- j- r
Selim Sırrı Tarcan’a seksen yaşına basması dolayısiyle yapılan jübilede Profesör Gökay tarafından buket
. verilirken.
•
yapılmaz, sporun lisanı da jim nastiktir. Ben, bizde sporun yan lış anlaşılmasından dolayı her zaman üzüntü duyarım. Stadyum lara bakın. Bir maç oluyor, on beş bin kişi, yirmi bin kişi gidiyor. Ne yapmak için? On beş, yirmi kişinin oyununu seyretmek için.. Oyun mu, kavga mı o da belli de ğil ya.. Kazananlar yaşa, kaybe denler yuha, diye bağırıyorlar.
Selim Sırrının konuşurken yüzünde hasıl olan samimi tees sürü çok iyi anlıyorum. Bu mü şahedesini bir hatırasiyle zengin leştirerek iyice zihnime yerleştir mek ister gibi devam ediyor :
— İsveç’te Yüksek Beden
SEKSEN YAŞINA BASTIM!..
Anlatan : S E L İ M S I R R I T A R C A N
«A rtık seksen yaşındayım» diyor ama inanmayın. Çünkü, yaş bahsini bukadar cesaretle ko nuşabilen insan kendi de bu ger çeğe inanmıyordu. Hem «artık seksen yaşındayım» diyor, hem de tatlı tatlı ilâve ediyor :
— Hayatta yaş mevzuu bahis değildir sanırım. Otuz yaşında ihtiyar, altmış yaşında gençlere çok tesadüf ettim. (İlk akla ge len misal kendileri her halde).
Sonra devam ediyor : — Ben henüz ihtiyarladığımı hissetmiyorum. (Ben de öyle gö rüyorum m aşallah!). Maamafih şunu da ilâve etmeliyim ki, yir mi beş yaşına kadar hayatım in tizamsız ve bedenî suiistimallerle dolu olarak geçti.
Fakat o günden bugüne, çok muntazam bir hayat yaşadım. Bu intizamlı ve sistemli hayatın semeresi olarak, seksen yaşımı idrak ettiğim şu günlerde henüz ihtiyarlığın âlâmetlerini kendim de görmüyorum.
Yazımızın buraya kadarına
göz gezdiren okuyucumuz, sahife içindeki resimlere bakmadan bile, bu ebedî genç ve kibar insanın kim olduğunu anlıyacaktır.
Geçen ayın sonunda, Üstad Selim Sırrı Tarcanın sekseninci doğum yılım kutladık. Selim Sırrı Tarcan, fikir terbiyesi ya nında, beden terbiyesi meselesini, bu memlekette ilk defa ele alan, bütün hayatını bu yolda har- cıyan ve bu davayı kendine ikinci bir şahsiyet edinerek âdeta iman haline getiren insandır.
Konuşurken hayretle görü yorsunuz, sanki bütün bu işlere yeni başlamış gibi, heyecanlı, he vesli ve samimi...
Selim Sırrı, yapmak iste diklerini pek de yapamadı, göre medi, diye dertleniyor.
— Ben isterdim ki, diyor, her mektepte modern bir jimnas- tikhane olsun. Çocuklar beden terbiyesini bir estetik, bir sanat zevki olarak benimsesinler. Çün kü spor demek, beden edebiyatı demektir. Lisan bilmeden edeb'yat
Selim Sırrı Tarcan İsveç’te tahsilde bulunduğu sırada Kral V. Gustav’ın maiyet alayına alınmıştı. O «ünlerde Kralla bir tenis maçı da yapmış olan Selim Sırn’yı, yukardaki resimde, hassa alayı elbisesiyle görüyorsunuz. Soldaki resimde de sporun her şubesinde çalışmış ve üstün başarılar elde etmiş olan Selim Sırrı
dişini çok yormamak hususunda söz vermiş olduğum için bu bahsi burada bırakarak :
— Efendim, dedim, muallim mektebinde ilk beden terbiyesi derslerinizi çarşaflı, peçeli talebe, lerinize verdiniz, değil mi?
— Sormayın, dedi. Bu eski hatırayla yüzü güldü, aydınlandı. Böyle olduğu halde, kız talebeyi açık saçık karşısına çıkarıyor, acaip hareketler yaptırıyor, diye beni jurnal etmezler mi? Bir de baktım zamanın M aarif Nazırı bir gün mektebe çıkageldi. Talebelerin peçeli, çarşaflı jimnastik yaptık larını gözüyle gördü, sonra hak- kımdaki jurnali gösterdi : «Bu nun üstüne hâlâ devam edecek misin?» diye sordu. Elbette, de dim. Çünkü biliyordum ki güç olan başlangıçtır.
İlk erkek talebelerim ise sa rıklı ve cübbeli softalardı. Ev kaf Nazırına, efendim izin ve rin, ben şu softaların göbeklerini eriteyim, dediğim zaman yüzüme şüpheyle bakmış : «Eritebilir misin? Sahiden m i?» diye sor muştu. Kendisini temin edince emirnameyi derhal imzaladı, ben de işe başladım.
Eski günlerin yâdı bu ak saçlı delikanlıyı büsbütün şevk- lendirmişti.
terbiyesi mektebindeydim, Direk tör Miralay Balk’la aramızda şöy le bir konuşma olmuştu; Balk :
— «Siz memleketinizde yedi, sekiz seneden beri eskrim ve jim nastik hocasıymışsınız, bukadar zaman hocalık ettikten sonra bu raya gelip talebe olmanız bence büyük bir fedakârlıktır.» Ben de bu mevzuda kendisiyle konuşmak için fırsat arıyordum. Fakat ko nuşmaya başlamadan evvel kolu mu sıvayarak :
— Lütfen, evvelâ bir defa pazılarımı görür müsünüz? de dim. Direktör kolumu eliyle okşa dı, gülümsedi ve : «Bana pazı larınızı değil, kafanızı gösterin» dedi. Sonra ilâve etti : «Siz münevver bir gençsiniz. Vücudun kafaya hizmet için yaratıldığını bilirsiniz. İnsan dünyaya bir şe- hik ile gelir ve bir zefir ile gider, onun için bence en mühim uzuv ciğerlerdir. Onları geliştirmek için ne yapıyorsunuz?»
Velhasıl, muhterem Direktör daha bunun gibi birtakım sual ler ve cevaplarla beni aydınlattı, bâtıl düşüncelerden kurtararak ilme bağladı. Onun içindir ki, benim hayatım tecrübî ve ilmi olmak üzere iki devreden ibaret tir.
Konuşmanızın başında
ken-Taha Toros Arşivi Seksen yaşındaki delikanlı Selim Sırrı Tarcan jübilesi yapıldığı gün.
— Bakın, dedi, siz benim İsveç’te tahsildeyken Kral Beşin ci Güstavla yaptığım tenis maçı nın hikâyesini bilmezsiniz. Tah silim esnasında Kral beni maiyet alayına almıştı. Bir gün alay ko mutanı beni çağırdı ve : «K ra. lımız sizinle tenis oynamak isti yor» dedi.
Bu haber beni hem çok şaşırt mış, hem de heyecanlandırmıştı. Kendi memleketimde böyle bir şey olamazdı, burada olabilece ğini de bir türlü kavrıyamıyordum. Fakat Miralay aldırmadı, «Bu akşam filân saatte saray bahçesine gelin» dedi. Akşama kadar güzel bir nutuk hazırladım. Kumandanın söylediği saatte te nis sahasına gittim. Kapıcıya korka korka derdimi anlattım o sadece : «İçeridedir, girin» dedi.
Kralı görünce pür heyecan : — Sir, diye nutkuma başla dım ki, Kral sözümü kesti ve alt tarafını söylememe imkân verme di. «Burada Sir filân yok, tenis oynıyan iki sporcu var, raketinizi alır^ ve karşıma geçin» dedi.
Kral çok iyi oynadığı için o akşam ben mükemmel bir dayak yedim. Ayrılırken samimiyetle elimi sıktı ve : «Sizde spor için büyük bir kabiliyet görüyorum. Çalışırsanız birinciler sırasına geçebilirsiniz» dedi.
Mükemmel bir sporcu olduğu kadar iyi bir hatip de olan muh terem Tarcanm tatlı sohbeti bana vââdimi unutturmuş ve kendisini istemediğim halde yormuştum. Artık gitmek icabediyordu. Mü saadesini istiyerek kalktım. A yrı lırken onu daha nice yıllar ara-
•
mızda görmek en içten temennim oldu. Sonra düşündüm : Bu in san bu yaşa gelene kadar hemen hiçbir vaktini boş geçirmemiş : Bin beş yüz yirmi konferans ver. miş, iki bin beş yüz yirmi makale yazmış, ayrıca altmış iki tane de k itap! Bu kitaplar beş bin sek- *
sen sahife ediyormuş ki toplu ola rak yazdığı yazının tutarı yirmi iki bin altı yüz altmış sahife edi yor.
Bu hesap Selim Sırrı Tarca- na neler borçlu olduğumuzu gös- termiye kâfidir sanıyorum. Şunu da unutmıyalım ki, o bugün dahi «ben unumu eledim, eleğimi as tım» diyerek pasifliği kabul et miyor ve her nefesini çalışarak geçirmek istiyor.
Bir milletin ruh ve beden ge lişimini, ruh ve bedeni bu türlü gelişen ve bu türlü çalışan fertler sağlıyacaktır. Onları görelim, kadirlerini bilelim.
Solda, memleketimizde ilk defa zeybek oyunlarını kadınlı erkekli bir bale raksı haline sokan üstat bir zeybeği mizle. Sağda 23 yaşında yaverliği
sırasında.