• Sonuç bulunamadı

Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe Öğretimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Felsefe Öğretimi"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANKARA DİL ve TARİH-COĞRAFYA

FAKÜLTESİNDE FELSEFE ÖĞRETİMİ

Prof. OLİVÎER L^^COMBE

Felsefe Enstitüsü Direktörü

Benden bu sahifelerde Fakültemizdeki Felsefe Enstitüsünün kurulu­ şunu ve bu kuruluşun rolünü nasıl anladığımı söylemekliğim rica olundu, imdi bu tema üzerinde genel önemli ve yakında Profesör­ ler meclisimizin onaylamasına sunulacak olan astözük metnini aydınlat- mıya yarayacak bazı mülâhazaları ileri süreceğim.

Kurucusu tarafından Türkiye’nin insan bilimleri (Sciences de l’hom- me) nin gelişmesine iştirakini sağlıyacak ve hep birden memleketin ulusal hayat akışına, yurdun Dil-Tarih, Coğrafya gibi oluşturucu (formatrice) gerçeklikleriyle ilgili bilimsel bilginin nimetini katacak üyelerden biri olmıya çağrılmış Fakültemiz Felsefeyi düzgülü olarak kendi disiplinleri arasına alacaktı. Zira Felsefe insanı bütün partikülarismelerin ötesinde yerleştirir, onda evrensel ve zamandışı hakikat sezgisini besler, ona İnsanî yararlığını bütün genişliği içinde gerçekleştirebileceği Törel etkilerin ana çizgilerini çizer, zaman dışmdakini zamana, evrenseli özele insanı yurttaşa ulaştıran yolları bilir, ve yurttaşı işinden gücünden yüz çevirtmek şöyle dursun, onu bu ödevleri daha tam ve daha yeğin ye­ rine getirmek üzere daha yüksek sebep ve haklarla teçhiz eder.

Kelimenin, teknik anlamında felsefenin kapsadığı paradoks aynı zamanda hem evrensel hem de çok farklılaşmış bir disiplin olmasıdır. Görüşünün yakalanmasının o derece güç ve yanlış anlaşılmıya elverişli olması bundan ötürüdür.

Felsefe uzak başlangıçlarında bütün İnsanî bilgiyi kucaklar: Fakat yavaş yavaş bu bilginin parçaları arasında, gene kendi ilerlemesi yü­ zünden, bir farklılaşma doğar. Bu ilerleyiş neticesinde konu ve yöntem­ lerdeki uyuşmazlığın gitgide daha aydın olarak tanınması öncel nebü- lözün, seçik bilgi alanlarının çokluğu halinde, dağılmasına yol açar, hattâ bunu zorunlu kılar. Bu dağılma süreçi matematiğin özerk bilimler halinde örgüdlenmesiyie başlar, sonraları derece derece yayılır. Bilim­ lerle felsefenin modern ayırtlanışı bundan çıkmıştır.

Ancak belirtilmelidir ki bilimin birliği ülküsü bu evrimin ardısıra sürüp gitmiştir. Bazıları bilimin şimdiki durumunu geçici sayarak olgu­ daki bu çokluktan (zihnimizin cılızlık beldeği ve tarihin ilinekleri) mut­ lak olan ve eski haline konulması gereken vacipdeki birliğine çağır­ maktadırlar. Descartes’ı hattâ bize daha yakın bulunan feylesofları

(2)

» OLİVER LACOMBE

lıyabiliriz. Descartes gibi düşünmiyenler ise onu aynı zamanda felsefe­ nin arhitektonisel başmanlığ-ına (primat), bilimlerin hem girişiği hem de esas bakımından konularının farklılaşmasına kurulmuş yöntem özgürlü­ ğüne saygılı bir şekilde kuramlandırılacak bir armoni birliği gibi anlı­ yorlar. Biz bu sonuncu oyu doğru kabul ediyoruz. Tözünde başka tür­ lü bile olsa bilim-felsefe çatışması gene kendisini ortada bulunan bir olgu gibi zorla kabul ettiricektir.

Bundan felsefenin bir okadar ve zorunlu olarak, bilim niteliklerini taşımaktan vazgeçtiği sonucu çıkarılmamalıdır. Pekin ve açıklandıncı bir bilgi ülküsü feylesofun daima gözü önündedir. Ancak özünleyin birinci derecede bir bilgi olmıya devam etmek istemesinden dolayı fel­ sefe ilk istidadına göre çıplak bilimi aşmak, bilgeliğe ulaşmak ister. (Etimoloji bize bunu göstermektedir: Felsefe = bilgelik isteği, bilgelik araştırımı demektir). Zira insanı sözün en kuvvetli anlamiyle bilge yapan bilgi, hususiyle en yüksek gerçeklik ve değerler alanında inan­ cını ortaya atmıya erkli olarak, ona yalnız hakikati, zekâsının ekme­ ğini değil, varlığının da bütün bekleyişini dolduracak doyurucu haki­ kati yani üsmutu getirici bilgidir.

öyle ise garp felsefesinin bilgelik nosyonunun da bilim derece­ sinde farklılaştığını görmüş olan bir fikir hareketinin ulaşım noktasında bulunduğunu unutmamak çok önemlidir. Yunanın Sofiası kendi tarihi boyunca, onun tözüne işlemiş dinsel, gizemsel eylemelerin erki altında kalmıştır. Kendisini bir sürü eski çağ bilgeliklerinden ayırdetmiye ya- rıyan kurgul intellektualist hattâ uscu ırası ne kadar göze batıcı olur­ sa olsun yunan felsefesi, nasıl uzun zaman tümel ve biricik bilge ol­ mak istediyse gene' öylece tümel ve biricik bilge olmak istemiştir. Bu noktada o, Mısır’ın, Hind’in, Çin’in doktrinlerinden daha az hırslı de­ ğildir. Yalnız Fisagor’u, Empedokles’i değil üstelik Eflatun’u, Istoacıla- rı, Plotin’i şahit tutmiya bilmem hacet var mı?

Fakat gerek bu gerek öbür yeni Eflatun’cuların çabaları rağmına hırıstiyanlığın meydana çıkması ile mesele yöndeğiştirir. Yahudilik ve İslâmlığın erki, ilke bakımından ayni doğrultuda tesir edecektir. Gerçek­ ten bunlar bir konsonnant felsefenin apaçık katılabileceği bir takım dinsel bilgeler olmakla beraber öbür dinlerden farklı olmak üzere bü­ tün varlıkları hattâ yaratılışları gereği hangi şekilde olursa olsun ken­ dilerini birkaç felsefesel doktrine ircâ etmeğe yönelecek bütün çabalara da karşı koyarlar. Bundan garpta felsefenin genel olarak din­ sel inanç yahut gizemsel deneye nisbetle (yani leh veya aleyhte) ve onları özüne sindirmiye elverişli değil onlardan kaynağı bakımın­ dan ayrı olarak, kendisini tanılmaması zorunluğu çıkar.

Kısacası, bilge göre felsefe budur.

değil insan usunun sırası içinde bilge, işte bize

(3)

FELSEFE ÖĞRETtMl

Çağdaş feylesoflar iki büyük bölüme ayrılabilir. Bazıları için fel­ sefe bilimle karşı karşıya kendi konusuna, alanına, girişki ve yöntem­ lerine malik bağınsız bir disiplin orunundadır. Bunların arasında türlü derece ve farklarla fenemenolgları, existensialistleri, Bergsoncuları, Thomacıları vs., sıralıyoruz. Ötekilere göre ise felsefe bilimsel bilginin sonuçları ile oranlı olarak kendi yapısı içinde örgütlenmelidir: Eski ve yeni çalımdaki pozitivistler, netice bakımından. Viyana okulunun üye­ leri bazı anglosakson neorealistleri vs... böyledirler. Her parti ötekin­ den ayırtlanmış doktrinlerle en keskin bir çatışmıya varabilecek surette farklılaşır. Bu temelli ayrılışların rağmına birinci ve ikinci partilerden bazı feylesoflar arasında bir takım yakınlıkların görülebilmesi de pek tabiîdir. Fakat bundan dolayı burada teklif edilen ayırtlama mihengi- nin en pekin ve en verimli olan kuramsal ve kılgısal bir değer ttişı- maması gerekmez.

Eğer kurucularının da kararı böyle ise bir felsefe Enstitüsünün bu yönsemelerden birine yahut öbürüne doğru gideceğine hiç şüphe edi­ lemez. Gene hiç şüphe yoktur ki kurucularının iradeleri bu durumlar­ dan herhangi biri lehine apaçık belirmedikçe Enstitü direktörüne düsen ödev, işleri her hocanın kendi yönsemesine göre ve kendi soravı al­ tında öğretmesini sağhyacak surette düzenlemesidir. Direktör idareci sıfatiyle ortaya atılan tezler arasında tarafsız kalmalıdır. Fakat bir yandan da arkadaşlarından, öğretimlerinde büsbütün erkin ve samimî kalmakla beraber kendi görüşlerini öteki koldaşlarınınkine faydasız bir kabalıkla çarpmıya ve uyumsuzluğa yolaçacak tarzda ifade etmekten sakınmalarını da bekliyecektir. Böyle olmazsa eğitim misyonunu yüklen­ miş olan gençler her türlü gözetme ve esirgeme kaygısından uzak, biri- birine karşı cephe tutmuş fikir çatışmalarını yanlış yorumlıyacaklar ve derinliğe yönelmesi gereken her türlü çabayı reddederek hakikat yo­ lunda vurdumduymazlık dersi almış bulunacaklardır.

Şimdiye kadar tarafsızlıktan bahsettim; ancak sözkonumuzun fel­ sefe enstitüsünün toplumsal bir örgenlik olarak kılgılı tarafsızlığı olduğu iyi anlaşılmalıdır. Ne direktör ne de onun koldaşları feylesof sıfatiyle felsefesel hakikatin bahis konusu bulunduğu yerlerde tarafsız davranacak değildirler. Hattâ ben, feylesof olmak istediklerine göre irdemenlerin “etudiants,, bile tarafsız kalamiyacaklarını söylemeliyim. Kendilerme verdiğimiz fikir eğitimi, büsdütün aksine olarak hakiket alanındaki sorav duygularını kendilerine daha fazla sindirmelidir.

Belletilen felsefesel doktrin ne olursa olsun bilimle felsefenin sıkı bağıntılar muhafaza ettikleri her zaman için bir hakikat olarak kalmak­ tadır. Bilimsel düşünüşe doyuk bir feylesof felsefenin de kendi çığrında bir bilim olduğunu gözden kaçırmak tehlikesine düşer. O halde irde- menlerimizin gerçek bilim işine erginleşmeleri ve doğrudan doğruya işin' özünü kavramaları gerektir, ileride bu amaca imkân derecesinde

(4)

10 OLİVÎER LACOMBE

ulaşmak için başvurulacak kılğısal araçları söyliyeceğiz. Fakat insan bilimlerinin, .yahut daha doğrusu bunların arasında ikisinin, ruhbilim ile toplumbilimin yerini ayrıca gözden geçirmek uygundur. Zira genel olarak bilime verdiğimiz felsefesel önem ve ilgi yüksek bir mertebede bu son iki bilime ilişiktir. Birçok üniversitelerde bunların öğretimleri­ nin felsefeninkine bağlanmasındaki sebeplerden en üstünü budur. Bu fikre katılmıyanlarsa her iki disiplini tam tersine olarak felsefeden büsbütün bağınsız saymakta ve onlara özel bir akademisel örgüd ba­ ğışlamaktadırlar.

Birinci çözüm şeklinin taraftarları ruhbilimin büsbütün ergin bir disiplin mertebesine ancak şöyleböyle yetişebilmiş olmasından dolayı şüphesiz haklı çıkacaklardır; bu bilimler, konularının- bireysel ve toplum­ sal insan- son derece karmakarışık olması bakımından enikonu geç olarak sıkı ve upuygun yöntemler elde edebildikleri gibi bu yöntemler gözeyinde(sayesinde)ulaşılan vargılarda epeyce kaypaktır, imdi bun­ lar kendisinden gitgide çözülegeldikleri felsefeye daha bir müddet yaslanmalıdırlar.

Fakat bu azalan üsterliğin kabul edilmesi matamatikçi ve fizikci- ninkine eşit bir özerkliğe kavuşmak dileğini besliyen ruhbilimci ve toplumbilimcinin eski gelenekten artakalmış bağlılıkları pek yerinde olarak feylesofu da tedirgin edecektir.

Burada ruhbilim ve toplubilimin özlüklerinde ne olduklarını insan ve cemiyet felsefesinin mutlaklığı içinde ne türlü bağıntılar içlemledi- ğini irdelemiye girişmiyeceğiz. Ancak birkaç uzasırığı (jalon) dikmekle yetinelim.

Ruhsal ve toplumsal olayların irdelenmesinde felsefeseldışı yön­ temlerin kullanılışı (meselâ niceliksel yöntemler) hizmet ettikleri disiplin­ lere özel bir şart ve durum sağlarlar. Niceliksel yahut davransal bir ruhbili­ min yöntembilimsel (medodologique) verimliliğini ve faydasını olumlamak için gölgeolay kuramına felsefesel bir hakikat yüklemek zorunda değildir. Ve gene toplumsal bilimlerin bu alanda deneysel ve sayılamsal yön­ temlerin tüzelliğinden şüpheye kapılmamak için yapılarının derinliği bakımından öteki doğa bilimleri ile aynı tarzda olduklarına inanç ge- tirmiye de hacet yoktur.

insan zihni bilgide ilerlemek üzere derin araştırım yollarını ardiarası kesilmeksizin çeşitlendirmek orununda bulunduran sebep bahsettiğimiz yöntembilimsel erkinliğin tüzellik tanıtlarından biridir, insan, kılgıda kendisini bir yeni görüş tazeliğine kavuşmaktan ve farksezgisini inceltip keskinleştirmekten alıkoyacak surette zihinsel alış­ kanlıkların doğurduğu türlü türlü iradesel ve sistemsel unutkanlıklara sürüklenir. Araştırıcının doğrudandoğruya haldeki deneyden doğmi- yan her çeşit kuram, hususiyle, felsefesel doktrin için duyduğu gü- vemsizlik böylece meydana konulmuş olur. Onun kendi çevresine zor­ la kabul ettirdiği ihtiyatlıhk da gene böylece tüzemlenir.

(5)

FELSEFE ÖĞRETİMİ 11

İmdi ruhbilim ve toplumbilim felsefedışı deneysel disiplinler olma­ sı ve o sıfatla bir felsefe Enistitüsünün erk alanından sıyrılması bize düzgülü gözüküyor. Şu şartla ki öte yanda felsefeseldışı bir ruhbilim ve toplumbilim, yahut başka türlü söylemek üsterilirse bir bireysel insan felsefesiyle bir toplumsal insan felsefesinin varlığı tanınsın. Sa­ ğınsız fizik ve hayatbilimin doğa felsefesini ne ortadan kaldırdığı ne de onun yerine geçmediği düşünülürse bunda şaşılacak hiç bir şey yoktur.

Söylemek gerekmez ki felsefe irdemenleri bellibaşh çabalarını fel- sefeseliçi ruhbilim ve toplumbilim üzerinde yoğunlamakla beraber uğ­ raşlarının hiç olmazsa bazı yerlerinde hocalarının uygun buldukları oranda, deneysel ruhbilim ve toplumbilim ile de ilgilenmekten çok fay­ dalanacaklardır.

İmdi irdemenlerin bütün öteki bilimler hususunda da ayni yolda hareket etmeleri şüphesiz dilemiye değer. Ancak bunun imkânsızlığı meydanda olduğundan bu bilimlerden biriyle biraz kay­ naşmaları yetişir. Bundan bütün o bilim üzerine bir kuşbakışını değil (zira bu türlü iş daha önce lisede yapılmıştır) fakat feylesof için hu- siyle, deneysel bir disiplin bahis konusu olduğu takdirde laboratuvar işi­ ne yolveren bu tipsel ve telkin edici fasıllardan buinin ciddi irdelenmesini amaçlıyoruz. Böylece gençlerimiz bir bilim özünün ne olduğunu anlı- yabilecek düzeye erişeceklerdir. Ve bu bilgi yetişimleri hususunda daha ensiklopedik fakat aynı zamanda üstünkörü yığılı kalmış bir bilgiden daha önemlidir.

Ayni amaca hizmet etmek ve gerektiği zaman öne sürülmüş ihtiyaçları karşılayıcı bilmisel bir öğretim eksikliğini gidermek üzere enstitümüzde bir bilimler tarihi kursu açılacaktır. Hattâ bu enstitü programının en önemli parçasıdır. Belki de pek haksjz olmıya- rak iddia edilebilir ki yürüyen bilimin kendi geçmişine dönmiye ihti­ yacı yoktur. Hattâ geriye dönmekle atıhmını ağırlaştırmak ve aşılmış mülâhazalara gömülmek tehlikesine uğrıyacaktır. Ancak feylesof için iş büsbütün başkadır. Zira intellektüel bilince bütün insansal bilgi yapı­ sını saydamlaştırmak felsefenin ödev ve imtiyazlarından biridir. Hattâ bu icat edici girişkinin felsefeye ait olmadığı yerde bile böyledir. Şu halde tarihsel perspektifler düşünce demarşlarının aynı zamanda hem nesnel hem öznel görünüşünü bize vermiye yarar. Yeter ki tarih­ sel perspektiflere erklenebilinsin. imdi bilimler felsefesi bilimlerin tari­ hinde çözümlemenin ve aydınlatmanın değerli bir yaracını bulacaktır.

Niyetimiz bu kısa makalede felsefenin bütün bölümlerini gözden geçirmek değildir. Felsefe soravlarını en yüksek derecesinde evirip çevirmekle beraber son zamanlara mahsus eseflenmiye değer bir kulla­ nış tarzı olarak, bunları genel felsefe gibi bulanık bir ifade altında

(6)

OLİVtER LACOMBE

toplıyan bölümler gecikmez bir kayıt ve işarete doyukturlar (müstağni). Biz disiplinimizin San’at ve san’atlı güzelliği içeyen dalına, üstererek dikkati çekmek istiyoruz. Gerçek feylesof bu soravları yüzüstü bıraka­ maz. Estetik duyu, felsefe için, bilimsel duyudan daha az zorunlu değil­ dir. Biri diğerini denklendirir ve onunla, bu dolumluluğa ulaşmış fel- sefesel zihinde, uyumlu olarak birleşir, imdi estetik ve yardımcıları bulunan san’atbilimi ve san’at tarihi enstitümüzde yeralacaklardır.

Artık lisans programının dağıtımına dair de birkaç kelime söyle­ mek kalıyor. İrdemenlerimizin lisede aldıkları ilk felsefe bilgileri esas bakımından üniversite irdelemelerinde tipsel bir temel meydana getirir. Ancak olğuda, profesörler bu bilgileri gerçekten öğrenilmiş saymak- tansa, onları aydınlatmak ve berketmek üzere, kendiliklerinden ve bilebile bu ilk nosyonlara dönmek suretiyle ihtiyatlı davranacaklar­ dır. Felsefenin kök temalarının tekrar gözden ğeçirilmesi için en kıl­ gılı çare, gençlerimize ilk sömestrlerinde teknik kelimehaznesi alış­ tırmaları yaptırmaktır. Böylece onlar bu güç terimleri güvemle evirip çevirmeyi öğrenecekler ve onların güzeyinde felsefenin anakavramala- rına alışacaklardır.

Ders konularının dört sertifika halinde (yani, düzgülü irdeleme sırasıyle: Genel ruhbilim ve eğitimbilim, genel toplumbilim; genel fel­ sefe ve mantık, felsefe tarihi) bölümüne gelince bu bölümün kuramsal değerinden ziyade kılgılı ve pragmaca ırası hakkında iyi bilinçlen­ meleri gerektir.

Bölüm, kabataslak, öğretilen disiplinlerin gitgide daha soyutlaşıcı ırası sebebiyle ağırlaşan bir güçlük sırası göstermektedir. Ruhbilim ve toplumbilim içebakıcı ve dışabakıcı gözlemlerin, tarihin vs. kendilerine sağladığı insansal somut verilere yakın kalmaktadır. Üçüncü yılda ele alınan problemler, tam tersine, en yüksek intellektüel soyutlama ve yoğunlama çabası istiyen problemlerdir. Felsefe tarihine gelince, bu ders aynı soravları artık serimi (expose) irdemenlerin hazırlıklarına ve anıklıklarına uyarlanması sözkonusu olmiyan bir ağırlık derecesinde işler; O vakit, önceki durumun tam tersine, içinde yaşadıkları tarihsel metintopluluğunun (contexte) gerektirmesinden dolayı deyim tarzla­ rında o kadar çeşitli bulunan en yüksek felsefe ökelerinin orijinal deyimlerine uyarlanmak sıkıntısı irdemenlere düşer.

Türkçeye Çeviren

N.Akder

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu bakımdan ele alındığında, esasında sanıldığının tersine sınırlar (devletler gibi) güç yapıları arasındaki nötr hatlar değildir. Teritoriyal güç, sınırların

Yarım asırdan beri fırçalanıp silinmekten yarı yarıya incelmiş ve aralarındaki zifti dökülmüş olan güverte tahtaları, sıcakta yan yatıp hızlı hızlı soluk alan

Tam dönüş; merkezlenen ardışık iki metin tümcesinin hem geriye dönük merkezleri hem de olası merkezleri farklı olduğunda oluşan geçiştir. Aşağıdaki örnek metin

Doğum sonrasında anne ve bebek arasında yaşanan fiziksel temas engelleri, anne ve be- beğin ilk temasına ilişkin olumsuz duygular, anne bebek ilişkisinde ve anne bebek arasın-

The pro cessing o f perso n and number features in turkish: An event related po tentials (erp) study1 The pro cessing o f perso n and number features in turkish: An event related

Süleymaniye Kütüphanesi, Milli Kütüphane ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi gibi geniş yazma eser koleksiyonlarına sahip kütüphanelerin yanı sıra Türkiye’nin

Gerçekte anlatıcının yalnızlığına, karamsarlığına, bunalımlarına sebep olarak görülen insanlar ölümle cezalandırılırken, bu eylem benliği tehditlerden

Bu doğrultuda Assos Antik kenti için bireylerin TripAdvisor, Ekşi Sözlük, Google Haritalar -Yorum ve Foursquare üzerinden yaptığı yorumlar bağlamında, incelenen