si­ nema yıldızlarım kıskandıracak bir halde idi. Şarka vc Garba ait kamus'ar hazırladığı için dün­ yanın en uzak memleketlerinden, Afrikanm ve Asyanın hiç umul- mıyaıı şehirlerinden ve türlü türlü dillerde mektuplar gelirdi. Bunlar ekseriya kamuslar için yerilen, oralara ve insanlarına ait malûmattı. Şemseddin Sami hesabına bütün bir Şark çalışır ve kendisine malûmat gönderilir­ di.

Şimdiki modern ilim müessese- lerinin yeni yeni yaptığı gibi... Ve Şemseddin Sami bunlardan çok istifade ederdi.

İşte gelen âlimler, mütefekkir­ ler, münevverler de ekseriya böy­ le mektuplaştığı kimselerdi. Hat­ tâ alınan mektuplar öyle çoğal­ mıştı ki Şemseddin Sami âdeta kendisine mahsus, hususî bir posta servisi yapmıştı. Bir adam ya nız bu işe tahsis edilmişti. Şemseddin Sami yazısını bitir­ dikten sonra aldığı mektuplara cevap yazardı. Bazan 7 ayri dil­ den ayrı ayrı mektuplar yazdığı olurdu.

Bir gün 15 - 2.0 mektup birden postaya veren ve postadan bir çok mektuplar alan Şemseddin Saminin adamını, fazla muha­ bere şüphesile tevkif bile etmiş­ lerdi... Adamcağızı güç hal ile kurtarmışlardı.

Dil merakı onda 7 lisandan mektup yazmak, 7 diyardan ge­ len misafirlerle konuşmaktan, ka muşlar hazırlamaktan, ibaret kalmıyordu. Aşağıdaki bir hâtıra Şemseddin Saminin dil, ilim uğ­ runda nerelere kadar müracaat ettiğini gösterir...

Kar altında bir dilenciyi

bir saat dinlemişti!...

Lâpa lâpa kar yağıyor. Şem­ seddin Sami ile, büyük kızı ve öteki çocukları bir iş için İstan- bula iniyorlar. Bu, ilim adamımn fevkalâde vakalarından biridir. Zira mecbur olmayınca İstanbula inmez. Hele sotı derece zayıf bün­ yesinden dolayı böyle karlı, ya­ ğışlı zamanlarda evden pek çık­ maz. Baba ile çocuklardan mürek kep kafile Köprüden geçiyor. O sırada Karaköy köprüsü bir «di­ lenciler galerisi» halinde. Her cinsten, her milletten ve her dil­ den İlâhiler okuyarak dilenenler var. Soğuktan hızlı hızlı yürür­

lerken birdenbire Şemseddin Sa­ mi bir kördilencinin önünde du­ ruyor. Adam Arapça İlâhiler oku­ yarak dilenmektedir.

Şemseddin Sami çocuklarına dönüyor:

— Harikulâde bir Arapça!.. Bu adam çn güzel Arapça âksam

iki aıkadaşile birlikte

olan ve en güzçl Arapça söyleyen biridir. Dikkatle dinleyiniz.

Ve çocuklarla beraber o hava cereyanlarından çekinen, o so­ ğuktan korkan, o çelim^z insan öbek Öbek yağan karın altında tamam bir saat, evet bir saat ha­ kikaten en eski Arapça ilahileri, şiirleri harikulâde bir tarzda oku­ yan dilenciyi dinleyor. Hattâ ba­ zı yerlerine işaret ediyor ve ço­ cuklarına:

i — Acaba bu adamı size Arapça öğretmesi için eve alamaz mıyız? diyor.

Şemseddin Samide öğrenmek ihtirası işte böyle kar altında, Köprü üstündeki ayrı ayn dil­ lerde İlâhiler söyleyen dilencileri dinliyecek, hattâ onları eve al­ mağa kalkışacak derecede idi.

Sıhhatsiz bünyesile bir saat kar altında dilencinin Arapçası- nı dinlemek kendisine şiddetli biı nezleye mal olmuştu. Fakat o bundan, yine memnundu.

Vakıa kör dilenci eve alınmadı. Fakat bir çok dilleri gayet iyi bi­ len «Tunuslu Mesut efendi» eve yerleşti. Bu suretle köşkteki 7 çocuk — ikisi teyze çocuğu —■ her on beş günde bir teker teker Şemseddin Sami tarafından öğ­ rendikleri dillerden imtihana çe­ kilirlerdi...

Şemseddin Sami dilin dil ola­ rak öğrenilmesini, bir kimsenin ne kadar ayn ve çok lisan bilirse bilsin bunları Türkçeye karıştır­ mamasını isterdi. Meselâ Arapça- yı çok gevdiği halde. Türkçeye Arapça kelime karıştırılmasını istemez, Serveti Fünun cereyanı karşısında:

— Bu çocuklar çok ilerleyecek­ ler... Lâkin dillerini biraz daha Türkçeleştirseler...

Derdi. Hüseyin Rahmiyi ko­ nuşma diline yaklaştığı i-

iv.

pek severdi.

Hiç bir yere gitmez, sakalını kendi düzeltirdi...

Şemseddin Saminin madde ya­ pısındaki en göze çarkan tarafı, aslan yelesi halnideki kocaman ve hayatında tek sigara içmediği için bembeyaz sakalıdır. Şemsed­ din Sami denince akla bu haki­ katen güzel beyaz sakal gelir. Ve onu çocukluk zamanı hariç hiç kimse sakalsız görmemiştir.

Yüce âlimin pek sevdiği bu sa­ kalın dikkate lâyık bir hikâyesi de vardır:

Şemseddin Sami onu hiç kes- memiştir. Yani çocukluktan deli­ kanlılığa geçerken sakal büyü­ meğe başlamış, ve asla bir ustu­ raya raslamaksızın, gelişmiş, son­ ra da beyaz!aşmıştır. Bu suretle hiç sakalım kesmiyen Şemseddin Sami cildine asla bir ustura d:g- dirmemiştir. İlk çıkmağa başla­ dığı günden itibaren hayatı-vn sonuna kadar kesmediğ. bu güzel

a»«: . ... ... ..

sakala Şemseddin Sami büyük bir itina gösterirdi. Saçları tama- mil e dökülmüştü. Evden çıkıp ya­ zısının başından ayrılmamak için asla berbere kitmez. Kendi sa­ kalım kendi elile, makasla keser, düzeltir, ona biçim verirdi. Bu sakala yabancı el değmiş değil­ dir. Ve son 20 - 30 sene içinde Şemseddin Sami hiç berbere git­ memiştir.

Her sabah kalkınca bol su ile basım ve fuşur fuşur bol köpükle sakalını yıkardı. Ondan sonra soğuktan pespembe kesilmiş ba­ şını, yüzünü ve kar gibi sakalını sert bir havlu ile sıkı sıkı uvalar ve tekrar yari nT:ndo*''~,e o'ürür­ dü...

(3)

Şemseddin Sami kırk yaşında

iken sekseninde gösteriyordu..

| g f n

I Geceleri katiyen yorgan örtmezdi. Bütün hayatında j

bir kere bile evinde entari ile görünmemişti.

j

Yorgan ve hırka düşmanlığı — “Yangın mı var?,, — Kır kedinin

hikâyesi — 11 sene giyilen terlik — Yazıdan sonra bir kadeh kon­

yak — Kitaba hürmetin derecesi — Hiç oyun oynamayan çocuk!..

TANIMADIĞIMIZ

MEŞHURLAR

;v

Bu yazıda büyük dil üstadının bazı dikkate değer ve meraklı hususiyetlerini tesbit edeceğiz:

Şemseddin Sami bütün gün çalıştıktan sonra, gece yatak odasına çekilmiş bulunuyor... Mevsim kıştır. Ve dışarıda lapa lâpa kar yağmaktadır. Fakat Şemseddin Sanrinin yatağında bizim «yorgan» ismini verdiğimiz şeyden eser yoktur. Zira Şemsed­ din Sami bütün hayatında, en soğuk kışlarda bile katiyen yor­ gan örtmemiştir.

Onun yorgan aleyhdarlığı bü­ tün aile içinde pek meşhurdu. Şemseddin Sami, kışları, yorgan altım ılık bir cennet addedenlere gülerdi. Yorgam hiç sevmez, onu kalıbına kıyafetine göre hiç ısıt- mıyan lüzumsuz bir ağırlık ve komik bir eşya addederdi. Nete- kim devrinde herkes içi pamuklu ve dikişli hırka giydiği halde o bundan da nefret ederdi. Pamuk­ lu yorganın ısıtmayacağım söy­ leyen Şemseddin Sami yalnız battaniye örterdi. Mevsime göre bu battaniyeler birden başlar iki­ ye, üçe, hattâ bazan daha fazla­ ya kadar çıkardı.

Gayetle sıhhatsiz bir insan ol­ duğu için odasındaki soba gece­ nin her saatinde hemen hemen aynı şevki muhafaza ederek ya­ nardı. Pamuklu eşya sevmemesi­ ne karşılık yün eşya kullanırdı.

«Belki haklısınız,

fakat..»

Şemseddin Saminin — dünya­ nın en halûk, en terbiyeli insanı olmasına rağmen — gayet «na­ zik bir inadı» vardı. Karşısında kendisine itiraz eden kimsiyi bazan saatlerce uzun uzun ve pek büyük bir nezaketle dinler, lâkin fikirlerinden bir zerre fe­ dakârlığa kalkışmaz ve konuş­ manın sonunda:

— Belki haklısınız efendim, lâkin ben böyle düşünüyorum!., diye dayatırdı. Saf nezakete as­ la" fikirlerini kurban etmemiştir. «Derin nezaketli inatçılık» onun çalışma hayatında ise büyük bir enerjiye tahavvül etmişti. Zaten bu nazik inat takip fikrinden başka bir şey de değildir.

Ne derece halûk olduğunu gös­ termek için de şu misal kullanı­ labilir. En sinirlendiği zaman karşısındakine en ağır sözü: «Çok ayıp ediyorsunuz!.» cümle- siydi ki bu pek meşhurdu. Ve Şemseddin Sami onu gayet az kullanırdı.

«Yangın mı var?..»

En ufak bir gürültüde bile ya­ zı yazamadığı için koca konağın içinde bir çok tedbirler alınmış­ tı. Âdeta çıkabileceği düşünülen bütün sesler maskelenmişti. Zi­ ra bütün gün çalışan üstat tam bir sessizlik isterdi.

Yazı yazarken bazan — odası­ nın kapısı daima kapalı durdu­ ğundan — meşhur ve sevgili ke­ disi «Kır kedi» dışarıda kalırdı. Halbuki «Kır kedi» romancı Hü­ seyin Rahminin «San» sı yahut «Nazlı» sı gibi gelip yazı yazar­ ken Şemseddin Saminin ayakla­ rına yatmağı âdet haline getir­ mişti. Büyük mütefekkir bu kır­ çıl renkli hayvanı pek ziyade se­ verdi.

Kır kedi dışarıda kalıp da, içeride efendisinin çalışmağa başladığını hissedince üstadın mesaî odasının kapısını tırmala­ mağa başlardı. İşte koca evde tek gürültü bu olurdu. K ır kedi­ nin bu işareti üzerine büyük Kamuslar müellifi en ciddî bir faslı yazarken bile olsa hemen kalkar ve kapıyı açardı. O zaman K ır kedi bir iki miyavlar, üstadın ¡«sus!.» ihtarı üzerine hemen se­

sini keserdi.

Şemseddin Sami çalışma min­ derinin üstüne oturur, mavi

Şemseddin Sami 40 yaşında

*)

t//. ¿ S p J v S

Şemseddin Sami beyin el yazısı müsveddelik kâğıdını dizine da­ yar, Kır kedi de hemen onun ayaklarının üstüne yatardı. Bir iki saniye sonra yine odada ka­ mış kalemin o kendisine mah­ sus cızırtısından başka ses işitilmezdi. Kır kedi bile •— sanki Şemseddin Saminin en küçük gürültüden hişlanmadığı- nı hissediyormuş gibi — ancak o yazısını bitirince gerinerek doğ- rulur ve hırlamağa başlardı.

Biz bununla Şemseddin Sami­ nin ne kadar derin bir sükûnet­ te çalıştığını işaret etmek istiyo­ ruz. Görülüyor ki o kapıların ke­ di tarafından tırmalanmasından bile rahatsız olur, çalışamazdı.

Kendisi de, çalışmadığı zaman­ larda aynı surette hareket eder­ di. Meselâ katiyen hızlı sesle ko­ nuşmazdı. Bir kere dahi evde ba­ ğırdığı işitilmemişti. Kimseyi azarlamaz, evin içinde hızlı ko­ nuşanlara, gürültü çıkararak merdivenlerden inenlere büyük bir nezaketle sorardı:

— Yangın mı var efendim?.. Bu nezaketli otorite evin için­ de derin bir sessizlik-tesis etmiş­ ti. «Yangın mı var efendim?.» cümlesi en gürültücü çocuğu bi­ le kendine getirtirdi.

Kışın ise siyah, çok uzun, par- desü yahut cübbeyi andıran bir! palto., yine ayaklarında iskarpin gibi terlikler. Şemseddin Sami bu terlikleri 11 sene, hattâ belki de daha fazla giymişti.

Bir kadeh konyak!.

Bir fikir motörü halinde nasıl çalıştığını gördük. Dinlenmesine gelince... Akşam üstleri minimi­ ni bir kadehin içinde, bir tek «Omurca konyağı» içerdi. Küçü­ cük konyak kadehinin yanında bir tek şeker dururdu. Ekseriya şekeri içine atardı. Ve yemeğe kadar da konuşurdu. Konyak ile,! akşam yemeği arasında bir çay içerdi. Kışın soğuk günlerde bu çay, sabahları olduğu gibi, punç haline getirilirdi. Çok sıcak yaz günleri ise, bazan Çiftebavuzlara kadar uzanılır, orada köpüklü fakat yalnız bir bardak bira içi­ lirdi.

İşte bu kadar. Hayatında en basit iskambile kadar hiç bir oyun bilmezdi ve oynamış değil­ di. Hattâ lûgatlarını hazırlarken böyle oyuna ait kelimelerde bir yanlışlık olmaması için çok dik­ kat ederdi. Daha tuhafı çocuk­ larına şunları anlatırdı:

(Arkası 6 neı sahifcde)

Bütün hayatında kimse

kendisini entari ile

görmemişti...

Yukarıda roman yazarken Hü­ seyin Rahminin ayaklarına ya­ tan Sarı, Nazlı adındaki kediler­ den. Şemseddin Sami lügat ya­ zarken ayaklarının üstüne kıvrı­ lan «Kır kedi» den bahsettik. Şarklı âlim, mütefekkir, sanat­ kârlarının hayatlarında böyle hisli hayvanlara çok rasgeliyo- ruz. Netekim K ır kedi bir yaz günü — 1904 senesi haziranının beşinci günü — köşkten kaybol­ du. Çünkü o günü Şemseddin Sami ölmüştü!..

Şemseddin Sami evinin içinde pek samimî bir insandı. Fakat katiyen en küçük lâübalî jeste tahammül edemezdi. Meselâ bü­ tün hayatında onun evinde en sevdiği çocukları bile bir gün ol­ sun gecelik entarisile dolaştığını görmemişlerdi. Hattâ çocuklar babalarının gecelik giydiğini bil­ mezlerdi bile...

Şemseddin Sami, tamamile kendisine mahsus bir ev kıyafeti yaptırmıştı. Yazın bu kıyafet şöyle idi: Bir gömlek, yakası çe­ kilince kordonla kapalı. Sonra yine gömlek gibi, şeklini kendi ı tâyin ettiği arkalıklı terlikler...! Gömleğinin yakası daima kapalı! ve toparlak kordon düğümlü...|

(4)

Tanımadığımız

meşhurlar

(Baştarafı S inci sayfada)

— Ben çocukluğumda da bir kere bile, malûm çocuk oyunla-! rından oynadığımı bilmiyorum. Çocukluğumda da hiç oyun oy-; namadığım gibi ne topacım, ne uçurtmam, ne de bu kabilden başka bir oyuncağım vardı.

Evet, doğrudan doğruya kü­ çük Şemseddin kendisini okuma­ ğa vermişti. Onun hususiyetleri­ ni eşelerken kendisinde «kitaba hürmet» hissinin bir nevi mu- j kaddes duygu haline girdiğini! görürüz. Yanında hoyrat bir el-! le, sahifelerinin kenarları pürüz­ lenerek kitap açılmasına katiyen tahammül edemez, bağırıp çağı­ ran bir insan da olmadığı için dışarıya çıkardı.

Dikilmemiş, ciltlenmemiş o la-! rak satılan kitaplar kendisini pek üzer ve: «Bunları sahifeleri kaybolsun diye mi böyle satar­ lar» sözile onları bizzat dikerdi.

40 yaşında iken

sekseninde gösterirdi..

Şemseddin Sami — pek sakin /aşamasını sevmesine rağmen — ¡aşılacak derecede yaşından faz- a görünürdü. 45 yaşında bulun-, lüğü zamanlarda sekseninde gi- )i dururdu. Tamam 46 yaşında ¡ektirdiği resim bugün seksenini geçmiş insanları andırıyordu. Belki de yeryüzünde hiç bir in­ san bu derece yaşından fazla gös ".eremezdi. Uzun sakalı bembe­ yazdı. Başındaki saçlar tamami- !e dökülmüştü. O^k^dar ki fesi­ nin arkasından saçının dökük mıntakası pekâlâ görünebilirdi. Gayet genç yaşında, erkekler! arasında saç dökülmesi bütün ai'esinde göze çarpıyor.

Lâkin o kırk yaşında iken sek­ seninde görünmesine katiyen aldırış etmezdi. Hattâ fesini öne doğru giymese saçının arkadan döküldüğü görünmiyecekti am­ ma bu onun aklına bile gelmezdi. Kendisini beğendirmek düşün­ düğü şeylerden değildi. Esasen yazılarından, kitaplarından ken­ disini düşünmeğe hiç vakti de j yoktu. Son resimleri, hele iki ar-i kadaşile birlikte geçen gün neş-j rettiğimiz Tolstoy’a benzeyeni; âdeta bir piri fani gibi bembeyaz! kaşlar ve saçlarla gösteriyordu. ( Halbuki genç denilecek bir yaşta, 54 yaşında ölmüştü!.

Hikmet Feridun Es

(5)

emseddin Saminin dükkânı

nasıl yağma edilm işti?.. ^

TANIMADIĞIMIZ^ MEŞHORL

A

R

:t(

Yatak odasında bir tutam kadın

saçı

ve kara çerçeveli bir kadın fotoğraf ..

Salkımsöğütteki dükkân

Şemseddin Sami tabelâ yazıyor

K a­

musu Arabi neden yarıda kaldı?

6 çekmeceli kitap zarfı

— «

Ab

-

dülhamit beni sevmez

! . »

Kim yazdı

,

kim nişan aldı?

Parçalamnct-

ya kadar takılan kıravat

10 senelik kundura

Şemseddin Saminin yatak oda­ sının duvarında asılı duran bir genç kadın fotoğrafı vardı. 20 - 21 yaşlarında romantik yüzlü bir genç kadın... Büyük ilim adamı­ nın, ölünciye kadar, gözleri sak sık oraya çevrilirdi. Bunun ka­ lın, siyah çerçevesi bilhassa gö­ ze çarpardı. Bu resim, etrafında­ ki kara çerçevesile bir «hâtıra tablosu» halindeydi. Zira üzerin­ de Arapça, Farisî beyitler yazı­ lıydı. Çerçevenin içinde, fitoğra- fın üstündeki karton oyularak vücuda getirilmiş uzunca bir yerde ise koyu kırmızı bir tutam kadın saçı dikkati çekiyordu.

Bütün bunları Şemseddin Sami kendi elile yapmıştı. Arapça ve fârisî beyitleri kendi yazmıştı. Zira Şemseddin Sami devrinin en sanatkâr hattatlarından biri idi. Hattâ ieabettiği zaman onun o- turup gayet güzel dükkân tabe­ lâsı yazdığını bile görüyoruz. Bundan daha aşağıda bahsede­ ceğiz.

Kara çerçevlli fotoğraf, üsta­ dın ilk zeveesi «Emine hanım» a aittir. Şemseddin Sami onun ö- lümünde bu hâzin hâtıra tablo­ sunu ıstıraptan titreken par­ maklarla yapmıştı. Resim aym halde hâlâ kızı bayan Samiyede durmaktadır.

Kendisini yalnız bırakan genç kadının, ölüm yatağında, çok sevdiği saçlarından bir tutam kesmişti. Kartonları oyarak ve ayrı dillerde beyitler yazarak bu kara çerçeveyi vücuda getirmiş­ ti.

Şemseddin Sami ikinci defa o- larak yakın akrabasından bulu­ nan bir genç hanımla evlenmişti. Bu hanım ölen biraderinin genç zevcesi idi. Bu izdivaca da­ ha ziyade bir mecburiyet gözü üe bakmak ieabeder. Zira dul hanı­ mın ikisçocuğu kendisine vasiyet edilmişti. Şemseddin Sami bu su­ retle mütevazi bütçesile iki eve birden bakmak mecburiyetinde kalıyor, çok sıkıntı çekiyordu. Halbuki zevcesini gayet bnCdu Halbuki zevcesini kaybeden Şem­ seddin Sami, kocasını kaybeden bu hanım ve çocuklar bir aile gi­ bi birbirlerine de pek düşkündü­ ler. Bir tarafın yetim çocuklarla beraber bir erkeğe, öteki tarafın öksüz çocuklarla bir kadına şid­ detle ihtiyaçlan vardı.

Evlendiler.

Çocuklar bu genç kadını çok seviyorlardı. Hâlâ Şemseddin Sa­ minin büyük kızı sayın Samiye Erer:

— Çok güzel bir kadındı. Prenseslere benzerdi. Bize aıme- sizliğimizi bir gün bile hissettir­ medi. Pek iyi kalbli idi, diyor.

aast

Şemseddin Sami ve iki arkadaşı nenin üstüne asıldı. Bu vaka Şemseddin Saminin hayatının hiç bilinmiyen köşesidir. Dükkâ­ na ailenin uzun müddetten beri tanıdığı adamı «Hacı Musa efen­ di» oturtuldu. Pek emin bir zattı.

Ve eser ilerliyor, formalar çı­ kar çıkmaz adetâ kapışılıyordu. Bütün Mısır, Arabistan, Adene kadar müşteri idi. Kamus tam «C» harfine geldi. Ermeni vakası patladı. Vakanın karışıklığı esna­ sında dükkân yağma edildi. Her taraf alt üst oldu. Ne formalar, ne müsveddeler, ne kılişeler kal­ dı. Hacı Musa efendi bile canını güç kurtardı. O kadar ümitler bağlanan Kamusu Arabi işte bu yüzden cim harfinde kaldı.

Şemseddin Sami yazıyor,

kim nişan alıyor?..

16 sene içinde kendisine ancak 300 lira kazandıran Kamusül âlâm bitmişti. Bütün şark âle­ minde hattâ dünya mikyasında bir tesir uyandırdı.

Dostlan kendisine:

— Eserden bir takım saraya gönder!., diye ısrar ediyorlardı.

Şemseddin Sami onlara şu ce­ vabı veriyordu:

-— Sevmez beni Sultan Hâmid! Nihayet ahbaplardan sözüne itimat edilir bir zat:

— Fakat eserinden gönderme­ menden fena mâna çıkarıyorlar.. Rahat çalışman için gönder., de­ di.

Bunun üzerine Kamusulâlâm- in 6 cildi mor kaplı olarak cilt­ lendi. Mor kadifeden 6 gözlü bir çekmece yapıldı. Eser Sultan Ha­ mide gönderildi. Ve bir hafta sonraki gazetelerin nişan alanları ilân eden sütununun en baş ta­ rafında Kamusulâlâm eserinin tabii saadetlû Mihran efendi haz­ retlerine ikinci rütbeden mecidî nişanı tevcih edildiği bildiriliyor­ du. Garip tecelli!..

Parçalanıncıya kadar

kullanılan kıravat..

Şemseddin Saminin en büyük ;j hususiyetlerinden biri de son de- _* ıecede sade ve en basit süsten bi-

*

lo kaçman bir hayat geçirmesi idi. Büyük kızı diyor ki:

— Bir kravat alırdı. Hemen hemen parçalanın caya kadar kullanırdı. Pek eskiyince İkincisi­ ni satın alırdı. Kravatın lüzum­ suzluğuna kaildi, sert kolalı göm lekleri de şikâyet ederek giyerdi..

Mamafih Şemseddin Sa­ minin eşyası hiç eskimezdi. Çün­ kü bazen ayda yalnız 2 defa so­ kağa çıktığı olurdu. Bunun için bir elbiseyi 10 sene giydiği oldu­ ğu gibi, 11-12 yıllık elbiseleri de pek yeni dururdu. 9-10 yıllık kun­ duraları vardı.

Sokak ve insan kalabalığı bu büyük adam için baş döndüıüiü bir yerdi. O kadar hokkasına, ka­ lemine ve yazı minderine bağlı idi ki bunlardan ayrılıp da yap­ tığı en kısa ve mecburî bir gezin­ tiden bile son derece yorgun dö­ nerdi.:

Aynı sade giyiniş tarzını çocuk­ lar için âdetâ bir prensip olarak kabul etmişti. Mevsim başlangıç­ larında hep birlikte Beyoğluna çıkılır, Beykeıe girilir, kızla­ ra 2 katlık yazlık basma, yahut iki katlık kışlak kumaş alınırdı. Bunlann renkleri de her zaman için muayyendi: Ya lâcivert, ya­ hut en koyu cinsten vişne çürü­ ğü... İskarpinler ise topuksuz İn­ giliz iskarpinleri... Saçlar gergin ve arkaya alınacak. Topuz yok... puz yok...

Fakat gençliğinde Şemseddin 1 Saminin pek zarif bir delikanlı olduğunu arkadaşları söylermiş. O zamanlar genç Şemseddin Sa­ mi Miride elbisesini yaptırır, 80 yıl önce Galatanın en meşhur kunduracısı olan Yorgiyadis’den pabuç giyerdi... Bağlı siyah fo­ tinler...

Hikmet Feridun Es

Şemseddin Sami’nin

açtığı dükkân yağma j

ediliyor

Talihine çok küskün bir insan­ dı. Bereket versin ki bu talüısiz- liklere öyle umursamazlı. Lâkin hayatında hakikaten pek ziyade talihsizlik jestleri vardı. Meselâ mesaisini paraya tahvil etmek hususunda talih daima onun kar­ şısında âdetâ cephe almıştı.

«Kamusu Arabi» adlı eserine başladı. Birdenbire gayet büyük bir rağbet karşısında kaldı. Bu Şemseddin Samiyi adam akıllı zengin edebilirdi. Eğer onun em­ salsiz talihsizliği karşısına çık­ mamış olsaydı...

Kamusu Arabi’nin gördüğü rağbet üzerine Şemseddin Sami kendi hesabına Salkımsöğütte bir dükkân açtı. Hattâ oturdu. | Boyalı çinko üzerine gene kendi

t

elile dükkânın levhasını yazdı. Bu da Salkımsöğütteki

(6)

kütüplıa-TANIMADI^MEŞHURLAR:

.

7 gocuk

nöbetle

Şemseddin

Siminin dizlerini ovard;..

intizamına ölüm bile

boyun

eğdi. 4

haziranda

doğmuştu, 4 haziran bittiği

gün ö

dü.

Hayatında dört rakamının garip bir rö?ü vardı — Vapur

yolcuları arasında onu hemen farketmek kabildi — Çarşamba

toplantıları — “Artık yazı yazmıyacaksın,, — Uç ismi vardı

Caddebostan! iskelesine vapur yanaşmış. Yolcular çıkıyor. Ka­ labalık arasından Şemseddin Sa- miyi derhal farketmek kabildi, çünkü boyu 1,84 dü. Yolcular içinde beyaz sakalım bir çok baş­ ların üstünden farketmek ka­ bildi.

Boyuna mukabil şaşılacak de­ recede zayıf. Daracık omuzlu idi. Vücudunun sıhhatsizliğini çalış­ ma tarzı ve yaşama tarzı büsbü­ tün arttırıyordu. Bazan onu gün­ lerce kapalı kaldığı odasından

türlü manevralarla güneşe çıka­ rıyorlardı. Evin önünde tam 20 dönümlük fevkalâde bir bahçe vardı. Lâkin Şemseddin Saminin bu 20 dönümlük bahçede bütün hayatında geçirdiğizaman birbi­ rine eklense belki de 20 saat tut­ mazdı.

Bahçede bilhassa kiraz ağaç­ lan göze çarpardı. Hepsi de güzel kirazlardı. Vakti gelince Şemsed­ din Sami yalnız bu kirazları ken­ di elile aşılamak için bahçeye çıkardı. Fakat bu da pek nâdir. Bu işi yaparken:

— İnsanlar için yalnız kafa gı­ dası. kafa tadı değil, ağız tadı da 1 lâzımdır. Çocukların ağız tadını ! hazrlıyorum... derdi.

Lâkin çocuklar bu kirazları yi- ! yemediler. Onları Fehim paşa | yedi.

Seneler geçtikçe sıhhatsizliği . artıyordu. Bilhassa siyatikleri i tahammül edilmez bir hal almış­

tı. Ailesi içinde doktorlar olduğu halde o zamana kadar tıbbe ve tıbbın yardımına hiç ehemmiyet vermemişti. Fakat siyatikler ken­ disini pek muztarip ediyordu. Enjesyonlara başlandı. Bu sırada eıgieki 7 çoiuğun mühim bir va­ zifesi vardı. Muntazam saatlerle, muntazam nöbetlerle gelip birer birer, irili ufaklı ellerile büyük dil âliminin ağnyan bacaklarını ve kollarını uğuyorlardı.

Bir çocuğun nöbeti bitince öte- i kine sıra geliyordu.

Nihayet sıhhatsizliği öyle bir

Şemseddin Sami yazı masasının önünde raddeye geldi ki saraydan bile

kendisine: «Şemseddin Sami bey artık saraya gelmiyecek ve yazı da yazmıyaeaksıniz. Maaşınız evinize gönderilecektir» dediler.

Yazı yazmamak?.. Şemseddin Sami için bu kabil mi idi?.. Ev­ den çıkmıyordu amma çok daha mühim işlere başlamıştı. Türkçe- nin öz kaynaklarım araştırıyor, Orhun âbidelerini okuyordu. Ve meşhur «çarşamba toplantıları» yine büyük bir intizamla yapılı^ yordu. «Çarşamba toplantıları» üstadın çok sevdiği arkadaşları ile oluyordu.

İnanılmıyacak bir

tesadüf

Şemseddin Saminin eıı büyük vasıflarından biri şüphesiz ki in­ tizamı idi. Meselâ kendisi buru­ şuk kâğıt görmeğe bile tahammül edemez. Onu alıp ince uzun par- maklarile ve şaşılacak kadar me- haretie düzeltir, buruşuklarını giderir ve kaldırırdı.

İntizam perisi sanki onun bu halim bildiği için üstadın haya­ tında inanıimıyaeak kadar garip bazı tesadüfler yaratmışta’. Me­ selâ kendisi 1850 senesi 4 hazira­ nında doğmuştu. 1904 yılı 4 ha- ranmda 54 yaşma bastı ve yeni yaşının ilk gününde vefat etti. Sanki intizam perisi bile, ölüm perisi bile onun intizamına göre hareket ediyordu.

Yine bu kabilden garip tesadüf olarak, Şemseddin Saminin ha­ yatında «4» ile biten rakamların büyük bir rolü vardır. 4 haziran tarihinde doğmuştu. 14 mayısta mektepten şehadetname almıştı. 54 yaşında ölmüştü. Vefat ettiği tarihi 1904 yılı idi.

En yalnızlık, bekârlık zamanm- da bile intizamsız derbeder bir hayata tahammül edemiyen Şemseddin Sami pansiyonlarda, otellerde katiyen yaşayamamış, tanı kadrosile. Fatih civarında bir ev ve bir de işgüzar hizmetçi tutmuştu. Hayatım sonsuz bir intizama sokmuştu. Zaten o bu intizamım sürgünlere kadar gö­ türmüştü. Trablusa sürüldüğü zamanda orada da bir ev tutarak yerleşmiş, hattâ «Trablus» ismile sürgünde bir de gazete çıkar­ mıştır.

Gayet az sokağa çıktığı halde daima küçük hacimde bir defter taşır ve birşey aklına gelince he­ men buraya yazmağa başlardı. Böyle bir çok küçük defterleri vardı. Öldüğü zaman eserlerini basan B. Ahmet Cevdet onun in­ tizamından bahsederken « 20 müsveddelik kâğıdı tamam bir forma tutardı. Ne bir kelime faz­ la, ne bir kelime eksik..» diyordu. Yazılarını bir daha okumaz ve tashih etmezdi.

Ahmet Cevdet 40 sene evvel

yazdığı bir bendde Şemseddin Saminin münhasıran siyah nıü- rekple yazı yazdığına işaret edi­ yor. Halbuki ben hattâ aym sa- hifede, siyah, kırmızı ve yeşil ol­ mak üzere üç ayrı renkte mürek­ kep kullandığını gördüm.

Üç ismi vardı...

Henüz o zamanlar soyadı ol­ madığı için Şemseddin Sami İsimlerin birbirine karışmasına son derece sinirlenirdi. Ve bunun için de herkesin üç isim kullan­ masına taraftardı. Hattâ Şem­ seddin Sami gibi meşhur bir is­ min bile karışmamasını isterdi. Esasen o zamanlar geniş şöhre­ tinden dolayı bir çok Şemseddin- ler «Sami» ismini de almışlar, bir çok «Sami» 1er ise isimlerinin baş tarafına birer Şemseddin loko­ motifi takmışlardı. Soyadı ve isim hakkında Avrupai düşünceleri olan Şemseddin Sami buna karşı şöyle imza atıyordu: Ebu Ali Şemseddin Sami...

Oğullarına ve kazalıma da üçer isim takmıştı. Meselâ Âli Saminin asıl ismi Sadeddin Ali Sami idi. öteki çocuğunun adı ise Süley­ man Necmeddin Sami... Ailede herkesin ÜÇ er ismi vardı.

Ayrı ayrı arabaya

binmek!..

Her şeyinde son derece teced­ düt taraftan olan Şemseddin Sa­ minin devrindeki bazı şeyler pek sinirine dokunurdu. Meselâ hep biren köyden İstanbula inilmiş, Köprüye çıkmışlar, burada Şem­ seddin Saminin bir arabaya, zev­ cesi başka bir arabaya binmesi yok mu?.. İşte bu üstadın

son

de­ rece sinirine dokunan bir şeydi.

O zamanlar kadın - erkek bir arada fotoğrafçıya gidip resim çektirmek kimsenin aklına gelen şeylerden değildi. Fakat Şem­ seddin Sami bundan 60 yıl. hattâ çok daha fazla bir zaman önce, fotoğrafçıda zevcesile karşılıklı resim çektirmiştir. İlk yazımızda bu resmi neşretmiştik. Yalnız onda her türlü yeniliğin mânâsız taraflarına da körü körüne âşık olmak gibi bir şey yoktu.

Meselâ sert kolalı yakayı gi­ yerken:

— Ne işkence... Kadın fistanı giysek çok daha iyi... derdi

İyi bir hakkak..

Şemseddin Sami yazıdan pek yorulduğü zaman eline bir şim­ şir parçası alır. Bunun üzerine bir çok şekiller, yazılar kazımağa başlardı. Zira kendisi gayet iyi hâkkâkti. Bir çok kılişelermi, ki­ tap isimlerini, serlevhalarım ken­ di elile şimşire kazımıştır.

Yapacağı daktilo makinesinin kalıplarını da yine kendisi hâk- etmişti.

(7)

TANIMADIĞIMIZ MEŞHURLAR:

Şemseddin

ağzından çıkan son cümle

av

Arnavut hükümeti Şemseddin Sami’ nin kemik­

lerini istedi, kemikler neden gönderilmedi?

8 yaşında kallavi sarıklı çocuk — Yapamadığı emelleri — “Yer

ve Gök,, mecmuası — Uzak memleketlere seyahatler — Astronomi

merakı — Şayet yaşamış olsaydı — “Bana Graziella okuyunuz..,,—

Şemseddin Sami’nin dolan gözleri — Mezarında bir taş yoktur.

m p

Şemseddin Sami beyfn 28

■m

yaşındaki resmi

Şemseddin Saminin din telâk­ kisi tamamile kendisine mah­ sustu. Şarkn en meşhur din âlimleri gayet iyi dostu olduğu halde, onlardan son derecede ay­ rılırdı. Meselâ namaz kıldığını ve oruç tuttuğunu yakınları hiç

görmüş değillerdi. Kızı onun hakkında «Volteriyen idi.» diyor,

O yalnız iyiliği

..-..uisıne um olarak kabul et­ mişti. Geri kalanına inanmıyor, hattâ en samimî dostu olsa bile, softalarla şiddetle alay ediyordu. Mamafih buna rağmen daha onun 8 - 1 0 yaşında iken sırtın­ da bir cüppe, başında kocaman bir kallâvi sarıkla gezdiğini her­ kes hayretle seyretmişti. Bilhas- ; sa Rum mahallelerinden bu ko- I ca sarıklı sekiz yaşındaki

çocu-yahatler ederek, ilmî çalışmala­ rını bunlarla da desteklemekti. Zaten o her şeyi ilim için isterdi. Bilhassa hayatında grup grup, en uzak memleketlerden gelen âlim misafirler haftalarca, ay­ larca köşkünde kaldıktan sonra kendisini de Çin’e, Hindistan'a, Efganistan’a davet ediyorlardı.

Şemseddin Sami de buralara gitmek için şiddetli bir arzu duymaktaydı. Lâkin siyatikten büyük bir ıztırap içinde bulun­ duğu halde Bursaya kadar olsun gitmesine bile müsaade edilme­ di. Yalnız hayatında Lir kerecik, o da bir menfadan dönerken Na­ poli’ye gidebilmişti. Yaşasaydı, bir çok yeni sahalarda harikula­ delikler yaratacağına şüphe yok­ tu. Zira hemen hemen tecrübe , etmediği hiç bir yazı sahası yok­

lu. Lûgattan tiyatroya hikâye- Şemseddin Sami bevîn

n

dayken ahbaplarından Nainı ye, romana kadar... «ihtiyar On

başı» ismile hikâye yazmış, tiyat rolan yüzünden sürülmüştü. Bir de romanı vardı.

Ondaki enerjiyi, Türkçe sev­ gisini, ve şaşılacak istidadı şun­ dan ölçebiliriz. Hakkında şöyle bir şey bir iddia ile karşılaştık: «Ana dili Rumcaydı. Zosimeon- dan mezundu. Türkçeyi sonra- aSTı Cgrencîİğİ İÇİ» Uk eserleri şivesiz bir üslûpla JiJZllQnştı.» Bir insanda bu ne kabiliyet ve bir dile karşı ne büyük bir sev­ gidir ki bir zamanlar şivesiz ola­ rak kullandığı bir lisanın, Şem­ seddin Sami, en büyük otoritesi haline girmiştir.

«Bana Lâmartinden bir

parça okuyunuz..»

Ölümü ürem iden olmuştur.

beyle birlikte Yanya’da çekilmiş bir resmi

söyüyeceğiz. Bunlardan biri bil­ mediğimiz bir hâdisedir:

Hakkmda «Arnavuttu, değil­ di» münakaşası çıktığı zaman o vakitler iktidarda, bulunan Arna­ vut hükümeti Şemseddin Sami­ nin ailesine resmen müracaat ederek, bütün külfeti kendi­

lerine ait olmak üzere büyük âli­ min kemiklerini Arnavutluğa gö­ türmek ve Tiran’a gömmek iste­ mişti. Fakat Arnavutluk

hükû-ğun geçişi âdeta etrafta bir şaş-;

1

kinlik dalgası yaratıyordu.

- Lâkin küçük sarıklım n dinle hiç bir alâkası yoktu. Onun cüb­ beyi giymesinden ve başına kal­ lâvi sarık sarmasından tek bir maksadı vardı: O zamanlar bu­ lunduğu memlekette âlimler hep böyle giyiyorlardı. Cüppe ile sarık âdeta «ilmin üniforması» halin­ deydi. Ve küçük Şemseddin Sa- mide ilim hastalığı o kadar ateş­ li bir safhaya gelmişti ki — bü­ tün çocuklar çeşit çeşit şeylere heves ederler. Ve yan cebi dü­

düklü kaptan elbisesi giyerler­ ken — o sadece âlim görünmek, ilme mensup olduğunu hisset­ mek için o yaşta kisvei İlmiyeye girmişti. Dinle hiç alâkası olmi- yan minimini bir sarıklı!.

Fakat bütün hayatında sade­ ce iyi, dürüst ve namuslu bir in­ san olarak kalmağı kendisine din etmiş olan ve müspet ilim­ den başka bir şey tanımayan Şemseddin Saminin ölümünde son kelimesi «Allah!» olmuştur.

Dinle alâkası olmamakla bera­ ber ruhun bekasına kuvvetle ina­ nıyordu.

Yapamadığı emelleri..

Bir âlim için «pek genç» deni­ lecek yaşta ölen Şemseddin Sa­ minin yapmak istediği bir çok şeyler, idealleri, fikrî emelleri var dı. Eserlerini, hiç değilse bir mis­ line, 100 e çıkarmak, bazı neşri­ yat yapmak istiyor... Meselâ «Yer ve Gök» adlı bir mecmua çıkarmak... Ve bunda yalnız astronomiden bahsetmek!.. Tar bil ilimlerden, hayvanattan, ne- 0 stattan bahsetmek... En merak i ettiği mevzuların başında astro- ' moni geliyor. Kamil Flâmar- \yonun bütün eserlerini getirt­

mişti. Hattâ mecmuanın şeklini İle düşünmüş, onu ayda bir çı- I karmağa karar vermişti. «Yel­ ve Gök» ismini Şemseddin Sami çok sever, bunu çok şümullü bulurdu. Esasen «Yer», «Gök» adile ayn neşriyat ta yapmıştı.

İdeallerinden biri de uzun

se-Hastalığımn son günlerinde

öiü-metinin bu arzusuna Şemseddin Saminin ailesi şu cevabı vermişîş!n - I

i

tir:

«O bu toprağın malıdır ve bu topraklarda yatacaktır.»

İkinci olarak da şunu kayde- ı mün kendisine yaklaştığını his­

sediyordu. Pek meraklı olduğu ve her zaman çakı ile düzelttiği uzunca tırnaklı elleri bilmumu- laşmıştı. Tırnaklarının ve elleri­ nin „temizliğine o kadar merak­ lıydı ki 3 renkli mürekkeple ve ayrı metinlerle yazı yazarken bi­ le onların mürekkeplen memesi­ ne pek dikkat ederdi.

Fransız edebiyatına ve bilhas­ sa romantik devre meftundu. Küçük yaşta Fransızca öğrettiği kızına sıhhatte olduğu zaman­ larda her akşam yemeğe kadar aslından Viktor Hügoyu, Lâmaı- tini okuturdu.

1850 yılı 4 haziranında doğ­ muştu. İ904 yılı dört haziranın­ da doğum yıldönümünde kızma: — Bana Graziellâ’yı oku... dedi.

Genç Samiye, Graziellâ’yı ai­ di. Açtı. Babasının çok sevdiği bir parça vardı. Okudu. Şemsed­ din Saminin hakikaten giızel olan mânalı gözleri nemlenmiş- ti. Ertesi günü, yeni bir yaşa gi­ rerken koca âlim öldü.

«Allah» kelimesinden evvelki son cümlesi, baş ucunda duran genç yeğöni Yusuf Celâli elile işaret ederek:

— Bu çocuğun gözlerini tedavi ettiriniz!., demek oldu. Ve sonra vefat etti. ,

Yusuf Celâl çok istidatlı fakat gözleri gayet az gören bir genç­ ti. Şemseddin Sami böyle istidat­ lı gençleri daima himaye ederdi. Halbuki Yusuf Celâl ondan bir kaç sene sonra dünyadan çe­ kildi.

öldükten sonra Çin’e kadar dünyanın her tarafından, akla geimiyecek memleketlerden ta- ziyet mektupları yağdı...

Kemikleri neden Arna­

vutluğa gönderilmedi?

Yazımıza son vermeden önce Şemseddin Sami „hakkında dai­ ma öne sürülen «Arnavut» mese­ lesine de temas etmek isteriz.

Bunun hakkında yalnız iki şey

delim:

Bugün Yedikuleaen başlıy _an. büyük caddenin bir ismi de «Ko-j ca İmrahor» caddesidir. Bu Koca îmrahor İlyas ağa isminde bir kahramandır. Ve Fatihle beraber ilk İstanbula girenler arasında­ dır. Şemseddin Sami ailesinin ana tarafı işte bu Koca İmrahor İlyas ağadan gelmektedir. Hâlâ babalarının ismi, İstanbulun gi­ riş kapılarından birinden başlı- yan bir caddeye verilmiştir. Esa­ sen bugün bu gibi şecere göster­ meğe filân da lüzum yoktur. Bir kitleye bağlılık, sevgi derecesi ve biraz da o insan topluluğuna karşı yapılan hizmetle ölçülür. Hepimiz bu camiaya Şemseddin Sami kadar hizmet edebilseydik acaba Türk irfanı o zaman ne halde yükselirdi?..

Şemseddin Sami Sahrayı Ce­ dit mezarlığına bir servinin altı­ na gömülmüştür. Bana en küçük bir taşı bile olmıyan bir toprak yığını gösterdiler. Memleket ir­ fanı namına inanılacak şey de­ ğildi amma hakikatti! Hayatını vererek, günlerce güneşe, temiz havaya çıkmadan zayıf vücudıle bu dile 40 ana eser kazandıran Şemseddin Saminin ölümünün üstünden 40 sene geçtiği halde1 mütevazı mezarına 40 santimlik olsun bir taş bile dikilmiş değil­ di. Evet, inanılmaz şey!..

«Ulemanın atının ayağından sıçrayan çannır bizim için en kıymetli mücevherdir» diyen millet biz değil miyiz?..

Hikmet Feridun Es

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Memlekette, büyük halk kütlesinin ihtiyacına cevap verecek ucuz, sağlam ve zevkli mobilya imal edecek, ne teknik bir teşekkül, ne de büyük sermayeli birkaç fab- rika

Mengs (1723 - 1774) Romada Winckelmann ile beraber Neo-classique'in temelini atmışdı. Mengs ve Winckelmann Antikiteye avdeti» idare ediyor- du. Aynı asırda hissin

teşvik Bir çocuğa dönmek isteyen masum bir kişi 5 Haziran Soluk taze yeşil # DDEAB2 Düzenli ve zorluklara. dirençli Ritmik bir hayattan zevk alan insanlar 6 Haziran

Yeni yıl arifesi, aynı zamanda Kaisareialı Aziz Basileios Bayramı arifesidir, Grekçe βασιλόπιτα (vasilopita) olarak bilinen geleneksel çörek veya çokluğun sembolü

41079170 4114 numaralı fasıldakiler hariç, bütün halinde olmayan, kılları olsun veya olmasın, dabaklama veya kurutma sonrası önden hazırlanmış, yarılmamış halde

Gözle temas etmesi durumunda bol su ile yıkayınız, tıbbi yardım isteyiniz.

Bu (M)SDS'de bulunan verilerin anlaşılması ve bilincine varılması ve ürünle ilgili tehlikelerin öğrenilmesi için, gerektiği veya uygun olduğu şekilde (M)SDS'i alan

45 Kaza olması halinde veya kendinizi iyi hissetmediğiniz durumda derhal tıbbi yardım alın ve güvenlik bilgi formundan faydalanın 46 Yutulması durumunda derhal tıbbi