(
olaylar ve görüşler
)
A R D I N D A N
Niyazi BERKES
ÎK t
^ i r _ a n Olayı» âiye bilinen vandaîîzmden ' I birkaç gün sonra. Ankara Üniversi- Sesindeki birkaç öğretim üyesi (ve araiannda ben) Eğitim Bakanlığına çağrıl mıştık. Niye çağrıldığımızı bilmeden gittik. Bizj liselerde sınav günlerindeki sınıflara benzeyen genişçe bir odaya aldılar. Her bi rimizi birbirinden uzak sıralara oturttular. Başta zamanın başmüfettişi Besim Kadırgan b ir kaç müfettiş sıralar arasında dolaşıp sı navdaki bu «özerk (!) üniversite» öğretim üyelerini denetliyorlardı.
Oturtulduğum sıranın üstündeki kâğıt ta yanıtlanması istenen sorular vardı. Hepsi ni kolaylıkla yanıtladım, yalnız bir soruyu nasıl yanıtlayacağımı kestiremiyordum. Soru şuydu:
*— Zekeriya Sertel’i ne zaman, nerede, nasıl ve niçin tanıdınız?» Yanıtlamakta güç lük çekmemin nedeni onu uzun yıllar ön ce, çeşitli yollarla ve ağır ağır tanımış ol mam. Onun resmini, ilk kez Cumhuriyet ga zetesinin çıkma hazırlıkları dolayısıyla bası lan fotoğraflarda görmüştüm. Galiba orta okul öğrencisiydim. Lise öğrencisi iken Re simli Ay dergisinin önünden geçerken, onu Amerika’da tanıyan bir tanıdığım ansızın: «Haydi girelim, seni tanıştırayım» demişti. Bizi karşılayış ve konuşma tutumuna baka rak o gün onu bir Amerikalı şirket direk törüne benzetmiştim. Eşi Sabiha hanımı ilk Önce Cağaloğlu’ndaki Türk Ocağında verdiği bir konferansta görmüştüm. Genç ve güzel di. Amerika’da öğrenimini yaptığı Toplum Yardımı (Social Work) uygulamalarını tatlı tatlı anlatıyordu. Sabiha, yaşamı boyunca ezi Jen insanların (özellikle kadının) kurtuluşu davasını kendisine iş edinmişti. Böyle insanca bir davayı kendine dert edinene neler dendiği nt bilirsiniz. Üniversite öğrencisi iken Kant üzerine yapılan seminerin dört kişilik üye lerinden biri ben, öbürü Sertel’in kızkarde- Şi olan Belkıs’tı (Cumhuriyet’te yazılan çı kan Gündüz Vassaf’m annesi). Belkıs, üni versiteye beraber girip beraber çıktığımız en yakın arkadaşımdı. Üniversite hocası ol duğum zaman Sertel’in gazetesinde yazıla rım çıkmaya başladı ve yazlan Ankara’dan İstanbul’a geldiğim zaman gazetesinde, çok kez davetlisi olarak evinde, kimi kez de ta Kadıköy’den yürüyerek geldiği Küçüksu’da- ki evimde görüşürdük. Uzun yürüyüşleri çok severdi. Basın çevresinde Peyamı Safa gibi Sertel’lere düşman olanların düşün doğ rultusunda olanlara göre, her halde biz sol culuk komploları düzmekle suçlandınlırdık. Sabiha hanım zengin bir buriuva ailesinden geime bir hanımefendi. Üstün bir ev hanı mı. Peyami’nin onu «bolsevik» diye tanıtma sına gülen bir konuksever. Eşi. eski bir
Kı-nm muhaciri ailesinden gelme; hiç bir bur juvalık yanı yok. Candan bir arkadaş. Hiç bir «aydın» ukalâlığı yapmasını bilmezdi. En büyük zevki —sol ya da sağ, ya da ne o ne bu— birini parmağına dolayarak şaka laşmaktı. Aşırılığın her çeşidine, özellikle safdilce olanına karşı, hiç bir zaman ödün vermeyen sert bir liberal kişi modeli. İlk önce Selanik’te Ziya Gökalp’ın çevresinde toplanan. Yeni Felsefe Dergisi’nde yazılan çıkan bir çevrede yazarlığı gelişti. Evlenme lerini Türk Ocağı’nda düzenleyen Ziya Gök- alp’ten sık sık söz ederlerdi (özellikle Sabiha H.).
Anlattığım acaip sınavdan birkaç gün sonra Sertel’i tanımak suçundan Bakanlık emrine alındık! Daha önceki ve bundan daha sonraki olaylan Anılar’ımda aynntı- larla anlatıyorum, burada anlatmama yer yok. Yalnız iki şeyi anımsatmak isterim. Çün kü bunlar unutulmuştur ve ilk kez bugün lerde başlamış sorunlar sanılıyor. Hayır: «Bugün» denen tablo bütün görüntüleriyle. Milli Şefimizin zamanında başlamıştı ve bun lar Nazi rejiminin Batı ve Sovyetler karşı sında erimeye başlaması yüzünden oluyor du. En tepedekilerin inançlarının tersine gi den sonuç, gözükmeye başlamıştı. Bu inanç lara uymayan her insan ya solcu, ya komü nist ya Moskovacı ya da vatan haini olu yordu. En aşağı düzeyde bunu Nihal adlı bir öğretmen, en yüksek düzeyde de İçişleri Bakanı Sökmensüer resmi tanmmışlığı olan bir gerçek biçimine sokmuşlardı. Hiç biri miz böyle olmadığımız İçin, önceleri güler dik. Fakat «öldürülme» korkusu denen şey gelince, işin rengi değişmişti. Tek kurban zavallı Sabahattin Ali oldu. Ötekiler, birer ikişer kendiliğimizden çekilerek daha başka cinayetler işlenmesini önlemiş olduk. Hiç bir hukuksal gerekliliği olmadan bunu ya panlardan biri Sertel olmuştu. O zaman ha tırı sayılır bir kişiler «exodus»ü içinde ben de uzun uğraşmalardan sonra ziyaretçi pro
fesör olarak Kanada’ya gitme İznin! alıp yo la çıkınca vapur değiştireceğim İtalya’da (Ro ma’da), Sertel, ünlü bir ressamımız ve eşi ile de karşılaşmıştım. Onu en son gördüğüm gün. Villa Borghese’nin bahçesinde benden fotoğrafını çekmemi istemişti. Truman’m hafiyelerinin onu Türk kaynaklarından al dıkları bilgilere göre sınıflandırdıklarını bil diğinden, Amerika’da bulunan büyük kızı Sevim’e sağ ve iyi olduğunu göstermesi İçin bu fotoğrafı ona göndermemi istemişti.
Kendimi başka bir dünyanın yaşamına verdiğim bir gün BakQ damgası taşıyan bir mektup geldi. Merakla açtım. Ondan. Tarih koymayı unutmuş. Şöyle başlıyordu:
«Canım kardeşim Niyazi, yüzyıllar var selâmlaşamadık. Öyle hasret içindeyim ki. Eski dostlarım gözümde tütüyor. İstanbul’a dönebilsem, eski dostlarla hep bir arada bir sofra başında bir gece geçirsem, ve sonra orada ölüversem. Öyle hasret içindeyim. Bu yaşta bu gurbet hayatı yaktı beni, yedi be ni. Son yıllarım hep hastalıklar içinde geç ti. Birkaç defa ölüme kadar gittim geldim. Nihayet doktorlar iklimi kurak bir yerde yaşamam gerektiğine karar verdiler. Kalkıp buraya geldim. Bir yıldır buradayım. İklim yaradı. Şimdi iyiyim. Ama gurbet ve has retin tedavisi yok. Son zamanlarda Nâzım da sıla hastalığına tutulmuştu. Güzel hasret şiirleri yazmıştı. Durup durup onları tekrar ediyorum. Bereket burası bizim memleket gibi. Fakat ne de olsa erzast.
Sana kaç defa yazmayı düşündüm. Fa kat şartlar müsait değildi. Kendi kabuğu muz içine çekilmiştik. Dış dünya ile alâka mız kesilmiş gibiydi. Umarım ki mektuplaş mamız senin için mahzurlu değildir. Seni unutmuş değilim. Çalışmalarını uzaktan uza. ğa izliyorum ve yaptığın çalışmaları duyduk ça hem seviniyorum hem de övünüyorum. En akıllımız sen çıktın. Biz daha ziyade a- kmtıya kürek çekerek vakit kaybettik ve ediyoruz. Kısmet böyle imiş. İstanbul ile mektuplaşıyorsan benden de dostlara selâm
T t - Tz-r^u
ra r Ben onu bile yapamaz oldum Sevgi
He gözlerinden öperim — Sertel.»
Yurt hasretinin ne olduğunu bilen be nim gözlerim dolu dolu oldu mektubu oku yunca. İki şeye şaşmıştım: Bana o ülkeye en son gidecek kişi kim olabilir diye sorul sa «Sertel» derdim. Roma’da böyle bir şey den hiç söz etmemişti. O orada mutlu ola cak kafada bir kişi değildi. İkinci şaştığım şey. Batı dünyasında Sovyetler Birliği dün yasını kuş uçmaz kervan geçmez bir karan lık dünya gibi gösteren iddiaların tersine Sertel ile Bakû’dan ayrılışına değin mek tuplaşmamızın sürdüğü dönem boyunca ne onun yeni yazı ve daktilo ile yazılmış ve el ile imza edilmiş mektuplarının her hangi bir köşesinde bir bozukluk görebildim, ne de benim mektuplarım bir yerlerde takılıp kaldı. Arada açık kartlarla haberleştiğimiz de olmuştur. Yukarda değindiğim ölüm kor kusu onu ta oralara kadar itmişti.
İkinci değinmek istediğim ve bugünün ilerici kuşaklarından olan kişilerin kimile rinin bilmediği bir nokta Sertel bir mek tubunda Türkiye’ye gitmeyi isteyişinin bir yanını açmıştı ve bu bana çok yersiz gö rünmüştü: «Bugünün ilerici gençliği sosya- ’ lizm deyip duruyor. Ama onun ne biçim bir sistem olduğunu bilmiyorlar. Ben sosyaliz min uygulanmışının ne biçim bir şey oldu ğunu onlara tanıtacak bir kitap yazıyorum» diyordu. O na
«— Sakın h a Senin günün geçti. Seni kimse dinlemez.
Bu kez de ters yandan olmadık suçla malara uğrayacaksın» diye yazmıştım.
Bu konuyu açtığı zaman onun trajedisi nin çift kathhğmı düşünmeye başladım. Ser- tel’in kafa yapısı, Rusya’da gördüğü rejimin nedenlerini anlamaya elverişli değildi. Çoğu liberaller gibi, o da tarihe yabancı bir ki şiydi. Ne. Osmanlı tarihi, ne Avrupa tarihi, ne de Rusya tarihi ile ilgilendiğini gördüm (burada «tarih» ile olay ezberciliğini söyle mek istemiyorum). Tarihsel perspektife ya bancı bir düşün için ne sosyalizmi, ne em peryalizmi, ne de Rusya’daki devrim üze rine Türkiye’nin yeni durumunu ve zorun luluklarını kavrama olanağı yoktur. Türki ye’nin bugünkü durumunu gördükten son ra, bu dediğimi kavradı mı bilmiyorum. Türkiye'nin büyük davasını özgürlük dava sı sanan bütün Osmanlı ve Türk liberalleri nin, her şeylerini uğruna feda ettikleri top lum ve ülkelerinin hasreti içinde yana yana eriyip gitmelerinin düşünsel nedeni burada yatar. Önlann bu kahramanca fedakârlıkla rının, hiç değilse, eleştirisini yapmakla onlar dan bir şey öğrenmek bize sundukları en büyük hizmettir.
Taha Toros Arşivi