• Sonuç bulunamadı

Bulgaristan'da Türk - İslam Eserleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bulgaristan'da Türk - İslam Eserleri"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T ü rk - İslâm Eserleri

i

BALKANLARDA TARİH VE KÜLTÜR :

Eğer Rûmin revânında görürsem ben dilârâyı, Revâmna revân eden Semerkand'ı,Buhârâ 'y 1 • Yazıcıoğlu Tâcu't-Tevârih yazarı Hoca Sa'deddin, Selim- nâme'sinde anlatır; Yavuz Sultan Selim, 1517 ta­ rihinde Mısır fethinde, karargâhı ile birlikte ora­ larda çokça kalmış; ordu uzun süren bu seferden, Mısır'ın sıcağından b itkin düşmüş olacak ki, herkes b ir an önce memleketine dönmek hevesinde. Ke­ mâl Paşazâde'den, padişahı dönmeye teşvik e t­ mesini dilemişler.

Birgün Padişah, Kemal Paşazâde'ye sormuş; Askerler arasında ne var, er kullarım ne halde? Kemal Paşazade bunu fırsat bilerek cevâbını kondurmuş:

— B ir asker Nil kenarında atını sularken şu hasret türküsünü söylediğini duydum :

Nemiz kaldı bizim mülk-ü Arab'ta, Nice b ir dururuz Şâm ü Haleb'de. Cihan Halkı kamu ayş ü tarabta,

Gel ahî, gidelim Rum'ellerine. (Urumeli'ne) Pâdişâh, bu mısralardaki derin hasret duygu­ sunu anlamış, Mısır'dan geri dönme kararını ver­ m iştir. Kemal Paşazâde de böylece sırasını savmış ve Rumeli'ne hasret çekenler de yurtlarına döne­ rek cennet diyarına kavuşmuşlar; Tıpkı İsrailoğul- larının Tih tahrasından Arz-ı Mev'ud'e dönmeleri gibi.

Osman KESKİOĞLU - A. Taha Ö ZAY D IN

...- - ■ ' - ■

- İ

Tarih, böyle dalgalı ve çalkantılı: Sırası geldi Rumeli'ne döndük, sırası geldi Rumeli'nden dön­ dük; orada neler yaptık, ne gibi kültür ve sanat eserleri meydana getirdik? Bu yazımızda, gerek Bulgaristan'da yaptığımız inceleme ve araştırma, gerekse 1911 tarihinden bu yana çeşitli sebeplerle ülkemize göç eden soydaşlarımızdan edihdiğimiz mâlumat ve belgelerin ışığında konuyu anlatmaya çalışacağız.

* * *

Osmanlı Türklerinden önce, müslumanlık Bal- kanlar’da tanınırdı. Daha önce müslümanlar, tüccar, seyyah, derviş olarak gelmişlerdi. Peçenek, Oğuz, Bulgar, Hazer Türklerini Balkanlar tanırdı. IX . yüzyıldan sonra buralara gelmişler, Tuna kıyılarına yerleşmişlerdi. Y akut Hâmevî 1228'de Hungar'dan bir müslümanla görüştüğünü söyler. Orhan Gazi zamanında, Bizans’a yardım için, Alâ- üddin Paşa'nın bir orduyla Balkan yarımadasına geçip Sofya yanındaki Radomir kalesine kadar g ittiğ in i ve bu ovaya Türklerce Alâeddin ovası adı verildiğini, Cevdet Paşa,Kısas-ı Enbiya'nın X II. c il­ dinde yazar.

Osmanlı Türkleri, 1355'te Gelibolu'dan başla- .yarak Balkanlara yayılmaya başladılar. 1362'de Edirne'yi aldılar. 1363'te Hacı İl-bey kumanda­ sındaki Türkler ilerlediler, Sırp Sındığı savaşını kazandılar. 1364'te Eskizağra'yı, Filibe'yi aldılar. Bir kol Aydos'u alarak, eskilerin Kır geçiti dedik­ leri T iken lik ve Çenğe Boğazından Kocabalkan'ı

(2)

O S M A N K E S K İ O Ğ L I J A. T A H A Ö / A Y D I N

■ s ı ı . ı k L ı ı /t \ I î ı j 11; a r i s Ki ıı 1 e 11 u- c I i I c I i . Kral Ş i ş m a n mağlup olılu. Tüıklcr, Balkanlar'a sağlam ayak uas- ııııştı. Şişman, kızkardeşi Mara'yı I. Murat'a verdi. Bulgar halk türkülerinde bu olay hâlâ yaşa­ tılır; Sultan Murat Mara'ya: "Sen güzel Bulgaı kızı" derdi... Şişman'ııı bir oğlu Müslüman o kıp, Anadolu'ya geçti. 1388 de Avrupa'da Türklere karşı bir ordu hazırladı. Şişman, eniştesi Mu- rad'a karşı onlara katıldı. Bunun üzerine I. Murad, Sadrâzam Çaııdarlı Ali Paşa kumandasında 20 bin kişilik bir orduyu Bulgaristan üzerine yolladı. Halk, Tiirkleri kurtarıcı saydı, Bulgaristan'ı 20 bin kişilik Osmanlı ordusu üç ayda zaptediverdi.

T ü r k N ü f u s u n u n i n i m a s ı .

Osmanlı Tiirkleri Balkanlaı'a geçtikten sonra, Anadolu'dan halkı oralara gntiiriip iskân etmişler, ou iskânı çeşitli yollarla gerçekleştirmişlerdir. Böylece de hem serlıadlcri takviye etmişler, lıenı de nüfus dengesi sağlamışlardı. Bu dönemde kuru­ lan köy ve şehirlerin isimlerinin hepsi Tiirkçedir. Ilacıoğlu Pazarcığı, Eskicuma, Osmaııpazarı, Yeni­ pazar, Servi, Kızanlık, Eskizağıa, Cumaioâlâ, Eğıi- derc, Daridere, Kırcalı, Mestaıılı gibi. Fatihlerin ad­ ları da Hacı II, İnce Balaban, Akça-Koca, Lala Şahin, Çaııdarlı, Sevindik...

"D il ve D iıı''i milliyetin iki unsuru olarak ka­ bul eden Ziya Gökalp'in hakkı var:

Türklüğün vicdanı bir, dini bir, vatanı di r Fakat hepsi ayrılır olmazsa lisanı bir.

Balkanlarda Türkçe ^atnık ivüı^lcşti. Şahı* ad­ ları, köy ve kasaba adları 'ıep Türkçe oklu. I. Se- liııı'in Hicrî 1946 tarihli vakfiyesinin sıııurname- siııde kişi ve yer adları baştan başa Türkçedir. (Turahan, Suyaktı, Aslılıaıı, Eğlence, Kara, Gıiveıı- dıik, Timur, Işık, Eroğlu, Satı, Umut, L yntl, Aydın, Satılmış, Dedebali, Aytoğrnuş, Alago/, Kurt, Saltık, Karaca, Aykut, Taptuk, Balaban, Turgut, Oruç, Arslan, Deniz, Gündüz, Sungur, Se­ vinç, Aykıt gibi). Çok uzun olan bu Sınurname V.ıkıflar-Genel Müdürlüğü Arşivi'ndc saklıdır.

Balkanların Türkleşmesi çok çabuk oldu ve Tıırkleşıııe faaliyeti çeşitli yollarla sağlandı:

1. Evlâd-ı Fâtihan, gittiği yere yerleşti. Uçbeylcıi, ma'iyyctiııi, akrabasını, dostlarını ^cti1 rip yerleştirdi, onlara bazı imtiyazlar verildi, İ r imtiyazlardan faydalanmak bir nevi teşvik ıldu

2. Anadolu'dan bazı oymak ve . >ııvıl oralara iskân edildi. Yıldırım, Konya ve karaııv taraflarından Türk aileleri Kosova'ya nakledip yeı - leştirdi. Çelebi Sultan Mehmet, İskilip tarafındın v'r kısım lıalkı Minnet Bey kumandasında Filibe'ye nal ¡etti. Tatar Pazarcığını onlar kurdu. Sarulıaıı' Jm sürçün edilenler oraya geçti.(i)

3. Kendi arzusuyla o mıiııbit, bereketli

top-ı.ıklara yeıleşenler de vaıdı.

4. Askcilcrdt.ii oralarda evlenip kalanlaı oklu.

5. Dervişlerin tesis etmiş olduğu koloniler iskânı teşvik edici oldu. (Bu konuda bak. O. L. Barkan, Vakıflar Dergisi, c. 1).

6. İhtidalar yoluyla da nüfus arttı.

7. Çiftliklerde çalışan esirler, köleler birbir­ leri yle evlenip çoğaldı, bunların evlenmeleri için kolaylık gösterildi. Çeşitli milletlerden olanlar evlenir, çocukları Türk kaydedilirdi.

Böylece Türk nüfusu çoğaldı, Balkanlar Türk­ leşti. Eflâk'a geçen Simavna kadısı Şeyh Bedred- din'in Deliorman'dan kalabalık taraftar toplayıp Kocabalkan'ın güneyine geçerek savaş yapması, oralarda Türklerin çokluğunu gösterir.

Bu konuda Edip Ali bakın ne diyor: "X IV . Asırdan itibaren Rumeli'ye akın edeıı, düşmanları­ nı taştan taşa, yüz üstü çalan gazi atalarımızdan oraya gelen ve yerleşenler oldu. Bir taraftan Os- manoğııllarının galibiyetiyle sona eren Anadolu beylikleri savaşı sonunda, yerli halktan, hassaten Karaman veya Orta Anadolu'dan nakledilen bir çok Türk aileleri ile Türk çoğunluğu temine ça­ lışılmış, bir taraftan da fetihten bir kaç asır sonra, Rumeli'ye tanı mâııâsiyle hakim olduğumuz zaman Anadolu'da sık sık hüküm süren kuraklık yüzünden sıkıntı çeken atalarımız, Rumeli'nin miinbit ve feyizli topraklarına taşınmışlar, güzel Tıına kıyılarına, zümrüt ormanlarla bereketli vadiler ve ovalarla süslü Balkanlar'a gönül bağla­ mışlar, oraya yerleşmişlerdi. Refah içinde bir hayata kavuşmuşlar, Rumeli'yi her bakımdan bir Türkeli yapmışlardır".(2)

Tarih böyleyken, şimdiki halde Bulgarların, Tiirk azınlığı hakkında tutumu hiç de iyi değildir. I948'de Hariciye ve Mezalıip Bakanlığı, Baş Müf­ tüden Bulgaristan'daki Türklerin bölgeleri, asılları hakkında bir rapor ister. Baş Müftü bunu Nüvap öğretmenlerinden Hâfız Nazif ve Yusuf'la O. Keskitıulu'ııa havale eder. Ansiklopedilere, ta­ rihlere göre bir yazı hazırlarlar. Türklerin Bulga­ ristan'a gelmesi yukarıda açıklandığı gibi ifade edilir. Hariciye ve Mezhepler Bakanlığında görevli İliyef adındaki yetkili raporu okuyunca, şuurunu kaybedercesine köpürmüş, hattâ: "K im bu raporu yazanlar? Hâlâ öğretmen mi bunlar? Bu hainleri derhal hudut dışı edelim!" demiştir.(3)

Biz oraları yalnızca kılıç kuvvetiyle almadık. \ t ilanınız kan dökmeden ülkeler alır, oralarda ıılmez medeniyet eserlerinin en yücesini'kurardı. Nitekim Sofya'nın fethine dair tarihlerimiz şunu

} Mustafa N uri, N c tâ y ic 'ü l-V u k u â t, c. I, s. 74, 133? baskısı.

«?) i dip A li B âki, G öçm enlerim iz, A fy o n , 1951.

(3)

BUL-GARİSTAN'DA l l ' K k İSLAM ESERLERİ yazar: "Sofya beyini avlanma bahanesiyle o m u ­

na çıkarıp, Doğancı Sevindük bir hileyle teslim olmaya mecbur eder. Böylece Sofya alınır. Bunun üzerine Padişah İnce Balaban'a şu fermanı gön­ derir. Haberi-Sahih'ten aynen aktarıyoruz:(4)

"Kıdvet-i üıııerai'z-zaman, esca-i lıukkâm 'ui deveıaıı Sofya sancağı Beyi Balaban Dameız/uhu- u-vkii refii âlişan sana vardıkta, malımı ola kı,

h a l e n aızun y e l i p Soi>a bc*v in i Do^anıı b e u ı n l ı l -

ıutup Dcrgah-ı Aliye gönderdikten sonra varııp ol diyarı zabtu teshir eyleyüp ol haber-i hayri dalıı mezbur Sevindik ve Gazi Ahmet ile ilâm eylemiş­ sin. Malum-ı hümayunum oldu. Yüzün ağ olsun. Berhıırdar olasın. Ana binaen Sofya sancağı beş kere yüzbin ile sana verilip kidvctü'l-ayan Süley­ man Çavuş-Zâde kadruhu ile tahvilbitigi gönderil m iştir. Ve halen dahi mezbur Sevindiğe, ar/.n iizere zaanıet verilip ve Gazi Ahmet'e Yiğitbaşılıv.' tevcih edesin. Ve sana bir Ala at ve iki kıt'a h ila l, Mezbur Ahmet ile irsalolundu. Sıhhat ile giyüp sebil-i gazada makdurun masruf kılasın ki, el-hakku ya'lu ve la yuulâ aleyhi tıbkınca fursat ehli hakkın idüğündc şüphemiz yoktur.

İnşallahhu taala ve her ne lııısııs ki vaki ola,"

u y klüp tehir eylcmeyesin, şöyle bilesin, alâm et-i

şerife itinıad kılasın. Tahriren fi evâsıt-ı şehr-i Receb'il mürecceb, senete semanin ve semanine ye seba’mieh (788).

Be-makam-ı Edirne El M ahmiyye."

Balkanlar'da adaletli bir idare kurduk, oralara adalet götürdük, onun için halk bizden yana oldu, din ve vicdan hürriyeti verdik. Şu olay ne kadar enteresandır:

Balkanlar'da Türkler zaferden zafere koşar­ ken, Sırplar iki ateş arasında kaldılar. Macar kralı­ na bir heyet göndererek: "Sizinle birlikte olur TLİrklere karşı durursak, bizim mezhebimize karşı tutumunuz ne olur?" dediler. Çünkü Sırplar ortodoks, Macarlar ise k a to lik tir. Macarların cevabı şu o ld u :

"Sırbistan'ın her tarafına Katolik Kilisesi ya­ parız.

Başka bir heyet Fatih'e geldi, aynı soruyu sordu. Fatih'in cevabı şu oldu:

"İstediğiniz yere bir kilise yaparız, din hürriye­ ti v e rili/, herkes Tanrıya dilediği gibi ibadetini \a pa r."

Bir Macarların kendileri gibi Hıristiyan olanla­ ra cevabına bakın, bir de Müslüman Pâdişâhın, dini ayrı hıristiyanlara gösterdiği toleransı diişünün.(D) Hoş görü, insanları birbirine yaklaştırır ve bağlaı. Biz bunu bildik ve uyguladık. Halkın âdetlerine, geleneklerine dokunmadık. Müslüman,-Hıristiyan, kardeşçe yaşadılar. Tarihlerin anlattığı böyledir. Evliya Çelebi, Yatıya tarafından söz ederken

buradaki Müslümanların türlü törelerini anlatır ve der ki:

"Bunlar düğünlerde ve Rûzi Hızırda, Nev-

i u z - i Harzemşâlıide ve Kasını günlerinde ve Sarı

baltık günlerinde, iki bayramda cümlesi altın ve sırmalı elbiselere bürünerek, hepsi giineş yiizlii dilberler elele tutuşup, âyin-i k â fir gibi koç kucak olup hora tepip kuşak kuşağa yapışıp hora tepme ile sema ederler. Bu dahi bed âyindir, âyini kefere­ dir. Amma böyle göre gelmişler, bunu dahi a>ıp- lamazız".(G)

Kimsenin burnu kanamadan rahatça bir geçim vardı Türk idaresinde; Evliya, Karagiirhliik Bulgar köyünü anlatırken der ki: Gayet malıbube kızları vardır kim yol üzere pazar yerinde dıınıp bir yolcu görseler:

— Ağa, benim evime kon, bak, benim ekme­ ğim ak paktır, evimin aşağısı, yukarısı paktır, der. (E. Seyahatname, c. 8, s. 79).

Evliya'mıı şu anlattığı da çok enteresandır vivaş esnasında bile kardeşçe geçinme var: "Kâ lirle cenk yaparken bir serhat gazisi bir kâliı esiri saklar. Gedik Ahmet Paşa bunu duyunca ikisinin de kellesini vurun, der. Serhat ga/isi ol y iğ it esirinin boynuna sarılıp: aman koca ve/ir, een(< yerinde buna benim dinim verip onun dinini dalıi ben aldım; bu esiri karındaş okumuşaııı eğer beni öldürürsen benim dinimle o cennete gidip ben garibe yazık olur..."der.

Bizden biri Hristiyana esir olursa k â fir onu kurtarmayı ahdeder, müslüman da: Eğer sen bize esir olursan ben de seni Türk'ten kurtarırım diye andlaşıp: öyle olsun, senin dinin benim, benim d i­ nim de senin olsun mu, olsun, diye kan yalaşıp hıristiyan ile müslüman kardaş olurlar. Bu hal müslümanın ve kâfirin kitabında yok ise ancak bu serlıatlerde böyle bir âyin çoktur, Paşa da her ikisini bağışlar. (E. Seyahat, 7, s. 457).

ABİD ELER , ESERLER VE ŞEHİRLER Yüksek omuzlarına çıkarak asırların,

Şöyle bir göz gezdirdim geçmişe mahzun,dargın. Atalarımız, bulundukları her yeri imâr etmeyi' bir vazife bilm işler, çalışmaktan yılmamışlar, her yerde sayısız eserler bırakmışlardır. Bunların ara­ sında âbideler ve vakıf eserler çok önemli bir yer alır. V A K IF L A R GENEL M ÜDÜRLÜĞÜ A R Ş İV VE N E Ş R İY A T M ÜDÜRLÜĞÜ'nde, vakıfların ilim lerine göre dü/enlenmiş fihrist defteıleriııi ta­ radığımızda, 400 kadar vâkıfın, bugünkü Bulgari''

(4) Haber-i Sahili, c. ı, s. 300.

(*j ) Ergin Mecelle-i Umur-ı Belediye, c. I, s. ?17, ista

bul.

(4)

OSMAN KESKİOGLU A. TAHA ÖZAYDIN tan'ın çeşitli yerlerinde vakıflar yapmış olduğunu

tesbit ettik. Bunlar, vakıfları tescil edilenlerdir. Tescil edilmemiş vakıflar bulunduğunu düşünür­ sek, bu rakamın daha yüksek olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Bir vakfın bir kaç yerde mevkufatı ve hayratı bulunduğunu da unutmamalı ve hesaba katmalıyız.

Bunların arasından en eskileri olmak üzere şunları sayabiliriz: Zağra'da Sârim Bey oğlu Umur Bey'in 818 H., Köstendil'de Vezir Halil Paşa'nın 894 H., Filibe'de Rüstem Paşazâde İskender Bey'in 875 H., Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa'nın 906 H., Vezir-i Azam Mustafa Paşa'nın 907 H., Plevne'de Mihal oğlu A li Bey'in 901 H., Sofya'da ve Niğbolu'da Yahya Paşa'nın 912 H., Sofya'da Softı Mehmet Paşa'nın 954 H., Fâtih'in Sadrazamı Mahmut Paşa'nın, Silistre'de Sokullu Mehmed Paşa'nın eşi Esmâ Han Sultan'ın 908 H., Nurbânu Sultan'ın 1054 H. tarihli vakıf­ ları vardır. Bu gibi büyüklerin yanında orta halli : kişilerin vakıfları da bulunmaktadır.

Bizim için İlm î araştırma güçlüklerine bürün­ müş, b ir yerde kalmış vakıflar ve eserler hakkında yazmanın güç birşey olduğunu çok iy i bilenlerde­ niz. Oralardaki medeniyet ve umrânımızın izleri hakkında Türkçe neşriyat, esefle kaydedelim ki, yok gibidir. Biz, bu meçhul sahanın karanlığına bir kandil ışığı tutmağa çalışacağız. O yerlerde Türk nüfusu azalıyor. Bazı yerlerde hiç kalmıyor. Bunları tarih sayfalarında bâri muhafaza edelim.

Bulgaristan'ın ilk teşekkülünde imzalanan Berlin muahedesinin 5. maddesi, din ve mezhep ayrılığı, hiç b ir suretle m ülkî ve siyasî haklardan faydalanmaya mani olamayacağını tasrih ederek orada yaşayan Türklerin eşit haklara sâhip o ld u k­ larını bildirm ektedir. Yapılan Kanun-i Esâsi de, din hürriyetini tem inat altına almıştır. Daha sonraları Türk Devleti ile Bulgaristan arasında 1909 ve 1913 yıllarında akdolunan İstanbul A n ­ laşmaları ve bunlara ek p rotokoller, im paratorluk­ tan ayrılan o yerlerdeki dinî ve milfTmüesseseleri teminat altına almış, onların bakımını, muhafaza­ sını bir takım esaslara ve kaidelere bağlamıştır. Bu anlaşmalarda yer alan maddelere dayanarak tüzükler ve yönetmelikler hazırlanmıştır.

Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan 1909 tarihli İstanbul Protokolünün 5. maddesi gereğince Bulgaristan'da Müftüler, Vakıfların nezâ­ ret ve idaresiyle mükellef olduklarından, Baş M üf­ tünün başlıca vazifelerinden biri de onlardan vakıfların hesabını istemek ve bunlara müteallik hesap defterlerini hazırlamaktır. V akıf hesaplarına ait defterlerin Türkçe tutulacakları da tasrih edil­ m iştir. 7. maddeye göre de vakıf malların iyi m u­ hafazasına d ikka t edilecek ve mecburiyet olm adık­ ça vakıf emlâk satılmayacaktır. 1913 ta rih li anlaş­

mada da bu hükümler tekrarlanmıştır. 8. maddede her mahallin vakıflarının oradaki cemaat-ı islâmi- ye tarafından idare olunacağı açıklanmıştır.

Bunlara dayanarak hazırlanan ve 1919 yılında yürürlüğe giren 189 maddelik Bulgaristan Müslü­ manları Müessesât-ı D iniyye -İdare ve Teşkilâtı Nizamnamesi ile, daha önce muteber olan "Müs­ lüman İdare-i Ruhâniyelerine D âir T â lim a t" yürürlükten kaldırılmış, böylece müslüman halkın haklarını geniş ölçüde koruyucu b ir n itelik taşıyan yeni hükümler g etirilm iştir. Bu nizâmnâmede yer alan hükümlere göre Cemaat-ı İslâmiyeler, câmi ve mektepleri, vakıf emlâki idare etmekle yüküm­ lü tutulm aktadır. Nizamnamenin 130. maddesi uyarınca Başmüftülükte ’ Müessesât-ı Diniyye ve Vakfıyye Müdürlüğü”, namiyle yeni b ir müdürlük kuruluyor ve bunun vazifeleri 176 ve 179. madde­ lerde gösteriliyordu. Nizâmnâmenin V III. bölümü­ nü Vakıflar teşkil eder. Burada vakıflarla ilgili hükümler yer almaktadır. Buna göre Vakıflar Cemaat-ı İslâmiye encümenleri, V akıf Komisyonla­ rı vasıtasıyla idare olunur. Cemaat-ı İslâmiyeler, Müftülükler vasıtasıyla Vakıflar Müdürlüğü'ne ve Baş Müftülüğe bağlıdır.

Vakıflar, halkın m aârif işlerini de aslâ ihmâl etmem iştir. Bu nizâmnâmenin 179. maddesine göre Vakıfların fazla geliri bankaya yatırılır. Müs­ lüman fondu denen bu madde ile toplanan parayla fakir ve yetim müslüman çocukları okutulurdu. Bu sâyede kâ biliye tli Türk gençleri yüksek tahsil yapma imkânını bulmuşlardı. Bütün bunlar vakıf­ ların sağladığı faydalardır.

Azınlık halinde kalıp hükümetten maddî yar­ dım görmeyen yerlerde Türk okulları, Vakıflar sayesinde yaşayabilmiştir. 1921 tarihli muaddel Bulgaristan M aarif kanununun özel yani azınlık okullarıyla ilgili 366. maddesinde şöyle denir:

"D în î emlâkten yani vakıflardan hâsıl olan gelirler, Müslüman., okulunun idaresine yetmediği vakit, açık kalan masraflar, okulun mensup bulun­ duğu Cemaâttan, halktan toplanır."

Böylece Türk okullarının yaşaması ecdâd ya­ digârı olan vakıflarla halkın gayretine kalmıştır. Türk halkı, başta m aarif encümenleri ve Türk M u­ allimler Birliği olmak üzere okulların masraflarının hükümetçe karşılanması için yıllarca uğraştı, fakat b ir netice alamadı. 1921 yılında Kızanlıkta topla­ nan Bulgaristan Türk M uallimler B irliğ i X II. kong­ resinde, bu hususta çalışmak üzere b ir komisyon kuruldu. Nezâret ve hükümet nezdinde teşebbüsler yapıldı, lâkin yük yine vakıflarla halka kaldı. Bütün bunlar, vakıfların Türklerin d in î ve m illî hayatında ne kadar yüklü yeri, üstün hizmeti olduğunu gös­ terir. İslâm dinî hizmetleri, okullar, ecdad yadigârı olan vakıflar sayesinde yaşadı. Vakıflar camileri

(5)

BULGARİSTAN’DA TÜRK - İSLAM ESERLERİ 113 baktı, öğretmeni korudu, talebeyi o kuttu. V a k ıf­

lar, hayırseverliğin en canlı ve ebedt b ir delilidir. Ecdadımız, fethettikleri yerlerde canlı bir imâr hareketine başlayarak ölmez eserler meyda­ na getirmişler, camiler, okullar, hamamlar, hanlar, kervansaraylar, zâviyeler, sebiller, çeşmeler yap­ mışlardır. Yahya Paşa'nın 912 H./1506 M. tarihli vakfiyesi, Sofya, Filibe, Niğbolu'da yalnız b ir k iş i­ nin neler yaptığını göstermeye yeter. İnsan, bun­ lardan vakıfların yapıcı rolünü kolayca anlar. B ul­ garistan'da ilk yapılan câmilerden b ir kısmı hâlâ ayakta durmaktadır (Resim: 1 ,2 ,7 ). Bugün bunla­ rın b ir kısmı da, muahedelere rağmen, amacının dışında kullanılmaktadır (Resim: 3, 4). Bir takımı da harap halde kalm ıştır (Resim: 5). Bazıları da çeşitli bahanelerle İslâm Cemâatinin elinden alın­ maktadır (Resim: 6). Halbuki vaktiyle yapılan andlaşmalarla bunlar tem inât altına alınmıştı. Müslüman halk, bir yandan eskileri korumağa, yaşatmağa çalışırken, diğer yandan da yeni eser­ ler meydana getirmektedir (Resim: 8 ,9 ).

Devlet, Balkanlarda kalan vakıflarla, İslâm cemaatlarının işleriyle ilgilenm iştir. Bunun en ya­ kın örneği Rumeli-i Şarki V ilâye ti merkezi olan Filibe'ye ulemadan Büyük A li Haydar Efendi'yi (ölümü: 1321/1906) vazife-i mahsusa ile gönder­ miş olmasıdır. A li Haydar'ın bu hususta mühim çalışmaları vardır. Evvelâ "Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ile Bosna-Hersek ve Kara­ dağ'da bulunan ahâli-i İslâmiyenin hususat-ı mezhebiyyelerine d â ir" meşihatın emriyle b ir risale yazdı, oralarda yapılması icâb edenleri tesbit edip hükümete sundu. İkinci olarak ta birkaç sene Filibe'de Türk hükümeti tarafından memuren bulunmuş, oraların cemâat teşkilatına bir yön vermek için çalışmıştır. Bu konuda "Şarkî Rumeli ile Bulgaristan'da bulunan Cema- at-ı İslâmiyyenin Umûr-ı Vakfiyyeleriyle M üf­ tüleri ve Cemâat Meclisleri hakkında T âlim ât" hazırlamıştır. Matbu olan bu tâlim attaki hü­ kümlerin gereği gibi ta tb ik olunmadığını gö­ rünce, bizzat Filibe'de bulunduğu sırada, İslâm Cemâati mümessili sıfatıyla, Şarkî Rumeli Umumi Valisi Aleko Paşa'yı vazifesini yapmaya davet e t­ miş, haksızlıkları önlemesini istemiştir.

A li Haydar, Bulgaristan ve Şarki Rumeli vilâyetinde, dînî hizmetlerin usulüne uygun yürütülmesi hususunda gayret göstermiştir. Ora cemaatlarının hattı hareketlerini, din görevlileri­ nin tâ y in i hususlarını düzene koymaya çalışmış­ tır. O zamana kadar Evkâf Nezâretine bağlı bu­ lunan imamlık, hatiblik ve sair gibi cihetlere vazifelilerin tâ yini hususlarına artık Nezâret doğrudan doğmya karışamıyordu. Bu vazifeler, mahallî cemaatların seçimi usulüne bağlanmıştı.

Ancak cemaatların ve müftülerin atamalarının, tanzim olunan b ir ilâm la tasdik için Meşihata gön­ derilmesi b ir kâide idi. Meşihat kendilerine Mürâ- sele-i Şer'iyye denen b ir buyrultu veriyordu. B öy­

lelikle dîriî hizmetler, yine Meşihat'a bağlı tu tu l­ muş oluyordu. Bu hususta Devlet Şurâsının kara­ rına dayanan Başvekâletin 7 Cemâziyel-uhrâ 1299, 13 Nisan 1298 ta rih li ve 50 sayılı b ir te zki­ resi, konuyu aydınlatıcı b ir belge olduğundan onu buraya dere ediyorum. Bu karar o zaman Filibe'de memuran bulunan A li Haydar Efen- di'ye de gönderilmiş.

Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde 235 nolu defterde kayıtlı Bulgaristan ve Şarkî Rume­ li'de imam ve hatiplerin tayini ile ilgili 18 sayılı ve 2 Şaban 1299 H. ta rih li tafsilde şöyle denir:

' Bulgaristan ile Rumeli-i Şarki vilâyetinde ve Bosna kıtasında beynel-İslâm mahlul olan imâmet, hitâbet gibi cihâtın nizâm-ı mevzûasına tevfikan icrâyı tevcihâtı muâmelesine oraların u- sul-i idare-i hâzıraları müsâit olmadığı beyânı ile hususât-ı mezkurece ittihaz olunması lâzım gelen kavaidin tâ y in i ifadesine dair Nazaret-i celilerinden me'ûs tezkire Şurâ-yı Devlete ledel- havâle:

Berlin Muahedesi, Memalik-i Osmaniyece idareleri tagayyür eden ve m uhtariyet usulüne raptedilen büldânın kâffesinde serbesti-i mezâhip maddesini taht-ı mahfiıziyete almış ve cemaât-ı m uhtelifenin ol babta mevcut ve mer'i olan hukuk ve im tiyazatının rüesâ-i mezhebiyyeleriyle irtib a t­

larını muhafaza etmiş olduğu gibi Rumeli-i Şarkî Nizamnâme-i Dâhilisi dahi esâs-ı mezkuru daha etraflı olarak temin eylediğine ve Avusturya Devletiyle akdolunan Yenipazar mukavelesinin 4 nolu protokolunda Bosna ehalii-i islâmiyesinin vikâye-i ahkâm ve umur-ı diniyesi tarafeyn m u­ rahhasları cânibinden mütekârbilen mültezem tutm akla beraber nâib ve müftü ve imam ve ha- tiblerin intihap ve tâyinleri için ahâli-i müslimenin Bâb-i Fetvâ-penâhi ile olan münasebâtın devamı takayyüd ve şu suret mukavele-nâmenin ikinci maddesinde dahi tasrih edilmiş olduğuna binâen gerek Bosna ve Hersek ve gerek Bulgaristan ve Rumeli-i Şarkî vilâyetindeki İslâm cemâatlarınca icrâ-i şeâir-i diniyelerine mahsus cihâtın tevcihâ- tını yürütmek hususlarında esasen bir mâni ta­ savvur olunamaz ise de ancak sâlifuz-zikir muâhe- de ve mukâvele ve Rumeli-i Şarkî'ye mahsus nizâmnâme serbet-i mezâhip hukukunu cemâ- ata bırakmış ve binâen-aleyh İslâm cemâatinin dahi hademe-i diniyyeleri intihâbâtında hiç bir hey'et-i idarenin vasatatına mahal kalmayıp yalnız bâb-ı vâlâ-yı fetvâ-penâhîyi merci' ittihaz etmeleri lâzım gelmiş olduğu için artık Nezâret-i relilelerinin havâli-i mebhusede vuku bulacak cihât

(6)

114 OSMAN KESKİOĞLU - A. TAHA ÖZAYDIN muâmelatına doğaldan doğruya müdahale etmesi

kâbii olmayacağından ve ber vechi muharrer Bosna'da nâib ve müftüler bulunduğu gibi, Rume- li-i Şarkide dahi mevcut olup Bulgaristan'da nâibler olmasa bile müftüler bulunduğundan ve maamafih, her halde cihât erbâbının intihabı cemâ­ at— ı Islâmiye heyetlerine â it olduğundan, badezin: Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'pde bulunan 235 nolu tafsil defterinde yazılıdır (2 Şaban 1299 ve 9 Haziran 1298 Rumi tarihi taşır).

Filibe İslâm Cemaati vakıfları her dönemde, her çeşit hizmete koşmuştur. Balkan Harbi'ndc Türk yaralılarına ve hastalarına bakmak üzere Rüştiye Mektebi İslâm hastanesi haline g e tiril­ miş, halkın yardımları ile bu hastanede esir ve ya­ ralılardan birçokları din, d il, ırk ve mezhep farkı gözetilmeden tedavi edilm iştir. Esirler arasındaki askerî doktorlardan birçokları burada seve seve vazife almış, öğretmenler de canla başla bu sağlık kurumunda hizmet verm iştir (Resim: 1).

VAKIF ESERLERİNİN KUR ULUŞ YERİ İTİBAR İYLE DURUMU:

AYDOS:

Aydos, Osmanlı Türklerinin en kalabalık bu­ lunduğu şehirdir. Evliya Çelebi 5 câ m i,6 han, ha­ mam olduğunu yazıyor(7), Kâmusul-A’lâm, ahâli­ sinin 2/3 ünün Müslüman(8) olduğunu b ild iriyor. Yıldırım Beyazit'ın yaptırdığı büyük cami, ibadete açık tutulm aktadır (Resim: 1/a). Aydos'da medre­ seler yakın zamana kadar muhafaza edilmişse de, 1945 tarihinden sonra kapatılma yoluna gidilmiş ve yıktırılm ıştır. Büyük Türk mutasavvıfı İsmail Hakkı bu medreselerde ye tişti. Tuhfetul-Hattâtîn onu hattatlar arasında sayarken, ismini şöyle z ik ­ reder: İsmail Hakkı b. Mustafa b. Bayram Çavuş b. Hudabende. Osmanlı müellifleri 105 eserinin adını kaydeder.(9) Eserlerini Türkçe vermesi çok önem­ lidir.

Son zamanlarda Aydos'ta bulunan Abdurraz- zaklı Mehmet Efendi âlim bir zattı. İstanbul'da okuyan Elmadereli Mehmet Nâzım müftülük yap­ tı. 1935 tarihinde Kemalist faaliyette bulundu diye Bulgarlar tarafından azl olundu. Aydos me­ busu İbrahim Efendi, ilk defa 1905 tarihinde Varna'da toplanan (Resim: 1/b), oradaki Türklerin maarifine b ir düzen veiren Türk M aarif Encümen­ leri toplantısına katılmış, İslâm cemaatinin inanç ve kültürlerinin dejenerasyonunu önlemede büyük rol oynamıştır.

İlçenin K ire m itlik ve Ç iftlik nahiyelerinde güçlü medreseler vardı. K ire m itlik Medresesini (Resim: 2) Odacıoğlu yaptırmış, bir çok vakıflar da tesis etm iştir. Harap olan medresenin b itiş iğ in ­ deki cami (Resim: 3) sonradan tam ir görmüştür.

Medresede önceleri Emrullah Efendi, Duşul A h ­ met Hoca, Dobrucalı Süleyman Efendi müderris­ lik yaptılar. 1924'de Cumalı Mustafa H ilm i, Ço- bannasuhlu Ahm et, Sırakayalı Hâfız Nuri hocalık hizmeti gördüler.

Aydos ilçe merkezinde, bugün Sofya Baş Müftülüğüne bağlı müftülük vardır. Bulgaristan'ın diğer mahallerinde bulunan bütün ilk ve orta mek­ tepler gibi, 1949 tarihine kadar faaliyet gösteren ilk okul ve Rüştiye Mektebi kapatılmıştır.

Bu ilçe ve köylerinde vakıf suretiyle vücut bulan eserlerin sayısı ş ö y le d ir:4 9 c a m i,6 medrese, 3 mektep, 1 tekke, 1 imaret, 9 han, 3 hamam,

2 köprü, 1 kale.( i o ) BURGAZ:

Geldikti b ir zaman Sarısaltuk'la Asya'dan Bir bir diyar-ı Rûnfa dağıldık Sakarya'dan...

Y. Kemâl Burgaz, yeni gelişm iştir, camileri azdır. Rıh- ;ım boyundaki inci gibi duran camii Bulgarlar 1913 te, çevreden geleceklerin şehre daimî iskan edilmesini önleme bahanesi ile yıktılar.

93 harbinden sonra civardaki Türk köyleri boşalmış, halkın büyük çoğunluğu göç'e zorlan­ mıştır. Tatar Camii son zamana kadar ibadete açık bulunurdu. 1935 de Bulgarlar Burgaz M üf­ tülüğünü kapattılar. Aydoslu Mehmet Zekâi, Eski Cumalı Hafız Ahmet, Yusuf Râzi Burgaz'da müftülük yaptılar. İlk ve Rüştiye okulları vardı. Burgaz Rüştiye Müdürü aylığını Türkiye'den alırdı. Ayrıca Ömer L ütfi, Salih Vicdani de aylığını Tür­ kiye'den alan kıym etli öğretmenlerdendir. Tatar Süleyman, cemaat işlerine bakardı. İsmail Çelil Kemalist aydınlardandı.

Burgaz'da Türk hayatı son zamanda tamamen sönüktü.

ESKİCUMA:

Özbeöz b ir Türk şehridir. Civar köyler T ürk'­ tür. Camisi boldur (Resim: 4). İlk okul ve Rüştiyesi mevcuttu. 1912'de Öğretmenler Kongresi burada yapıldı ve epey önemli kararlar alındı. Ahmet Z ih ­ ni ve Mehmet Said mebus seçilince halka büyük hizmet verdiler. T. Mümtaz Göztepe Rumeli adlı gazete çıkardı ve sp ortif faaliyetlerde öncülük e tti. Göztepe'nin halkı uyandırması Bulgarları fena hal­ de öfkelendirdi.

ESKİZ AĞ RA:

Burasını Lala Şâhin fethetm iştir. Evliya Çele­ bil 1 1) buranın 3000 haneli bir şehir olduğunu,

( /) E. Çelebi, Seyahatname, c . ll l , s . 3 0 2 , c . V , s . 8 1 . (8) S. Sami, Kamus A 'lâ m , c. I, s. 511.

(9) M. T ah ir, Osm artlı M üe llifle ri, c. I, s. 28-32. (10) Ekrem Hakkı A yve rd i, Bulgaristandaki Türk-İslâm .. (11) E. Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 378. Kamus'ul

(7)

BULGARİSTAN'DA TÜRK - İSLAM ESERLERİ 115 17 camii, 42 okul, 5 hamam, 855-dükkân ve bedes­

tenin varlığından bahseder. Burası çok güzel bir sanat şehriydi. Türkler devrinde çok gelişti. B u l­ gar ahali yok denecek kadar azdı. Bulgarlar X IX . yüzyılda Balkanlar'dan inerek burada yerleşmeye başladılar. 93 harbinden sonra Türk halkı göç e tti, Bulgarlar çoğunluğu bundan sonra sağladılar.

Yıldırırrfın oğlu Emir Süleyman zamanında yapılan Büyük Cami (Hamza Bey Camii) kubbeli ve minareli olup, kurşun kaplıdır (R esim :5). Yeni Cami, Noktacı Cami i, Tekke Camii kubbeli ve kar- gir eski eserler olup minareleri mevcuttur. Bugün yerinde mevcut olmayan A li Paşa'nın bir medre­ sesi de varmış.

Eskizağra, o çevrede büyük bir kültür merke­ ziydi. Bjr çok âlim , şâir yetişti. Son yıllarda Öğretmen okulu açıldıysa da çok geçmeden Bul­ garların çeşitli entrikaları sonucu kapatıldı. V akıf kayıtlar üzerinde yaptığımız incelemede, vakıf tesisi suretiyle vücut bulan eserler şöyledir: 24 ca­ mi ve mescid, 5 medrese, 42 mektep, 6 adet tekke ve zaviye, 1 imaret, 1 handır.

YENİZ AĞ RA:

Zağra-i Yenice diye de yazılmış ve anılmıştır. 1365 yılında Lala Şahin tarafından alınmıştır. Şehrin banisi Türklerdir. Evliyaya göre ahalisini Rumeli çıtağı ve yürükler meydana getirir. Şehirde 7 cami, 7 okul, 150 dükkan ve 3 han mevcuttu. Sarıca Paşa Camii, Ömer Çerçi Camii en işlek ve en büyük camilerdendi. Çandarlıoğlu A li Paşa bir hamam yaptırm ıştır.) 1 2)

FİLİBE (PLOVOİV):

Zafer, zafer der eserdi yelleri Biz neyledik o güzelim elleri.

Evliyâ Çelebi'nin yazdığına göre Rumeli'nde­ ki on müstesna şehirden b irid ir; diğerleri de şun­ lardır: Edirne, Selânik> Serez, Yenişehir, Sofya, Belgrat, Budin, Bosnasaray, Üsküp. Filibe, cüm­ lesinden şirin ve kamusundan zengin bir büyük şehir olup, F âtih, İsfendiyar oğullarını buraya iskân etm iştir. Aşık Paşazâde, Saruhan oğullarının buraya iskân edildiğini yazar.(i3)

Filibe'nin sür'atle imar olunduğu ve şehrin İslâmlaştığı anlaşılıyor. Evliya'nın verdiği şu ra­ kamlara b ir göz atmak bunu ispata yeter: Şehirde 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7 dârü'l-kurrâ, 11 tekke, 8 hamam, 9 han-kervansaray v.s. vardı.(i4) Her yerde olduğu gibi, Filibe'de de çok zengin vakıflar vardı.

A li Haydar'ın Türk Vakıfları ve Cemaat İda­ releri hakkında talim at hazırladığı Filibe'de, o zamanlar 50 kadar cami, mescid varken, bugün bunlardan maalesef ancak ik i cami ayakta kala­ b ilm iştir. 1935 yılında mevcudiyetini tesbit edebildiğimiz camiler şunlardır: Muradiye (Ulu

Camii), Şehabettin Paşa (İmaret) Camii, Seyyid Mahmut Camii, H. Haşan Camii, Taşköprü Camii, Musallâ Camii, Anber Kadı Camii ve Medresesi, Yeşiloğlu Camii, Yürüyüş Baba Camii, H. İsmail Bey Camii, Alaca Mescid, Kürkçüler Başı Camii, Hacı Camii, Süpürge Baba Camii, Koç Hüseyin Mahallesi Camii, Bir Direk Camii, H. Turgut Ca­ m ii, Göl Mahallesi Camii, Hoşkadem Camii, Mev­ levihane Camii, Ç ukur Camii, Mekke Mescidi, Hocaefendi Mescidi, H. A li Molla Mescidi, Tabak­ hane Camii (kubbelidir), Tepe Camii, H. Bekir Paşa Camii, Kürşunluhan Camii, Sığırmeydanı Mescidi, Kapaklıaltı Mescidi, Esnaf Camii, K erpiç­ li Camii ile Medresesi, Kapan Mescidi gibi. Ayrıca bunlara ilâveten bazı küçük mescidler varsa da buraya almaya lüzum görmedik. Karşıyaka cihe­ tinde de Çelebi Kadı Camii, Hoşkadem Camii, Haşan Efendi Camii, beş adet mescid de mevcuttu. Bu tesbitlerimize göre anlaşılıyor ki, Filibe'de 50 civarında vakıf camii ve mescid bulunm aktay­ dı. Ne yazık ki 1979 yılı sonunda muhafaza edile­ bilen cami sayısı yalnızca ikid ir.

Ulu Cami (halk Cuma Camii der)yeait minare . görülmeye değer (Resim: 6, 7, 8). Şehabettin Paşa Camii de eşsiz bir sanat eseridir (Resim: 7). 93 harbinde Filibe'de 30 kadar cami "yıkılm ıştır. Zengin vakıfları sayesinde bütün İslâm cemaati öğrencilerine ders yılı başında ve bayramlarda yeni elbiseler alınarak g iyd irilird i. Hamamları güzel, imaretleri ço k, mesire yerleri bol b ir yer­ leşim merkeziydi. Filibe, Türk-İslâm kültürüne büyük hizmetler vermiş beldelerimizden b iridir.

Filibe son çağlarda hürriyet taraftarı kişilerin barınağı haline geldi. İstibdata karşı olup İstan­ bul'dan kaçanların çoğu orada toplandı. A li Süavt , Übeydullah Hoca, Rüştiyede ders o k u ttu ­ lar. A li Fehmi, Ethem Ruhi gazete çıkararak yeni fik irle rin yayılmasına yardımcı oldular. Filibe ule­ ma yatağı idi. Son zamanlarda Hoca Sadeddin m üf­ tülük yaptı, oğlu Prof. Hayri Dener değerli bir ilim adamı idi. Filibe Cemaat-i İslâmiyesi çok zengin vakıflara sahipti. Bulgarlar bu vakıflara müdahale etmeseydi, diğer bölgelerde ye köylerde bulunan güçsüz vakıfların mali kaynağını tek başına karşıla­ yabilecek güçteydi.

HAS KÖY:

Hasköy, F âtih'in veziri Koca Mahmut Pa- şa'nın kurduğu bir kasabadır. Türkler, Karlıova, Köstendil , Yenipazar, Eskicuma, Orhaniye, Servi gibi şehirler kurm uştur. Hasköy'de 3 okul, 1 med­ rese, 3 tekke ve cami vardı.(14)

(12) E. Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 376.

(13) A şık Paşazade T a rih i, s. 74, 1332 baskısı. Mustafa N u ri, N e tâ yicü l-V u ku â t, c. I.

(8)

116 OSMAN KESKİOĞLU - A. TAHA ÖZ AYDIN İHTİM AN:

Ocakbeyi, Gazi Mihal Oğullarına bağlıydı. Camileri, hanları, hamamları bulunan mamur b ir Yürük Beyleri O cağıydı.(is)

KÖSTEN ES:

Evliya bunu Köstence ile karıştırm ıştır. O zaman şehirde 9 cami, 3 okul varmış, bugün bunlardan eser yok.( 1 6)

İSLİMYE (Sliven):

Kamus'ul-A'lâm Selimne yahut Slivne şeklin­ de yazar. Halkı im tiyazlıydı, Balkan boyunun De- mirkapı geçidinin b ekçisiydi.(i7) Evliya'ya göre; 12 cami, b irç o k okul, 200 dükkan, birkaç hamam ve han varm ış.(i8)

KARLIO VA:

Kamus'ul-A'lâm burada 7 camiin varlığından bahseder. Karlıoğlu A li Beyin yaptırdığı cami tek kubbeli olup, Sultan Murat Han'ın oğlu Sultan Cem'in Lalası olan Karlıoğlu A li tarafından 890 tarihinde inşa e ttirilm iş tir (Resim:9-10).

KARNABAT (Karinâbâd):

H. 768 tarihinde Vezir Timurtaş tarafından rumlardan alındı. Türkler zamanında Silistre veya

Şumnu'ya bağlı olan Karinabad, A şık Paşazade tarihinde Karinovası diye geçer. Râkkâş Sinan Bey'in yaptırdığı minareli camii ve hamam mevcut olup, cami yalnızca Cuma günleri ibadete açık­ tır. (1 9)

Mecelle heyeti üyesi, Ahkâm uul-Evkâf yazarı Ömer H ilm i, Karnabatlı Abdurrahman Hoca’nın oğludur. 1890 yılında öldü. Uzun yıllar Rusçuk'da müftülük yapan Osman Nuri de Karnabat'lıdır. Oğ­ lu A li Haydar, Moskova sefiriyken intihar e tti. Rupça'da Ulak Hüseyin Ağa'nın yaptığı cami hâlâ mevcuttur (Resim: 11). Camiin Kamabat'ta b irçok vakıf dükkanları vardı.

KIRCA A L İ:

İlçe merkezine bağlı 94 köy olup, hepsi müs- lümandır. Rodopların merkezi sayılır. Gazilerden Kırca A li Baba'nın türbesi burada bulunm akta­ dır (Resim: 12). 93 Harbinde Kırcaali askerlerinin y iğ itlik le ri tarihe geçm iştir. Ruslara dayatmışlar, Şarkî Rumeli sınırları içinde kalmaları kararlaştı­ rılmış iken, ahalinin direnişi üzerine Türkiye'de kaldılar ve Edirne'ye bağlandılar. Kırcaali halkı, Balkan harbinde büyük katliâmlara maruz kaldı­ lar. 1925 yıllarında Kırcaali içinde büyük bir mektep inşa ettiler (Resim: 13). Bu, öğretmen Okulu olacaktı, fakat Bulgarlar açtırmadı. Sonra­ dan Rüştiye mektebi haline soktular. Şehir o ha­ valinin kültür merkezi oldu. Bulgaristan Türkleri arasında önemli rol oynayan Bekir Sıtkı, Haşan Sabri, Refet Rodoplu bu havalidendi. Civarda bu­

lunan Mestanlı, İğridere, Paşmaklı, Koşukavak i l ­ çeleri halkı tamamen müslümandır. Ankara Üniver­ sitesi eski Rektörü olan sayın Prof. Tahsin Özgüç de Mestanlıdır.

K IZ A N LIK :

Açmaz olmuş kızanlığın gülleri Biz neyledik o koskoca illeri.

Namı diğer Akça Kızanlık diye de geçer. Evliya'ya göre<2 0) ahalisi Yürük Türkleri olup, Hıristiyan azdır. 8 cami, 7 okul, 2 medrese, 3 te k ­ ke, 2 hamam ve 300 dükkanı mevcutmuş. Sarıca Camii (Resim: 14), İskender Bey bin A li Camii önemlilerindendir. önceleri nüfusunun çoğu Müs­ lüman olduğu halde, 93 Türk-Rus harbinden sonra Türkiye'ye göçmek zorunda kalmışlar.

1921 tarihinde, Bulgaristan'da bulunan Türk öğretmenlerinin kongresi Kızanlık'ta yapıldı. Cafer Tayyar Paşa ordusundan Bulgaristan'da öğretmen olanların ve Türk mebusların katıldığı kongre pek parlak oldu (Resim: 15). Türk öğretmenlerinin ittifakından korkan Bulgar Protestan misyonerleri 1930 yılında burada faaliyete önem verdiler. Mis­ yonerler müslüman halkı yanıltm ak ve aldatmak için Şahidül-hak adlı b ir dergi çıkardılar, fakat müslüman cemaat bu gibi yutturmacalara kanma­ dılar ve aldanmadılar.

KÖSTEN D İL:

I. Murat zamanında Müslüman şehir halini alm ıştır. O tarihte 17 cami, 6 okul, 9 medrese, 5 tekke, 6 han vardı. II. Murat Hanı her gelen geçen halka açıktı. Sultan Camii, Turhanoğlu Ca­ m ii, İmaret Camii önemli vakıf eserlerindendir. 1531 tarihinde Kanuni zamanında yapılan İmaret Camii ayakta kalabilen tek eserdir (Resim: 16). Şehirde 15 civarında kaplıca ve hamam şahsiyet kaydı mevcuttur. Ustrumca nehri üzerinde Fatih'in veziri Koca İshak Paşa'nın inşa e ttird iği vakıf köprü dillere destandır (Resim: 16/a). Köprü halen Bulgarlarca b ir sanat harikası olarak m u­ hafaza edilmekte, Kadı köprüsü "Kadıa M ost" ismiyle tanınmaktadır.

Menmet Şem'î; (ölüm 1855) Köstendil'li âlim, şâir, hattat bir zattı. Tuhfetül Hattatin adlı eseri mühimdir. Orada müftü id i.(2i) Divanı

vardır.

Köstendil Câmii ve Kütüphanelerdeki kitaplar 1940 yıllarında Şumnu'ya Nüvvabanakl edilm işti. K ıym etli yazmalar çoktu.

(15) E^ Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 390. (16) A yn ı Eser, c. III, s. 420.

(17) Ş.. Sami, Kam us’ul A 'lâ m , c. II, s. 942. (18) E. Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 376. (19) A şık Paşa T a rih i, s. 86.

(9)

BULGARİSTAN'DA TÜRK İSLAM t.SERLERİ 117 LOFÇA:

Evliya'nın yazdığına göre, 22 mahallenin 16'sı MLİslümanmış. ( 22)

30 cami olup, bunlardan Hünkâr Camii, Ker­ piçli Camii, Büber Camii, Orta Camii, Ada Camii meşhurmuş. 6 sıbyan okulu varmış. Evliyâ çocuk­ ları gayet necip ve reşid olup, her iş ittik le rin i h ıf­ zederler, diyor. Bu söz Cevdet Paşa'yı hatırlatı­ yo r.(2 3 )

Şehirde 7 han, 2 hamam, 215 dükkân var­ mış. Doğudan batıya uzanan yalçın yüksek kaya üzerinde olan kalesi, badem şeklindeymiş. 1878 Savaşında Lofça, düşmana karşı mertçe durdu. O zaman düşman şehri harap etti. Birçok tarihi eserler yıkıld ı.(24)

Halk şairi Osman Pehlivan (1874-1943) Lof- ça'da doğdu, babasının kahvesinde saz şâirlerini dinleye dinleye saz çalmayı öğrendi. Pehlivandır da. Rumeli halk türkülerini sazıyla dile getirdi; tarihi dinletti ve inletti...

"Sert b ir kaya parçasından biçilm iş zannedi­ len pos bıyıklı başını, iptidâi bir tanburanın te l­ leri üzerine eğmiş, akordunu yapmakla meşgul... Bütün Türk coğrafyasına ait türküleri dinlerken... anlıyoruz ki, aşk ve kahramanlık iki kardeş o ld u ­ ğunu hiç bir m illet, şarkılarında, Türk M illeti gibi anlatmayı b ilm em iştir." (Ahmet Haşim, BİZE GÖRE, s. 116,1969).

L O M :

Lom, Tuna kıyısında b ir kasaba olup, Evliya zamanında 5 cami, 2 okul, 1 medrese varmış. 93 Harbi'nden sonra müslüman halk göçmüş, Türk azalmıştır.-Son zamanlarda spor hayatı hareketleri başlamış, Turan Derneği kurulm uştu. 1928'de Türk öğretm enler B irliğ i toplantısı orada ya­ pıldı.

RAHOVA:

Lom yakınında yine Tuna kıyısındaki Rahova kasabasında, Evliyâ'm ız oraları dolaştığı çağda, 3 cami, 1 okul, 1 medrese ve tekke varmış. Burada da Türkler son zamanda göçmüştür. Rahmetli İsmail Hakkı Tunaboylu burada doğmuştur. Mehmet Behçet Perim burada öğretm enlik yapar­ ken b ir Türk matbaası kurdu. Tunaboyu gazetesini burada çıkardı ve birkaç güzel eser de bastı.

NİĞBOL U:

Canavarlar kaçıyormuş gibi gür b ir dalından Bir salib ordusu bozgun kaçıyor Nigbolu'dan.

Y. Kemâl

Evliyâ burayı gezdiğinde 33 cami, 20 okul 10 tekke, 16 sebil ve çeşme, 10 hamam, 1000 dükkan varmış. Vakıfları ço k,ge lirleri bolmuş.(25j Öğrencilere her yıl birer kat elbise, harçlık v e rilir­ miş. Yahya Paşa'nın 912 H./1150 M. tarihli va kfi­ yesinde geçtiği üzere(2 6) vakıf dükkanları gelirin­

den öğrencilere bayramlarda baştan ayağa birer kat giyecek verilmesi vâkıfın şartıdır.

Kale içinde yedi cami olup, Yıldırım Han Camii tuğla minareli ve kirem it örtülü imiş. Yaruş kısmında 26 cami olup, bunlardan Şah Melek Camii'nin eni boyu 150 ayaktır. Mermerden ya­ pılmış minaresinin İstanbul'da bile eşi yokmuş. Eski Hamam Camii, Çelebi Efendi Camii, Kab- vancı Camii, Emir Çelebi Camii, Kadı İvaz Camii, Evliyâ'nın saydıklarındandır.

Evliyâ'nın zamanında 11 mahalle müslüman, 6 mahalle lııristiyan imiş. Halkın âyânı atlas, kemha, çuha giyermiş. Orta halliler elvan pogası, ednası da mikdarınca esvap giyup başlarına kalpak geçirirlerdi. Halk birbiriyle iyi geçinirdi. Zemmam, nemmam, (kovuculuk yapan) münâfık kimseleri şehirden kovarlarmış. Erkek ve kadınları gayet edip ve terbiyeli olurlar, misafir severler, di- yor.(27)

Şehrin kalesinde bağlar içinde A li Koç Baba zâviyesi varmış. Kalede bekçiler her akşam :' Y e k­ tir Allah, Y e k" diye nida edermiş. II. Mahmut ça­ ğında bu kale tam ir edilmiş (1810).

OSMANPAZARI:

Türklerin kurduğu ve yaşadığı b ir kasabadır. Birkaç camii, ilkokul ve Rüştiye mektebi vardı. Civar köyler hep T ürk'tür. Burası Gerlova bölgesi merkezidir.

Osmanpazar'lı Niyazi İsmail Efendi ünlü bir âlim dir. 6 kadar eseri var. İçlerinde önemlisi hayvanların ve kuşların seslerini tatbik ederek insanların konuşması ve harflerin çıkışını anla­ tan "Maharic-i H u ru f" adlısıdır. Pedagojinin adı yokken öyle o anlatmış. "Talim -i M üteallim "i şerh etm iş.(2 8) (İlmihal-i Nâs adlı risalesi matbu).

Osmanpazarı köylerinden Karaatlarlı Davud Efendi, Karagözlerli Bilâl Efendi, Köpekköylü Hafız Mehmed son devirde yetişen hocalardır. Osmanpazarı ilk yeni usul okul açan kasabadır. İsmajl Niyazi, Hüseyin Kâzım, Mustafa N âilî, İbrahim H ilm i öğretm enlik yaptılar. Buralı Arabacı Hafız Mehmet ve oğulu da b ir süre Yanbolu'da öğretmendiler.

HACIOĞLU PAZARCIĞI (DOBRİÇ):

Dobruca ovasından-Büyük yağlı çörekler Akkirm anın yağından-Benzim iz hey ak ola.

Kaygusuz Türklerin kurduğu bir şehirdir. Evliyâ'nın . ağında 11 okul, 3 hamam, 3 han varmış.

Med-,?1) M. T ah ir, OsmanlI M ü e llifle ri, c. 1, s. 88.

{22) E. Çelebi, Seyahatname, c. V I, s. 162.

_>3) A yn ı Eser, c. V I, s. 164.

(24) Ş. Sami, Kam us'ul A 'lâ m , c. V I, s. 4017.

{25) E. Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 316.

(26) V a k .G n .M d .A r ş .v e N e ş .M d . Defter N o. 62 9. (27) A yn ı Eser, c. III, s. 319.

(10)

OSMAN KESKİOĞLU - A. TAHA ÖZAYDIN rese yokmuş. Camileri şunlardır.: Çarşı Camii,

Çavuş Camii, Eski Cami, Şeyh Efendi Camii meşhurlarından olup, b irçok da mescid var- d ır.(29) Ş. Samı 20 cami, 12 medrese, 3 tekke

var d iy o r.(3 0 ) 1930 yıllarında oranın zenginlerin­ den Hacı Osman, kubbeli, zarif b ir cami yaptır­ mıştır.

İbrahim Vahdi (1714) Pazarcıklı b ir âlim dir. Memleketinde okuduktan sonra İstanbul'a gel­ miş. Süleymaniye Darü'l-Hadisine müderris olmuş. Halep'te kadılık yapmış. Üç dil b ilird i. 14 eseri var.

Başladı Bülbül figana, galibâ nevruzdur. Eyledi uşşaktan arz-ı nevâ, nevruzdur.

Evliyâ'nın anlattığı üzere, burada büyük su sıkıntısı vardı. Genellikle Dobruca öyledir. O zaman Köprülüzade Vezir Ahmet Paşa'nın K e t­ hüdası İbrahim Paşa 50.000 kuruş sarf ederek buraya sekiz aded çeşme yapıp su getirtm iş ki, bu en büyük hayır olmuş. Çeşmelerin her biri üzerine ebced hesabıyla ayrı ayrı tarihler yazıl­ mış. Onlar şunlar olup, 1075 H./1664 M. yılını gösterir.

PLEVNE

Plevne, yâd-ı bülendinde inleyen mâtem, İlelebed verecektir bu kavme fahr u elem!.

S. Nazif Pilevne'yi Mihaloğulları fethetti ve onlara ocaklık verildi. Burası onların Akıncılar merkeziy­ di. Mihaloğlu Gazi A li Beyin 901 H./1495 M. tarihinde yaptığı vakıfları arasında Plevne'de bir cami, imaret, medrese, sıbyan mektebi, zaviye vardır. Bunların devamlı surette bakımı için gelir kaynağı olarak Plevne'de dükkânlar, Filibe'de değirmenler, Vidin'de bir hamam ile, Plevne kazasında birkaç köy vakıf etm iştir. Bu vakfiye­ nin tercemesi Nüzhet Paşa'nın Ahval-i Gâzi Mihal eserindedir. Zaifi'nin Külliyatı'nda da vardır.

Evliyâ, 7 sıbyan okulu bulunduğunu, bunla­ rın içinde Süleyman Bey mektebi ile Mihaloğlu Gazi A li Bey Mektebinin meşhur olduğunu söyler. Onun bir medresesi var, A li Bey'in Kütüphanesi de meşhurdur. Şehirde 18 cami varsa da, çoğu harap olm uştur.(32)

Plevne 93 Harbi'nde acı günler yaşadı, fakat Türk tarihine şanlar kattı. Osman Paşa'nın kah­ ramanlığı dillere destan oldu. Osman Paşa'nın aylarca, kat kat çok olan düşmana dayanması dünyayı hayrete düşürdü. Oraya toplanan ve sa­ vaşı takib eden 70-80 gazeteci şaşırıp kaldı. Türk teslim olm uştu, fakat nasıl ve niçin? Osman Paşa, Rusları Plevne'den atmıştı. Rus Çarı, Romanya kralına:

"Türkler bizi mahvediyor, hristiyanlık dava­ sını kaybediyoruz,' tüye telgraf çekerek yalvarı­

yordu. Romanya'dan imdad geldi. Sonuç böyle oldu. Gazi Osman Paşa, şehri kahramanca savun­ du. Türk-Bulgar kimsenin burnu kanamadı. Osman Paşa yaralanınca esir düştü, fakat kılıcı belinden düşmedi. Rus kumandanı elini tu tu p Osman Paşa'yı tebrik e tti. Yanındaki Romanya prensi de elini uzattıysa da, eli havada kaldı, çünkü bu kahraman Paşa, Türklere tâbi iken başkaldıran R om anyalı'nın k ir li eline temiz e lin i vermeyerek bir ders verdi. Rus Çarı savaş alanı yakınına gelmişti. Osman Paşa'yı karşıladı ve "Muhteşem savunmanızdan dolayı sizi ku tlarım " dedi. Plevne, tarihimizde, ve edebiyatımızda yaşayacaktır.

Pevlne'den bir ses geldi—O ses yüreğimi deldi Ah, o günler ne güzeldi...

Ağler gibi çağlamasın. Yolumuzu bağlamasın.

PRA VADİ:

Pravadı'yı Gazi Mihaloğlu Mehmed Bey al­ mış. 10 okul, 2 hamam , 600 dükkan varmı.(33) Pravadı dağlarında Yediler ziyaret yeri varmış. Burada fethederken şehit olan: Ece Yakub, Kara­ mürsel, Koca Ece, Kara Hoca ve diğer zatlar ya­ tıyor. Bahçeler içinde Bektaşi Tekkesi yapılmış. PraVadalı Sâdık Efendi İstanbul'da okumuş, âlim b ir kişidir. Tefsir ve Hadis'te kuvvetlidir. Edip ve nüktecidir. Yusuf Paşa'nın Telemak tercemesine naziresi var. Arapça, Farsça, Fran­ sızca, Rumca da bilir.(34)

RAZGRAD (HEZARGRAD): '

Evlâd-ı Fâtihan yurdu olan Razgrad, D eli­ orman gibi Türk'ü çok olan bir m uhitin ortasında bulunması bakımından önemlidir. Evliyâ, 17 ca­ mi, 12 han bulunduğunu yazar. İbrahim Paşa Camii hakkında şunları yazıyor:(35)

İBRAH İM PAŞA C A M İİ: "Rum eli'nden bu kadar musanna' cami yo ktur. Kubbeleritâk-ı feleğe ser çekmiş olup, derunı dahi gayet musan­ na' tasarruflar ile müzeyyendir, misli meğer İstan­ bul'da Rüstem Paşa Camii ola. Mevzun b ir minare­ si, haremi, şadırvanı, im âreti, bir aded müderris-li Darud-Tedris vel-Kurrâ ve mekteb-i sıbyanı ve bir adet hamamı var ki, hep Maktul İbrahim Pa- şa'nın hayratıdır (Resim: 17). Debbağhânede müteveffa Mehmed Paşa Camii, Ahmet Bey Ca­ m ii eski camilerdir. (1442) Ak Cami (Resim: 18),

(29) E. Celebi, Seyahatname, c. III, s. 345; c. V IN , ş, 57.

(30) Ş. Sami, Kam us'ul A 'lâ m , c. II, s. 1194. (31) E. Çelebi, Seyahatname, c. V I, s. 164. (32) Ş. Sami, Kam us'ul A 'lâ m , c. V I, s. 1533. (33) E. Çelebi, Seyahatname, c. III, s. 304. ,(34) M. T a h ir, Os. M ü e llifle ri, c. I, s. 344.

(11)

B ili G A R İS JA N 'D A TÜRK - İSLAM ESERLERİ Mustafa Çelebi Camii, Behram Bey Camii (1498'-

de), Sığır Pazarı Camii (Hacı Müslim yaptırmış) 1940 yıllarına kadar ibadete açıktı. Bugün yalnız İbrahim Paşa ve Bey Camileri kalmıştır. 12 handan Kurşunlu Han İbrahim Paşa'nındır. Şehirdeki 300 kadar dükkânın çoğu İbrahim Paşa'nın vakfı imiş. Razgrad yakınında, Deliorman'ın göbe­ ğinde Demir Baba Tekkesi vardır. Geniş va kıf arazisi olan T im ur Baba Tekkesi ziyaret mahalli­ dir. Vakıflar Genel Müdürlüğü. Arşivi'nde Tevcih ve Tafsil defterlerinde buna dair kayıtlar çoktur. Demir Baba'yı Bulgarlar 1925 yıllarında zaptetme­ ye kalkıştılar, hatta kabri açıp muayene edildi. Va­ kıf İdaresi açtığı davayı kazandı, Tekke ve V a kıf­ ları Türklerde kaldı (R esim :20-21).

Bulgarlar buradaki Türk eserlerini silmeye o kadar heveslidirler k i, 1933 te Türk mezarlığına tecavüz ettiler, taşları kırdılar, ölülere saldırdılar. O zaman Müftü Abdullah Efendi ile gazeteci A r if Necip Kaskatı'nın gösterdikleri medenî cesaret, m illî gayret, övülmeye değer. Bu olay olduğu zaman Nüvvap son sınıf talebesinden ar­ kadaşlarımız Razgrad'lı Müftü Abdullah oğlu Muharrem ile Selim Köylü Mehmet çok heyecan­ lanmışlar, olayı önemsiz göstermek isteyen Türkçe Varın gazetesini Nüvvap avlusunda yakmışlardı.

Abdullah Efendi 1927’de bir de medrese aç­ mıştı. Sonra kapandı. A k if Osman, Küçük Sü­ leyman orada hocaydılar.

RUSÇUK (RUSE):

Zulmette mübârek Tuna'nın gülleri soldu Siz ey Tuna dilberleri gül takmayın artık Zirâ bu karanlık ve harâb günlere kaldık Bayazid, Karamanoğullarını bu civara iskan et­ miş. Türklerin kurduğu b ir şehir denebilir. Evliyâ, okulları çoksa da medrese yok diyor.(36) Camile­ rinden Rüstem Paşa Camii meşhur olup, Sinan Paşa'nın eseridir. Bugün yerinde yeller eser. Şe­ hir sonradan gelişmiştir. Evliyâ, cami sayısı ver­ mez. 1930 yılında şu camiler vardı: Paşa Camii adıyla meşhur olan Mirza Said Paşa Camii (b ir de mektebi vardır) (Resim: 24), Hacı Mehmed Camii, Tumbul Camii, Boyalı Camii, Kumrulu Mescid, Yalı Camii, Arasta Camii, Kara A li Camii, Hatip- oğlu Mescidi, Haşan Efendi Mescidi, Bayraklı Camii, Kadı Camii. Bunlardan kubbeli olan yo ktu. Vakıfları zengindi. (Resim: 25) Rusçuk yakasında Uryani Mehmet Dede'nin türbesi vardı. Orada niyazlar makbul olduğundan, halkça ziyaret yeridir.

Rusçuk, Osmanlilar'ın son devirlerinde inkişaf etmiş, ön şehirler sırasına girm iştir. Bir çok bü­ yük simalar y e tiştirm iştir. 18. asrın devlet adam­ larından Ş erif Haşan Paşa, Rusçuk ayanından Çelebi Süleyman Ağalnın oğludur. Serdengeçti

Ağası olm uştu. Meşhur Serdar Ekrem Cezayirli Gazi Haşan Paşa'nın Şumnu'da ölümü üzerine, Rahova muhafızı iken Şumnu'ya getirildi ve Sad­ razam oldu. On ay sonra elinden mühür alınarak kurşunla Şumnu'da idam edildi ve kellesi İstan­ bul'a getirildi. Hadikatül-Vüzeranın beyanına göre vecih, şeci, şiir ve inşaaya m uktedir bir zattı. Şumnu'da Eski Cami mezarlığında medfundur, mezar taşında güzel bir kitabesi vardır.

Tirsenikli oğlu âyandan İsmail Ağa da Rus- cuklular arasında zorbalığıyla nam almıştır.

Rusçuk deyince ilk hatıra gelen zat Alem- dar'dır. Alemdar ve Rusçuk âyanı tarihde ö l­ mez nam bırakmışlardır. Kadirşinas Rusçuklular, hemşerilerinin namını ebedileştirmek için Rus­ çuk'ta Alemdar Kıraathanesi adıyla b ir okuma yurdu kurmuşlardır. Elhak yerinde b ir harekettir.

Mirza Sait Paşa'nın da Rusçuk Maarifine hizmeti vardır. Sait Paşa mektebi meşhurdur. Rusçuklular, büyük ve kahraman Türkleri tak­ dirden geri durmamışlardır. Okullarından birine Namık Kemal Mektebi adını vererek, Tuna boyun­ da hürriyet edibimizin namını ebedileştirmişler- dir. Asrımızda Rusçuklu Bağdat Sefirliğinde bulunan Mebus Tahir Lütfü, Mehmet Masum gibi zatlar, Bulgaristan'da kalan Türklere her sahada değerli hizmetlerde bulunmuşlardır. Sadi tarikatinde olan Rusçuklu Dede Galip de şair b ir zattı. Müftü Osman N uri, M ithat Paşa'nın açtığı işlahhanede m uallim lik yapmıştır. Rusçuk halkı ham iyetlidir. 1913'te Balkan Harbi faciasında Meb Hâfız Sâdık'ın delaletiyle Osmanlı esirlerine iâne Komisyonu kurulm uş, 16 kişiden meydana gelen bu heyetin isimleri o zaman posta kartı halinde basılmıştır (Resim: 25 .a).

SAMAKOV:

Evliyâ zamanında 1700 haneli olup, 11 ma­ hallesi Türk, 6 mahallesi Bulgar ve Çingene imiş. 12 cami, 3 okul, 2 medrese, 2 hamam, 240 dükkân varmış. Buradaki demir ocaklarının b ir kısmı vakıf­ tır .(37) Hünkâr Camii, Malkoç Bey Camii, Şeyh- efendi Camii, Yunus Voyvoda Camii meşhurdur. Bu camilerden yalnız biri kaldı (Resim: 26). Kü­ peli Çeşme tarihi bir eser olarak korunm akta­ d ır (Resim: 27).

Samakov'da N azif Paşa Kütüphanesi'ndeki değerli kitaplar Bulgarlar tarafından Sofya M illî Kütüphanesi'ne kaldırılm ıştır.

Evliyâ'm ız, o mübalağalı ifadesiyle şunları anlatır: Samakov yaylası, Rila yaylasında ilkba­ harda 700 eğrek koyun dağa çıkar, her eğrek yüzbin koyundur... Yayla vakıf olduğundan yüz atlı ile gelip koyun hakkı toplayıp mütevelliye teslim ederler...________________________________

(36) E. Çelebi, Seyahatname, c. 3, s. 312. (37) E. Çelebi, Seyahatname, c. V I, s. 129.

(12)

\ 20 OSMAN KESKİOGLU A. T AHA ÖZAYD1N

SELVl (SERVİ):

Son çağlarda harpler dolayısıyla adı duyuldu. 93 Harbi'nden önce 5 cami, 4 mescid. varmış. Çobanoğlu Camii durur. Kasabanın ortasında taş bina, Rüşdiye idi. Servili Selim Paşa 1868'de Selvi'ye 5 çeşme yaphırmış. Rus-Türk harbinde bu çeşmeler harap olmuş... Selvi'de öğretmenlik yapan Osmanpazarlı İbrahim Hakkı, Selvi ta rih ­ çesini yazmış, Muallimler B irliğ i mecmuasında parça parça yayınlamıştır.

SİLİSTRE (DOROSTOR):

Osm anlIların büyük b ir e y â le tiy d i. 40 cami, 8 medrese, 40 okul, 10 çeşme vardı.(38) Ş. Sami, 9 cami var diyor.(39) Çünkü son Rus savaşlarında camilerin çoğu yıkılm ıştı. Vezir Sinan Paşa'nın yaptırdığı Kurşunlu Camii büyük kubbeli ve taş •minareli olup, Evliyâ, bundan başka burada kubbeli cami yok, diyor. Eski Cami, Akkapı Ca­ m ii, Mahkeme Camii, Pazaryeri Camii, Haraççı Camii meşhurlarındandır. Kale Camii Yıldırım Han'ındır. Bayraklı Camii denen camiin medrese odaları son yıllarda (1940'ta) Rüşdiye Okulu olarak kullanılırdı. O zaman 13 cami vardı. Bay­ raklı Camii II. Cihan Savaşı sonunda, plân tatbiki bahanesiyle Bulgarlar tarafından yıkılm ıştır (Re­ sim: 28).

Silistre bazan şehzadelerin misafir olarak ikamet ettikleri bir yerdi. B irçok konaklar ve saraylar yapılm ıştır. Sultan Mahmud II, Silistre'yi bizzat ziyaret etmiş, bu ziyaretin b ir hatırası ola­ rak konakladığı yerlere anıtlar d ik ilm iş tir ki, onlardan Şumnu'dakinin kitabesini Şumnu bölü­ münde yazdık. Silistre, Türk tarihinde şanlı bir yer tutar. Bilhassa 1854 Savaşında düşmana mertçe dayanmıştır. Döğüş yeri olan Mecidiye Tabyesi hâlâ durur.

Evliyâ'm ız, Deliorm an'dan, Silistre'den şöyle söz eder:

Deliorman derler. 160 pare kuradan ibarettir. Buradan cânibi şimale giderek, bir gün Silistre kalesine geldik... Bu karyeler hep Dobruca'dan sa­ yılır. Her karyesi beşer altışar yüz haneli, han, ca­ mi, misafırhaneli,mamur, müzeyyen kuradır. Aha­ lisi birbiriyle "m isafir bana gelsin" diye kavga ederler. Her bir haneden de her gece ikişer üçer yüz atlı konup göçüp dururlar. Rabbülibad bunla­ rın malına berekâtı Halil vermekle bir kilesi altmış kile buğday verir... Has, beyaz ekmeği, çiğ kaymak ile tavuk çullaması, kavun turşusu gayet meşhurdur.

Evliyâ'm, unuttuğun iki şey daha var: bolca kaymaklı katıklı tarhanası ve hele hele kaymaklı pidesi. Silistreli İbrahim Paşa'nın Sultan Mah- mud'a yedirdiği kaymaklı tarhananın ve kaymaklı pidenin tadı hiç unutulur mu?...

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde 747 nolu def­ terde Ayasofya Vaizi Mehmet Râşid Kütüphane- si'nde kayıtlı vakıf kitaplar arasında (Tarih-i Si­ listre, Tarihi Ahvalî Di yar-ı Rum) adlı kitap vardır, bunlar şimdi acaba nerde?

Yine Evliyâ'yı dinleyelim :

"Silistre şahbazları Tuna buzları üzerine çadır kurup iyşu-işretle vakit geçirirler. Mehter­ haneler çaldırıp cümle dilberler buz kayarlar ki garip temaşâdır. Şayet bayrama rastlarsa salıncak­ lar kurulup âşık Mâşuk birbirleriyle tolan çekip sallanırlar." Buz üzerinden kayanları şöyle anlatır: "Y ıldırım gibi giderken bir ayağını kaldırıp nıevlevi gibi öyle döner ki, asla yüzü görünmeyip yine çiftesini bozmadan kayar. Bazıları buz üzeri kayıp giderken önüne bir adam aykırı yatıp, onun üstünden atlayıp çiftesini bozmadan geçer. Bazıları tüfek atarak, bazıları tütün içerek buz kayarlar. Niceler, cemiyet-i kübra edip, buz üzere toprak döküp, ateşler yakıp, bütün koyun ve sı­ ğırları kebap çevirip iyşu-nuş ederler. Bazı adamlar arkasında yükü ile ayağı altına ik i pare sığır kem ik­ leri koyup, elinde asasıyle b illur misal mücellâ buz üzere beş altı konak yeri kayarak b ir günde varır. Tuna üzerinden sakin olan şehbazların ev­ safını manzurumuz olduğu üzere tahrir eylesek b ir c ilt olur. (C. III, s. 355). Keşke yazsaydın Evliyâ'm . Bugün kayakçılar o kadar hüner göste­ rebiliyor mu, b ir ölçseydik.

Türkler Silistre'yi imar etmişlerdir. Sonraları b irb irin i kovalayan felâketler gelip çattı. Silistre istihkâmları saldırganın hücumlarına mertçe da­ yandı. "Vatan yahut Silistre" yazarı hürriyet şairi kahraman Namık Kemâl'in piyesindeki Abdullah Çavuş (Türk Ansiklopedisi'nde resmi var) ikide birde: Kıyamet mi kopar? derdi. O öyle derken kıyamet kopmadı. Fakat sonradan gelenlerin başına kıyamet kopdu. Silistre boşaldı. 1860 Silistrebozgunu b ir faciadır.

SOFYA:

Sofya'nın eski adı Serdika'dır. Türkler burasını 788 H./1368 M /tarihinde fethettiler.(40) Buranın alınması çok enteresan bir tarzda o lm uştur.(4i)

Sofya, Rumeli'ndeki 10 bender şehirlerden b iriydi. (Diğerleri: Edirne, Filibe, Üsküp, Serez,

(38) E. Çelebi, Seyahatname, c. 3, s.330. (39) $ . Sami, Kâmus-u A 'lâ m , c. 4, s. 2599

(40) Evliya Çelebi, c. III, s. 390.

(41) Sofya Sancak Beyi İnce Balaban’a, Sultan Mu- rad'ın yazdığı b u yrultudan anlıyoruz k i, Doğancı Sevindük, Sofya Valisini avlanma bahanesiyle o r­ mana davet eder, b ir hileyle yakalayıp teslim alır. Şehir savaşsız fe th e d ilir. (Bak: Haber-i Sahih, c. I, s. 300).

(13)

BULGAR İSTAN'D'V | ÜRK - İSLAM F.SERLERİ 121 Yenişehir, Selanik, Bosnasaray, Belgrad ve Bu-

d in 'd ir). Burası 4 asır Rumeli Beylerbeyi merkezi , oldu. Balkan yarımadasındaki 26 sancak Beyi Sofya'ya bağlıydı. Türklerin eline geçtikten son­ ra şehirde canlı bir imar hareketi başladı.(4 2 )

Abdülhay oğlu Yahya Paşa'nın 912 H./1506 M. tarihli vakfiyesinden, Sofya'da kendisinin yaptır­ dığı bedesten içinde ve dışında yüzlerce dükkân inşa olunduğunu öğreniyoruz. Filibe'de, Niğbo- lu'da kervansaraylar bina ettiren Paşa, bunları vakıf e tm iştir.(4 3 )

Daima gelişen Sofya, 1540'ta 25 sancağın »ağlandığı büyük b ir eyâlet haline geldi. Bu ge- işmeye müvâzi olarak şehirde imar hareketleri lerlemiş, camiler, medreseler, imaretler gibi bir ok hayır eserleri yapılmıştır. Sofya bir ticaret nerkezi olması dolayısıyla birçok yerli, yabancı iiccarlar buraya gelirlerdi. Buna göre de ticaret nanları yapıldı. Sofu Mehmed Paşa'nın kervan­ sarayı, 100 tavla at alırmış. Siyavuş Paşa Hanı'na 5000 at çekilirm iş. Şehirde 11 adet kurşun ö r­ tülü han varmış.

Şehirde Müslümanlar üstün b ir çoğunluk teşkil ederlerdi. X V I. yy. 48 mahalleden 37 si Müslüman, 11'i hıristiyandı. X V II. yy.'da Sofya'­ yı gezen Evliyâ Çelebi, şehirde 53 cami ve mescid, 40 okul, 2 medrese, 11 han, 1086 dükkân, bedes­ ten ve saire bulunduğunu söyler. Saraç, kavaf, kuyumcu, tabak, aktar esnafı şehrin ticaretine canlılık verirdi. Buna paralel olarak şehrin imarı artmıştı.

Sofya'da ilk külliyeyi F âtih'in sadrazamı Mahmud Paşa, Rumeli Beylerbeyi iken kurm uş­ tu r, Bu külliye: Cami, medrese odaları, kütüphane, kervansaray ve sebilden müteşekkildi. Bugün bunlardan yalnız cami, Sofya'nın ortasında ayak­ ta durmaktadır. 9 kubbeli olan bu muhteşem abi­ de, mabed olmaktan çıkarılm ış, Bulgar Arkeoloji Müzesi haline sokulmuştur (Resim: 29).

Şehrin en büyük camii olduğundan Ulu Cami de denirdi. Ev|iyâ, eni boyu 200 ayak, diyor. Ha­ tib i ihtiyar olduğundan, hutbe okumak üzere ç ık ­ tığında minberde uyumuş, başından kavuğu dü­ şüp yere tekerlenmiş, cemaat gülüşmüş; adamca­ ğız mahcup olmuş. Ey Evliyâ'm , böyle halle o değil, b ir tarih mahcup oldu.

Diğer bir külliye de, Sofu Mehmet Paşa tarafından meydana g etirilm iştir. Bu muhteşem külliye: Cami, medrese, kütüphane, im âret, bima- ristan (hastahane), hamam ve kervansarayı ihtiva etmekteydi. Sofu Mehmet Paşa'nın 954 H./1548 M. yılı Zilhicce ayında tescil edilen vakfiyesi, Va­ kıflar Genel Müdürlüğü'nde mahfuzdur.(44) Cami ve minaresi, siyahımsı granit taşından yapıldığın­ dan, buna Kara Cami denildiği gibi, İmaret Camii,

Cuma Camii de denirdi. Mimar Koca Sinan Paşa'- nın Sofya'daki en güzel eseri olan bu cami, 484 büyüklüğündedir. Geniş kubbesi ise 22 metre yüksekliğindedir. Cami, 1878 Rus-Türk savaşın­ dan sonra cephane deposu olarak kullanıldı (Re­ sim: 30-31). Sonradan minareleri yıkılarak 1903'te kiliseye çevrildi. Bugün kilise olarak durmaktadır. 16 odalı medreseyi Bulgarlar hapishane olarak kullandılar. 1928'de yıktıla r, yerine Dahiliye Ve­ kâleti binasını yaptılar.

Banyabaşı veya Molla Efendi Kadı Seyfullah Camii, 974 H./1566 M. tarihinde inşa olunm uştur. D ört adet köşe kubbesinin ortasında yükselen büyük kubbesi ve tek minaresiyle bugün Sofya'nın ortasında durmaktadır (Resim: 32). Önünde üç kubbeli bir tetimmesi vardır ki bu, Kadı Seyfullah'ın zevcesi namına inşa olunm uştur. Son cemaat yeri olarak kullanılır. Sofya'daki 53 camiden ibadete açık kalan ve ayakta kalan tek cami budur.<4 5)

Gül Camii, II. Beyazıd tarafından camie çev­ rilen b ir Roma eseridir. 1878'den sonra kilise ya­ pılm ıştır. Sadrazam Siyavuş Paşa tarafından X V II. yy.'da cami yapılan Sofya Camii yine k ili­ seye çevrilm iştir.

Defterdar Camii, Paşa Sarayı önündeki Çelebi Camii, Şeftalili Camii kurşunludur. Bazı batılı seyyahlar, Sofya'da 150'den fazla cami bulundu­ ğunu yazarlar. Bu rakam biraz mübalağalı olabilir. Fakat şu cihet b ir gerçektir ki, şehir Türk âbidele­ riyle dolu idi. Rus Ordusunun Başkumandanı olan Prens Aleksandr, Sofya'yı görünce camilerin ç o k ­ luğu karşısında şaşırmış ve kendi tabirince "Bu minare onarım ını" yakıp yıkmak için teşebbüse geçm iştir. Ancak diplom atik müdahaleler bu tah­ ribatı bir süre için biraz durdurmuşsa da, sonra­ dan bu eserler bir bahaneyle ortadan silinm iştir. Yıldırım vurdu dediler, plâna vurdurdular, şehir­ den Türk eserlerini silmeğe çalıştılar. O zaman, başta İngiltere olmak üzere, Avrupa Devletleri, sefirlerinin Bulgarlara bu tahribattan vazgeçme­ leri için verdikleri notalar fayda etmedi. Bu eser­ lerin bazısı ancak tarih sayfalarında kaldı. Onlar­ dan b ir ikisini daha analım:

Vitoş eteklerinde Knajevo'da Bâli Baba Tür­ besi bulunmaktadır (Resim: 33). Türbenin etrafın­

la 2) Evliya Çelubı, t . III, s. 382, 3 91.

(43) V a kıfla r G n. M d. A rşiv ve Neş. M d. D efter N o: 629, s. 415 vd.

(44) V a kıfla r G n. M d, A rşiv ve Neş. M d. D efter No: 988, s. 51-64.

. (45) 1915-1917 yıllarında T ürkiye Evkaf Nezaretinin tahsis e ttiğ i 15.000 lira ile bu cami ta m ir e d ild i. Bu esnada m inarenin şekli d e ğ iş tirilm iş , boyu k »- saltılm ış, çok, zarif ve sırf somaki mermerden ya­ pılmış olan eski m inber sökülerek yerine müteah- hid tarafından bugünkisi ko n m u ştu r. (Mehmet Ayvaz) Bu cami ile Filibe'de M uradiye, Y a n b o lu ’da Y ıld ırım , Şum nu'da $ e rif Paşa, Razgrad'da İb ra ­ him Paşa Camileri eski eser oisrak k o r u n u r .

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırma bulgularına göre öğrencilerin DKAB dersine yönelik tutumları ile, cinsiyet, okul kademesi, sınıf dü- zeyi, okul türü, ikamet edilen yerleşim yeri,

Cami derslerinde karşılaşılan iletişim engellerine dair cemaat tarafından cami içi ve cami bağlantılı diğer etkinliklerde pek nadir rastladığımız bir öz

Söz konusu yapılar yakın çevre ile ilişkileri, üst örtü biçimleri, kubbe kullanımları, minarelerin biçimsel özellikleri, yalın ya da karmaşık düzenleri, iç ve

Batı dünyasında Sovyetler Birliği dün­ yasını kuş uçmaz kervan geçmez bir karan­ lık dünya gibi gösteren iddiaların tersine Sertel ile Bakû’dan

20 Ocak 2010’da Dörtyol Devlet Hastanesi acil servisine, çelikhanede yurtd›fl›ndan gelen asit tank› kesimi s›ras›nda kesilen tank için- den ortama yay›lan dumana (1 -

Akdeniz iklim kuşağında Orta ve Batı Toroslar’da yer alan çalışma sahasında, karbonatlı platformlarda potansiyel Terra Rossa oluşum alanlarına yönelik eğim

Bu çalışmada EBH çizelgeleme ve rotalama problemi (EBHÇRP) için matematiksel model geliştirilmiştir. Problemde günlük hasta ziyaretleri için hemşire atamaları

Diğer taraftan evvelki gün Bağ­ da ttan şehrimize gelen Başvekil A d­ nan Menderes, dün Vilâyette Vali Gökay ile şehri ilgilendiren husus­ larda görüşmüş