T 7- 57
B İ R 0 T 0 M 9 B İ L
YOLCULUĞU
Hayli oluyor, civardaki bazı ka sabaları- gezip (İstanbula yakın) baş lığı altında bunları bir sıra makale ile anlatmak tasavvurunda bulunmuş Îum. Ve bu maksatla, Silivri ve Lüle Burgaza gittiğim gibi, bir günde sa bah otobüsile Çorluya gitmiş, eski sarayını Evliya Çelebinin uzun u- zun anlattığı bu kasabada günü ge çirdikten sonra dönmek üzere akşa ma doğru tekrar otobüse binmiştim. Bir sonbahar günüydü.
Kamyonumsu otobüs vaktinde ha- \ reket etti, ve havanın artık tamarni- !e kararmış, hem de pek serinlemiş olduğu ’¿ir saatte, Büyükçekmecef- den en az on dakika ileride bulun duğumuz sırada birdenbire bozuldu ve duruverdi.
Tamiri ilk önce arabanın içinde bekledik. Sonra inip yol üzerinde gide gele bekledik. Nihayet şoförle muavini tamirin kabil olmıyacağını, bir başka otobüs zuhur edince bunu bağlayıp şehire yânı îstanbııla gö türmekten başka bir çare olmadığı nı, bu sebeple de başımızın çaresi
ne bakmamızı söylediler.
Ayaz başlamış, artık tamamen ka ranlık olmuştu. Yolcuların ekseri yeti otobüsün içinde, mukadderatla rını onun mukadderatına bağlaya rak beklemek karan verdiler. Biz, dört kişi, tezcanlı çıktık ve en fena ihtimali, yâni bir buçuk iki saat yol yürümek ihtimalini de göze alarak,
Küçiikçekmeceye müteveccihen yo la çıktık.
Yarım saat kadar da yürüdük. Yü rüdük. Yürürken :
“— Ah bir araba zuhur etmiyecek mi, otobüsten vaz geçtik; otomobil olsun: candan tatlı değil y a !” diye söyleniyorduk. Hattâ, içimizden en kibarlık ididasında olanı, rastlayaca ğı otomobili durdurarak tek başına binip gitmesi ihtimalinden bahsedi yordu.
Artık eni konu yorulmağa ve bil hassa üşümeğe başlamıştık ki, bir
arabanın fenerleri ufaktan parlayı verdi, ışık yaklaştı, araba ta yanımı za varıp durdu.
iç i boştu Şoför kapıyı açtı: — Buyurun beyler, sizi îstanbula götüreyim, dedi.
Tek başına araba tutmağa hazır o- lan zat dahil, dördümüz birden, kü çük bir tereddüt göstermeğe kalkış- maksızm içeri girip oturduk.
Bu, büyük, mükellef bir araba idi ve Küçükçekmeceden uzakta bulun mamız icabediyordu. îstanbula ka dar bu araba ile lüks yolculuğun ka ça mal olabileceği düşüncesi, birden
bire sükûtumuzun içinden, endişeli bir sorgu şeklimde, yükseliverdi.
Hakikaten mükellef olan aıraba hareket etmiş bulunuyordu.
Bunun bir taksi olmasına imkân ve ihtimal bulunmadığını çabuk tak dir ettik. İçine ferah ferah beş kişi alacak genişlikteki bu mükellef mar kalı arabanım büyük bir zata ait o- lup bu büyük zatı bir yere götür
dükten sonra boş döndüğü, yahut o- nu alıp herhangi bir yere götürmek üzere İstanbula gittiği anlaşılıyor du. Markasını tayin edemedik ve şo förden sormağı münasip görmedik.
Gene birdenbire içimizde bir fe rahlık hasıl olmuştu. Arabanın için deki endişeli hava safiyet kazandı, berraklaştı.
Bu araba bir taksi olmadığına gö re şoför bizi insanlık namına, hem de bu soğuk gecede yap yalnız se yahat etmemek, meclisimizde nefe sini âdeta dostlar arasında sanıp a- vunmak üzere yanma almış olamaz mıydı?
Bir müddet sessiz bu ihtimali dü şünen muhayyelelerimizin ufku, ge ne birdenbire daha genişledi. Şoför mevkiinde oturmuş, arabayı kulla nan şahsiyet arabanın bizzat sahibi bulunan büyük zat olamaz mıydı? Kendisi bütün dikkatini gece karan
lığında arabasını iyi kullanmağa hasrederken biz kendisini tetkik e- diyo'r, yüzünün hatlarında ve kılık kıyaeftinde mühim bir mevki sahibi olmaktan gelen bir ciddiyet ve em niyetin delillerini açıkça görüyor duk. Evet, üstü başı gayetle temiz di, ve yolculuk esnasında başında kasket bulunmasından daha tabiî bir şey de olamazdı.
Büyük bir zatın arabasına keııd: tarafından çağrılmış bulunduğu - muzda şüphemiz kalmamıştı. Hava da, (Fecriâti) tabirile penbe ümit ler, mor hülyalar peyda oldu. Bir kere bedava seyahat ediyorduk, esc dosta, önemli bir zatın, vekilliğe ka
dar götürmesek de İhtimal ki, bir müsteşarın, fakat muhakkak bir u- mum müdürün arabasında, kendi sevk ve idaresile seyahat ettiğimizi anlatabilecektik. Hattâ bu muhte rem zat -t- vakıa yüzümüze bakmı
yordu amma — belki birazdan bi zimle sohbete girişeceği için, kendi- sile aramızda ayrılmadan evvel bir tanışmada hasıl olacaktı.
Hepimiz yaşlı başlı kimseler ol duğumuz cihetle böyle anî ahbaplık ların bazen insanın bütün hayatını değiştirdiğini de bilmez değildik.
Bütün bu düşünceler içinde kii- çükçek'meceyi, hattâ Yeşilköyü geç tik, Bakır.köyüne vardık. Yedikule kapısından az sonra İstanbula gire
cektik. Fakat istikballerimizde mü essir olabilecek ahbaplığın temelle ri henüz atılmış değildi.
Birden, belki müsteşar, hiç değil se umum müdür olan şoförümüz ba şını çevirdi ve oldukça haşin bir sesle:
— Sizi Yedikuleye varmadan in direceğim, şehre yolcu taşıyamam, dedi.
Ve dördümüzde, çocuk olmadığı mızdan derhal anladık.
Arabanın havasından bütün mor hülyalar ve penbe ümitler uçuşup uzaklaştılar. Yerlerini çıplak, acı hakikate terkettiler.
Nefret hissi şimdi içimizdeki ga lip duyguyu teşkil ediyordu. Herif hakkı bulunmadığı halde, tamamile gayri meşru bir ticarete girişmiş, hem bizi bu kirli işe âdeta ortak et mişti. Parayı da ne kadar
pervasız-ca istiyor, “ Haydi hazırlayın, suç üstü yakalanmadan kârımı ele geçi rip savuşayım” diyordu.
“ Bu herifi ele vermeli, bu hır sız herifin cezaya çarptırılmasına delâlet etmek bir borçtur!” düşün celeri hepimizin aklımızdan geçmiş olacaktı. Fakat işin zahmetini göze alamadık. Mahzun ellerimiz cüzdan lara gitti, sonra cüzdanlara kıyamı- yarak yan ceplere indi: herif verile ni beğenmeyip pazarlık etmek cesa retini gösteremiyeceğine göre dört kişiden alacağı bozukluklar nesine yetm ezdi!
Hepimiz birer miktar para hazır ladık ve şahsında bir müddet bir ve kil selâmlamaklığımıza âdeta ramak kalmış olan şoför Yedikule kapısına varmadan arabayı durdurunca indik, bu hazırlanmış paraları birer birer, fakat selâm vermeğe, bir “ Eyval lah!” demeğe lüzum görmeden, âde ta kin içinde avucuna koyduk.
O :
— Yolunuz açık olsun! diyerek hızla arabasını sürüp gi.tti. Biz de neşesiz, artık birbirimizle hiç ko nuşmadan tramvay istasyonuna var dık..
★
Çorlu hakkında defterime kaydet tiğim notlardan bilmem niçin bir makale vücuda getiremedim. Bu es ki yolculuktan hafızamda kalan he men yegâne şey de, bu türlü ümitle başlayıp acı bir hayal sukutile niha- yetlenmiş otomobil; yolculuğundan ibaret oldu.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi